Deniz Zeyrek · 26 Nisan 2025

Bilge Yamen & Deniz Zeyrek: ¨Dionysosçu musunuz Apolloncu mu? Solon’un yasalarıyla yaşamak¨ #bilgece

  • 0:00 Deniz hocam, Bilge hocam, merhaba. Merhaba. Nasılsınız, Ufuk? Merhaba, Ufuk. Teşekkür ederim. Siz nasılsınız? Ben de iyiyim, çok teşekkürler. Görüntünüz harika görünüyor. Mükemmel bir doğa. Kuş sesi de geliyor. Doğa sesi mükemmel; görünüyorsunuz. Hoş geldiniz. Evet. Evet, memlekete geldik. Hoş bulduk. Yeni bilgelerdeyim. Yani İzmir, Selçuk'ta, Çamlık Köyü'ndeyim. Gerçekten şu an oraya gelmek için heyecanlanıyorum. Vallahi, şu an biz çok kıskanıyoruz. Bahar en güzel zamanlar. Doğan uyandı; çok keyifli.

    Şu anki halimizi görseniz, gerçekten bize acıyabilirdiniz. Evet, Ankara'da işler zor. Bir gece sohbetlerimizin ikinci bölümünden sonra üçüncü bölümümüzü çekiyoruz. İkinci bölümümüzde kralın 69.000 kişilik ziyafeti ve 5.500 yıllık ayakkabının hikayesini anlattınız. Bugün üçüncü bölümdeyiz. Bugün Ufuk, şöyle Gürcistan'dan başlamıştık. Sonra Ermenistan'a inmiştik. Sonra Musul'a indik. Sonra Antep'e, Refahiye'ye, oradan Gürün'e geldik. Kayseri'ye gitmiştik. Şimdi batıya doğru seyahatimiz devam ediyor ve son konuşmamızda Bilge, bize Fenikelileri anlatacağını söylemişti, değil mi? Yanlış hatırlamıyorum, değil mi? Evet. Evet, Fenikeliler bir köprü görevi gördüğü için onlarla devam edeceğiz. Akdeniz'e açılacağız ve batıya doğru hareketleneceğiz.

    Burada Akdeniz derken sadece Ege'yi falan anlamıyoruz, değil mi? Hani o gün de açıkladın, Levant vesaire oraları da. Evet. İstersen oradan başlayalım. Levant bölgesinde yaşamış Fenikelilerden bahsedelim. Oradan devam edelim. Fenikeliler, Levant bölgesi, yani bugünkü Lübnan'da, çoğunluğu Lübnan'da olan şehir devletlerinde yaşamışlardır ve Sami ırkına aitler. Yani dil özellikleriyle Sami topluluğuna aittirler; Ortadoğu'nun o yerli halklarından biridirler. Fenikelilerin özelliği ne? Öncelikle Lübnan ismi nereden geliyor? Lübnan, Karlı Dağlar demek. Aslında Lübnan, Akdeniz'e dik gelen dağlarla oluşmuş bir coğrafyaya sahiptir. Karlı dağlar, yani beyaz anlamındaki sözcükten türeyen bir yerdir.

    Bu coğrafi yapısı, onların kent devletleri olarak yerleşmesini de sağlamış ve aynı zamanda kendi aralarındaki irtibatı denizden kurmuşlardır. Lübnan aynı zamanda sedir ülkesi olarak bilinir. Sedir ağacının üç çeşidi vardır: Himalaya sediri, Lübnan sediri ve Atlas Dağları, yani Fas-Cezayir bölgesindeki dağların sediri. Bu bayraktaki ağaç mı? Evet, bayraktaki ağaç. Aslında tarih boyunca da çok önem arz etmiştir. Sedirin bizimle de bir yakınlığı vardır. Lübnan'la birlikte en çok bulunduğu coğrafya, Toros Dağları'dır. Toros Dağları'nda, özellikle Fenike, Kumluca, Elmalı bölgesinde Antalya'da şu anda çok yaşlı sedir ağaçları var. Hatta bir tanesi 233 yaşında. Neredeyse İskender döneminde ortaya çıkmış bir ağaç. Ulu bir ağaç ve onun gibi 15-20 tane 2000 yaşının üstünde sedir ağaçları var. Şöyle bir parantez açayım; Bilge, Çevre Bakanlığı'na böyle anıt ağaçlar diye bir kitap hazırlamış, prestij kitabı. Ben de bir şekilde ondan temin ettim. Bu bahsettiğin ağaç orada da var. Fotoğrafları da var. Bilgiler...

  • 1:54 İlk olarak, Fenikelilerin denizden kendi aralarındaki irtibatı sağladığını ve bu durumun onların kent devletleri olarak yerleşmesine yol açtığını belirtelim. Lübnan aynı zamanda "sedir ülkesi" olarak bilinir. Sedir ağacının üç çeşidi vardır: Himalaya sediri, Lübnan sediri ve Atlas Dağları'nın sedirleri. Yani Fas ve Cezayir bölgesindeki dağların sedirleri.

    Bu bayraktaki ağaç mı? Evet, bayraktaki ağaç. Aslında tarih boyunca çok önemli bir yere sahip olmuştur. Sedirin bir yakınlığı da bizlere var. Lübnan'la birlikte en çok bulunduğu coğrafya, Toros Dağları'dır. Toros Dağları'nda, özellikle Fenike, Kumluca ve Elmalı bölgelerinde, Antalya'da çok yaşlı sedir ağaçları bulunmaktadır. Sedir ağaçlarından bir tanesi 233 yaşındadır; yani neredeyse İskender döneminde doğmuş bir ağaçtır. Ulu bir ağaçtır ve onun gibi 15-20 tane, 2000 yaşının üstünde sedir ağaçları orada mevcuttur.

    Şöyle bir parantez açayım. Bilge Çevre Bakanlığı, anıt ağaçlar hakkında bir kitap hazırlamış; bu prestij kitabıdır. Ben de bir şekilde ondan temin ettim. Bahsettiğim ağaç bu kitapta da yer almaktadır. Fotoğrafları ve bilgileri mevcuttur. Ambar Katran diye adlandırılan ulu bir ağaçtır. Evet, gerçekten bakarken tüyleri diken diken oluyor. "Neler görmüş" diyorsunuz bu ağaç için. Evet, nelere tanık olmuş. Hatta tarihsel olarak Lübnanlılar, sedir ağaçlarını kullanarak tekneler yapmışlardır; suya dayanıklı ve çürümeye dayanıklı bir ağaç olduğu için gemi yapımında çok kullanılmış ve bu nedenle Fenikeliler, ticarette ön sırada yer almıştır. İskender de geldiğinde, Toros Dağları'ndaki sedir ağaçlarından ziyade, Lübnan’daki sedir ağaçlarından kendisine gemiler yaptırmıştır. Tarih boyunca sedir ağaçları çok önemli bir yere sahip olmuştur.

    Bizim yolculuğumuz açısından da sedirin böyle bir önemi var. Fenikeliler, bir taraftan köprü görevi görmüştür. Çünkü Kafkasya'dan ve bereketli hilalden, Mezopotamya'dan gelen bilgileri, kültürü ve birikimi taşıyan bir rol üstlenmişlerdir. Onlarla sürekli bir temas halindelerdi. Özellikle Fenikelilerin tarih sahnesinde, bu transferde tam da karanlık çağda, kuzeyden gelen deniz kavimlerinin istilası döneminde daha korunaklı bölgede kalmışlardır. Mısır direnmiş ve Fenike de Mısır'la ticareti devam ettirmiştir. Ancak Fenike bir miktar karanlık döneme girmiştir. Sonrasında tekrar sahneye çıktıklarında, Fenikeliler geçmişten gelen bilginin aktarımı açısından önemli bir yer edinmişlerdir.

    Peki, şarapçılıkta ne yapmışlar? Onunla ilgili çok güzel bulgular mevcuttur. Özellikle Sayda ile Sur arasında, şu anda Lübnan'ın iki şehri arasında bulunan Tel El Burak adında bir kazı alanı vardır. Çok keyifli görülen bir kazı alanıdır. Burada bir şaraphane ortaya çıkarılmıştır. Yukarıda pres var. Onun görsellerini de paylaşacağız. Oradan şarap akıyor ve burada fermente ediliyorlar. Aynı zamanda Tel El Burak, bir yerleşim yeri değil, aslında bir üretim sitesi gibi görünmektedir. Çevresinde özellikle tarımsal üretimin yapıldığı bir tür endüstri vardır ve bu denizin kıyısında yer almaktadır. Oradan, muhtemelen yine üretilen testilerle ve küplerle şarabın ve zeytinyağının ticareti yapılmaktadır. Kazılarda bulunan bulguların %45-470 civarı hem çekirdek...

  • 4:00 İmlerin istilası döneminde daha korunaklı bir bölgede kalmış. Mısır direnmiş ve Fenike de Mısır'la ticareti devam ettirmiş. Ancak Fenike de bir miktar karanlık döneme girmiş. Sonrasında tekrar sahneye çıkıldığında, Fenikeliler çok daha geçmişten gelen bilginin aktarımı açısından önemli bir yer edinmişler.

    Peki, şarapçılıkta ne yapmışlar? Bununla ilgili çok güzel bulgular var. Özellikle Sayda ile Sur arasında, şu anda Lübnan'ın iki kenti arasında bulunan Tel El Burak denilen bir kazı alanı var. Bu kazı alanı oldukça keyifli bir görüntü sunuyor. Burada bir şaraphane ortaya çıkarıldı. Yukarıda pres var; onun görsellerini de paylaşacağız. Oradan ışıra akıyor ve orada fermente ediliyor. Aynı zamanda Tel El Burak aslında bir yerleşim yeri değil, bir üretim sitesi gibi görünüyor. Çevresinde, özellikle tarımsal üretim yapılan bir tür endüstri var ve bu alan denizin kıyısında bulunuyor. Oradan muhtemelen yeniden üretilen testilerle ve küplerle şarabın ve zeytinyağının ticareti yapılıyor.

    Kazılarda bulunan bulguların %45’i, yaklaşık 470 civarı, hem çekirdeklerle hem tarttarik asit ile bakıldığında kullanılan küplerin %50’ye yakını şarap için kullanılmış. Bunun dışında, zeytinyağı da önemli bir yer kazanmış. Sonrasında zaten Yunan tarihçilerinin söylediği gibi, zeytinin ve üzümün işlendiği, şarabın ve zeytinyağının üretilmesi, barbarlarla medeniyeti ayıran kavramlar olarak konulmuş. Fenike, tam da bunun ticaretini yapmış ve bunu Akdeniz’e yaymış.

    Fenikelilerin özellikle kolonileri nerede? Kartaca. Ünlü Kartaca. M.Ö. 800'lerde Fenikeliler Tunus’a gidip Kartaca kolonisini kurmuşlar. İspanya, Sardinya gibi bölgelerde de koloniler kurmuşlar. Bununla birlikte Türkiye'de de Fenike, Fenikelilerin kurduğu bir koloni olarak görülmektedir. Koloniden kastettiğin şeyi biraz açar mısın? Neyi kastediyorsun? Yani devlet mi, devletçik mi?

    Aslında koloni kavramını bugünün anlayışıyla ele almak biraz daha güç. O yüzden koloni meselesini konuşalım. Çünkü Fenikelilerde ve Yunanlılarda da bunu göreceğiz. Normalde bir toplumun bir sebepten o bölgeyi terk edip gidip bir yerde yerleşke kurması ve orada tekrar hayatı yeşertmesi gerekmektedir. Akrabalar mı, din kardeşleri mi yoksa başka bir durum mu? Ferikelilerde örnek olarak Asur'un, daha önce ikinci videoda paylaştığımız 3. Asur Kralı Nasır Pal’in, tam Fenike’ye kadar gelip onları vergiye bağlaması, ciddi bir baskı yaratması bir kısmın koloni kurmak için oradan ayrılmasına yol açmış gibi görünüyor.

    Orada Fenikelilerin Kartaca kolonisi kurarken kraliçelerinden birisi gider ve orada bir kadın kurucu olarak Kartaca'yı kurar. Öyle bir kavramı vardır. Hatta oraya gittiğinde, bölgedeki yerli halktan kendisine bir öküz postu kadar yer verilmesini ister. Onlar da kabul eder ve o öküz postunu alır, ince şeritlere ayırır. Onunla bir alan çizer. Biraz uyanıklılık yapar. Kurnazca, Gılgamış'ta da gördüğümüz, Odysseus'ta da gördüğümüz akıllıca bir kurnazlık yaparak kendisine bir alan sağlar. Orada üretim başlar, ticaret başlar ve sonrasında...

  • 6:00 Bu bölgeyi terk edip gidip bir yerde yerleşke kurması ve orada tekrar hayatı yeşertmesi mümkün müdür? Akrabalar mı, din kardeşleri mi yoksa Ferikeliler gibi örnekler mi vardır? Asur, daha önce ikinci videoda paylaştığımız 3. Asuru Nasir Pal'in, Fenike'ye kadar gelip onları vergiye bağlaması ve ciddi bir baskı yaratması sonucunda bazı kişilerin koloni kurmak için oradan ayrılmasına yol açmış gibi görünüyor.

    Fedikelilerin Kartaca kolonisi kurarken kraliçelerinden birisi, oraya gidip bir yerleşim kurar. Kartacalı bir kadın bu öyle bir kavramı vardır. Hatta bölgeye gittiğinde, yerleşmek için yerli halktan bir öküz postu kadar alan ister. Onlar da tamam der ve bu öküz postunu alarak ince şeritlere ayırır. Bu şeritlerle bir alan çizer. Biraz uyanıklık yapar; kurnazca, Gılgamış'ta ve Odysseus'ta da gördüğümüz gibi, akıllıca bir yol izleyerek kendisine bir alan sağlar. Orada üretim başlar, ticaret başlar ve sonrasında büyüme gelir. Aslında olay, koloninin orada kurulduğunda işleyen bir mekanizma gibi gözüküyor.

    İlk gidildiğinde bazen istilayla da olabiliyor, eğer güç yetiyorsa. Bunun dışında bir toprak savaşının olması gerekiyor, değil mi? Yani istila edebilmen için savaş gücün ve ordunun olması gerekiyor. Bu da bir tür yöntem. Ama genel olarak, o bölgede, o tür bir üretime ihtiyaç duyulan alanda bir üretim başlatıldığını görüyoruz. Bununla birlikte yeni bir bilgi göturmaktadır. Oraya yeni bir üretim tarzı götürdüğünde, çevre topluluklar bundan faydalanıyor. Bilgi transferinin ne kadar değerli olduğunu belirtmek gerek; o çağda bile bilgi, kılıç kadar kuvvetli.

    Bir de geldiği yerdeki medeniyetlerle bağlantılarını koparmadıkları için ticari bir güç sağlıyorlar. Aslında, bölgede Fenikelilere komşu Yahudi toplulukları bulunmaktadır. Hatta Eski Ahit’te de geçen kral Hiram, yani Fenike kralı, ilk kral kabul edilen Yahudilerin Davut ve Süleyman krallarına yardıma gider; işçiler, inşaat teknikleri ve Senir ağaçları götürür ve büyük tapınağı beraber yaparlar.

    Sonuç olarak, Yahudiler, Fenikileri takip ederek tüm dünyadaki farklı bölgelerde ticaret yapmışlar. Oralarda oluşturulan diaspora, ciddi bir güç haline gelmiştir. Bu bağlantılar sayesinde, anakarayla ve diğer kolonilerle ticarette önemli bir yere sahip olurlar. Bölgenin halkları da bu bağlantıdan vazgeçmek istemezler, çünkü bu durum onlara ciddi bir zenginlik getirir. Ferikelilerin ticarette tercih ettiği ürünler neden zeytinyağı ve şarap? Çünkü bu değerli ürünler her yerde bulunmuyor ve aynı zamanda endüstriyel bir meta haline gelmiş durumda.

    Hatta bu durumu farklı bulgularda da görüyoruz. Kapkaçak yerlerinde bir altın kadeh bulduk. Örneğin, Mikkenler döneminde Kral Nestor'un sarayında bir altın şarap kadehi ortaya çıkıyor. Bu altın, su için yapılmış olamaz; yani değerli bir ürün için yapıldığı çok açık. Bu, ticareti canlandıran ve ticari bir meta haline gelen bir olgudur. Şarap ve zeytinyağı da bu haliyle Ferikelilere büyük fayda sağlamaktadır.

  • 8:08 er götürür. İnşaat teknikleri götürür. Senir ağaçları götürür ve büyük tapınağı beraber yaparlar. Aslında Yahudiler, sanki Fenikileri takip ederek, bütün dünyadaki değişik bölgelere yayılıp ticaret yapmışlar. Oralarda oluşturulan diaspora ciddi bir güç. Oraya gittiği zaman, anakarayla ve diğer kolonilerle bağlantısından dolayı ticarette önemli bir yere sahip oluyor ve oranın halkları bundan vazgeçmek istemiyorlar. Çünkü onlara da ciddi bir zenginlik getiren bir olgu bu.

    Feriklilerin bu ticareti yaparken de neden zeytinyağı ve şarap? Çünkü değerli bir şey. Her yerde bulunamıyor ve endüstriyel bir ürün. Hatta biz bunu şeyde de görüyoruz. Kapkaçak şeylerinde altın bir kadeh bulduk. Mesela Pilos'ta, yani Mikenlerde, Kral Nestor'un sarayında bir tane altın şarap kadehi çıkıyor. Bu altın, su için yapılmış olamaz. Yani değerli bir ürün için yapıldığı anlaşılıyor. Ticarette canlandıran ve ticari bir meta haline gelen bir olgu. Şarapta ve zeytinyağında. Bu haliyle Ferikelilerin gittiği yerlerde bu koloniler üzerinden birçok şeyi götürüyor. Şarabı götürüyor, şarap kaplarını götürüyor, tekstili götürüyor.

    Mesela Fenike ismi aslında Yunancada "fonix" ve kızıl bir renkten gelir. Bir deniz kabuklusundan yaptıkları kızıl eflatun bir renkten dolayı öyle bir isim verilir. Tekstilde de ciddi ihracatçılar ticaretini yapıyorlar ve bu mor renk, onlarla birlikte asaletin bir simgesi halinde bugüne kadar gelmiştir. Mesela dini törenlerde kiliselerde, birçok yerde mor renk asalet rengi olarak kullanılmıştır. Çünkü elde edilmesi çok güç. Deniz kabuklarından elde ediyorlar, tehlikeli ve bunun ticaretini yapıyorlar.

    Şimdi Bilge, bu araya ben gireceğim. Şunu soracağım: Yani bu iş sadece bilgi birikimini paylaşmak falan olarak mı kalıyor, yoksa bir, nasıl diyeyim, bir koloni ya da krallık arasındaki bağ akrabalık ilişkisine dönüşüyor mu? O gruplar arasında bir ilişkiye dönüşüyor mu vesaire? Yani netice itibariyle Fenikeliler, "Biz geldik, size işte şarabı getirdik, zeytinyağını getirdik, bilgi birikimimizi getirdik" falan da mı kalıyor? Yoksa Davut ve Süleyman onlarla bu İsrail Krallığı vesaire falan böyle bir etkileşime giriyorlar mı mesela?

    Tabii ki, bu tür bir akrabalıklar oluşuyor. Hatta mitolojik olarak bir efsane olarak Avrupa'nın adı, aslında bir Fenike kraliçesinin adından gelir. Europa. Europa, Zeus tarafından kaçırılır ve eş olarak alınır. Europa'dan doğan Minos, mesela Minos uygarlığının ismini veren kraldır. Kral Minos'tur. Aynı zamanda Europa'nın kardeşi Kadmos. Yine Kadmosoğulları olarak şeyde de görürüz. Lidya'da da Kadmosoğulları, merkez Yunanistan'daki bir topluluğun, kabilenin adı olarak geçer. Yani ana Yunan kabilelerinden biri adı olarak geçer ki Kadmos gittiğinde, aynı zamanda alfabeyi de götürür. Mesela Fenike'de alfabesi, yazı normalde Sümer'de, Hitit'te görüyoruz. Çivi yazıları, hiyeroglifleri görüyoruz ama bunlar simgeler. Bir sözcüğü temsil ediyorlar. Ama harfi ilk kullanan Fenikelilerdir. Ve Yunanlılar…

  • 10:09 "E şarabı getirdik, zeytinyağını getirdik, bilgi birikimimizi getirdik" falan mı kalıyor yani? Yoksa Davut ve Süleyman onlarla bu İsrail Krallığı vesaire falan bir etkileşime giriyorlar mı mesela? Tabii ki bu tür bir akrabalıklar oluşuyor.

    Hatta mitolojik olarak, bir efsane olarak Avrupa'nın adı aslında bir Fenike kraliçesinin adından gelir. Europa, Zeus tarafından kaçırılır ve eş olarak alınır. Europa'dan doğan Minos, Minos uygarlığının ismini veren kraldır. Kral Minos'tur. Aynı zamanda Europa'nın kardeşi Kadmos da vardır. Yine Kadmosoğulları, Lidya'da da Kadmosoğulları olarak geçer. Merkez Yunanistan'daki bir topluluğun, kabilenin adı olarak da adlandırılır. Yani, ana Yunan kabilelerinden biri olarak geçer ki Kadmos gittiğinde, aynı zamanda alfabeyi de götürür.

    Mesela, Fenike'de alfabesi yazı normalde Sümer'de, Hitit'te çivi yazıları, hiyeroglifler görüyoruz. Ama bunlar simgeler. Bir sözcüğü temsil ediyorlar. Fakat harfi ilk kullanan Fenikelilerdir. Ve Yunanlılar alfabeyi Fenikelilerden alıyorlar. Alef ve bet. Tehlike, alfabe de oradan geliyor zaten. Sesler ekleyerek Yunanca'nın yazı şekli oluşuyor. Sonra Yunan'dan Latince'ye geçiyor ve günümüzde gördüğümüz yazı alfabe sistemini Fenikelilerden alıyoruz: Alfa, beta vesaire.

    Bu bahsettiklerin bu mudur? Evet. Alfa, beta alfaya döner, bet'e döner. Aslında Fenike alfabesi. Arapça ve Arami alfabeleri de Fenike'den gelme. Yani alfabeyi insanlığa, uygarlığa kazandıran Fenikelilerdir. Bunun yanında, Kadmos Kilx, diğer üçüncü kardeş, şu anda Klikya olan yani Adana bölgesine adını veren kişidir. Aslında bunlar kolonileşmede gittikleri yerlerle karışıyor.

    Buradan, bugünkü anlayışta bir milliyetçilik ve ırk kavramı olmadığı gerçeğini de görüyoruz. Kendilerini bir taraftan da Fenike kraliçesine bağlıyorlar. Hatta buradan Avrupa'nın yani Europa'nın oğlu Minos uygarlığına da gelebiliriz. Girit'teki bir uygarlık. Yunanlılar ne zamandır oralardaydı? Fenikeliler şarabı Yunanlılara öğrettiler mi yoksa daha önceden biliyorlar mı? Aslında birçok kaynakta, Fenikeliler Akdeniz'e asmayı ve üzümü tanıttılar denir, ama aslında tam olarak böyle değil. Yunanlılar bu bilgiyi önceden biliyorlardı.

    Minos uygarlığı milattan önce 3000'den başlıyor. Ta Mikenlerle Miken uygarlığına kadar, yaklaşık 1800 yıllık bir uygarlık oluşturuyorlar. Ve kendi lineer B yazıları var. Bunun tam olarak çözülemediği için kök Yunan mı değil mi, bunu kesin olarak bilmiyoruz ama Miken'le birlikte Yunan varlığını ortada görüyoruz. Fakat Yunanlılar, mitolojik olarak Minos uygarlığının kendilerini bağladığını düşünüyorlar. Bu haliyle onlarda şarabın varlığını görüyoruz. Zaten mitolojik olarak da bunu görebiliyoruz. Ama asıl Mikenlere geldiğimizde daha net bir şekilde görmüş oluyoruz.

    Şimdi, Miken uygarlığına geldiğimizde hangi yıl aralığına geldik? Mikenlerin sahneye çıkışı milattan önce 1700'ler fakat daha sonra Minos uygarlığı 1400'lerde milattan önce yıkılıyor. Burada Minos uygarlığının yıkılışı Mikenlerin asimilasyonuyla mı gerçekleşti? Bir istilayla mı gerçekleşti yoksa doğa olaylarıyla mı gerçekleşti? Bunu kesin olarak belirlemek zor.

  • 12:15 Aslında birçok kaynakta Fenikelilerin Akdeniz'e asmayı ve üzümü tanıttıkları denir, ama aslında tam böyle değil. Yunanlılar bu durumdan haberdardır. Minos uygarlığı milattan önce 3000'den başlar ve Miken uygarlığına kadar yaklaşık 1800 yıllık bir uygarlık oluştururlar. Kendi lineer B yazıları vardır. Bunun tam olarak çözülemediği için kök Yunan mı değil mi, onu kesin olarak bilmiyoruz ama Miken’le birlikte Yunan varlığını net bir şekilde görüyoruz. Ayrıca Yunanlılar mitolojik olarak Minos uygarlığını kendilerine bağlıyorlar. Bu haliyle onlarda şarabın varlığını görebiliyoruz. Zaten mitsel olarak da bu durumu görmemiz mümkün.

    Asıl Mikenlere geldiğimizde ise durumu daha net bir şekilde görüyoruz. Miken uygarlığını ele aldığımızda hangi yıl aralığına geldiğimizi düşünmemiz gerekiyor. Mikenlerin sahneye çıkışı milattan önce 1700'lerdir, ancak Minos uygarlığı milattan önce 1400'lerde yıkılıyor. Burada Minos uygarlığının yıkılışı Mikenlerin asimilasyonu ile mi, bir istilayla mı yoksa doğa olaylarıyla mı gerçekleştiğini pek bilmiyoruz. Ancak en güçlü teorilerden biri, Santorini yanardağının patlayıp tsunami ile birlikte Girit'teki Minos uygarlığının saraylarını ve şehirlerini yıktığı, sonrasında ise uygarlığın toparlanamadığına dair bilgi veriyor. Bu konu güncel bir mesele, biliyorsun; evet, güncel bir konu. Santorini tekrar yanardağ patlar mı?

    Fakat bu konu ile ilgili çok ilginç başka bir öykü de var. Santorini'nin yanardağının patlaması bir yıkım getiriyorsa da, sonrasında volkanik tüflerden yeni bir teruar oluşuyor. Bugün Yunanistan'ın ürettiği en prestijli şaraplar Santorini'den geliyor. Asortiko denilen üzüm çeşidi, dünyada ciddi şekilde popüler hale gelen bir ürün üretiyor. Hatta Yunan anakarasındaki üzüm fiyatları 1 euroya giderken, Santorini’de 4 euroya kadar çıkıyor. Bu, bir taraftan yıkım getirirken, diğer taraftan da verim, canlılık ve yeni bir yaşam katıyor. Aslında, coğrafyamızın ilginç yanlarından biri de bu.

    Aynı şekilde şu anda Kapadokya'da çok güzel Emir üzümü yetişiyor. Bu, yine beyaz tüften Erciyes'in volkanik tüfüyle toprağında yetişen bir şeydir. Yine Sicilya'da, Etna'da ciddi bir teruar oluşmuş durumda. Akdeniz silsilesinde zaten plakaların birleşmesiyle oluşan, hem okyanus tabanından yükselen Toroslar gibi yükseltiler, farklı bir teruar yaratıyor. Bunun dışında volkanik araziler hem mikroklimalar oluşturuyor hem de çok çeşitli toprak yapıları meydana getiriyor. Mikenler, Minoslardan sonra bu sürecin etkisiyle aslında yazıyı, lineer A Minos yazısını.lineer B olarak Mikenlerde görüyoruz. Mikenlerin kendi yazıtlarında Dionisos adına rastlıyoruz ve bu da Dionisos'un aslında Mikenler tarafından bilindiğini gösteriyor.

    Yine İlyada'da, Agamemnon'un yanında savaşa gelmiş Kral Nestor'un sarayında şarap içmek için kullanılan altın bir kupayı buluyoruz. Bu saray Pilos'dur; yani Nestor'un sarayı, Mora yarımadasının hemen güneybatısındaki bir yerleşkedir. Demek ki, bu uygarlık bu bilgileri biliyordu. Ancak sonrasında dor istilaları ile beraber bir karanlık dönem yaşandı. Yazının kullanımı...

  • 14:21 Volkanik tüfüyle toprağında yetişen bir şey. Yine, Sicilya'da Etna'da ciddi bir teruar oluşmuş durumda. Akdeniz silsilesinde, zaten plakaların birleşmesiyle oluşan hem okyanus tabanından kalkan Toroslar gibi yükseltiler, onlar da farklı bir teruar yaratıyor. Onun dışında volkanik araziler hem mikroklimalar oluşturuyor hem de çok farklı toprak yapıları ortaya çıkarıyor.

    Mikenler, Minoslardan sonra işte bu durumdan sonra, aslında yazıyı Liner A Minos yazısını, Liner B olarak biz Mikenlerde görüyoruz. Mikenlerin kendi yazıtlarında Dionisos adına rastlıyoruz ve bu durum, Dionisos'un aslında Mikenler tarafından bilindiğini gösteriyor. Yine, bilgeliğiyle bilinen İlyada eserinde, Agamemnon'un yanında savaşa gelmiş Kral Nestor'un sarayında altın bir kupa buluyoruz ki bu, şarap içmek için. Buradan da biz bu sarayın neresi olduğunu öğreniyoruz; Pilos, yani Nestor'un sarayı. Mora yarımadası hemen güneybatısındaki bir yerleşke.

    Demek ki uygarlığının bu haliyle bunu bildiğini biliyoruz. Ama sonrasında dor istilalarıyla karanlık bir dönem başlıyor. Yazının kullanılmadığı ve kayıtların çok olmadığı bir dönem. Sonrasında Fenikeliler geldiğinde, Yunanlılarla temas ettiklerinde aslında yenilikleri getiriyorlar. Tel Elburak'ta gördüğümüz şaraphanede kullandıkları inşaat teknikleri, onun dışında şarabı taşıma kapları, içme kapları ve ticaret, alfabe yani yazı, çizgi ve hesapların tutulması gibi olguları, tekrar Yunan topluluklarına ve Akdeniz topluluklarına öğretiyorlar.

    Bu haliyle Fenikeliler, belli bir sürekliliği sağlayabildikleri ve bunu aktarabildikleri için, bizim için çok önemli bir tarihsel periyot oluşturuyorlar. Bu haliyle biz Yunan'da sadece Mikene ait değil, Mikenlerin Anadolu'nun, yani şu anda bulunduğumuz bölgede, Ege bölgesinde Miken uygarlığına ait etkiler buluyoruz. Milattan önce 1600'e, yani Hititlerle aynı çağa ait bir dönemde Efes'te, Milas bölgesinde, şu anda yukarıda Çandarlı'da, Mikenlere ait kalıntılar buluyoruz. Kaçaklar buluyoruz. Demek ki buralarda koloni oluşturmuşlar.

    Sana, ilkokul seviyesinde bir soru soracağım. Peki, şimdi günümüzde neden işte Mersin'den sonra, bütün Ege'ye kadar olan yerde bir bağcılıktan, vesaire tam olarak söz edemiyoruz? Aslında bağcılık çok aktif olarak var bu bölgede. Tam Toroslarda, çeşitli vadilerde, Sason Kanyonundan mesela Patkara, çok önemli bir üzüm bölgesi.

    Yok, ben daha güneyi kastediyorum. Yani, bu işte o medeniyetlerin kurulduğu, o tiyatroların, işte antik kentlerin kurulduğu bölgeye aslında coğrafi olarak asma için ve şarap üretimi için Toros'un kuzey tarafı daha uygun, daha sıcak. Güney kısmı ise çok da iklim olarak uygun değil. Ama bahsettiğim o kurulan kolonilerin çoğunluğu, şu anda da aktif bağcılığın yapıldığı bölgeler. O yüzden bu bir iklimsel özellik.

    Yani, şimdi geçmişte de şimdiki gibi değil mi? Bir hatırlarsan, şey derlerdi ya; o kıyı şeridinde yaşayan halk, sahilleri kızlarına, eniştelerine, tarlaları ise oğullarına veriyorlarmış. Yani tarla kısmı, dağ kısmı daha değerliymiş onlar için. Tabii, aslında tarım toplumu...

  • 16:29 Eki, şimdi şu anda günümüzde neden işte Mersin'den sonra bütün o Ege'ye kadar olan yerde bir bağcılıktan vesaire tam olarak söz edemiyoruz aslında. Şöyle, bağcılık çok aktif olarak var bu bölgede. Tam Toroslar'da çeşitli vadilerde, Sason Kanyonu'ndan mesela Patkara, çok önemli bir üzüm. Yok, ben daha güneyi kastediyorum, bilgi. Yani bu, o medeniyetlerin kurulduğu, o tiyatroların, işte antik kentlerin falan kurulduğu bölgeye aslında coğrafi olarak asma için ve şarap üretimi için Toros'un kuzey tarafı daha uygun. Daha sıcak kaçıyor güney kısmı. O yüzden iklim olarak çok uygun değil.

    Ama bahsettiğim o kurulan kolonilerin çoğunluğu şu anda da aktif bağcılığın yapıldığı bölgeler. O yüzden bu, iklimsel bir özellik. Yani, şimdi geçmişte de şimdiki gibi değil mi? Bir hatırlarsan, şey derlerdi ya; o kıyı şeridinde yaşayan halk, sahilleri kızlarına, eniştelerine, tarlaları da oğullarına veriyorlarmış. Yani tarla kısmı, dağ kısmı daha değerliymiş onlar için. Tabii, aslında tarım toplumları açısından verim önemlidir. Eğer ne zaman ki ticaret varsa, liman varsa, o limana gideceksiniz.

    Şu anda da turizm meselesi tabii. Turizmden dolayı sahiller daha popüler. Ama normalde bir tarım toplumu için verimli nehir deltaları ve kıyıları; aynı zamanda dağ etekleri çok tercih edilen yerlerdir. Aynı zamanda tabii korunaklılık açısından da yolların üzerinde olması, birçok sebebi var bunların. İşte tam da o miklilerin koloni döneminde Hititlerin bu bölgede Anzava Krallığı var ki, Louvilerin oluşturduğu, bazen bir vasal devlet olarak Hititlere bağlı, bazen bağımsız. Onların başkenti de Ayasuluk Tepesi, ASAPA diye geçen tarihte, yani Selçuk'taki şu anda bulunan Saint Jejan Kilisesi’nin olduğu yer gibi görünüyor.

    Kazılarda onlara ait bulgular var ve aynı zamanda yakın zamanlarda bir kolonilerle birbirleriyle alışveriş halinde oldukları ortada. Yani, tarihsel olarak çok yakın bulunmuşlar. Bu bahsettiğim Ayasuluk Tepesi, şu anda bulunduğumuz yere de yaklaşık 7 km mesafede zaten. Sonrasında burada Efes kenti oluşmuş ki, Efes için sonra bir sürü rivayetler var; Amazon kraliçesi kurdu, yok Atinalılar kurdu gibi hep önem taşımış ve katman katman gelmiş bugüne kadar. Buradan da biz aslında tarihsel olarak Anadolu'dan şarapçılığın Yunan anakarasına doğru gittiğini, hatta Girit’e doğru gittiğini düşünebiliriz. Bu daha muhtemel bir şey. Fenikelilerin bu işe katkısı da, bu işin kültürel edilmesi, inşaat kısımları ve bilgi, bu tür ticaret bilgi iletimi, alfabe gibi katkıları sayesinde oldu.

    Ve bu karanlık dönemde Fenikeliler tekrar şarabı ve ticareti getirdiler. Ama Diyanusos kavramı Anadolu kaynaklı bir tanrı ve bir süre Yunanlılar tarafından unutulmuş gibi görünüyor. Tekrar popüler olması milattan önce 600'lere denk geliyor. Tam da ben, bu neden böyle olduğuyla ilgili biraz coğrafi bir bilgi verebilir misin peki? Mesela Diyanisos... Diyanusos kültü, biz mesela Bakalar trajedyasında onun yani Diyanusos'un geldiği yeri Lidya'nın altın ovaları diye geçer. Ve Lidya...

  • 18:36 Burada Efes kenti oluşmuş ki Efes için sonra bir sürü rivayetler; Amazon kraliçesi kurdu, yok Atinalılar kurdu gibi hep önem taşımış ve katman katman gelmiş bugüne kadar. Buradan da biz, aslında tarihsel olarak Anadolu'dan şarapçılığın Yunan anakarasına doğru gittiğini, hatta Hirit'e doğru gittiğini düşünebiliriz. Bu daha muhtemel bir şey. Fenikelilerin bu işe katkısı da, bu işin kültürevileşmesi, inşaat kısımları ve bilgi, bu tür ticaret bilgisi iletimi, alfabe gibi katkıları sayesinde oldu. Ve bu karanlık dönemde Fenikeliler tekrar şarabı ve ticareti getirdiler.

    Ama Diyanusos kavramı Anadolu kaynaklı bir tanrı ve bir süre Yunanlılar tarafından unutulmuş gibi görünüyor. Tekrar popüler olması milattan önce 600’lere denk geliyor. Tam da ben, bu neden bunun böyle olduğuyla ilgili biraz coğrafi bir şey verebilir misin peki? Yani nerede mesela Diyanusos? Diyanusos kültü, biz mesela Bakalar trajedisinde, onun yani Diyanusos'un geldiği yeri Lidya'nın altın ovaları diye geçer. Ve Lidya dediğimiz de, bugünkü yani İzmir, Manisa ve iç bölgeleri düşünürsek Salihli gibi görünüyor.

    Diğer taraftan, Diyanusos'un anavatanı Lityek ülkesi gibi görünüyor. Anadolu kaynaklı bazıları da Trakya’ya yerleştirir. Ama bu panteona çok sonradan girmiştir ve girerken de zaten iki kere doğan olarak bilinmektedir. Diyanusos, Zeus'un Semele'den olan çocuğuydu. Semele normalde Zeus'la birlikte olduğunun yani bir tanrıyla birlikte olduğunu anlamaz ve emin değildir. Ama onu görmek ister ve Zeus'un yıldırımlarıyla ölür. Onu görmek istediği zaman yedinci aylıktır ve Diyanusos yedinci aylık olarak doğar. Tam yaşayamayacağı için de Zeus onu alır, baldırında saklar iki ay daha ve tekrar doğar. O yüzden de iki kere doğan tanrı olarak bilinir.

    Bu aslında İsa'da da şu anda Pascalya dönemi, Avrupa'da İsa'nın dirilişini kutluyor. Tam da bu zamana denk gelen bir kavram. Diyanusos da iki kere hayata gelen bir kavramdır. Bu haliyle de sanki o mitin de devamı gibi görünüyor. Ana panteona girmesi çok zor olmuş. Yani Yunanlılar sonradan kabul etmişler ve Yunanlarda ikili bir tanrı kavramı vardır.

    Yani trajedyanın oluşunu mesela Nietzsche, 'Trajedi’nin doğuşu' kitabında şöyle algılar: Trajedi zaten “Tragos,” yani yine sizin dağcılık kulübünüzün adından geçen keçilerin türküsü anlamında trajedidir. Aslında bu da Bakalar’daki veya Dionysos’un Satirler ayinlerinden kaynaklanan oradaki gösterilerden kaynaklanan bir kavramdır. Nietzsche, burada Yunan'daki trajedide Apollon'la Diyanusos karşıtlığının özümsemesiyle çıktığını düşünür.

    Apollon, estetik sanatları, müzik, lir ve kendisi ışık tanrısı anlamındadır; ama ışık güneşten kaynaklanmaz, bilgi ışığı anlamında bir kavramdır. Apollon, bir bilgiyi temsil eder ve bilgiyi de dünyayı algılamayı temsil eder ki Apollon, kendini bil ve algıla anlamında bir kavram taşırken Diyanusos, “kendini kaybet ve doğayla bir ol, doğayı öyle anla” kavramıyla ortaya çıkar. Apollo da çok ilginç. Apollo’nun da aslında Azraat'ın kitaplarında da geçen bir bilge var; hani konuşmuştuk ya, Polemos. Polemos tam da burada.

  • 20:42 L etmişler ve Yunanlılarda ikili bir tanrı kavramı var. Yani trajedyanın oluşunu, mesela Nietzsche, "Trajedi'nin Doğuşu" kitabında şey diye algılar. Trajedi zaten "Tragos", yani yine sizin dağcılık kulübünün adından keçilerin türküsü anlamına gelir. Aslında bu da Bakalar'daki veya Dionysos'un satirler ayinlerinden kaynaklanan, oradaki gösterilerden kaynaklanan bir kavramdır.

    Trajedi Nietzsche. Burada trajedide, Yunan'daki trajedide Apollon ile Dionysos karşıtlığının özümsemesiyle çıktığını düşünür. Apollon, estetik sanatları, müzik ve liri temsil eder, kendisi ışık tanrısı anlamındadır; ama ışık, güneşten kaynaklanmaz. Bilgi ışığı anlamında bir kavramdır. Apollon, bir bilgiyi temsil eder ve bilgiyi de dünyayı algılamayı temsil eder. Apollon, "kendini bil" algıla anlamında bir kavram taşırken, Dionysos "kendini kaybet ve doğayla bir ol, doğayı öyle anla" kavramıyla ortaya çıkıyor.

    Apollo da çok ilginç. Apollo'nun da aslında Azraat'ın kitaplarında geçen bilge bir kavramı var; hani konuşmuştuk ya, Polemos kavramından. Polemos tam da burada ve Herakleitos, zaten Nietzsche kendisini modern Herakleitos olarak görür. Herakleitos da yine Efes'ten, bizim hemşehrimiz ve onun Nietzsche'yi şey diye algılar. Herakleitos'taki Dionysos'un dönüşümler kavramını trajedyanın doğuşunda işler ve ikilik olarak yani Herakleitos'ta zıtlıkların birliği kavramını Apollon ve Dionysos da ifade eder.

    Tam da burada, zaten Nietzsche'nin Herakleitos'tan aldığı kavramlardan biri, hiçbir şeyin değişmeden durmadığı; değişmeyen tek şeyin değişimin kendisi olduğu kavramıdır. Aynı nehirde iki kere yıkanamazsınız. Diyalektik, yani bir tür evet, diyalektik.

    Şarapla ilgisi ne? Aslında üzüm her zaman dönüşümü tesis eder. Öncelikle, daha önce bahsetmiştik, budların ya da gözlerin patlaması, çiçeğin açılması, meyve haline gelmesi, onun renk değişimi, olgunlaşması, yaprakların dökülmesi, uyuma, ölme, budama ve tekrar canlanma. Aslında bu dönüşüm sürekli vardır. Hayatın kendi içinde de hiçbir şey değişmez değil. Hatta siz olgulara bir isim vererek onların sabitlediğinizi zannedersiniz, der Scheherazade.

    Biraz önce anlattığın karşıtlık aslında acayip bir şey yani. Birisi "bil" diyor, öbürü "unut" diyor. Böyle acayip bir şey yani. Bunu unut diyor, birisi "bul" diyor, diğeri "kaybet" diyor. Hatta burada modern felsefecilerden birine de gelelim: Fransız felsefeci Michel Foucault. O da birden etkilenmiş düşünürlerden biri.

    Onun iktidar ve özne kavramında tam da bu Apolloncu yaklaşımı eleştirir ve Dionysosçu yaklaşımı ortaya koyar. Orada öznenin kendisini gerçekleştirmesi için iktidar tarafından belirlenmiş özne kavramını ortadan kaldırmak için elbiselerimizi çıkartıp tekrar giyinmemiz gerektiğini söyler. Onun hapishanelerin doğuşunda, kliniğin doğuşunda, cinselliğin tarihinde Foucault'nun hep ifade ettiği şey aslında, mesela sağlık söylemi, bilgiyle toplumun yönetilmesi, bireyin şekillendirilmesi kavramını ele alır.

    Tam da Apollon böyle bir kavramı temsil eder. Apollo gerçeği temsil ediyor. Gerçek şu: "Bu gördüğünüz gerçektir ve olgular ortadadır" diyor. Ama sen sadece izleyicisin. Dionysos aslında hakikate atıfta bulunur. Yani gö...

  • 22:58 Önce anlattığın karşıtlık aslında garip bir durum. Birisi "bil" diyor, öbürü "unut" diyor. Böyle acayip bir şey yani. Bunu "unut" diyor. Birisi "bul" diyor, diğeri "kaybet" diyor. Hatta burada modern felsefecilerden birine de gelelim; Fransız felsefeci Michel Foucault da birden etkilenmiş düşünürlerden biridir. Onun iktidar ve özne kavramında tam da bu Apolloncu yaklaşımı eleştirir ve Diyonisosçu yaklaşımı ortaya koyar.

    Orada, öznenin kendisini gerçekleştirmesi için iktidar tarafından belirlenmiş özne kavramını ortadan kaldırmak üzere elbiselerimizi çıkartıp tekrar giyinmemiz gerektiğini söyler. Ve onun, hapishanelerin doğuşunda, kliniğin doğuşunda, cinselliğin tarihinde Foucault'un hep ifade ettiği şey, aslında mesela sağlık söylemi, bilgiyle toplumun yönetilmesi, bireyin şekillendirilmesi kavramıdır. Tam da Apollon böyle bir kavramdır. Apollo, gerçeği temsil ediyor.

    Gerçek şu: "Bu gördüğünüz gerçektir ve olgular ortadadır," diyor. Ama sen sadece izleyicisin. Diyonisos, aslında hakikate atıfta bulunur. Yani, gördüğümüz her şeyin ya gerçek olmadığını ya da zihnimize ihtiyaç duymayan bir şey olduğunu söyler. Ama zihinle onun sizdeki etkisi hakikattir. İşte hakikat de Diyonisos'tur. Diyonisos der ki, bunu anlayabilmeniz için doğayla bir olmanız gerekir.

    Burada, tam da Apollo kavramı, bütün toplumda, Yunan toplumunda onların adına konuşan ve onlara doğruyu gösteren bir tanrıdır. Ama halk aslında bunu artık istememektedir. Tam da Foucault'un dediği gibi. Foucault der ki, "Ezilen ve haksızlığa uğrayan gruplar adına siz konuşamazsınız. Onların adına, kimsenin adına konuşamazsınız." Siz ancak onlara alet kutusu hazırlayabilirsiniz, der. O yüzden, hiç kimse hiç kimsenin adına konuşamaz.

    Güncele yorumlayabiliriz aslında. Siyaset katmak istemiyorum ama evet. Aslında toplumlar mesela, şu andaki toplulukların söylemi, kendilerini ifade etmelerine izin vermek lazım. Onlar adına kimse konuşacak hakkına sahip değil. Yozgat'ta bunu gördük. Bilgi, yani siyasetçiler binlerce laf ediyor, binlerce şey söylüyorlar ama bir Yozgatlı çiftçi çıktı ve dedi ki, "Şalganla Türkiye yönetilmez. Ülke adaletle yönetilir." Ve belki de, yani milyonlarca lira versen iletişimcilere, böyle bir slogan bulamazdın. Yani senin söylediklerini güncel bir örnekle somutlaştırmak istedim.

    Bu arada Ufuk'un bir sorusu var. Bir de saatine bakıp duruyor. Süremiz doldu herhalde. Bilge. Evet, Ufuk. Evet, Ufuk. Bilgi. Hocam, benim yine felsefik bir sorum olacak size. Hazırsanız, eğer sizin gibi deneyimli, usta bir şarap üreticisine bu soruyu sorabileceğimi düşündüm. Ama buyur. Şarap üretimi sabır ve sezgi ister. Sedir ağacından bahsetmiştik. Sedir ise kökleriyle zamanı dinler. Sizce doğa bize sabır öğretirken biz ona ne öğretiyoruz?

    Biz doğaya hiçbir şey öğretmiyoruz. Biz doğanın bir parçasıyız. Yani tam da onun içindeki bölünmez parçalardan biriyiz. O yüzden biz sadece doğanın sesini dinlemekle mutlu olabiliriz ve kendimizi bulabiliriz. Ama bitirmeden ben şeyi de eklemek istiyorum: Tam Apollon ve Diyonisos kavramında tiranların hakim olduğu bir dönemde...

  • 25:09 "Ki şalganla Türk'le ülke yönetilmez. Ülke adaletle yönetilir," dedi ve belki de milyonlarca lira versen iletişimcilere, böyle bir slogan bulamazdın. Yani, senin söylediğin şeyi güncel bir örnekle somutlaştırmak istedim. Bu arada Ufuk'un bir sorusu var. Bir de saatine bakıp duruyor. Süremiz doldu herhalde.

    "Bilge."

    "Evet, Ufuk. Evet, Ufuk. Bilgi."

    "Hocam, benim yine felsefi bir sorum olacak size. Hazırsanız, eğer sizin gibi deneyimli usta bir şarap üreticisine bu soruyu sorabileceğimi düşündüm, ama buyur."

    "Şarap üretimi sabır ve sezgi ister. Sedir ağacından bahsetmiştik. Sedir ise kökleriyle zamanı dinler. Sizce doğa bize sabır öğretirken biz ona ne öğretiyoruz?"

    "Biz doğaya hiçbir şey öğretmiyoruz. Biz doğanın bir parçasıyız. Yani, tam da onun içindeki bölünmez parçalardan biriyiz. O yüzden biz sadece duanın sesini dinlemekle mutlu olabiliriz ve kendimizi bulabiliriz. Ama bitirmeden ben şeyi de eklemek istiyorum. Tam Apollon ve Diyanusos kavramında tiranların hakim olduğu bir dönemde, Atina'da Diyanusos kavramı çok popülerleşmeye başlar. Bu, tam da Diyanusos ayinlerindeki hiçbir sınıfın kalmaması, yani köle sınıflarının kalmaması, kadın-erkek herkesin şenliklere katılıp o etkiyle doğayla bütünleştikleri bir festivaller. Ve bu haliyle Apollo'nun söyleminden farklı, kendilerini ifade ettikleri bir şey. O yüzden milattan önce 500'lerde, yani 6. yüzyılda tam da Atina'da popüler hale gelmiş ve pantyona kabul edilmiştir."

    "Çok ilginç bir şey daha var. Koloniler dedik. Kolonilerle ticaret dedik. Ticaretle birlikte artı değerin saklanması kavramı ortaya çıkıyor. Aynı zamanda Lidya'da çıkan, mesela sikkin bulunması ve bunun ticari metoda olarak kullanılması. Normalde bu ticaret, bu kadar aktif değilken, ekonomi içeriye kapanırken artı üretimler bir süre sonra paylaşılıyor. Ama ticaretle birlikte artı değerler kendine saklandığında toplumda eşitsizlikler çıkıyor. Yunan toplumunda borcuna karşı kölelik kavramı ortaya çıkmaya başlıyor. Ve bu, katmanlar arasındaki, sosyal tabakalar arasındaki farkı artırdıkça, toplumun huzuru kaçıyor. Başargıç olarak yeni bilgelerden biri, Solon, Atina'da yasa yapıcı olarak davet edilir ve Solon geldiğinde tam da aynı zamana denk gelir. Milattan önce 594'te yazıtlarda öyle görünüyor. Başargıç olarak belirlenir ve yeni yasaları yapar. Yeni yasalarla borca karşı köleliği ortadan kaldırır. Aristokrasiyi doğuştan değil, üretim bazlı bir aristokrasi kavramı koyar."

    "Bence şöyle yapalım. Her biri için bir bölüm yapalım. Mesela Solon için bir bölüm yapalım. Yani aforizmaları, yaptıkları, o demin söylediğin şey mesela; işte borca karşı kölelik, yüzyıllarca dünya üzerinde yaşanmış, deneyimlenmiş bir tartışma konusu. Ya da işte biraz önce söylediğin, bir festivale sınıf ayrımı yapılmadan herkesin katılması, vesaire. Yüzyıllarca tartışılmış, konuşulmuş, hatta ideolojilere dönüşmüş bir şey. Yani belki de Marx'ın, Engels'in, şunun bunun ilk fikir babalarıdır. Yani, Diyanisos aslında Herakleitos'un Diyanisos kavramını çok işlemiş ve dünyaya o çevreden de bakmış."

  • 27:15 Arasındaki fark arttıkça toplumun huzuru kaçıyor. Başargıç olarak yeni bilgelerden biri olan Solon, Atina'da yasa yapıcı olarak davet edilir. Solon geldiğinde, tam da aynı zamana denk gelir; milattan önce 594'te yazıtlarda öyle görünüyor. Başargıç olarak belirlenir ve yeni yasaları yapar. Yeni yasalarda borca karşı köleliği ortadan kaldırır. Aristokrasiyi doğuştan değil, üretim bazlı bir aristokrasi kavramı ile tanımlar.

    Bence şöyle yapalım; her biri için bir bölüm yapalım. Mesela, Solon için bir bölüm yapalım. Yani, aforizmaları ile ilgili olarak yaptıkları, o demin söylediğin şey... Mesela, borca karşı kölelik, yüzyıllarca dünya üzerinde yaşanmış, deneyimlenmiş bir tartışma konusu. Ya da biraz önce söylediğin bir festivale, sınıf ayrımı yapılmadan herkesin katılması meselesi. Yüzyıllarca tartışılmış, konuşulmuş, hatta ideolojilere dönüşmüş bir şey.

    Yani belki de Marx'ın, Engels'in, şunun bunun ilk fikir babalarıdır. Diyanisos, aslında Herakleitos'un Diyanisos kavramını çok işlemiş ve dünyaya o çevreden de bakmış. Herakleitos, Nietzsche'yi çok etkilemiş. Diyalektik açısından Marx'ı ve Hegel'i etkilemiş; bugünkü Del gibi, Foucault gibi düşünürleri etkilemiş ve modern düşünceyi şekillendirmişler. Zaten bunların hepsi üste binen bir olgudur. Ama detaylı olarak bunların tarihsel olarak burada sonlandıralım.

    Evet, ama tarihsel olarak Diyanisos'un çok popülerleşmesi ve Solon'un yasa yapıcı olarak davet edilmesi, hepsi birbiriyle alakalı. Şimdi yolculuğumuzda ilerliyoruz. Lidya topraklarındayız, değil mi? Tam olarak nereye denk geliyor şu anda? Manisa, İzmir... Lidya'dan Anakara'ya geçtik. Atina'da biraz hareket yaptık ya. Atina'dayız, aynı zamanda İyonya yani Efes kısmındayız. Buradan devam edeceğiz.

    Evet, buradan devam edeceğiz. Üçüncü bölümümüzü böylece tamamladık. Dördüncü bölümümüzde görüşmek üzere. Ufuk, senin felsefi bir sorunun yoksa bitirelim. Genelde benim bir sorum olur. Her bölüme bir sorum. Nereden buluyorsun bu soruları? Çalışıyorum öncesinde diye sordurmuyorsun, değil mi?

    Yok, kendim çalışıyorum. Peki, tamam. Görüşürüz. Bilgi, görüşürüz. Teşekkürler, herkese görüşmek üzere.

  • 29:20 LGI. Görüşürüz. Teşekkürler. Herkese, görüşmek üzere.
İşaretlediklerim