Hoş bulduk. İyi akşamlar.
Sağ olun hocam. Davetimizi kırmayıp geldiğiniz için. Bu arada yayına başlamadan önce izleyicilerimize birkaç hatırlatmam var. Onu yapayım, sonra konumuza başlayalım.
Yayını beğenip paylaşmayı unutmamanızı rica ediyorum. Aşağıda katıl butonumuz var. Oradan bizi destekleyebilirsiniz. Açıklamalarda Patreon linkimiz var. Oradan da destek olabilirsiniz. Aynı zamanda chatte yorumlarınızı da bekliyoruz tabii ki. Ama aynı zamanda Super Chat ve Super Sticker ile de bizi destekleyebilirsiniz. Şimdiden çok teşekkür ediyoruz. Ama tabii ki en büyük desteğiniz, yayını beğenip sevdiklerinizle paylaşmanız.
Günün ilk konusuyla başlayayım. Yozgat'taki mitingden başlayalım. Olay şöyle başlamıştı aslında. Yozgat'ta çiftçiler İmamoğlu'nun tutuklanmasından sonra traktörlerle eylem yapmışlardı ve bunlardan trafik cezası aldılar. Özgür Özay, hatta kendisinin ödeyeceğini söyledi. Sonra İmamoğlu ile görüşmüş. Bu durumdan dolayı bir anlaşmazlık çıkmış aralarında. Çünkü İmamoğlu da ödemek istiyormuş. İkisi beraber ödemeye karar verdiler.
Şimdi mitingler konusunda da her hafta içi bir gün İstanbul'da, hafta sonu bir günde başka bir şehirde yapıyorlardı. Hem İmamoğlu'nun tutuklanmasının birinci ayına denk geldi ve böyle bir olay olduğundan dolayı Yozgat'ı seçtiler. Yozgat, biliyorsunuz, AKP'nin kalelerinden biri olarak biliniyordu. Merkez sağın güçlü olduğu bir yer. Bu yerel seçimde de eski AKP'li bir isim yeniden Refah Partisi'nden kazandı Yozgat'ı.
Şimdi Özgür Özen miting alanına traktörle geldi ki bence etkili bir konuşma yaptı orada. Anka'nın haberine göre de dünkü CHP toplantısında Yozgat'ın ardından AKP'nin kalelerinden devam edilme kararı alınmış. 3 Mayıs'ta Konya'da miting yapılacakmış.
Hocam, siz CHP'nin bu stratejisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Anadolu şehirlerinde bir dalga yaratabildiler mi veya yaratabilecekler mi sizce? Ne dersiniz?
Öncelikle ben Cumhuriyet Halk Partisi'nin 19 Mart'taki yargı operasyonundan sonra toplumsal muhalefeti harekete geçirerek mücadele etme stratejisini doğru buluyorum. Bunun sadece önümüzdeki birkaç hafta içinde değil, daha sonraki aylara da yayılarak devam etmesi gerekiyor. Hem bir toplumsal muhalefet dalgasının ortaya çıkması hem de o dalganın sürdürülebilir hale gelerek bir şekilde iktidarın muhalefet karşısında sert hamlelere başvurmasının maliyetini yükseltmesi gerekiyor.
Dolayısıyla hani toplumsal muhalefeti heyecanlandıran, harekete geçiren, umutlandıran her türlü eylemin ben doğru olduğunu düşünüyorum. Zaten bu kapsamda 19 Mart'tan sonra bir hafta boyunca her akşam Saraçane eylemleri yapıldı ki bunlar çok başarılı oldu. Bence beklenenin ötesinde bir...
Öncelikle ben Cumhuriyet Halk Partisi'nin 19 Mart'taki yargı operasyonundan sonra toplumsal muhalefeti harekete geçirerek mücadele etme stratejisini doğru buluyorum. Bunun sadece önümüzdeki, yani bu olaydan sonraki birkaç hafta içinde değil, daha sonraki aylara da yayılarak devam etmesi gerekiyor. Yani hem bir toplumsal muhalefet dalgasının ortaya çıkması, hem de o dalganın sürdürülebilir hale gelerek bir şekilde iktidarın muhalefet karşısında sert hamlelere başvurmasının maliyetini yükseltmesi gerekiyor.
Dolayısıyla toplumsal muhalefeti heyecanlandıran, harekete geçiren, umutlandıran her türlü eylemin ben doğru olduğunu düşünüyorum. Zaten bu kapsamda 19 Mart'tan sonra bir hafta boyunca her akşam Saraçane eylemleri yapıldı ki bunlar çok başarılı oldu. Bence beklenenin ötesinde bir kitleyi Cumhuriyet Halk Partisi oraya taşıyabildi ve belki de İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne kayyum atanmasını engelleyen unsurlardan biri de bu oldu. Tek başına yeterli olur muydu, kestiremiyorum. Ancak aynı zamanda piyasaların verdiği çok sert tepkiyle birleşince bence orada başarı kazandı.
Ama tabii Saraçane eylemleri bir haftanın sonunda bitti. Bu kendi içinde çok yanlış bir karar da değildi. Çünkü Saraçane'ye her akşam öylesine büyük bir kitleyi getirmek, o kitleyi polis şiddetine maruz bırakmayacak şekilde koruyabilmek ve zaman içinde o kitleyi büyütmek zor bir işti.
Dolayısıyla bu eylemleri sürdürülebilir hale getirme planı kapsamında, sizin de biraz önce belirttiğiniz üzere her hafta Çarşamba günleri İstanbul İmçesinde, hafta sonları da bir Anadolu kentinde eylem yapılması bence doğru bir strateji. Ben tabii Yozgat'a gitmedim. Dolayısıyla eylem hakkındaki gözlemlerimi gazetecilerin gözlemlerini basın üzerinden takip ettim. Dolayısıyla tabana ne kadar yayıldığını, ne kadar etkili olduğunu dışarıdan kestirmesi zor.
Ama şunu söyleyebilirim. Yani bence bu eylemleri Cumhuriyet Halk Partisi'nin bir süredir en azından Anadolu kentlerinde yeterince aktif olmadığı düşünülen, biraz hantallaşan, biraz yaş ortalaması artan örgütüne bir dinamizm katmak için bir vesileye çevirebilir. Yani Yozgat'a gidince sadece eylem yapılmıyor. Aynı zamanda Yozgat’tan, belki Yozgat'ın farklı ilçelerinden, hatta Yozgat'a komşu illerden de oraya katılımcılar getirilmeye çalışılıyor. O eylemin reklamı yapılıyor bir şekilde.
Bu miting sonrasında o mitingin yarattığı heyecanla birlikte seçmenlere doğrudan ulaşma imkanı oluyor. Dolayısıyla bunları kullanarak Cumhuriyet Halk Partisi'nin bir kez kendi örgütünü ayağa kaldırması ve belki de ayağa kaldırırken yeni seçmenleri sadece partiye kazandırmakla kalmayıp, aynı zamanda örgüte dahil etme ve örgütte çalışmasını sağlama fırsatı bulabileceğini düşünüyorum.
Yozgat'a gidildiğinde yalnızca eylem yapılmıyor; aynı zamanda Yozgat'tan, belki Yozgat'ın farklı ilçelerinden hatta Yozgat'a komşu illerden de katılımcılar getirilmeye çalışılıyor. Bu mitingin reklamı yapılıyor bir şekilde. Miting sonrasında o mitingin yarattığı heyecanla birlikte seçmenlere doğrudan ulaşma imkanı doğuyor. Dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi'nin kendi örgütünü yeniden ayağa kaldırması ve yeni seçmenleri sadece partiye kazandırmakla kalmayıp, aynı zamanda örgüte dahil edip örgütte çalıştıracak şekilde kullanması gerekiyor.
Bu, bugünden yarına tek bir mitingle olacak bir şey değil. Ama eğer bu mitingler her hafta devam edecekse, yani böyle bir ay, iki ay değil, uzun vadeli bir şekilde sürecekse, böyle bir etkisi olabilir. O açıdan ben bunu önemli buluyorum.
İkinci belki vurgulanabilecek nokta, Yozgat eylemleri ya da Yozgat mitingi için de bunu söyleyebilirim: Aslında bu eylemin bu kadar ses getirmesinin birkaç nedeni var. Bunlardan bir tanesi, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kalesi olarak görülen bir kentte yapılması ve beklenenin ötesinde bir kalabalığı miting meydanına toplamasıydı.
Gerçekten de seçim sonuçlarına bakacak olursak, sanırım 1983'te, yani 12 Eylül sonrası parlamenter demokrasiye geçildikten sonra yapılan her seçimde bir sağ parti orada birinci parti olmuş ve sandıkta başarı kazanmış. Ama ilginçtir, 1977 seçiminde çok küçük bir farkla da olsa Cumhuriyet Halk Partisi Yozgat'ta %30 oy oranına ulaşmış. Dolayısıyla 70'li yıllarda belli oranda tabanı olan bir kentten, 12 Eylül sonrasında silinmiş. Bunun tabii çeşitli nedenleri var; orada çok ciddi bir demografik değişim de oldu.
Ama bir şekilde, Cumhuriyet Halk Partisi'nin güçlü olmadığı yerlerde adeta gövde göstergesi olarak kabul edilebilecek bu tarz mitinglere girmesi ve bunun üstünden iktidara meydan okuması önemli. Sanırım Yozgat'tan sonra şimdi Konya'da miting listesine katılmış.
Bundan sonraki süreçte bu çok önemli olacaktır ve bence mitingin ses getirmesinin bir nedeni buydu. Diğer önemli nokta ise; bu tarz kitlesel hareketlerin önünü açmak ve başarı kazanmalarını sağlamak için, tabii ki Cumhuriyet Halk Partisi'nin tepeden, o kitleleri harekete geçirmeye çalışması ve o esnada örgütü kullanması önemli. Ama bunun yanında aşağıdan da bir baskı olması gerekiyor. Bir şekilde bu mitingin, zaten çiftçiler tarafından daha önce başlatılmış olması...
Bence diğer önemli nokta, bu tarz kitlesel hareketlerin önünü açmak ve başarı kazanmalarını sağlamak için Cumhuriyet Halk Partisi'nin tepeden o kitleleri harekete geçirmeye çalışması ve o esnada örgütü kullanması önemlidir. Ama bunun yanında aşağıdan da bir baskı olması gerekiyor. Yani bir şekilde bu mitingin zaten çiftçiler tarafından daha önce başlatılmış olması, çiftçilerin haklı taleplerini uzun süredir belki gündeme getiremedikleri kadar netlikte, o şiddette gündeme getirebilmeleri ve bu mitingin o eylemlerden çıkması bence önemliydi. Yani dolayısıyla burada organik bir gelişme de var.
Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi, Ekrem İmamoğlu'na ve diğer Cumhuriyet Halk Partili siyasetçilere, belediye başkanlarına yapılan haksızlığı, hukuksuzluğu gündeme getirmeye çalışıyor. Ama sadece bununla yetinirse, bir noktadan sonra siyasi gündemin de değişmesiyle birlikte bu çağrılar toplumda yeterince karşılık bulamayabilir. Ama aynı zamanda toplumsal hoşnutsuzluk, var olan sorunlar, sıkıntılar, onların harekete geçirdiği kitlelere ulaşarak bu mücadeleyi yürütürse Cumhuriyet Halk Partisi burada daha büyük başarı kazanır. Yozgat, o anlamda da bence doğru seçilmiş bir yerdi. Gördüğüm kadarıyla başarılı oldu. Ama uzun vadede Cumhuriyet Halk Partisi'nin İç Anadolu'da tabanı büyüyor mudur, onu şimdiden kestirmesi güç.
Yani bence orada başka bazı faktörlerin de bir araya gelmesi gerekiyor. Güçlü bir aday. Hani orada Ekrem İmamoğlu'nun gerçekten aday olarak ortaya çıkması, Mansur Yavaş'ın Ekrem İmamoğlu'na destek vermesi, o kampanyada aktif bir rol oynaması, belki bir pozisyon, yani muhalefet iktidara geldikten sonra bir pozisyon alacağına dair bir anlatının ortaya çıkması, bir vaat verilmesi. Bütün bunların hepsi, Cumhuriyet Halk Partisi'nin tabanını genişletme anlamında biraz daha faydalı olabilir.
Şimdi birkaç bir şey söylemek istiyorum. Bir, chat'te soruyorlar. Burak Hoca, bugün bir acil işi çıktığı için aslında katılamıyor. Onu söyleyeyim. Bir de, Muharrem Palaz Bey, Berk Essen Hoca her hafta sonu Medoskop'ta tek başına yayın yapardı. Artık yapmıyor mu diye sormuş. Ama ben cevaplayayım. Berk Hoca yapmaya devam ediyor. Sen Görür Yücel'le beraber. Kritiği günün, günün değişti sadece. Eskiden pazar günleriydi yayınım, şimdi pazartesiden çarşambaya alındı.
Şimdi birkaç bir şey söylemek istiyorum. Chat'te soruyorlar. Burak hoca, bugün acil bir işi çıktığı için aslında katılamıyor, onu söyleyeyim. Bir de, Muharrem Palaz Bey, Berk Essen hoca her hafta sonu Medoskop'ta tek başına yayın yapardı; artık yapmıyor mu diye sormuş, ama ben cevaplayayım. Berk hoca yapmaya devam ediyor. Sen Görür Yücel'le beraber. Kritiğin günü değişti sadece. Eskiden pazar günleriydi yayınım, pazardan çarşamba gününe çektik. Yoksa hala yapıyoruz. Evet, onu da duyurmuş olalım. Takip etmek isteyenler izleyebilirler. Hani gitmedi, bir şey olmadı o programa, hâlâ devam ediyor.
Şimdi İlkan, sana döneyim. Sen ne düşünüyorsun? Yozgat mitinginin başarısı, bir şeylerin değiştiğinin habercisi mi? Sen neler görüyorsun?
Şimdi şöyle söyleyeyim Melis. Bir defa miting niye yapılır? Mitingin bir hedefi vardır; eylemlerin de bir hedefi vardır. Şu anki eylemlerin bence ilk hedefi, bu Saraçane vesaire eylemde olmayan insanlara bir şey gösteriyor. İlk baştaki eylemler sonuçta İstanbul Üniversitesi'nden 100-200 genç çocuk çıktı. Gençlerinden daha doğrusu, polise karşı da direndiler ve bir şekilde insanları oraya çağırdılar. Aslında her eylem bir çağrıdır. Eyleme gelmeyenlere de bir çağrıydı aslında. Bence Saraçane'deki eylem belki Maltepe'ye bir çağrıydı. İşte, bu eylemler CHP'nin ön seçimindeki o dayanışma sandığına çağrıydı. Bütün eylemler bir ölçüde, eylemlerin mantığını biraz böyle okumak lazım.
Hatta daha ileri gideyim. Yani Mısır'da insanlar Tahrir'e çıktılar. Oradaki eylemler aslında halka ikna değil de orduyu çağırmaktır. Şu andaki CHP'nin eylemlerinin yaptığı tümü, halkın kalanına konuşmak içindir. O eylemler, aslında Tayyip Erdoğan'a bir şeyler anlatmak için değil; eylemlere gelmeyen insanlara bir şeyler anlatmak için fiilen bence yapılıyor. Bu açıdan da başarılı bir tercih.
Şöyle söyleyeyim; benim eski partnerim Melis, senden önce Beril, gazeteci Beril Eski, şu an mesela Washington Post'ta çalışıyor. Rick Noah'la beraber Türkiye'yi cover ediyorlar. Beni aradılar; işte Rick, Türkiye'deki bu olan biten nedir falan diye sordu. Oturduk konuştuk bir yarım saat. Muhtemelen Berk de belki bir haberlerine görüş vermiştir. İlk sordukları soru şu oldu: "Ya bu kadar büyük bir sokak eylemi var, Türkiye'de..."
Benim eski partnerim Melis, senden önce Beril, gazeteci Beril, şu an mesela Washington Post’tan Rick Noah ile beraber Türkiye’yi cover ediyorlar. Beni aradılar; Rick, Türkiye’deki bu olan biteni sordu. Oturup konuştuk, muhtemelen Beril de belki bir haberlerine dair görüş vermiştir. İlk sordukları soru, "Bu kadar büyük sokak eylemleri var Türkiye'de, yabancıların gözünden bakıldığı zaman Gezi ile arasındaki fark nedir?" oluyor.
Bu olan bitenin Gezi ile ayrışması, daha öncesinde Cumhuriyet mitingleri ile de ayrışmasını sağlamak için birazcık da Cumhuriyet Halk Partisi’nin şu anki mevcut gücüyle birlikte Anadolu’nun kalanına yayılması gerekiyor. Yozgat meselesi, hikayenin aslında bir İstanbul hikayesi olmaktan, bir Büyükşehir hikayesi olmaktan çıkıp Anadolu hikayesi haline gelmesi ve tüm Türkiye’ye bağlanması gereken bir hikaye.
Şunu da biliyoruz ki aslında son yerel seçimde Cumhuriyet Halk Partisi az çok başarılı oldu Anadolu’da. Peki, neden başarılı oldu? Bunun kökenlerine baktığımız zaman, Millet İttifakı sistemi sonucunda, Cumhuriyet Halk Partisi uzun yıllardan sonra mesela 2018 seçimlerinde ilk defa Yozgat’tan, Kastamonu’dan ve Urfa’dan vekil çıkarttı. Belki toplam vekil sayısında bir değişiklik olmadı; hatta Büyükşehirlerde CHP'nin vekil sayısı azalmış bile olabilir ama böyle nispeten küçük ve CHP’nin vekil çıkartamadığı illerde, birer vekil çıkartmayı başardılar. O bir vekil, CHP’nin görünürlüğünü sağladı ve birçok ilde, sonrasında belediyenin kazanılmasını, mesela Kastamonu, Afyon gibi, Kırıkkale gibi illerde mümkün kıldı.
Bugün de şunu biliyoruz ki taşraya, önce orada var olmanız lazım. Yani siyasette daha önce CHP yoktu; şu an orada varlığını gösteriyorsunuz ve oradaki insanlar diyor ki, “Cumhuriyet Halk Partisi de oy verilebilir bir parti.” Yani Elazığ’daki bir vatandaş, Yavuz Areloğlu ile sohbet ediyor. Vatandaş diyor ki, “Eski ülkücüler komünist oldu.” Aslında komünist oldu diye CHP’ye oy veriyorlar. Bu, oradaki insanların CHP’nin ne kadar uzak görüldüğünün bir göstergesi.
Bugün de şöyle bir şey var. Şunu biliyoruz ki taşrada, sizin orada olmanız lazım. Yani siyasette, daha önce CHP yoktu. Şu an orada varlığınızı gösteriyorsunuz ve oradaki insanlar diyorlar ki Cumhuriyet Halk Partisi de oy verilebilir bir parti. Yani Elazığ'daki bir vatandaş, Yavuz Areloğlu ile sohbet ediyorlar. Vatandaş şunları söylüyor: "Eski ülkücüler komünist oldu." Ya komünist oldu diye CHP'ye oy veriyorlar aslında. Burada CHP'nin ne kadar uzak görüldüğünün göstergesi; onu ifade ediyorum. Anadolu'nun kim yerlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'nin orada varlığını gösteriyor olmasının kendisi önemli.
Cumhuriyet Halk Partisi'ne oy vermek, mesela bir Yozgatlı için bu mitingi gördükten sonra daha normal bir şey haline geliyor. Yani daha öncesinde uç bir hareketken, şu an daha normal bir şey haline geliyor. Bir de şunu da söylemek lazım. Benim bir dostlarım aracılığıyla anket şirketleri telefonlarla sohbetler yapıyorlar. Bir şey deşifreyi gördüm; Yozgatlı bir vatandaşa "Hangi partiye oy verdiniz?" diye sormuşlar. Şöyle demiş: "Geçen seçim belediye seçimlerine Yeniden Refah’a oy verdim. Milletvekili seçimlerine İyi Parti'ye oy verdim. İşte Cumhurbaşkanı seçimlerine Kılıçdaroğlu'na oy verdim."
Hangi fikirdesin? Atatürkçüyüm. Beyefendi, Türkiye'de her alanda Tayyip Erdoğan'la mücadele etmeye çalışmış ve farklı, farklı sekiz partiye oy vermiş neredeyse. Yani böyle bir Yozgatlı insana rastlıyoruz. Şimdi orada bunlar tabii ki Yozgat'taki bir azınlık ama Yozgat'ta da öyle bir muhalif insan kitlesi var. Yani şu an %15 civarında Yozgat'ta böyle insanlar var.
Bir seçim Yeniden Refah’a oy veriyorlar. Bir seçim MHP’ye oy veriyorlar. Bir seçim İyi Parti’ye oy veriyorlar. Bir seçim Kılıçdaroğlu’na oy veriyorlar. Bir seçim de CHP’ye oy vermek gibi insanlar var Yozgat’ta. Adalet ve Kalkınma Partisi’ne karşı kime oy verilebilir diye hesap ediyorlar ve ona göre oy veriyorlar. Bu insanların da taltif edilmesi adına güzel bir eylemdi açıkçası. Çünkü pek de görülmeyen bir kitle bu.
Bu, taşralı CHP'lilerin açıkçası pek fark edilmeyen bir kitlesidir. Bu açıdan da anlamlı. Şunu söylemek lazım; Mansur Bey'in orada olmamasını not ettim, biraz önemli bir eksiklik olarak görüyorum. Yozgat'ta Mansur Yavaş'ın olması gerekiyordu bence. Bunun yanında da görsellik açısından traktörler vesaire oldukça anlamlı.
Açıkçası bu, Taş’ın CHP'lileri, biraz pek fark edilmeyen ve görülmeyen bir kitledir. Bu açıdan da anlamlı. Şunu söylemek lazım; Mansur Bey’in orada olmamasını not ettim. Bunu biraz önemli bir eksiklik olarak görüyorum. Yozgat’ta Mansur Yavaş’ın olması gerekiyordu bence. Bunun yanında, görsellik açısından traktörler vesaire gayet anlamlı ve etkili oldu. Bu eylem yayıldı. Adalet ve Kalkınma Partililer, bence bir iletişim hatası yaparak bunu tartışmaya başladılar. Traktör sayısını konuşmaya başladılar; “Yozgat’ta şu kadar traktör vardı, şu kadarı geldi” diyerek eleştirdiler. Eleştirdikçe haber olmaya devam etti. İletişim stratejisi açısından da doğru bir yöntemdi.
Sonuçta, Cumhuriyet Halk Partisi Yozgat’ta miting yapmak yerine Edirne’de, Muğla’da, Mersin’de miting yapabilirdi. Bunun yerine Yozgat’ı tercih etti. Bu, Türkiye’nin kalanına da bir sinyal aslında. Öncelik sinyali, bir tercih. Yani bu tercihlerin Türkiye’nin kalanından nasıl okunduğunu görmek lazım. Bunu da eminim CHP'liler okuyorlar ve biraz da buna göre tercih etmişler diye düşünüyorum.
Mitinge, şunları da ekleyeyim; mitinge insanlar muhtemelen taşınmışlardır, başka ilçelerden gelmişlerdir. Doğrudur. Ama zaten bunun kendisi de ölçülen bir şeydir. Yani miting, tabii ki her şey değildir ama insanlar bir heyecanla mitinge gitmişlerse, bu da ölçülebilen bir şeydir. Ben kendi adıma birkaç miting izledim. Bir işim dolayısıyla hakikaten zor bir durum, hele hele o altılı masa zamanında 8 kişi falan konuşuyordu. Gerçekten insanlara o zaman kolaylık versin demiştim. Orada beklemek, o kadar insanın konuşması vesaire çok zor.
Özellikle hani şunu da tavsiye ederim; büyük şehirlerdeki mitinglerden ziyade, küçük şehirlerdeki mitingler çok daha fazla gösterge niteliğindedir. Hem siz şehri görürsünüz, insanları görürsünüz ve daha farklı kesimleri görebilirsiniz. Mesela İzmir’de bir CHP mitinginde sadece CHP'lileri görürsünüz ama mesela Akhisar'daki bir CHP mitinginde bile yeniden Refahlılar, ülkücüler, Kürtler gibi farklı insanları görebilirsiniz. Yozgat mitingi de bu açıdan sosyal olarak izlemek için bile gidilebilecek bir şeydir. İnsanlar oradan bakarlar, öğrenirler. Ben ken...
Ama özellikle şunu da tavsiye ederim. Büyük şehirlerdeki mitinglerden ziyade, küçük şehirlerdeki mitingler çok daha fazla göstergedir. Çok daha fazla aslında, hem siz şehri görürsünüz, insanları görürsünüz. Daha farklı kesimleri görebilirsiniz. Mesela İzmir'de bir CHP mitinginde sadece CHP'lileri görürsünüz. Ama mesela Akhisar'daki bir CHP mitinginde bile, orada Akhisar'ı, yeniden Refahlıları, ülkücüleri, vesaire, Kürtleri görebilirsiniz. Yozgat mitingi de bu açıdan sosyal anlamda oraları izlemek için bile gidilebilir bir şeydir. İnsanlar oradan bakarlar, öğrenirler.
Ben kendi adıma şunu söyledim; yani Cumhuriyet Halk Partisi'nin büyükşehirlerin yaptığı mitinglere giderek ben bir şey öğrenemem. Muhtemelen iki sokak sonrasında bile o mitingin etkisi yoktur. Sonuçta, İzmir'de bir büyük miting yapılsa, üç sokak sonrasında, yani üç cadde ileride, 500 metre sonra, o mitingden haberi olmayan insanlar vardır İzmir'de aslında. Ama Yozgat'ta herkes o mitingi bilir. Çünkü Yozgat için önemli bir şeydir bu. Bu açıdan da küçük şehirlerde mitingler anlamlıdır diye düşünüyorum.
Dünyada siyasette mitinglerin rolü çok tartışılıyordu. Bu konuda bence Trump etkisi de yaşandı Amerika'da. Trump gerçekten miting yaparak kazandı son on yılda. Yani mitingler eskiyor muydu, falan? O iletişim stratejisi olarak biraz daha geride mi kaldı deniyordu. Ama şu da var; birliktelik hissi önemli. Burada hep şunu söylüyorduk. Bir aydan beri. Yani bugün Cumhuriyet Halk Partisi'nin medya gücü zayıflamış durumda, sermaye gücü yok, yargıda ve devletteki etkinliği sınırlı, dünyadaki işbirlikleri çok dar bir çerçeveye sıkışmış durumda. Ne gücü var? Halk da bir gücü var. Halkın da bir şekilde motive olması için yan yana gelmesi gerekiyor.
İnsanların aracısız bir şekilde yan yana gelebileceği alanlardan biri de mitinglerdir. Bunların sık kullanılması şart. Bu şartlar altında o açıdan da faydalı görüyorum. Umarım yaygınlaşır açıkçası. Şimdi İkan güzel bir noktaya değindi, hocam. O yüzden onun bıraktığı yerden devam etmek istiyorum. Şimdi yaşananlar ile Gezi arasında nasıl farklar var sizce? Çünkü bizim de konuk ettiğimiz Nezih Onur Kuru geçen hafta Ekan'la beraber program yaptılar. İzleyicilerimiz izleyebilirler. Team araştırmanın verilerini paylaşmıştı. Bu süreçte miting gösterilerine katıldım diyenlerin oranı Gezi dönemine göre daha fazlaymış. Sizce temel farklar nedir, hocam? Daha yaygınlaşmış ve sürdürülebilir hale geldi mi sizce? Nasıl yorumlarsınız?
Ben açıkçası Gezi protestolarıyla 19 Mart'tan sonra gerçekleşen protestolar arasında...
Şimdi İkan güzel bir noktaya değindi, hocam. O yüzden onun bıraktığı yerden devam etmek istiyorum. Şimdi yaşananlarla Gezi arasında nasıl farklar var sizce? Çünkü bizim de konuk ettiğimiz Nezih Onur Kuru, geçen hafta Ekan'la beraber program yaptılar. İzleyicilerimiz izleyebilirler. Team araştırmanın verilerini paylaşmıştı. Bu süreçte miting gösterilerine katıldım diyenlerin oranı, Gezi dönemine göre daha fazlaymış. Sizce temel farklar nedir, hocam? Daha yaygınlaşmış ve sürdürülebilir hale geldi mi sizce? Nasıl yorumlarsınız?
Ben açıkçası Gezi protestolarıyla 19 Mart'tan sonra gerçekleşen protestolar arasında büyük bir benzerlik görmüyorum. Yani, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne karşı yapılan kitlesel eylemlerin özellikleri var ya da benzerliği var, ama onun ötesinde çok ciddi farklar görüyorum. Bir kez, Gezi protestoları sırasında, 2013 yılında olduğumuz için, Adalet ve Kalkınma Partisi hâlâ çok güçlü bir siyasi partiydi; parlamentoda çoğunluğu olan, büyükşehir belediyelerinin çoğunu kontrol eden ve iktidarının henüz 10 senesinde olan bir partiydi. O parti içinde de kadro derinliği hâlâ korunuyordu. Türkiye ekonomisinin durumu günümüzle karşılaştırılamayacak kadar daha iyi bir durumdaydı. Aslında Gezi protestolarına katılanların bile Türkiye'nin ekonomisinin geleceğinden olumlu beklentileri vardı.
Bu nedenden ötürü, aslında Gezi'deki temel talep zaman içinde başka talepler ortaya çıksa da, katılanların farklı gündemlere getirdiği siyasi talepler oldu. Ama en azından kendi adıma Gezi'yi özetlemem gerekirse, o bir azınlığın, ki sayısı azımsanamayacak kadar belki büyük olan bir azınlığın, demokratik bir ülke içinde yaşama talebiydi. Dolayısıyla kendi haklarının bilincinde olan bir çoğunluğun, sadece seçim kazandığı için istediği her şeyi yapamayacağını söyleyen, demokratik bir rejim içinde siyasi kurumların da önemli olduğunu, sivil toplumun yeri geldiğinde bazı karar alma süreçlerine katılması gerektiğini vurgulayan bir kitle vardı.
Yani, o tabii ki Gezi Parkı'nın yıkılmaması üzerinden ortaya çıktı. Ama ondan sonra yaşam tarzına, özellikle de seküler yaşam tarzına sürekli müdahale eden bir iktidara bir dur deme, bir sınır koyma isteği vardı. Yani oradaki talep tabii ki bunlar gerçekleşseydi, Türkiye daha demokratik bir ülke haline gelecekti. Dolayısıyla bir demokratikleşme özlemi talebi de vardı. Ama son kısımda Türkiye'nin hâlâ demokratik bir rejim tarafından yönetildiği bir dönemde o protestolar...
Ancak son kezde Türkiye'nin hala demokratik bir rejim tarafından yönetildiği bir dönemde o protestolar gerçekleşti. Dolayısıyla Gezi protestolarına katılanların önemli bir bölümü, tahminen daha sol bir kökenden gelen, Cumhuriyet Halk Partili seçmenlerin oluşturduğu ya da en azından eylemlere katılanların ailelerinin Cumhuriyet Halk Partisi'ne oy verdiği bir kitleydi. O açıdan, kendi içinde farklılıkları olmakla birlikte, daha homojen bir kitleydi. Halbuki 19 Mart'tan sonra ortaya çıkan protestolar bu yönüyle çok farklıydı. Bir kez, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 23. senesinde bu eylemler gerçekleşiyor. O açıdan, çok yaşlanmış, yorgun ve ülkeyi yönetmekte zorlanan bir iktidar var. Aslında o iktidar artık çoğunluk desteğine sahip değil. Geçtiğimiz en son yapılan dört parlamento seçiminin üçünde Adalet ve Kalkınma Partisi parlamentoda çoğunluğu kaybetti. MHP'nin verdiği destek sayesinde parlamentoyu kontrol edebiliyor. Son iki yerel seçimi kaybetti. Hem de 2024 seçimini çok büyük bir farkla kaybetti. Artık Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye'nin en büyük partisi de değil. Hem 2024 yerel seçimlerinden hem de sonrasında yapılan anketlerden bunu biliyoruz. İstanbul başta olmak üzere birçok büyükşehir hatta birçok Anadolu kentinde Cumhuriyet Halk Partisi belediyeleri yönetiyor. Bu açıdan aslında, azınlık değil, belki çoğunluğun belli oranda sesini temsil edebiliyor.
Ekonomik açıdan, Türkiye ekonomisi çok daha kötü bir durumda ve dolayısıyla artık bu eylemlere katılanların geleceğe dair pek bir umutları yok. Aslında, kaybedecek hiçbir şeyleri olmadıkları için de sokağa çıkıyorlar. Bu yönüyle, giderek bozulan ekonomik tablo, özellikle büyük şehirleri vuruyor. Büyük şehirlerde gıda enflasyonu çok yüksek. Bir barınma krizi var. Enerji, yani ısınma giderleri yine çok yüksek seviyelerde. Dolayısıyla, bu eylemler artık çok farklı siyasi görüşlerden ve belki kimisi de AKP ve MHP'ye oy vermiş ailelerin üyelerinden gelen katılımcıları barındırıyor.
Türkiye ekonomisi çok daha kötü bir durumda; dolayısıyla artık bu eylemlere katılanların geleceğe dair pek bir umutları yok. Aslında kaybedecek hiçbir şeyleri olmadıkları için sokağa çıkıyorlar. Bu giderek bozulan ekonomik tablo, ki özellikle büyük şehirleri vuruyor, gıda enflasyonu çok yüksek. Bir barınma krizi var ve enerji giderleri, ısınma giderleri yine çok yüksek seviyelerde. Dolayısıyla bu eylemlere artık çok farklı siyasi görüşlerden, belki kimisi AKP ve MHP'ye oy vermiş ailelerin çocukları katılıyor. En azından hayatının bir döneminde iktidar partisine destek vermiş olabilecek bazı seçmenler de sokağa çıkıyor.
Eylemlere katılan kitle, Gezi'ye nazaran biraz daha genç bir kitle. Yani daha merkezde, merkezin sağında ve hatta belki biraz daha uç sahada yer alan çok daha genç, kimisi lise talebesi olan bir kitle sokağa çıkıyor. Artık kaybedecek hiçbir şeyin olmadığı için son bir umutla tepki gösteriyorlar. Tepki gösterdikleri şey ise, ellerinde kalan son umudun; bu da iktidarı sandık yoluyla değiştirme imkanıdır. O imkanı sağlayacak en başarılı adayın, bu iktidar tarafından yargı yoluyla elimine edilmesine gösterilen büyük bir tepki var.
Bu açıdan, protesto dalgası çok daha anlaşılır ve iktidar tabanına bile rahatlıkla anlatılabilecek bir durum. Dolayısıyla karşısında bir kutuplaştırıcı dil kullanılarak dindirilmesi çok zor bir protesto dalgasıyla karşılaştık. Örneğin, Gezi protestoları başladıktan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ve geride kalan AKP elitleri, tabii ki iktidara yakın medya kanalları, bir şekilde Gezi protestolarını gayrimeşru hale getirmek için son derece kutuplaştırıcı bir dil kullanmışlardı. Çeşitli dini temalara vurgu yaparak, Gezi protestolarına katılanları çok seküler, toplumdan kopuk, marjinal, çapulcu ve kamu düzenine bozmaya dönük eylemler yapan bir güruh olarak tanımlamışlardı.
Halbuki 19 Mart'tan sonra bu stratejinin belli oranda Erdoğan tarafından uygulanmaya çalışıldığını ama başarı kazanamadığını görüyoruz. Çünkü sokağa çıkan protestocular, çok daha farklı siyasi kökenlerden geliyorlardı. Çok daha rahat anlatılabilir bir talebi gündeme getiriyorlar. Örneğin, Türkiye'nin en büyük şehrinin iki dönemdir seçilen belediye başkanının, elle tutulur hiçbir delil olmadan, çok rahatlıkla hukuksuz bir şekilde yargılanabilmesi...
Halbuki, 19 Mart'tan sonra bu strateji belli oranda Erdoğan tarafından özellikle tekrar uygulanmaya çalışıldı ama başarı kazanamadı. Çünkü sokağa çıkan protestocular, çok daha farklı siyasi kökenlerden geliyorlardı ve çok daha rahat anlatılabilir bir talebi gündeme getiriyorlardı. Yani, Türkiye'nin en büyük şehrinin iki dönemdir seçilen belediye başkanının elle tutulur hiçbir delil olmadan, çok rahat bir şekilde hukuksuz olarak tutuksuz yargılanabilecekken hapse atılması ve sonrasında onun belediyesine kayyum atanma çabası.
Şimdi bunu anlatmak, Gezi protestolarını iktidar tabanını anlatmaktan çok daha kolay. Ve tabii ki, bir süredir devam eden siyasi kriz, AKP'nin uzun süredir karşı karşıya kaldığı bir meşruiyet krizi ve üstüne ekonomik krizin de binmesiyle, bence bu eylemler beklenildiğinden daha çok ses getirdi ve tahmin edildiğinden çok daha geniş kitlelere ulaştı.
Tahminen bu eylemlerin başlamasıyla birlikte, aslında bir süredir iktidarın hedefinde olan, Ümit Özdağ'ın özellikle tutuklanması sonrasında Zafer Partili gençler veya örneğin, bu İmralı sürecine tepki göstermek isteyen ancak sokaklarda herhangi bir eylem yapılmadığı için belki sessiz kalan; evinin dışına çıkamayan bir genç, işte milliyetçi, Türkçü veya belki ülkücü bir kitleyi de harekete geçirdi.
O açıdan da, aslında bu eylemlerin sürdürülebilir hale dönüşmesinden sonra, Gezi Parkı protestolarından farklı olarak, iktidara dönük eleştirileri olan farklı siyasi grupların, seçmen gruplarının da rahatlıkla bu eylemlere katılmaya başladığını görüyoruz.
Yani normal şartlarda Ekrem İmamoğlu ile pek bir bağlantısı olmayan Yozgat'taki çiftçiler, karşılaştıkları ekonomik sorunlara daha önce tepki gösteremiyorlardı. Çünkü rejim otoriterdi ve kendi haklarını savunan bir parti bulamıyorlardı. Ya da onları harekete geçirecek, biraz önce İlkan'ın söylediği gibi, o küçük şehre gidip onların derdini dinleyen ve onlarla birlikte eylem yapan bir parti olmadığı için sessiz kalmışlardı. Ama bu eylemler başladıktan sonra, tabii ki, bir anda çok farklı talepleri olan grupları da sokağa çıkardı: İmralı sürecine tepki göstermek isteyen, Ümit Özdağ'ın tutuklanmasına tepki göstermek isteyen, liselerine atanan öğretmenlere tepki göstermek isteyen; üniversitelerdeki sıkıntılara, sorunlara tepki göstermek isteyen…
Ama bu eylemler başladıktan sonra, o tabii bir anda çok farklı talepleri olan grupları da sokağa çıkardı. İşte İmralı sürecine tepki göstermek isteyenler, Ümit Özdağ'ın tutuklanmasına tepki göstermek isteyenler, liselerine atanan öğretmenlere tepki göstermek isteyenler, üniversitelerdeki sıkıntılara, sorunlara tepki göstermek isteyenler ve tarım sektöründe yaşanan krize, ekonomideki krize tepki göstermek isteyen farklı grupların çok rahatlıkla sokağa çıkabildiği eylemler oldu.
O açıdan, yani Gezi'ye nazaran, ben çok daha başarılı buluyorum. Gezi'yi başarısız bulduğum için değil, ama daha geniş bir tabanı olan, daha belki sürdürülebilir hale gelebilecek ve topluma daha çok dokunan bir eylem silsilesi olarak görüyorum. 19 Mart'tan sonra gerçekleşen protestolar, Cumhuriyet Halk Partisi'ne büyük bir fırsat sağlıyor. Örneğin, Gezi protestoları sırasında Kürt siyasi hareketi, o dönemde bir çözüm süreci yürüdüğü için en azından elit seviyesinde destek vermemişti. Eminim ki o eylemlere katılan birçok Kürt seçmen vardı ve ilk başladığında Sırrı Süreyya Önder'in parka giderek vinçlerin önünde durup o eylemi hızlandırdığını söyleyebiliriz.
Ancak, onun sonrasında HDP ya da Kürt siyasi hareketi doğrudan bir destek vermemişti. Bugün yine benzer bir durum gerçekleşiyor ama Gezi Parkı'nda diğer muhalefet partileri biraz daha destek verir bir tavırdaydı. Tabanları ne kadar taşıyabilmişlerdi bilmiyorum. Halbuki şu an gördüğüm kadarıyla Cumhuriyet Halk Partisi dışında sokak eylemleri, protestolar ve meydanlarda toplanma mitingleri üzerinden bu eylemleri sürdüren başka bir parti yok. Zaman zaman TIP'in bazı açıklamaları var ve kendi organize ettiği eylemler var. Saraçane mitinglerine ve Maltepe mitingine de bir çağrısı olmuştu.
Ama İyi Parti, hatta Zafer Partisi ve tabii Den Parti, ekseriyetle bu mitinglerden uzak duruyor. Bu durum Cumhuriyet Halk Partisi'ne, kendisine oy vermeyen seçmenlere de doğrudan seslenebilme ve onların desteğini temin edebilme imkânı sağlıyor. Bu büyük bir fırsat. Hem Cumhuriyet Halk Partisi açısından hem de haksız yere tutuklandıktan sonra bir şekilde hapishanede direnmeye devam eden ve...
Zaman TİP'in bazı açıklamaları var ve kendi organize ettiği eylemler var. Saraçane mitinglerine ve Maltepe mitingine Den Parti'nin de bir çağrısı olmuştu. Ama İyi Parti, hatta Zafer Partisi ve tabii Den Parti ekseriyetle bu mitinglerden uzak duruyor. Bu, Cumhuriyet Halk Partisi'ne aslında kendisine oy vermeyen seçmenlere de doğrudan seslenebilme ve onların desteğini temin edebilme imkanı sağlıyor. Bu büyük bir fırsat; hem Cumhuriyet Halk Partisi açısından hem de haksız yere tutuklandıktan sonra bir şekilde hapishanede direnmeye devam eden ve sağladığı mağduriyet üstünden de artık bugün muhalefetin tartışmasız adayı, lideri haline gelen Ekrem İmamoğlu açısından önemli. Çünkü artık yavaş yavaş Ekrem İmamoğlu, toplumda yaşanan o haksızlıklara karşı mücadelenin, direnişin bir sembol ismi haline geliyor.
O açılardan ben, Gezi protestolarından çok farklı bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Evet, İkan, aslında sen açtın konuyu ama yine de sana da söz vermek istiyorum. Neler eklemek istersin?
Şöyle söyleyeyim, Berkesin'in anlattığı çerçeve gayet makul. Yani burada tamamen birincisi, zaten Gezi'de hep aklımda olan bir şey vardır. Ben o zaman desteklemiştim. Hatta tepki gördüğümü hatırlıyorum. Gezi Parkı ne yapılsın diye, park olarak mı kalsın, AVM mi yapılsın diye bir referandum önerisi Adalet ve Kalkınma Partisi'ne yakın bir yerlerden gelmişti. Ben de hemen yapalım referandumunu demiştim. O zaman çok fazla muhalefet arkadaşım işte "Bu işte kent hakkıdır tartışılmaz, bu zaten bir şekilde oylamaya konulamayacak bir haktır." diye karşı çıkmışlardı. Ben o zaman hatta "Ya bir ben iki ağaç, bunları yener falan." demiştim, yani o zaman. Çok net hatırlıyorum.
Sonrasında da Mustafa Sarıgül aday olmuştu, daha da moralim bozulmuştu. Yani öyle bir şeydi ki, bu ve hatta Gezi'nin o zamanki ruhunu da CHP o zaman taşıyamamıştı. Bunu da söylemek lazım. Gezi Parkı'ndaki eylemcilerden Tayfun Kahraman, bugün İmamoğlu'nun ekibinde ve cezaevinde. Yani aslında Gezi Parkı gibi o boyuttaki eylemlerden siyasetçi çıkar. Berca iyi bilir; Şili'de, İspanya'da, İtalya'da bu kadar büyük muhalif eylemlerden politikacılar, vekiller, sosyal öncüler çıkar.
Bizde ne yazık ki iş, birazcık daha yüzeysel şekilde ünlülerin üzerine kalmıştı ve mevcut eski kurumsal yapılar olaya çökmüştü ve ilerleyememişti açıkçası. Çok da oradan farklı bir şey çıkar, farklı bir alternatif bir siyaset yaklaşımıyla...
Gezi Parkı'ndaki eylemcilerden Tayfun Kahraman, bugün İmamoğlu'nun ekibinde ve cezaevinde. Yani aslında, Gezi Parkı gibi o boyuttaki eylemlerden, yani Berca iyi bilir; Şili'de, İspanya'da, İtalya'da bu kadar büyük muhalif eylemlerden siyasetçi çıkar aslında. Buraların genç önderlerinden siyasetçiler, vekiller, sosyal öncüler falan çıkarlar. Bizde ne yazık ki, iş birazcık daha yüzeysel şekilde ünlülerin üzerine kalmıştı ve mevcut eski kurumsal yapılar olaya çökmüştü ve ilerleyememişti açıkçası.
Çok da oradan farklı bir şey çıkar, farklı alternatif bir siyaset yaklaşımı çıkar diye ben de umutlanmıştım ve hiçbir karşılık görememiştim. Çok ciddi hayal kırıklığıydı. Ve aynen dediğim gibi, o o anki umutlanılan çizgiden de devam edilememişti ki hem belediye seçimlerinde zaten tam Gezi Parkı zihniyetinin tam tersi bir adayı bence Cumhuriyet Halk Partisi göstermişti ve arkasında, hatta Beyoğlu seçimleri de benzer bir şekilde kaybedilmişti. Yani, Gezi'nin bir yandan da teknik olarak o yerel dokusunda da yenilgiler yaşanmıştı.
Arkasından zaten Beyoğlu ve İstanbul'daki galibiyetlerle beraber bu Gezi'nin ruhu tekrar ortaya çıktı, onu söylemek lazım. Ama evet, zaten Gezi'deki mesele, oy oranında geride olduğunu kabullenmiş bir muhalefetin, açıkçası demokratik olmanın tek kriterinin sandık olmadığını temelli bir itirazıydı. Şu an en azından bir tek sandık kaldı; "sandığı bırakmıyoruz" itirazı var şu anda aslında insanların.
Yani, daha öncesinde sandık yeterli değildir. Sandığın üzerinde, sandığın dışında da bunlar, bunlar, bunlar gereklidir. İşte kent hakkı vardır. Bunun dışında demokrasinin ilkeleri vardır. Demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir. Tarzı bir yaklaşım, bazı kısıtlamalar arkasında demokratik bir çoğunluk olsa da, çoğunlukçuluk değil, aslında kimi ilkelerle beraber demokrasi geçerlidir itirazının bir yansımasıydı Gezi aslında.
Bugün, biz "sandık ortada kalsın" itirazı var. Bütün bu protestolarda, ve şunu da söylemek lazım; bugünkü protestolar, Cumhuriyet Halk Partisi'nde çok net bir şekilde birleşik durumda. Bence diğer muhalif partiler hata yapıyorlar açıkçası, kendi hareket alanlarını daraltıyorlar.
Şu anda, bence alakasız bir muhalif parti, kendisi bu olan biteni protesto eden bir protesto gerçekleştirirse ve Ekrem İmamoğlu'nu kendi mitinginde alsa, çok daha fazla bir hareket alanı kazanır. Ve şu anda aslında, kendi seçmenlerine baktığım ve güvendiğim anketlere bakıyorum; onlardan gördüğüm kadarıyla, şu an için Cumhuriyet Halk Partisi'nin…
Bütün bu protestolarda, Cumhuriyet Halk Partisi de çok net bir şekilde birleşik durumda. Diğer muhalif partilerin hata yaptığını düşünüyorum. Kendi hareket alanlarını daraltıyorlar. Şu anda, bence alakasız bir muhalif parti, olan biten protestoları gerçekleştirerek ve Ekrem İmamoğlu'nu kendi mitinginde alarak, çok daha fazla bir hareket alanı kazanır.
Şu anda, aslında kendi seçmenlerine baktığımda ve güvendiğim anketlere göre, gördüğüm kadarıyla Cumhuriyet Halk Partisi'nin önünde en azından kararsız seçmenler ve Cumhuriyet Halk Partisi dışındaki muhalif seçmenlerin oyları ulaşılabilir durumdadır. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Diğer muhalif partiler, bu eylemlere kendi mitingleriyle, kendi aktiviteleriyle, kendi sosyal hareketleriyle katılmadıkları için, kendilerini aslında kendi seçmen tabanlarını kaybetme riskiyle karşı karşıya bırakıyorlar. Bunu tüm partiler için söylüyorum.
Zafer Partisi'nin biraz ne yapacağını bilemediği gibi geliyor bana. Ümit Özdağ'ın cezaevinde olmasından dolayı ve kendi örgütlü yapısı net değil. İyi Parti de bence bölünmüş bir yapı içerisinde. Bu tür zaaflar da var. Den'in şu anda ana meselesi oy gibi görünmüyor. Orada başka bir elit siyaseti dönüyor. Oradaki tabanla tavan arasında şu anda bir sıkıntı var. Bu çıkış göstermeyecek değil, diye düşünüyorum.
Ayrıca, şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi ile ilgili olarak, Muharrem Bey'in az önceki sorularıyla da bağlı olarak söyleyebilirim ki, bu siyasi tartışmaların yükseldiği zamanlarda büyük partilerin oyları bence biraz artar. Yayınlarımızın daha çok izlendiği, insanların siyasete daha çok ilgi gösterdiği, mesela Daktino'nun daha çok yayın yaptığı zamanlarda CHP ve AKP'nin oylarında bir artış görüyorum. Siyasetin daha yumuşadığı zamanlarda ise küçük partilere ve kararsızlara oyların daha fazla yaklaştığını, dağıldığını görüyoruz. Küçük partilerin oylarının anketlerde yüksek gözükmesinin sebebi de kararsızların yüksek olmasıdır. Çünkü küçük parti seçmenlerini çok tespit etmek de zor; bunu da not edelim.
Gezi Parkı konusunda, Berki Hoca'nın tespitleri tamamen doğru ve CHP'nin şu anda zaten yaptığı şey Gezi Parkı'ndaki sıkışıklığı aşmak. Yani Yozgat'ta eylem yapmak, Samsun'da işi başlatmak ve ardından Konya'da...
Gezi Parkı konusunda, Berki Hoca'nın tespitleri tamamen doğru ve CHP'nin şu anda yaptığı şey, Gezi Parkı'ndaki sıkışıklığı aşmak. Yani Yozgat'ta eylem yapmak, Samsun'da işi başlatmak, arkasından Konya'ya gelmek, bu işin bir şekilde daha kapsayıcı olmasını sağlamak önemli bir mesele. Bunu aşmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Bu da çok mantıklı. Ve şu anda iktidara belli bir baskı sürekli uygulanması gerekiyor. Onu da uyguluyorlar.
Evet. Şimdi Bahçeli'den biraz devam edeceğim. Bahçeli, 14 Nisan'da İmamoğlu'nun davasının hızla karara bağlanması gerektiğini söylemişti. Hatta "suçsuzsa beraat edilmelidir" demesi, acaba bir mesaj mı? diye yorumlanmıştı. Şimdi bir de, geçen günlerde Bülent Arınç'ın İmamoğlu'nun diplomasının iptal edilmesinin yanlış olduğunu ve "kumpas kurulduğu düşüncesine sahip olanlar haksız sayılmazlar" dediğini gördük.
Şimdi, hocam, buradan aslında biraz literatüre de girerek bir soru sormak istiyorum size. Literatürde iktidardaki elitler arası mücadele, anlaşmazlık önemli bir yer tutuyor. Bunun üstüne çok yazılmış, çizilmiş zaten. Sizce şu an itibariyle böyle bir tablo var mı karşımızda? Ne dersiniz? Öyle bir şey görüyor musunuz?
Tabii, aslında Türkiye'deki gibi bir seçimli otoriter rejimin nasıl sona erebileceği sorusuna verilecek cevaplardan biri, o iktidarın kendi içinden çatırdamaya başlamasıdır. O iktidara destek veren bazı elitlerin artık iktidar saflarından ayrılarak muhalefete geçmesi ve onunla birlikte muhalefetin inandırıcılığını, güvenilirliğini, destek seviyesini artırarak iktidarı daha çok zorlayacak bir noktaya gelmesi dolayısıyla, herhangi bir otoriter rejimde, ama özellikle böyle seçimli otoriter rejimlerde, elitler arasındaki kavga, çatışma ve mücadele bir fırsattır.
Ama tabii, o tek başına illa sonuç vermez. Örneğin, 2023 seçimleri öncesinde Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu başta olmak üzere, aslında AKP iktidarında uzun süre bakanlık yapan, hatta başbakanlık ve başbakan yardımcılığı yapan bazı isimlerin muhalefet saflarına geçmesinin hiçbir etkisi olmadı. Yani, bu isimlerin kurduğu partiler tabanda h...
Ancak bu, tek başına illaki sonuç vermez. Örneğin, 2023 seçimleri öncesinde Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu başta olmak üzere, aslında AKP iktidarında uzun süre bakanlık yapan, hatta başbakanlık yapan bazı isimlerin muhalefet saflarına geçmesinin hiçbir etkisi olmadı. Bu isimlerin kurduğu partiler, tabanda herhangi bir heyecan yaratmadı. Zaten en sonunda Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığını destekleme karşılığında kendilerine birkaç milletvekilliği dağıtıldı ve sonrasında da siyaseten silindiler. Artık bundan sonra örgütsel kapasitelerinin de çok olacağını zannetmiyorum. Dolayısıyla elitler arası mücadele önemlidir, ancak her iktidar elitinin aralarında kavga çıkması illa o rejimi sona erdirmez. Hangi koşullar altında ve ne tip iktidar elitlerinin muhalefete geçtiği burada daha önemlidir.
Bu meselede, yani ben aslında katıldığım yayınlarda neredeyse 45 senedir hiç değişmeyen bir gündem olduğunu düşünüyorum. Cumhur İttifakı'nda bir çatlak var mı? Devlet Bahçeli acaba ne mesaj vermeye çalıştı? MHP ile AKP'nin koalisyonu bir noktada çöker mi? Geleceğe dair bir öngörüde bulunmak zor ama en azından şunu söylemek gerekiyor: Cumhuriyet tarihinin kendi içinde en uzun soluklu koalisyonu Cumhur İttifakı'dır. Eğer yanlış hatırlamıyorsam, bir seçim dönemini bile tamamlayan başarılı bir koalisyon hükümeti örneğimiz olmadı. Genel olarak koalisyon hükümetleri, bir dönemini bile tamamlamadan kendi içlerinde ayrışmaya giderler, çatırdarlar ve bu çatırdama sonucunda erken seçim ilan edilir.
Cumhur İttifakı, 2015-2016 gibi kurulduktan sonra, en azından iki parti bir araya geldikten sonra, neredeyse 10 senedir çok ağır ekonomik krizlere, siyasi krizlere, deprem felaketine, pandemiye ve muhalefetin yükselmesine, yerel yönetimlerin iki defa kaybedilmesine karşın ayakta kaldı. Dolayısıyla, zaman zaman çatlaklar yaşansa da, belki tabanda hiç konuşulmuyor ama bu partilerin seçmenleri veya alt kadroları arasında zamanla rekabet, husumetler ve mücadele gündeme gelse bile, Cumhur İttifakı bu sorunlar karşısında ayakta kaldı. Ben şu noktadan sonra da...
Cumhur İttifakı, 2015-2016 gibi kurulduktan sonra, en azından iki parti bir araya geldikten sonra, neredeyse 10 senedir çok ağır ekonomik krizlere, siyasi krizlere, deprem felaketine, pandemiye ve muhalefetin yükselmesine, ayrıca yerel yönetimlerin iki defa kaybedilmesine karşın ayakta kaldı. Dolayısıyla, zaman zaman çatlaklar yaşansa da, belki tabanda hiç konuşulmayan bazı rekabetler, husumetler ve mücadeleler gündeme gelse bile, Cumhur İttifakı bütün bu sorunlar karşısında ayakta kaldı.
Bu noktadan sonra, açıkçası bu ittifakta büyük bir çatırdama olacağını, en azından kısa vadede, beklemiyorum. Mümtazar Türköne üzerinden başlamış olan tartışmayı, son derece tehlikeli, manipülatif ve hatta anlamsız buluyorum. Ne yazık ki, kötü para iyi parayı kovar misali, şu an Mümtazar Türköne gibi çok da muteber olmayan, analizlerinde çok ciddi sıkıntılar olan bir insanın görüşleri belli ana akım muhalif kanallar, özellikle de YouTube üzerinden aklanıyor ve meşruiyet kazandırılıyor; böylece muhalefetin kendi içindeki tartışmayı domine etmeye başlıyor.
Bunu çok tehlikeli bir süreç olarak görüyorum. Ne yazık ki muhalif seçmenlerin, bu iktidar bir an evvel bitsin isteğini de kendilerine malzeme yaparak, bu yayınlar bir şekilde izleyici sayılarını artırıyor ve etki yaratıyor. Tartışmaları şekillendiriyor. Ancak ben Mümtazar Türköne'nin gündeme getirdiği iddialar üzerinden, örneğin Devlet Bahçeli'nin hukuk devletine geçmek istemesi veya demokratik bir yapıyla çözüm sürecini devam ettirmek istemesi ve Erdoğan’ın bunu istememesi gibi iddialar hakkında ciddi şüpheler taşıyorum. Bu nedenle, böyle bir analizle karşı karşıyayız ki tek satırı bile doğru değil.
Şunun şurasında, 6 ay önce Sinan Ateş'i belki öldürmekle suçlanan bazı isimlere kol kanat geldiği iddia edilen bir partinin ve onun lider kadrosunun, böyle bir hukuk devleti savunduğu iddiası ne yazık ki kendine solcu diyen bazı analistler tarafından, sadece çözüm sürecini hızlandırma ve gölgeleme amacıyla gündeme getiriliyor ve tartışılıyor. Bunu şaşkınlıkla izliyorum.
Elbette, bunu söyledikten sonra birkaç noktayı vurgulamak istiyorum.
Şunun şurasında, altı ay önce Sinan Ateş'i belki öldürmekle suçlanan bazı isimlere kol kanat geldiği iddia edilen bir partinin ve onun lider kadrosunun, böyle hukuk devleti savunduğu iddiası ne yazık ki kendine solcu diyen bazı analistler tarafından, sırf çözüm sürecini hızlandırma amacıyla ve çözüm sürecinde yapılan şeyleri gölgeleme amacıyla gündeme getiriliyor ve tartışılıyor. Ben bu durumu şaşkınlıkla izliyorum.
Bunları söyledikten sonra birkaç noktayı vurgulayabilirim. Öncelikle, Cumhur İttifakı bir koalisyondur. Özellikle otoriter rejimde inşa edilmiş bir koalisyon olarak; normal şartlarda seçime girmeyen ve gücü kamu kaynaklarını son derece partizan şekilde kontrol eden bir iktidarı oluşturan koalisyon olarak, bu iki parti arasında kadro ve pozisyon dağıtımı anlamında belli politikaların belirlenme süreçlerini şekillendirme anlamında kamu kaynaklarını ihale dağıtımını kontrol etme anlamında mücadeleler yaşanabilir. Orada bazı pazarlıklar gündeme gelebilir.
Bu pazarlıklarda, güçlerini arttırmak için koalisyonun küçük ortağı, mevcut bir siyasi krizi fırsat olarak kullanabilir ve kamuoyundaki tartışmaları kontrollü bir şekilde yükselterek büyük ortağa belli mesajlar verebilir. Çünkü, demokratik bir ülkede partiler, parlamentodaki güçleri oranında, tabandaki destek oranı ışığında kendi aralarında daha uygun koşullarda müzakere edebilirler. Ama otoriter rejimde bunu yapma imkânı yok. Dolayısıyla, otoriter rejimin koalisyonunda, o koalisyonu oluşturan partiler kendi aralarında bu tarz ufak polemikler üzerinden belki aba altından sopa göstererek pazarlık yapıyor olabilirler.
Ben AKP ile MHP'nin her konuda hemfikir olduğunu söyleyemem. Özellikle MHP kanadının bir süredir genel af çağrısı yaptığını biliyoruz. Yani, bir hukuk devleti talebi yok ama infaz yasasında değişiklik üzerinden bir genel af talebi var. Ayrıca, yaklaşan yargı seçimleri var. O yargı seçimlerinde MHP'nin de kadrolaştığı ve dolayısıyla istediği bazı kadrolar var. MHP'nin, eğer yanlış hatırlamıyorsam, 2021 yılından beri gündemde tutmaya çalıştığı bazı anayasa değişiklik önerileri var. Dolayısıyla, bütün bunlar üzerinden MHP, iktidarın büyük ortağını biraz daha eli zayıflamışken köşeye sıkıştırmaya çalışıyor.
Bu bağlamda, ben AKP ile MHP'nin her konuda hemfikir olduğunu söyleyemem. Özellikle MHP kanadının bir süredir genel af çağrısı yaptığını biliyoruz. Yani bir hukuk devleti talebi yok; fakat infaz yasasında değişiklik üzerinden bir genel af talebi var. Yaklaşan yargı seçimleri de mevcut. O yargı seçimlerinde MHP'nin de kadrolaştığı ve dolayısıyla istediği bazı kadrolar var. MHP'nin, 2021 yılından beri gündemde tutmaya çalıştığı bazı anayasa değişiklik önerileri olduğunu biliyoruz.
Dolayısıyla, bütün bunlar üzerinden MHP, iktidarın büyük ortağını biraz daha eli zayıflamışken köşeye sıkıştırmaya çalışıyor. Onunla pazarlık yürütmeye çalışıyor olabilir. Ancak ben bunun ötesinde, açıkçası ne Devlet Bahçeli'nin ne MHP'nin, şu ya da bu sebepten erken seçim çağrısı yapacağını ve Cumhur İttifakı'nı bitireceğini düşünmüyorum. Bunun mantıklı veya rasyonel bir açıklamasını göremiyorum. Devlet Bahçeli'nin sürekli seçim çağrısı yaparak, bir şekilde iktidarın ömrünü kısalttığı iddiası var; ama 2002 erken seçimi dışında örnek olarak verilen vakaların hepsinde aslında AKP'nin eli güçlenmiş.
2007 seçimleri sonrasında MHP'nin cumhurbaşkanlığı seçimlerine girerek Abdullah Gül'ün sorunsuz bir şekilde cumhurbaşkanı seçilmesini sağlaması veya sonrasında, 2015 haziranında Cumhuriyet Halk Partisi ile bir koalisyon hükümeti kurmayıp erken seçim çağrısı yaparak AKP'nin tek başına çoğunluğa ulaşmasını sağlaması gibi durumlar var. 2018'de de, evet, erken seçime biraz MHP'nin çağrısıyla gidildi; ancak onun nedeni İyi Parti'nin önünü kesmekti. İyi Parti güçlenmeden ve 2019'daki daha kötü ekonomik koşullar iktidarı vurmadan önce, erkenden seçime gitme isteğiydi ve yine bu durum iktidara yaradı.
2019 Mart seçimlerinin sonuçlarını düşünelim. O yıl bir cumhurbaşkanlığı seçimi yapılsaydı, büyük ihtimalle muhalefetin eli daha güçlü olacaktı. Dolayısıyla, bu kadar uzun süredir iktidara destek veren ve aldığı fevri kararlarda da iktidarı güçlendiren bir lider varken, Cumhur İttifakı'nın içeriden çatırdayarak erken seçime gideceğini düşünmüyorum.
Bunun ötesinde, bakın, ben hala olayı biraz normalleştirdiğimizi düşünüyorum. Türkiye'nin en büyük şehrini %51 oy alarak 6 yıldır yöneten bir belediye başkanı ve onun bütün beyin takımı, aynı zamanda bazı siyasiler ve belediye mensupları hapsedilmişken, yani Cumhuriyet tarihinde 1950'den beri sivil bir iktidar altında emsali görülmemiş kadar bir otoriter hamle yapma cüretine sahip bir iktidarla karşı karşıyayız. O iktidarın ortağı, gidip erken seçim çağrısı yapacak ve Ekrem İmamoğlu da böyle Haziran ayında falan...
Bunun ötesinde, bakın, ben hala olayı biraz normalleştirdiğimizi düşünüyorum. Türkiye'nin en büyük şehrini %51 oy alarak 6 senedir yöneten bir belediye başkanı ve onun bütün beyin takımı, birlikte bazı siyasetçiler ve belediye mensupları hapsedilmişken, yani Cumhuriyet tarihinde 1950'den beri sivil bir iktidar altında emsali görülmemiş kadar bir otoriter hamle yapma cürretine sahip bir iktidarla karşı karşıyayız. O iktidarın ortağı gidip erken seçim çağrısı yapacak ve Ekrem İmamoğlu da böyle Haziran ayında falan çıkacak. Yani bu, siyasi gerçeklikten kopuk bir durum.
Sosyal medya üzerinden analizle temenninin karıştırıldığını hep söylüyorum, ama bu temenni bile olamayacak kadar siyaseten ciddiyetsiz bir görüş. Ben bunu anlamakta zorlanıyorum. Ne yazık ki, gündemi değiştiren, muhalefeti kendi içinde biraz ayrıştıran, şu an İmralı'da yürütülen sürecin asıl amacını gölgeleyen bir durum yaratıyor. Bu stratejik belirsizlik ortamında muhalefet de kendisine doğru düzgün bir strateji belirlemekte zorlanıyor.
Dolayısıyla, ben böyle bir durumu hiç görmüyorum ve bundan sonraki süreçte MHP'nin, özellikle istediğini elde ettikten sonra, bugünkü Devlet Bahçeli'nin açıklaması da biraz bu yöndeydi. Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı çok sertleşebilir. Birleşmiş bir iktidar, muhalefeti köşeye sıkıştırmak, gayrimeşru hale getirmek, hatta kriminalize etmek için bazı adımlar atabilir. O açıdan ben dikkatli olunması gerektiğini düşünüyorum.
Şu an Türkiye'de muhalefetin biraz piyasa baskısı var, ama onunla birlikte seçmen desteği ya da toplumsal muhalefet dışında sırtını dayayabilecek hiçbir şey yok. Ben herhangi birimizin gözaltına alınmayacağı, herhangi bir muhalif kanalın ya da en azından iktidarın güdümüne girmemiş bir kanalın kapatılmayacağına, herhangi bir akademisyen veya gazetecinin hapse atılmayacağına dair bir garantiyi veremem.
Bundan sonra başka CHP'li belediyelere ya da hatta CHP'ye kayyum atanmayacağının garantisini veremem. Yani bunlar, eğer olmuyorsa, şu ana kadar oluşmuş o güçlü toplumsal muhalefet dalgası nedeniyle olmuyor. Biraz da piyasaların, 19 Mart'tan sonra verdiği beklenenin ötesindeki sert tepki.
Şimdi böyle bir tablo varken, iktidar bloğu içindeki çatlaklara güvenmeyi ya da onlar üstünden bir analiz yapmayı doğru bulmuyorum. Tabii ki, toplumsal muhalefetin daha güç kazandığı bir durumda, iktidar elitler arasındaki mücadele alanı genişleyebilir. Bu bazı yol kazalarına neden olabilir.
Bundan sonra başka CHP'li belediyelere ya da hatta CHP'ye kayyum atanmayacağının garantisini de veremem. Yani bunlar eğer olmuyorsa, bu şu ana kadar oluşmuş o güçlü toplumsal muhalefet dalgası nedeniyle olmuyor. Biraz da piyasaların, 19 Mart'tan sonra verdiği beklenenin ötesindeki sert tepki ile ilgili.
Şimdi böyle bir tablo varken, iktidar bloğu içindeki çatlaklara güvenmeyi ya da onlar üstünden bir analiz yapmayı doğru bulmuyorum. Tabii ki toplumsal muhalefetin daha güç kazandığı bir durumda, iktidar elitler arasındaki mücadele alanı genişleyebilir ve bu bazı yol kazalarına yol açabilir. Yani ben bundan bir yıl ya da iki yıl sonra bu iki parti arasında daha büyük meseleler ortaya çıkmaz demiyorum; ama en azından şimdilik böyle bir durumla karşı karşıya olduğumuzu düşünmüyorum.
Tek bir cümle geçen turda söylemeyi unuttum: Gezi Hareketi'nden farklı olarak, 19 Mart'ın bir sürükleyici partisi ve sürükleyici lideri var. Bence Gezi, lidersiz bir hareketti aslında. İlk'in biraz önce söylediği gibi bu bir avantaja çevrilebilir. Yani Türkiye siyasetini gençleştirmek, genç kadroları siyasete dahil etmek, belki de aktivist yeni bir siyasetçi sınıfını ortaya çıkarmak için, hatta belki yeni bir siyasi hareket kurmak için bir fırsat olabilirdi, ama bu olmadı; Türkiye'nin kendi koşulları yüzünden.
Dolayısıyla 19 Mart protestolarının ne olursa olsun sahiplenen bir partisi ve lideri olması, sadece Özgür Özel değil, Ekrem İmamoğlu ile birlikte sembol bir ismi olması bence diğer bir faktör. Onu söylemeyi unutmuştum, eklemiş olayım. Çok sağ olun hocam.
Hocam, tabii kendi programınızda anlatıyorsunuz uzun uzadıya. Ben o yüzden hemen İlkana geçmeden, bir sormak istiyorum. Az önce İmralı'nın asıl sürecinin gölgeleniyor dediniz. Asıl nedeni nedir? Biraz burada da açabilirseniz, iyi olur diye düşünüyorum. Bir de sizce süreç nasıl ilerleyecek? Tabii süreç de denmiyor ama, süreç diyelim biz de burada. Onu da belki yorumlarsınız diye düşündüm.
Evet, ben İmralı sürecini, iktidarın özellikle 2024 yerel seçimlerde zayıfladıktan ve bu siyasi tablo altında gireceği ilk seçim kaybedeceğini anladıktan sonra muhalefeti bölme çabası olarak görüyorum. Dolayısıyla burada, böyle büyük bir devlet aklı okumaması yapmıyorum. Ve nitekim şu ana kadarki süreç içinde bile, aslında normal şartlarda böyle bir müzakere süreci yaşanmasaydı, Kürt siyasi hareketinin kayyum atamalarına, Ekrem İmamoğlu'nun hapsedilmesine çok daha yüksek sesle tepki göstermesi beklenirken…
Ya ben İmralı sürecini, iktidarın özellikle 2024 yerel seçimlerde zayıfladıktan ve bu siyasi tablo altında gireceği ilk seçim kaybedeceğini anladıktan sonra muhalefeti bölme çabası olarak görüyorum. Dolayısıyla burada büyük bir devlet aklı okuması yapmıyorum. Nitekim şu ana kadarki süreç içinde bile, eğer normal şartlarda böyle bir müzakere süreci yaşanmasaydı, Kürt siyasi hareketinin kayyum atamalarına veya Ekrem İmamoğlu'nun hapsedilmesine çok daha yüksek sesle tepki göstermesi beklenirken, eleştirel bazı açıklamalar yaptılar ama onun ötesinde çok güçlü muhalefetle yan yana yer alan ve onunla birlikte hareket eden bir tepki göstermediler.
Yani dolayısıyla muhalefeti bölmek ve bölünmüş bir muhalefet içinde Kürt siyasi hareketini iktidar bloğuna dahil etmeden, çünkü bu iki tarafa da kaybettirir. Adeta böyle bir dönem, İyi Parti’nin yaptığı gibi bir üçüncü yol yaratmak ve onun üstünden sürekli, özellikle seçim kampanyası döneminde muhalefetle kavga eder bir duruma sokmak. Bu doğru, değil mi?
Bunu İyi Parti yaptığında, bizim daha liberal sol, bugün çözüm sürecini destekleyen birçok aydınımız, siyasetçimiz, gazetecimiz İyi Parti'yi doğrudan suçlayan bir dil kullanmıştı. Üçüncü yol iddiasıyla ortaya çıktığı için. Halbuki bugün aslında DEVA Partisi'nin çözüm süreciyle birlikte geldiği nokta da o üçüncü yol. Yani biz iktidar bloğunda değiliz ama muhalefette de yol yürümek zorunda değiliz. Bizim muhalefetten de farklı taraflarımız var." demesi.
Şimdi bunun somut olarak önümüzdeki dönem bazı sonuçları olabilir. Örneğin, anayasa değişiklik önerileri Meclis'e geldiğinde bazı Kürt milletvekillerinden buna destek çıkabilir. Erken seçim tarihinin belirlenmesi anlamında Cumhurbaşkanı Erdoğan'a bir esneklik sağlayabilir. Belki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, ilk turda olmasa bile ikinci turda özellikle Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgede katılımın düşürülmesi hatta belki bazı muhafazakar Kürt seçmenlerin Erdoğan'a destek vermesi gibi bir sonucu da olabilir.
Dolayısıyla, muhalefet cephesinin şu halde bile biraz kendi içinde bölündüğünü, bir taraftan bu süreç yürürken İyi Parti'nin daha sert milliyetçi bir çizgiye savrulması nedeniyle Cumhuriyet Halk Partisi'nin DEVA Partisi'ni yanında tutmakta zorlanırken, İyi Parti ile olan mesafesinin de açıldığını görüyorum. O açıdan muhalefetin birliğinin ve muhalefet bloğunun bölünmesi sonucunu yarattığını düşünüyorum ve bunun hedeflendiğini...
Dolayısıyla muhalefet cephesinin, şu halde bile, biraz kendi içinde bölündüğünü, bir taraftan da bu süreç yürürken İyi Parti'nin daha sert milliyetçi bir çizgiye savrulması nedeniyle Cumhuriyet Halk Partisi’nin Dem Parti’yi yanında tutmakta zorlandığını ve İyi Parti ile olan mesafesinin açıldığını görüyorum. Bu açıdan muhalefetin birliğinin, muhalefet bloğunun bölünmesi sonucu yarattığını düşünüyorum ve bunun hedeflendiğini tahmin ediyorum.
Bu sürecin bir dış politika ayağı yoktur diyemem, ancak o iki sürecin birbirinden bağımsız da yürütülebileceğini düşünüyorum. Yani örneğin, buradaki devlet aklı tezine bakacak olursak, Suriye’de Türkiye, İsrail'le karşı karşıya geliyormuş. Dolayısıyla, İsrail tehdidine karşı Kürtlerin yanına çekmesi gerekiyormuş. Yani, İsrail tehdidini bertaraf etmek için doğrudan Trump yönetimiyle görüşmek, Amerikan yönetimiyle bir aranjmana girmek, hatta belki İsrail'le kapıların ardında görüşmek, bu Erdoğan’ın daha önce yapmadığı bir şey değil. Orada bazı reel politik hamleler yaparak aynı sonuca varmak mümkündü.
Öte yandan, biz zaten eğer bir çözüm olursa, Suriyeli Kürtlerin silahlı kuvvetlerinin kendilerine güvence sağlamak açısından silahları bırakmayacağını ve Suriye'nin bir bölümünde etkilerini devam ettireceklerini biliyoruz. Türkiye'nin bunu tanıdığı durumda, ben PYD'nin ya da SDG'nin Türkiye’ye büyük bir tehdit yaratacağını düşünmüyorum. O noktada PKK'nın bir silah bırakma açıklaması yapmasına, bunun Öcalan'dan gelmesine, dış politika anlamında düşünüldüğü kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu sanmıyorum. Tabii ki orada da belli hedefler güdülüyor, ama o hedefleri iç siyasete girmeden yürütmek mümkündü. O hedefleri Öcalan'la görüşmeden başka yöntemlerle bu iktidarın yürütmesi mümkündü.
Dolayısıyla, bu iki süreci birleştirmek aslında tam da iç siyasette normal şartlarda bu süreci desteklemeyecek milliyetçileri o süreci desteklemeye sevk etmek açısından önemli. Yani, "siz bilmiyorsunuz, öyle büyük bir devlet aklı var ki..." bunun üstünden yapılan anlatılar, MHP'yi, Devlet Bahçeli’yi tanımasak inanacağız. Böyle bir rasyonel devlet var ve belli eylemlere giriyor. Ben açıkçası bunu görmüyorum.
Suriye iç savaşı bu şekilde bitmeseydi, belki orada AKP'nin kazandığı manevra alanı çok daha daralacağı için iç siyasette böyle bir durum ortaya çıkabilirdi.
Dolayısıyla, bu iki süreci birleştirmek, aslında iç siyasette normal şartlarda bu süreci desteklemeyecek milliyetçileri o süreci desteklemeye sevk etmek açısından çok önemli. "Siz bilmiyorsunuz, öyle büyük bir devlet aklı var ki" diye yapılan anlatılar, MHP'yi ve Devlet Bahçeli'yi tanımasak bile inandırıcı gelmeyecek. Böyle rasyonel bir devlet var ve belli eylemlere giriyor. Ben, açıkçası bunu görmüyorum. Eğer Suriye iç savaşı bu şekilde bitmeseydi, belki orada AKP'nin kazandığı manevra alanı çok daha dar olacaktı; bu nedenle iç siyasette böyle bir hamleyi yapmakta zorlanabilirlerdi. Bu açıdan uluslararası boyutun önemsiz olduğunu söyleyemem, ama ben daha çok iç siyaset üzerinden okuyorum.
İki ortak arasında büyük bir fark da görmüyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra artık kontrol edemediği bir devlet kurumu ya da aygıt kalmadı. Onun emrinin geçmeyeceği, dokunamadığı bir devlet aklı var ve bu akıl kendini MHP üzerinden gerçekleştiriyor tezi bana çok inandırıcı gelmiyor.
Tabii ki yargı içinde, ordu içinde, emniyet içinde, bürokrasi içinde daha milliyetçi tandanslı bazı kadrolar olabilir. Ancak ben onların herhangi bir devlet aklını temsil ettiğini düşünmüyorum. Son kerte de, Erdoğan bir direktif verdikten sonra onların o direktife karşı durabileceğini, bayrak açabileceğini de düşünmüyorum.
Arada bir mücadele, bir kayık kavgası, bir pozisyon alma mücadelesi, bir rekabet vardır; ama Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın elini kolunu bağlayan, onu istemediği bir sürece yönelten bir devlet aklı görmüyorum. Bu, tamamen 2013-2015'teki çözüm sürecinin neden çöktüğünden alınan derslerle birlikte iktidarın onu bertaraf etmek için alternatif bir strateji geliştirmesinden kaynaklanıyor.
Bu devlet aklı tartışması ve onunla birlikte Devlet Bahçeli'nin tekrardan belli kesimler nezdinde muteber olması, aslında aldığı kararlarda dar siyasi çıkarlarını, kendi koltuk mücadelesini düşünmediği, ulvi bir devlet çıkarını güttüğü tezi bütün bu süreci gölgeliyor. Ama bunu yapanlar, dikkat ederseniz, bu sürece teşne bazı Kürt aydınlar, siyasetçiler ve harekete yakın gazeteciler ve ilginç bir şekilde onların hayatları boyunca mücadele ettiği bazı milliyetçi isimlerdir. Bu durum bana çok ilginç geliyor.
Evet, İlkan, şimdi tekrar sana döneceğim. Yani, Bül...
Tabii, bu devlet aklı tartışması ve onunla birlikte Devlet Bahçeli'nin tekrardan belli kesimler nezdinde muteber olması önemli. Yani aslında aldığı kararlarda dar siyasi çıkarlarını, kendi koltuk mücadelesini düşünmüyor, ulvi bir devlet çıkarını güdüyor tezi bu süreci gölgeliyor. Bunu yapanlar da dikkat ederseniz, bu sürece teşne bazı Kürt aydınlar ve siyasetçiler ile harekete yakın gazeteciler ve ilginç bir şekilde onların hayatları boyunca mücadele ettiği bazı milliyetçi isimler. Bu durum bana çok ilginç geliyor.
Evet, İlkan, şimdi tekrar sana döneceğim, Bülent Arınç'la alakalı soruya. Ama tabii ki senin ne düşündüğünü merak ediyorum o konuda. Bir de tabii ki Berki hocayla ondan sonra bu ismi konulmayan süreç hakkında da konuştuk. Onun hakkında da yorumlarını merak ediyorum. Ama orijinal sorum, sence iktidar arasında bir çatışma, bir tartışma var mıydı? Bu soruya yanıt verdikten sonra devamını getirirsin.
Birincisi, elit kaçışı tezinde ben kendi adıma geriye dönüp bakıyorum. Ne Bülent Arınç ne de Ali Babacan teknik anlamda elit kaçışı pozisyonunda değil. Yani şöyle bir durum vardı; zaten güç pozisyonlarında değilken muhalefete geçmiş insanlardı bunlar. Yani tırnak içerisinde, başbakanken istifa edip “yeter artık, Adalet ve Kalkınma Partisi" diyerek muhalefete geçen insanlar değil bunlar. Bakanlık görevlerinden, yetkili görevlerden alındıktan sonra muhalefete geçen insanlar ve geçiş tarihlerinin geç olmasını da bir kenara koyuyorum. Bunlar seçmenlerin teveccühüyle alakalı.
Ancak şöyle bir nokta var: Oradaki gerçek anlamda elit kaçışı olabilmesi için, bir güç pozisyonundayken bunun yapılmış olması gerekir diye düşünüyorum. Ha, pozisyonları tabii ki elitlerdir. Şöyle ki, Adalet ve Kalkınma Partisi elitleriyle temas konusunda benden çok daha kabiliyetli bu insanlar. Yani sonuçta Adalet ve Kalkınma Partililer öyle bir avantaja sahip, ama teknik olarak gerçek elit olarak göremiyorum onları. Yani, mesela şu an Hakan Fidan hükümetten istifa etse ve “ben muhalifim” dese, bu farklı bir şey olur. Ama zaten görevden alındıktan sonra bunu yapmaları ve belli bir zaman geçtikten sonra bunu yapmaları, teknik olarak elit olma hüviyetlerinden çıktıklarını bana gösteriyor. Bu yıllar bana biraz onu öğretti ve sonrasında yaptıkları muhalefetin de belli sınırlar çerçevesinde…
Mesela, şu an Hakan Fidan hükümetten istifa etse ve "Ben muhalifim artık" dese, bu farklı bir şey olur. Ama zaten görevden alındıktan sonra bunu yapmaları ve belli bir müddet geçtikten sonra bunu yapmaları, teknik olarak elit olma hüviyetlerinden çıktıklarını bana gösteriyormuş gibi geliyor. Bu yıllar bana biraz onu öğretti ve zaten sonrasında yaptıkları muhalefetin de belli sınırlar çerçevesinde yapılmış bir muhalefet olduğunu görüyoruz.
Orada daha yakından bakarsak, bir sınırların çizildiği bir muhalefet var. Belli ölçülerde, belli sınırlarda; mesela bir DEVA Partisi ile birebir konuştuğunuzda, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yolsuzluk konusunda belki bir CHP'liden daha ağır eleştirdiğini görebilirsiniz ama açıktan yaptıklarını hiç göremezsiniz. Gelecek Partililerin eleştirileri de aslında çok serttir. Birebirde karşılaştığınızda, size neler neler anlatırlar. Yani, sizin bilmediğiniz yolsuzluk hikayelerini duyabilirsiniz kendilerinden. Ancak, kamusal olarak o dile geçmiş durumda değiller.
Bu yüzden de teknik olarak, ben de zamanında yanlış bir değerlendirme yapmışım. Hatalı bir değerleme olmuş orada. Elit olarak tam olarak görmemek gerekiyormuş. Bunun dışında seçmenleri ikna meselesinde de şunu gördük: Mesela Yeniden Refah Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne itiraz etmiş bir geleneğin devamı olarak kurulmuştu. Çok daha çabuk bir şekilde, çok daha fazla seçmene ulaşabildi. Bu da bir yandan durumu gösterebiliyor.
Mesela, DEVA Partisi, Adalet ve Kalkınma Partisi ile bağımsız bir parti olarak ortaya çıksaydı, kendi başına bir parti olarak ortaya çıksaydı, eminim ki, Ege'deki bazı ilçelerde, bazen iyi bir aday çıkartabiliyor. Demokrat Parti, şu an adı bile anılmayan bir parti. Bazen Ödemiş'te yüzde 20 oy alabiliyor mesela yerel seçimde. İşte böyle adayları var. Ancak, DEVA Partisi tekil bir aday bile çıkaramıyor. Yani, tek başına iyi bir aday. Çünkü DEVA Partisi'nin isminin yükü, DEVA Partisi'ni geriye itti şimdiye kadar.
Bunun dışında Bülent Tanrıverdi konusunda ben burada biraz e... ya çok kestirip atmıştım açıkçası. Şöyle söyleyeyim: Bülent Tanrıverdi'nin oğlu şu anda İstanbul milletvekili.
Bülent Tanık konusunda, açıkçası biraz kestirip atmıştım. Bülent Tanık’ın oğlu şu anda İstanbul milletvekili ve Adalet ve Kalkınma Partisi'nde. Bülent Tanık ve Melih Gökçek'in oğulları, şu an Adalet ve Kalkınma Partisi Meclis grubu üyeleri. Meclis grubuyla pek ilgilenilmiyor. Bülent Tanık'ın oğlu ve Melih Gökçek'in oğlu, birbirlerine neler söylemiş, hatırlayalım. Bu ikisinin oğlu, şu an vekil. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin en büyük başarısı, birbirinden bu kadar nefret eden insanları yan yana tutabilme başarısı. Bunun arkasında, Erdoğan'ın gücü var. İdeolojik olarak seküler kesime karşı nefretin yarattığı bir toplayıcılık mevcut. Yani birkaç faktör var burada, bu yüzden de ayrılmıyorlar. Bunu görmek lazım.
Bülent Arınç'ın bu açıdan söyleminin çok fazla geçerliliği, anlamı ve derinliğini ben görmüyorum. Mesela, yerel seçimler aklımda; Manisa’daki Yeniden Refah adaylarını adaylıktan çekilmek için ikna etmeye çalıştığını çok net biliyoruz. Ben birinci elden biliyorum. Orada, Ege'deki yerel gazeteleri okursanız, bunu görebilirsiniz. Birkaç ilçede de Yeniden Refah adayları, İzmir'in taşlı ilçelerinde dahil olmak üzere, adaylıktan çekildi. Bülent Arınç, CHP'nin geldiğini gördü ve bunu engellemeye de çalıştı. Genel olarak ciddi çaba sarf etti. Daha dün, partisinin yerel düzeyde çalışan bir insanıydı Bülent Arınç.
Bülent Bey'in bazı nüanslar istediği kesin; ama buradaki niyeti, Tayyip Erdoğan'ın başına kötü şeyler gelebilir düşüncesiyle hareket ediyor. "Aman biz bunu koruyalım. Aman iktidarı koruyalım," gibi uyarılar yapıyor. Bülent Arınç'ın uyarıları, "Yarın bir gün bu iktidar elimizden gitmesin," düşüncesiyle yapılan uyarılar. Ben bunu böyle okuyorum. MHP'nin aynı şekildeki pozisyonu da biraz benzer; yani olan bitenden Cumhur İttifakı zarar görüyor ve mümkün olan en az zararı görsün uyarısı yapıyorlar. Bu durumu anlamak gerekiyor.
Bülent Bey'in bazı nüanslar istemesi tabii ki önemli, ancak buradaki niyeti şu: Eğer bu ve bu gibi şeyler yapılırsa, Tayyip Erdoğan'ın başına kötü şeyler gelebilir. "Aman, biz bunu koruyalım. İktidarı koruyalım ve CHP'nin gelmesini engelleyelim." diye yapılan uyarılar bunlar. Bülent Arınç'ın yarın bir gün bu iktidar elimizden gitmesin diye yaptığı uyarılar.
MHP'nin pozisyonu da benzer şekilde. Olan bitenden Cumhur İttifakı zarar görüyor ve mümkün olan en az zararı görmesi için uyarılar yapılıyor. Bu uyarılar, ittifaka karşı değil, ittifak için yapılan uyarılar. Adalet ve Kalkınma Partisi adına çok fazla trol içerikli söylem dinlemiş olmamız nedeniyle, biraz daha aklı başında birisinin Adalet ve Kalkınma Partisi lehine yaptığı söylemleri bile muhalefet zannediyor hale geldik.
Çok trolleşmiş bir iktidar medyasının yarattığı bir durum bu; açıkçası bizim de bir tarafımızda kanıtsız bir araz oluştu. Tam olarak normal konuşmayı anlayamıyoruz. Aslında, bu söylemler Cumhur İttifakı için iyi niyetli ve o ittifakı ayakta tutmak isteyen söylemler. Ama bunlar daha makul, aklı başında söylemler olduğu için biz muhalefet zannediyoruz. Aslında bunlar muhalefet değil. Yoksa mevcut iktidarı daha kapsamlı bir şekilde ayakta tutma amacını taşıdığına inanıyorum.
Bu süreç bağlamında, başından beri bu sürece çok fazla değer vermediğimi söyleyebilirim. Daha ziyade iki taraf arasında bir ilişki olduğunu düşünüyorum. İnsanların bu duruma fazla değer vermesini anlamsız görüyorum açıkçası. Şu an Türkiye'de çok büyük bir olay yaşanmıyor.
Anlaşan anlaşır, devletin ciddi bir baskısı var. Otoriterlik söz konusu ve bunu kabul ediyorum. Eğer bu, birkaç insanın cezaevinden çıkmasına sebep olacaksa, bunu olumlu görürüm. Ancak bunun dışında, Türkiye'nin çevresinin değişeceği ya da Türkiye'nin bambaşka bir ülke olacağı düşünücesinin gerçek olmadığı kanaatindeyim.
Açık konuşayım: Den Parti'nin geleneğinin oyları 2015 Haziran'ından beri sürekli düşmekte ve bunu görmek lazım. Orada ciddi bir oy düşüşü var. Bu düşüşün nereye kadar olacağını bilmiyorum. Şu anda o risklerle, oy konusundaki risklerle Den Parti de yaşayacak diye düşünüyorum. Birçok yorumcu, Den Parti'nin oylarının sabit olduğunu düşünüyor; ancak bu doğru değil.
Açık konuşayım, HDP'nin oyları 2015 Haziran'ından beri sürekli düşmekte. Bunu da görmek lazım. Orada ciddi bir oy düşüşü var. Bu düşüşün nereye kadar olacağını bilmiyorum. Ve şu anda da aslında o risklerle, ben oy konusundaki risklerle HDP de artık yaşayacak diye düşünüyorum. Orada birçok yorumcu, HDP'nin oyları sabittir falan diyor; değil yani. HDP'nin oylarına bakmak lazım. Oy oranlarına baktığımız zaman, %13'ten %10'un altına kadar geldi. Yani neticede bu, kendi başına olan, rastgele olan bir şey de değil. İzlemek gerekiyor orayı da. Seçmenler de tırnak içerisinde evet bilinçliler. Bilinçli olmalı ama cepte değiller seçmen. Hiçbir seçmen cepte değil. Ve şu an Türkiye'de olan her şeyi seçmenler izliyorlar.
Ben şunu demiştim, ilk bu süreç başladığı zaman, Ekim ayında başlamıştı hatırladığım kadarıyla. "Aman," demiştim, "ben korkarım Türkiye'de." O zamandan korkarım demiştim. Çok benim için tehlikeli bir şey olabilir diye düşünmüştüm. Başıma bir şey gelmesin diye korkmuş, hakikaten korktuğumu ifade etmiştim. O günden beri zaten Türkiye'de kayyumlar arttı. Ekrem Bey cezaevine girdi. Yani bakılırsa, Ayşe Barım'dan TÜSİAD başkanına, falcılara kadar uzanan neredeyse soruşturmalar açıldı. Düşünürsek. Öğrencilerin başına gelenleri biliyoruz. Berk az önce ifade etti. Yani hepimizin başına bir şeyler gelebilir. Herkes artık yani cezaevi tecrübeleri anlatır hale geldi. Yani bir anda işte avukatla şöyle konuşulur, gözaltına böyle alınır falan. Hepimiz bunları öğrenmeye çalışıyoruz. Biraz hani durum böyle yani Türkiye'de. Ben o süreç başladığı anda da bundan "hayır, Türkiye demokratikleşiyor" falan duygusuna hiçbir şekilde kapılamadım. Yani üzgünüm, kapılamadım.
Şu an umarım birkaç insan daha özgürlüğüne kavuşur. Yani bilmiyorum, ondan ben üzülmem, sevinirim. Herkesin için iyi olsun isterim. Ama onun ötesinde de hani "aman aman, Türkiye'ye bir demokratikleşme gelecekmiş" buradan. Devlet Bahçeli, Türkiye'de kurumsallığı bunları gününcü bile bulmuyorum. Bunlar bana hakaretmiş gibi geliyor, açıkçası; söylemek gerekirse, biraz bana zekama, Türkiye'yi algılama şeklime falan hakaretmiş gibi geliyor bunlar. Türkiye'de böyle bir hani o kadar da değil. Yani o kadar da, dünyaya sizin çok şahsi bir hikayeniz üzerinden kimse bakmasın.
Ama onun ötesinde, "aman aman Türkiye'ye bir demokratikleşme gelecekmiş" gibi bir yaklaşımım yok. Devlet Bahçeli’nin Türkiye'deki kurumsallığı... Bunları günün ışıltısında değerlendirmiyorum. Açıkçası bunlar benim için birer hakaret. Bunu söylemek gerekirse, zekama ve Türkiye’yi algılama biçimime bir hakaret gibi geliyor. Türkiye'de durum o kadar da kötü değil. Yani dünyaya sizin çok şahsi bir hikayeniz üzerinden bakmak zorunda değiliz ve zaten dünya öyle bir yer değil.
Şimdi aslında biraz dünyadan diğer örneklere de bakalım istiyorum. Çünkü chat’e çok soru geliyor bu konu hakkında. Başka nasıl yollar izlenebilir gibi. Hatta bugün Mustafa Özgen Bey sormuştu sanırım: “Hocam, çevremizde Gürcistan'da, Sırbistan'da protestolar sürüyor. Ayrıca Slovakya'da da protestolar var şu an. Brezilya’da Lula da Silva örneği var; hapse girdi, çıktı ve başkan oldu. Bu örnekleri düşününce muhalefet nasıl bir yol izliyor sizce? Özellikle az önce Gezi dönemine göre daha sürdürülebilir olduğunu konuştuk. Ama muhalefet için etkili yollar bulabileceği örnekler var mı? Belki bize biraz bahsedebilirsiniz.” diye düşündüm.
Muhalefetin tabii ki takip edebileceği bazı örnekler var. Sizin söyledikleriniz üzerine Polonya örneğini ekleyebilirim. 2023 yılında yapılan seçimlerle birlikte, iki dönemdir devam eden oranın otoriterleşen sağ popülist partisi, iktidar dönemine son verdi. Macaristan'da çok ilginç gelişmeler oluyor; belki önümüzdeki yıl Fidesz iktidarının, yani 2010'dan beri devam eden Fidesz iktidarının sona erdiğini göreceğiz. 2026 yılı itibariyle, yani 16 sene sonra, tarihi bazı örnekler var.
Özellikle bu protesto eylemleri üzerinden bakacak olursak, mesela 2000'lerin başında Sırbistan, Peru gibi örnekler var. 2003 sonrasında renkli devrimler söz konusu. Biraz daha öncelere analiz yapacak olursak, mesela 1986’da Marcos’un devrilmesi var; bu, sokak eylemleri, ekonomik boykot ve suikaste uğrayan bir siyasetçinin eşinin adaylığı üzerinden gerçekleşti. Dolayısıyla çeşitli örnekler mevcut.
Ama bu örnekleri tartışmadan önce belki şunu söyleyerek başlayabilirim: Ne yazık ki dünya siyasetinde 2007-2008 yılından beri, yani neredeyse geçtiğimiz 20 sene içinde, bir otoriterleşme dalgasına tanık oluyoruz. Yani ne yazık ki uluslar...
Ama bu örnekleri tartışmadan önce belki şunu söyleyerek başlayabilirim: Ne yazık ki dünya siyasetinde 2007-2008 yılından beri, yani neredeyse geçtiğimiz 20 sene içinde bir otoriterleşme dalgasına tanık oluyoruz. Ne yazık ki uluslararası konjonktür, Türkiye gibi ülkelerde demokratikleşmeyi tetiklemek, demokratikleşme yönünde yitirici bir etki yaratmaktan ziyade, bilakis otoriterleşmeyi güçlendiriyor.
İşte bu 19 Mart yargı operasyonu öncesinde Recep Tayyip Erdoğan'ın Donald Trump’la görüştüğünü biliyoruz. Zaten Donald Trump'ın iktidara gelmesi sonrası Amerikan siyasetinde hızlı bir demokratik gerileme süreci yaşanıyor. Donald Trump'ın dış politikada yaptığı değişikliklerden panikleyen Avrupa Birliği'nin Türkiye gibi bir ülkeyi tekrardan müttefik olarak görme isteği ortaya çıkıyor. Sosyal medya alanının daralması, dezenformasyon kampanyalarının özellikle Twitter üzerinden yapılması; yani göç krizleri derken, ne yazık ki dünya konjonktürü şu an Türkiye'nin demokratikleşmesinden ziyade otoriterleşmesine uygun bir zemin hazırlıyor.
Bu açıdan biz sadece içeride giderek sertleşen, baskının seviyesini artıran ve uzun süredir devam eden bir iktidara karşı değil, aynı zamanda olumsuz uluslararası koşullara karşı da mücadele ediyoruz. Ve bence orada muhalefetin hedefi dışarıdan destek almaya çalışmaktan ziyade, çünkü o gerçekleşmeyecek, Erdoğan iktidarının dışarıdan destek almasını mümkün olduğunca engellemek olmalı.
Yani bir şekilde bu protestoları sürdürülebilir hale getirerek, polis baskısını da özellikle uluslararası medya üzerinden demokratik ülke kamuoylarının gündemine getirerek, Avrupa Birliği'nin ne olursa olsun Türkiye ile beraber yol yürüme, bu otoriter rejime destek verme imkanlarını sorgulamak gerekiyor. Yine aynı şekilde Amerikan iç siyasetine dönük olarak, Türkiye’deki rejime Trump'ın verdiği destek açığa çıkarılmalı.
Ama onun ötesinde, ben uluslararası konjonktürden çok bir destek beklemiyorum. Ne yapılabilir? Özellikle muhalefet ne yapabilir? Yani tabii çok şey yapabilir bence.
Yine aynı şekilde, Amerikan iç siyasetine de dönük Türkiye’deki rejime, Trump’ın verdiği destek açığa çıkarılmalı. Ama onun ötesinde ben uluslararası konjonktürden çok bir destek beklemiyorum. Ne yapılabilir? Özellikle muhalefet ne yapabilir? Yani tabii, çok şey yapabilir bence. Şu dönem, tam da sizin verdiğiniz örnekler üzerinden yola çıkıyorum. İşte, Gürcistan, Sırbistan; özellikle Gürcistan'da, Türkiye'deki rejimden çok daha zayıf bir iktisadi yapıya sahip bir ülke var ve orada bile uzun süredir devam eden protestolar iktidarı devirmedi. Dolayısıyla tek başına protestolar üzerinden ben iktidarın değişebileceğini düşünmüyorum.
Protestolar, ilk turda İlkan'ın söylediği gibi, sandığı önümüze getirecek. Sandığın, mümkün olduğunca anlamlı bir seçenek olarak kalmasını sağlayacak. Ya da bu iktidarın baskı seviyesini artırmasını engelleyecek. Ama onun ötesinde ben rejimin protestolar üzerinden değişeceğini düşünmüyorum. Piyasa baskısı evet, bu iktidarın tabanını daraltabilir ama ben öyle iktidarı devirecek kadar büyük bir ekonomik kriz öngörmüyorum. Zaten bu kadar otoriterleşmiş bir rejim de, öyle tek başına bir iktisadi kriz sonucu devrilmez. İşte Venezuela'da, çok kötü yönetilen bir ekonomiye rağmen iktidarın öyle ya da böyle ayakta kaldığını, desteği azaldığı durumda bile muhalefeti daha da zayıflatarak iktidarda kaldığını biliyoruz.
Dolayısıyla ne olabilir? Yani bence bu yöntemlerin hepsinin aynı anda, koordineli bir şekilde ve anlamlı siyasi eylemler üzerinden uygulamaya sokulması gerekiyor. Yani mesela, tabanda bir hoşnutsuzluk ortaya çıktığında, bu Yozgat'ta yürüyen çiftçiler olabilir. Başka bir yerde, fabrikadaki emekçilerin grevi ya da başlattığı bir eylem olabilir. Bir büyükşehirde, artan kiralara karşı eylemler veya kentsel dönüşüm projelerine karşı eylemler olabilir.
Bir şekilde, Cumhuriyet Halk Partisi’nin, yani bu rejimin ağır darbelerine maruz kalmış ve ayakta kalmış, mağduriyeti de mağduriyet zırhını ve milli iradeyi temsil etme özelliğini üstüne almış Cumhuriyet Halk Partisi’nin, bütün bu toplumsal hoşnutsuzluk vakalarının yanında olması ve o vakaları kendi yaşadığı baskı ve sorunlarla eşleştirerek eylem yapması gerekiyor.
Mesela, tabanda bir hoşnutsuzluk ortaya çıktığında, bu Yozgat'ta yürüyen çiftçiler olabilir ya da başka bir yerde fabrikadaki emekçilerin grevi ya da başlattığı bir eylem olabilir. Bir büyükşehirde, artan kiralara karşı eylemler veya kentsel dönüşüm projelerine karşı eylemler de söz konusu olabilir. Cumhuriyet Halk Partisi, bu rejimin ağır darbelerine maruz kalmış ve ayakta kalmış olan bir partidir. Bu nedenle, mağduriyeti ve milli iradeyi temsil etme özelliğini üzerine almış Cumhuriyet Halk Partisi’nin, tüm bu toplumsal hoşnutsuzluk vakalarının yanında olması ve o vakaları kendi yaşadığı baskı ve sorunlarla eşleştirerek eylem yapması gerekiyor.
Cumhuriyet Halk Partisi, bu bozuk düzenden, otoriter, baskıcı ve kötü yönetim sahibi olan rejimden tokat yiyen, haksızlığa uğrayan herkesin yanında olmalı ve o eylemler çıktığında o eylemleri büyütecek bir çarpan etkisi yaratmalıdır. Dolayısıyla, bu miting siyasetinin hedefinin net bir şekilde belirlenmesi gerekiyor.
İkinci nokta olarak, mitinglerle birlikte Cumhuriyet Halk Partisi’nin örgütsel dinamizminin artırılması gerekiyor. İstanbul bu açıdan iyi bir örnek. İstanbul'da il yönetimi değiştikten sonra, Ekrem İmamoğlu ile daha koordineli hareket edebilen bir yeni yönetim ortaya çıktı. Bu, gerçekten eylemlerde de kendini gösteriyor; artık örgütü harekete geçiren, kalabalık mitingler yapabilen ve birçok yere aynı anda yetişebilen bir örgüt haline geldi. Ancak, Cumhuriyet Halk Partisi’nin her örgütü ne yazık ki bu seviyede değil.
Hemen Ankara örneği aklıma geliyor. Diğer kötü örnekler de bulunabilir, fakat Ankara gerçekten Kılıçdaroğlu yönetimini bu kadar güzel temsil eder mi? Sokaktan korkan, hiçbir anlamlı eylemin içine giremeyen ve kendi seçmeniyle bile ters düşen, kavga eden, vurdumduymaz bir tavır sergileyen bir il örgütü var. Elbette tüm örgüt üyelerini kastetmiyorum; işini iyi yapanları tenzih ederim. Ancak il yönetimi açısından orada ciddi bir sorunun olduğu uzun süredir belli.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin acilen örgütsel kapasitesini artırması gerekiyor. Bu eylemleri daha güçlü bir şekilde yapabilmesi için, topluma daha iyi ulaşabilmek, toplumsal dinamiklere hitap edebilmek, daha iyi bir kampanya süreci yürütebilmek, sandıkları koruyabilmek ve eğer önümüzdeki seçimlerde bir hile teşebbüsü olursa, bu hileyi ortaya çıkaracak ve o hile karşısında mücadele edecek bir yapı oluşturması şart.
Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi'nin acilen örgütsel kapasitesini arttırması gerekiyor. Bu eylemleri daha güçlü bir şekilde yapabilmesi için topluma, toplumun kılacağı damarlarına ulaşabilmesi için, daha iyi kampanya süreçleri yürütebilmek, sandıkları muhafaza edebilmek ve eğer önümüzdeki seçimlerde bir hile teşebbüsü olursa, bu durum benim artık en korktuğum gelişmelerden biri haline geldi. O hileyi ortaya çıkaracak ve o hile karşısında mücadele edecek bir örgüt kapasitesine ihtiyacı var Cumhuriyet Halk Partisi'nin.
Bu, ikinci ana madde olarak koyayım. Üçüncü ana madde ise, artık Cumhuriyet Halk Partisi'nin eleştirmenin ötesine geçmesi gerekiyor. Yozgat'ta çok önemli bir eylem yapıldı. Yozgat'taki eyleme daha çok çiftçiler ve tarım ekonomisinden beslenen yurttaşlar katıldı. Peki, Cumhuriyet Halk Partisi onlara ne vadediyor? Yani 20. yüzyıl Türkiye'sinde Cumhuriyet Halk Partisi'nin tarım politikası nedir?
Özgür Özel, haklı olarak 19 Mart darbesinin bir dış politika ayağı olduğunu ya da bir uluslararası ayağı olduğunu söylüyor. Peki, Cumhuriyet Halk Partisi'nin alternatif dış politikası nedir? Cumhuriyet Halk Partisi ekonominin, haklı olarak, çok kötü yönetildiğini iddia ediyor. Cumhuriyet Halk Partisi'nin alternatif ekonomi politikası nedir? Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi'nin acilen bu iktidardan kendisini somut öneriler ve bir programı seçmenlerin gündemine getirerek ayrıştırması ve bu programı etkili bir şekilde yürütecek kadroları yavaş yavaş seçmenler karşısına çıkarması gerekiyor.
Önümüzdeki olağan kurultay, bu açıdan Özgür Özel yönetimi için büyük bir fırsat ama aynı zamanda bir sınavdır. Cumhuriyet Halk Partisi'nin acilen yeni kadrolara ihtiyacı var. Yeni kadrolar derken, bu kadrolar şu an Cumhuriyet Halk Partisi içinde siyaset yapıyor da olabilir; ancak en azından üst yönetimin, parti meclisinin biraz daha değişmesi gerekiyor. Çok uzun süredir kendi alanlarında yetkin insanların çoğu Cumhuriyet Halk Partisi'nde üst düzeyde siyaset yapmıyor. Tek tek isim vermeyeyim, ama farklı meslek gruplarından CHP'de siyaset yapan isimler var. Avukatlar en iyi avukat mı? Doktorlar en iyi doktor mu? Yani mesleğini de çok iyi icra eden ve onun üzerinden aldığı meşruiyeti, kapasiteyi, önerileri, beceri setini siyasete taşıyan isimler mi?
Bazı isimlerde güzel, doğru olumlu örnekler var. Ancak bazı isimlerde bunu görmüyoruz. Dolayısıyla kadroların yenilenmesi ve yeni...
Çok uzun süredir kendi alanlarında yetkin insanların çoğu Cumhuriyet Halk Partisi'nde üst düzeyde siyaset yapmıyor. Tek tek isim vermeyeyim ama tabii ki farklı meslek gruplarından CHP'de siyaset yapan isimler var. Avukatlar, en iyi avukat mı? Doktorlar, en iyi doktor mu? Yani, mesleğini de çok iyi icra eden ve onun üzerinden aldığı meşruiyeti, kapasiteyi, önerileri ve beceri setini siyasete taşıyan isimler mi? Bazı isimlerde güzel, doğru, olumlu örnekler var; bazı isimlerde bunu görmüyoruz. Dolayısıyla, kadroların yenilenmesi ve yeni bir programın ortaya çıkması gerekiyor.
E tabii, bütün bunları yaparken Ekrem İmamoğlu'na özgürlük; Ekrem İmamoğlu ve tabii onunla birlikte hapsedilen siyasetçilere —yani Cumhuriyet Halk Partisi şu noktada kesinlikle bir aday tartışmasını açmaması gerekiyor. Cumhuriyet Halk Partisi'nin bir adayı var. O aday ön seçimden çıktı. Dolayısıyla, partinin kendi içinde bir birlik tablosunu söylem düzeyinde değil, pratikte de eylemler aracılığıyla muhafaza etmesi ve bunu seçmenlere göstermesi gerekiyor.
Bunu da bir dört madde olarak söyleyeyim. Son olarak, yani bu iktidarın herhangi bir noktada baskı politikasını arttırması durumunda, hemen Cumhuriyet Halk Partisi'nin tepki göstermesi lazım. Yani, RTÜK bir iktidar güdümünde olmayan kanalı mı kapattı? Hemen o engeli aşacak şekilde, yeri geldiğinde kitleleri de harekete geçirerek tepki Cumhuriyet Halk Partisi'nden gelmeli. İşte, 23 Nisan mitingi yapılmasına Ankara Valiliği izin vermedi mi? O zaman Cumhuriyet Halk Partisi, o engeli aşacak şekilde seçmenlerini harekete geçirmesi gerekiyor ki bu iktidarın belirlediği sınırlar ve onun yarattığı korku duvarı aşılsın.
Ben, bunun aşılmaya başladığını görüyorum. Dolayısıyla, bu cevabımda Cumhuriyet Halk Partisi'ne yönelik bazı eleştirilerimi de paylaştım. Ama bir taraftan da Cumhuriyet Halk Partisi'nin çok doğru yaptığı birçok iş var. Her şeyden önce, 23 senedir devam eden bir iktidar var ve giderek sertleşiyor. Buna rağmen Cumhuriyet Halk Partisi ayakta; başka birçok parti ayakta kalamadı. İşte, biraz önce İlkan söyledi. Den Parti, Haziran 2015 seçimlerinden beri o dönem HDP'ydi. Oy kaybediyor. İyi Parti bir ara yükseldi ama sonrasında o yükseliş trendi durdu ve şu an oy kaybediyor. Yeniden Refah Partisi çok hızlı bir şekilde %6.2 oy oranına ulaştı, sonra tekrar gerilemeye başladı.
Yani, bu iktidar karşısında ayakta kalabilmek, insanlara umut vermek, oyunu arttırmak, belediye kazanmak, bu mücadeleyi yürütmek, kayyumu engellemek bunlar...
Her şeyden önce, 23 senedir devam eden bir iktidar var ve bu iktidar giderek sertleşiyor. Buna rağmen Cumhuriyet Halk Partisi ayakta; başka birçok parti ayakta kalamadı. İşte biraz önce İlkan söyledi, Den Partisi, Haziran 2015 seçimlerinden beri o dönem HDP'ydi ve oy kaybediyor. İyi Parti bir ara yükseldi ama sonrasında o yükseliş trendi durdu ve şu an oy kaybediyor. Yeniden Refah Partisi ise çok hızlı bir şekilde %6.2 oy oranına ulaştı, sonra tekrar gerilemeye başladı.
Yani bu iktidar karşısında ayakta kalabilmek, insanlara umut vermek, oyunu arttırmak, belediye kazanmak, bu mücadeleyi yürütmek ve kayyumu engellemek hiç kolay işler değil. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi'nin doğru yaptığı birçok iş de var. Ancak vitesi nasıl ki iktidarın baskı politikası artıyorsa, Cumhuriyet Halk Partisi'nin de vitesini arttırması büyük bir ihtiyaç.
Evet, İlkan, şimdi sana senin bir sözünü soracağım. Türkiye'deki muhalefet dünyadaki diğer muhalefetlere örnek almayacak, demiştin. O yüzden o kısmına giremiyorum ama o konuda biraz daha derinleşirsin diye düşünüyorum. Sence muhalefet başka nasıl yollar izleyebilir? Neler görüyorsun, neler düşünüyorsun? Onu merak ediyorum.
Bu güzel bir soru. Bir defa şunu söyleyeyim; Türkiye'deki muhalefetin dünyada bir müttefiki yok. Yani kurumsal olarak, Türkiye'deki muhalefetin bu son protestolarını ciddi olarak görmeye başladıkları için, dünyadaki basın, entelektüeller ve demokrat muhalif çevreler Türkiye'deki muhalefete biraz ilgi göstermeye başladılar. Berk Hoca'yı arıyorlardır muhtemelen. Bana geliyorlar, biraz daha fazla bir ilgi alaka var. Mesela yerel seçimden sonra bu kadar bir ilgi alaka yoktu; onu da söyleyebilirim.
Mukayeseli olarak, yerel seçim başarısı o kadar heyecan yaratmamıştı dünyada. Çünkü şöyle bir şey var; kendi adıma 2015 sonrasında birazcık daha uluslararası isimlerle temasa geçtim. Türkiye'deki muhalifler 10 birim umutluysa, Türkiye'deki bir iktidar değişiminden, yurt dışından bakanlar Türkiye'ye bir birim umutluydu veyahut da eksik umutluydular. Çünkü şöyle bakıyorlardı; onların Türkiye'ye baktığı zaman gördüğü şey Recep Tayyip Erdoğan'dı. Yani orada net bir şekilde ve şu an Türkiye'de Recep Tayyip Erdoğan dışında bir şeyler var.
Mesela haritada Konya'ya baktığımızda turuncu görüyoruz ama turuncunun arkasında belki %25-30 kırmızı var. Orada CHP'li insanlar var.
Yani, Türkiye'deki muhalifler 10 birim umutluysa, Türkiye'deki bir iktidar değişiminden yurt dışından bakanlar Türkiye'ye 1 birim umutluydılar veya hani eksi umutluydular. Çünkü şöyle bakıyorlardı. Onların Türkiye’ye baktığı zaman gördüğü şey Recep Tayyip Erdoğan'dı. Yani orada net bir şekilde. Ve şu an Türkiye'de, Recep Tayyip Erdoğan dışında bir şeyler de var. Yani bizim haritada, mesela Konya'ya bakarız, turuncu görürüz ama turuncunun arkasında belki %25-30 kırmızı var. Orada CHP'li insanlar var. İşte, mayıs ayının başında göreceğiz oradaki o insanları.
İşte, Yozgat'a bakarız, turuncu görürüz. O turuncunun arkasında bir kırmızı var aslında. Bugün orada o mitingde onlar görüldü. Yurt dışından da Türkiye’ye bakınca dev bir turuncu görüyorlar aslında. Tayyip Erdoğan'ı görüyorlar ama onun arkasında aslında %48 bir muhalefet vardı, geçen seçimde bile en azından. Şimdi, yerel seçimde bambaşka; %50'lerin üzerinde bir muhalefet vardı. Şimdi bunu bir defa gösteriyorsunuz dünyaya. Bunun kendisinin bir etkisi var ve dünya buradan ilham alıyor.
Yani, Türkiye'deki muhalefet, mesela şöyle söyleyeyim; yurt dışındaki muhalefet asla fonlanmıyor. Mesela, Türkiye'deki muhalefet hep böyle dünyada bu tarz bir eleştiri vardır. O eleştiriden mesela azad dünyada, ne Rusçu ne Amerikancı, herhangi bir kanattan bakıldığı zaman, öyle bir eleştiri yapılamaz. E ırkçı bir bağlamı yok. Yani, çok aşırı sert bakmadığınız zaman, Türkiye'deki muhalefetin nispeten dünyadaki muhalif diğer şeylere göre, hareketlere göre çok daha meşru, çok daha rahat özdeşleşilebilir bir tarafı var.
Zaten şu anda çok rahat kopyalanıyor Türkiye'deki muhalefet bence eylemlilik haliyle diye düşünüyorum. Dünyada, şu an çünkü establishment'lar, müesses nizamlar çürüme aşamasında; bunun karşısındaki muhalefet de aşırı sağdan geliyor. O yüzden demokrat muhalif çevrelerin kendilerini yakın görecekleri bir muhalif hareket bile dünyada çok yok şu anda. Yani, birçok insan kendini yalnız görüyor. Trump'ın yarattığı baskı yavaş yavaş dünyaya yayılmış durumda. Biz bunun sıkıntısını yaşıyoruz.
Türkiye içerisinde de şöyle söyleyeyim; şimdi sertlik, muhalefetin enstrümanlarından birisi bile olabilir. Ben o kadar reddetmiyorum. Ama ne zaman, nerede, niçin? Yani, daha önce az önce ifade ettim yayında. Yani, şu anki eylemler halkın kalanına konuşan eylemler ilk başta. Arkasından dünyanın kalanına konuşan eylemleri. Yani şu an, şöyle söyleyeyim; mayıs ayının başında Ankara'da...
Türkiye içerisinde de şöyle söyleyeyim: Sertlik muhalefetin enstrümanlarından biri bile olabilir. Ben o kadar reddetmiyorum ama ne zaman, nerede, niçin? Yani daha önce de ifade ettiğim gibi, şu anki eylemler halkın kalanına konuşan eylemler. İlk başta, ardından dünyanın kalanına konuşan eylemler geliyor. Mayıs ayının başında, Ankara'da, daha doğrusu Konya'da, Mayıs ayının ilk cumartesi günü eylem yapacak insanlar aslında önce Konyalılara, o mitinge gelmeyen insanlara karşı bir şey söylemiş olacaklar. "Bakın biz Konya'da yaşıyoruz, bu mitinge geldik, siz de gelebilirdiniz" diyecekler. Konyalı birçok insan "Biz bu mitinge gitmedik ama bak bu kadar insan gitmiş, gitsek olurmuş" diye düşünecek. Yani orada o hissi yaratmak için o insanlar oraya gidiyorlar.
Mesela yarın Cumhuriyet Halk Partisi'nin Çorum mitinginde ya da Kayseri mitinginde, belki Konya'da insanlar gitmiş olacak. "Biz Çorum'da, Kayseri'de daha fazla insan belki gideriz" diye heyecanlanacaklar. O hissi yaratmak için orada bulunacaklar. 86 milyona konuşacak orası aslında. Yani bir Adalet ve Kalkınma Partili, İzmirli bir kişi bakacak, "Ya Konya'da bile CHP bu kadar toplayabiliyor demek ki" diye düşünecek ve kafasında şüphe doğuracak. İlk amaç bu zaten. Bunu görmek lazım. Yani burada hepsinin küçük küçük etkileri var.
Bu eylemlerin devamında şunu söyleyelim: İmza, bir metot olarak vardı. Ama dikkat edin, imza işi ön seçimden daha başarısız gidiyor şu anda. Neden? Çünkü mesela ön seçimde bir kuyruk vardı. Kuyruğa baktığınızda kendinizi orada görüyordunuz. "Ben bir şeyin parçasıyım" diyordunuz. Oysa imza işlemi fazla bireysel kaldı. Hala sayılar açıklanıyor. Bunu belki illerarası bir yarışla, bireysellikten çıkartıp daha toplumsal hale getirmek lazım. İnsanların yan yana gelmesi lazım. Mesela ön seçim ne kadar heyecan yarattı. Orada sabah gidip kuyruklara girdiğimizde, o kuyruğa girdiğiniz anda yalnız olmadığınızı hissediyorsunuz. Hatta iki kuyruğa bölündük; CHP üyeleri ilk defa kendilerini biraz elit hissettiler ve farklı kuyruğa girdiler. Bunun yarattığı bir hava var. "İyi ki üye olmuşum," dediler. Bu bile bir etki yaratıyor.
Ben bu eylemlilik biçimlerinde şunu söyleyeyim: Farklı hareketler arasında...
Mesela bakın, ön seçim ne kadar heyecan yarattı. Orada ilk sabah kuyruklara girdik. O kuyruğa girdiğiniz anda yalnız olmadığınızı, hatta iki kuyruğa bölündüğünüzü hissediyorsunuz. CHP üyeleri ilk defa kendilerini biraz elit hissettiler. Farklı kuyruğa girdiler ve bunun yarattığı bir havayı hissettiler. "İyi ki üye olmuşum," dediler. Bunun yarattığı bir etki bile var.
Farklı eylem biçimlerinde, örneğin Cumhuriyet Halk Partisi'nin belediyeleri var. Belediyeler, vatandaşları çağırabilir ve gönüllü hizmetlerde kullanabilirler. Mesela, imza veren gönüllüler ilacı temizleyebilir, ağaç dikebilirler. Çok net bir şekilde söylüyorum; farklı farklı eylem metotları var. Şu anki insanlar, ciddi anlamda belli bir aşevi kurabilir veya çorba dağıtabilirler. Bu tarz tekil, halkın kalanına karşı iyilik içeren eylemler yapılabilir diye düşünüyorum.
Belki öğrencilerin bazı sorunları giderilebilir. Yaşlılara dair bazı katkılar sağlanabilir. Toplumun kalanına karşı pozitif sinyaller veren eylem metotları da eklenebilir. Çok kişinin katılacağı etkinlikler olmalı. Tabii iktidarın baskısı çok büyük. Yani birçok öğrencinin bursunun kesildiği söyleniyor. Biz de kendi aramızda arkadaşlarla konuşuyoruz; nasıl bir fon oluşturulsa insanlar para verse diye. Şimdi iktidar buna el koyuyor. Yani gerçekten zor bir iş.
Şu anda, dayanışmak da kolay değil. En rahat dayanışma yolu şöyle bir şey var: biraz ekranlardan, televizyonlardan uzaklaşıp insanların yan yana, birbirleriyle yüz yüze, konuşabilecekleri, görüşecekleri, temas edebilecekleri alanlar yaratılması lazım. Eylemler öylelikle daha anlamlı, daha rahat olur.
Çünkü sonuçta bugün işte Melis Berk İkan Türkiye'de, tırnak içinde, iletişim başkanlığının denetiminde bir yayın yapıyor. Rütük'ün denetiminde bir yayın yapılıyor. AKP'ye yakın mahkemelerin denetiminde bir yayın yapılıyor. Biz belli sınırlar içindeyiz; bu sınırlar içerisinde konuşuyoruz. Bakın, Daktilo da denetim altında ve her şey sorgulanıyor. Bu gerçekliğin içinde konuşmalıyız. Daha özgür olduğumuz alan, sokakta birebir karşılaştığımız alan. O alanların boyutlarını arttırmalıyız.
Sonuçta bugün Melis Berk İkan Türkiye'de iletişim başkanlığının denetiminde bir yayın yapılıyor. Rütük'ün denetiminde bir yayın yapılıyor. AKP'ye yakın mahkemelerin denetiminde bir yayın yapılıyor; belli sınırlar altındayız biz bunlara. Bunlar içerisinde belli sınırlar içerisinde konuşuyoruz. Bugün bakın, Daktilo denetim altında, her şey sorgulanıyor. Bu gerçekliğin içerisinde konuşalım. Daha özgür olduğumuz alan, bizim sokakta birebir karşılaştığımız alan. O alanların boyutlarını artırmamız gerekiyor diye düşünüyorum.
Yani imza işini de daha bir aradalıkla sürdürmek lazım. İmza attığınız anda fotoğrafınızı çekebilir ve onu paylaşabilirsiniz. Belki Instagram böyle kullanılabilir. Bunun gibi şeyler, yani bunun yanına bir şeyler eklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Ekrem Bey'in seçim ofisleri konusu vardı. O belki toplanma yerlerine dönüşebilir. Ekrem Bey'in seçim ofislerinde, yazarlar, çizerler, akademisyenler gider, konuşurlar. Müzisyenler gelir, müziklerini yaparlar. Belki başka etkinlikler orada yapılabilir. Bunun yanında, bazı temel gıda konularında dağıtımlar yapılabilir. Kent lokantasıyla Ekrem İnce özdeşleşiyor. Orada ona benzer bir yapı kurulabilir.
Bu gibi şeyler sağlanabilir diye düşünüyorum. Açıkçası ben, çoklu ve sürdürülebilir eylem metotlarına ihtiyacım var. Tabii ki mitingler devam etmeli, reaksiyon vermeye devam edilmeli. Bunlar da %1 üstel. Buradaki baskının devam etmesi gerektiğini düşünüyorum. Şunu söylemek lazım; normalleştirmemek gerekiyor. Gerçekten normalleştirmemek gerekiyor.
Şunu gördük, Ümit Aysalu cezaevine girdi. Arkasından 70 günü geçiyordu. Eğer Ekrem Bey'in de başına bunlar gelmeseydi, neredeyse unutulacaktı. Selahattin Demirtaş'ın içeride kalmasının etkisini görüyoruz şu anda. O baskı, ağır bir baskı. O baskıya direniyor insanlar. Cezaevi zor bir süreç. Kendi adıma söyledim, Sırrı Bey'in şu anki sağlık durumundaki sorunların arkasında bile 12 Eylül'deki işkenceler var. Bunlar insanın hayatını zarar görüyor. Bunu görmek lazım.
O yüzden, Ekrem Bey ve arkadaşlarının direncini tutmak için dışarıda bir reaksiyonun sürekli olması gerekiyor. Açık konuşalım, herkes bir insan ve o mücadeleyi boşuna vermediğini hissetmesi gerekiyor.
O yüzden de Ekrem Bey ve arkadaşlarının direncini tutmak için dışarıda sürekli bir reaksiyonun olması gerekiyor. Açık konuşalım, herkes bir insan ve o mücadeleyi boşuna vermediğini hissetmesi gerekiyor. Kendimize de bunu hissettirmemiz gerekiyor. Ortada başka bir insan yok, bize yardım edecek. Dışarıdan bir destek falan gelmeyecek. Devlet kurumları hiçbir muhalefetin yanında olmayacak. Bunu bilerek hareket etmek gerektiğini düşünüyorum.
Evet, teşekkürler yanıtın için. Şimdi Berk Hocam, oldukça uzun konuştum, kusura bakmayın. Ama eklemek istediğiniz son olarak bir şey varsa onu almak isteriz.
Aslında bence gündeme dair birçok önemli meseleyi konuştuk. O açıdan, Melis, soruların için hem sana hem de tabii ki İlke’ye çok teşekkür ediyorum. Çok keyifli bir program oldu. Ben zaten uzun süredir sizin programları takip etmeye çalışıyorum. Bu açıdan konuk olmaktan dolayı çok mutluyum.
Belki şöyle genel bir toparlayıcı görüş paylaşabilirim; çok zor bir dönemden geçiyoruz. Bir kez bunu normalleştirmeden ama konunun ciddiyetine de vakıf olarak belirtmek gerekiyor. Bunu başka katıldığım yayınlarda da söylüyorum. 1950 yılından beri hiçbir sivil iktidar yönetimi altında bu kadar sert, baskıcı ve nereye gittiği belli olmayan, sonunun yakın zamanda gelmeyeceği bir yönetimle karşılaşmamıştık ya da bir iktidarla karşılaşmamıştık. O açıdan çok zor bir işe giriyoruz. Girmiş durumdayız. Türkiye'nin tekrar demokratik bir rejime sahip olması gerektiğini isteyen insanlar olarak o mücadelenin parçasıyız. Biraz önce İlke'nin o yorumuna aynen katılıyorum. Ne yazık ki dış dünyada CHP'nin ya da burada muhalefetin sırtını dayayabileceği, destek alabileceği, bir işbirliğine girebileceği hiçbir kurumsal ortak yok.
O yüzden bu mücadeleyi yalnız bir şekilde yapıyoruz. En azından Türkiye'de yapıyoruz. O açıdan işimiz zor. Ama bir taraftan da belki şimdi saydığımda çok soyut gelebilecek ama Türkiye toplumunun çok ciddi demokratik kazanımları var ve bir demokrasi bakiyesi var. En azından buna sırtını dayayarak bu mücadeleyi vermeliyiz.
Son yıllarda, hiçbir sivil iktidar yönetimi altında bu kadar sert, baskıcı ve nereye gittiği belli olmayan, sonunun da yakın zamanda gelmeyeceği bir iktidar ile karşılaşmamıştık. O açıdan çok zor bir işe girişmiş durumdayız. Türkiye'nin yeniden demokratik bir rejime sahip olması gerektiğini isteyen kişiler olarak, o mücadelenin parçası olan insanlar olarak, biraz önce İl'in o yorumuna aynen katılıyorum.
Ne yazık ki, dış dünyada CHP'nin ya da burada muhalefetin sırtını dayayabileceği, destek alabileceği, bir işbirliğine girebileceği hiçbir kurumsal ortak yok. Bu yüzden bu mücadeleyi yalnız bir şekilde yapıyoruz; en azından Türkiye'de yapıyoruz. O açıdan işimiz zor ama belki şimdi saydığımda çok soyut gelebilecek fakat Türkiye toplumunun çok ciddi demokratik kazanımları var ve bir demokrasi bakiyesi mevcut. En azından buna sırtını dayayarak bu mücadeleyi vereceğiz.
Türkiye'nin 100 yıllık bir anayasa geleneği var; kesintilere uğrasa da, en azından 100 küsur senedir devam eden bir parlamenter yönetim deneyimi var. 1950 yılından beri süregelen çok partili siyasi hayatı bulunuyor. Güçlü siyasi partileri mevcut. 100 küsur senelik geçmişe sahip olan Cumhuriyet Halk Partisi var ki onun öncesine gidilebilir. Dolayısıyla, siyasi mücadele, rekabet ve sandık aracılığıyla iktidarı değiştirme gibi konular, toplumda kök salmış tecrübeler. Bunları tamamen ortadan kaldırmak hiçbir iktidar için kolay değil.
Öte yandan, Türkiye'nin çok daha kapalı veya bizden daha otoriter vakalarla karşılaştırıldığında devlet kapasitesi yüksek, ekonomik kalkınmışlık seviyesi de yüksek; ayrıca bir rantiye devleti değil. Yani zengin yeraltı kaynakları yok. O açıdan, çok zor bir demokratikleşme mücadelesi içerisinde olmamıza rağmen, ben bu mücadeleyi başarıya ulaştıracak bazı faktörlere sahip olduğumuzu düşünüyorum. Dolayısıyla moral bozmadan, fakat içinde bulunduğumuz durumu da hafife almadan mücadele etmeli.
Bu açıdan, akademide, sivil toplumda, medya alanında ve siyaset alanında bulunan insanlara çok iş düşüyor. Farklı görevler söz konusu. Gelen yorumları takip ederken, bir konuyu eleştirdiğimde, bu eleştiriyi beğenmeyen birinin çok konforlu bir yerden konuştuğunu düşünebiliyor. Örneğin, bu tarz bir yaklaşım bence Türkiye'deki demokratikleşme mücadelesine hiçbir katkı sağlamaz. Bir eleştiri ya doğrudur ya yanlıştır. Yanlışsa cevap verilir; eğer eleştiri doğruysa, o eleştirinin söylenme hakkını daha muhalefetteyken almak, amacın demokrasi olmadığını göstermektedir.
Hepimiz farklı riskler alıyoruz, farklı seviyelerde riskler alıyoruz. Bu kapsamda, isteyen herkesin bu mücadeleye katılacak imkanı var.
Şimdi gelen yorumları takip ederken, ben bir konuyu eleştirdiğimde tahminen o eleştiriyi beğenmeyen biri, çok konforlu bir yerden konuştuğum tespitinde bulunuyor. Mesela bu tarz düşünceler, bence Türkiye'deki demokratikleşme mücadelesine hiçbir katkı sağlamaz. Yani bir eleştiri ya doğrudur ya yanlıştır. Yanlışsa cevap verilir. Eğer eleştiri doğruysa, o eleştirinin söylenme hakkını daha muhalefetteyken almak, zaten amacın demokrasi olmadığını gösterir.
Öte yandan, hepimiz farklı riskler alıyoruz. Farklı seviyelerde riskler alıyoruz. Bu kapsamda, isteyen herkesin bu mücadeleye katılacak imkanı var ve bence buna çok ihtiyacımız var. Bundan sonraki süreçte, ben bu konuları çalışan, gündemi takip eden, bu konulara kafa yoran bir akademisyen olarak, en iyi yapabildiğimi düşündüğüm şeyi yapıyorum. O da var olan durumu analiz etmeye çalışmak.
Bir siyasi aktörünün hata yaptığını düşünürsem, onu eleştiriyorum. O eleştirilerle birlikte genellikle de bir öneri ya da bir öneri seti ortaya koymaya çalışıyorum. Ben bunun ötesine bir şey yapamam. Bir akademisyen olarak, tabii ki bir siyasetçinin, ya da siyasette uğraşan bir kişinin, hem o eleştiriye açık olması gerekiyor hem de o eleştirilerden beslenerek, daha iyi işler yapacak bir olgunluğa sahip olması gerekiyor.
Bütün bunları söyledikten sonra, uzun vadede iyimser olduğumu da belirtmek istiyorum. Bu mücadelenin süreceğini düşünüyorum, hiçbir yere gitmiyoruz ve buradayız. Özellikle bu toplumsal mücadele eğer sürdürülebilir hale gelirse, ben Türkiye'nin çok şaşırtıcı bir demokratikleşme hikayesini yazabileceğini düşünüyorum. O açıdan, bir süredir dünya siyasetine devam eden otoriterleşme dalgasını belki de kıran ilk ülkelerden biri olabiliriz. Onun için moral bozmadan ayakta kalmak gerekiyor.
Tekrardan davetiniz için çok teşekkür ederim, çok da keyifli oldu benim için. Hocam, biz çok teşekkür ederiz bu yoğun programınızda bizi kırmayıp geldiğiniz için. Çok keyifli oldu gerçekten. Nikan, sana da çok teşekkür ediyorum her gün aşağı yukarı program yaptığın için. Çok sağ ol.
İzleyicilerimize de tabii ki çok teşekkür ediyorum, bizimle bu saate kadar yayında kaldıkları için. Özel birkaç teşekkürüm var; yabancıya 10 katıl üyeliği hediyesi, Murat Yaşar Akar'a 10 katıl üyeliği hediyesi için teşekkür ediyoruz. Muharrem Palaz katıl üyeliğini yenilemiş, 32 aydır katıl üyemizmiş. Teşekkür ediyoruz. Ayrıca Vini DTS'a ve Mustafa Özgen'e süper chat destekleri için teşekkür ederiz.
Tekrardan davetiniz için çok teşekkür ederim. Çok da keyifli oldu benim için. Hocam, biz de çok teşekkür ederiz, bu yoğun programınızda bizi kırmayıp geldiğiniz için. Gerçekten çok keyifli oldu.
Nikan, sana da çok teşekkür ediyorum; her gün aşağı yukarı bölümle program yaptığın için. Çok sağ ol.
İzleyicilerimize de tabii ki çok teşekkür ediyorum, bizimle bu saate kadar yayında kaldıkları için. Özel birkaç teşekkürüm var, onu yapayım: Yabancıya 10 katıl üyeliği hediyesi. Murat Yaşar Akar'a 10 katıl üyeliği hediyesi için teşekkür ediyoruz. Muharrem Palaz katıl üyeliğini yenilemiş; 32 aydır katıl üyemizmiş. Teşekkür ediyoruz.
Ayrıca, Vini DTS'a ve Mustafa Özgen'e süper chat destekleri için teşekkür ederiz. Hüsnü Ünlü de katıl üyeliğini yenilemiş; 39 aydır katıl üyemiş. Teşekkür ediyoruz.
Dediğim gibi, bizi katıl butonundan ve açıklamalardaki Patreon linkinden destekleyebilirsiniz. Herkese teşekkürler. İyi geceler. Görüşmek üzere.