Bu akşam çok değerli bir konuğumuz var: Sayın Bekir Ödemiş. Hoş geldiniz, hocam.
Hoş bulduk. Mehmet Bey, nasılsınız?
Teşekkür ederim, siz nasılsınız?
Ben de çok iyiyim, teşekkür ederim. Eminim herkes sizi tanıyor; hem siyasi kimliğinizle hem bürokrat kimliğinizle, eski Ürgüp belediye başkanınız döneminde yaptıklarınızla. Ama ben gene de hani bu girişte sizin profesyonelliğinizle ilgili de bir iki cümle etmek istedim. Bekir hocam, jeoloji mühendisi ve kamu yönetimi konusunda yüksek lisans yapmış. Yani hem alaylı hem mektepli, hem siyasetçi hem bürokrat. Dolayısıyla, doğru insanla bu akşam sohbet edeceğiz. Tekrar hoş geldiniz.
Hoş bulduk.
Bu akşam, 75. madde ve 77. madde ile ilgili görüşlerinizi alacağım; ama önce isterseniz "kent" nedir, bir cümle; "belediye" nedir, bir cümle? İsterseniz ben böyle kelimeleri söyleyeyim, siz de başlarsınız. Böyle bir ısınma turu da yapmış oluruz. Hocam, kent nedir?
Tabii, öncelikle ben de sizin aracılığınızla yayını başında bizi izleyen değerli dostlarıma güzel akşamda sevgilerimi ve saygılarımı iletiyorum. Kent, yaşadığımız yer; aslında nefes alıp verdiğimiz yerdir kent. Ben öyle görüyorum kenti. Ama tabii kentin pek çok kavramı var. Şehircilik ilkeleri açısından tanımı var; Antik Yunan'da tanımı var. İşte, demokrasinin özgürleştiği, nefes aldığı, olgunlaştığı mekanlardır. Kent, özgürlük alanıdır. Yani pek çok tanım var ama yaşadığımız yer aslında. G pek, bu yaşadığımız yeri ölçek olarak ele alabilirsiniz; dediğiniz gibi, yani ölçek olarak işte köy, belde, ilçe ve şehir olmak üzere, metropol şehir olmak üzere, ölçeksel olarak da bakılabilir. Ama ben sonuçta onu yaşadığımız yer diye tanımlıyorum. Çoğu belediye başkanından bahsederken de ölçeğine bakmaksızın hep onunla ilgili yorumu yaparken kent diye yaparım.
Ben bu kent yorumunu, açıkçası, fiziki anlamda söylemiyorum. Kültürel anlamda söylüyorum. Yani, kültürel anlamda söylerken de oranın var olan geleneksel özgün dokusunu yok sayacak bir saygısızlık değil. Onu yok saymadan, ama kentin kültürel dokusunda ona eklerek, belki varmak istediği bir çağdaş insan profilini, hayalini o tanımla olgunlaştırmaya çalışıyor.
Biraz uzattım zaten ama böyle bir tanım vermeye gayret ediyor. Bu, birlikte yaşadığımız yer; hani bu biraz önce sözünü ettiğim kitapta, kanun kitabında da "belde" diye geçiyor sonuçta. Bir de belediye var. Mesela, belediye nedir sizce?
Bu, birlikte yaşadığımız yer. Hani bu biraz önce sözünü ettiğim kitapta, kanun kitabında da belde diye geçiyor sonuçta. Bir de belediye var. Mesela belediye nedir sizce? Belediyede şudur: Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi, benim de mensubu olduğum, belediye başkanlığı görevinde yaptığım parti, 2014 yerel seçimleri için o günkü yönetim bir karar üretmişti. Dedi ki, bu seçimde, 2014 mali seçimlerde, aday adayı olmayı düşünen il genel meclisi, belediye meclisi ve belediye başkan aday adayları, müracaat için mutlaka partinin düzenlemiş olduğu eğitimden geçecek ve o eğitimde almış olduğu sertifikayı başvuru dosyasına koyacak. Bizlere de bu çerçevede parti okulunda görev verdiler.
Ben o dönemde yaklaşık 52 yılda, 5.000 üzerinde aday adayının eğitimini verdim. Eğitim sonucunda sohbet ediyoruz. Eski belediye başkanı olduğum için ben belediyeyi şöyle tanımlardım: Değerli katılımcı dostlara, partili arkadaşlarıma, "Belediye" kelimesini kazırsanız, altında "insan" yazar derdim. Şöyle tanımlardım: İnsanların her türlü ihtiyaçlarının müştereken görüldüğü bir ortak mekan. Yani insanın ihtiyaçlarının görüldüğü, genel ihtiyaçları dediniz.
Ben üçüncü kavram olarak, sohbeti ısındırmak adına "hemşeri" diyecektim. Siz dolayısıyla insanla o hemşeri kavramını duyunca ne aklınıza geliyor? Ürgüplü hemşehrileriniz, Ankaralı hemşehrileriniz... Ne dersiniz? Hemşehri kavramı, tabii Türkiye'de çok farklı şekilde kullanılıyor. Belki ona da sohbet içerisinde girebiliriz. Şimdi hemşehri dernekleri var, Ankara'da da çok sayıda. Hemşehri derneklerini ben tek taraflı değerlendirmiyorum. Bir başka boyuta girdim ama bir tarafa artı, bir tarafa eksi diyorum.
Yani artıyı şu anlamda ele alıyorum: Eğer kentte bir yönetişim ve katılımcılık anlayışı gelişecekse, kent yönetiminde hemşehri derneklerinin de bu konuda pozitif katkısı olabileceğini düşünüyorum. Ama bizdeki uygulandığı gibi veya yaşandığı gibi hemşehri dernekleri, kendi içerisinde bir klan yaratıp da onu bir şekilde siyasi, ekonomik veya başka türlü oportünizme dönüştürüyorsak, açıkçası bu Türkiye için de, demokrasi için de çok tehlikeli.
Ankara'da birçok hemşeri derneği var. Ben hemşeri derneklerini tek taraflı değerlendirmiyorum; buna başka bir boyuttan bakıyorum. Bir yandan artı, diğer yandan eksi olduğunu düşünüyorum. Artıyı, şehirde bir yönetişim ve katılımcılık anlayışının gelişebileceğini düşünerek ele alıyorum. Hemşehri derneklerinin, bu konuda pozitif katkı sağlayabileceğini düşünüyorum. Ancak bizdeki uygulamalara baktığımızda, eğer hemşeri dernekleri kendi içinde bir klan yaratıp bunu siyasi, ekonomik veya başka türlü bir oportünizme dönüştürüyorsa, bu Türkiye için de demokrasi için de tehlikeli bir durum.
Bu nedenle hemşeri kavramına eleştirel bir bakış açısıyla yaklaşmak gerekiyor. Belediye yasasının 13. maddesinde hemşeri kavramı geçiyor, ancak bunu şöyle tanımlayabiliriz: Aynı ölçekteki, aynı topraklar üzerinde bir arada yaşayan insan grubu. Hemşeri kavramı, derinliği olan ve tartışılması gereken bir kavram. Bizim gibi ülkeler açısından bu çok önemli.
Bütün amacımız, laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni ve 21. yüzyılı inşa etmekse, kritik kavramların altını çizmek lazım. Hemşeriklik tarifini yaparken, katılımdan bahsettiniz. Katılım, demokrasinin gereğidir. Dolayısıyla demokrasi, katılım derken haklar meselesi gündeme geliyor.
Tüm bu programlardan amacımız, haklarımızın farkına varabilmek. Anayasa kötü, bu kanun kötü, mevzuat kötü, kurumlar kötü derken, asıl önemli olan, bize verilmiş hakların farkına varmak ve bunları içselleştirip anlamlandırmak. Hak deyince hemşehrilerin hakları ve sorumlulukları akla geliyor. Bugüne kadar belediye başkanlığı yaptığınız için, Ürgüplü hemşehrilerin ya da şu an Ankara'da yaşayan Ankaralıların hakları ve sorumlulukları hakkında ne söylemek istersiniz?
Somut bir şekilde ifade etmek gerekirse, çoğu hemşehrinin ne haklarının farkında ne de sorumluluklarının. Geçmiş deneyimlerimden yola çıkarak üzülerek söyleyebilirim ki, bunca yıllık yaşamım ve deneyimim sonucunda, Çankaya'daki 60 yıllık yaşamımın 55 yılı burada geçti. Çankaya, Türkiye genelinde ve Ankara ölçeğinde eğitim ve kültür seviyesi açısından yüksek bir bölge. Burada yaklaşık 1 milyona yakın bir topluluk var.
Çok somut söylemek gerekirse, ne haklarını biliyorlar ne de ödevlerini. Sorumluluklarını biliyorlar. Yani bunu, maalesef, üzülerek ifade edebilirim. Bunca yıllık deneyimimden sonra, yani Çankaya'da benim Ankara'daki 60 yıllık yaşamımın 55 yılı Çankaya'da geçti. Çankaya, Türkiye genelinde ve Ankara ölçeğinde de baktığınızda özelinde eğitim, kültür seviyesi ve demokrasiyi özümseme kabiliyeti yüksek bir bölge diyebiliriz. Öyle bir topluluk var burada; 1 milyona yakın. Ben burada bile dostlarla sohbet ederken, pratik siyasette çoğunun aslında çok eğitimli, donanımlı, alanında Türkiye'nin gururu olabilecek dostlarımızın, maalesef, çoğu şeyden bir haber olduğunu duyduğumda ya Bekir Bey, öyle miydi? diye sorulduğunda, bilmesi gerekenin ve onun da bilmediği için kınamadığım fakat çok üzüldüğüm olaylarla karşı karşıya geliyorlar. Bilmiyorlar yani.
Şimdi, tabii, nasıl anlatmak gerekir? Çok zor bir şey bu. Yani Türkiye aslında, eğer biraz konuyu dağıtmazsam, bazı tespitleri paylaşmak istiyorum. Türkiye bir yanıyla birçok konuda, gelişmiş dünya örneklerine göre maalesef, çok iyi durumda değil. Fakat bir yanıyla da bakıyorsun, daha dünya bu adımları atmamışken bu adımları atan bir Türkiye var. Yani bunu ben Korel edip anlamakta zorluk çekiyorum.
Ben lisedeydim; Ankara Atatürk Lisesi'ndeydim. 1973 seçimleri olmuştu. Belki siz de yaş olarak hatırlayabilirsiniz. 1973 seçimlerinde, yani genç olmamıza rağmen yine takip ediyorduk o dönemde de, çünkü duyarlı bir sosyoloji vardı. 68'in getirdiği bir rüzgar, 60 anayasasının getirdiği bir özgürlük ortamı. Dünya ve Türkiye'deki iklim, toplumun bu konularda etrafına karşı duyarlı oluş sürecini itmişti. Öyle bir toplum vardı.
73'te Cumhuriyet Halk Partisi, çok sayıda belediye kazandı. O zaman 67 il vardı, siz de biliyorsunuz. Çok sayıda belediye kazanmıştı ve o zamanki Cumhuriyet Halk Partisi belediyeleri, hükümetin baskısına karşı bir aralarında toplantı yaptılar. Hiç unutmuyorum, Sosyal Demokrat Belediyeler Manifestosu diye bir manifesto yayınladılar ve o manifestoda, şimdi aklıma gelen, vesayetin kaldırılması, demokratik belediyecilik, katılımcı belediyecilik, katılımcı bütçe gibi, 73'te dünyada bile daha bu kavramlar yerini bulmamışken, müthiş bir şey vardı. Çok ilerici, çok ileri bir tanımlama vardı. Böyle de bir Türkiye vardı aslında baktığınızda. İleri bir Türkiye vardı mesela.
Siz de hatırlarsınız, Habitat toplantısı 1996 yılında İstanbul'da...
Böyle de bir Türkiye vardı aslında baktığınızda. İleri bir Türkiye'di mesela. Siz de hatırlarsınız, Habitat toplantısı 1996 yılında İstanbul’da yapılmıştı. Çok da başarılı geçti, ben de katıldım o toplantıya. Mesela o toplantıda Türkiye’nin ilk defa öne sürdüğü iki kavram vardı; ben onu not aldım. Birisi aidiyetti, diğeri de aidiyet kavramıydı. Habitat’ta Türkiye’nin ortaya koyduğu Türk önerisi olarak birisi aidiyet duygusuydu, bir diğeri de kentlerin yaşanabilirliği kavramıydı. Türkiye bu yaklaşımlarıyla ve uygulamalarıyla 2003 yılında Güney Afrika zirvesinde birincilik ödülü almıştı. Belki onu hatırlarsınız. Yani böyle de bir Türkiye var.
Bazen bunları anlamakta hepimiz güçlük çekiyoruz ama yasalar da var. Az önce konuştunuz; 13. madde var, 75 var, 76 var, 77 var, ondan sonra 74 var. Ancak bence bunların hepsi kağıt üzerinde kalıyor. Türkiye’de bunların uygulanma pratiği çok fazla değil, başarılı da değil. Zaten değildi. Şimdiki genel iklim de maalesef bunları iyice aşırtıyor.
Ben şeye bakıyorum; yani mesela bir ülkeye bakarken şöyle değerlendiriyorum. Bu ülkede çatışmacı kültür mü var, uzlaşmacı kültür mü var? Eğer uzlaşmacı bir kültür varsa, işte dünyada örneklerde gördüğümüz gibi, demokrasi oralarda çok rahat gelişiyor, olgunlaşıyor, yaşanıyor. Ama çatışmacı bir kültür varsa, maalesef bunu çok rahat söyleyemiyorsunuz. Ben bunu çok önemsiyorum; hem yönetişim açısından önemsiyorum bu ülke kültürünü, hem de katılım açısından. Yönetim kültürü de önemli. Yani merkeziyetçi misin, yerinden yönetimci bir anlayışta mısın ülke olarak? Eğer merkeziyetçiysen, bu maddelerin, bu kavramların hiçbir anlamı yok. Mümkün değil, olmaz zaten. Yani merkeziyetçi bir yönetim anlayışında az önce konuştuğumuz maddeleri ve o maddelerin varmak istediği nihai sonuç diye tanımlayabileceğimiz yönetişim ve katılımcılığı o ülkede hayata geçirmek çok zor, hatta mümkün değil.
Bugün Türkiye’de biz yerinde yönetim anlayışı var diyemeyiz. Çok sıkı, hatta eskiye göre çok daha kötü bir merkeziyetçi yönetim anlayışı mevcut.
Yönetim kültürü de önemli. Yani, merkeziyetçi misin? Yerinden yönetimci bir anlayışta mısın ülke olarak? Eğer merkeziyetçiysen, bu maddelerin ve kavramların hiçbir anlamı yok zaten. Mümkün değil. Olmaz yani; merkeziyetçi bir yönetim anlayışında, az önce konuştuğumuz maddeleri ve o maddelerin varmak istediği nihai sonuç diye tanımlayabileceğimiz yönetişim ve katılımcılığı o ülkede hayata geçirmek çok zor, hatta mümkün değil.
Bugün Türkiye'de biz, yerinden yönetim anlayışı var diyemeyiz. Çok sıkı, hatta eskiye göre çok daha kötü bir merkeziyetçi yönetim anlayışı var. Şimdi, merkeziyetçi yönetim anlayışının seçilmiş yerel yönetimler üzerinde vesayet yetkisini ve hukukun dışında kullandığı bir dönemde, bizim şunları konuşmamızın zaten hiçbir anlamı yok.
Burada virgül koyacağım. "Anlamı yok" deme bari. Kusura bakma, nasıl anlamı hale getirebilirsiniz? Estağfurullah, ben bu programın anlamı bakımından demedim. Genel olarak söylemek gerekirse, yaptığımızın hepsi bir tiyatro gibi kalır o zaman; yani bir perde, bir oyun gibi. Çünkü bunu uygulayabilecek en iyi birimler hangileri? Doğal olarak yerel yönetimler. Hatta biz ne deriz? Yerel yönetimler, demokrasinin beşiğidir. Toplum, ilk demokrasi deneyimlerini ve alışkanlıklarını orada kazanır. Böylece, büyük demokrasi, büyük fotoğraf tamamlanır deriz.
E şimdi, bunu uygulayacak yerel yönetimler zaten vesayet altında olursa, seçilmiş organlar olarak özgürce hareket edemezlerse, siz nasıl bütün bunları içeri doldurup da hayata geçireceksiniz? Yani çok kolay değil, bütün olmaz demiyorum. Tabii ki, biz de Solfasol CV olarak ve duyarlı yurttaşlar olarak bir araya gelip duyarlı hemşehriler olarak, kent ölçeğinde düşündüğümüzde, bu yönetim anlayışının merkeziyetçi olmasına rağmen, hem ülkede hem dünyada antidemokratik süreçlerin geleneklerin gittikçe sertleşmesine veya kalıcı hale gelmesine rağmen, ileriye dönük onların kendi hayalleri varken, yerinden yönetimin çok umursanmadığı bir ortamda, hemşehri sayısını, duyarlı hemşehri sayısını, yurttaş sayısını, komşu sayısını bunları nasıl artırırız?
Bu, az önce bahsedeceğiniz belediye yasalarının bize verdiği hakların farkındalığını nasıl yaratırız? Yani, sayın belediye başkanı ve belediye meclisini seçiyoruz ama... İşte biraz önce söyledik.
Bu, biraz önce sonra bize anlatacağınız belediye yasalarının verdiği hakların nasıl farkındalığını yaratırız? Yani, Sayın Belediye Başkanı ve belediye meclisini seçiyoruz ama biraz önce söyledim, Çankaya'da 1 milyon, Ankara'da 67 milyon hemşehrinin yaşadığı bir süreçte ne yapabildiğimize dair, sizin daha çok birikimlerinizden bize söyleyeceklerinize ihtiyacımız var.
Bu kültüre rağmen, isterseniz hani biraz sonra tekrar bu tarafına da geçeriz ama şu iki maddeyi unutmadan bir seslendirelim. Bir şey mi söyleyeceksiniz? Ben eğer izin verirseniz, hani ülke kültürü dedim. Bu ülkenin yönetim kültürü dedim. Bir diğer de bu konuda ana başlıkları şöyle bir sıralayayım. Bir başka sıkıntıda ben sosyal hareketliliği görüyorum. Şimdi, Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllarda Türkiye'deki kentleşme oranı %10 küsürlerdeydi. Şimdi geldiğimiz noktada tam tersi; yani %10 küsürler, 13’tür, 14’tür kırsalda, köyde. %85-86’sı kentlerde.
Ben bunu bir tehdit olarak görüyorum çünkü ciddi bir göç hareketi, halen devam eden bir nüfus hareketi var. Şimdi bu hareketi kente getirdiğinizde, belki fiziki olarak kentli oluyor ama kültürel anlamda kentli olmuyor. Yani, kültürel anlamda kentli olmayan bu doku da, tabii, bütün bu işleyişe bir negatif yük olarak biniyor. Bunu yok saymamak lazım. Ben şeye karşı değilim; kırdan gelen insanlar tamamen o geleneklerini bıraksın ve kenti taklit etsin demiyorum. Ne kenti taklit etsin ne de kırdaki o geleneğini tamamen yok saysın.
Önemli olan, ikisini korele edip sentez edecek bir çözümü ortaya koyabilmek diye düşünüyorum. Yani, buradan şunu da diyebiliriz; farklı kültürleri kesinlikle bir tehdit gibi görmemek lazım, aslında. Onu bir zenginlik gibi görmek gerekir. Ama önemli olan, o farklı kültürlerin birbirini asimile etmeden, birbirini sindirip olgunlaştırarak yaşayabileceği bir kent ortamını da sağlamak gerekir diye söyleyebilirim.
Şimdi, tekrar şuraya dönersek, kent konseyleri kavramı, sizin geçtiğimiz programda işlediğiniz gibi, 2005 yılındaki 5393 sayılı yasayla Türkiye'nin gündemine girdi. Ama ben yaklaşık, 1989 yılından beri belediyeciliğin içerisindeyim. Bildiğiniz gibi Sayın Karayalçın döneminde...
Yani buradan şunu da diyebiliriz: Farklı kültürleri kesinlikle bir tehdit gibi görmemek lazım. Onu bir zenginlik gibi görmek gerekir. Ama önemli olan, o farklı kültürlerin birbirini asimile etmeden, birbirini sindirip olgunlaştırarak yaşayabileceği bir kent ortamını sağlamak.
Ş şimdi şuraya tekrar dönersek, kent konseyleri kavramı sizin geçen programda işlediğiniz gibi, 2005 yılındaki 5393 sayılı yasayla Türkiye'nin gündemine girdi. Ben yaklaşık 1989 yılından beri belediyeciliğin içerisindeyim. Bildiğiniz gibi, Sayın Karayalçın döneminde 10 yıl Gölbaşı belediye başkan yardımcılarım vardı. Daha sonra Ürgüp belediye başkanı oldum. Türkiye, kent konseyleri öncesinde yerel gündem 21'lerle tanıştı. Yerel gündem 21'ler nereden geldi? 1987 Bumerik raporla birlikte süreç başladı.
Daha sonra 1992 yılında, o zamanki Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'in katıldığı Rio'da büyük bir Birleşmiş Milletler zirvesi oldu. O zirvede sürdürülebilirlik kavramı öne çıktı. O kavramla beraber katılım devreye girdi. Katılımla birlikte de yerel gündem 21'ler süreci başladı. O zaman Gölbaşı'nda Erdal Eren belediye başkanıydı. İlk yerel gündem 21'i başlatan belediyelerden biri olmuştuk. Daha sonra Ürgüp belediye başkanı olduğumda, o zaman 1580 sayılı belediye yasası yürürlükteydi ve kent konseyleri yoktu.
O zaman da kent konseylerinin görevli yapacak şekilde Ürgüp yerel gündem 21'i oluşturmuştuk. Övünerek ve kıvançla söylüyorum, çok sayıda uluslararası ödül aldık. Yani, laf olsun diye yapılmış bir yerel gündem 21 değildi; içselleştirilmiş bir çalışmaydı. Daha sonra da kent konseyleri girdi. Kent konseylerini şu anda artı eksi diye değerlendiriyorum. Tabii çatışma oluyor; bir taraftan belediye başkanlığı belki biraz kulağını kapatmak istiyor. Diğer taraftan kent konseyleri ise oradaki yasadan kaynaklanan inisiyatifini sürdürmek istiyor.
Yani, tam yerini bulmadı ama her şeye rağmen ben Türkiye için olumlu bir başlangış olarak gördüğümü burada ifade etmek isterim. Diğer bir sıkıntı da az önce siz de değindiniz; laik kültürün törpülenmesi, hele şu dönemde yönetişim ve katılım açısından bir negatif olgu olarak değerlendiriyorum.
Eğer özetleyebilirsek; bunları ben ana başlıklarıyla aldım ki, bütün bunları bilirsek maddeleri daha doğru yorumlarız, daha gerçekçi yorumlarız diye düşündüm. Evet, çok teşekkür ederim. Şimdi bu sohbeti tekrar biraz önce sözünü ettiğiniz katılım, demokrasi tara...
Diğer bir sıkıntı da az önce siz de değindiniz; laik kültürün törpülenmesinde, hele şu dönemde, ben bunu yönetişim ve katılım açısından da negatif bir olgu olarak değerlendiriyorum. Eğer özetleyebilirsek, yani bunları bir ana başlıklarıyla aldım ki hani bütün bunları bilirsek maddeleri daha doğru yorumlayalım, daha gerçekçi yorumlayalım diye düşündüm.
Evet. Peki, çok teşekkür ederim. Şimdi bu sohbeti tekrar biraz önce sözünü ettiğiniz katılım demokrasi taraflarına getireceğiz. Altını çizdiğiniz kırsaldan kente göç ve bunun yarattığı tehdit ile ilgili bir konu var. İşte bu süreçleri yönetebilmek için de bilinçli hemşehrilere, kendi haklarının ve sorumluluklarının farkında olan yurttaşlara ihtiyacımız var.
Bu bağlamda, izninizle, bugün izleyen hemşehrilerimizin merak ettikleri, belki de bugüne kadar hiç okumadıkları ve duymadıkları şu maddeleri bir seslendireyim. Muhtemel belediye mevzuatı, 5393 sayılı mevzuatın 75. maddesini seslendireceğim; "Diğer kuruluşlarla ilişkiler." Belediye, diyor ki, belediye meclisinin kararı üzerine yapacağı anlaşmaya uygun olarak görev ve sorumluluk alanına giren konularda, mahalli idareler ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarına ait yapım, bakım, onarım ve taşıma işlerini bedelli veya bedelsiz üstlenebilir veya bu kuruluşlarla ortak hizmet projeleri gerçekleştirebilir.
Yani belediye ile kamu kuruluşlarının ortak hizmetler gerçekleştireceği ifade ediliyor. Bağışlarsanız burada gireyim. Bu neden kondu biliyor musunuz? Şimdi Ürgüp Belediyesi'ni düşünün veya Ürgüp'ü düşünün. Camiler var, okullar var ve bir sürü ihtiyaçları var. Türkiye'de işte görüyoruz, Milli Eğitim yetişemiyor vesaire. Bu sefer belediyeler devreye giriyor. Öğretmenler, okul müdürleri, belediye başkanları... "Benim de başımda başkanım, bizim işte okulun bahçesini taşını yapar mısın? Basket sahası yapar mısın?" Tabii ki geri çevrilmez evlatlarımız. Ama biz bütün bunları yaparken mevzuat hakkına müsaade etmiyordu. Bu sefer Anka yolda dolaşıyorduk. Yani parayı direkt harcayamadığımız için belki de bizi ileride idari açıdan sıkıntıya sokacak şeylere giriyordu. Dediler ki, "Madem bu iş oluyor, bu maddeyi koyalım." Yani bu bir katılımcılık vesaire anlamında değil. Ha örtülü bir faydası olur; oradaki öğretmenle, okul idaresiyle, öğrenciyle, yerel yönetimi bir araya getirir. Mecburiyetten dolayı o ilişki, beraberinde başka ilişkileri getirebilir. Bu konuda çok iyimser bir şeyler ama bunu koyanların...
Ama biz bütün bunları yaparken mevzuat buna müsaade etmiyordu. Bu sefer Anka, yolda dolaşıyorduk. Yani parayı direkt harcayamadığımız için, belki de bizi ileride idari açıdan sıkıntıya sokacak durumların içine giriyorduk. Dediler ki, "Madem bu iş oluyor, bu maddeyi koyalım." Yani bu bir katılımcılık meselesi değil. Faydasından dolayı, öğretmenle, okul idaresiyle, öğrenciyle ve yerel yönetimi bir araya getirir. Mecburiyetten dolayı bu ilişki beraberinde başka ilişkileri de getirebilir diye çok iyimser bir şeyler düşünenler var. Ama bunu koyanların niyeti, bizim düşünüp anladığımız gibi değil. Madem bu iş yapılıyor, eğer bu iş değilse, yasallaşsın diye koydular.
Peki, kamu kurumlarıyla belediyenin ortak projeler gerçekleştirebilmesine dair bir maddemiz var. 2. C şıkkı; burada "Mahalli idarelerle merkezi idareye ait asli görev ve hizmetlerin yerine getirilmesi amacıyla gerekli ayni ihtiyaçları karşılayabilir. Geçici olarak araç ve personel temin edebilir." Hemen onu da söyleyeyim. Buyurun.
Sıkışır başkanım. Temizlik yapacak belediyelerin personeli yok. O zaman, "personeli gönderilsin" deniyor. Allah korusun, başına bir şey gelse, mevzuatta yeri yok. O da yine aynı işi… Evet. Dolayısıyla, kamu hizmetinin ihtiyacı olan hemşehrilere ulaşması için, bunlar buralardaki, zaten oluyordu da, kaçak göçek olmasın diye bunu yasallaştırdılar.
Peki, C şıkkını ben biraz daha önemsiyorum. Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu yararına çalışan dernekler, Cumhurbaşkanınca vergi muafiyeti tanınmış vakıflar ve esnaf ve sanatkar meslek kuruluşları kanunu kapsamında gelen meslek odaları ile ortak hizmet projeleri gerçekleştirilebilir. Diğer dernekler ve vakıflarla gerçekleştirilecek ortak hizmet projeleri için mahallenin en büyük mülki idari amirinin izninin alınması gerekir. Yani şunu tekrarlayayım: Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu yararına çalışan dernekler ve meslek odaları ile ortak hizmet projeleri gerçekleştirilebilir.
Ama, eğer kamu yararı olmazsa, işte orada diğer dernek kavramı devreye giriyor. Kamu yararı olmayan dernek ve vakıflarla da herhangi bir işbirliği yapmayı düşünüyorsanız, orada mülki idare yani vali mekanizmasına tabidir. Sonuç olarak, bizim derneklerimiz, vakıflarımız, meslek odalarımız... Ben de derneklerin, meslek odalarının bir üyesiyim, siz de öylesiniz. Dolayısıyla, bu bahsettiğiniz kurumsal yapılarımızın belediyeyle ortak projeler gerçekleştirme konusunda, burada bir eğitim dönemi gerekiyor.
Yani, şunu tekrarlayayım: Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu yararına çalışan dernekler ve meslek odaları ile ortak hizmet projeleri gerçekleştirilir. Ancak eğer kamu yararı olmazsa, işte orada diğer dernek kavramı devreye giriyor. Kamu yararı olmayan dernek ve vakıflarla iş birliği düşünüldüğünde, burada da mülki idare, yani vali onayı gerekmektedir.
Sonuç olarak, derneklerimiz, vakıflarımız ve meslek odalarımız, belediyeyle ortak projeler gerçekleştirme konusunda, eğer kamu yararına değilseniz veya meslek odası değilseniz, vilayet veya ilgili mülki idare ile iletişime geçmek zorundasınız. Fakat kamu yararına çalışan bir dernek veya meslek odasıysanız, doğrudan belediye ile belediye meclis kararıyla bunu gerçekleştirebilirsiniz.
Bir haktan bahsediyoruz; burada bir fırsat var. Bu durumun suistimali olup olmadığını bilemiyorum ama bu, avantaj veya hak olarak değerlendirilebilir. D maddesinde, kendilerine ait taşınmazları asli görev ve hizmetlerinde kullanılmak üzere bedelli veya bedelsiz olarak mahalli idareler ile diğer kamu kurum ve kuruluşlarına devredebilir veya süresi 25 yılı geçmemek üzere tahsis edebilirler.
Burada dikkat çekmek istediğim nokta, derneklerin ve vakıfların mevcut durumda yasal çerçevede nasıl bir yer kapladığıdır. Mahalli idarelerle diğer kamu kuruluşlarına mevcut durumu açıkça belirten bir tanım yok. Bu durum şu demek, örneğin belediye, bir gençlik spor il müdürlüğüne veya Milli Eğitim'e bir yer tahsis etmek istediğinde, bunu kolaylıkla yapabilir.
Bu tür karşılıklı işbirlikleri yerelde oldukça yoğun yaşanıyor; ancak uygulamada yasal bir altlık olmadığı için bu durumda vakıf ve dernekler yer almıyor. Peki değerli hemşehrilerimiz, belediye yasasının 75. maddesi kapsamında, belediyenin her şeyi yapma yetkisi olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla, kamu kurumlarıyla ve meslek odalarıyla birlikte, onların amaçlarına uygun bir şekilde işbirlikleri yapılabileceğine dair ciddi bir alan mevcut.
Ancak burada mülki idare amiri onayı gerekliliği gündeme geliyor. Vali onayı, bunun kriterleri nedir? Yani neye göre vali, onay verecek ya da reddedecek? Bu konuda somut bir bilgi göremiyorum; yönetmeliklerde de bir açıklama yer almıyor. Dolayısıyla, vali bey bu durumu hangi ölçütlere göre değerlendirecek?
Peki, özür dilerim. Rica ederim. Dolayısıyla değerli hemşehrilerimiz, yani belediye yasasının 75. maddesi, belediyenin para basamaz, şey asamaz gibi durumların dışında her şeyi yapabileceğini belirtiyor. Burada da aynı espri vardı geçen seferde. Dolayısıyla kamu kurumlarıyla, meslek odalarıyla birlikte, onların amaçlarına uygun bir şekilde işbirlikleri yapabileceklerine dair ciddi bir alan mevcut.
Ama şimdi bakın, burada mülki idare amiri onay diyor. Vali onay. Bunun kriteri belli mi? Yani neye göre? Vali, peki vali tam burada belli mi bir şey? Yok. Ben görmedim. Yönetmelikte de yok. Yani, şimdi neye göre vali bey reddedecek ya da ben kimseyi kastederek söylemiyorum. Bu böyle olmaz. Yani bunu soyut bir şekilde inisiyatifte bırakamazsınız. Bunun mutlaka bir şekilde tanımlanması şart.
Şimdi böyle bir uca açık zaten başvuran başvurmaktan çekinir. Onaylayan onaylamaktan çekinir. O günkü iklim neyse, herkes o günkü iklime uygun olarak hareket eder. Bu da bence işin uygulanabilirliğini, objektif kriterlerini ve demokrasiye olan katkısını ortadan kaldırır. Bunlar, bana göre doğru işler değil. Madde doğru, fakat maddenin işleyişinin mutlaka bir şekilde yönetmelikle doğru tanımlanmasında fayda var.
Ben şöyle bir cümle kursam, ekrana bakarak ne dersiniz? "Ankara'da yerleşik kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları, kamu yararına çalışan dernekler, kendilerinin amaçları doğrultusunda ihtiyaçlarının karşılanması için projelerini geliştirsinler ve belediyeye, biraz önce söylediğiniz gibi, çekinmeden başvursunlar. Haklarını istesinler. Onların mücadelesini versinler. Böyle bir fırsat var burada" desem, ne dersiniz?
Ya şimdi başımdan geçen yakın tarihteki bir olayı izin verirseniz paylaşayım. İki hafta önceydi, Yıldız Evler'de Birlik Mahallesi'nde bir izci kuruluşuna ben katkı vermişim. Yani onların bir sıkıntıyı aşmaları için ısrar ettiler. Ben de bir saat, iki saat de olsa pazar günü gittim onlarla birlikte olayım diye. Çok güzel bir gönüllülük esasına dayalı izci kuruluşu. Çok değerli meslek insanları var orada, her yaş grubundan.
Gençlerle, özellikle üniversite çağındaki ve lisedeki gençlerle birlikte, hem onların ekonomik ve gelişimlerine katkı yapacak projeler üretiyorlar. Onlarla da beraber oluyorlar. O gün de işte yenildi, içildi. O başlarındaki değerli dost beni o grupla tanıştırdı. "Minnet ama beni öyle bir yücelterek yaptığım işi" diyor. İşte, anlattı. Beni tabii onlar da alkışladılar. Minnetlerini ifade ettiler. Ondan sonra Japon geleneği gibi, böyle saygıyla... Ya, şey oldum böyle biraz. Yani zaten yaptığım pek büyük bir şey yok. Bir de böyle açtık. Dedim ki, ben dedim...
Çok güzel bir gönüllülük esasına dayalı izci kuruluşu. Orada çok değerli meslek insanları var. Her yaş grubundan, gençlerle, özellikle üniversite çağındaki ve lisedeki gençlerle birlikte, hem onların ekonomik ve kişisel gelişimine katkı yapacak projeler üretiyorlar. O gün de yenildi, içildi. Başlarındaki değerli dost beni o grupla tanıştırdı. Dedi ki; “Minnet ama beni öyle bir yücelterek yaptığım işi” anlatmaya başladı. Beni tabii ki onlar da alkışladılar, minnetlerini ifade ettiler. Ondan sonra, Japon geleneği gibi saygıyla yaklaştılar.
Ben de, “Ya şey oldum böyle biraz. Yani zaten yaptığım pek büyük bir şey yok” dedim. Bir de böyle açtık. “Ben sizin nazik davranışlarınıza, zarafetinize, inceliğinize yürekten teşekkür ediyorum. Benim sizden istirham ettiğim bütün bunlar zaten doğal hakkınız” dedim. “Yani bunu böyle yaparsanız, sonra siyasetçi bunu bir hak gibi görüp başka bir yere evrilebiliyor” dedim. “Bunlar hepimizi zarar görüyoruz. Siz bu kibarlığınızı yine yapın ama lütfen bunun hakkınız olduğunu bilin” diye biraz uzatmayayım burada ama onlara bu konuda bir şey açmaya, pencere açmaya gayret ettik.
Çok teşekkür. Tam bunu söylemeye çalışıyorum. Bizim bu programların, hani iki ay önce başlattığımız ve bu ay sonunda bitireceğimiz programların tek amacı bu. Hiç kimse, tırnak içinde, hiçbir bürokrat veya siyasi seçilmiş ya da atanmış, neyse, bize lütuf etmiyor. Hemşehrilerin veya meslek odalarının ya da kamu kurumu niteliğindeki yapıların, bir şekilde projelerini hayata geçmesi için destek vermekle ilgili sorumlulukları var; yasada bu var.
Tam bunu söylemek, haklarımızın farkına varırsak, doğal dediğimiz yasal haklarımız var. Bunların farkındalığını yaratmaya çalışıyoruz. Merak edelim, nasıl hayata geçiririz diye. Hani Bekir Ödemiş gibi, sizi anlayacak bir bürokrat veya siyasi yetkili bulursanız, bunları hayata geçirmek biraz daha kolay olur. Bulamazsanız, mücadele etmek için bir fırsat var diye.
Çok önceden Mansur Bey'in bu konudaki söylemini beğeniyorum. Çok sade ve yalın diyor ki; “Biz sizin kaynaklarınızı, sizin adınıza kullanan memurlarız.” Yani seçtiniz, yani dosya bu aslında ve hesap soracaksınız. Gerçekten hesap soracaksınız. Şimdi bizim devlet hesap sormayı pek iyi bilir ama iş hesap vermeye gelince biraz ayak sürer, biliyorsunuz.
Sürdürmeyeceksiniz. Bunu derken, estağfurullah, başkaldırı terör değil; o adamda söylemedğimiz, demokratik bir şekilde uzlaşmacı, müzakereci bir anlayışla çözmelisiniz bunları.
Yani şimdi, bu akşam programın girişinde söylemiştim değerli hemşehrilerimiz. İki tane madde üzerinde konuşacaktık. Bir tanesi, biraz önce üzerinde durduğumu...
Çok önceleri Mansur Bey'in bu konudaki şeyini beğeniyorum. Çok sade ve yalın, diyor ki; "Biz sizin kaynaklarınızı, sizin adınıza kullanan memurlarız." Yani seçtiniz, bu aslında dozu ve hesap soracaksınız. Yani gerçekten hesap soracaksınız. Şimdi bizim devlet hesap sormayı pek iyi bilir ama iş hesap vermeye geldiği zaman biraz ayak sürer. Biliyorsunuz, sürdürmeyeceksin. Bunu derken, "estağfurullah, başkaldırı terör" o adamda söylemediğimiz bir durum değil. Ama demokratik bir şekilde uzlaşmacı ve müzakereci bir anlayışla çözeceksiniz bunları.
Yani, şimdi bu akşam programın girişinde söylemiştim değerli hemşehrilerimiz. İki tane madde üzerinde konuşacaktık. Bir tanesi, biraz önce üzerinde durduğumuz ve farklı açılardan bakarak, düşünmeyi kolaylaştırmaya çalıştığımız 75. madde. Kentte yerleşik yapıların kendi amaçları doğrultusunda projelerini götürüp belediyeden destek alma, onların hayata geçmesini kolaylaştırmanın doğal hak olduğunu da Vekil Bey söyledi. Dolayısıyla, çekinmeden bu süreci takip ederiz.
Şimdi ikinci, bu akşamın konusu olan madde 77. Madde, belediye hizmetlerine gönüllü katılım. Bu da, tersine belediyenin kurduğu projenin, hemşehriler tarafından desteklenmesi ile ilgili bir madde diye anladığım şey. 77. madde, belediye hizmetlerine gönüllü katılım başlığında şöyle diyor: "Belediye, sağlık, eğitim, spor, çevre, sosyal hizmet ve yardım, kütüphane, park, trafik ve kültür hizmetleri ile yaşlılara, kadın ve çocuklara, engellilere, yoksul ve düşkünlere yönelik hizmetlerin yapılmasında beldede dayanışma ve katılımı sağlamak, hizmetlerde etkinlik, tasarruf ve verimliliği artırmak amacıyla gönüllü kişilerin katılımına yönelik programlar uygular."
Gönüllülerin nitelikli çalışmalarına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle belirleniyor. Yani burada da belediyenin projelerine gönüllünün katılımıyla ilgili bir madde var. Bu 77. maddenin ne olduğunu bize biraz anlatır mısın? Bana göre, bu yasada en saygın madde bu. Eğer gerçek anlamda yerel yönetim ve orada yaşayanların ilişkisini doğru, sağlıklı ve sürekli kurgulayacaksak, bence en iyi madde budur.
Ve yasak koyucu "uygulayabilir" demiyor. Dikkat ederseniz, "uygular" diyor aslında. Yıl sonunda performans raporunda buna da bakmak lazım: Ne kadar uyguladınız? Parayı şöyle harcadınız, şu projeyi yaptınız, deyin.
Bir de burada en önemlisi, "uygular." Bunun önemi bir de şurada; Mehmet Bey dayanışma diyor. Şimdi, eğer dayanışma olmazsa katılım olmaz. 6 milyonun kent ilçesinde, "hadi ben katılayım" demekle katılamazsınız. Yani bireysel yola çıkmakla olmaz. Bu, örgütlü bir çalışma. Bunun yolu nedir?
Eğer gerçek anlamda yerel yönetim ve orada yaşayanların ilişkisini doğru, sağlıklı ve sürekli kurgulayacaksak, bence en iyi madde bu. Ve yasaklayıcı uygulayabilir demiyor. Dikkat ederseniz, uygular diyor aslında. Yıl sonunda performans raporunda buna da bakmak lazım. Ne kadar uyguladın? Parayı şöyle harcadın, şu projeyi yaptın deyin. Bir de burada en önemlisi "uygular". Bunun önemi bir de şurada: Mehmet Bey, dayanışma diyor. Şimdi eğer dayanışma olmazsa, katılım olmaz. Altı milyonluk bir ilçede "Hadi ben katılayım," demekle katılamazsınız. Yani bireysel yola çıkmakla olmaz. Bu, örgütlü, birlikte olabilecek bir çalışma. Bunun yolu nedir? Bunun yolu dayanışmadır. Bu kavram çok önemli.
Dayanışma içinde çeşitli bazı olumsuzluklar bile fırsata çevrilebilir. Mesela, deprem riski. Deprem riski, o bölgedeki insanların o binaların niteliğidir. Deprem sırasında yapılacak işler vardır; deprem sonrası yapılacak işler vardır. Deprem ile ilgili olarak, insanların orada bir araya gelip dayanışmanızı sağlar. O dayanışma neye dönüşür? Bir örgütlü yapıya. O örgütlü yapı neye dönüşür? Katılım sürecine diyor işte. Yani, bence bütün bunları da önemsiyorum.
Mesela, bu maddeyi iyi çalıştıran bir belediye, emin olun, belediyeyle halk arasındaki sağlıklı iletişimi fevkalade kurmuş olur ve o belediye, insandan geçmez. Koridorlarında insanlar, benim mesela Ürgüp belediye başkanıyken, belediyenin koridorlarında Ürgüpler dolaşırdı. Kimisi şu proje için gelmiş, kimisi çocuk için gelmiş, kimisi genç için gelmiş, kimisi kültür için gelmiş, kimisi turizm için. Ve ben normal işime aradan giderken, onlar sanki ben hiç yokmuşum gibi, belediyenin çalışanıymışım gibi oradan çıkar, oraya girer, oradan. E zaten öyle olacak. Belediye dediğiniz, bu işte zaten. Bunu sağlamanın en önemli maddelerinden birisi. Ben 75'i çok önemsiyorum, gönüllü katılımı ve bunu teşvik etmek.
Aklınıza gelen Ürgüp'ten, Ankara'dan, Gölbaşı'ndan yurttaşlarla veya hemşehrilerle yapılmış iyi örnekler deyince, biraz önce bahsettiğiniz deprem sürecinde olabilir veya başka şehirlerde olabilir. Birkaç tane, kolay anlaşılabilmesi için, örnek verir misiniz sevgili hemşerim? Çok çok örnek yaşadık.
Yani örneğin, en büyük sıkıntı, Türkiye'de,hele günümüzde daha da arttı. Yaşam sıkıntısı, ayakta kalabilme sıkıntısı. İnsanlar zaten rutin günlüklerini çevirmekte zorlanırken, düşünün, Ürgüp'teki bir memur veya emekli, üniversiteyi kazanan çocuğuna Ankara'da, İstanbul'da nasıl para yetiştirecek? Burada dayanışma çok önemli. Mesela, biz ne yaptık? Hemen Ürgüp'te bir vakıf kurduk. O vakıf aracılığıyla Ürgüp'teki hayırseverlerimizin kaynakları orada toplandı.
Aklınıza gelen Ürgüp'ten, Ankara'dan, Gölbaşından yurttaşlarla ya da hemşerilerle yapılmış iyi örnekler deyince, biraz önce bahsettiğiniz deprem sürecinde olabilir veya başka şehirlerde olabilir. Birkaç tane, hani kolay anlaşılabilmesi için, bir iki örnek verir misiniz sevgili hemşirem? Çok çok örnek yaşadık. Yani örneğin, en büyük sıkıntı Türkiye'deki, hele günümüzde daha da arttı, yaşam sıkıntısı, ayakta kalabilme sıkıntısı.
İnsanlar zaten rutin günlüğü çevirmekte zorlanırken, düşünün işte Ürgüp'teki bir memur ya da emekli, üniversiteyi kazanan çocuğuna Ankara'da, İstanbul'da nasıl para yetiştirecek? Burada dayanışma çok önemli. Mesela, biz ne yaptık? Hemen Ürgüp'te bir vakıf kurduk. O vakıf aracılığıyla Ürgüp'teki hayırseverlerimizin kaynakları orada toplandı. Bu tabii öyle laletten yapılan bir şey değil; normal kurumsal bir çalışmayla, kriterleri belli. Yaklaşık 178 üniversite öğrencisine her yıl düzenli burs verdik.
Veya, işte Kurban Bayramı'nda, artık günümüzde kurban kesmek çok kolay değil. Dışarıdaki tüm örgütlü hayırsever vatandaşlarımıza mektup yazdık. "Kurbanlarınızı eğer Ürgüp'te keserseniz, biz de bunları 17 muhtarımız aracılığıyla mahallelerdeki daha önce tespit edilmiş yoksul ailelere dağıtırız," dedik. Kesemeyen ailelere. Ama nasıl sevindirdik? Dediler ki, "Başkanım, en büyük sıkıntımız bu. Biz bu kurbanı nasıl keseceğiz diye düşünüyorduk. Siz, bunu çözdünüz ve birebir emin olacak şekilde yerine ulaşmasını da hazırladınız," diye çok mutlu oldular.
Ramazan yardımları mesela, veya 30 gün iftar ayında, her gün bir hayırseverimiz iftar verdi. Ekonomik anlamda olanları söylüyorum. Onun dışında da pek çok alanda bu tür gönüllü işbirlikleriyle dayanışma kültürünü, yardımlaşma kültürünü geliştirdik. Hatta bir maddede der ki, yardımlar mümkün olduğunca görülmemelidir. Yani, ananeden uzak yapılması gerekir. Ona da çok özen gösterdiğimizi sizinle paylaşabilirim.
Şimdi yavaş yavaş bir 10 dakika kadar zaman alanı içerisinde toparlamaya çalışacağız. Biraz önce söylediğiniz iyi örnekleri, belki yurttaşlarımız, hemşehrilerimiz şimdi düşündükçe, "Evet ya, biz belediyenin şu projesine şöyle destek vermiştik," diye hatırlayacaklardır. Özellikle biraz önce söyledim; pandemi sürecinde, bu burada verdik ama engeller, yani dezavantajlı gruplar, kadınlar, cinsiyet… Bu çok artırılabilir. Ben biraz ekonomik sıkıntılar gündemde olduğu için, özellikle bu üç örneği verdim.
Yani, içinde yaşadığımız dönemi düşünürseniz, gerçekten hani ekonomik sıkıntılar, emeklisine, gencine, kadınından, her seviyedeki yurttaşta problem var. Onun için örneklerin bu anlamda ifade edilmesi de normal. Üç maddeyi düşündüğümüzde, bir tanesi 75. madde.
Şimdi yavaş yavaş bir 10 dakika kadar zaman dilimi içerisinde toparlamaya çalışacağız. Biraz önce söylediğiniz iyi örnekleri, belki yurttaşlarımız, hemşehrilerimiz şimdi düşündükçe "Evet, biz belediyenin şu projesine şöyle destek vermiştik" diye hatırlayacaklardır. İşte özellikle biraz önce söyledim. Sen pandemi sürecinde bunu burada verdik ama engeller, yani dezavantajlı gruplar, kadınlar... Bu çok artırılabilir. Ben biraz ekonomik sıkıntılar gündemde olduğu için özellikle bu üç örneği verdim. Buyurun.
İçinde yaşadığımız dönemi düşünürseniz, gerçekten ekonomik sıkıntılar, emeklisiyle, genciyle, kadınıyla her seviyedeki yurttaşta mevcut. Bu nedenle örneklerin bu anlamda ifade edilmesi de normal. Üç maddeyi düşündüğümüzde bir tanesi 75. madde. Biraz önce okuduk. Yurttaşların, üyesi oldukları veya gönüllüleri oldukları yapıların belediyeye proje sunmaları gerekiyor. İkincisi, şimdi konuştuk; belediyenin, yurttaşların yaşam kalitesini artırmak adına yaptığı projelere yurttaşların katılmaları. Hani ikisinin birbirinin tersi olduğunu görüyor gibi olabiliriz ama ilişki, koordinasyonun veya önderliğin başkaları tarafından yapılması.
Üçüncüsü de, biraz önce söylediniz, kent konseyine dair. O geldi aklıma. Bu ikisinden farklı, değerli hemşehriler. Gene kentteki örgütlü yapıların belediyeden talep ettikleri projeler var. Ama burada kritik bir farklılık var. Herhangi bir kurumsal yapının, ne meslek odasının ne de kamu niteliğindeki bir kurumsal yapının veya derneğin, vakfın, kendi ihtiyacı doğrultusunda ürettiği projeyi sunamadığı, diğer sivil toplum örgütleri ve meslek odalarıyla birlikte uzlaşıp, çalışma gruplarında, meclislerinde, genel kurullarında uzlaşarak belediyeye sunduğu bir yöntem var.
Dolayısıyla, bu üç maddeyi hemşehrilerimizin üzerine odaklanarak düşünmelerini rica edeceğim. Arasındaki farklılıkların ne kadar önemli olduğuna dair birkaç şey söyleyebilirseniz çok sevinirim. Birisi proje yapıyor, belediyeye sunuyor. Diğeri belediye proje yapıyor, yurttaştan destek istiyor. Kent konseyleri de proje yapıyor, fikir üretiyor. Ama diğer sivil toplum örgütleriyle o meclislerde, çalışma gruplarında eksikliğini gündeme getirdiğiniz kültür içerisinde, demokrasi kültürü içinde tartıştırıyor, ortaklaştırıyor ve sonra belediyeye sunuyor.
Bu bahsettiğiniz üçü, bizim demokrasi kültürümüzün yerelden inşasındaki rolü ile ilgili neler söylersiniz? Yani bu ilişkiler dayanışma, katılım, örgütlenme, üç farklı yöntem... Üçü de bu bahsettiğimiz kitabın içerisinde var. Bunların ne kadar farkında olduğumuzu bilmiyorum. Hani neydi o, belediyenin bir numarası? 153 müydü? 153. 153. 153'e telefon etmenin dışında, bu 75. maddeyi, 76. maddeyi, 77. maddeyi bilmek, bizim bu yaşadığımız kültürü geliştirmek için çok önemli.
Birisi proje yapıyor, belediyeye sunuyor. Diğeri, belediye proje yapıyor, yurttaştan destek istiyor. Kent konseyleri de proje yapıyor, fikir üretiyor. Ama diğer sivil toplum örgütleriyle o meclislerde, çalışma gruplarında eksikliğini gündeme getirdiğiniz uzlaşı kültürü içerisinde, demokrasi kültürü içerisinde tartışıyor, ortaklaştırıyor ve sonra belediyeye sunuyor.
Bu bahsettiğiniz üçlünün, bizim demokrasi kültürümüzün yerelden inşasındaki rolü ile ilgili neler söylersiniz? Yani bu ilişkiler dayanışma, katılım, örgütlenme dediniz ya, üç farklı yöntem. Üçü de bu bahsettiğimiz kitabın içerisinde var. Bunların ne kadar farkındayız bilmiyorum.
Hani neydi o, belediyenin bir numarası var, 153 müydü? 153. 153'e telefon etmenin dışında, hani bu 75. maddeyi, 76. maddeyi, 77. maddeyi bilmek, bizim bu yaşam kalitemizde ve hak ettiklerimize kavuşmamızda ne kadar etkili olabilir?
Bir kere çok etkili olur, tartışmasız. Şu üç madde eğer çalışsın, hiçbir şeye yaramazsa, bir kere vatandaş o belediyenin kapısından içeri girip belediyeye merhaba der. Merhaba der. Bu bir yeter zaten. Bir ilk iletişim kurulmuş olur. El sıkışırsın. Ondan sonra zaten gelişerek devam eder. Her proje yerini bulmayabilir, her proje karşılığını bulmayabilir. Bazıları tartışılır, ayrı şeyler onlar. Ama o ilk tanışma çok önemli. Yasa bu yetkiyi veriyor. Diyor ki, "Tanış, kurum senin kurulun." O kapıdan içeriye gir diyor. Girdikten sonrası kolay.
Bizde de öyle. Mesela bana günde biliyorsun, ben biraz da eski belediye başkanı olduğum için, benim alanımı, sorumluluk alanımı ilgilendiriyor, ilgilendirmiyor diye bakmam. Belediyede hemen hemen her konuyla ilgilenirim. Yani ilgilenmeye gayret ederim, çünkü ben kuruma bir bütün olarak bakarım. Sonuçta vatandaş bilmez ki, "Şu daire şudur, budur." Öyle bir bilme zorunluluğu da yok zaten. Sonuçta bizim bu dairelerin hepsi, mevzuatın, yasanın getirdiği yetki ve sorumlulukla vatandaşa bir toplam hizmet sunar. Sundugunuz toplam hizmetin kalitesi de o kentteki yaşanılabilirlik kalitesini belirler. Zaten sonuç bu. Dolayısıyla ben onu çok önemsiyorum.
Bir de biz şimdi yaşam kalitesi deyince, hep aklımızda bina, park, çevre, yol gibi şeyler var. Hayır. Hayat kalitesi, yaşam kültürüdür. O yaşam kültürünün içinde aslında bunlar da bir başka parçasıdır, bileşenidir. Yani bina da önemlidir, çevre de önemlidir, altyapı da önemlidir, ulaşım da önemlidir. Ama esas ben yaşam kalitesi değil, yaşam kültürü diye bakıyorum. O çok önemli.
Şimdi biz ne diyoruz? Kültürel miras diyoruz toplamına. Aslında kültürel miras dediğimiz kavramın içine taşınır, taşınmaz, soyut, somut hepsi giriyor. Ama ne diyoruz? Kültürel miras diyoruz. Yani Roma tiyatrosu fiziksel bir yapı. Hayır, Roma tiyatrosuna şey demiyoruz, ne bileyim, arkeolojik miras demiyoruz.
Bir de biz şimdi yaşam kalitesi deyince aklımızda hep işte bina, park, çevre, yol gibi unsurlar oluyor. Hayır. Yaşam kalitesi, yaşam kültürüdür. O yaşam kültürünün içinde aslında bunlar da bir başka parçasıdır; bileşenidir. Yani, binada önemlidir, çevrede önemlidir, altyapıda önemlidir, ulaşım da önemlidir. Ama esas ben yaşam kalitesi değil, yaşam kültürü diye bakıyorum ona. O çok önemli.
Şimdi biz ne diyoruz? Kültürel miras diyoruz. Aslında kültürel miras dediğimiz kavramın içine taşınır, taşınmaz, soyut, somut her şey giriyor. Ama ne diyoruz? Kültürel miras diyoruz. Yani Roma tiyatrosu, fiziki bir yapı. Hayır, Roma tiyatrosuna arkeolojik miras demiyoruz. Doğrudur, arkeolojik mirastır. Birinci derece arkeolojik sit alanındadır; yasayla belirlenmiş. Ama onların hepsine biz kültürel miras diyoruz. Niye? O tiyatroda bir kültür yapıldı. Kültür üretildi. O dönemde yaşayanların yaşam kültürüne dair bilgiler vardı.
Fakat tabii şunu da koymak lazım, gerçekçi olarak. Şimdi bu maddeler çıktığı tarihe bakıyorsunuz; 2005 değil mi? 5393 sayılı yasa. Türkiye 1999'da aday üye oldu mu? Avrupa Birliği'ne. 2004'te de müzakere süreci başladı mı? 2004 ve 2003, o aralar Türkiye'nin reformlar konusunda müthiş atılım yaptığı dönemdir. Tarihe baktığınız zaman zaten bu da oradan çıktı. Ondan sonra bir yorgunluk başladı ve aşınmaya başladı, özellikle 2011'den sonra.
Yani şimdi siz o günkü uluslararası konjonktür ve o günkü yönetimin çıkarına geldiği için böyle bir sürece girerseniz, daha sonra bu anlayıştan hemen uzaklaşırsanız bu yürümez. O zaman ortaya ne geliyor? Siyasal sürdürülebilirlik kavramı geliyor. Biz hep “sürdürülebilirlik” deyince çevre anlarız. Belki de başlangıçta öyle olduğu için öyle oldu. Aslında en önemli konulardan ikisi de, ben onları da buraya ana başlık olarak yazdım, çok önemsediğim için: siyasal sürdürülebilirlik ve sosyal sürdürülebilirlik.
Yani sosyal sürdürülebilirlikte de eşit diyorum; ortak bir gelecek. Ortak gelecek demek, herkesin homojen bir tek şeyle birleştiği anlamına gelmiyor. Tüm farklılıkların ve kültürlerin bir arada ortak bir geleceğin sağlandığı sosyal sürdürülebilirlik diyorum. Aynı şekilde siyasal sürdürülebilirlikten de bahsediyorum. Çok kültürlülüğün yönetimi çok önemli. Onu iyi yönetirseniz, bir arada yaşama kültürü gelişir. Zaten toplumsal barış gelişir ve milli bekâ sağlanır. Üniteryen devlet, ulusal birlik böyle sağlanır.
Yani eğer biz kendimize bakıp da, herkesin kendimiz gibi olmasını istersek, o zaman başka bir yere evrilir. Ben bunu çok önemsiyorum; önyargı da oluşur. Yani sadece kendime bakıp da karşı tarafı görmemek...
Siyasal sürdürülebilirlik de çok önemli. Biraz önce vurguladım, çok kültürlülüğün yönetimi oldukça kritik. Eğer bunu iyi yönetirseniz, bir arada yaşama kültürü gelişir ve toplumsal barış sağlanır. Milli bekaya da bu şekilde ulaşılır. Üniter devlet ve ulusal birlik böyle sağlanır. Yani, eğer biz kendimize bakar ve herkesin kendimiz gibi olmasını istersek, o zaman başka bir yere evriliriz. Bu tutum önyargı da yaratır. Sadece kendime bakıp karşı tarafı değerlendirirsem, doğal olarak bir önyargı oluşur.
Dolayısıyla, mutlaka bir hoşgörü ortamında, sevgi dolu bir zeminde herkesin birbirine saygı duyması ve bir araya gelmesi gerekir. Bu, sosyal dayanıklılığımızı ve direncimizi artırır. Az önce söylediğimiz gibi, bu durum barış ve birlik beraberliği sağlar. Aidiyet duygusu da çok önemlidir. Bugün kentlerdeki nüfus %90'a ulaşmış olsa da, aidiyet duygusunun bence yok denecek kadar az olduğunu düşünüyorum. Herkes kendine göre gruplar oluşturmuş.
Bir cenazeye gidiyorsunuz, bir memleket cenazesi. O memleketteymiş gibi hissettiriyor. Ben buna karşı değilim, ancak sanki orada ayrı bir clan var. Böyle bir kentsel birlik, beraberlik ve ortak kent kültürü yaratamazsınız. Olması gereken, o birbirini destekleyen ritüellerin, bir kent kültürü içerisinde devam etmesidir. Sonuç olarak, nereye varıyor? Siyasilerin ve belli kesimlerin suistimal ettiği kütlesel yapıların ortaya çıkmasına neden oluyor. Bu kütlesel yapılar, bir süre sonra bu siyasetçilere, o siyasetçiler de ülkenin kaderini belirlemeye başlıyor. Bugün çoğu şikayet ettiğimiz yapıların temelinde de bu gerçeklik var.
Ortak bir kültürü oluşturmak zorundayız diye düşünüyorum. Türkiye gerçekten bu konularda dünyaya göre daha önde adımlar attı. Çok değerli adımlar atıldı. Bunların devam etmesini yararlı görüyorum. Türkiye'nin bölgesel kalkınma ajansları kuruldu. Sonrasında, bu ajansların bölgesel kavramı kalktı ve sadece kalkınma ajansları olarak devam ettiler. Bu konudaki en güzel örneklerden biri, GAP projesidir. Zannediyorum ki GAP projesi, 11 ili kapsayan bir projeydi o zaman.
Türkiye'nin ilk yönetişim yerel katılımcı projesi olarak nitelendirilebilir. Ancak oradaki illerin çoğu fakirdi. O fakirliğin ortadan kalkmasına hiçbir katkı sağlamadıkları gibi, durumu daha da kötüleştiriyor.
Ben de meslekten olduğum için, Türkiye'nin bölgesel kalkınma ajanslarının oluştuğu dönemi hatırlıyorum. Sonra bu ajanslar, bölgesel kavramı kaldırarak sadece "kalkınma ajansı" olarak faaliyet göstermeye başladı. Bu konudaki en güzel örneklerden biri de GAP projesidir. Zannediyorum GAP projesi, 11 ili kapsayan bir projeydi o zaman. Çok büyük bir yönetişim yerel katılımcı projesi diyebilirim. Belli yönleri tartışmalı. Fakat oradaki illerin çoğu fakirdi. Oradan aldığın enerjiyi batıya aktardım. O fakirliğin ortadan kalkmasına hiçbir katkı yapmadığı gibi, daha da fakirleşti.
Sonra Allah'tan bir sulama projesi ile oradaki insanların yaşam kalitesine bir nebze de olsa katkı sağlandı. Yani, önemli olan adını koymak, yasaya koymak değil; bunu içselleştirip bir ülke politikası halinde sürdürebilmek çok önemli. Ben bu yaşa geldim. Burada senelerce yöneticilik yaptım. Bu konuda ülke olarak çok israf verdiğimizi söyleyebilirim açıkçası. Herkes kendi pozisyonuna ve kendi konumuna göre vaziyet alıyor, ama öyle olmamalı.
Artık bir yoksulluk kavramı var. Mesela, biz yoksulluk deyince, özellikle bu devirde gülünecek bir konu gibi. Dünyada yoksulluk kavramının başında artık ekonomik yoksulluk yer almıyor. Temel hak ve özgürlüklerden yoksun olan bir insan, doğrudan yoksulluk ile ilişkilendiriliyor. Şimdi yaşadığımız durumların da temelinde o var zaten. Eğer şu temel hak ve özgürlüklerinden yoksun olmasaydık, kullanan ve kullandırıcılar bunun farkında olup, bilinçli şekilde demokratik yöntemlerle bu haklarını talep etselerdi, Türkiye çevresel, ekonomik, siyasal ve kültürel anlamda bu sıkıntıları ve yoksullukları yaşamazdı.
Bunu da aslında ekonomik kalkınmada, ekonomik gelişmişlikte ve yaşam standardında adaletin, hukukun ne kadar önemli olduğunu Türk halkı şimdi yaşamaya başladıkça anlamaya başladı diye düşünüyorum. Belki üzüntü verici ama gelecek açısından da insanı heyecanlandıran, umut verici bir gelişme olarak görüyorum.
Dağıttı mı bilmiyorum. Sonuç olarak, Ankara ölçeğini düşünürsek, son dönemlerdeki göçlerle birlikte 78 milyon civarında bir nüfus olduğunu söyleyebilirim. Yani, bu durumda 6 milyonu geçtik diyebiliriz ama kesin 7 diyemiyoruz şu anda, veri yok. 6 milyondan fazla Ankaralının hemşehrilik bilinciyle, hemşerilik hukuku içerisinde birbirlerini fark ederek, farklı kültürlerden beslenerek, sizin dediğiniz gibi çatışmacı değil, uzlaşmacı ve müzakereci bir yapı oluşturduğunu görüyoruz. Doğan Cöloğlu'nun deyimiyle işte bu...
Ankara’yı düşünürsek, son dönemdeki göçlerle birlikte nüfusun 78 milyon civarında olduğunu söyleyebiliriz. Ancak kesin olarak 7 milyon Ankaralı olduğunu iddia edemiyoruz; mevcut veri yok. 6 milyondan fazla Ankaralı, hemşehrilik bilinci ve hemşerilik hukuku çerçevesinde birbirlerini tanıyarak ve farklı kültürlerden beslenerek, çatışmacı bir tutum sergilemeden, uzlaşmacı bir yaklaşım geliştirmeye çalışıyor. Doğan Cöloğlu’nun deyimiyle, bu değerler kültürüyle yaşantılarını kurgulayan insanlar siyasetin sürecinde emek veriyor.
Siyaset, başkalarına ihale edilmeyen bir alan değil; Ankaralıların yerel ve genel siyasette kendi geleceklerini inşa etmeleri gerekiyor. Kent ve ülke ölçeğinde laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin 2. yüzyılını inşa edebilmek için, bu mevzuatı bilmeleri, merak etmeleri ve tartışmaları önemli. Haklarıyla ilgili mücadele etmeleri de faydalı olacaktır.
Bu programda biz, 9 tane madde üzerinden konuştuk. 9. maddeyle muhtar ve mahalle yönetimini, 13. maddeyle hemşerilik hukukunu, 1718 ile belediye meclis üyelerinin yetkilerini ve görevlerini, 24. maddeyle ihtisas komisyonlarını, 3738 ile belediye başkanlığını, 41 ile stratejik planı, 75 ile belediyesi ve kamu kurumları arasındaki ilişkiyi, 76 ile kent konseyini ve 77'de de proje yönetmenin gönüllüleri olabileceğini ele aldık.
Son olarak, hem kent ölçeğinde hem de 85 milyon veya daha fazla artmış muhtemel takip eden ülkenin durumuna dair neler söylemek istersiniz? Farkındalık, merak etme ve yeni bir siyaset kültürü inşasıyla ilgili düşünceleriniz neler?
Elimde 5393 sayılı yerel yönetim yasası, belediye mevzuatı var. Yerel yönetimlerin demokrasi için bir beşikr olduğu her fırsatta dile getirdik. Doğru, burası demokrasi için bir başlangıç noktası. İnsanlar, haklarını bir lütuf olarak görmek yerine demokratik yöntemler aracılığıyla bu hakları talep etmeye yönelirse, hem yerel hem de genel demokrasiyi geliştirmiş olurlar.
Her şeye rağmen, ben Ankara örneğinin Mansur Yavaş döneminde katılımcılık konusunda iyi bir sınır verdiğini düşünüyorum. Elbette benim de eleştirdiğim bazı eksiklikler vardır; mesela kent konseyi…
Ya şu kitap elimizde, işte 5393 sayılı yasa, yerel yönetim yasası, belediye mevzuatı. Yerel yönetimlere biz yıllar boyu her kürsüye çıktığımızda "demokrasinin beşiği" dedik. Doğru, işte demokrasinin beşi. Yani insanlar demin sizin söylediğiniz haklarını bir lütuf ve karşısında ona vereceği bir şey gibi görmek yerine, demokratik yöntemlerle bu haklarını talep etseler, aslında demokrasiyi, yerel demokrasiyi ve genel demokrasiyi de geliştirirler.
İkincisi, her şeye rağmen, ben Ankara örneğinin Mansur Yavaş döneminde mutlaka artı ve eksiler olabilir ama katılımcılık konusunda iyi bir sınır verdiğini düşünüyorum. Benim de eleştirdiğim bazı eksiklikler şüphesiz vardır ama mesela, kent konseyi şu anda ciddi bir potansiyele ulaştı. Bunun işleyişi, eksiklikleri ayrı bir tartışma konusu ama sonuçta baktığımda yerel demokrasinin gelişmesi ve oradaki hemşehrilerin kendi kurumlarıyla, yerel yönetimleriyle ilişki kurmasında çok önemli bir fırsat olarak görüyorum bunu. Bu fırsat ha eleştirdin, gir içine, düzelt. Sen mücadele ettin, gir seçime, bir olmaz, iki olmaz. Yani ama bu bir fırsattır. Bu ortak oluşmuştur.
Ben hakikaten beraber çalıştığım için değil, Mansur Bey'i bu konuda kutluyorum. Ama tekrar söylüyorum, ben Çankaya'da oturuyorum. Yıllardır işte 1973 yılında Maltepe'ye evlendim. Küçük Esat’a geldim. Daha sonra Yıldız Evler’de oturuyorum. Çankaya'da pek çok dostlarım var, benim okul arkadaşlarım, mahalle dostlarım, iş arkadaşlarım var. Şimdi soruyorum, ben mesela Çankaya bölgesinde seçtiğiniz milletvekilleri kim? Yani mensup olduğu partide, CHP'de, hiçbiri bilmiyor. Yani doğru, bir iki tane sayabilirse sayıyor. Diyorum ki ya siz dışınızdaki bir sürü insanı, işte kültür düzeyi düşük, eğitim düzeyi düşük, maalesef dünyanın farkında değil diye, biraz da açıkçası küçümseyici bir tavırla değerlendiriyorsunuz.
E siz şurada, sizi yönetecek milletvekillerinin, Çankaya gibi bir bölgede, ismini bilmiyorsunuz. Belediye meclis üyeleri kim diyorum, "vallahi bilmiyorum." Şimdi, Çankaya gibi Ankara'nın, az önce belirttiğim gibi, bu kadar eğitimli, bilinç düzeyi, katılım düzeyi, kültür düzeyi yüksek bölgesindeki yaşayan hemşehrilerimiz, seçtiği milletvekillerini, seçtiği belediye meclis üyelerini, hatta seçtiği belediye başkanını tanımıyorsa, vallahi ne yazarsanız yazın buraya olmaz. Çok zor Mehmet Bey. Çok zor.
Bak, bunu umutsuzluk olarak söylemiyorum. Yani burada Çetin Altan'ın deyimiyle, "enseyi karartalım" diye demiyoruz ama, olmaz abi. Ama oturuyor, bütün bunları bilmeyen birisi olarak veya bunu araştırma gereği duymayan birisi olarak, sorgulama gereği duymayan birisi olarak, çok üst ölçekte belli şeyleri eleştirebiliyor. "Ya önce evin önünü temizle." Sen...
E şimdi, Çankaya gibi, Ankara'nın az önce başta belirttiğim gibi, bu kadar eğitimli, bilinç düzeyi, katılım düzeyi, kültür düzeyi yüksek bölgesindeki yaşayan hemşehrilerimiz seçtiği milletvekillerini, seçtiği belediye meclis üyelerini, hatta seçtiği belediye başkanını tanımıyorsa, vallahi ne yazarsanız yazın, buraya olmaz. Çok zor, Mehmet Bey. Çok zor. Bak, bunu umutsuzluk olarak söylemiyorum. Yani bunu, burada Çetin Altan'ın deyimini, "enseyi karartalım," diye demiyoruz ama olmaz, abi.
Ama oturuyor, bütün bunları bilmeyen birisi olarak veya bunu araştırma gereği duymayan birisi olarak, sorgulama gereği duymayan birisi olarak, çok üst ölçekte belli şeyleri eleştirebiliyor. Ya önce evin önünü temizle. Sen hangi milletvekilini seçtin? Sen hangi belediye meclis üyesini seçtin? Hangi kriterle seçtin sen onu? Diyor ki, "Türkiye çok kritik bir dönemden geçiyor." Bakmadım ona, diyor. O kritik dönem hiç bitmez. Sen bakmadığın sürece o kritik dönem hiç bitmez zaten.
Ya, sen onu besliyorsun. Çünkü bugün bir başkası gelir, yine o kritik dönemin algısını oluşturur. Seni yine o algıyla sandığa götürür, yine kapar gider. Nitekim böyle oluyor zaten. Olmuyor mu? Her mahalle kendine göre bir kritik eşik oluşturuyor. O kaygıyla da sana diyor ki, "Aman, şimdi zamanı." İleride diyor. Ne zaman? Ben vallahi 40 senedir takip ediyorum. O ileriyi bir türlü yakalayamadık, diye bitireyim. Teşekkür ederim.
Çok teşekkür ederim samimi paylaşımlarınız için. Yani son turda söylediklerinizle ilgili ben de bir iki cümle söyleyeyim, izninizle. Evet. Yani bu demokrasi, tabii yereliyle, merkezisiyle, dünya ölçeğinde ne yazık ki yeteri kadar anlamlandıramadığımız, o nedenle içinde bulunduğumuz kültürde 10 yıllar, 100 yıllar, 1000 yıllar neyse. Dolayısıyla şimdi mücadele süreci içerisinde herkes, işte bu salamlardaki bu yayınlarda da küçük bir farkındalık yaratmaya çalışıyoruz. Merak uyandırmaya çalışıyoruz.
Hepimizin hakları ve sorumlulukları ile ilgili biraz bilgilendirmeye çalışıyoruz. Umarız işe yarıyordur. Biraz önce söylediğiniz gibi, ya demokrasi deyince, tabii hani temsillerin seçilmesi çok kolay ama ondan sonraki süreçte hani katılım, kararlara katılım süreci, işte stratejik planların belirlenme süreci, katılımcı bütçe, biraz önce söylediniz. O süreçler de, ne yazık ki hani yeteri kadar… Yani ben ülke ölçeğinde, hani ister metropol olsun, ister ilçe olsun, ister diğer belediye olsun, yeteri kadar bu süreçlerle ilgili bir birikim olmadığını düşünüyorum, ne bürokratlarımızda ne siyasilerimizde.
Bu kültür, bu gelenek, şey geleneksel siyaset anlayışıyla, umarım biraz önce altını çizdiğiniz kent konseyleri çok ciddi bir fırsat. Yani Türkiye'de yaklaşık 200 tane kent konseyinin...
Biraz önce söylediğiniz gibi; demokrasi deyince tabii, hani temsillerin seçilmesi çok kolay ama ondan sonraki süreçte katılım, kararlara katılım süreci, stratejik planların belirlenme süreci, katılımcı bütçe, biraz önce söylediniz. O süreçler de ne yazık ki, hani ülke ölçeğinde, ister metropol olsun, ister ilçe olsun, ister diğer belediye olsun, yeteri kadar bu süreçlerle ilgili bir birikim olmadığını düşünüyorum. Ne bürokratlarımızda ne de siyasilerimizde olmaması üzücü. Bu kültür, geleneksel siyaset anlayışıyla umarım, biraz önce altını çizdiğiniz kent konseyleri, çok ciddi bir fırsat. Türkiye'de yaklaşık 200 tane kent konseyi var. Tabii ki Ankara Kent Konseyi, çok etkin etkinlik yapmasıyla farkındalık yarattı ama yeteri kadar Ankara Kent Konseyi de demokrasiyi ve katılımcılığı henüz içselleştirmiş değil, ve bütün bu bahsettiğimiz 3500 civarındaki bileşenine alan açmış değil.
Umarım önümüzdeki dönemde, bu araç, kent konseyi aracı, herkesin daha çok sahipleneceği bir hale gelir. Bizler de hemşehriler olarak, 5393 sayılı belediye yasasının yerel ölçekte, tabii ilgili maddelerini merak edip okuyarak, kendi yaşam alanlarımız ve yaşam kalitemizle ilgili süreçlerde biraz daha etkili insanlar, özne olmaya dair bir emek harcamaya irade koymaya niyetleniriz.
Bir şey mi söz edeceksiniz? İzin verirseniz bir cümleyle bir girdiyseniz, tabii. Yani bunu çok üzerine basarak söylüyorsunuz ve haklısınız. Bunun bir lütuf değil, bir hak olduğunu, ben de dahil, yaşayan hepimizin bilmesinde büyük yarar var.
Bir konuya daha değindiniz; o da çok saygın ve önemli. Temsili demokrasi. Temsili demokrasi bir yere kadar geldi ve tıkandı. Bunu aşacak tek mekanizma içselleştirilmiş gerçek anlamda bir katılımcılıktır. Yani başka türlü bunu, siz bir başka yere eviremezsiniz. Çünkü sonuçta bu ölçek ve bu büyüklüklerde temsili demokrasinin de düşündüğümüz anlamda bir yönetim biçimi olma şansı yok.
Diğer bir husus da şu: Ben Sol Fasol TV'yi, Onur Bey bilir, hep takip ederim. Çok önemli programlar yaparım. Çünkü bir kısmında ben kaydederim. Sabah yürüyüşte dinlerim. Her gün sabah bir saat yürüyüş yapıyorum ve spor yapıyorum. Mutlaka programları izlerim. O programlardan çok şey öğrenmişimdir. O programlardan proje üretmişimdir. Çünkü Sol Fasol TV'nin yayınları genelde yaşadığımız çevrenin sorunlarına yönelik yayınlardır ve onlara bizim baktığımız değil, bakmadığımız bir açıdan, eleştirel olumlu bir anlayışla bakan yaklaşım, beni o yaklaşımlardan, şu yaptığımız 8081 projesinin içerisinde, en az 45 tane de somut kentin kültürel mirasının korunmasına yönelik projeler üretmeye yönlendirmiştir.
Diğer bir husus da şu; gerçekten, ben Sol Fasol TV'yi Onur Bey bilir, hep takip ederim. Çok önemli programlar yapıyorlar. Çünkü bir kısmında ben kaydederim; sabah yürüyüşte dinlerim. Her gün sabah bir saat yürüyüş yapıyorum ve spor yapıyorum. Mutlaka programları izlerim. O programlardan çok şey öğrenmişimdir. O programlardan proje üretmişimdir ben. Çünkü Sol Fasol TV'nin yayınları genelde yaşadığımız çevrenin sorunlarına yönelik yayınlardır ve onlara bizim baktığımız değil, bakmadığımız bir açıdan, eleştirel bir anlayışla bakan yaklaşım beni o yaklaşımlardan şu yaptığımız 8081 projelerinin içerisinde, en az 45 tane de somut kentin kültürel mirasının korunmasına yönelik kendi alanında proje çıkarmışımdır.
Onun için de, lütfen bunu ben burada olduğum için ya da size bir nezaketen söylenmiş söz gibi kabul etmeyin. Hem Sol Fasol TV'nin yöneticilerine, hem de size, dostumsunuz Onur Bey'e çok teşekkür ediyorum. Sağ olun.
Yani Ankaralıların buluşma noktası diyoruz; Sol Fasol, bir buluşma platformu. Evet, Ankara ile ilgili görüşü olan, derdi olan, merakı olan herkesin bir araya gelip birbirini fark ettiği, birbirinden öğrendiği, birlikte öğrendiği bir ortam yaratmaya çalışıyoruz. Bir iklim oluşturmaya çalışıyoruz. Yani son zamanlarda, bizim yayınlarımıza da bakarsanız, işte "birlikte yaşamak" mottosuyla, sloganıyla, evet, birbirimizi fark edeceğimiz çok programlar yapılmaya da çalışılıyor. Program yapmak isteyenler, yazmak isteyenler de her zaman davetli; çok seviniriz yani katkısı olanlara, niyetlenenlere.
Evet sevgili hemşehrilerimiz, bu akşam da süremizi tamamladık. Bence çok keyifli, yararlı bir program oldu. Çok teşekkür ediyoruz size. Yaklaşık 5 yıldır, bütün programları aynı üç kavramı gündeme getirerek bitirmeye çalışıyorum: Güven duygusuyla birliktelikler oluşturalım ve coşkuyla dayanışalım, üretelim ve paylaşalım. Hepinize kolay gelsin. İyi akşamlar.
Hepinize kolay gelsin. İyi akşamlar.
[Müzik] [Müzik] [Müzik]