Yalnız hele son zamanlarda, yani aşağı yukarı bu 19 Mart'tan bu yana biz bir şey yapıyoruz, bir şey konuşuyoruz. Sonra akış denir buna. Yani bizim yayıncılık dilinde her şey altüst oluyor. Öyle gelişmeler oluyor ki, bizim sabah konuştuğumuz akışla yayını yaptığımız saateki akış arasında neredeyse hiçbir alaka, hiçbir ilişki kalmıyor.
Şimdi bugün de tabii konuşulacak çok şey var. Yani bu İBB'ye ikinci dalga soruşturmada, işte ev hapsi, adli kontrolle sevk edilenler, tutuklananlar; tutuklanmayanlara bakarsan enteresan bir tablo var. Ayşe Barım'ın iddianamesi çıktı. Ayşe Barım hakkında 30 yıl isteniyor. Yani 22 yıldan 30 yıla kadar, kadını cebren, işte anayasal düzeni yıkmaya çalışmakla zorluyorlar falan. İnanılmaz bir şey. Hakikaten çok kritik gelişmeler var.
Yalnız şimdi Cumhurbaşkanı Erdoğan dün İtalya'daydı ya, bu da önemli bir ziyaret. İşte yapılan anlaşmalar, savunma anlaşmaları falan bunlar konuşuluyor burada. Hani çeşitli uzmanların yaptığı yorumlar var. Onları da ilerleyen günlerde konuşuruz ama bunu bir inisiyasyon olarak görmek lazım. Yani Erdoğan'ın batıya geri dönüşü. Batı tarafından koşullar değişti. Yapacak bir şey yok ki. Almanya’daki yeni hükümet de muhtemelen biraz daha bu çizgide olacak. Koşullar değişti, kardeşim. Otokrat, motokrat neyse ne. Kendisine muhalif rakibini mi cezaevine attırmış? Bizim derdimiz değil. Başka bir döneme girdik. Eh, biz de başka türlü kendi menfaatlerimizi kollayacağız.
Artık demokrasi, memokrasi bunları bir süreliğine askıya alacağız. Bu konudaki taleplerimizi diyor. Avrupa Birliği başka bir çerçeve çiziyor ve Erdoğan geri dönüyor Avrupa'ya. Aslında bunun bir başlangıcı, bunun bir inisiyasyonu, bunun altını çizmek lazım. Tam da onun dönüşü, tam da onun dönüşü. Buna da dikkat etmek lazım. Erdoğan vites arttırdı. Erdoğan'a çok acayip bir şey söyledi. Grup toplantısında az önce Özgür Özel'i suçladı. İşte dedi ki, "Senin partini hırsızlar, yolsuzlar özetle söylüyorum, ele geçirmiş. Sen niye bunları savunuyorsun?" demeye getirdi.
Yalnız asıl şöyle bir ifade kullandı. Ondan önceki de aynı hevestle kurmadık masa, çalmadık kapı, basmadık düğme, önünde eğilip bükülmedik, terör örgütü bırakmamıştık. Ama sonuç ortada. Cumhurbaşkanı olacaktı; şaibeli bir şekilde tarih oldu. Şimdi ne kapısını çalan ne de halini, hatırını soran var. Bunun nefesi 2028'e kadar yetecek mi? Hep birlikte izleyip göreceğiz. Eskiler, “keçiyi yardan uçuran bir tutam otmuş” derler. Bakalım cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li siyaset girdabında telef olup gidecek.
Eskiler “keçiyi yardan uçuran bir tutam otmuş” derler. Bakalım, cumhurbaşkanlığı hevesi yolunda daha kaç CHP’li siyaset, girdabında telef olup gidecek. Şimdi arkadaşlar, sesi kıstım, “duymak istemiyorum” falan diyorsunuz ama başka bir şey söylüyor burada Cumhurbaşkanı. Yani bakalım diyor, “kaç böyle CHP adayı telef olup gidecek bu yolda.” İlk Kemal Kılıçdaroğlu’ndan örnek veriyor. O kaybetti diyor. Sonra da Ekrem… Yani şunu söylüyor Erdoğan: “Şimdi bu kadar, bakın Türkiye’nin kaderini, siyasi kaderini değiştirecek bir şey söyledi Erdoğan.” Yani "a grup topladı, geçti he" falan denecek bir şey değil. Şimdi bunu metinde var mıydı yok muydu? Acayip bir şey söyledi. Yani diyor ki, “Ben burada olduğum sürece, benden başka kimse seçilemez.” Bunu ifade ediyor Erdoğan. “Devir bu devir,” diyor. “Telefim” diyor. “Telefim” dilimizde ne için kullanılıyor? İnsan olmayan hayvanlar için. Yani işte ölmesi, öldürülmesi hayvanların, bunun için kullanılıyor. “Telef olur,” diyor. “Ben karşıma seçilebilecek rakip istemiyorum,” diyor Erdoğan.
Erdoğan’ın vites arttırdığını görüyoruz. Başka bir sistemden bahsediyor artık Türkiye’de. Yani başka bir şey diyor Erdoğan; geçti o günler diyor. “Seçim olacak falan geçti,” diyor. “Telef olur, telf ederiz,” diyor. Açık açık, çok acayip. Bakın, bugün 30 Nisan 2025. Türkiye siyasi tarihi açısından not edilmesi gereken bir gün. Not edilmesi gereken.
Buradan Kemal Kılıçdaroğlu’na mesaj gitti; Ekrem İmamoğlu’na mesaj gitti de acaba Mansur Yavaş’a mı gidiyor? Ona göre diyor, “Bak, yani karşıma aday olacaksan durum bu,” diyor. Ona göre bir mesaj da oraya gidiyor. İnanılmaz. Yalnız, daha bir ilgimi çeken son dönemde grup toplantılarında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıktıktan sonra bizim Hilal Köylü en önde soruları soruyor ya her zaman. Gazetecilerin Erdoğan’a yaklaşmasına bile izin verilmedi. Onun için hiçbir kuşku düştü. Yani metinde bunu hani var mıydı; yazılı mıydı yoksa acaba Erdoğan kendisi mi söyledi? Çünkü genellikle öyle olduğu zaman, hani Erdoğan biraz metin dışına çıktığı zaman, sinirlendiği zaman, çok hırslandığı zaman, Erdoğan bazen böyle…
Bakın, bugün 30 Nisan 2025. Türkiye siyasi tarihi açısından not edilmesi gereken bir gün. Not edilmesi gereken. Buradan Kemal Kılıçdaroğlu'na mesaj gitti. Ekrem İmamoğlu'na mesaj gitti ama acaba Mansur Yavaş'a mı gidiyor? Ona göre diyor, "Bak, yani karşıma aday olacaksan, e durum bu," diyor. Ona göre, bir mesaj da oraya gidiyor. İnanılmaz.
Yalnız, daha bir ilgimi çeken son dönemde grup toplantılarında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, çıktıktan sonra bizim Hilal köylü en önde soruları soruyor ya, her zaman. Gazetecilerin Erdoğan'a yaklaşmasına bile izin verilmedi. Onun için hiçbir kuşku düşmedi. Metinde bunu hani var mıydı? Yazılı mıydı yoksa acaba Erdoğan kendisi mi söyledi? Çünkü genellikle öyle olduğu zaman, Erdoğan biraz metin dışına çıktığı zaman, sinirlendiği zaman, çok hırslandığı zaman, Erdoğan bazen böyle metin dışına çıkıp bir şeyler söyleyebiliyor. O zaman da iletişim ekibi hemen kontrol altına almaya çalışıyor söylediklerini. Acaba yine öyle mi oldu diye düşünüyorum. Emin değilim. İlerleyen günlerde görürüz. Yani tekrar ederse, bu söylemi devam ettirirse görürüz.
Ama Nefes Gazetesi'nin muhabir arkadaşlarımız çekmiş. Hiç muhabirleri bir soru sormak için, İmamoğlu soruşturmasıyla ilgili işte bir şey sormak için Erdoğan'a yaklaştırmıyorlar bile.
[Müzik]
Sayın Başkan, [Müzik] efendim bir [Müzik] ama müsaade edelim. Müsaade edelim. Hemen Ömer Çelik, Erdoğan'ın yanında. Hızlı hızlı ilerliyorlar. Hani ne kadar hızlı ilerleyebilsen, kalabalık bir ekip çünkü. Keşmek tabii, her grup toplantısı sonrası gibi. Bakın, Erdoğan'ın keyfi yerinde olduğu zaman hatırlayın, bizim Hilal'in falan sorduğu soruları biz hep burada da yayınlıyoruz. İşte Hilal bir şey söylüyor, Erdoğan gülüyor, cevap veriyor falan. Bazen haber muhabirine laf atıyor: "Sen söyle," diyor falan. Hiç öyle bir durum da yok. Hızlıca bir soru almadan geçmek istediler. Bakalım. Bilmiyorum, acaba bu "telef, yani karşımıza çıkarsanız telef ederiz" söylemi devam edecek mi? Bu çok kritik, arkadaşlar. Çok kritik.
Ben size başka bir kritik bir şey söyleyeceğim. Şimdi Ayşe Barım iddianamesine geçeceğiz ama asıl, bu İBB ikinci dalga tutuklananlar ve serbest bırakılanlar. O 34 kişi serbest bırakıldı. 18 kişi savcılığın sevk gerekçesine uydu. Yurt dışı çıkış yasağı ve imza yükümlülüğü ile serbest bırakıldılar. Şafak Paşa, eski genel müdürü, hastaneye götürüldü. Soruşturmadan sonra kendisi rahatsız. Tutuklananlar şöyle; Dilek İmamoğlu'nun abisi Cevat Kaya, Bakırköy Belediye Başkan Yardımcısı Ali Rıza Akyüz, İBB Boğaziçi İmar Müdürü Elçin Karaoğlu, Kültür AŞ Genel Müdürü Yardımcıları Onur Aldı, Erdin Çolak, Kültür AŞ Müdür Yardımcısı Hakan Karaköse, iş insanı Mete Maden, İBB mühendisi Yakup Öner, İBB Kamulaştırma Genel Müdürü Fatih Özçelik, İBB Bilgi İşlem Daire Başkanı Naim Erol Özgüner, ISELKOMŞ Genel Müdürü...
Şimdi, tutuklamalara gelen gerekçe her ne kadar rüşvet alma ve suç örgütü yönetme suçlaması olsa da, bu suçlamaların somut delillerle desteklenip desteklenmediği önemli bir nokta. Örneğin, Ramazan Gülte'nin sorgusunda da belirtildiği gibi, kendisine rüşvet alma fiiliyle ilgili herhangi bir soru sorulmamış olması, bu durumun sorgulanabilir olduğunu gösteriyor.
Ayrıca, sürecin nasıl devam edeceği, savcılığın delil sunma noktasında ne kadar etkili olacağı da merak konusu. Yaklaşık 34 kişi serbest bırakıldı, bunların arasında 18 kişi yurt dışı çıkış yasağı ve imza yükümlülüğü ile serbest bırakıldı. Diğer 16 kişi ise muhtemelen tutukluluk halinin devam etmesi suretiyle güvenlik endişeleri ve delil karartma ihtimali göz önünde bulundurularak tutuklu kaldı.
Şafak Paşa'nın rahatsızlanmasını da göz önünde bulundurursak, bu tür davalarda insanların sağlık durumları ve tutukluluk koşulları da değerlendirilmesi gereken bir başka boyut.
Önümüzdeki günlerde bu davanın seyri hakkında daha fazla bilgi almayı umuyoruz. Bu süreçte olan biteni izlemeye devam edeceğiz. Önemli gelişmeler oldukça kamuoyuyla paylaşılacaktır.
Peki, tutuklama gerekçesi o zaman neymiş? Tutuklama gerekçesi, rüşvet almak ve suç örgütüne üye olmak olarak nitelendiriliyor. Sayın Ekrem İmamoğlu'nun, İBB başkanının yöneticiliğini yaptığı ve İBB içindeki bazı bürokratların da yönetici pozisyonda olduğu bir suç örgütünün var olduğuna dair bir varsayım ve iddia var. Bu çerçevede, İBB'nin içerisindeki başka bürokratların da bu örgüte mensup oldukları yönünde çeşitli iddialar mevcut. Bütün her şey bu iddialar üzerinde yöneltiliyor. Tabii ki, spesifik olarak herkese yöneltilmiş olan suçlamalar birbirinden farklı.
Örneğin, Ramazan Gülte örneğinde, bize aslında bir gizli tanık beyanı yöneltildi. Gizli tanık beyanında, 2020 yılından beri şehrin tarihi siluetini korumak amacıyla bir komisyonun oluşturulmuş olduğuna dair bilgiler yer almakta. Bu komisyon, büyük yapıların şehrin siluetini bozmaması için birtakım tedbirler alıyor. Yani, bazı kararlar alıyor ve bu kararların uygulayıcısı pozisyonunda bulunuyor. Eğer projelerinizi bu komisyonun almış olduğu kararlara uygun olarak yapmazsanız, projeniz onaylanmıyor.
Hatırlayacaksınız, 2011 senesinde Cumhurbaşkanı özellikle Zeytinburnu'ndaki ucube binalar olarak nitelendirdiği bazı binalara işaret etmişti ve bunların şehrin siluetini bozduğunu belirtmişti. İmar kanunundaki mevzuat çerçevesinde o tarihte bununla ilgili düzenlemeleri yapma yetkisi imar daire başkanına ve imar müdürüne verilmişti. Yani temelde iki kişiye verilmişti.
Bizim önümüze konulan suçlama, dün itibariyle işte Ramazan Gülte ve onunla birlikte oluşturulmuş olan bir komisyonla ilgili. 2020 senesinde bu yetkinin iki kişide olmasının birtakım suistimalleri beraberinde getirebileceği düşüncesiyle, bu durumu bir yönergeye bağlayalım, bir komisyon oluşturalım önerisi geldi. Bu komisyon, objektif birtakım değerlendirmeler yapsın, belirli kriterler belirlesin ve bu kriterler çerçevesinde bu inşaatların siluet onaylarını biz verelim şeklinde bir yaklaşım sergileniyor. Yani iddia temel itibariyle şu: siz bu yetkinizi kötüye kullanıyorsunuz. Ancak buna tam zıt olarak, 2020 senesinde yapılmış olan düzenlemeler oldukça farklı bir tablo sunuyor.
Bizim önümüze konulan suçlama ise; dün itibariyle Ramazan Gültel ve onunla birlikte oluşturulmuş olan bir komisyondan kaynaklanıyor. 2020 senesinde bu yetkinin iki kişide olmasının birtakım suistimalleri beraberinde getirebileceği düşünülerek, bu sebepten dolayı bir yönergeye bağlama kararı alınmış, bir komisyon oluşturulmuştu. Bu komisyon, objektif birtakım değerlendirmeler yapsın, belirli kriterler koysun ve bu kriterler çerçevesinde inşaatların silüet onaylarını verelim şeklinde bir yaklaşım sergileniyordu.
Yani iddia temel itibariyle, "Siz bu yetkinizi kötüye kullanıyorsunuz," tarzında bir iddia var. Ama tam bunun aksine, 2020 senesinde yapılmış olan düzenlemeyle sadece iki kişinin elinde olan bu yetkinin bu kişilerden alınması, suistimallerin önlenmesi ve komisyona devredilmesi amaçlanmıştı. Komisyonun denetlenmesi ve bu komisyon kararlarına karşı yargı denetimi yolunun açık olması da burada esas olarak hedeflenmişti. Ancak gelin görün ki, bu bir suç isnadı olarak bizim önümüze konuldu.
Daha da ilginç olanı, biliyorsunuz ki imar ve şehircilik Dairesi Başkanı Ramazan Gültel ile ilgili olan durum. Üsküdar'daki özellikle kaçak yapıların yıkılması gibi süreçler son zamanlarda çok fazla ön plana çıktı. Bunun yanında, son dönemde de İBB'nin almış olduğu kararlar çerçevesinde bu yıkımlar şehirdeki farklı yerlerde devam ediyor. Zeytinburnu, Düğün Şekil gibi yerlerdeki sahili işgal eden yapıların yıkılması da gündemde.
Ayrıca, Haziran 2024'ten itibaren Ramazan Bey'in o görüntüsü tam o sırada Üsküdar'daki kaçak yapıların yıkıldığı bir dönemde çekildi. Yapıları yıktırmak istemeyen bir grupla karşılaşmıştı ve bu grupta Ramazan Bey ile birlikte Nazan Başelli, zabıta müdürü, da bulunuyordu. Bu görüntü, gerçekten de onun sonrasına ait. Evet, çok doğru.
Bu görüntüler, 2020 ile 2024 yılı Haziran ayından itibaren Ramazan Gültel’in belediye encümeni olarak görev yaptığı döneme aittir. Ancak onun öncesinde Ramazan Gültel'in belediye encümenliği görevi söz konusu değildi. Ne oluyor? Zaman zaman genel sekreter yardımcısı Gürkan Bey'in katılamadığı toplantılarda veya imar mevzuatı ile ilgili bir karar alınacağı zaman, liyakat sahibi bir kişinin toplantıya katılması için Ramazan Gültel bu toplantılara katılmıştı. Gelin görün ki, bu toplantılarda bizim önümüze hangi toplantılara katıldığı ile ilgili olarak herhangi bir bilgi çıkmadı.
Yapıları yıktırmak istemeyenler bir grupla geldiler ve hani saldırılanlar arasında Ramazan Bey de vardı, Nazan Başelli de vardı. Zabıta müdürü. Bu da tam onun sonrasına ait. Doğru. Evet. Çok doğru.
Bunlar da görüntüler. 2020-2024 yılı Haziran ayından itibaren aslında Ramazan Gültel, belediye encümeni olarak da yine görev yapıyor. Ama onun öncesinde bir belediye encümenliği görevi söz konusu değil Ramazan Güncel’i. Eee ama ne oluyor? Zaman zaman genel sekreter yardımcısı Gürkan Bey’in katılamadığı toplantılarda ya da imar mevzuatı ile ilgili bir karar alınacağı zaman, yine bu konuda liyakat sahibi olan bir kişinin toplantıya katılması için zaman zaman Ramazan Gülayle birlikte bu toplantılara katılmış.
Gelin görün ki bu toplantılarda bizim önümüze, hangi toplantılara katıldığı ile ilgili olarak herhangi bir soru yöneltilmedi ama Kültür A.Ş. gerçekleştirilmiş olan bir takım ihaleler var. Bu ihale süreçlerinde Ramazan Gündbel’in de yine aynı şekilde bir dahlilinin olduğu şekilde bir değerlendirme var. Ama o ihalelerle ilgili olarak geçmişte müfettiş incelemeleri yapılmış. Bu müfettiş incelemeleri üzerine, zannediyorum ki valilikler tarafından soruşturma izinleri verilmiş. Ama bu soruşturma izinlerine daha sonra burada subjektif bir değerlendirme var denilerek itiraz edilmiş.
İtiraz üzerine Danıştay 1. Dairesi tarafından soruşturma izinleri kaldırılmış. Yani siz bu kişilerle ilgili olarak bir subjektif değerlendirme yapıyorsunuz; bu kişileri yargılayamazsınız, demiş. Şimdi bunun da ötesinde biliyorsunuz, bütün kamu kuruluşları İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve onun iştirakleri de dahil olmak üzere her yıl Sayıştay denetimine tabi tutulurlar.
Bu Sayıştay denetimlerinde de her şey incelenir ve bir kamu zararı oluşmuşsa, bununla ilgili olarak raporlandırma yapılır. Benim anladığım, onu neye bağlayacaklar, Hüseyin Bey biliyor musunuz? Siz daha iyi bilirsiniz. Murat Abbas’ın da şimdi etkin pişmanlıktan yararlandığı ifadesi basında, her yerde var. Orada Murat Abbas diyor ki, işte şeyden bahsediyor. Bu dijital deneyim müzesi falan filan. Sözde diyor, bunu aldık. Ahmet Güneştekin beğenmedi bu teknolojiyi diyor falan. Fakat daha sonra, hani Ahmet Güneştekin aynı şeyde sergi yapmış.
Fakat neyse. Eee orada diyor ki, işte bir takım usulsüzlükler oluyordu. Murat Ongun dedi ki, “Sayıştay tarafını ben hallederim,” dedi birkaç kez. “Siz ona takılmayın,” dedi. Sayıştay incelemesini. Belki Murat Abbas’ın o ifadelerini dikkate alıp Sayıştay incelemeleri bir şey ifade etmez falan diyecekler gibi anlıyorum ben. Yani tabii bu gerçekçi bir yaklaşım değil. Yani Sayıştay denetimlerini ben hallederim tarzındaki bir yaklaşım, tabii ki e, koskoca bir Türkiye Cumhuriyeti; yani neredeyse bu ülkedeki bütün kamu kurumlarını ilgilendiren incelemeler yapan bir kurum.
Murat Abbas'ın da şu anda etkin pişmanlıktan yararlandığı ifadesi, basında her yerde var. Murat Abbas diyor ki; işte dijital deneyim müzesinden bahsediyor. Sözde bunu aldık. Ahmet Güneştekin bu teknolojiyi beğenmedi diyor, falan. Fakat daha sonra Ahmet Güneştekin, aynı şeyde sergi yapmış. Fakat neyse. Orada diyor ki, işte birtakım usulsüzlükler oluyordu. Murat Ongun, "Sayıştay tarafını ben hallederim," dedi birkaç kez. "Siz ona takılmayın," dedi. Sayıştay incelemesini. Belki Murat Abbas'ın o ifadelerini dikkate alıp, "Sayıştay incelemeleri bir şey ifade etmez," falan diyecekler gibi anlıyorum ben.
Yani tabii, bu gerçekçi bir yaklaşım değil. Sayıştay denetimlerini "ben hallederim" tarzındaki bir yaklaşım, elbette ki koskoca bir Türkiye Cumhuriyeti’ni, yani neredeyse bu ülkedeki bütün kamu kurumlarını ilgilendiren incelemeler yapan bir kamu kuruluşunu, bir yargı makamında, tabii ki zan altında bırakacak bir değerlendirme olur.
Ama diyelim ki, hadi böyle oldu. Diğer taraftan baktığınız zaman, 1. Dairesi tarafından verilmiş olan bir karar da var. Yani bu konuyla ilgili olarak, bir soruşturma izni vermiş idari makamlar. Ama bugün üzerine eee konu Danıştay'a gitmiş ve Danıştay 1. Dairesi, "Hayır, bu vermiş olduğumuz soruşturma izni, subjektif bazı değerlendirmeler içeriyor. Burada kamu zararının oluştuğu şeklindeki değerlendirme subjektif bir değerlendirmedir. Daha önceki rayiç değerlerle bu ihalenin gerçekleştirildiği zamandaki rayiç değerleri karşılaştırarak bir sonuca varamazsınız," diyerek bu soruşturma iznini kaldırıyor.
Yani, hadi tabii, Sayıştay denetimini kabul etmeyelim diyelim. Danıştay 1. Dairesi de bu konuyla ilgili vermiş olduğu bir karar var. Şimdi, bütün bunların hepsine hem savcılık aşamasında, yani ifade alma işlemleri sırasında, hem de suç ceza hakimliğinin önüne çıktığımız zaman söyledim ama şu an benzer iddialarla örneğin dün yine gözaltına alın… Eee, bundan dört gün önce gözaltına alınmış olan, ama dün adli kontrol tedbiriyle serbest bırakılmış olan bir genel sekreter yardımcısı var. Hı hı. Hı hı.
Şimdi onu serbest bırakıyorsunuz, ama Ramazan Gülen'i tutuyorsunuz. Diğer taraftan, biraz önce bahsetmiş olduğum o, işte estetik etik kurulu ile ilgili olarak… Eee, pardon özür dilerim, estetik etik kurulu ile ilgili olarak kararda imzası olan genel sekreter yardımcısını serbest bırakıyorsunuz. İhale süreci ile ilgili olarak suçlanan genel sekreteri serbest bırakıyorsunuz. Bunlarla suçlanan Ramazan Gülen hakkında tutuklama kararı veriyorsunuz ve tutuklama kararına gerekçe olarak da rüşvet almayı gösteriyorsunuz. Ama dosyaya baktığımızda, yani rüşvet kimden alınmış, nasıl alınmış, ne zaman alınmış, hangi miktarda alınmış; yani bunlarla ilgili hiçbir somut veri yok.
Yani aslında, bizim hukuki kılıfına uydurma olarak nitelendirebileceğimiz yani bir öncü suç eee yaratma konusunda, ciddi bir belirsizlik var.
İhale süreci ile ilgili olarak suçlanan genel sekreteri de serbest bırakıyorsunuz. Ramazan Gültemi hakkında tutuklama kararı veriyorsunuz ve tutuklama kararına gerekçe olarak da rüşvet almayı gösteriyorsunuz. Ancak dosyaya baktığımızda, yani rüşvet kimden alınmış, nasıl alınmış, ne zaman alınmış, hangi miktarda alınmış gibi konularda hiçbir somut veri yok. Aslında, bizim hukuki kılıfına uydurma olarak nitelendirebileceğimiz bir öncü suç yaratma kaygısıyla hareket edilmiş ve bu öncü suç yaratma kaygısının sonucu olarak da rüşvet verme suçu burada ileri sürülebilir diye düşünüyor olabilirler.
Şöyle bir şey olabilir mi deniyor: "İddianame yazılsın, göreceğiz." Bir an önce bu iddianame yazılmalıdır diyorlar. Mesela sorguda sorulmaz mı, öyle bir şey var mıdır? Ama iddianamede görürüz bunların hepsinin somut delilini. Yoksa somut delil varsa, bu emniyet ve savcılıkta sorulur mu? Nasıl olur? Şimdi şöyle, sadece iddianamenin hazırlanması tabii ki, yani bütün delillerin açık ve net bir şekilde ortaya konulması anlamı taşır. Ama bir kişi hakkında tutuklama tedbiri öngörüyorsanız, o kişi hakkında iddianame hazırlanmasından daha güçlü belki de delillerin elinizde olması lazım. Yani kuvvetli suç şüphesi olarak değerlendirdiğiniz bir durumun olgunlaşması gerekiyor. Bunu da mutlaka delillendirmeniz gerekiyor.
Bir gizli tanık beyanı var, ama gizli tanık sadece bir iddia ortaya atmış; bunu delillendirecek, bunu destekleyecek somut hiçbir veri veya tespit yapılamamış. O taraftan baktığınızda, Yargıtay kararlarıyla çelişki oluşturuyor. Diğer taraftan ihale süreci var. Yani ihale sürecini gerçekleştiren İBB değil, Kültür AŞ. Şimdi Kültür AŞ'de görev yapmayan bir kişiyi, Kültür AŞ'nin gerçekleştirdiği bir ihale nedeniyle suçlayamazsınız. Suçun işlenip işlenmediğini bir kenara bırakıyorum. Yani suçun işlenip işlenmediği bile tartışmalıdır.
Danıştay 1. Dairesi kararıyla da. Ama hiç Kültür AŞ'de görev yapmamış, ihale sürecinde herhangi bir etkisi olmamış bir kişinin, sadece İBB ve Kültür AŞ'nin birbirine çok uyumlu bir şekilde kararlar verdiği denilerek sorumluluğuna gidilmesi, hukuki olmaktan öte, varsayımsal ve böyle bir tahmine dayanan bir iddia olarak karşımıza çıkıyor. Burada ne suçların şahsiliğinden, ne de cezaların şahsiliğinden bahsedebilirsiniz; ne de suçun yasal unsurlarının oluşumundan bahsedebilirsiniz.
Diğer taraftan bir ihale süreci var. Yani, ihaleyi yapan İBB değil ki, Kültür AŞ. Şimdi, Kültür AŞ'de görev yapmayan bir kişiyi, Kültür AŞ'nin gerçekleştirmiş olduğu bir ihaleden dolayı suçlayamazsınız ki. Hadi, suç işlenmesini bir kenara bırakıyorum. Yani, suçunun işlenip işlenmediği bile tartışmalıdır, Danıştay 1. Dairesi kararıyla da. Ama, hiç Kültür AŞ'de görev yapmamış olan, ihale sürecinde herhangi bir etkisi olmamış olan bir kişinin, sırf İBB ve Kültür AŞ'nin çok uyumlu bir şekilde kararlar vermiştir denilerek sorumluluğuna gidilmesi hukuki olmaktan öte, varsayımsal, böyle bir tahmine dayanan bir iddia olarak karşımıza çıkıyor.
Burada ne suçların şahsiliğinden, ne de cezaların şahsiliğinden bahsedebileceğiniz, ne de suçun yasal unsurlarının oluşumundan bahsedebileceğiniz bir durum zaten söz konusu değil.
Bir yeni bilgiyi aktarayım size. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İBB iştiraki olan Kiptaş ve İSfalt'ın 31 Mart 2019'dan itibaren bugüne kadar bütün ihale dosyalarını istemiş. Bu da herhalde bir üçüncü dalganın geleceğinin de işareti mi demeli, herhalde ne yazık ki bu şekilde yorumlamak gerekiyor.
Ama Şahin Hanım, tabii şöyle bir şey var. Yani, özellikle bu soruşturmanın daha da genişleyeceği, büyüyeceği, iştiraklere yönelik olarak bu soruşturma dosyalarının başka iştiraklerle ilgili olarak da gündeme geleceği düşünülüyor. Zaten biliyorsunuz, bu hem 19 Mart'ta gerçekleşen hem de 4 gün önce gerçekleşen operasyonlara ilişkin soruşturma süreçlerinin ihale evrakları da zaten yıllar öncesinden İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na gönderilmiş vaziyette.
O yüzden eleştirdiğimiz şeylerden bir tanesi de aslında bu. Deliller toplanmış olan, bilir kişi incelemesi yaptırılmış olan, bu konuyla ilgili gerekli değerlendirmeler savcılık tarafından yapılmışken, bu kişiler ihale dosyalarını daha önceden zaten savcılık makamıyla paylaşmışken, yani bir soruşturma yürütüldüğünde biliyorken kaçmamışken, haklarında bir gözaltı tedbirinin uygulanması ve bu kişilerle ilgili olarak tutuklama tedbirine başvurulması zaten buradaki en önemli eleştirilerden bir tanesi.
Anladım. Hüseyin Bey, çok teşekkür ederim. Sağ olun. Ben teşekkür ederim. Kolay gelsin. Sağ olun.
Şimdi bir şey söyleyeceğim. Siz de yazmışsınız. Demişsiniz ki, o yorumu kaçırdım ama yani biraz kanaatlerle ilerliyor Türkiye'de yargı. Kanaatler... Hani Hüseyin Bey de diyor yani rüşvet isnat ediliyor, rüşvete ilişkin bir somut delil yok, bir şey yok diye. Kanaatlerin de ötesinde başka bir şey var.
Bence bu işin rengi şöyle değişiyor. Şimdi, dün iktidara yakın bazı televizyon kanalları saatlerce neyi konuştu biliyor musunuz? Bayağı yayını yıktılar. Yani, saatlerce şunu konuştular: Adnan Çebe'yi konuştular.
Anladım. Eee, Hüseyin Bey, çok teşekkür ederim. Sağ olun. Ben teşekkür ederim. Sağ olun. Kolay gelsin. Sağ olun.
Şimdi, eee bir şey söyleyeceğim. Siz de yazmışsınız. Demişsiniz ki, o yorumu kaçırdım ama yani eee biraz kanaatlerle ilerliyor Türkiye'de yargı kanaatler. Hani Hüseyin Bey de diyor: Yani rüşvet isnat ediliyor, rüşvete ilişkin bir somut delil yok, bir şey yok diye. Kanaatlerin de ötesinde başka bir şey var. Bence bu işin rengi şöyle değişiyor.
Şimdi, dün iktidara yakın bazı televizyon kanalları saatlerce neyi konuştu biliyor musunuz? Bayağı yayını yıktılar. Yani saatlerce şunu konuştular: Adnan Çebi'yi konuştular. Makyol'un sahibi. Makyol, bu muhalefetin "beşli çete" dediği firma. L Meridyen Otelin sahibi. Bu Adnan Çebi ile Ekrem İmamoğlu, aynı uçakta uçmuş. Bunlar aynı uçakta uçmuşlar. Nereye olduğunu da söyleyeceğim ben size. İstanbul, Londra uçağı. Buradan aynı uçakta uçmuşlar. Saatlerce bilerek mi hani bir araya gelmek, konuşmak için mi uçakta uçtular? Tesadüf mü diye konuşuldu. İş çok acayip bir yere gidiyor.
Şimdi şöyle bir haber var: %100 doğrulanmadı bu haber ama bazı eee yargı kaynaklarına yakın siteler yazıyor. Bunların yazdığına göre, Adnan Çebi yani Makyol'un sahibi, L Meridyen'in sahibi deniyor ki, 2 Mayıs Cuma günü örgütlü suçlar bürosuna ifadeye çağrıldı. Şimdi bu da ayrı bir dönüm noktası. Bakın, bu bugün çok kırılma noktası yaşanıyor. İş değişiyor. Çünkü şu yorumlar yapılmaya başlandı.
Günlerdir neyi konuşuyoruz? Hani dedi ya eee, burada Hüseyin Bey: "Ya somut rüşvet delili yok, nerede falan?" diye. Şu var: Yalanlandı yazıyorsunuz, Emre Bey. "Yalanlandı" diyenler var. Fakat ben Adalet Bakanlığı kaynaklarından henüz yalanlamasını almadım. Yalanlanması da önemli değil. Bu, bazı stratejik sitelerin yazıyor olması. Bunu, başka bir işaret fişeği olarak okumak lazım.
Şimdi bazı yargı kaynaklarına yakın siteler bunu yazıyorsa, bir mesaj veriliyor. İşte o "yalandan da geç" demeyle olmuyor bu işler. Onu demeye çalışıyorum. Şimdi zaten günlerdir bu L Meridyen çok konuşuluyor. Hani somut delil dedi ya Hüseyin Bey. Şimdi somut delil. Videoları konuşuyoruz günlerdir. Ne videosunu konuşuyoruz? L Meridyen Otel, niye gitti? Niye orada toplantı yaptı? Orada kimle görüştü? Yanında niye jammer taşıdı? E başta jammer değil denmişti. Şimdi ondan da vazgeçildi. Peki, "Cemmer" niye "Cemmer" deniyor bu sefer? Hayırdır? Neyi gizlemeye çalıştı? Orada kiminle görüşüldü? Bu tartışılıyor günlerdir. İktidara yakın basında, iktidara yakın siteler bunu yazıyorlar ve gözler Makyol'a doğru dönüyor. Neden? Çünkü bence şöyle bir bakış açısı var. Bakın, Erdoğan...
Zaten günlerdir bu L Meridyen çok konuşuluyor. Hani somut delil dedi ya Hüseyin Bey. Şimdi somut delil. Videoları konuşuyoruz günlerdir. Ne videosunu konuşuyoruz? L Meridyen Otel'e niye gitti? Niye orada toplantı yaptı? Orada kimle görüştü? Yanında niye jammer taşıdı? Başta jammer değil denmişti. Şimdi ondan da vazgeçildi. Peki, jammer niye desem bu sefer? Hayırdır? Neyi gizlemeye çalıştı? Orada kiminle görüşüldü? Bu tartışılıyor günlerdir.
İktidara yakın basında ve iktidara yakın siteler bunu yazıyorlar ve gözler makyola doğru dönüyor. Neden? Çünkü bence şöyle bir bakış açısı var. Bakın, Erdoğan'ın bu telefon hikayesinin altında o var. Özellikle iş insanları üzerinden yapılan yorumlardan, yazılan tweetlerden anladığım kadarıyla şöyle bir bakış açısı var: "Ya kardeşim, bu iş insanlarını Erdoğan var etti, değil mi? Erdoğan öyle bakıyor. 20 küsur yıldır diyor, 'Ben iktidardayım.' Beraber bir yol yüründü. Bu iş insanları, siz de zenginleştiniz, büyüdünüz, dünyada ihaleleri alır hale geldiniz. Şimdi hayırdır? Siyasi iklim dönüyor diye bizi, beni satıyor musunuz?" diye düşünüyor. Böyle bir okuma yapanlar var.
Anladığım kadarıyla bazı kişiler, "Erdoğan'ı mı satıyor bu iş adamları?" diye düşünüyor. Eğer işi yakından takip ederseniz, bu iktidara yakın yorumcular oraya kayıyor. Bu iş insanları alttan alttan saf mı değiştiriyorlardı? Ekrem İmamoğlu'nu desteklemeye başladılar, "Reisi satıyorlar mı?" İş buraya geliyor. Çok enteresan. Bakalım ne olacak ilerleyen günlerde.
Onun için de muhtemelen Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün grup toplantısında sert bir konuşma yaptı. Yani ona göre, "Kardeşim, bak benim karşıma çıkan kazanamaz. Benim karşıma çıkan kazanamaz. Siz neyin peşindesiniz?" diyor iş insanlarına. Bence burada bir ihanet okunması var. Bakalım gerçekten Adnan Çebi ifadeye çağrılacak mı, çağrılmayacak mı? Böyle bir mesaj mı gönderiliyor Adnan Çebi'ye? Çok kritik hakikaten. Gelişmeler şu anda çok kritik.
Şimdi bir başka ilginç mesele Ayşe Barım iddianamesi. Neymiş bu Ayşe Barım? Bakın, çok ilginç. Ayşe Barım tam olarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya, hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçu ile yargılanıyor. Nasıl yapmış bunu? Bu kadın hep topu dizi işiyle uğraşmıyor mu? Evet, 177 sayfalık iddianamenin 63. sayfasına kadar Ayşe Barım adı geçmiyor. Hani ilk bir sayfada vardır ya, işte şüpheli falan der. Ondan sonra 63 sayfaya kadar Ayşe Barım yok. Eski Gezi iddianamesinin aynısı, işte Otbor, Motpor, Soros, Moros falan. Soros, Moros deniyor.
Şimdi bir başka acayip mesele Ayşe Barım iddianamesi. Neymiş bu Ayşe Barım? Bakın, çok ilginç. Ayşe Barım, tam olarak anayasal düzeni ortadan kaldırmaya, hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs suçuyla yargılanıyor. Nasıl yapmış bunu? Bu kadın hepitopu kardeşim, dizi işiyle uğraşmıyor mu? Hepitopu? Evet.
177 sayfalık iddianamenin 63. sayfasına kadar Ayşe Barım adı geçmiyor. Hani ilk bir sayfada vardır ya işte şüpheli, müpeli falan orada. Ondan sonra 63 sayfaya kadar Ayşe Barım yok. Eski Gezi iddianamesinin aynısı işte; Otpor, Motpor, Soros, Moros falan. Soros, Moros deniyor da mesela, hani burada da hep bütün Gezi iddianameleri böyle. Peki kardeşim, Soros ne yapmış? Para yollamışsa göster ya şu para trafiğini de falan. O neyse, onları geçtik.
Diyor ki, 63. sayfadan sonra Ayşe Barım'ın kurucusu olduğu ID iletişim 68 oyuncuyla çalışıyor. Fakat bunların hepitopu 19'u. Kendi kendilerine sosyal medyada Gezi paylaşımları yapmışlar. Eee, diyor ki savcılık, "savcı, sav bu." Bunlara Ayşe Barım talimat verdirmiş diyor. Ayşe Barım talimat verdi, bunlar bu tweetleri Gezi tweetlerini öyle attı diyor. HTS kayıtları var fakat ses kaydı yok. Yani, şu yok iddianamede, eee ne bileyim, iddianame ekim eki olursa sonradan yayınlanır mı bilemem ama şu anda şu yok yani. "Alo işte... neyse, Serenay sen şu tweet'i at bakalım da falan" öyle bir şey yok.
Daha önceki bir ses kaydını biliyoruz aslında. Orada da şey diyor, Ayşe Barım: "Aman, siz bu paylaşımları yapmasanız ne gerek var falan" diyor. Onu da şöyle yorumlamış iddia makamı: "Savcı, bunu bilerek söyledi. Doğru zaman değil dedi. Hükümeti yıkmak için doğru zamanı kolladı" diyor. Neye dayanarak söylüyor ama bilmiyoruz. Bunlar sadece sav.
Bu çok kritik yani, çok acayip. HTS kayıtlarında Mehmet Ali Alabora ile 3 defa konuşmuş. Çiğden Mater ile 6 senede 14 defa konuşmuş. 6 senede işte, Çiğden Mater de belgesel yapıyor, falan, aynı sektörde çalışıyorlar. Ne bileyim yani, şimdi çok acayip. Osman Kavala protestolar bittikten sonra, 2014 yılında konuşmuşlar; bitmiş yani, Gezi mevzusu ortada kalmış, bitmiş. Sonra konuşulmuş ama yine de deniyor ki işte, Osman Kavala, George Toros, Otpor onun başını çektiği böyledir deniyor.
Çok ilginç. Eee, masak raporu, para akışı, banka dökümü, hani somut bir şey yok. Yani burada şunu görüyoruz aslında. Peki, neyle suçlanıyor kadın? Hükümeti yıkmaya çalışmakla suçlanıyor. Nasıl hükümeti yıkmış? Eee, birtakım sanatçıların attığı tweetlerle. Yani, koskoca anayasal düzen, üç tane sanatçı tweet attı diye mi yıkılıyor? Ben anlayamadım. Hani nasıl? Ne kadar kırılgan bir anayasa... Hani velev ki doğru, ne kadar kırılgan bir...
Masak raporu, para akışı, banka dökümü… yani somut bir şey yok. Yani burada şunu görüyoruz aslında: Peki, neyle suçlanıyor kadın? Hükümeti yıkmaya çalışmakla suçlanıyor. Nasıl hükümeti yıkmış? Eee, bir takım sanatçıların attığı tweetlerle. Yani koskoca anayasal düzen, üç tane sanatçı tweet attı diye mi yıkılıyor? Ben anlayamadım. Hani nasıl? Ne kadar kırılgan bir anayasa; velev ki doğru, ne kadar kırılgan bir anayasal düzenmiş doğrusu. Yani burada çok acayip, bu iddia ile herkes her şeyle suçlanabilir arkadaşlar. Hani Ekrem İmamoğlu'nun diploması iptal edildikten sonra millet dedi ya: O zaman herkesin her şeyi iptal edilebilir diye. Hah. Yani o hesap; herkesin her şeyi, herkes her şeyle suçlanabilir.
Yani hasbelkader belliyle iki dakika telefonda konuştun, işte sen bu da dıasının dısıymış, Otpor'un bilmem kimin tweetini RT’lemiş. O yüzden de sen de bununla konuşmuşsun, o yüzden de falan diye. Hakikaten korkutucu ya. Bu, korkutucu yani. Bilemiyorum. Ayrıca şu da yok; şunun da altını çizelim. Biliyorsunuz bazı oyuncu arkadaşlar başta çok destek verdiler. Hani, "E aa işte tekelleşme var. Bu kadın tekelleşmeye mahvetti hepimizi" falan diye. İddianamede tekelleşmeye ilişkin de bir şey yok. O konu edilmiyor yani. Şimdi başka bir tekel oluşacak o piyasada, çünkü muhtemelen herkes de o tekere çalışacak. Tekelleşmenin t'si yok, yani onu söyleyeyim. Yok. Alakasız bir şeyle suçlanıyor.
Ayşe Barım. Evet, Nurhan İnce. Vallahi biraz öyle. Bunu gördük zaten daha önce. Aynı kafede on dakika bulundun, iki kişi yüzünden hapis yatabilirsiniz diye. E, var bu; aynı yerden, aynı baz istasyonundan sinyal vermişsin diyor mesela. Diyor ki, "Alsancak'ta aynı yerden baz istasyonu, mesela Etiler'de aynı yerden baz istasyonu." Yani orada kafeler var falan diyorsun. Bilmiyorum, çok acayip; bu kadından ne istiyorlar ya diye soran var. Ben de inanın tanımıyorum Ayşe Barım'ı. Eee, bilmiyorum yani. Çeşitli tezler, iddialar var ama bilmiyorum yani.
Bugün çok acayip bir gün ya. Eee, biliyorsunuz 1 Mayıs operasyonu yapıldı bugün sabaha karşı. Deniyor ki, çeşitli örgüt mensupları alındı; fakat bir iddia da şu: Hani Twitter'a yazıp "Taksim'de 1 Mayıs'ta olacağız" diye keyword yazıp girersen, bunu yazan herkese almışlar deniyor. Bir de böyle yorumlayanlar var. Fakat burada Bazel vardı ya, hatırlarsınız, bir sosyal medya fenomeni. En son Seraçane'de gözaltına alındı. Tutuklandı şu…
Bilmiyorum, çok acayip. Bu kadından ne istiyorlar diye soran var. Ben de inanın, tanımıyorum Ayşe Barım'ı. Bilmem, yani, çeşitli tezler, iddialar var ama bilmiyorum. Yani, bugün çok acayip bir gün.
Biliyorsunuz, 1 Mayıs operasyonu yapıldı bugün sabaha karşı. Deniyor ki, çeşitli örgüt mensupları alındı. Fakat bir iddia da şu: Hani Twitter'a yazıp "Taksim'de 1 Mayıs'ta olacağız" diye anahtar kelimesini yazıp girersen, bunu yazan herkesi almışlar deniyor. Bir de böyle yorumlayanlar var.
Fakat burada Bazel vardı ya, hatırlarsınız; bir sosyal medya fenomeni. En son Seraçane'de gözaltına alındı ve tutuklandı. Şu anda kendisi içeride. Bazen böyle uzun bir mesaj yazmış cezaevinden. Diyor ki, "Ya işte CHP ve sendikalar, CHP ve sendikalar Kadıköy'de 1 Mayıs'ı kutlama kararı aldılar." Bunu eleştirenler var, Taksim olsun diyenler var.
Ben size şu anda "illa da Taksim'e çıkın" diyecek değilim. Bakın, çok sert bir sürece giriyoruz. Belli ki, Taksim'e kim çıkmaya çalışırsa gözaltına alacaklar. Şu anda gözaltında tutuklu da olmayın, dışarıda olun. Dışarıda olmanıza gerek var diye. Bazen böyle bir şey paylaşmış kendi sosyal medya hesabından. Bazen "Kim?" diyenleriniz olabilir. Özellikle gençlerin, hani böyle sol tandanslı gençlerin sevdiği bir şey. Evet, sosyal medya fenomeni.
Ya, bugün Erdoğan'ın grup toplantısı çok haber yaptı arkadaşlar. Bir numara telefon açıklaması. İki, Murat Kurum'u yakaladı gazeteciler; Çevre ve Şehircilik Bakanı. Gözler tabii Murat Kurum'un üzerinde, ve bu Kanal İstanbul meselesini sordular. Kanal İstanbul yapılacak mı diye soracağız ama Kanal İstanbul'la ilgili bir konu ben bilgilendirmiyorum, olmadığını daha önce de söylemiştim. Kanal İstanbul üzerinden polemik yaratma, konuyu başka alanlara çekmeye çalışma çabası, milletimiz nezdinde de karşılıksız kalacaktır. Bu muhalefetin iyice bilmesini buradan tekrar müzik.
Evet. Bir bıyık yorumu çok geldi. Bıyıklarını kesmiş diye. Kesmiş mi? Biraz böyle trim etmiş galiba. Belki hani uzasın diye. Bilmiyorum, bıyık kestiyse de şeyi biliyoruz; Cumhurbaşkanının kızdığını biliyoruz. "Bu bakan olamaz," diye. Bilmiyorum, bir imaj değişikliği mi var? Fakat aslında geçen gün Ahmet Hakan'ın yazdığını doğruluyor: "Kanal İstanbul gündemimizde yok," diyor. Bu da ilginç.
E, ala ile vala ile, o istediği iktidar kaç kez "Kanal İstanbul'u yapacağız, başka yeni bir şehir yapacağız, bu ekonomiyi de uçuracak," falan diye o istediği iktidar. Şimdi ise biz Erdoğan kaç kere bunun üzerine konuştu. E, bundan vazgeçildiğini şimdi, hasbelkader, Murat Kurum'a tutulan bir mikrofonla öğreniyoruz. Bu da acayip değil mi? Öyleyse vatandaşa da bir izahat…
Evet, bir bıyık yorumu çok geldi. Bıyıklarını kesmiş diye konuşuluyor. Kesmiş mi? Biraz böyle trim etmiş galiba. Belki hani uzasın diye. Bilmiyorum. Bıyık kestiyse de, şeyi biliyoruz: Cumhurbaşkanı'nın kızdığını biliyoruz. Bu bakan olamaz diye. Bilmiyorum, bir imaj değişikliği mi var? Fakat aslında geçen gün Ahmet Hakan'ın yazdığını doğruluyor. Kanal İstanbul gündemimizde yok diyor. Bu da ilginç.
İktidar, kaç kez Kanal İstanbul'u yapacağız, başka yeni bir şehir yapacağız, bu ekonomiyi de uçuracak falan diye konuştu. Şimdi ise biz, Erdoğan'ın kaç kere bunun üzerine konuştuğunu biliyoruz. E bundan vazgeçildiğini şimdi hasbelkader Murat Kurum’a tutulan bir mikrofonla öğreniyoruz. Bu da acayip değil mi?
Öyleyse, vatandaşa da bir izahat borcu vardır iktidarın. Niye böyle bir planlama yapıldı? Yanlış mı yapıldı? Olmadı mı? Tutmadı mı? Niye şimdi vazgeçiliyor? Kredi mi bulunamıyor? Para mı bulunamıyor? Plan mı yanlış yapıldı? Marmara'yı bitireceği mi öğrenildi? Ne yapıldı da vazgeçildi? Niye gündemimizde yok? Bunun da izahatının verilmesi gerekmez mi?
Madem Cumhurbaşkanı, "Benden başka kimse seçilmeyecek, ilelebet ben buradayım" diyor. O zaman biz de bütün bu soruları kendisine soracağız. "Kanal İstanbul'u yapacağım dediniz, şimdi vazgeçtiniz. Hayırdır, neden? Ya da bakanınız mı yanlış söylüyor?" diye. Bilemiyorum şimdi.
Vallahi bilemiyorum. Böyle nasıl olacak, arkadaşlar? Bir yandan durum bu; iddianame üstüne iddianame. Belli ki, önümüzdeki seçimlerde seçim için bir mutfak temizliği yapılıyor. Yani Erdoğan da bunun işaretini veriyor. Bu durum bu. Ekonominin durumu ortada. Fakat anladığım kadarıyla orada iktidar, biraz da Batı ile düzelecek ilişkilere güveniyor. İşte İtalya'ya gitti Erdoğan, oradan bir para akışı, bir şey bekleniyor falan.
Yabancı gelişi… Ben arada şunu da söyleyeyim: Şimdi Amerika Birleşik Devletleri'nden beklenti çok. Amerikan büyükelçisi Tom Barrack Türkiye'ye gelecek. Senat onayladı. Onaylanması bekleniyordu. Çok enteresan bir isim Tom Barrack. Zaten kendisi Lübnan kökenli. Fakat daha önce adam yargılandı. Trump için kurşun atan, kurşun yiyen bir tip. Yani ve iş insanı, emlakçı. Daha Trump'ın 2016'daki başkanlık döneminde Tom Barrack, Birleşik Arap Emirlikleri'nde işler yapıyor. Oradaki prenslerle, mensuplarla arası çok iyi. Orada projeler yapıyor falan.
Oradaki bazı prensler buna telkinde bulunuyorlar. "Ya işte Donald Trump bir konuşmasında benim de adımı geçirse, Arap dünyası ile ilgili şunu dese ne iyi olur" falan. Bunun e-mailleri çıktı. Bu da o Trump'ın konuşmalarına bunu sokmaya çalışıyor. Trump'ın ekibine bunu telkin ediyor. Diyor ki, "Ya bunu desin. Burada çok para var, burada işler olur, yapılır falan." Bunu desin falan, bazı Trump'ın konuşmalarına…
Daha Trump'ın 2016'daki başkanlık döneminde Tom Barak, Birleşik Arap Emirlikleri'nde işler yapıyor. Oradaki prenslerle, menslerle arası çok iyi. Orada projeler yapıyor falan. Oradaki bazı prensler buna telkinde bulunuyorlar: "Ya işte Donald Trump bir konuşmasında benim de adımı geçirse, Arap dünyası ile ilgili şunu dese, ne iyi olur." Bunun mailleri çıktı. Bu da, Trump'ın konuşmalarına bunu sokmaya çalışıyor. Trump'ın ekibine bunu telkin ediyor. "Diyor ki, ya bunu desin. Burada çok para var, burada işler olur, yapılır," falan. Yani bazı Trump'ın konuşmalarını etkiliyor.
Dolayısıyla, adam şundan yargılandı: Hani Birleşik Arap Emirlikleri adına, başka bir yabancı ülke adına, Amerikan hükümetini etkilemeye çalışmaktan yargılandı. Ve galiba Amerikan tarihinin en yüksek kefaletlerinden bir tanesini ödeyerek kefaletle serbest bırakıldı. 200 milyon dolar mı falan, ne acayip bir şey ödedi. Yani böyle çok zengin bir adam, arkadaşlar. Acayip zengin bir adam. Hatta şu deniyor: "E Ankara'da da kalmayacak, İstanbul'da kalacak," diye bir dedikodu var. Bunu yüzde yüz doğrulatamadım ama duydum bunu. Çünkü Tom Barak o kadar zengin ki, ne yapacak? Ankara'da Atakule'ye falan mı gidecek? Yani işi olmaz. Muhtemelen bir yanı da İstanbul'da kalır. Önünde bir yatı, mátı olur; takılır yani.
Öyle tutup da Gazi Osman Paşa’da, öyle diğer büyükelçilerle falan muhatap olacak bir tip değil ya. Adamın milyonları var falan; öyle bir adam. Tam bizdeki iktidarın anlaşabileceği bir büyükelçi. Hatta bu da, böyle, Yunanlılar da buna biraz uyuz oldu. Çünkü Donald Trump, Tom Barak'ı Türkiye'ye yolladı. Böyle tam Trump için hapis yatmış falan; o yola baş koymuş bir adam. Hem Birleşik Arap Emirlikleri, şu bu, Ortadoğu'da iş yapmayı biliyorsunuz. Hem bu hikaye, falan, Trump'a çok yakın; aksesi var falan.
Yunanistan'a da, Atina Büyükelçisi var; birinin eski bir sevgilisini, eski bir kız arkadaşına atadılar. Influencer gibi birisi, hep böyle bikinili, mayolu fotoğraf paylaşıyor. Tabii olabilir, paylaşabilir ama şey açısından Yunanistan da biraz bozuldu buna. "Ya kardeşim oraya Tom Barak, bize influencer, nasıl olacak bu iş?" diye. Böyle de bir detay var.
Yani benim anladığım kadarıyla, burada Erdoğan yeni dönemi planlarken bunu hesaba katıyor. Avrupa'nın da tavrı değişecek. Amerika Birleşik Devletleri'nden de tam da bizim istediğimiz tipte bir büyükelçi geliyor. İş, inşaatçı. "Oh, bu da güzel ya." Bizim dilimiz, yani demokrasi falan, bunlarla kimse yormayacak Erdoğan'ı. Yeni bir döneme giriliyor. Bu yeni dönem nasıl yansıyacak acaba diye...
“Ya kardeşim, oraya Tom Barak, bize influencer nasıl olacak bu iş?” diye. Böyle de bir detay var. Yani benim anladığım kadarıyla burada Erdoğan, yeni dönemi planlarken bunu hesaba katıyor. Avrupa'nın da tavrı değişecek. Amerika Birleşik Devletleri'nden de tam da bizim istediğimiz türden bir büyükelçi geliyor. İş, inşaatçı. Oh, bu da güzel. Bizim dilimiz yani demokrasi falan bunlarla kimse yormayacak Erdoğan'ı. Yeni bir döneme giriliyor. Bu yeni dönem nasıl yansıyacak acaba diye Enes Özkan'a soracağım.
Enes merhaba.
Merhaba Nevşin. Vallahi nereden başlasak ki? Erdoğan'ın bugünkü açıklamasının piyasaya yansıması olur mu diye mi sorayım? Mehmet Şimşek’e dünkü açıklamasını mı sorayım? Neyi sorayım? Vallahi yani hepsi birbirinden sıkıntılı işler. Tabii ki olacak. Bak şimdi, şirket bilançoları açıklandı. Borsada olan çok arkadaşımız vardır. Şirket bilançoları beklentilerinin çok çok altında geldi ve bu altında gelme durumu, ilk çeyrek için biz operasyonları ne zaman gördük? Başlangıcı 19 Mart. Öncesinde tabii piyasa kendince etkilenmişti ama esas etkiyi 19 Mart sonrasında gördük ve sadece 10 günlük bir yansıması oldu şirket bilançolarına vesaire, ilk çeyrekte.
İkinci çeyrekte bunun yansımalarını biz daha çok göreceğiz. Yani Nisan, Mayıs, Haziran ayları, bu bilançolar Temmuz'da açıklanacak. Temmuz ayında biz bunun yansımalarını daha çok göreceğiz. Yani, şirketlerin kârlılıkları düşüyor. Şirketler, bu kârlılık düşüşü nedeniyle borsada da tabii bir aşağı iniş var. Dün borsa 9220'ler civarında kapatmıştı. Eee normalde işte orada teknik analiz sonuçlarına göre bir 9400-9300 civarlarında bir şey yapması lazım ki, bugün daha da aşağı inmesin.
Kusura bakma, ben bu borsada teknik analizi hiç dinlemem abiciğim. Hem Amerika'da bu teknik analiz ne avuk bir şey? Orada 6'ı gördü mü onun altına düşmez mi? Niye göre diyorsun kardeşim? Teknik analiz diyorsun mesela. Yani teknik analiz diyor, Mehmet Şimşek dün çıkıyor diyor ki borsa, “Hiç güvenilir değil. Özellikle teknoloji şirketleri” diyor. Şimdi bakan bunu söyledikten sonra neyin teknik analizi?
Bana ne grafiği okursan oku. Ben anlamadım ki abi bu işi. Zaten şöyle, bu çalkantılı zamanlarda hakikaten ayakta kalmak önemli. Hem şirketler için hem insanlar için içeride olmamak, dışarıda olmak önemli. Biraz önce bahsettiğin gibi, aslında şirketler, insanlar, yatırımcı, tasarruf sahibi herkes bunu yapmaya çalışıyor. Tamam mı? Bu ayakta kalma...
Zaten bu çalkantılı zamanlarda ayakta kalmak önemli. Hem şirketler için hem de insanlar için içeride olmamak, dışarıda olmak gerekiyor. Biraz önce bahsettiğin gibi, aslında şirketler, insanlar, yatırımcılar, tasarruf sahipleri herkes bunu yapmaya çalışıyor. Ayakta kalma önlemlerinden biri de şu: Şimdi borsayı geçtik, borsada yani bilançoların geleceği, 3 aylık dönemde kötü geleceği varsayılırsa, yukarı gidiş için maalesef olumlu konuşacak bir şey yok.
Peki, insanlar ne yapmaya çalışıyor derken; Türkiye'de tasarruf eğilimi araştırması yapılıyor uzun yıllardan beri. Sonuçlarına göre, yani insanlar tasarruf aracı tercihlerinde %31 ile yastık altı altın ve yastık altı nakit tercihlerini ilk sıraya yeniden yerleştirmiş durumda. Yani insanlar parasını yastık altına çekiyor. Normalde bizim bu oranların %3’ler, 5’ler seviyesinde olmamız lazım.
Şimdi bunların hepsi birbiriyle bağlantılı. Dün TÜİK neyi açıkladı? Ekonomik güven endeksi rakamlarını açıkladı. Tüketici güven endeksi düşüşte. Kısa vadeli harcamalar için güven endeksleri düşüyor. Reel kesim güven endeksi de düşüşte, ama hizmet sektörü güven endeksi o kadar düşmemiş. Perakende ticaret güven endeksi de düşmekte ama o kadar düşmemiş, inşaat sektörü güven endeksi 100’ün altında. Tüketici güven endeksi ise 83 civarlarında.
Şimdi bakıyorsun, ne oluyor? İnsanlar kısa vadeli harcamalarını gene yapmaya devam ediyorlar ama inşaat gibi uzun vadeli harcamaları yapmak için kendilerine bir güven duyamıyorlar. Aynı zamanda finansman sorunları da var. Şimdi şirketler de bu finansman sorunlarıyla karşı karşıya. Bu durumda şirketler kazan kaldırıyor. Diyor ki, "Zaten omuzlarımızda inanılmaz bir vergi yükü var. Enflasyon muhasebesi işi doğru dürüst işlemiyor. Her yerde sıkıntılar var." İşte muhasebeciler, yeminli mali müşavirler sabahlara kadar çalışıyorlar; enflasyon muhasebeleri, dönem kapatmalar, şunlar bunlar için. Ama bir türlü bu işler toparlanmıyor.
Tamam mı? Şirketler de diyor ki, "Ya kardeşim, vergileri biz yatırıma dönüştürelim. Çünkü ortada kredi yok." Kredi maliyetlerine bakıyorsun, %75-80'lere gelmiş yıllık kredi maliyetleri, Türk lirası cinsinden kredilerin maliyetleri. Ve döviz cinsinden kredi al...
Şirketler de diyor ki: "Ya kardeşim, vergileri biz yatırıma dönüştürelim. Çünkü zaten kredi yok ortada." Kredi maliyetlerine bakıyorsun, %75 - %80'lere gelmiş yıllık kredi maliyetleri, Türk Lirası cinsinden kredilerin maliyetleri. Döviz cinsi kredi almak istiyorsun ama döviz cinsi kredi alma imkânın yok; orada büyüme sınırı getirmişler. Bu gerçekten inanılmaz bir durum.
TÜİK'in açıkladığı işsizlik rakamlarına baktığında, işsizlik güya azalmış gözüküyor, %15 civarlarında. Ama bizim esas baktığımız şey, istihdam oranımız ne? Çalışabilir insanların ne kadarı çalışabiliyor? Baktığında, ya yarısından az, %49.2 ve üstteki erkekler, alttaki kadınlar arasındaki uçuruma dikkat çekmek lazım. Bu arada; kadınlar pembe, erkekler mavi. Gördüğünüz üzere, anlaşılır olsun diye böyle bir düzen yapılmış.
Bu zaten bizim yapısal reformlar dediğimiz Türkiye'nin yapısal sorunlarıyla ilgili. Mehmet Şimşek de öyle bakıyor çünkü yapılacak bir şey yok bence. Hani sorduğunuzda, "Plan devam" diyor ama benim aldığım bilgi şöyle bir soru var: "Mehmet Şimşek ne zaman gider?" Benim aldığım bilgiye göre, Erdoğan'la konuşabilen iş insanlarına, Erdoğan şunu söylemiş: "Yo, Mehmet Bey'in ekonomi programı devam edecek. Siz de bu zamana kadar kazandınız; zaten 20 yılda hepiniz işlerinizi büyüttünüz, neredeyse uluslararası firma oldunuz. Şimdi de kemerinizi biraz dişinizi sıkacaksınız. Yapacak bir şey yok."
Bunun da altını çizeyim. Yani yakın zamanda, Mehmet Şimşek'in gideceği gibi bir durum yok. Anladığım kadarıyla, Batı ile Erdoğan ilişkilerini toparlarken, Batılılar da Mehmet Şimşek'e güveniyor. Bir yere de girdi. Oradan devam edelim diye düşünüyorlar. Zaten anladığım kadarıyla, artık bir siyasi rekabete de girmeyeceği güvenine sahip. Dolayısıyla, o da denklemden çıktı. Böyle devam edecek anlaşılan.
Ha, bir de şöyle bir şey var. Mehmet Şimşek'in gitmesi kalması değil mevzu; dediğim gibi...
Anladığım kadarıyla Batıyla Erdoğan ilişkileri de toparlarken, Batılılar da Mehmet Şimşek'e güveniyor. Bir yere de girdi, oradan devam edelim diye düşünüyor. Zaten anladığım kadarıyla artık hani bir siyasi rekabete de girmeyeceği güvenine sahip. Dolayısıyla o da çıktı denklemden. Böyle devam edecek anlaşılan.
Bir de şöyle bir şey var: Şimdi Mehmet Şimşek'in gitmesi veya kalması meselesinde, dediğim gibi, burada aktör Mehmet Şimşek değil. Mehmet Şimşek'in yapabileceklerinin sınırı var. Şimdi bakıyoruz, Merkez Bankası çığlık atıyor, değil mi? Bu dış para politikasıyla olmaz. Mali politikalar lazım. Maliye politikalarına bakıyorsun; bütçelere bütçeler eklenerek devam edildi sürekli ve ödenecek faiz mesela. Neyden tasarruf edeceksin? Şimdi ödenecek faizden tasarruf edemezsin. Bu aldığın borcun faizi, bunu mecbur ödeyeceksin.
Bakıyorsun, vergi toplama ihtiyacı çok yüksek. Yani inanılmaz vergiler toplanması lazım. Bu arada grafiği kaldırabiliriz. Vergiler toplanması lazım. Şimdi vergi toplamazsan, bütçe açık verecek. Ya vergileri düşüreyim dersen, bu sefer kamu yatırım yapamayacağı için ekonomi daralacak. Ekonomi daraldıkça daha da az vergi toplayabilir hale geleceksin.
Şimdi ortada hakikaten bir sorun yarattılar. Tamam mı? Normalde, o siyasi krizler olmasa, belli kendi rayında gidebilen bir sürece evrilebilirdi. Şimdi yabancı şoklar var. Okey, ama yerli şoklar bizi asıl yaralayan şey. Bak, bu kötü bir şey. Yani milletin nakitini, altınını falan yastık altına koyması inanılmaz kötü bir şey. %30'lar falan, bunlar çok yüksek oranlar. Bu demek ki sisteme güvenin çok aslında sarsıldığını gösteriyor.
Ve sisteme güven derken, şundan bahsetmiyorum arkadaşlar: Siyaset falan değil; bankacılık sistemi, ekonomik sistem falan yani. Ve bana, böyle bir şey olmayacağını söylememe rağmen, sürekli insanlar şunu soruyor: "Bankadaki paralarımızı ne yapalım? Çekelim mi, dursun mu? Dolarımızı, euromuzu ne yapalım? Çekelim mi, dursun mu?" Yani ben tabii ki dursun diyorum. Öyle bir durum yok ama sonuçta insanlar bana gelen soruların yarısı böyle; "Ya biz ne yapacağız? Mu kalacak mı?"
Demek ki neye döndük biz bu siyasi krizler neticesinde? Berat Albayrak ve Nebati döneminde yaşadığımız o milletin, hani hücum ettiği bankalara hücum ettiği duruma döndük. Ve bakıyoruz, biz 7,7 küsur milyar dolarlara gerilemiş Merkez Bankası.
Bana böyle bir şey olmayacağını söylememe rağmen, sürekli insanlar bana soruyor: "Bankadaki paralarımızı ne yapalım? Çekelim mi, dursun mu? Dolarımızı, euromuzu ne yapalım? Çekelim mi, dursun mu?" Tabii ki dursun diyorum. Yani şu an için öyle bir durum yok ama sonuçta insanların bana gelen soruların yarısı böyle. "Ya biz ne yapacağız, mu kalsın mı?" demek ki neye döndük biz bu siyasi krizler neticesinde. Berat Albayrak ve Nebati zamanında yaşadığımız o, milletin bankalara hücum ettiği duruma döndük.
Şimdi bakıyoruz, Merkez Bankası'nın net döviz pozisyonu 7,7 milyar dolarlara gerilemiş. Yani ellerinde olan, sıfıra doğru yaklaşıyor. Bu, orada bir psikolojik sınır olduğunu gösteriyor. Hani o sıfıra doğru geldikçe, insanların döviz talebi daha da artacak. Sadece şirketlerden bahsetmiyorum. Şirketler zaten mecbur ihracat yapıyor, yarısını döviz olarak alıyor, iki gün sonra geri alıyor falan. Orada bir döngü dönüyor. Ama esas sorun, tasarruf sahipleri. Bunun için Mehmet Şimşek'in söylediklerinin şöyle bir anlamı yok. Kısmen anlamlı olsa da, yabancı yatırımcı değil. Asıl sen yerliyi bir şekilde ikna etmen lazım; yani biz zaten ikna olamamışız.
Bana gelen sorulardan anladığım bu. Elbette Erdoğan "Şu toparlar mı?" diyecek, onu anladık. İşte Amerika'dan zengin büyükelçi geliyor, Avrupa geri dönüyor diye bakıyor. Toparlar mı bu Türkiye ekonomisini? Oradan paralar gelmeye başlamış, fonlar gelmeye başlamış. Ama millet "Boşver, biz işimize bakalım" dedi. Mesela savunma alanında İtalya ile anlaşma imzalandı. Gelip insanlar Türkiye'de üretmeye başlayabilir mi? Erdoğan biraz öyle düşünüyor herhalde. O zaman hiç değişir mi? Hayır, değişmez. Kısmen bunlar olabilir ama sonuçta ne olacak? Ne getirecek adam sana? Sana ne getirecek? 100 milyar dolarlar mı getirecek? Senin kalkınman için ne yapacak?
Bak, bu carry trade dediğimiz şey hakikaten önemli. Burada TL'ye yüksek faiz verdiğinde, çok kısaca özetleyeyim. İşte bavul ticareti gibi, adam dövizini getiriyor, bozduruyor, TL'ye yatırıyor, yüksek faizini alıyor, geri dövizini alıp gidiyor. Şimdi bu döngüyle biz sistemi yürütüyoruz. Bu artabilir en fazla. Yoksa buraya Amerikan büyükelçisi geldiğinde, ne yapacak? Amerikan büyükelçisi buraya gelip Amerikan devleti yatırım mı yapacak? Senin yerlin yatırım yapamazken, güvenemiyorken, gelip hangi kalıcı yatırımı yapacak?
Bak, bu carry trade dediğimiz şey hakikaten önemli. Yani burada TL'ye yüksek faiz verdiğinde, işte çok kısaca özetleyeyim: Bavul ticareti gibi, adam dövizini getiriyor, bozduruyor, TL'ye yatırıyor, yüksek faizini alıyor, geri dövizini alıyor, gidiyor. Tamam mı? Şimdi bu döngüyle biz sistemi yürütüyoruz. Ya bu artabilir en fazla, yoksa buraya Amerikan büyükelçisi geldi. Ne yapacak, abi? Amerikan büyükelçisi buraya gelip Amerikan devleti yatırım mı yapacak? Senin yerlin yatırım yapamazken, güvenemiyorken, gelip hangi kalıcı yatırımı yapacaklar? Hangi doğrudan yabancı yatırımı yapacaklar? Ya gelir, gene 15-20 milyar dolar, 25 milyar dolar neyse, işte bu 19 Mart'tan sonra yabancıların götürdüğü 30 milyar dolar geri gelir. Ya bir 6 aylık döngü daha başlatırız. Ama o döngüyü başlatman için bile siyaseten bir rahatlama olması lazım.
Dalga, dalga, dalga. Dalga üstüne dalga üstüne. Yani gazeteciler konuşuluyor, o konuşuluyor, bu konuşuluyor. Yani senin dediğin mıtıka temizliği sürecinde, o carry trade için gelecek olan para bile gelmeyebilir. Eğer faizler bu seviyede kalırsa ya da faizleri çok artıracaksın. Adam, geliri parasını alacak, işte iki gün sonra gidecek. Gün aşırı işlem yapacak. Günlük işlem yapacak. Bunun bir faydası yok. Bu finansal bir veri. Tamam mı? Ekranda gördüğümüz bir sayı. Yani bir türlü bunu anlat, anlayamıyorlar mı, anlatamıyor mu ekonomi yönetimi falan bilmiyorum ama yok yani.
Bak, şirketlerin finansmana ulaşamaması dedik ya, %75-80'ler falan. Ya bu, işsizliği vesaireyi, istihdam oranını falan etkileyecek bir şey. Ve istihdamdan vazgeçenlere bakıyorsun, ya bunlar sadece şey değil, arkadaşlar; vasıfsız insanlar falan filan değil. Okutmuşsun, etmişsin, bilmem ne. Yani bir üniversite mezunun Türkiye'ye maliyeti 1 milyar TL'yi falan geçiyor neredeyse. İşte büyümesi 1 milyon TL'yi falan geçiyor. İşte büyümesi, bilmem nesi, vırtı zırtı falanı filanı. Eee, yanlış yaptım. 10 milyon TL'yi falan geçiyor diye hatırlıyorum. Şimdi araştırmalar var buna ilişkin. Ya bu adam atıl. Havaya atmışsın parayı, adam harcamışsın parayı, büyütmüşsün. Hiç geri dönüşü yok.
Göreyim, tam dediğinin üstüne. Oktan Erdikmen diye birisi paylaşmış. Almanya'ya gitmiş, hastane raporu. Baş hekim Türk, yardımcıları Türk, asistan doktor Türk, hemşire Türk. Düz hastane burası, Almanya'da. Eee, bizden çok doktor gitti ya. Evet, gerçekten memlekette doktor kalmadı. Al, buyur. Aslında böyle bir, benim de bir doktoru tanıdığım gitti. Onlar ki daha küçük bir klinik, kuzeyde. Orada da hakikaten neredeyse kliniğin tam...
Daha tam dediğinin üstüne bir paylaşım var; Oktan Erdikmen diye birisi Almanya'ya gitmiş. Hastane raporu yayınlamış. Başhekim Türk, yardımcısı Türk, asistan doktor Türk. Düz hastane burası, Almanya'da. Eee, bizden çok doktor gitti ya. Evet, gerçekten memlekette doktor kalmadı. Al, buyur. Benim tanıdığım bir doktor daha gitti. Onlar da daha küçük bir klinikte, kuzeyde. Orada da hakikaten neredeyse kliniğin tamamı Türk sağlıkçı. Hemşireler de Türk. Tam böyle bir durum var işte. Tam dediğin, burada yetişmiş hepsi, 10 numara doktor çıkmış, Almanya'da artık dediğine denk düşüyor.
Yani, ne diyeyim, gerçekten şaşırıyorum. Şimdi bu sadece doktor mevzusu da değil. Bak, raporlar var, araştırmalar var. Dört pozisyondan üçü, Türkiye'de pozisyona uygun insanlar bulunamıyor. Dört şirketten üçü yani. Tamam mı? Özetle, adam bulamıyor, işe uygun adam bulamıyor. Çünkü maaş skalası ile maaş beklentisi arasında bir uçurum var.
İnsanları eğitiyorsun, eğitiyorsun, eğitim sürekliliği var, ama maaş beklentisi yükseldikçe, yaptığın işlerden o kadar katma değer elde edemediğin için senin maaş kalana altta kalıyor. Bu arayı kapatamıyorsun. Bu arayı iyi kapatamayınca da burada bir dengesizlik oluşuyor. Onun için hani geçenlerde Boğaziçi mezunlarına soruyorlar, işte, maaş beklentileri 150 bin diyor, 200 bin diyor. Çünkü bak, 500 bin TL aldığını düşün, İstanbul'da aylık. Tamam mı?
500 bin TL aylık gelir elde eden biri iyi bir yerde oturmak ister. Kirası, 75-80 bin TL. Tamam mı? İstanbul'un iyi bir mahallesinde 3+1 veya 2+1 evler. Çocuğunu özel okula göndermek ister. Aşağı yukarı 75-80 bin TL. Arabası olur. Araba taksidi, bilmem nesi, aşağı yukarı 100 bin TL'ye yaklaşıyor, masraflarıyla falan filan beraber.
Ya arada bir bu kadar geliri olan bir insan dışarı çıkmak, falan filan ister. Şu bu derken ev kredisi ödemeye adamın parası kalmıyor. 500 bin TL'yle bir ailenin parası kalmaz ya. 500 bin TL diyor arkadaş. Mesela, doğru söylüyorsun. Millet Boğaziçi'yle, bilkentle dalga geçiyor; bu kadar maaş beklentisi nerede yaşıyor bunlar falan diye.
Tamam da, adam o zamana kadar o kadar para ve emek harcamış. Ne bileyim işte, özel okula gitmiş, harcamış, oğla harcamış. Bunun da geri dönüşünün öyle bir maaş olması lazım tabii. Ama öyle bir maaş yok. Yok. Çukur arabayla, çukur ambar.
Ya, arada bir, böyle bir geliri olan bir insan dışarı çıkmak ister. Şu bu derken, ev kredisi ödemeye adamın parası kalmıyor. 500.000 L olan bir ailenin parası kalmaz. 500.000 lira diyor arkadaş; mesela doğru söylüyorsun. Millet Boğaziçi'yle, bilkentle dalga geçiyor. Bu kadar maaş beklentisi nerede yaşıyor bunlar falan diye.
Tamam, ama adam o zamana kadar o kadar para ve emek harcamış. Ne bileyim, işte özel okula gitmiş, harcamış. Bunun da geri dönüşünün öyle bir maaş olması lazım tabii. Ama öyle bir maaş yok. Yok, Çukur haricinde. Çukur ambar life haricinde yok yani. Ve Ankara'da da işler ne kadar sarpa sarıyor, görüyorsun. Önceden, hani biraz böyle Ankara'ya kaçma, işte görece ucuz ev alma, bilmem ne, oradaki imkanları değerlendirme gibi imkanlar vardı. O da bitti yani. O da bitti. Ankara da bitti artık. Sıra neresi var, bilmiyorum yani. Ankara'yı da bitirdik el birliğiyle.
Eee, daha neresi var, bilmiyorum ama şunu söyleyeyim ben sana. Şirketler hakikaten zorda; borç yapılandırması ihtiyacı deli gibi var. Muhasebeciler bangır bangır bağırıyor. Millet SGK borcunu, vergi borcunu ödeyemiyor. Bir de Türkiye'nin klasik alışkanlığı var; 3 senede bir vergi affı. Şimdi, 3 sene doldu. Tamam, bu vergi affı gelecek mi, gelmeyecek mi? Bunlar ortada değil. Piyasa çek senetle dönmeye çalışıyor. Ya o kadar fazla çek senet çoğaldı ki, ama bu çoğalması demek, ödenemeyen çeklerin, senetlerin de çoğalması anlamına geliyor. Eee, hem mahkemelerin iş yükü hem de insanlar dönemiyor. Böyle garip bir durumdayız ve biz şeyi konuşuyoruz ya, millet telef olacak, bilmem ne. Zaten telef olduk; oluyoruz.
Yani bu yavaş yavaş oluyor. Hani birden ortadan yok olamıyoruz; kusura bakmasın kimse ama, yavaş yavaş ölüyoruz, yavaş yavaş bitiyoruz diye telef olmadığımız anlamına gelmiyor ya. Yavaş yavaş oluyoruz sadece. Yani elimizde olsa hızlıca yok olurduk ama olamıyoruz. Kusura bakmayın.
Haklısın. Sağ olasın, Enes hocam. Çok teşekkürler. Ben teşekkür ettim. İyi yayınlar.
Eee, şimdi ilginç; sizden gelen yorumlara da bakıyorum. Lalin Dalin diyor ki, "Çok üzüldüm. Vah vah, 500.000 maaşla geçinemiyorlar. Sen ne anlatıyorsun abi ya? Git, 15.000 emekli adam ne yapsın, onu bana anlat. Bana ne özel okula para veremeyen zenginden? Çok da fifi ne yapsın? Herkes 15.000'le mi geçinsin? Bu iyi bir şey mi?" Başka bir şey anlatıyoruz. Bak, bu işte bizde bu popülizm de çok kötü ama medya da bunu alıştırdı. Bu ağlak çığlık popülizmle. Şimdi arkadaş diyoruz ki, Türkiye'nin en iyi yetişmiş insanı diyoruz; en iyi okullara gitmiş. En iyi yetişmiş…
Şimdi ilginç ya, sizden gelen yorumlara da bakıyorum. Lalin Dalin diyor ki, "Çok üzüldüm. Vah vah, 500.000 maaşla geçinemiyorlar. Sen ne anlatıyorsun abi ya? Git 15.000 emekli adam, ne yapsın onu bana anlat. Bana ne, özel okula para veremeyen zenginden? Herkes 15.000'le mi geçinsin? Bu iyi bir şey mi?" Başka bir şey anlatıyoruz. Bak, bu işte bizde bu popülizm de çok kötü ama medya da bunu alıştırdı. Bu ağlak çığlık popülizmle.
Şimdi arkadaş diyoruz ki, Türkiye'nin en iyi yetişmiş insanı diyoruz. En iyi okullara gitmiş. En iyi yetişmiş var ya, %1 var ya, en iyi, en kabiliyetli, en iyi üniversiteleri kazanmış. Normalde diyoruz, bunun muadili Avrupa'da olsa, bu standartta yaşıyor diyoruz. Şimdi biz de dünya lideri ülkeyiz ya. Heh. Burada diyoruz, ekmek alamıyor. Bu normal mi diyoruz?
Şimdi, niye armutla elmayı bak siz böyle armutla elmayı birbirinize karıştırırsanız, bunda bir marifet sanırsanız, onu konuşma. Orta sınıfı, emekliyi konuş. Popülizmine kendinizi kaptırırsanız, bu iktidar sizi daha çok tokatlar. Erdoğan da daha çok telef eder.
Siz de böyle işte basit çığırtkanlıklaş. Mesela diyoruz ki, Türkiye'nin en iyi yetişmişinin geçinmek için bu maaşı alması lazım. Var mı bu maaş skalası? Yok. Bu bir mesele mi? Mesele. Niye? Çünkü emekli ne yapacak? Almanya'ya emek edecek çalışmaya. Diyoruz ki, bu en iyiler gidiyor Türkiye'den. İyi doktor bulamazsın, iyi mühendis bulamazsın, iyi inşaatçı bulamazsın. Bunu diyoruz. Yani Türkçesi bu. Anlatabiliyor muyum?
Hani yoksa ben de burada, bizim ulusal kanalların ana haber bülteni gibi, "emeklinin çığlığı" diye sabahtan akşama yayınlayayım. Yani mesele olan, biraz meselelere farklı perspektiflerden bakmaya alışmak lazım. Yani beyin jimnastiği. Bizim Türk televizyonculuğu da hakikaten beyin hücrelerimizi öldürdü. Böyle söğürdü, böyle sömürdü. Bizi hepimizi böyle bir şey gibi yaptı.
Yani şimdi bu piyasadaki güvensizlik, Türkiye'de siyasetin bir yere gitmeyişi falan da bir mesele var. Hani iktidarın orada, eee mesafe aldığı, olumlu haber denilen Türkiye'de, hatta buna çok fazla bel bağlayan var. Yani bu terörsüz Türkiye süreci, işte bir yere ulaştırılırsa oradan, bilmiyorum bunlar hep bir varsayım. İşte bazı kayyumlar, yani CHP belediyelerine kayyum atamış. CHP belediyeleri de geri verilir. Bazı isimler çıkar, iş değişir; Türkiye'de iklim değişir diyenler de var. Bu yorumu yapanlar da var. Bilmiyorum ne kadar gerçekçi, ne kadar artık iyimserlik.
Fakat bugün grup toplantısından önce, Erdoğan'ın e-adelat bakanı Tunç soruldu. Şimdi dün Den Partili Tülay Hatimoğlu...
Şimdi, bu piyasadaki güvensizlik, Türkiye'de siyasetin bir yere gitmeyişi falan da bir mesele var. Hani iktidarın orada mesafe aldığı, mesafe aldığını söylediği olumlu haber denilen Türkiye'de, hatta buna çok fazla bel bağlayan var. Yani bu terörsüz Türkiye süreci işte bir yere ulaştırılırsa, oradan bilmiyorum. Bunlar hep bir varsayım.
Bazı kayyum, yani CHP belediyelerine kayyum atamış, CHP belediyeleri de geri verilir. Bazı isimler çıkar, iş değişir, Türkiye'de iklim değişir diyenler de var. Bu yorumu yapanlar da var. Bilmiyorum ne kadar gerçekçi, ne kadar artık iyimserlik. Fakat bugün grup toplantısından önce Erdoğan’ın e-ADalet Bakanı Tunç’a soruldu.
Şimdi, dün Dem Parti’li Tüly Hatimoğulları şöyle demişti: “Yani bütün bu süreç şuna bağlı. Erdoğan'ın, Öcalan’ın iletişim özgürlüğü, çalışma koşulları çok önemli. Bir an önce bu koşullar Öcalan’a verilsin. Ofis gibi olsun orası. Çalışmaya başlasın ki hem PKK’nın kongresine bağlansın, silah bırakın desin, hem de mesajlar vermeye başlasın. Artık top hükümetin elinde.”
Demişti. Ona Tunç cevap verdi: “Top iktidarda ne demek? Biz topu oynamıyoruz. Burada ciddi bir mesele var. Terörün tasfiyesi ile ilgili çabalar söz konusu. Bir müzakere, bir pazarlık söz konusu değil.” diyor.
Bakın, bu müzakere yok, pazarlık yok vurgusu çok önemli. Bütün hedefimiz terör örgütünün tasfiyesi ve ülkemizin terörden temizlenmesi, vatandaşlarımızın huzurlu bir geleceğe adım atması, çocuklarımızı terörsüz bir Türkiye’ye kavuşturmak. Bütün amacımız bu.
Herkesin bu süreçte sorumlu davranması lazım. Tüm kesimlerin, özellikle sorumluluk makamındaki kişilerin bu sürece zarar vermemesi lazım. Bu sürecin olumlu sonuçlanmasına katkı sunması lazım. O nedenle, sorumluluk makamındaki kişilerin konuşmalarını yaparken, özellikle bu sürece zarar verecek açıklamalar yapmaması lazım.
Türkiye'nin gerek içte gerek dışta terörle mücadelesi kesintisiz sürdü. Binlerce şehit verdik bu uğurda. Şehitlerimizin emanetine sahip çıkacağız. Şehitlerimizi, şehit ailelerimizi incitecek herhangi bir tavır içerisinde de olamayız.
Top iktidarda demek ne demek? Yani biz burada top oynamıyoruz. Burada ciddi bir mesele var. Terörün tasfiyesiyle ilgili çabalar söz konusu. O nedenle, bu çabalara destek vermek lazım. Bu çabaları baltalayacak söylemlerden kaçınmak lazım. Topun iktidarda olması vesaire söz konusu değil. Burada bir müzakere, bir pazarlık söz konusu değil, arkadaşlar.
Burada Dem Parti'nin geçen haftaki Adalet Bakanlığı'na yaptığı ziyarette biz bir müzakere yapmadık. Burada bir pazarlık, bir müzakere söz konusu değil. Zaten İmralı'nın bu terörsüz Türkiye sürecindeki çağrısında da bir pazarlık olmadığını hepiniz görüyorsunuz. Dolayısıyla bir alver söz konusu değil.
"Top iktidarda" demek ne demek? Yani biz burada top oynamıyoruz. Burada ciddi bir mesele var. Terebin tasfiyesiyle ilgili çabalar söz konusu. O nedenle bu çabalara destek vermek lazım. Bu çabaları baltalayacak söylemlerden kaçınmak lazım. "Topun iktidarda olması" söz konusu değil. Burada bir müzakere, bir pazarlık söz konusu değil arkadaşlar.
Burada Dem Parti'nin geçen haftaki Adalet Bakanlığı'na yaptığı ziyarette biz bir müzakere yapmadık. Zaten İmralı'nın bu terörsüz Türkiye sürecindeki çağrısında da bir pazarlık olmadığını hepiniz görüyorsunuz. Dolayısıyla bir alver süreci söz konusu olamaz. Burada "topun iktidarda olduğu" gibi söylemlere katılmak mümkün değil. Yani burada top oynamıyoruz, ciddi bir mesele var. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir hukuk devletidir. Her şey, kanunlar çerçevesinde yapılabilir. Dolayısıyla kanunlarımız el verdiği çerçeve içerisinde ne yapılması gerekiyorsa yapıyoruz.
Evet, Adalet Bakanı'nın son dönemde en çok kullandığı cümlelerden biri "Türkiye bir hukuk devletidir." Bunu hatırlatıyor hep Adalet Bakanı. Evet, umuyorum öyledir ve umuyorum öyle olmaya devam eder. Çünkü şimdi tabii, yine bu İBB soruşturması meselesine döneceğim. Meclisten enteresan bir açıklama geldi çünkü Ali Mahir Başarır'dan. Hep bu soruşturma çerçevesinde bir takım videoları konuşuyoruz. İşte bu Lö Meridyen'deki videolar çok konuşuldu.
Hayırdır? Neden Lö Meridyen? Niye toplantılar yapılıyor? Acaba L Meridyen'in sahibi buna yol mu veriyor, buna göz mü yumuyor? Niye orada? Neden bantlama yapılıyor? Umut kiminle görüştüğüm bu kadar? Videolar konuşuluyor. Dün de biliyorsunuz, Murat Kapkin'in tutuklu bulunan bir iş insanının garajındaki arabalar paylaşıldı ve bunu iktidara yakın bazı basın yayın organları, "Ekrem İmamoğlu'nun para aklamak için kullandığı lüks arabalar" dediler. Neye dayanarak söylediler? Bunu bilmiyoruz; bir yorum gibi. Ama o kadar çok yayıldı ki, bir de şimdi öyle bir şey oluyor ki, bir yorum ya da bir yanlış bilgi, inanılmaz bir hızla yayılıyor.
Siz ne kadar onu yalanlasanız da, bu yalanlamayı kimse duymuyor. İBB daha sonra bunu yalanladı; "Bu arabaların bir alakası yoktur İmamoğlu'yla" dendi ama tabii onu kim ne kadar duydu? Bence bu, yapıştı İmamoğlu’nun üstüne. Şimdi pek çok iktidara yakın kuvvetli basın yayın organı bunu paylaşınca, herkes sürekli haber takip etmiyor. Vatandaşların pek çoğu İmamoğlu'nun rüşvetle ilgili olduğuna dair yorumlar yaptı. Fakat bugün Ali Mahir Başarır, az önce mecliste...
Şimdi pek çok iktidara yakın güçlü basın yayın organı bunu paylaşınca, herkes sürekli haber takip etmiyor. Vatandaşların pek çoğu "İmamoğlu rüşvet almış" dedi geçti. Fakat bugün Ali Mahir Başarır, az önce mecliste çok çarpıcı bir şey söyledi. Bu bilgi doğruysa, bu da çok bomba. Diyor ki, o arabalar İmamoğlu'na değil, başka bir milletvekiline ait. Bakın birazdan tüm Türkiye'nin duyacağı bir rezalet daha çıkacak bu dosyalarla ilgili.
İktidara yakın bir habere göre, 29 Nisan 2025'te dosyadan alınan bilgilerle, Murat Kapli'ye ait olduğu öne sürülen milyon dolarlık arabalar ve bu arabaların 15 tanesi, televizyonlarda yayınlandı. Sayın Başarı, lütfen tamamlayın. Savcılık da bu arabaları bir otoparka çekti. Şimdi bu arabaların yarısının, Cumhur İttifakı'nın bünyesinde bulunan bir milletvekiline ait olduğu ortaya çıktı. Açıklanacak. Birazdan Türkiye görecek.
Burada bilmeden, duymadan yapılan kirli algılarla hiç kimseyi suçlamasınlar. Masumiyet karesi ayaklar altına alınmış. Evet, böyle bir şey dedi de, Ali Mahir Başarır çarpıcı bir açıklama yaptı.
Şimdi bir yandan sizin yorumlarınıza bakıyorum. Hakan Bozkurt, "Menzilcilerin kızını gördünüz mü? Çakarlı Mersoya atıyordu," demişsiniz. Evet, gördüm. Yayınlayalım görüntüsünü. Hanımefendi, görevli misiniz? Niye çekiyorsunuz şu an? Görev emriniz var mı? Şu silah aracı. Hem sizin tahsisli olmanız önemli değil. Devam et, devam et. Tamam.
Vallahi iki gündür Cemmer mı, öyle mi, böyle mi konuşuluyor; Jemmer kadar bu da konuşulsa keşke. Hayırdır yani, ne alaka? Niye verilmiş tahsisli araç? Bilemiyorum. Keşke Cemmer kadar konuşulsa hakikaten. Ama güzel bir şey, yani ülkede bazıları vatandaş, bazıları daha vatandaş, bazıları yarı vatandaş. İşte o yarı vatandaş herhangi bir mesela yarı vatandaşsa, çat diye kendini birdenbire bir iddianamenin içinde buluyor. Niye? X kafede oturmuşsun. Oradan da HTS kaydı verilmiş. Oradan da biri tweet atmış. Mesela birdenbire anayasal düzeni yıkmak falan sesini duyurmaya çalışıyorsun. Kimileri de böyle süper vatandaş. Süper vatandaşsa takılıyor; tahsisli, çakar, gümbür gümbür. Trafik de yok ablama.
Vallahi, iki gündür Cemmer mı, öyle mi, böyle mi konuşuluyor da, Jemmer kadar bu da konuşulsa keşke. Hayırdır yani? Ne alaka? Niye verilmiş tahsisli araç? Bilemiyorum. Keşke Cemmer kadar konuşulsa, hakikaten. Ama güzel bir şey yani; hani ülkede bazıları vatandaş, bazıları daha vatandaş, bazıları yarı vatandaş. İşte o yarı vatandaş, herhangi bir mesela yarı vatandaşsan, çat diye kendini birdenbire bir iddianamenin içinde buluyorsun mesela. Niye? X kafede oturmuşsun. E oradan da HTS şeyi vermişsin. E oradan da biri tweet atmış falan. Mesela birdenbire anayasal düzeni yıkmak falan sesini duyurmaya çalışıyorsun.
Kimileri de böyle süper vatandaş. Süper vatandaşsa takılıyor. Tahsisli, çakar, gümbür gümbür. Trafik de yok, ablama ya. Ne yapacak? Trafikte mi bekleyecek? Ezikler. Sizler gibi ezik mi? Kadın, koskoca menzil şeyhinin kızı. Senle benle trafikte bekleyecek hali yok herhalde. Tahsisler, araç basacak, geçecek, gidecek. Herkes haddini ve yerini öğrensin. Bak, bugün Cumhurbaşkanı da söyledi. Hepimiz haddimizi bilelim arkadaşlar. Zorlamayalım yani, yormayalım.
Valla, o kadar çok acayiplik var ki. CHP'nin Başakşehir'de mitingi var, biliyorsunuz. İşte, mitinglere devam ediyor. Hem hafta sonları, İstanbul dışı, hafta sonu İstanbul'un bir ilçesinde Başakşehir'de miting yapacak CHP. CHP Başakşehir ilçe başkanı Beyzade Kayabaş, diyor ki, “CHP'nin miting yapacağı yerde elektrikleri kestiler.” Elektrik niye önemli? İşte ses sistemi gidecek, oraya ne bileyim, işte ışık gidecek falan. E olmasın diye.
Evet, aynen. Başakşehir'e de kedi girmiş. Bu da başka bir işte, vatandaş var, vatandaşçık var yani. Eee, durum tam olarak bu. Vallahi, tüm bunlar olurken Donald Trump'ın da iktidara gelmesinin 100 ay, 100 günü. 100 günde ne oldu, ne bitti? Efendim, gümrük vergisi var mı, yok mu? Tek şirketleri batacak mı, çıkacak mı falan, o konuşuluyor da, diyorum ya, her şeyde işin ucu bize dokunuyor.
İşin ucu bize dokunuyor. Nasıl dokunuyor? Ben bunu geçen gün Oğuz Kalafat'la konuştum. Oğuz Kalafat diyor ki, “Bu gümrük vergisi sisteminden Türkiye'deki ilaç sektörü çok ciddi şekilde etkilenir.” Diyor Oğuz Bey'in röportajını dinleterek size noktalıyorum. Görüşürüz. Verelim, Ufukçuğum. Oğuz Bey'in röportajını.
Eee, Doktor Kemal Oğuz Kalafat, merhabalar. Sizi aslında biz en son çok konuşmuştuk. Eee, diyordunuz ki, yani hem bu pandemik süreç hem işte yer yer Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri'nin arası bozulduğunda, o gergin dönemlerde karşılıklı uygulanan ambargolar vesaire hep şunu söylüyordunuz; Türkiye'nin bir işte milli ilaç stratejisinin olması lazım diye. Bir dönem, hakikaten sizin de liderliğinizi ettiğiniz bu tartışma bayağı bir gündeme oturdu. Şimdi bunu yine konuşacağız, tartışacağız herhalde.
Ben bunu geçen gün Oğuz Kalafat'la konuştum. Oğuz Kalafat diyor ki, bu gümrük vergisi sisteminden Türkiye'deki ilaç sektörü çok ciddi şekilde etkilenir. Diyor, Oğuz Bey'in röportajını dinleterek size noktalıyorum. Görüşürüz.
Verelim Ufukçuğum, Oğuz Bey'in röportajımızı.
Eee, Doktor Kemal Oğuz Kalafat, merhabalar. Sizi aslında en son eee şeyde çok konuşmuştuk. Eee diyordunuz ki, yani hem bu pandemi süreci hem de Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri'nin arası bozulduğunda, o gergin dönemlerde karşılıklı uygulanan ambargolar vesaire, hep şunu söylüyordunuz; Türkiye'nin bir milli ilaç stratejisinin olması lazım diye. Bir dönem, hakikaten sizin de liderliğinizi ettiğiniz bu tartışma bayağı bir gündeme oturdu. Şimdi bunu yine konuşacağız, tartışacağız herhalde bu sefer. Neden Trump'ın gümrük tarifeleri, Türkiye'deki ilaç sektörüyle ne alakası var?
Eee, Trump'ın gümrük tarifelerinin Türkiye'deki ilaç sektörüyle çok alakası var. Çünkü eee yalnız Türkiye'yi değil, tüm dünyayı etkileyecek bu gümrük tarifeleri. Bizim 10 milyar dolarlık bir ilaç pazarımız var yıllık. Bunun eee 5,5-6 milyar dolarını dışarıdan alıyoruz. Yani biz her yıl eee ilacımızın %50'sini dışarıya bağımlıyız. Ne yazık ki hala kendi bir molekülümüz yok; yani orijinal bir ilacımız yok.
Eee, şimdi iki gün önce Ticaret Bakanlığı, eminim siz de eee incelemişsinizdir, stratejik alanlar başında ilaç sektörünü koydu ve güvenlik soruşturması başladı. Bu, birçok, bu çok ciddi bir şeydir. Yani bu güvenlik soruşturması genellikle 70-80 gün sürer ki Trump, eminim bunu hızlandıracaktır.
Bu güvenlik soruşturmasında da belli bir statüyü aldıktan sonra, kongre desteğini aldıktan sonra, Trump artık eee ilaç sanayini dünyadaki kendi politik mücadelesinde bir araç olarak kullanacak. Bu araç olarak kullanmada da eee fiyatlardan tutun da ilaca ulaşma konusunda ciddi problemler olacak. Bizim gibi ilaç sanayesini daha oluşturamamış, kendi orijinal moleküllerini oluşturamamış, dışa bağımlı büyüyen, yaşlanan, genç toplumu fazla olan bir ülke açısından ciddi riskler oluşturdu.
Halihazırda, yani şu anda Trump'ın bu açıkladığı son tarifelerde direkt bir şey var mı, yoksa şey olarak mı bunu kullanacak diyorsunuz? Şu anda, eee %10, bazen %15 diyor. Trump biliyorsunuz durmadan değiştiriyor.
Ancak eee bizim eee sektörden eee duyduğumuza eee göre ilaç eee büyük ilaç üreticileriyle zaten Trump belli bir anlaşmaya girdi. Yani Trump'ın bundan sonraki uygulayacağı tarifeler, ilaç sektörü ve sağlık sektörü, “life science” diyelim ona. Bunun içinde tıbbi cihaz da var, hastane ürünleri de var. Hepsini sokarsak daha böyle profesyonel olarak gidiyor bu sektör. Çünkü bu sektör, biliyorsunuz Amerika'da en önemli lobilerindendir.
Halihazırda yani şu anda Trump'ın bu açıkladıkları son tarifelerde direkt bir şey var mı, yoksa şey olarak mı bunu kullanacak diyorsunuz? Şu anda haliyle e %10, bazen %15 diyor. Trump biliyorsunuz durmadan değiştiriyor. Ancak bizim sektörden duyduğumuza göre ilaç büyük ilaç üreticileriyle zaten Trump belli bir anlaşmaya girdi. Yani Trump'ın bundan sonraki uygulayacağı tarifeler ilaç sektörü ve sağlık sektörü, life science diyelim ona. Bunun içinde tıbbi cihaz da var, hastane ürünleri de var. Hepsini sokarsak daha böyle profesyonel olarak gidiyor bu sektör. Çünkü bu sektör, biliyorsunuz Amerika'da en önemli lobilerindendir. Yani Amerikan başkanı bile o sektörün karşısında duramaz. Hiçbir Amerikan başkanı duramadı. Çok popülerleri de dahil. Yani o sağlık sektörü kendilerinin izin vermediği bir politika uygulatmazlar.
2016 yılından beri biz yatırımcı, da küçük bir yatırımcı da olsak, bunu net bir şekilde görüyoruz. Artık bu uygulanan modelin Amerika Birleşik Devletleri'ne zarar verdiğini gördü. Hem ilaç lobisi hem de toplumda böyle bir şey var. Bir de dünyada kaba olarak 2 trilyonluk bir ilaç pazarı var. Bunun 850 milyar doları Amerika Birleşik Devletleri pazarı; düşünün, yani %50'si kendinde. Buna rağmen, 190 milyar dolarlık ithalat yapıyor Amerika Birleşik Devletleri, 100 milyar dolarlık da ihracat yapıyor. Böyle bir bütün teknolojisinin Amerika'dan çıkan bir teknolojinin böyle açık vermesini kabul etmiyorlar.
Kendi görüşlerine göre haklılık yanları da yok değil. Ama biz bu süreçte ciddi bir şekilde zarar göreceğiz, cari açık açısından. Teknolojiye ulaşmak açısından. Çünkü ülkemizde ilaç sektöründe sermaye çıkışları var. Birçok yabancı firma Türkiye'den çıkıyor. Aynı zamanda bizim ilaç sektöründeki yatırımcılarımız, büyük firmalarımızı dışarıya sermaye çıkarıyorlar. Haklı olarak yatırımlarını dışarıya yönlendiriyorlar. Çünkü ciddi bir problem, toplum olarak ne yazık ki.
Evet. Peki, bir şey soracağım. Şimdi siz diyorsunuz ki, "Tabii ki, ilaç üreticileri Amerika Birliği büyük bir sektör." Büyük bir sektör, büyük bir sanayi olduğu için de iktidar üzerinde etkisi var. E ama o zaman tamam Trump bir analiz yapıyor; "Kardeşim, biz bu ticari şeyi düşüreceğiz, açığı düşüreceğiz. Sattığın kadar al." Madem öyle, Amerikan ürünleri de alacaksın diyor. Ama galiba orada şu sıkıntı yok mu? Özellikle Avrupa Birliği ile ilgili, yani Amerikan arabalarıyla ilgili de aynı şey var. "Bizim arabaları almıyorsun," diyor Trump Avrupa'ya. Avrupa'da diyor ki, "Ya bizim yeşil sözleşmemiz var."
Evet, peki bir şey soracağım. Şimdi siz diyorsunuz ki, tabii ki ilaç üreticileri Amerika Birleşik Devletleri büyük bir sektör, büyük bir sanayi olduğu için de iktidar üzerinde etkisi var. Ama o zaman, tamam Trump bir analiz yapıyor; işte "Kardeşim, biz bu ticari açığı düşüreceğiz, sattığın kadar al" diyor. Madem öyle, Amerikan ürünleri de alacaksın. Ama galiba burada bir sıkıntı yok mu? Özellikle Avrupa Birliği ile ilgili, yani Amerikan arabalarıyla ilgili de aynı şey var. Trump, "Bizim arabaları almıyorsun" diyor; Avrupa da diyor ki, "Ya bizim yeşil sözleşmemiz var, yani yeşil anlaşmamız var. Sizin arabalar büyük motorlu, emisyonu yüksek falan. Biz karbon salınımını düşürmeye çalışıyoruz. Hadi inince alma, o zaman Avrupa'ya göre üretmen lazım" diye.
Arada böyle bir durum var mı? İlaçta da mesela, FDA'in onayladığı her şeyi Avrupa okey vermiyor. Avrupa'da bürokrasi biraz daha farklı bakıyor. Yani o zaman Trump, Avrupa'ya, "Kanunlarınızı değiştirin mi?" diyecek. Şimdi şöyle bir durum var: FDA'in onaylamasını dediğiniz gibi Avrupa hepsine yapmıyor, ama %96'sını da kabul ediyor. Yani Avrupa'nın şu ana kadar %4-3, yıla göre değişiyor, "Hayır, ben bunu şeyime sokmam" diyerek oradaki sağlık politikalarıyla alakalı teknik bir farklılık var. Araba sektörü veya diğer sektörlerden farklı bir şey var.
Nevşin Hanım, dünyadaki patentin %76'sı Amerika'dan çıkıyor. Anlatabiliyor muyum? Şu anda kullanılan biyoilaçlar, yeni büyük moleküllere geçtik. Bunlar çok önemli ilaçlar. Eskiden kullandığımız küçük moleküllü ilaçlar, bir ağrınız olduğunda sonuca hitap eden bir tedavi. Ama şimdi artık öze giren tedaviler var. Akıllı ilaçlar diyorlar değil mi hocam?
Akıllı ilaçlar, ve bunlar yavaş yavaş artıyor. Mesela Türkiye'de, biz şu anda ilaçta ciddi yapısal problemlerimiz var. Neden? Mesela, patent korumalı ilaçların pazar payı Türkiye'de %14. Yani biz, 20 yıldan eski teknolojili ilaçları kullanıyoruz %85 oranında. Bunu kaba bir şekilde basitlersek, ama Amerika Birleşik Devletleri’nde bu %70, OECD’de de %55. Yeni jenerasyon ilaçları, parasal nedenden dolayı kullanamıyoruz.
Çünkü Türkiye'de ilacı alanların %86'sı devlet. Teknoloji de olmadığından dolayı ithal olarak yine toplumda zengin kademedeki bireyler, bu kaliteli ilaçlara ne yazık ki ulaşabiliyor. Bunlar, çok daha majör problemlerle karşılaştığımızda, ülkemizde demokrasi olsun, başka problemler yaşadığımızdan dolayı aslında halkımız bunları pek göremiyor. Yani bir dışarıdaki 60 yaşındaki bir Amerikan vatandaşı veya İsviçre vatandaşının aldığı ilaçlarla bizim burada yaşadığımız ilaç sıkıntıları arasında büyük bir fark var.
Mesela, patent korumalı ilaçların Türkiye'deki pazar payı sadece %14. Yani, biz %85 oranında 20 yıldan eski teknolojili ilaçları kullanıyoruz. Bunu kaba bir şekilde basitlersek, bu durum Amerika Birleşik Devletleri’nde %70, OECD ülkelerinde ise %55 ortalama. Yani, yeni jenerasyon ilaçları kullanamıyoruz, parasal sebepler nedeniyle. Çünkü Türkiye'de ilacı alanların %86'sı devlet destekli olduğundan, teknoloji de olmadığından dolayı, toplumda sadece zengin kesim bu kaliteli ilaçlara ne yazık ki ulaşabiliyor.
Bunlar, daha büyük sorunlar yaşadığımızda, ülkemizde demokrasi olsun veya başka problemler yüzünden, aslında halkımız bunları pek göremiyor. Yani, dışarıdaki 60 yaşında bir Amerikan vatandaşı ya da İsviçre vatandaşının aldığı ilaçtan sonraki iyileşme hızı ve yaşam kalitesi bizde yok. Ne yazık ki o ilaçlara ulaşamıyoruz.
Evet, maalesef bu işin böyle bir tarafı var; insan hakkı. Bu, çok önemli bir insan hakkı. Kişinin sağlığı, yani yaptığımız hastaneler tamam, ama teknik olarak şu anda o kadar büyük bir yük oluşturdu ki sağlık sistemi. Normalde Amerika'da yapılan bir hastanenin maliyeti, 10 katı bir şekilde tuhaf bir finans sistemiyle fonlandığı için sağlık sisteminin bütçesinin tamamını çekti. Dolayısıyla, ilaç sektörü olsun, tıbbi cihazlar olsun birçok alanda şu anda problemimiz var.
Peki, Trump'ın uyguladığı gümrük vergileri bu ilaç sektörünü daha da mı pahalı hale getirecek? Tabii ki, Amerika'da ilaç daha ucuz olacak, dünya genelinde de fiyatlar artacak. Mesela size bir örnek vereyim. Son popüler zayıflama ilaçları var, biliyorsunuz. İğneler çıkmıştı, GP1 denilen. Bu biyoteknoloji Amerika'da 1.000 dolar, burada 7.900 TL. Anlatabiliyor muyum? Yani, yaklaşık 1.310 dolar civarında. Diğer ilaçlarda da benzer bir durum var. Mesela, benim hastam kanserle uğraştığımız için, Amerika'da 100.000 dolarlık bir kanser ilacı, Türkiye'de 30.000 TL. Diğer ülkelerde de bu farklar var.
Şimdi Amerikan halkı diyor ki, "Biz bu teknolojiyi üretiyoruz. Amerikan finans sistemiyle üretiyoruz. Üniversitelerimizi de biz kuruyoruz." Mesela, benim arkadaşım tıp fakültesi okuyor Amerika'da, yıllık 100.000 dolar ödüyor. Diyor ki, "Bu kadar para harcıyoruz birey olarak ve bu teknolojiyi çıkartıyoruz." Neden benim sokaktaki adamın 1.000 dolara aldığı ilacı alıyor da bir başka ülkede 800-1000 dolara satabiliyorsun?
Yani bunlara da baktığımızda, Trump'ın kafasına göre ortaya çıkan durumlar değil bunlar. Amerikan halkının da bu politika değişikliğine kendilerine göre haklılıkları olduğunu düşünüyorum. Çünkü bir Çin olsun veya başka ülkelerde, patent koruma kanunları uygulanmıyor. Yani, Amerika'da biliyorsunuz çok...
Şimdi Amerikan halkı diyor ki, biz bu teknolojiyi üretiyoruz. Amerikan finans sistemiyle üretiyoruz. Üniversitelerimizi de biz kuruyoruz. Mesela benim, tıp fakültesi okuyan bir öğrencim, Amerika'da 100.000 dolar yıllık harcıyor. Diyor ki, bu kadar para harcıyoruz birey olarak ve bu teknolojiyi çıkartıyoruz. Neden benim sokaktaki adamın 100 dolara aldığı ilacı alabiliyor? Benim daha fazla ödediğim bir ilacı başka bir ülkede, 800 ya da 100 dolara satabiliyorsun.
Bunlara baktığımızda, Trump’ın kafasına göre oluşan şeyler değil. Amerikan halkının bu politika değişikliğine kendilerine göre haklılıkları var. Çünkü bir Çin olsun, veya diğer ülkelerde patent koruma kanunları uygulanmıyor. Yani Amerika'da biliyorsunuz çok önemlidir patent hakları; ancak Çin ve diğer ülkelerde bunlar uygulanmıyor. Biz neden uyguluyoruz? Buna benzer tabii ki birtakım endişeler var.
Ama benim, bizim pazarda Amerikan ilaçları yüzde kaçı bizim ilaç pazarının? Biz 1 milyar dolarlık ilaç alıyoruz Amerika'dan. Yani 10 milyar dolarlık pazarın %10’u. 10 milyar dolarlık bir ilaç pazarımız var. Her yıl biz 1 milyar dolarlık Amerika'dan alıyoruz. 1 milyardan biraz fazla da Almanya'dan alıyoruz.
Şimdi peki, yerli üretim ne kadar? Yerli üretim yüzdesi ne kadar? Ağırlık yerli mi? 5 milyar dolarlık kendimiz üretiyoruz. Anladım. Yani %50 dışa bağımlıyız. Bir de şu var, Nevşin Hanım. Türkiye'deki ilaç pazarı dolar bazında her yıl %30 civarında büyüyor. TL bazında ise %90 civarında büyüyor. Yani bu neden? Dediğim gibi, nüfusumuz yaşlanıyor. Yeni ilaçların fiyatları pahalı. Bu, belli bir aşamadan sonra karşılanamayacak. Sadece karşılanamama da başladı. Yani bazı ilaçlar bulunamıyor.
Bakın dünyada en büyük mesela Türkiye'deki ilaç sektöründe tehlike %12 kontrolsüz ilaç satışı var. Yani nedir? İlaçların %60'ı eczaneler üzerinden, %30'u hastaneler üzerinden satılıyor. Bir de kontrolsüz bir kalem var: %12. Bu, kaçak ilaç ile uydurma ilaçlar. Anlatabiliyor muyum? Eğer siz bir bilim, yönetim bilimi üzerinde tüm sektörün temellerini bozarsanız, bu türlü şeyler de ortaya çıkıyor, ne yazık ki.
Haklısınız hocam. Teşekkürler bu bilgiler için. Çok teşekkürler. Ben de teşekkür ederim.
Bu, bir bilim; yönetim bir bilim. Eğer o bilimdeki bütün sektörün temellerini bozarsanız, bu tür şeyler de ortaya çıkıyor, ne yazık ki. Haklısınız hocam. Teşekkürler bu bilgiler için. Çok teşekkürler. Ben de teşekkür ederim.