Enver Aysever · 20 Haziran 2025

Enver Aysever'den 'Saray'ın ünlülerine sert tepki!

  • 0:00 Şimdi getireceğim görüntüler bugünün görüntüleri değil. Lakin bugüne de uyarlanabilecek görüntüler sosyal medya da çok paylaşıldı. Bu saray iftarına giden insanlar bundan önce de saraya doğru yine bir yolculuk yapmışlardı ve uçağın içinde görüntüler sızdırılmış, daha doğrusu bilerek verilmiş ve basında yer bulmuşlardı. Bakın insanlar aç açık yoksulken, Ramazan ayı bir başka bilgelik gerektirirken inananlar açısından uçaklarda dün de bugün de değiştiğini zannetmiyorum. Neler olduğunu bir görelim. Tekrar ediyorum arşiv görüntüsüdür bu ama bu görüntü bile ipucu veriyor. Ardından da biraz konuşalım. Dün bıraktığımız yerden konuşalım. Yankılar devam ediyor. Her sözcüğün bir anlamı var. Her tutumun da bir anlamı var. İşte o görüntüler.
  • 0:53 Hain gezen odalarda gez olur. Gez olur vatanına göz dikeni ez olur. Dostun kim düşmanın kim sen olur? Tarihini şerefinle yaz ol. Yaz ol vatanına göz dikeni ez oğlum. Dostun kim düşmanın kimse oğlu. Sen bunları bir kenara yaz oğlum. Yaz oğlum. Uçakta eğleniyor bu kişiler. Bu kişilerin ortak özelliği nedir dersiniz? Bence bu kişilerin ortak özelliği Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde şöhretlerine şöhret, paralarına para, iktidar yanında durmakla da dokunmaz bir statü elde etmek olduğunu söyleyebiliriz. Pek çok sanatçının, pek çok onurlu, haysiyetli ismin zindanlara düştüğü, mahkemelerde uğraştığı ve sıkıntı yaşadığı dönemlerde böyle şarkılar, türküler söyleyerek ballı paralar kazanmak mümkün. Konser verirsiniz. Başta TRT olmak üzere yandaş bütün kanallarda yer bulursunuz. Ondan sonra da keyif yaparsınız. Ama bir şey var ki bütün bunları yaparsınız da bir duygu gibi anılamazsınız. Bir Genco Erkal gibi anılamazsınız.
  • 2:20 Şimdi tekrar ediyorum o güne gideceğiz. O günden döndükten sonra da ben cumhurbaşkanına ne kadar yakınım, ben cumhurbaşkanını ne kadar seviyorum yarışı devam etti. Bir büyük kanalda var olan sanatçı sıfatı hangi bağlamda verildiğini bilmediğim Hakan Ural şöyle demiş: "Bir rüya görsem, bir vahiy gelse seçim günü Erdoğan'a bir oy çıkıyor. O da benim oyum ve ikimiz de yok oluyoruz. Kahkahalarla oyu ben atarım dem." Yani şöyle söylüyor. Erdoğan'ı o kadar çok seviyorum ki memlekette bir oy çıksa oyu ben veririm. Yani buradan şunu anlıyoruz. Sandığa Erdoğan da gidiyor ama Erdoğan bile kendisine oy vermiyor, Hakan Ural veriyor. Züğürt Ağa'da hatırlar mısınız? Züğürt Ağa'da millete arkadan para verirdi. Şener Şen orada ve marabalara "Bizim partiye oy atacaksınız" derdi. Sonra sandıklar açılırdı. Sandıklar açıldıktan sonra bir oy çıkardı. Herkes gelip "Ağam ben verdim oyu" derdi. Şener Şen de orada derdi ki: "Eh, peki ben kime oy verdim? Size alçaklar!" derdi. Sonradan da öğrenirdik ki ağam oyu ben verdim diyenlere cennetten tapu vermişler. Onlar da diyorlar ki bu dünyada tapu olmayınca bize ancak cennetteki tapu kaldı. O yüzden "şıh" ne derse onu yaptık. Çok gülmüştük o filme ama aslında filmler gerçek. Üstelik nerede gerçek? Hakan Bey'in bu değerlendirmesinde de gerçek. Yani diyor ki Erdoğan'a, "İkimiz kalsak ben sana oy veririm. Sen kendine vermesen bile bu kadar övgü, bu kadar insanı başka bir yere koymak, övgünün fazlası inandırıcılığı bozar." Tabii ki Hakan Bey, Sayın Hakan Ural kendisi tercihlerini yapar ama bu övgüler karşısında sarayda görev yapan ve Türkiye'de her şey hakkında karar veren Sayın Erdoğan acaba bir kuşkuya düşer mi? Ben iktidardan düştükten sonra beni bu kadar övenler acaba beni hayırla anacaklar mı diye kuşkuya düşer mi? İnsan öldükten sonra Allah uzun ömür versin herkese kendisi hakkında ne söylendiğini bilemiyor tabii. Onu da ardımızdan çocuklarımız görecek. Devam edelim.
  • 4:34 Bütün bunlar tabii iyi konular. Efendim yine bir sevda öyküsü bu. Hakan Bey demiş ki: "Hadi ben devletin yalakasıyım. Hamdolsun sen neyin yalakasısın? O saray dediğiniz yer Türkiye Cumhuriyeti'nin temsilidir." Sayın Hakan Ural'ın siyaset bilim eğitimi var mı bilmiyorum. Sayın Hakan Ural'ın tarihe ilgisi, tarih entelektüel bilgisi var mı bilmiyorum. Sayın Hakan Ural'ın sosyal psikolojisiyle ilgisi var mı bilmiyorum. Sayın Hakan Ural'ın edebiyata dair ilgisi nedir bilmiyorum. Okurzarlığı hakkında bir bilgim yok. Dolayısıyla kendisini burada itham etmek istemem. Tüm bunları bilip de bu yorumu yapmış olabilirim. Ancak bazı sözcükler önemlidir. Mesela "yalaka" dediğiniz zaman bir insan "yalakalık" sözcüğü kendisine söylendiği zaman şaka bile olsa ironi bile yapıyor olsa yalakalık sözcüğünü kendine bence yakıştırmamalı. Neden? Çünkü insan bir kere "yalaka" sözcüğüyle kendi arasında doğrudan, dolaylı ya da şaka türünde bir bağlantı kurduğu zaman bir yalakanın kolayca dönebileceğini, bir yalakanın oradan oraya atlamak kadar aynı zamanda da yalakalığın da bir kişilik özellik olabileceğini düşünmek gerekir. Bugün onun yalakası olan yarın bunun yalakası olur.
  • 5:53 Devletten Sayın Ural'ın neyi anladığını bilmiyorum. Fakat bence şunu iyi değerlendirmek gerekir. Devlet bir kere kutsal bir yapı değildir. Devletin kutsiyeti üzerinden yapılan bütün söylemler iktidarların kendi meşruiyetini bu zemin üzerinde oturtmasıyla ilgilidir. Halbuki devlet içinde yaşayan yurttaşların organize ettiği bir yapıdır. Yani oraya vergiler verilir, siyaset oluşturulur. Halk kendi hakkında görev yapanları seçer. Şimdi böyle baktığımız zaman ben "devletin yalakasıyım" dediğinizde aslında devleti yönetenlerin yalakasıyım demek oluyor. İktidarın yalakasıyım demek oluyor. Bunu iyi bilmek gerekir. Peki iktidarlar kalıcı mıdır? Dünyada sonsuza kadar kalan bir iktidar yok. Kanuni'nin söylediği bir söz var ya bu dünyanın kimseye kalmayacağına dair malum dünya kimseye kalmıyorsa iktidarlar da değişeceğine göre o zaman acaba bu yalakalık sıfatı o iktidardan buraya geçtiği zaman nasıl bir durum oluşturur? Onu da bence tartışmak gerekir. Bu bir.
  • 7:07 İkincisi, sarayın varlığına dair Erdoğan'ın söylediği bir değerlendirmedir bu. Yahu bu külliye. O saray demiş. Umarım fırça yemez. Çünkü saray yok. Külliye var. Bu külliye vatanımızın, memleketimizin, insanların malı demişti Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan. Buradan da şunu anlamamızı istiyordu. Birlikte ürettiğimiz bir değer, "Dolayısıyla benim şahsıma yönelik yapılmış olduğunu söylemek haksızlıktır." demiş oluyordu. Evine ekmek götüremeyen, işsizlikten kırılan ve büyük çaresizlik içerisinde olan yurttaşlarımız da bunu savunuyorlardı. Bak, halkımızın bir sarayı var ya da halkımızın bir külliyesi var. Her ne kadar o külliyenin ya da sarayın önünden geçemesek de her ne kadar orada yapılan yemeklerden, yiyecek içeceklerden faydalanamasak da her ne kadar oradaki oturma gruplarına oturamasak da her ne kadar oradaki içeride olup biten personelin kimlerden oluştuğunu bizim çoluğumuzun çocuğumuzun çalışma imkanı bile bulup bulamadığını düşünmüyor olsak da tırnak içinde elbette düşünüyoruz. Saray bizim. Gitmesek de görmesek de o saray bizim sarayımız diyorlar.
  • 8:18 Bilmiyorum ama son uyarım. E bir dakika bir dakika. Ha bu kalsın. Tamam. Sevcan benim sevdiğim bir arkadaşımız. Sevcan herhalde buraya gönderme yaparak "Yalaka koyun kasabın keskin bıçağını övermiş." diye bir paylaşımda bulundu. Neden Sevcan'ı bu konuda önemsedim? Sevcan mert bir kız. Toplumda karşılığı olan bir arkadaşımız. İyi de bir şarkıcı. Muhalif kimliği aslında her şarkıcıda olduğu gibi sözüyle sazıyla ailede de olan bir tavır. Herhalde buraya Hakan Ural'a bir gönderme yapmış. Şimdi söyleyeceğim şey önemli. "Ben devletin yalakasıyım. Sen neyin yalakasısın?" diyor ya elbette ki pek çok insan hiçbir şeyin yalakası değil. Ancak şunu söylemek istiyorsa o tartışılır. "Ben devletimden yanayım. Sen kimden yanasın?" derse o tartışılır. Devlet her zaman doğruları yapmaz. Hatta maalesef çoğu zaman yanlışları yapar. Mesela 12 Eylül 1980 darbesi, yakın darbe mesela 28 Şubat muhtarası mesela 12 Mart ve bunun gibi pek çok başka meselelerde devlet "benim iradem" dedi ya da devleti yönetenler dedi. Peki bütün bunlara karşı biz onların yanında mı olmamız gerekiyordu? Hoş. 12 Eylül'da da hemen yanında saf tutanlar vardı Evren'in. Hatta onun ressamlığı konusunda elinden geleni yapanlar da vardı. Ancak bu ülkede Nazım Hikmet gibi vatan haini olarak anılmasına rağmen onu vatan haini ilan edenleri tarihin çöplüğüne atıp bugüne gelenler var. Sabahattin Ali gencecik bir yaşta kafası bir taşla ezilerek öldürüldüğü halde onu öldürenler utançla tarihin karanlığında varlar. Ama Sabahattin Ali'nin yapıtları hele hele de bugünlerdeki çok satmasıyla acaba bu vatanı, bu memleketi hatta bu devleti Sabahattin Ali mi daha çok temsil eder? Onu öldürenler mi yoksa yalakalar mı? Bunu çoğaltabiliriz. Aziz Nesin için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Hiç kuşku yok ki. Ve kültür tarihimizdeki pek çok ismi de tiyatrocu, sinemacı vesaire. Tarık Akan hemen aklıma geliyor. O yüzden bir fotoğraf da burada gösterelim isterseniz. O fotoğrafı da gördükten sonra herhalde daha da iyi anlayacağız.
  • 10:35 Gerçi önce şu Demet Akalın meselesini halledelim. Sonra gösterelim o fotoğrafı. Demet Akalın hanımefendi bu neydi? Ha Demet Akalın burada yanımdaki kim bilmiyorum. Erdoğan'dan gece kimmiş eşi? Pardon ben tanımıyorum. Yani Demet Hanım'ın eşini tanımakla yükümlü değilim ama fotoğraf verince de bilmek lazım. Ayıp oldu. Erdoğan'dan gece 00'dan sonra yani 12'den sonra müzik yasağının kaldırılmasını rica ettiği Kültür ve Turizm Bakanı Nuri Ersoy'dan söz aldım demiş Demet Akalın Hanım. Demet Hanım'ın sanatçı kişiliği ne orandadır? Ona ben karar verecek değilim. Siz değerli izleyiciler bunu mutlaka dile getirirsiniz. Lakin Türkiye'de müzik yapan, Türkiye'de emek veren, hele de pandemi döneminde büyük sıkıntılar yaşayan, konserler veremeyen, ekonomik açmazlar içerisinde olan insanlar aylardır bunu dile getiriyorlar. Saat 12'den sonra saat 12'den sonra bu mesele yani yasak meselesinin kalkması gerekiyor diye söylüyorlar. Bu yasağın çok boyutu var. Bir tanesi bence siyasal bir tercih. İnsanların eğlenmesini, insanların modern yaşamını, insanların tercihlerini engellemek. İkincisi bu yönde para kazanan sanatçıları o kesimin sesini kısmak ve muhtaç hale getirmek ve bunun üzerinden bir muhafazakar tutum takınmaya çalışmak.
  • 12:10 Her şeyden önce bu sektörde çalışan insanlar sadece sahneye çıkanlar değil, gece hayatından para kazananlar, orada belki bir sefahat alemine dalan kitle de olabilir ama gece hayatında KOMI var, otoparkçı var, garson var, temizlikçi var. Yani var oğlu var. Oraya tedarikçi olan işçiler var. Siz aslında herkesi cezalandırmış oluyorsunuz. Kaldı ki yaz gelecek. Yazın konserler geç başlayabilir. Sıcak bir yaz olacak. Hani 12 10 dakika mı geçseniz tepenize binecekler. Bunun kime ne faydası var? Esas olan özgürlüklerdir. Ama şu da önemli. Bütün belediyeler açısından şunu da bilmek gerekiyor. Özellikle sahil beldesinde özellikle dinlence ihtiyacı bulunan konutların olduğu yerlerde fütursuz bir şekilde de müziğe, yüksek sesli müziğe elbette ki izin verilemez. Neden? İnsanın yazlığı var, evi var. Bazıları 12 ay yaşıyor. Meskun mahal dediğimiz yerler var. O zaman siz kapalı mekanda müzik yapmayıp da herkes kardeşim beni dinlesin derseniz o da bir başkasının hayatına müdahale olur. Sapla samanı da karıştırmamak lazım geldiğini düşünüyorum. Bunu da burada not edelim. Bu da bir siyasi tercihtir. Ve sanatçı meselesi ile ilgili size bir fotoğraf daha getireceğim. Tabii ki anımsatma. Hepimiz biliyoruz hani sanatçı kimdir meselesiyle ilgili. Onu da görelim. Çünkü sanatçı dediğimiz kimsenin sanat yaparken neler e yaptığını bir bileceğiz. Öte taraftan da sistemin yani devletin ne yaptığını bileceğiz.
  • 13:39 Sayın Hakan Ural muhtemelen babasının da tanışı olduğu ve muhtemelen kendi hayatında da izlediği, dinlediği, filmlerine baktığı ve güldüğü ve değer verdiği iki büyük sanatçıyı yadırgamaz. Bunlardan bir tanesi Müjdat Gezen abeyimiz, bir tanesi de Metin Akpınar abeyimiz. Metin abinin elinde yarım tostla bir adliye koridorunda bu şekilde ibretlik bir poz vermiş olması. Yani o tabii pozu özel olarak vermiyor ama yarım tost ayran ve bu yaşta bu ülke tarihinin neredeyse birkaç kuşağının belleğinde onlara gülümseterek, onlara kahkaha attırarak ve bu yolda düşündürerek neredeyse kendi kişisel tarihimizin evimizden biri olarak saydığımız bir insanın o kutsal devlet olarak cezalandırmaya çalıştığı bir isim. Neresinden baksanız, sorun bir, çok önemli bir sorun. Bir, ifade özgürlüğü, bir memleketin temel teminatıdır. Hukuk tarafından garanti altına alınmıştır. Evrenseldir. Sanatçı tabiatı gereği eğer sanatçıysa kendi dahil olmak üzere her şeye eleştiri getirebilir. Zaten bu eleştiri toplumsal açıdan önemlidir. Üstelik bunu estetik ölçülerle yapar. Ayrıca sanatın, bilimin gelişebilmesi için toplumun hiç de hoşlanmadığı sözleri mutlaka dile getirmesi gerekir. Çünkü toplumu düşünmeye sevk etmek gerekir. Felsefe için de böyledir bu. Aynı zamanda sanat için de böyledir.
  • 15:17 Burada iki sanatçının, yaşı ileri olmuş olan sanatçının yurtseverliğinden memlekette kuşku duyabilecek kim vardır? Ya da Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hayatında Zeki Metin izlememiş olabilir mi? ya da Zeki Metin dışında bir Genco Erkal izlememiş olabilir mi? Fazıl Say en azından dinlediğini zannetmiyorum ama Fazıl Say'ın dünyadaki karşılığını bilmiyor olabilir mi? Kendisini çok eleştiriyor olmama rağmen bir Orhan Pamuk'un dünyadaki karşılığını bilmiyor olabilir mi? Çoğaltabiliriz. Bütün bu sanatçılar bir toplamdır nihayetinde ve bunlar herkesten fazla. Kimse kusura bakmasın. Sayın Erdoğan'dan da fazla daha ileri Türkiye'yi temsil ederler. Siyasetçiler belki tarihte yer alırlar. Kurucu babalar da tarihte yer alır. Ama sanatçılar gerçekten güçlü sanatçılarsa dünyanın başka ülkelerine onların hücrelerine kadar sinerler ve memleketimizi anlatırlar. Örneğin Türkçenin gerçekten dünyada saygın bir dil olmasını istiyor ve düşünüyorsak ki Türkçe saygın bir dildir. Kürtçe, Arapça, İngilizce, Fransızca, Çince gibi her dil değerlidir. İtalyanca, Almanca, Rusça. Bizim Türkçemizi de dünyaya anlatmakla uğraşacağımıza biz beşli organizasyona köprüler yaptırarak paraları veriyoruz. Halbuki biliyor musunuz başta İtalya olmak üzere kendi dillerinde kitap yayınlayan yayınevlerine başka ülkelerde doğrudan para yardımı yapıyorlar. Yazarlarını tanıtıyorlar. Yani şöyle bir şey düşünsenize. Bir Kültür Bakanı olacak. bizimki gibi değil tabii. O ülkenin yazarlarından seçkiler yaparak her yıl Almanya'ya, İtalya'ya, Fransa'ya, Çin'e, aklınıza gelebilecek ülkelere, İspanyolcaya bu yazarların çevirilerini o ülkelerle anlaşma yaparak, Kültür Bakanlıklarıyla teşvik ederek yayınevlerini yayınlatacak. Öyle bir an gelir ki bizim yazarlarımız orada okundukça teşvike de gerek kalmaz. Kendiliğinden zaten orada karşılık bulurlar. Kim söyleyebilir ki bir Melih Cevdet'in dünya benzerlerinden daha az olduğunu? Kim söyleyebilir ki örneğin bir Cemal Süreyya şiirinin bir Turgut Uyar şiirinin dünyadaki benzerlerinden daha geri olduğunu kim söyleyebilir ki bir Sevgi Soysal'ın dünyadaki benzerlerinden, kuşaktaşlarından daha geri olduğunu bir Bilge Karasu, bir Salah Birsel kim söyleyebilir bütün bunları? Bütün bunlar Türkiye'dir aslında.
  • 17:48 Sabah Ali Çağtay çok güzel bir şey söylemişti. Bunu hep beraber ısrarla ve inatla söylememiz gerekiyor. Charles de Gaulle kurucu lideri Fransızların Jean-Paul Sartre devletini karşısına alarak, halkını karşısına alarak Cezayir Savaşı'nda, Cezayir'in haklı ve onurlu mücadelesinde hem Nobel'i reddedecek kadar onurlu, haysiyetli bir aydındır hem de mazlum halkların yanında duracak kadar cesurdur. Sartre yargılamaya kalktıklarında De Gaulle'e soruyorlar. Ne düşünüyorsunuz diye. De Gaulle gülüyor. "Sartre yargılanamaz. Sartre Fransa'dır." diyor. Net. Nazım Hikmet Türkiye'dir. Sabahattin Ali Türkiye'dir. Yakın zamanı mı soruyorsunuz? Genco Erkal Türkiye'dir. Ferhan Şensoy Türkiye'dir. Tarık Akan Türkiye'dir. Metin Akpınar Türkiye'dir. Yargılanamaz. Yargıladığınızı sanırsınız. Yargılanamaz. Hangi güç, hangi hakim, hangi yasa? İşte 12 Eylül mahkemelerinde yargıladılar. Kim kazandı? Yargıçlar mı yoksa yargıçların karşısında dimdik duran bu ülkenin yazarları, sanatçıları, aydınları mı? Kimi yargılıyorsunuz? Yargılayamazsınız. Evet. İşte bu meseleyi de bence böyle tartışmakta yarar var. Yeah.
İşaretlediklerim