Rusen Cakir medyascope · 17 Haziran 2025

Erdoğan ve Bahçeli’nin yeni yol haritaları | Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi

  • 0:00 Merhaba, iyi günler. Metropol Araştırma'nın aylık araştırmasından hareketle yapılan derinlemesine analizle ilgili aylık yayınımızı yine Profesör Burak Bilgan Özpek'le yapıyoruz. Seçmen tercihleri ama onun da ötesinde, özellikle bu analiz bölümünde ele alınan Bahçeli ile Erdoğan'ın yeni yol haritaları meselesini ele alacağız.

    Burak, merhaba.

    Merhaba Ruşan abi. Şimdi o konuya gelmeden önce partilerin durumu ile ilgili çok ilginç bulgularınız var. Onu bir hızlıca özetleyelim. AK Parti'yi birinci parti olarak bulmuşsunuz. CHP ikinci ama onun dışında barajı aşabilen başka bir parti gözükmüyor. Yani %7 barajını MHP, hadi AK Parti ile birlikte girip o sayede aşacak diyelim ama diğer partilerde çok ciddi bir durum var. Özellikle de beni en çok şaşırtan, Metropol Araştırmaları'nda genellikle İyi Parti'nin gördüğüm diğer araştırmalara kıyasla yüksek çıkmasıydı. Bu sefer sizde de bayağı bir düşük çıkmış. Yanılıyor muyum?

    Evet, doğru. Ruşan abi, şimdi biz 19 Mart'tan sonra kararsız kümesinde çok hızlı bir erime gördük. Yaklaşık %40 civarı bir kararsız bulunuyordu. Daha doğrusu şöyle söylemek daha isabetli olur; %30 ile 40 arasında kararsız havuzu dalgalanıyordu. Özellikle parti sorusu sorulduğu zaman, yani Cumhurbaşkanı adayı sorulduğu zaman kararsız oranı daha düşük ama parti sorulduğu zaman seçmenin üçte biri kendisini kararsız olarak beyan ediyordu.

    Şimdi 19 Mart'tan sonra tabii seçmen yeniden siyasallaştı ve o kararsız havuzu daraldı. Yeniden parti ismi telaffuz etmeye başladılar. Bunun yanında şunu da söylemek lazım: Kararsız kesim içerisindeki seçmen grubu ağırlıklı olarak sağ seçmenden oluşuyor. Dolayısıyla biz kararsız havuzunu daraldıkça, Türkiye'de yeniden siyaset ağırlıklı bir şekilde gündemi belirlemeye başladıkça, muhalif seçmen hızlı bir şekilde kenetlenince bir tepki üretiyor. Bu tepkide, Adalet ve Kalkınma Partisi'ne oy vermiş ama kendisini kararsız olarak tanımlayan seçmenin yeniden AKP'ye oy vereceği şeklinde beyanatlar bulunmasını beraberinde getirebiliyor.

    Şimdi mesela bu pazar seçim olsa sorusunda, gerçekten biz hata payı içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisi'ni önde bulduk. Hatta bu ay yaptığımız başka bir daha büyük araştırmada da çok benzer bir sonuçla karşılaştık. Yani daha önce 14 Mayıs'ta AKP'ye oy veren seçmenin sadece %50'si yeniden AKP'ye oy vereceğini söylüyor. Büyük bir kısmı kendisini kararsız olarak tanımlıyordu ama bu rakam %70'e çıkmış durumda. Yani yeniden AKP'ye oy vereceğini söyleyen AKP 14 Mayıs seçmeni oranı %70. Cumhuriyet Halk Partisi'nde bu oran zaten yüksekti.

    Bizi asıl şaşırtan nokta Milliyetçi Hareket Partisi'ndeki oy düşüşü oldu. Onu da söylemek lazım. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi oyunu arttırıyor, bu doğru. Fakat Milliyetçi Hareket Partisi'nin oyunda yaklaşık yarı yarıya bir düşüş görüyoruz. 14 Mayıs'la birlikte kararsızları dağıttığımızda, bunun sebebi malum.

  • 2:41 nin kararsız olduğunu söyleyen seçmenin yeniden AKP'ye oy vereceği şeklinde beyanatlarda bulunmasını beraberinde getiriyor. Şimdi, mesela bu pazar seçim olsa sorusunda gerçekten biz hata payı içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisi'ni önde bulduk. Hatta bu ay yaptığımız başka daha büyük bir araştırmada da çok benzer bir sonuçla karşılaştık.

    Yani, daha önce 14 Mayıs'ta AKP'ye oy veren seçmenin sadece %50'si yeniden AKP'ye oy vereceğini söylüyor. Büyük bir kısmı kendisini kararsız olarak tanımlıyordu ama bu rakam %70'e çıkmış durumda. Yani, yeniden AKP'ye oy vereceğini söyleyen AKP 14 Mayıs seçmeni oranı %70. Cumhuriyet Halk Partisi'nde bu oran zaten yüksekti. Bizi asıl şaşırtan nokta Milliyetçi Hareket Partisi'ndeki oy düşüşü oldu. Onu söylemek lazım. Yani, Adalet ve Kalkınma Partisi oyunu arttırıyor. Fakat Milliyetçi Hareket Partisi'nin oyunda yaklaşık yarı yarıya bir düşüş görüyoruz. 14 Mayıs'la birlikte kararsızları dağıttığımızda bunun sebebi malum. Yani hem uzunca süre partinin ana söylemi olan PKK ile mücadele retoriğinin terk edilmiş olması, hem de Devlet Bahçeli'nin doğrudan Öcalan'ın muhatap alındığı sürecin bir şekilde komutasına geçmiş olması bu seçmen kafa karışıklığı yaratıyor.

    Yani, Milliyetçi Hareket Partisi seçmeni Devlet Bahçeli'nin ve parti elitinin söylediği her şeyi kusursuz bir imanla kabul etmiyor. Burada iki tane dikkatimizi çeken olgu var. Birincisi, MHP seçmeninin %20'si yeniden AKP'ye dönüyor. Zaten hep o konuşulan bir konudur. Milliyetçi Hareket Partisi'nin aslında AKP'li seçmeni kendisine çektiği şeklinde bir iddia vardır. Biz burada biraz bunun teyit edildiğini görüyoruz. Yani, MHP seçmeninin %20'si yeniden Adalet ve Kalkınma Partisi'ne dönüyor.

    İzleyicilerimiz tabii sinirleniyorlar AKP'nin birinci parti olarak çıkmasına ama burada Cumhur İttifakı partileri arasında bir geçiş de söz konusu. Yani, Milliyetçi Hareket Partisi zayıflarken AKP'ye bir akış var. Genel toplamda %2'lik oya tekabül eden bir oy MHP'den AKP'ye geçiyor. Yeniden MHP'ye oy vereceğini söyleyen seçmen sayısı yaklaşık %40. Çok ciddi anlamda da, yani %25'e yakın bir oranda da MHP seçmenin kararsız olduğunu beyan ediyor.

    Burada şunu saptamışsınız. MHP, İyi Parti, Zafer Partisi ve Anahtar Parti'nin toplam oyunu %16 civarında olduğunu söylüyorsunuz ki bu, hepsi birbirine yakın; en azından ülkücü hareket kökenli olduklarını biliyoruz. %16 aslında yüksek bir rakam değil. Yani, milliyetçiliğe Türkiye'de atfedilen öneme göre yüksek bir rakam değil. Fakat burada şöyle bir önemli bir ayrıntı var. Anahtar Partiyi %2 civarında galiba yanılmıyorsam bulmuşsunuz ve onun bir şekilde kendine bir yol açmakta olduğunu görmüşsünüz.

    Bu, diğerlerinden duyulan hayal kırıklığı mı? Aslında tam o değil. Yani, şu anda baktığınız zaman Ruşen abi, bu milliyetçi, muhafazakar toplum kesimlerinin kesişiminde, Yavuz...

  • 4:59 Bir akış var. Yani genel toplamda %2'lik oya tekabül eden bir oy MHP'den AKP'ye geçiyor. Yeniden MHP'ye oy vereceğini söyleyen seçmen sayısı yaklaşık %40. Çok ciddi anlamda da %25'e yakın bir oranda MHP seçmeni kararsız olduğunu beyan ediyor.

    Burada şunu saptamışsınız: MHP, İyi Parti, Zafer Partisi ve Anahtar Parti'nin toplam oyunu %16 civarında olduğunu söylüyorsunuz. Ki bu partiler hepsi birbirine yakın, en azından ülkücü hareket kökenli olduklarını biliyoruz. %16 aslında yüksek bir rakam değil. Yani milliyetçiliğe Türkiye'de atfedilen öneme göre yüksek bir rakam değil. Fakat burada şöyle bir önemli bir ayrıntı var; Anahtar Partiyi %2 civarında bulmuşsunuz ve onun bir şekilde kendine bir yol açmakta olduğunu görmüşsünüz. Bu, diğerlerinden duyulan hayal kırıklığı mı büyük ölçüde?

    Aslında tam o değil. Yani şu anda baktığınız zaman Ruşen abi, bu milliyetçi, muhafazakar toplum kesimlerinin kesişiminde Yavuz Ağır Alioğlu duruyor. Yani ne demek istiyorum bununla? Aslında Milliyetçi Hareket Partisi bunu temsil ediyordu ama bu çözüm sürecinde benimsediği dil, onu o milliyetçi karakterinden biraz uzaklaştırdı. Öte taraftan muhalif milliyetçi partiler var; İyi Parti ve Zafer Partisi. Fakat bu partiler de yeteri kadar muhafazakar gözükmüyor. Yani muhalefetin genel karakteri içerisinde erimiş durumdalar. Daha seküler muhalefete yakın duruyorlar.

    Yavuz Ağraloğlu ilginç bir şekilde hem milliyetçi hem muhafazakar kesimleri aynı anda ya da daha doğrusu onların kesişim kümesini temsil eden tek aktör olarak kaldı ve biz bir yükseliş görüyoruz. Yani %2'ye yakınsayan bir durum var orada. Yavuz Bey'i izlemekte fayda var. İlginç. Yani daha çok sahaya çıktıkça ve ekibini kuvvetlendirdikçe orada bir hareketlenme olabilir.

    Fakat genel olarak, yani milliyetçi dediğimiz partilerin 2023 seçimlerinde oy toplamı işte İyi Parti'nin, MHP'nin ve Zafer Partisi'nin %22 civarındaydı. Şimdi baktığımız zaman bütün bu partilerin oy oranı %16 gibi bir rakam olduğunu düşük görüyoruz. Bunun sebebi ise İyi Parti'nin aslında o biraz merkez saha seçmenini kaybediyor olması. Yani daha milliyetçi olan, vatansever olan fakat ideolojik olarak bunu hayatı açıklarken tek kavram olarak kullanmayan seçmenler var. Daha kentli, daha eğitimli seçmenler var. Onlar partiden ayrılmış gözüküyorlar.

    İyi Parti meselesi ise %4 ile %6 arasında salınan bir grafiği var. Yani bir türlü o barajı aşamıyor. Biz mesela bu araştırmada çok düşük bulduk; %4 civarında bulduk ama daha sonra yaptığımız, yani birkaç hafta sonra yaptığımız araştırmada bir iki puan daha yüksek bulduk. Fakat aslına baktığınız zaman bu partiler teker teker barajı aşamıyorlar. Gerçek de bu; bir araya da gelemiyorlar. Ortak bir söylem de üretemiyorlar. Dolayısıyla o milliyetçi siyasetin %16'lık oluşturduğu bir boşluk var.

  • 7:33 Partisi'nin %22 civarındaydı. Şimdi baktığımızda, bütün bu partilerin oy oranının %16 gibi bir rakam olduğunu düşük görüyoruz. Bunun sebebi, İyi Parti'nin aslında biraz merkez saha seçmenini kaybetmesidir. Yani, daha milliyetçi, vatansever olan fakat ideolojik olarak bunu hayatı açıklarken tek kavram olarak kullanmayan seçmenler var. Daha kentli, daha eğitimli seçmenler de mevcut; onlar partiden ayrılmış gözüküyorlar.

    İyi Parti meselesine gelince, %4 ile %6 arasında salınan bir grafiği var. Bir türlü o barajı aşamıyor. Biz mesela bu araştırmada çok düşük bulduk; %4 civarında bulduk ama daha sonra yaptığımız, yani birkaç hafta sonraki araştırmada bir iki puan daha yüksek bulduk. Fakat aslına baktığınızda, bu partiler teker teker barajı aşamıyorlar. Gerçek de bu; bir araya da gelemiyorlar. Ortak bir söylem üretemiyorlar. Dolayısıyla, o milliyetçi siyasetin %16'lık oluşturduğu bir boşluk var. Bizim sonuçlarımıza göre, şu anda bir seçim olsa, eğer bu partiler bağımsız bir şekilde seçime girseler, sadece AKP, CHP ve Dem Parti bu parlamentoya milletvekili sokabiliyor.

    Dem Parti'nin durumu da ilginç. Mesela çözüm sürecinden dolayı birçok arkadaşımız, Dem Parti'nin bölüneceği yönünde yorum yapmıştı. Ancak biz aksini gözlemliyoruz. Dem Parti, normalleştikçe, meşrulaştıkça oyunu artırıyor. Yani %10 barajının dahi üstüne çıkıyor. Öyle değil miydi; ilk 2015 Haziran seçimi de, o çözüm sürecinde beraber meşrulaşmasıyla Türkiye Partisi söylemiyle çıktığında, o zaman HDP çok büyük bir patlama yapmıştı.

    Tabii ki, normalleştikçe, seçimdeki anlatı şu şekilde: Seçmen kendini iktidara isyan edecek olarak hissediyor ve sahip çıkacak. Aslında, iktidarın bu baskısı bir noktada işe yarıyor Ruşen abi. Yani insanlar korkuyorlar, çekiniyorlar; kendi fikirlerini beyan etmekten, partililerle bir arada olmaktan ve oy vermekten çekiniyorlar. Dolayısıyla, Dem Parti normalleştikçe, makbul hale geldikçe, meşrulaştıkça oyunda bir artış gözlemliyoruz. Bizim genel parti siyasetinde gözlemlediğimiz durum bu.

    Yani %35'lerde olan kararsız kesimin %20'lere doğru eridiğini söyleyebiliriz ve erime sonucunda daha net bir tablo ortaya koyabiliyoruz. Şu anda burada rakamlara baktığımda, en çarpıcı hususlardan biri, çok ilginç veriler var ama şöyle baktığımda, AK Parti ve MHP yani Cumhur İttifakı, çünkü HÜDA PAR da var ama HÜDA PAR'ın ya da DSP'nin bir etkisi yok, anladığım kadarıyla. %40'ı kıl payı aşıyor. Yani %40'ı kıl payı aşan bir ittifakın yeniden iktidar olabilmesi teorik olarak mümkün değil. O zaman yeni partnerlere doğrudan ya da dolaylı ihtiyaçları olacak, herhalde. Şu günden bakıldığı zaman bu çok mümkün değil; ama en kestirme %10 civarı gözüken bir partinin desteği bunu sağlar. Ama Dem Parti'nin böyle bir Cumhur İttifakı'na destek vermek gibi bir yaklaşımı yok. En son Öcalan'ın...

  • 10:00
  • 12:41 artışılan bir ortam vardı. Devlet Bahçeli, söylemsel olarak Tayyip Erdoğan'ın eylemlerini meşrulaştıran, milli güvenlik adına onları makbul hale getiren bir aktördü. Bunun karşılığında, Recep Tayyip Erdoğan da Devlet Bahçeli'nin ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin sistem içerisinde daha otonom hareket etmesine olanak sağlamıştı. Yani, enteresan bir ittifak yapısı söz konusuydu. MHP, ittifakın içerisinde olmasına rağmen yürütme gücünden pay talep etmiyor; kabineden sandalye talep etmiyor. Hatta daha ilginç bir durum var: Adalet ve Kalkınma Partisi listelerinden seçime girmiyor. Sürekli olarak barajı aşma endişesi kamuoyunda tartışılsa da, kendi listeleriyle seçime giriyor ve %10 oy alıyor.

    Yani, bir şekilde ne parlamentoda ne yürütme erkinde bir güç paylaşımı tartışması yok. Fakat bununla beraber yine ilginç bir şekilde kusursuz bir uyum izliyoruz. Bahçeli, milli güvenlik adına Erdoğan'ı meşrulaştırıyor. Erdoğan da Milliyetçi Hareket Partisi’ne arka kapıdan, yani gözler önünde olmadan, sistem içerisinde belli bir otonomi sağlıyor. Muhtemelen sistemin kaynaklarını da kendi aralarında usulca paylaşıyorlar. Yani ortada bir sözleşme, kontrat veya bir mutabakat metni yok; fakat kusursuz işleyen bir mekanizma var.

    Şimdi, bu mekanizma artık %50 değil, %40 barajına takılıyor. Sorun bu. Yani artık %50'yi alamıyor. Burada tabii işte başlığımıza gelebiliriz ve burada da bu INDEPT'in bu ayki, yani Mayıs ayı değerlendirmesinin en kritik yeri bence başlığa çıkardığımız Bahçeli ve Erdoğan'ın yol haritalarının çözüm süreci bağlamında farklı olduğunu ve birisinin daha bir güçlendirilmiş otoriterlik, bu sayede Erdoğan'ın, Bahçeli'nin ise rekabetçiliği muhafaza ettiğini belirtmekte.

    Doğru özetledin mi? Evet, evet, evet. Yani süreci şöyle okuyorum ben orada da. Neticede DE Parti'yi bir şekilde muhalefetten kopartmak ve DE Parti ile işbirliği yapmak gibi bir eğilim var. Anladığımız kadarıyla, Bahçeli'nin açıklamalarından önce başlayan bir süreç var ve PKK'nın silah bırakacağı, artık siyaseten yoluna devam edeceği konuşuluyor. Bu, hükümetin bir politikası.

    Geçtiğimiz sene bahar aylarından itibaren konuşulan bir konu bu. Süreç başlamış. Yani şimdi elimizde bir PKK var. Bu PKK silah bırakacak ve biz bu silah bırakma ve PKK'nın siyasallaşma sürecini nasıl yorumlayacağız? Asıl tartışma bu. Şimdi benim düşünceme göre Erdoğan, yani doğrudan Erdoğan mı bilmiyorum ama Erdoğan'a çok yakın bir kliğin olduğunu düşünüyorum.

    Kimler var bunun içerisinde? İşte Yeni Şafak gazetesi bence bu kliğin içerisinde. Turkuaz Medya Grubu, bu kliğin içerisinde. Süleyman Soylu bence bu kliğin içerisinde. Bilal Erdoğan da bu çevrenin içerisinde. Şimdi bu grubun silah bırakma sürecini, nihai bir zafer olarak; yani hükümetin terör örgütüne karşı nihai bir zaferi olarak yorumladığını ve DE Parti ile, şu ana kadar sistem içerisindeki diğer siyasi aktörlerle kurduğuna benzer bir patronaj ilişkisi kurarak...

  • 15:22 lamalarından önce başlayan bir süreç var ve PKK'nın silah bırakacağı, artık siyaseten yoluna devam edeceği konuşuluyor. Bu, hükümetin bir politikası. Geçtiğimiz sene bahar aylarından itibaren konuşulan bir konu bu. Süreç başlamış. Yani şimdi elimizde bir PKK var. Bu PKK silah bırakacak ve biz bu silah bırakma ve PKK'nın siyasallaşma sürecini nasıl yorumlayacağız? Asıl tartışma bu.

    Şimdi benim düşünceme göre Erdoğan'ın, yani doğrudan Erdoğan mı bilmiyorum ama Erdoğan'a çok yakın bir çevre var. Kimler var bunun içerisinde? İşte, Yeni Şafak gazetesi bence bu çevrenin içerisinde. Turkuaz Medya Grubu bu çevrenin içerisinde. Süleyman Soylu bence bu çevrenin içerisinde. Bilal Erdoğan bence bu çevrenin içerisinde.

    Şimdi bu grubun, silah bırakma sürecini nihai bir zafer olarak, yani hükümetin terör örgütüne karşı nihai bir zaferi olarak yorumladığını düşünüyorum. Ayrıca, bu grup, parti ile şu ana kadar sistem içerisindeki diğer siyasi aktörlerle kurduğu benzer patronaj ilişkileri üzerinden, kaynakları tahsis ederek ve kendi bağımlı hale getirerek bir ilişki kurmaya çalışıyor. Bu ilişkiyi daha otoriter bir sisteme dönüştürmek, hatta Erdoğan sonrasını da planlamak, ve ülkenin nasıl yönetileceğini düşünmek, bu grubun içinde yer alan insanların aktif olduğu bir sistem hedefi doğrultusunda ilerliyor.

    Burada hem muhalefetin zayıflaması hem de AKP'nin bu patronaj mekanizması üzerinden daha geniş bir ittifaka sahip olması düşünülmüş olabilir. Ben, 19 Mart soruşturmalarının, yani İmamoğlu'nun tutuklanmasının, Cumhuriyet Halk Partisi'ne kayyum gelmesinin, hatta Ankara Belediyesi’ne olası operasyonların hep bu paket içerisinde değerlendirildiğini düşünüyorum. Yani, muhalefetin topyekün imhası, bu muhalefette ses çıkartabilecek bazı önemli güç merkezlerinin hükümete angaje edilmesi ve buradan rekabetçi otoriter diyemeyeceğimiz, artık daha hegemonik otoriter diyebileceğimiz bir sistemin inşa edilmesi söz konusu.

    Sözünüzü kesin Ruşen abi. Buyurun.

    Şimdi şeyi soracaktım tam burada, en kritik tartışma konusu çözüm süreci ve çözüm sürecinin bilindiği gibi başından itibaren bir tartışma var. Bu neden yapılıyor? İç siyaset mi, dış siyaset mi diye bir tartışma var. Çok kişi, özellikle muhalefetten, çok kişi bunun Erdoğan'ın yeniden seçilmesiyle sınırlı bir şey olarak gördü. Ama benim de dahil olduğum bazıları bölgesel gelişmelerin daha belirleyici olduğu kanısındaydı.

    Burada, aylar önce Erdoğan'ın da telaffuz ettiği "İsrail'in hedefinde Türkiye var" önermesi dikkat çekti. Daha sonra Bahçeli de bunu söyledi. Baktık ki Abdullah Öcalan da bunu söylüyor. Yani, İran'dan sonra Türkiye diye bir şey vardı. Bu bir yerde varsayım üzerine dayalıydı ama şimdi İsrail İran'a saldırıyor. Çok 5. günündeyiz ve bu olay ciddi bir şekilde tekrar gündeme geliyor.

    Yani şimdi bu olayın ışığında tartışmalar nasıl şekillenecek? Eskiden daha böyle bir varsayım üzerine giden bir olaydı. Şimdi kapıya yaklaşıyoruz...

  • 18:04 Şen abi, buyurun. Şimdi şeyi soracaktım: En kritik tartışma konusu çözüm süreci ve çözüm sürecinin başından itibaren bir tartışma var. Bu neden yapılıyor? İç siyaset mi, dış siyaset mi? Çok kişi, özellikle muhalefetten, bunun Erdoğan'ın yeniden seçilmesiyle sınırlı bir şey olarak gördüğünü düşünüyordu. Ama benim de dahil olduğum bazıları, bölgesel gelişmelerin daha belirleyici olduğu kanısındaydık.

    Burada, aylar önce Erdoğan'ın da telaffuz ettiği "İsrail'in hedefinde Türkiye de var" önerisini hatırlamak gerekiyor. Daha sonra Bahçeli de bunu söyledi. Baktık ki Abdullah Öcalan da aynı şeyi dile getiriyor. Yani, İran'dan sonra Türkiye diye bir şey vardı. Bu, bir yerde varsayıma dayanıyordu ama şimdi İsrail İran'a saldırıyor ve beşinci günündeyiz. Bu olay ciddi bir şekilde tekrar gündeme geliyor.

    Şimdi bu olayın ışığında tartışmalar nasıl şekillenecek? Eskiden daha çok bir varsayım üzerine giden bir olaydı; şimdi kapıya yaklaşan bir durum var. Burada neden-sonuç ilişkisini kurmak zor. Yani siz dış politika anlatınızı, Kürt sorununa yaklaşımınızı meşrulaştırmak için yeniden kurabilirsiniz. Düşman tanımlamaları, dost tanımlamaları da bunun üzerinden şekillendirilebilir.

    Ben mesela bu çözüm sürecinin tamamıyla iç politikayla alakalı olduğunu düşünüyorum. 2013'teki süreç de böyleydi ve o süreç esnasında birçok insan, Suriye'deki gelişmelerle çözüm sürecinin artık mecbur kalınarak başlatıldığını iddia ediyordu. Hiçbir sosyal ve siyasal gelişme tek koşullu olamaz. Fakat hangi koşul diğerini etkiledi ya da hangi koşul daha önemli derseniz, ben iç politikadaki hesapların daha önemli olduğunu düşünüyorum.

    O yüzden mesela biraz önce bahsettiğim Erdoğan'ın ve onun yakınındaki insanların bu çözüm sürecini evriltmek istediği noktanın aksine, Devlet Bahçeli'nin daha farklı bir tutum sergilediğini, o tutumun da yine iç politikayla alakalı olduğunu düşünüyorum. Yani hükümetin kesin zaferi yerine, dikkat ederseniz Devlet Bahçeli olabildiğince müzakere edilen bir anlaşma gibi bir yol izliyor. Hükümetin terör örgütünü yendiği, kesin zafer ilan edildiği bir durumdan ziyade, barışın müzakereyle inşa edildiği bir durumun taraftarı.

    Hatta işte Meclisteki komisyon önerisi, o Meclis komisyonunun kompozisyonunu tasarlaması falan, bana Devlet Bahçeli'nin bu süreci hegemonik bir otoriterliğe evirmek yerine, daha farklı, yani daha siyasi partilerin anlamını koruduğu bir sistem yaratma çabası olarak geliyor. Yine AKP'nin, MHP'nin belki kazanacağı, fakat MHP'nin de bir siyasi parti olarak anlamını koruyarak devam edebileceği bir sistem yaratma çabası. Yani, aradaki farklılaşmanın sebebi bu.

    Zaten dikkat ederseniz, Ekim'den bu yana Bahçeli ve Erdoğan'ın söylemlerini yan yana koyduğunuzda, Erdoğan'ın "gerekirse silahlarıyla beraber gömeriz" gibi bir tonda hareket ettiği, biraz önce bahsettiğim medya gruplarının da Öcalan'ı...

  • 20:35 Yani, hükümetin kesin zaferi yerine, dikkat ederseniz, Devlet Bahçeli olabildiğince müzakere edilen bir anlaşma gibi bir yol izliyor. Yani, hükümetin terör örgütünü yendiği ve kesin zafer ilan ettiği bir durumdan ziyade, barışın müzakereyle inşa edildiği bir durumun taraftarı. Hatta meclisteki komisyon önerisi, o meclis komisyonunun kompozisyonunu tasarlaması falan, bana Devlet Bahçeli'nin bu süreci hegemonik bir otoriterliğe evirmek yerine, daha çok siyasi partilerin anlamını koruduğu; yine AKP'nin, MHP'nin belki kazanacağı, fakat MHP'nin de bir siyasi parti olarak anlamını koruyarak devam edebileceği bir sistem yaratma çabası olarak görünüyor.

    Yani, aradaki farklılaşmanın sebebi bu. Zaten dikkat ederseniz, Ekim'den bu yana Bahçeli ve Erdoğan'ın söylemlerini yan yana koyduğunuzda, Erdoğan'ın "gerekirse silahlarıyla beraber gömeriz" gibi bir tonda hareket ettiği; biraz önce bahsettiğim medya gruplarının "Öcalan'ın yeri İmralı'dır" gibi manşetler attığı ve sanki bu mesele hiç yokmuş gibi davrandığı gazetelerin köşe yazarlarının görülecektir. Öte taraftan Devlet Bahçeli, ısrarla aktör sayısını çoğaltarak süreci komplike hale getirmeye çalışıyor. Ruşen abi, unutmayalım, başkanlık sistemine niçin ihtiyaç duyulduğunu Devlet Bahçeli savunurken, HDP'nin meclis içerisindeki ağırlığının bir milli güvenlik sorunu olduğunu söyleyerek dile getirmişti.

    Yani biz başkanlık sistemini aslında HDP'yi gayrimeşru hale getirerek geçtik. Şimdi HDP'nin yeniden meşru bir aktör olması, sisteme dahil edilmesi ve meclis aritmetiğinde işbirliği yapılabilir bir parti haline gelmesi, aslında başkanlık sisteminin de yeniden revize edilmesini beraberinde getiriyor. Biraz önce söylediğim gibi, işbirliği yapabilir, yapacaktır da den parti. Fakat işbirliği yaptığı zaman bu artık o Cumhur İttifakı sistemi gibi bir sistem olamaz. Çünkü Cumhur İttifakı çok benzersiz bir durum. AKP ve MHP arasında bu liderlerin kişilikleriyle belki mümkün olan bir durumdu. Şimdi bu sisteme eğer yeni bir aktör ekleniyorsa, burada sistemi revize etmek gerekiyor.

    Den Parti'nin de, AKP içerisindeki bazı insanların düşündüğü gibi doğrudan pür çıkarlar üzerinden angaje olacağı ve MHP'nin ve Denin'in araçsallaşacağı bir durum, bence seçmen tarafından çok hoş karşılanmayacak. Bakın, MHP seçmeninin düşüşünü görüyoruz. HDP seçmenindeki yükselişin sebeplerinden biri, şu anda bir müzakere olduğu düşüncesi; daha onurlu, daha haysiyetli giden bir müzakere olduğu düşüncesi. Parti normalleşiyor ama ezilmiyor da. Dikkat ederseniz, Den Parti kendini de ezdirmiyor.

    Ama böyle bir durum ortaya çıkarsa, muhtemelen Den Parti'den de ciddi anlamda kaçışlar olacaktır. O yüzden, Devlet Bahçeli'nin yapmaya çalıştığı şey, bence komisyon önerisinde bulunurken de bunu ima ettiğini düşünüyorum. Parlamentonun daha ağırlığının arttığı ve dolayısıyla partilerin daha fazla söz sahibi olduğu bir arayış içinde.

  • 22:56 Belki de bu durum mümkün olan bir durumdu. Şimdi, bu sisteme eğer yeni bir aktör ekleniyorsa, burada sistemi de göz önünde bulundurmak gerekiyor. Den Parti'nin, AKP içerisindeki bazı insanların düşündüğü gibi doğrudan pür çıkarlar üzerinden angaje olacağı ve MHP'nin de Den'in araçsallaşacağı bir durum bence seçmen tarafından hoş karşılanmayacak. Bakın, MHP seçmeninin düşüşünü görüyoruz. HDP seçmenindeki yükselişin sebeplerinden bir tanesi, şu anda bir müzakere olduğu düşüncesi. Daha onurlu, daha haysiyetli giden bir müzakere olduğu düşüncesi. Parti normalleşiyor ama ezilmiyor da. Yani dikkat ederseniz, Den Parti kendisini de ezdirmiyor. Ancak, böyle bir durum ortaya çıkarsa, muhtemelen Den Parti'den de ciddi anlamda kaçışlar olacaktır.

    Bu yüzden, Devlet Bahçeli'nin yapmaya çalıştığı şeyin, bence komisyon önerisinde bulunurken bunu ima ettiğini düşünüyorum. Parlamentonun ağırlığının arttığı, dolayısıyla partilerin daha fazla anlam ifade ettiği bir sistem ortaya koymak. 2013-2015 arasındaki süreç, tamamen devlet kurumları tarafından yönetilen ve parlamentoya kapalı bir süreçti. Dikkat edin, Ekim'den bu yana devam eden süreç, tamamen Meclis'in aktif olduğu ve Meclis'teki partilerin konuştuğu bir süreç. Bahçeli'nin önerdiği komisyon, AKP'nin yine azınlıkta kaldığı, kararları geçirebilmek için ittifak yapmak zorunda olduğu bir mini meclis modeli aslında. Birçok konuyu çözüm sürecine bağlayabiliriz ve eğer birçok konuyu çözüm sürecine bağlayabilirsek, bu komisyon üzerinden de başkanlık yetkilerinin daraltılması, hatta gaspedilmesi de söz konusu olabilir.

    Bu komisyon önerisi, mesela şu anda konuşulmuyor. Birdenbire bu mayıs ayında ortaya çıktı. Ben bunun çok konuşulacağını düşünmüştüm ama konuşulmuyor. Bunun sebebi nedir? Adalet ve Kalkınma Partisi, bir anayasa süreci başlattı ve önemli olanın bu olduğunu söyledi. Burada yavaş yavaş bir yol ayrımına doğru yaklaşıyoruz. Bu anayasa sürecinde taraflar niyetlerini ortaya koyacaklar ve eğer Erdoğan karşısında büyük bir toparlanma görürse, yani karşısında mağlup edemeyeceği MHP'nin de içinde bulunduğu bir blok görürse, biz şu andaki başkanlık sistemiyle biraz zor devam ederiz diye düşünüyorum.

    Yani, Devlet Bahçeli'nin amacı şu anda olabildiğince bu ittifakı, bu koalisyonu kurabilmek. Doğrusu, Erdoğan şu ana kadar çok renk vermedi. Yani, biz çok Erdoğan'a yakın isimlerden bahsediyoruz. Biraz önce ismini verdiğim isimler Erdoğan'a çok yakın isimler. Fakat Erdoğan henüz daha tutumunu belli etmedi. Bence bu gelişmelere göre, ortaya çıkacak siyasi tabloya göre bir karar verecektir açıkçası.

    Ben de nereye evriliriz sorusuna bir cevap veremiyorum ama Bahçeli ve Erdoğan arasındaki farklılıkları bu şekilde tanımlıyorum. Son olarak, kapatırken şunu sormak istiyorum. Burada MHP ile Zafer Partisi'nin oyları neredeyse eşit gözüküyor.

  • 25:13 aşıyoruz. Bu anayasa sürecinde taraflar niyetlerini ortaya koyacaklar. Eğer Erdoğan karşısında büyük bir toparlanma görürse, yani karşısında mağlup edemeyeceği MHP'nin bulunduğu bir blok görürse, biz mevcut başkanlık sistemiyle biraz zor devam ederiz diye düşünüyorum.

    Devlet Bahçeli'nin amacı şu anda olabildiğince bu ittifakı, bu koalisyonu kurabilmek. Gerçekten de Erdoğan şu ana kadar çok renk vermedi. Yani, burada çok Erdoğan'a yakın isimlerden bahsediyoruz. İsimlerini verdiğim kişiler, Erdoğan'a çok yakın. Fakat Erdoğan henüz daha tutumunu belli etmedi. Bence bu gelişmelere göre ortaya çıkacak siyasi tabloya göre bir karar verecektir. Ben de nereye evriliriz sorusuna bir cevap veremiyorum ama Bahçeli ve Erdoğan arasındaki farklılıkları bu şekilde tanımlıyorum.

    Son olarak şunu sormak istiyorum. Şimdi burada MHP ile Zafer Partisi'nin oyları neredeyse eşit gözüküyor. Bu, şu anda Zafer Partisi'nin sizin araştırmanıza göre oldukça yüksek bir performansı olduğunu gösteriyor. Bugün Ümit Özdağ hakkında karar açıklandı; 2 yıl, 4 ay, 3 gün hapis cezasına çarptırıldı. Şimdi biliyoruz ki Ümit Özdağ ne demişti? "Apo'yu konuşturmak için beni susturmak istiyorlar" demişti ve bu üzerine sıkça konuştuğu bir konu oldu.

    Yaptığı savunmalarda da sürekli olarak bu yeni çözüm sürecini sorgulayan bir tutum sergiledi. Herhalde çıkar çıkmaz bu konuda en yüksek sesle karşı tutumunu ifade edecek. Şu ana kadar İyi Parti bu konuda bir şeyler söylüyor ama çok etkili olduğunu sanmıyorum. Ancak Ümit Özdağ'ın, yeni mağduriyet yaşamış bir siyasi parti lideri olarak yapacağı bu çıkışların nasıl etki yaratacağını merak ediyorum.

    Ya bilmiyorum, bakalım Ümit Özdağ neler söyleyecek. Çünkü Ruşen abi, yıllardır mesela otoriter bir sistem analizi yapıyoruz burada. Otoriter bir sistemde, hukukun keyfiliğinden ve yargının bağımlılığından bahsediyoruz. Şimdi bundan sonraki süreçte Ümit Özdağ, bir cengaver gibi şu ana kadarki performansının benzerini mağduriyetle birleştirerek sürdürmesini mi bekleriz, yoksa meseleyi biraz önce bahsettiğim çerçevede ele alıp, parlamentonun gücünü artıracak, keyfiliği bir nebze de olsa sınırlandırabilecek bir çerçeveye oturtmasını mı bekleriz?

    Ümit Özdağ, biliyorsun, kendisi parlamentoda yok. Olsun, yani yine de önemli. Ümit Özdağ'ın ilk lafı, “Terör ya da terörsüz Türkiye mi olur, yoksa parlamenter sistem mi, anayasal reform mu olur?” olacak. Yani, baktığınızda 2017 senesinde Ümit Özdağ, ciddi anlamda bir efor sarf etmişti başkanlık sistemine geçilmemesi için.

    Ümit Özdağ, İyi Parti'nin kuruluş sürecinde de parlementer sistem meselesini tutkuyla savunan bir tarafı var. Şimdi muhtemelen mevcut durumu okuyacaktır. Çözüm sürecini baltalayan bir...

  • 27:45 Bir sistemde hukukun keyfiliğinden ve yargının bağımlılığından bahsediyoruz. Şimdi bundan sonraki süreçte, Ümit Özdağ çıkıp bir cengaver gibi şu ana kadarki performansının benzerini, bir de mağduriyetle katlayarak sürdürmesini mi bekleriz, yoksa meseleyi biraz önce bahsettiğim çerçevede ele alıp parlamentonun gücünü arttıracak, keyfiliği bir nebze de olsa sınırlandırabilecek bir çerçeveye oturtmasını mı bekleriz?

    Yani, Ümit Öz aslında parlamentoda yok, biliyorsun. Olsun, yani olsun. Ümit Özdağ'ın ilk lafı, "terör ya da terörsüz Türkiye mi olur, yoksa parlamenter sistem ya da anayasal reform mu olur?" Şimdi, baktığınızda 2017 senesinde Ümit Özdağ ciddi anlamda bir efor sarf etmişti başkanlık sistemine geçilmemesi için. Ümit Özdağ'ın, hani o İyi Parti'nin kuruluş sürecinde de, bu parlamenter sistem meselesini aslında tutkuyla savunan bir tarafı da var.

    Muhtemelen mevcut durumu okuyacaktır. Çözüm sürecini baltalayan, popülist bir şekilde toplumu seferber eden bir politika yürütmek, onun yeniden tehlikeye atılmasına neden olacağı için bu şekilde mi ilerleyecek, bilmiyorum. Yani bu şekilde ilerlemeyebilir; bence daha dolaylı yollardan ve parlamenter sistemi, anayasal reformu, yeni anayasa sürecini tartışarak işe başlayabilir. Türkiye maalesef, aktörlerin biraz artık doğrudan oynamadığı, daha dolaylı ve daha stratejik düşünmeye zorlandığı bir yer haline geldi. Ümit Özdağ'da ben o stratejik düşünce eğilimini, yeteneğini açıkçası görüyorum.

    Evet, Burak, çok sağ ol. Bu ayki, yani Mayıs'ın raporunu bayram nedeniyle biraz geç değerlendirdik ama olsun. Her işte bir hayır varmış. Çok teşekkürler. O zaman bir sonraki aya kadar sağ olasın.

    Önemli husus, Erdoğan'la Bahçeli arasında yol haritası anlamında farklılıkların önümüzdeki günlerde çıkabileceği analiziydi. Metropol Araştırma'nın Mayıs derinlikte analiz raporunu Profesör Burak Bilgen Özpek ile konuştuk. Kendisine teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

  • 30:35 Profesör Burak Bilgen Özpek'le konuştuk. Kendisine teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.
İşaretlediklerim