Murat Yetkin · 16 Haziran 2025

1- İsrail-İran krizi İmralı sürecini çökertebilir 2- İmamoğlu aylar sonra mahkemede

  • 0:00 Merhaba hepinize. Saygılar sunar, güzel günler dilerim. Hareketli günlerden geçiyoruz. İsrail'in 13 Haziran sabaha karşı İran'a saldırmasıyla başlayan kriz, yayılarak devam ediyor. Giderek, bütün bölgeyi etkisi altına alacak bir savaşa dönüşme tehlikesi var.

    Çeşitli ülkeler çok çeşitli davranış kalıpları içinde. Amerika Birleşik Devletleri, zaten tamamen İsrail'e açık çek vermiş durumda. Bir tek "ben sadece kendi askerimle savaşmam" diyor. Onun dışında her şeyi yapıyor. Her türlü desteği veriyor İsrail'e. Avrupa Birliği ise dağılmış vaziyette, tamamen felç olmuş durumdalar. Bakın, iki gündür Avrupa Birliği liderleri arasında bir video konferans toplayamadılar. Çünkü Avrupa Birliği'nde bazı ülkeler, Almanya başta olmak üzere, İsrail'e toz kondurmuyorlar. İsrail ne yaparsa haklıdır diyorlar.

    Fransa'nın bazı çekinceleri var. Bu çekinceler, kendi Müslüman nüfusuyla ilgili. Kuzey Afrikalı Müslüman epey nüfus var; Fransa biraz onlardan çekiniyor. O yüzden bazı şartları oluyor ama diğerleri açık destek vermek istiyorlar. Ancak Avrupa Birliği'nde bazı ülkeler buna yanaşmıyor. Örneğin, İsveç, İspanya ve İrlanda; bunlar zaten Filistin'i tanıyan ülkeler.

    Türkiye ne yapıyor? Türkiye ısrarla diplomatik çözüm diyor. Yani, bu konuda pek bir ümit yok, açık söyleyeyim. Bir umutsuzluk havası var. Çünkü İsrail saldırınca, İran Amerika ile görüşmelerden çekildi. Ondan sonra böyle bir durum ortaya çıktı. Ama bakın, Erdoğan son iki gündür Trump ile iki defa, hem 14 hem 15 Haziran'da, yine İran Cumhurbaşkanı Pezeşkian ile de görüştü. Bir kez de bugün Vladimir Putin ile görüştü. Muhtemelen buna devam edecek.

    Peki, Türkiye doğru mu yapıyor? Bana kalırsa doğru yapıyor. Çünkü Türkiye'nin savaşın yayılmasından hiçbir çıkarı yok. Tam tersine, savaş yayıldıkça ekonomik olarak ve siyasi olarak Türkiye'nin zararları daha da artacak, riskleri de artacak. Bu risklerden en büyüğüne şimdi geleceğiz ama şu anki görünen riskler, ekonomi ve siyaset alanında; bir de göç meselesi var. Yani, daha Suriyeli göçmen olayıyla başa çıkamamışken, tam Afgan göçmen olayıyla bir de İran'dan göçmenler gelmeye başlayacak diye haberler alınıyor.

    Burada tabii gözler İçişleri Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı'nda, durum nedir? Bir açıklığa kavuşması lazım. Ama Tahran, Tebriz, İsfahan gibi, İsrail'in hedefi olan şehirlerdeki halk akın akın şehirleri terk ediyor. Nereye gidecek bunlar? Pakistan sınırlarını kapattı galiba. Evet, kapatacaktı. "Ben almıyorum" diyor. Yani Türkiye'ye gelecekler. Türkiye, zaten etrafta başı belaya giren herkesin sığınma alanı. Ama bu da yeni sorunlara yol açabilir. Bu bir. Yani Türkiye'nin savaşın yayılmamasından artık bir sava...

  • 2:16 Vaş yayıldıkça ekonomik olarak, efendime söyleyeyim, siyasi olarak Türkiye'nin zararları daha da artacak; riskleri daha da artacak. Bu risklerden en büyüğüne şimdi geleceğiz. Ama şu an görünen risk daha pek konuşulmuyor, yani konuşulan risklerden biri ekonomi ve siyaset alanında. Bir de göç meselesi var. Yani daha Suriyeli göçmen olayıyla başa çıkamamışken, tam Afgan göçmen olayıyla bir de İran'dan göçmenler gelmeye başlayacak diye haberler alınıyor. Burada tabii gözler İçişleri Bakanlığı'nda, Milli Savunma Bakanlığı'nda; nedir durum? Bir açıklığa kavuşması lazım.

    Ama Tahran, Tebriz, İsfahan gibi İsrail'in hedefi olan şehirlerdeki halk akın akın şehirleri terk ediyor. E, nereye gidecek bunlar? Pakistan sınırlarını kapattı galiba. Evet, kapatacaktı. Ben almıyorum diyor; yani Türkiye'ye gelecekler. Türkiye zaten etrafta başı belaya giren herkesin sığınma alanı. Ama bu da yeni sorunlara yol açabilir.

    Türkiye'nin savaşın yayılmamasından, artık bir savaştan söz edebiliriz İsrail ile İran arasında, çıkarı var. O yüzden ne kadar ümitsiz de görünse, diplomasiyi zorlaması doğru bir hareket. Bunu söylemek zorundayız.

    İkincisine geliyoruz. Şimdi bu öyle bir zamanda oldu ki, İsrail saldırısı İran'a. Tam bu, hani terörsüz Türkiye, PKK’ya silah bıraktırılması, PKK silah bırakırsa parlamenter siyasete entegre olsun filan, bu projenin en kritik, en hassas zamanlarında baktık bu saldırı gerçekleşti. Yani bunun, bu yüzden gerçekleşti demiyorum ama bunun yan ürünlerinden biri ne olabilir biliyor musunuz? PKK'nın tamamen ayak sürmeye geçmesi ve bu işin sekteye uğraması.

    Yani Türkiye'nin önünde şu anda hep söylüyoruz. Tamam, bir yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yeniden seçilmesi, işte anayasa değişikliği filan, bu ikisini iki süreci birleştirme konusu var. Bu bir. Ama ikincisi, bu Türkiye'nin önünde bir fırsat. Hakikaten terör saldırıları konusunda buraya dev gibi bütçeler, gencecik insanlar filan bunların kaybolacağı bir ortam olmasa, tabii Türkiye bambaşka bir ekonomik ve siyasi itibar kazancına ulaşabilir. Ama bunun, işte sekteye uğraması ihtimali, bu İsrail-İran kriziyle iyice ortaya çıktı.

    Şimdi İran'ın PKK’ya zaten, hani öteden beri bir yardımı var ama İran şu anda kendi derdinde, kendi canının derdinde. İsrail'e geleceğim. İsrail, Türkiye'nin Kürt sorununu kendi imkanlarıyla çözmesini istemeyen ülkelerden. Tekrar edeyim, İsrail, Türkiye'nin Kürt sorununu kendi imkanlarıyla çözmesini istemeyen ülkelerden. Bundan bunda bir çıkarı yok.

    Çünkü her zaman öteden beri, ne kadar öteden beri olduğuna da gireceğim. Şimdi birazcık hafif tarih boyutunu da sizlerle paylaşmak istiyorum. Öteden beri hep böyle bir silahlı Kürt varlığının kendisiyle Irak ve İran arasında tampon oluşturması fikri var. Bakın, Yetkin Report'taki yazımda biraz değindim. Bir de dün de size gösterdim. Kusura bakmayın ama bu kitapta meraklı...

  • 4:30
  • 7:00 Su oluyor. Röben Şilua. Şimdi demek ki bu ilgi yeni değil. Bu ilgi bugüne dair bir şey değil; eskilere dayanıyordu. Çünkü Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, o zamanın kurulan ilişkileri kullanılmaya başlıyor. Bir yandan Sovyetler Birliği, bir yandan Amerika Birleşik Devletleri, İsrail, sürekli olarak orada bir silahlı Kürt varlığının, ne devlet olarak ne de başına ayrı bir bela olmasını istiyor. Çünkü orada da laik olmasına rağmen, Kürtler Müslüman nüfuslu.

    Ne devlet olarak kalmasını istiyor ama bir yandan Kürtlerin yaşadığı dört ülkede, yani yoğunlukla yaşadığı Türkiye, İran, Irak, Suriye’de, oradaki rejimleri ve oradaki yönetimleri rahatsız etmesini istiyor sürekli. Tabii burada o rejimlerin Türkiye’yi çok ilgilendirdiği bir durum var. Çok uzun yıllarca Kürtlere, Kürt vatandaşlara temel hakların uygulanmasında, temel hakların verilmesinde çok ciddi sıkıntılar yaşandı. İnkâr, bir dönem "Kürt diye bir şey yoktur," efendim "dağ Türkleri kart kurt yürüyormuş karda," gibi bu zırvalarla beynimizi doldurdular. Yani inkâr, ondan sonra baskı; 12 Eylül döneminin ve sonrasının o 90’ların işkencelerinden falan söz etmiyorum. O sadece Kürtlere yapılmadı. Sadece Kürt ayrılıkçılarına yapılmadı. Türkiye'nin her yerinde işkence çok yaygındı.

    Şimdi neyse, bugüne dönelim. Dolayısıyla İsrail, Türkiye’nin Kürt sorununu çözmesini istemez. İşte bu İsrail-İran krizi zaten burada belli. Bu işi istemeyen başka çevrelere de bir fırsat yaratıyor. O fırsat nedir? Şimdi zaten Kandil'den PKK'dan gelen işaretler vardı, değil mi? Yani "ya biz, işte bir bakalım, önce Türkiye siyasi hukuki garantiler versin, işte Öcalan serbest bırakılsın, biz öyle bir bakarız. Ondan önce bırakmayız silah" diye.

    Bir yandan da Den Parti'nin şeyleri vardı. Den Parti de diyor ki, "ya hani şu meclis tatile girmeden önce, Temmuz başı meclis tatile girmeden önce, hiç değilse şu komisyonu kuralım, bir şeyler yapmaya başlayalım." O yaz boyunca da o komisyon çalışsın. Bana kalırsa bu en meşru şeydir. Şu anda yapılacak en meşru şeydir. Çünkü Türkiye bu fırsatı kaçırmamak zorunda. Türkiye, bu fırsatı İsrail'in yayılmacı saldırganlığı nedeniyle bir gerekçe olmasına izin vermemek zorunda.

    O yüzden diyorum, diplomasiyi zorlamak doğrudur. O yüzden de bu fırsat kaçmamalı. Yani Türkiye hakikaten Kürt sorununu, siyaseti Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde ve siyasi sınırlar içinde çözebileceğini göstermeli. Çünkü ancak başkalarının elinin bizim soframıza, bizim toprağımıza girmemesini sağlamanın bir yolu yok. Bunu hakikaten diplomasiyle, siyasetle ki ekonomiyi de canlandırarak bunun yapılması zorunluluğu var. Aksi takdirde bu fırsat kaçar. Aksi takdirde bu fırsat kaçar arkadaşlar. Biz tekrar, "bu ülke ne diyor, o ülke ne diyor, dış güçler ne yaptı, iç güçler ne yaptı," filan kaosuna döneriz.

  • 9:21 Vekil girmeden önce, hiç değilse şu komisyonu kuralım; bir şeyler yapmaya başlayalım. O yaz boyunca da o komisyon çalışsın. Bana kalırsa bu en meşru şeydir. Şu anda yapılacak en meşru şeydir. Çünkü Türkiye bu fırsatı kaçırmamak zorunda. Türkiye bu fırsatı, İsrail'in yayılmacı saldırganlığı nedeniyle bir gerekçe olmasına izin vermemek zorunda.

    O yüzden diyorum, diplomasiyi zorlamak doğrudur. Bu fırsat kaçmamalı. Yani Türkiye, hakikaten Kürt sorununu, siyaseti Türkiye Büyük Millet Meclisi içinde ve siyasi sınırlar içinde çözebileceğini göstermeli. Çünkü ancak diğerlerinin, bizim soframıza, bizim toprağımıza girmemesini sağlamanın bir yolu yok. Bunu hakikaten diplomasiyle, siyasetle, ki ekonomiyi de canlandırarak bunun yapılması zorunluluğu var. Aksi takdirde, bu fırsat kaçar. Aksi takdirde bu fırsat kaçar, arkadaşlar. Tekrar o ülke ne diyor, bu ülke ne diyor, dış güçler ne yaptı, iç güçler ne yaptı filan kaosuna tekrar gireriz. Bu ciddi bir şeydir. Uyarı sayarsanız, ciddi bir uyarıdır. Yani bunu görmemiz gerekiyor.

    İsrail'in yayılmacı saldırganlığı nedeniyle Türkiye'nin önündeki bu fırsat kaçmamalı. Çünkü PKK'da da bunun ayağını sürüyen çok ciddi bir kesim var. Devletin içinde de var. Ankara'da belli kesimlerin "Ne olacak bu iş, olmasın" dediğini duyuyoruz. Oysa şu anda Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş'a da büyük görev düşüyor. Yani, Cumhuriyet Halk Partisi de bu işe "tamam, ben varım" demişken, şu mecliste bir komisyon kurulmalı diye düşünüyorum.

    Şimdi siyasete biraz girelim. Çünkü Ekrem İmamoğlu 19 Mart'tan bu yana, aylar sonra ilk defa mahkemeye çıktı. Geçenlerde de bir duruşması vardı, geçen hafta. O son anda, artık bir günden kısa bir süre kala Silivri'ye nakledildi. Hiç kimse bunu öngöremedi; avukatlar da dahil herkes ters köşeye düştü. O duruşma ertelenmişti. Şimdi, bu dava, Akın Gürlek'in İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na aleyhine açtığı dava. Yani; Ahmet Özer'in, Esenyurt Belediye Başkanı'nın, sahur vakti, o zaman Ramazan'dı, gözaltına alınmasını protesto için. İşte Ekrem İmamoğlu da, "Biz başa gelince, hiç kimsenin çocukları bu durumda olmayacak" dedi. Vay, çocuklara laf ettin. Ondan sonra, devlet görevlisini tehdit, hedef gösterme vesaire gibi suçlamalarla 7 yıl 4 ay hapis cezası istiyorlar.

    Ekrem İmamoğlu, Silivri'de mahkemeye çıktı ve orada, "Bizi yargılamıyorsunuz. Bizi direkt cezalandırıyorsunuz" dedi. Bu bir yargılama değil; bu bir cezalandırma. Sonra, gazetecilerle, birkaç sohbeti olmuş. Ben orada değildim, duruşma salonunda değildim. Orada, Özgür Özel'i övmüş. "Pırlanta gibi bir liderimiz var" demiş. "Kıymetini bilelim" falan demiş. Orada başka söyledikleri de var. Diyor ki, "Beni silemeyeceksiniz." Şimdi şu ana kadar yaşananlar...

  • 11:46 Açtığı dava, Ahmet Özer'in Esenyurt Belediye Başkanı'nın, sahur vakti gözaltına alınmasını protesto etmek amacıyla Ekrem İmamoğlu'nun "Başka gelince, hiç kimsenin çocukları bu durumda olmayacak." dediği bir dönemde gerçekleşiyor. Ancak, bu sözler sonrası, kendisine devlet görevlisini tehdit, hedef gösterme suçlamasıyla 7 yıl 4 ay hapis cezası isteniyor.

    Silivri'de mahkemeye çıkan Ekrem İmamoğlu orada, "Bizi yargılamıyorsunuz. Bizi direkt cezalandırıyorsunuz." diyerek, bunun bir yargılama değil, bir cezalandırma olduğunu ifade etti. Duruşma salonunda mevcut olmayan İmamoğlu, gazetecilerle yaptığı sohbetlerde Özgür Özel'i övmüş; "Pırlanta gibi bir liderimiz var." demiş ve kıymetinin bilinmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu noktada, "Yargılanmıyoruz, direkt cezalandırılıyoruz." cümlesini yineleyerek düşündüğünü belirtti.

    Şu ana kadar yaşanan gelişmelerin doğru olduğunu ifade etti. Çünkü diplomasi gitti, koltuğu gitti, özgürlüğü de elinden alındı. Fakat siyasi denklemden düşmüş değil; burada, gerçek bir durumun varlığından söz ediyoruz. Yani herkes bir fırsat kullanıyor. Nasıl ki İsrail, İran gelişmelerinden, çatışmasından birileri Kürdistan çıkarmaya çalışıyorsa, burada da yargı kararları üzerinden bazı siyasiler kendi politikalarını dizayn etme peşindeler.

    İmamoğlu, "Beni silemeyeceksiniz." ifadesiyle, kendilerinin var olduğunu, yargılanmadıklarını, direkt cezalandırıldıklarını belirtiyor. Ayrıca, İpek Elif Atayman'ın Afyon cezaevine götürülüşüne de değinmek istedi. "600 km ötede sıcak havada götürüyorsunuz kadını. Ranza yok, yerde yatırılıyor. Yüce Türk yargısı buna nasıl boyun eğer?" düşüncesini dile getirdi.

    Özellikle, kadın arkadaşları, belediye çalışanlarını, görevlileri veya belediye başkanlarını hedef alarak, bu grup üzerine baskı uygulandığını ve onları itirafçılığa zorlama, iftira atmaya zorlamak gibi durumların yaşandığını belirtti. İç ve dış politikada, bölgesel olarak da yeni senaryoların kurulduğu, yeni kumpasların ortaya çıktığına dikkat çekti.

    Bu durumun çok dikkatli bir şekilde ele alınması gerektiğini ifade etti. Kritik ve hareketli günlerin yaşandığına dikkat çekerken, İran-İsrail çatışma ortamının kontrol altına alınmasının önemli olduğunu belirtti. Ancak, bunun ABD dışında şu anda yapılabileceği bir şey görünmüyor. Bu nedenle, Türkiye'nin umutsuz da olsa diplomatik faaliyetlere dönme ısrarının olumlu olduğunu belirtmek istedi.

    Denemek bile yeter. Bu konularda yeni bir yayında yeniden karşınızda olmak ümidiyle, hoşça kalın.

  • 14:09
İşaretlediklerim