Hoş bulduk. İyi yayınlar diliyorum.
Sağ olun. Ne kadar oldu il başkanı olalı?
1 buçuk yıl.
1 buçuk yıl ve maşallah tam da ortasına düştünüz her şeyin. Yani 1 buçuk yılda eğer toplam il binasına hep konuşuyorsak, 550 gün il başkanlığı yaptıysam, 50-100 gün ancak il binasına gidebilmişimdir. Geriye kalan kısımları Çağlayan Adliyesi, Vatan Emniyet, Silivri Cezaevi. Buraya da Çağlayan Adliyesi'nden geliyorum. Yani 1 buçuk yıllık görev süresinin ciddi bir bölümü adliyelerde, emniyet müdürlüklerinde ve cezaevinde geçti ne yazık ki.
Bir de Saraçane'de geçti eski dönemde. Saraçane, hala hafızalarda galiba, Türk siyasi hayatında da bayağı bir yer tutacak. Onun şöyle bir aşaması var sanki. İstanbul Üniversitesi'nden gençlerin barikatları aşıp gelmesi. Mesela o gençler gelmeseydi, ne yapacaktınız?
Tabii, İstanbul Üniversitesi'nden öğrenciler, İstanbul Üniversitesi önünde toparlanmıştı. Bir bölüm insan da Vatan Emniyeti'nin önünde toparlanmıştı. Özellikle Cumhuriyet Halk Partililer, Vatan Emniyeti'nin önündeydi. Bir de Şişli Belediyesi'nin önünde belediye işçileri vardı. Belediye işçileri, günün erken saatlerinden itibaren Şişli Belediyesi'nin önündeydi. İstanbul Üniversitesi'nden öğrenciler barikatları aşarak geldiler.
Sonra Vatan Emniyeti'ni oradan öğrencilerin İstanbul Üniversitesi'nden geldiği esnada Sayın Genel Başkanımızla konuşmuştuk. Dedim ki, "Sayın genel başkanım, ben Vatan'a gideyim. Oradaki arkadaşlarla buraya gelelim. Çünkü Saraçanede olmamız lazım." Şimdi Genel Başkanımızla konuştuğumuzda ne yapmalıyız acaba? Vatanda mı olmalıyız? Saraçane'de mi olmalıyız? Ne yapmalıyız? Kesinlikle Saraçane'de olmalıyız. Saraçane'de kalmalıyız.
Ancak Vatan Emniyeti'nin önünde toplananlar vardı. Oradakiler Vatan Emniyeti'nin önüne geldiler. İstanbul Üniversitesi'nden öğrenciler geldiler ve ilk gün 100-120.000 kişilik bir kalabalık. Sonra bir haftalık zaman dilimi içerisinde milyonların üzerine çıkan bir kalabalıkla Saraçane'de büyük bir mücadeleyi ve büyük bir direnişi hep birlikte gerçekleştirdik. Öğrenciler oradaydı, işçiler, emekliler, emekçiler oradaydı.
Çünkü ben her gün kalabalıkların içerisindeydim. İlk gün otobüsün üstünde Genel Başkan'ın konuşmasını takip ettim. İlk gün şuna karar verdim: Otobüsün üstünden değil, vatandaşın içinden bu süreci takip etmemiz lazım. Bir yanıyla Bozdoğan Kemerine doğru orada gençlerin bir mücadelesi var. Bir yanıyla Saraçane'de binanın önünde, Büyükşehir Belediye binasının önünde ama Beyazıt'a doğru uzanan bir kalabalık. Bir taraftan itfaiye doğru uzanan bir kalabalık, Fatih itfaiyesine doğru. O alanı bütüncül olarak gezdim sürekli olarak ve orada gençler, kadınlar, emekliler, emekçiler, işçiler; aslında İstanbullular, demokrasiden, adaletten ve özgürlükten yana olan herkes.
İlk gün şuna karar verdim: Otobüsün üstünden değil, vatandaşın içinden bu süreci takip etmemiz lazım. Çünkü bir yanıyla Bozdoğan kıyısına doğru orada gençlerin bir mücadelesi var. Diğer tarafta Saraçane'deki Büyükşehir Belediye binasının önünde, Beyazıt'a doğru uzanan bir kalabalık var. Bir taraftan itfaiye doğru uzanan bir kalabalık, Fatih itfaiyesine doğru. O alanı bütüncül olarak gezdim sürekli olarak ve orada gençler, kadınlar, emekliler, emekçiler, işçiler; aslında İstanbullular, demokrasiden, adaletten ve özgürlükten yana olan herkes oradaydı.
Peki, tahmin etmek çok zordur ama yine de şöyle sorayım: Bunun ne kadarı Cumhuriyet Halk Partiliydi? Ne kadarı CHP'ye karşı olmasa bile yani CHP'ye çok angaje olmayan insanlardı? Şöyle, tabii yani bunun sayısal olarak "şu kadarı Cumhuriyet Halk Partiliydi" demek mümkün değil. Cumhuriyet Halk Partililer oradaydı ama başka siyasi partilerin temsilcileri de oradaydı. Mesela biz bunun tartışmasını kendi içimizde yaptık. Cumhuriyet Halk Partisi olarak oraya çok fazla CHP bayrağı filan getirmedik. Çünkü herkesin sahip çıkacağı bir süreç olması gerektiğini düşündük.
Farklı siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, flamalarıyla geldiler. Ama bütüncül olarak baktığınız zaman, zaten 1 milyonun üzerine çıkan bir kalabalık oluştu Saraçhanenin önünde. Maltepe'de 2 milyondan fazla insan miting alanındaydı. Ama aynı zamanda metrobüs duraklarında, iskelelerde mitingler vardı. Metro girişlerinde, tren istasyonlarında mitingler yapıldı. Çünkü insanlar Maltepe'ye gelemediler. Dolayısıyla milyonlarca insan sokaktaydı. Bu yönüyle meseleyi Cumhuriyet Halk Partisi üyeleriyle sınırlamak doğru olmaz. Demokrasiden, adaletten, özgürlükten yana olan herkes, bütün İstanbullular, hatta İstanbul'un dışından insanlar da oradaydı.
Ben vatandaşın içindeyken bazıları bana "İzmir'den geldim" diyordu, Ankara'dan gelenler vardı. Yani yurdun dört bir yanından insanlar demokrasiye sahip çıkmak için oradaydılar. Sizin İstanbul'da kaç üyeniz var? Bizim İstanbul'daki üye sayımız şu anda 300.000 civarında. Toplam Türkiye genelinde 1.700.000 üye ile İstanbul'da 300.000 üyemiz var. Dolayısıyla orada 1 milyonun üzerinde bir kalabalık vardı, bu Cumhuriyet Halk Partisi'nin üye sayısından çok fazlaydı. Peki, bu 19 Mart süreciyle beraber üyelerde çok bariz bir artış görüyor musunuz? Aslında bu ön seçim sürecinde, 31 Mart'ta bir kere üyelerde bir...
Sizin İstanbul'da kaç üyeniz var? Bizim İstanbul'daki üye sayımız şu anda 300.000 civarında. Toplam Türkiye genelinde ise 1.700.000 üye var. Dolayısıyla orada bir milyonu aşan kalabalıklar vardı; bu, Cumhuriyet Halk Partisi'nin üye sayısından çok daha fazlaydı. Peki, bu 19 Mart süreciyle beraber üyelerde çok bariz bir artış görüyor musunuz? Aslında bu ön seçim sürecinde, 31 Mart'ta bir artış oldu. 31 Mart'tan sonra ön seçim sürecinde üyelerde ciddi bir artış yaşandı. Ayrıca o dönemde "Gelin üye olun ve ön seçime katılın" çağrısı yapmıştık. O dönemde oldukça büyük bir artış oldu. 19 Mart sürecinden sonra da üye sayımızda bir artış devam ediyor. Cumhuriyet Halk Partisi'ne her gün yeni insanlar üye oluyorlar.
Bu dayanışma sandığı kimin fikriydi? Dayanışma sandığı normal koşullarda, biz sadece üyelerle bir ön seçim gerçekleştirmeyi düşünüyorduk. Ekrem Bey gözaltına alındıktan sonra üzerinde konuştuğumuz bir meseleydi. "Acaba yanına bir imza kampanyası mı koyalım, yoksa bir sandık mı koyalım?" diye düşündük. Çünkü yanına sandık koymak biraz güç olabilirdi; çok kısıtlı bir zaman vardı, 23 Mart'ta. Dayanışma sandığının fikri Sayın Genel Başkanımız Özgür Özel'e aitti. Ancak genel olarak üzerinde konuştuğumuz bir konuydu.
Galiba 19 Mart sürecindeki partinizin yaptığı en yaratıcı işlerden birisiydi. O kadarını beklemiyordunuz diye tahmin ediyorum. Şöyle yani biz tabii ki üyelerin yoğun bir biçimde katılacağını bekliyorduk. Şunu ifade edeyim, 15,5 milyon oy kullanıldı. Yani toplam üye ve vatandaş oyuna baktığımızda 15,5 milyon oy kullanıldı. Ruşen Bey, iyi bir organizasyon yapamadık. Biz üyeler için iyi bir organizasyon yapmıştık. Türkiye genelinde 1.700.000 üye için sandığımızı iyi bir biçimde hazırlamıştık. Fakat dayanışma sandığını hiç hesaplamamıştık. Bu yönüyle üyeler için iyi bir organizasyon ve yeterli sandık sayısı vardı. Yeteri kadar sandık görevlisi de bulundurmuştuk. Ancak iş dayanışma sandığına dönünce, Türkiye genelinde güçlü bir organizasyon olmamasına rağmen 15,5 milyon kişi katıldı.
Öyle bir durum oluştu ki bu tür salonlarda, mesela sandıklar vardı. İşte atıyorum, üç tane üye sandığı, iki tane dayanışma sandığı... Oralarda izdiham oluştuğu için o sandıkları dışarıya çıkartıp kaldırımların üzerine koymak zorunda kaldık; asfalta taşımak zorunda kaldılar.
Ruşen Bey, iyi bir organizasyon yapamadık. Biz üyeler için iyi bir organizasyon yapmıştık. Yani Türkiye genelinde 1.700.000 üye için sandığımızı iyi bir biçimde hazırlamıştık. Fakat dayanışma sandığını hiç hesaplamamıştık. Bu yönüyle, üyeler için iyi bir organizasyon, yeterli sandık sayısı, yeteri kadar sandık görevlisi vardı. Ancak iş dayanışma sandığına dönünce, Türkiye genelinde güçlü bir organizasyon olmamasına rağmen 15,5 milyon kişi katıldı.
Öyle bir şey oldu ki, bu tür salonlarda mesela sandıklar vardı. İşte atıyorum, 3 tane üye sandığı, 2 tane dayanışma sandığı. Oralarda izdiham oluştuğu için o sandıkları dışarıya çıkarıp, kaldırımların üzerine koymak zorunda kaldık. Asfalta taşımak zorunda kaldık. Caddeye taşımak zorunda kaldık. İnsanlar kültür merkezlerine sığmadılar. Dolayısıyla aslında çok doğru bir organizasyon yapılsaydı, biraz zaman olsaydı, tahmin ediyorum 28-30 milyon civarında insan dayanışma sandığında oy kullanmış olacaktı.
Ancak çok güçlü bir organizasyon yapılmamasına rağmen, 15,5 milyon insanın çok güçlü bir biçimde sürece sahip çıkması çok büyük bir olaydır. Bana göre Türkiye siyasal tarihinin en önemli olaylarından bir tanesidir.
Yani, pekim ve organize bir şekilde bir imza kampanyamız var. Ne diyorsunuz? Adayı yanıma, sandığı karşıma. Değil mi? Eee, hem Ekrem İmamoğlu'nun serbest bırakılmasını hem de erken seçime gidilmesini istiyoruz. Ve eee, Özgür Özer'in bildiğim kadarıyla telaffuz ettiği rakam 30 milyondu. Şu aşamada neredesiniz, hangi yerde buluşuyorsunuz?
Şu anda İstanbul'da 2,5 milyonu görmüş durumdayız. İstanbul'da toplam hedefimiz 6 milyon; 6 milyon imza toplamak istiyoruz. Türkiye'de de toplam hedefimiz 28 milyon. İstanbul'da şu anda 2,5 milyonu görmüş durumdayız, Türkiye'de de 11 milyon civarında bir imza toplanmış durumda.
Ancak imza süreci ile ilgili şunu ifade edeyim: Eee, sadece Ekrem İmamoğlu'na özgürlük için değil, evet, Ekrem İmamoğlu'na özgürlük diyoruz. Erken seçim istiyoruz ama hani, biz “adayımı yanımda, sandığı önümde” derken, biliyorsunuz başka siyasi partilerin genel başkanları da tutuklu. Örneğin, Ümit Özdağ Silivri cezaevinde, Selahattin Demirtaş Edirne cezaevinde. Biz aslında “adayımı yanımda, sandığı önümde” derken, bütün siyasi tutsaklara özgürlük diyoruz ve aynı zamanda erken seçimin de bir an önce gelmesi gerektiğini savunuyoruz. Bu yönüyle sadece Ekrem İmamoğlu için değil, tüm siyasi tutsaklar için özgürlük talep ediyoruz ve erken seçim istiyoruz.
Peki, erken seçim neden bir ihtiyaçtır? Onun da altını çizmek lazım. Yani, eee, erken seçimin neden ihtiyaç olduğunu da bizim topluma doğru anlatmamız gerekiyor. Bir kere, 20 yılı aşkın zamandır Türkiye'yi yöneten siyasi iktidar, Türkiye’yi birçok kriz ortamının içerisine sürükledi. Türkiye bugün...
Peki, erken seçim neden bir ihtiyaçtır? Bunun altını çizmek lazım, yani erken seçimin neden bir ihtiyaç olduğunu toplumumuza doğru anlatmamız gerekiyor. Bir kere, 20 yılı aşkın zamandır Türkiye'yi yöneten siyasi iktidar, Türkiye'yi çoklu bir kriz ortamının içerisine sürükledi. Türkiye bugün aynı anda bir güvenlik krizini, aynı anda bir adalet krizini ve aynı anda bir ekonomik krizi yaşıyor. Nedir güvenlik krizi dediğimiz şey? İki gün önce 23 Nisan'dı. Bir kere, yeni doğan bebeğini koruyamayan bir iktidar var. Aynı zamanda, 6 Şubat depreminde vatandaşını enkaz altında bırakmış bir iktidar var. Dolayısıyla, bir güvenlik krizinin içerisindeyiz.
Peki, adalet dediğimiz şey, yani adalet krizi? Adalet dediğimiz şey, sadece mahkeme koridoruyla sınırlı bir şey değil. Eğitimde adalet, sağlığa erişimde adalet, vergide adalet, gelir dağılımında adalet, yani mahkeme koridorunda adalet. Dolayısıyla, Türkiye bir adalet krizi ile karşı karşıya. Aynı zamanda da bir ekonomik krizle karşı karşıyayız. Ciddi bir ekonomik yıkımı yaşıyoruz. İnsanların çok ciddi sorunları ve sıkıntıları var. Örneğin, düşünün ki ülkede şu anda tek bir kişinin yaşam maliyeti 30.000 liranın üzerinde. Açlık sınırı 25.000 liranın üzerinde. Yoksulluk sınırının üzerine eklediğimiz açlık sınırı dediğimiz şey, 4 kişilik bir ailenin sadece mutfak masrafıdır. Üzerine, kirayı, eğitim giderini, sağlık giderini ve faturaları koyduğunuzda, yoksulluk sınırı 80.000 liraya dayanmış durumda. Ama emeklilerin en düşük maaşı 14.000 lira, asgari ücrete reva görülen rakam ise 22.000 lira. Dolayısıyla, ekonomik anlamda Türkiye'yi şu anda uçurumun kıyısına sürükleyen bir iktidar var.
Türkiye'nin bu çoklu kriz ortamından çıkmasının tek bir yolu var; bir tane seçenek var, o da erken seçim. Dolayısıyla, bizim imza kampanyamız hem Türkiye'nin sorunlarının çözümü için erken seçim talebi içeriyor hem de bütün siyasi tutsaklara özgürlük içeriyor. Bu yönüyle meseleyi sadece bir kişi olarak görmemek gerekiyor. Bütün toplumun talebi olarak görmek lazım.
Peki, ben de teorik olarak Türkiye'nin erken seçime gitmesi gerektiğini düşünüyorum, ama pratikte bu sizin yapabileceğiniz bir şey değil. Geçenlerde Devlet Bahçeli, "100 milyon imza toplasanız ne olacak?" diye sordu. Yani sonuç...
Türkiye'nin bu çoklu kriz ortamından çıkmasının tek bir yolu var: Erken seçim. Dolayısıyla bizim imza kampanyamız, hem Türkiye'nin sorunlarının çözümü için erken seçim talebi içeriyor hem de bütün siyasi tutsaklara özgürlük talep ediyor. Bu yönüyle meseleyi sadece bir kişi olarak görmemek lazım. Bütün toplumun talebi olarak görmek gerekiyor.
Peki, ben de teorik olarak Türkiye'nin erken seçime gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak pratikte, bu sizin yapabileceğiniz bir şey değil. Geçenlerde Devlet Bahçeli, "100 milyon imza toplasanız ne olacak?" diye sordu. Yani sonuçta, imzayı toplayınca Yüksek Seçim Kurulu, "Bu kadar imza var, ülke erken seçime gitsin," diyemeyecek. Böyle bir şey olmayacak. Erken seçimin gerçekleşmesi için siyasi iktidarın onay vermesi gerekiyor. Bunun nedenini de söylemekte fayda var. Bir kere, Türkiye demokrasisinin son dönemde yapılan uygulamalarla zedelendiğini görüyoruz.
Şimdi, Ekrem İmamoğlu'nun cezaevinde kaldığı her gün Türkiye'ye bir maliyet var. İl tutuklandığında Merkez Bankası rezervleri satmak zorunda kaldı, Türkiye'ye bunun bir maliyeti oldu. Borsa düştü, bu da Türkiye'ye bir maliyet oldu. Bugün İmamoğlu'nun cezaevinde kaldığı her gün Türkiye'ye bir maliyet var. Ve Türkiye'de erken seçimin gelmediği her günün de bir maliyeti var. Yani mevcut siyasi iktidarın, bu koşullarda Türkiye'yi yönetme becerisini kaybetmiş bir iktidarın, her gün anayasayı ayaklar altına alarak Türkiye'nin demokrasisini zedelemesi, Türkiye'nin ekonomisini ayakta tutma şansı yok.
Dolayısıyla, bir erken seçimin artık zorunlu olduğunu hem ekonomik verilerle hem Türkiye'nin dünyadaki itibarının zedelenmesiyle, hem de Türkiye'nin imajının zedelenmesiyle ifade ediyoruz. Bu, sadece bizim imzayı topladığımız bir talep değil; bu, toplumun talebi, ülkenin talebi. Vatandaşa, seçmene kulağını tıkayan her iktidar, günün sonunda bunun bedelini çok ağır bir biçimde ödeyecektir.
Tabii ki sizin de ifade ettiğiniz gibi, erken seçimin oluşmasının koşulları var. Belli sayıda milletvekilinin ya da Sayın Cumhurbaşkanının alacağı karara bağlı. Ancak biz bu imza kampanyasıyla ne yapmaya çalışıyoruz? Erken seçimi bir toplumsal talebe dönüştürmeye çalışıyoruz. Sayın Cumhurbaşkanının aldığı imzadan daha fazla imzayla, aldığı oydan daha fazla imzayla bir erken seçim talebi toplumun önüne geldiğinde, bunu da iktidarın görmesi gerektiğini ifade ediyoruz.
Dolayısıyla, bu sadece bizim imzayı topladığımız bir durum değil. Bu, toplumun talebi, ülkenin talebi ve vatandaşa, seçmene kulağını tıkayan her iktidar, günün sonunda bunun bedelini çok ağır bir biçimde ödeyecektir. Tabii ki sizin de ifade ettiğiniz gibi, erken seçimin oluşmasının koşulları var; belli sayıda milletvekilinin ya da Sayın Cumhurbaşkanının alacağı kararla. Ancak biz bu imza kampanyasıyla ne yapmaya çalışıyoruz? Erken seçimi bir toplumsal talebe dönüştürmeye çalışıyoruz. Yani, Sayın Cumhurbaşkanının aldığı imzadan daha fazla imzayla, aldığı oydan daha fazla imzayla bir erken seçim talebi toplumun önüne geldiği zaman, bunu da iktidarın görmesi gerektiğini ifade ediyoruz.
Şimdi Ekrem İmamoğlu'ndan biraz bahsedelim. Siz, eee, cezaevine girdiğinden beri onu eee ziyaret ettiniz. Her hafta ziyaret ediyorum, aşağı yukarı. Bu hafta dışında, her hafta görüşüyorum. Evet, eee, en son bir şey eee paylaştılar. Ekrem İmamoğlu'nun hesabından, evet, eee hücresi böyleymiş. Kravatı da var, Türk bayrağı var. İlginç bir şey paylaştı; kendisi çizmiş, sonra onu galiba şeyle, yapay zekayla şekillendirmişler.
Nasıl görüyorsunuz kendisini cezaevinde? Konuştuğunuz zaman nelerle ilgili, neler soruyor, neler eee merak ediyor? Önce bu fotoğrafın anlatmak istediği şey şu: Ekrem Başkan geçen hafta bir çağrı yaptı. O çağrı şuydu; “23 Nisan ile 19 Mayıs arasında, bütün yurttaşlarımızı bayraklara asmama davet ediyorum” dedi. Yani, evlerine, iş yerlerine, cep telefonlarına bayrakları asmaya davet ediyorum diye ekledi. Eee, bu fotoğraf aslında Ekrem Başkan'ın eee hücresine Türk bayrağını astığını ve aslında bütün yurttaşlardan evlerine, iş yerlerine bayrak asma talebini ifade eden bir fotoğraf.
Ekrem Başkan'ı nasıl görüyoruz? Normalde, Ruşen Bey, siz de cezaevini ziyaret etmişsinizdir. Cezaevinde ziyaret ettiğiniz yakınlarınız, tanıdıklarınız, arkadaşlarınız vardır geçmişte. Dışarıdan giderken ne yaparız biz? Cezaevindeki kişilere moral vermeye gideriz. Doğru mu? Doğru. İsteriz ki onlara moral verelim, onlar moral bulsunlar. İşte oradaki zorluklar için onları motive edelim isteriz. Biz cezaevinin kapısından içeri girdiğimiz anda, hani Ekrem Bey'i gördüğümüz anda, biz moral buluyoruz.
Şimdi tabii, oranın biliyorsunuz kasvetli bir havası var. Günün sonunda bir cezaevinden içeriye giriyorsunuz. İçeriye girdiğimiz anda Ekrem Başkan'ı ilk gördüğümüz anda, kendisinden moral buluyoruz. Sonra sohbet etmeye başladığımızda, o sohbet bittiğinde dışarıya çıktığımızda kendimizi daha moral bulmuş hissediyoruz. Ekrem Başkan cezaevinde çok inançlı, çok kararlı. Giden herkesi de motive eden biri. Sadece ben değil, arkadaşlar da söylüyor; “Ekrem başkan'ı gördüm, motive oldum” diyor. Bir kere çok inançlı, çok kararlı.
Tabii, oranın kasvetli bir havası var. Günün sonunda bir cezaevinden içeriye giriyorsunuz. İçeri girdiğimiz anda Ekrem Başkan'ı ilk gördüğümüzde, kendisinden moral buluyoruz. Sonra sohbet etmeye başladığımızda, o sohbet bittiğinde dışarıya çıktığımızda kendimizi daha moralli hissediyoruz. Ekrem Başkan cezaevinde çok inançlı, çok kararlı, giden herkesi motive eden birisi. Sadece ben değil, arkadaşlar da söylüyor. Ekrem Başkan'ı gördüm, motive oldum diyor.
Bir kere çok inançlı, çok kararlı, çok dirençli ve aslında çok moralli. Giden herkesi motive eden biri. Cezaevinde çıkacağına inanıyor mu? Evet, çıkacak. Ekrem Başkan, az önce ne dedim? Ekrem Bey'in cezaevinde oluşunun Türkiye'ye bir maliyeti var. Kendisi inanıyor mu? Tabii sonuna kadar inanıyor. En kısa zamanda cezaevinden çıkacağına Ekrem Bey inanıyor. Çok inançlı, çok kararlı ve hem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'ndaki görevine devam etmesi gerekiyor. Buna ben de inanıyorum, kendisi de inanıyor. Hem de cumhurbaşkanı adayı olarak kendisini ilan ettik. Bir an önce sahaya çıkıp çalışmalarını yürütmek için. O da inanıyor, biz de inanıyoruz.
Diploma ne olacak? Diplomayla ilgili henüz bir tebliğ yapılmadı. Yani biz diplomayla ilgili bir tebliğin yapılmasını bekliyoruz ve avukatlar aracılığıyla itiraz etmek istiyoruz bu karara. O kararın yok hükmünde olduğunu düşünüyorum. Şimdi Ekrem Bey niye cezaevindeyse; neden tutuklu şu anda Ekrem İmamoğlu? Yalan, iftira, karalama, gizli tanık ifadeleri, "Öyle duymuştum, böyle konuşuluyordu” gibi ifadelerle cezaevinde iki ayrı soruşturmadan gözaltına alındı. Bir tanesinden tutuksuz, bir tanesinden tutuklu yargılanıyor. Yani gizli tanık ifadeleriyle. Dolayısıyla şimdi Ekrem Bey'in cezaevinde bulunması bizim açımızdan yok hükmündeyse, İstanbul Üniversitesi'nde alınan o karar da yok hükmünde.
Kim aldı o kararı? O kararı alanlar kimler? Mesela bir tanesi benim üniversitemden hocam; yüksek lisanstan yerel yönetimler kent ve çevre çalışmalarında İstanbul Üniversitesi'nde yüksek lisans yaptığım dönemdeki hocam bir tanesi. Kim biliyor musunuz? Eski Konya Selçuk Belediye Başkanı. AK Parti'nin eski Konya Selçuk Belediye Başkanı benim hocamdı. Yani bir tane dersime giriyordu üniversitede yüksek lisans programında. Konya'dan milletvekili adayı, Konya'dan Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday adaylığında başvuru yapmış bir kişi.
Şimdi Ekrem Bey, niye cezaevinde? Ekrem Bey'in niye cezaevinde olduğu ve diplomasının niye iptal edildiği ile ilgili bir amaçları var. Biz, şimdi hep 19 Mart'ı konuşuyoruz ya Ruşen Bey, bu mücadele 19 Mart'ta zirveye çıktı. 19 Mart'ta bir darbe girişimi püskürtüldü. Nasıl bir darbe girişimi püskürtüldü? Ne yapmak istediler 19 Mart'ta? Bir Büyükşehir Belediye Başkanını gözaltına alıp tutukladılar. Saraçane'ye kayyum atamak istediler, değil mi? Vatandaş güçlü bir biçimde sahip çıktı. Ben, başlangıçta sorularınıza çok kısa yanıtlar verdim. İlk defa birlikte program yapıyoruz. Şimdi, 19 Mart'ta vatandaş ne yaptı orada? 19 Mart'ı çok doğru okumak lazım. Yüz binler, milyonlara dönüştü ve bir darbe girişimini püskürttü. Düşünün, Emrah Şahan, Şişli'de Şişli Belediye Başkanı aynı dosyadan Ekrem Bey ile birlikte gözaltına alınıyor. Şişli'ye kayyum atanıyor. Saraçane'de geri adım atılıyor. Niye? Vatandaştan korktukları için. Vatandaş, onların darbe girişimini yurttaşlarımız, İstanbullular püskürttükleri için.
Şimdi, niye cezaevinde Ekrem Bey? Üç tane sebebi var. Ya da diğer arkadaşlar neden cezaevinde? İşte, Ahmet Özer'le başladı. Beşiktaş belediye başkanıyla devam etti. Rıza Akpolat'la, Alaattin Köseler'le devam etti. Emrah Şahan, Mehmet Murat Çalık ve Ekrem İmamoğlu neden cezaevinde? Şunun için cezaevindeler. Üç tane amaçları var. Bir, Türkiye'nin gerçek gündemlerinin üzerini örtmek istiyorlar. İstiyorlar ki Türkiye'nin ekonomik problemleri konuşulmasın, adalet krizi, güvenlik krizi konuşulmasın. İki, sandıkta kaybettiklerine kayyum yoluyla çökmek istiyorlar. Sandıkta kaybettiler, kayyum yoluyla çökmek istiyorlar. Siyasallaştırdıkları yargıyla, kollukla çökmek istiyorlar. Üçüncü sebep, kendilerine göre rakip belirlemek istiyorlar. Yani, cumhurbaşkanı adayını kendime göre belirleyeyim. Ekrem...
Şimdi niye cezaevinde Ekrem Bey? Üç tane sebebi var. Ya da diğer arkadaşlar niye cezaevinde? İşte, Ahmet Özer'le başladı. Beşiktaş belediye başkanıyla devam etti. Rıza Akpolat'la, Alaattin Köseler'le devam etti. Emrah Şahan, Mehmet Murat Çalık ve Ekrem İmamoğlu neden cezaevinde? Şunun için cezaevindeler. Üç tane amaçları var.
Bir, Türkiye'nin gerçek gündemlerinin üzerini örtmek istiyorlar. İstiyorlar ki, Türkiye'nin ekonomik problemleri konuşulmasın. Adalet krizi, güvenlik krizi konuşulmasın. İki, sandıkta kaybettiklerine kayyum yoluyla çökmek istiyorlar. Sandıkta kaybettiler. Kayyum yoluyla çökmek istiyorlar. Siyasallaştırdıkları yargıyla, kollukla çökmek istiyorlar. Üç, kendilerine göre rakip belirlemek istiyorlar. Yani, cumhurbaşkanı adayını kendime göre belirleyeyim.
Ekrem Bey bunun için cezaevinde ve bu süreç bugün başlamadı. Esenyurt Belediye Başkanı'nın tutuklandığı gün başladı. Esenyurt Belediye Başkanı tutuklandı. O gün başladı. O gün düğmeye bastılar ve Saraçhane'ye kadar devam ettirdiler.
Dolayısıyla şimdi diploma meselesi çok soruluyor bize. Muhtemelen siz de soracaksınız. Ya işte, Ekrem Bey'in diploma konusu var. Eee, nasıl olacak? Cumhurbaşkanı adayı kim olacak? Bakın çok net. Ne diploma kararını tanıyoruz, ne Ekrem Bey'in cezaevinde oluşunun kararını tanıyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi'nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu'dur. Nokta.
Peki şimdi birtakım şeylerden bahsettiniz. Gizli tanıklar vesaire. Eee onların şeyleri eee, onlar ayrı. Şu ana kadar, bir tane etkin pişmanlıktan yararlanan bir kişi çıktı; Murat Abbas Kültür AŞ Başkanı. Onun açıklamaları ya da verdiği ifadeler hakkında ne diyorsunuz?
Şunu söylüyorum; ben cezaevine gittim. Hiç isim vermeyeceğim. Mahkumları ziyaret ettim. Cezaevinde eee tutukluları ziyaret ettim. Mahkum ifadeyi düzeltiyorum. Şimdi cezaevinde tutukluları ziyaret ettim. Sayın genel başkanımızla birlikte yaptığımız ziyaretlerde, şöyle bir tutuklulardan bir tanesi şöyle bir ifade kullandı. Dedi ki, "Beni," dedi, "sağlık kontrolüne götüreceğim diye birkaç kapıdan geçirdiler. Sonra bir kameranın karşısına oturtturdular ve savcı bana sorular sordu. Dedi ki, 'İşte böyle böyle ifade vermişsin. Eğer bu ifadeyi değiştirmezsen buradan kurtulamazsın. Çocuklarını göremezsin.'” Bakın, tehdit. Ruşen Bey, tehdit.
Başka bir tanesi yine savcının karşısına fiziken götürülmüş. Savcı diyor ki, "İşte böyle böyle ifade vermişsin fakat bu ifadeyi beğenmedim. Senin daha açık konuşman lazım, anlatman lazım." İşte, vatandaş diyor ki, "Ben diyor, kollukta ifademi verdim. Savcıda ifademi verdim. Mahkemeye çıktım ve tutuklandım. Söyleyeceklerim ondan ibaret."
İstediğim gibi konuşmuyorsun diyor savcı. Bakın, tekrar ediyorum. Altını çiziyorum. Diyor ki savcı, "İstediğim gibi konuşmuyorsun." Yani, ne yapmaya çalışıyor devletin cumhuriyet savcısı?
Başka bir tanesi ise savcının karşısına fiziken götürülmüş. Savcı diyor ki, "Böyle böyle ifade vermişsin fakat bu ifadeyi beğenmedim. Senin daha açık konuşman lazım, anlatman lazım." Vatandaş diyor ki, "Ben kollukta ifademi verdim. Savcıya da ifademi verdim. Mahkemeye çıktım ve tutuklandım. Söyleyeceklerim ondan ibaret." Savcı, "İstediğim gibi konuşmuyorsun," diyor. Bakın, tekrar ediyorum. Altını çiziyorum. Savcı, "İstediğim gibi konuşmuyorsun," diyor. Yani ne yapmaya çalışıyor devletin cumhuriyet savcısı? İtirafçı icat etmeye çalışıyor.
Şimdi buradaki temel mesele şudur, Ruşen Bey. Evrensel hukuk kurallarına göre ne olur? Normal koşullarda evrensel hukuk kurallarına göre mesele şöyle olur: Ortada bir suç olduğu düşünülürse ve bir şüphe varsa, önce bu şüpheden yola çıkarak savcılar delil toplattırırlar, değil mi? Deliller toplanır. Ondan sonra, somut delillerse bunun üzerine işlem yapılır. Bunun üzerine bir süreç yürütülür. Türkiye'de ne yapılıyor? Şu anda insanlar tutuklanıyor. Önce gözaltına alınıyor. Sonra tutuklanıp cezaevine koyuluyor. Ardından o dosyaların içi doldurulmaya çalışılıyor.
Şimdi o gizli tanıkların ifadeleri ne kadar yok hükmündeyse, bu saatten sonra ortaya çıkacak itirafçıların söyleyecekleri de yok hükmündedir. Bakın, tekrar ediyorum. Bu saatten sonra ortaya çıkacak itirafçıların söyleyecekleri de yok hükmündedir. Niye biliyor musunuz? İnsanları özgürlükleriyle tehdit ederseniz, insanları çocuklarıyla tehdit ederseniz, "Sen bu kafayla buradan 10-15 sene çıkamazsın," derseniz, insanları korkutursanız, toplum vicdanında bu itirafçıların söyleyecekleri nasıl kabul görecek? Nasıl kabul görecek bu gizli tanıkların söyleyecekleri?
Dolayısıyla bu saatten sonra zaten o gizli tanıkların söyledikleri yok hükmünde. Çünkü hepsi "gördüm, duydum" gibi ifadelerle öyle konuşuluyor, öyle söyleniyor. E şimdi tekrar ediyorum; çok tekrara girdiğimin farkındayım. İnsanları çocuklarıyla tehdit ediyorlar. İnsanları özgürlükleriyle tehdit ediyorlar. Şu saatten sonra ortaya çıkartacakları itirafçıların söyledikleri de yok hükmündedir. Eee, söylenenler.
Peki, yeni Turkp bekliyor musunuz? O hala ortada. Cumhurbaşkanı en son, bayağı oldu, bir grup toplantısında yine "turk" dedi. Özgür Özer değişik şekillerde bunu dile getirdi ama yani böyle yeni bir operasyon, yeni gözaltılar vesaire gibi şeyler var mı? Yani tabii şu anda Türkiye'de şunu çok net ifade etmek istiyorum:
Şimdi tekrar ediyorum. Çok tekrara girdiğimin farkındayım. İnsanları çocuklarıyla tehdit ediyorlar. İnsanları özgürlükleriyle tehdit ediyorlar. Bu saatten sonra ortaya çıkaracakları itirafçıların söyledikleri de yok hükmündedir, o söylenenler.
Peki, yeni Türkiye bekliyor musunuz? O hala ortada. Cumhurbaşkanı en son, bayağı oldu bir grup toplantısında yine "Türk" dedi. Özgür Özer, değişik şekillerde bunu dile getirdi ama böyle yeni bir operasyon, yeni gözaltılar, vesaire böyle şeyler var mı? Yani tabii şu anda Türkiye'de şunu çok net ifade etmek isterim: Türkiye'de yapılan hukuksuz uygulamalarla toplumun tamamı tehlike altındadır. Tamamı tehlike altındadır. Artık biz bu iktidardan her şeyi bekler hale geldik.
Yani insanların diplomasını iptal edenler ne demişti Ekrem Başkan? "Yarın sizin tapularınızı iptal edebilirler. Arazilerinize çökebilirler. Mal varlığınıza çökebilirler." Dolayısıyla bu mevcut siyasi iktidarın antidemokratik uygulamaları, yani bugüne kadar yaptıkları her şeyi yapabileceklerinin garantisi. Tek bir dertleri var: Tükenmiş iktidarlarını sürdürmek. Her şeyi yapabilirler.
Peki, Cumhuriyet Halk Partisi'ne kayyum da atayabilirler mi? Her ne kadar Devlet Bahçeli olamaz dediyse de gündemde olduğunu biliyoruz. Nitekim Özgür Özel de olağanüstü kurultay kararını kayyum ihtimaline göre aldığını söyledi. Kongre bitti, kurultayı yaptınız ama hâlâ kayyum atanabilir gibi bir takım beklentilere sahip olanlar var. Bugün olağanüstü kurultaya da iki kişinin dava açtığını duyduk.
Dolayısıyla, Cumhuriyet Halk Partisi'ne kayyum atanıp atanamayacağı tartışmaları belli bir süredir devam ediyor. Biz sizinle 19 Mart'ın öncesini ve sonrasını konuşurken hep belediye başkanlarının tutuklanması üzerinden ve onların süreçleri üzerinden bir değerlendirme yaptık. Aslında tam anlamıyla kuşatılan, Türkiye'de kuşatılmaya çalışılan bütün muhalefettir.
Sadece Cumhuriyet Halk Partisi'nin kurumsal kimliğine yapılan bir saldırıdır bu kayyum tartışmaları. Belediye başkanlarına yapılanlar, Cumhuriyet Halk Partisi'nin iktidar yürüyüşünü durdurmaya çalışma girişimleridir. Ancak siyasi partilerin genel başkanlarından sokaktaki sıradan vatandaşa kadar yapılan tutuklamalar oldukça yaygındır.
Örneğin, ne yaptılar? Ümit Özdağ’ı tutukladılar, değil mi? Silivri cezaevinde, 76 yaşında sokak röportajı yapan albayın eşini tutukladılar mı? Tutukladılar. Gazeteciler tutuklandı mı? Avukatlar tutuklandı. Avukatlar soruşturmalara çağrıldı.
Belediye başkanlarına yapılanlar, Cumhuriyet Halk Partisi'nin iktidar yürüyüşünü durdurmaya çalışma girişimleridir. Ancak, siyasi partilerin genel başkanlarından sokaktaki sıradan vatandaşa kadar yapılan tutuklamalar dikkat çekicidir. Örneğin, Ümit Özdağ'ı tutukladılar mı? Silivri cezaevinde 76 yaşında sokak röportajı yapan Albay'ın eşini tutukladılar mı? Tutukladılar. Gazeteciler tutuklandı mı? Avukatlar tutuklandı. Avukatlar soruşturmalara çağrıldı. Tutuklanan avukatlar oldu. Biliyorsunuz, öğrencilerle birlikte.
Ben buraya öğrencilerin duruşmalarından geliyorum. Bu arada, Çağlayan Adliyesi'nden halen gözaltına alınan ve tutuklama talebiyle hakimliğe sevk edilen öğrenciler var. Ne yapıyor? Siyasi parti genel başkanından sokaktaki vatandaşa kadar öğrencisini, avukatını, gazetecisini, sanatçısını gözaltına alan, tutuklayan bir siyasal iktidar aynı zamanda en büyük kuşatma girişimini de CHP'ye karşı gerçekleştiriyor. Belediye başkanlarını tutukluyor. Yetmiyor, CHP'nin kurumsal kimliğine saldırıyor.
Cumhuriyet Halk Partisi'ne kayyum atanır mı? Böyle bir tartışma çok ayyuka çıktı. Genel başkan zirvede böyle bir ihtimali gördüğünde ve CHP'nin önüne kadar geldiğinde, olağanüstü kurultay kararı aldı. Olağanüstü kurultayda Ankara'ya gittik. Hızlıca olağanüstü kurultayımızı gerçekleştirdik ve o kurultayda Sayın Özgür Özel 1171 oyla seçildi. Rekor bir oy aldı, yani 1323 delegenin 1171'inin oyunu aldı. Bir önceki kurultaya yönelik o tartışılan konuları da bir şekilde yeni aldığı kurultay kararıyla o girişimleri bertaraf etmiş oldu.
Dolayısıyla, bugün neye göre Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel merkezine kayyum atanacak? Hangi gerekçeyle atanacak? 38. olağan kurultayla ilgili. Bir kere, 38. olağan kurultayla ilgili de şunu söyleyeyim; orada ortaya atılan iddialarla ilgili birkaç şey söylemek isterim. Ben geçen hafta gittim ifade verdim. Tabii doğrudan sizin İstanbul Kongresi'nden başlıyor değil mi olayın süreci? Hayır. Benim ifade verme sebebim kurultayla ilgili. İstanbul Kongresi ile ilgili de iddialar var. Müsaade ederseniz, o iddialarla ilgili bazı açıklamalarda bulunmak isterim. Şimdi ben geçen hafta kurultayla ilgili ifade verdim.
Niçin ifade verdim Ruşen Bey? Şunun için: Savcı bana şunu sordu. Dedi ki, "İzmir'de Hasip Karaaslan diye bir kişi işte şöyle bir ifade kullanmış. Ben İzmir Belediye Başkanı Cemil Tugay'ın ve İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik'in kurultayda..."
Ben geçen hafta gidip ifade verdim. Tabii, doğrudan sizin İstanbul Kongresi’nden başlıyor değil mi olay? Hayır. Benim ifade verme sebebim kurultayla ilgili; İstanbul Kongresi ile ilgili de iddialar var. Müsaade ederseniz, o iddialarla ilgili bazı açıklamalarda bulunmak isterim.
Şimdi, ben geçen hafta kurultayla ilgili ifade verdim. Niye ifade verdim, Ruşen Bey? Şunun için: Savcı bana şunu sordu. Dedi ki, İzmir'de Hasip Karaaslan diye bir kişi şöyle bir ifade kullanmış. "Ben, İzmir Belediye Başkanı Cemil Tugay'ın ve İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik'in kurultayda belli hediyeler dağıttığına yönelik bir duyum aldım," demiş. Duydum. Bakın, şunu söyleyeyim: Ben şahsı tanımıyorum, kim olduğunu bilmiyorum. İki, o zamana kadar ben Cemil Tugay'ı da tanımıyordum. Cemil Tugay, İzmir'de bir ilçe belediye başkanı. İsmini duymuştum ama hayatım boyunca ne bir araya gelmiştim, kurultayda da tanımıyordum. Kurultay döneminde de kendisiyle bir araya gelmişliğim yok. İşte, telefon kayıtlarına bakabilirler; bir tane telefon görüşmem de yok. İlk defa ben telefon konuşmasını bundan iki ay önce yaptım Sayın Cemil Tugay ile ve kendisini İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı olduktan sonra yakından tanıdım. Bu birincisi.
İkincisi, savcı bey şöyle bir iddia var diyor: Bursa il başkanı, sizin Ankara'daki bir otel odasındaki çalışma odasına girdiğinde suratı asıkmış, morali bozukmuş. Çıktığında yüzü gülüyormuş. E, Ruşen Bey, bakın gülmemiz geldik. Ben bunun için sabah saat 4:00'te İstanbul'dan kalktım, Ankara'ya gittim. Öğlen saat 3:00'te ifade verdim. Gece saat 12:01'de İstanbul'a geri döndüm. Bu ne demekmiş yani? Bursa il başkanı içeri girince asık suratla girip asık suratla çıkarken morali yüksekmiş ve yüzü gülüyormuş.
Bursa il başkanı. Evet. Bakın şimdi, ben bu yorumu yapmadan önce sizin de normal bir yüz ifadeniz vardı ve gülmeye başladınız bu yorumu yaptıktan sonra. Bursa il başkanı kim biliyor musunuz? Hemşehrilik bağımız var. Yani, birbirine çok yakın yerlerde doğmuşuz. Ben de bunu öğrenince, kurultayda da ben de eski ilçe başkanıyım, o da eski ilçe başkanı. İkimiz de birer aylık il başkanıyız.
Dedim ki, "Ya başkanım, telefonunu aldım arkadaşlardan. Seninle yakın hemşeriymişiz." Kurultayda bir oturalım çay içelim. Oturduk bir çay içtik. Bakın, toplam süre bir çay içme süresi. Bu kadar konuşmadık. Toplam süre bir çay içme süresi. Bir çay içtik, sohbet ettik. Kurultayla ilgili de kurduğumuz cümle şu: "Başkanım," dedim, "bak, bir değişim şart." Yani, ben sokakta, sahada, pazarda, fabrikada bir değişim ihtiyacını görüyorum. 2023'ü...
Dedim ki, "Ya başkanım," dedim, "telefonunu aldım arkadaşlardan. Seninle yakın hemşeriymişiz." Kurultayda bir oturalım, çay içelim. Oturduk, bir çay içtik. Bakın, toplam süre bir çay içme süresi. Bu kadar konuşmadık. Toplam süre bir çay içme süresi. Bir çay içtik, sohbet ettik. Kurultayla ilgili de kurduğumuz cümle şu: "Başkanım," dedim, "bak, bir değişim şart." Yani, ben sokakta, sahada, pazarda, fabrikada bir değişim ihtiyacını görüyorum. 2023'ü kazanamadık. Değişim olsa yeni umutlar oluşur, falan diye bir sohbet ettik. Bu kadar. Bunun için gittim ifade verdim. Benimle Ankara'ya gelip 35 meclis üyesi ifade verdi. 35 meclis üyesi kurultayda ifade verdi.
Efendim, meclis üyeleri şöyle, niye ifade verdiler? Meclis üyelerine savcıların sorduğu soru şey emniyette ifade verdi. Orada kollukta sorulan soru: "Siz kurultay delegesiymişsiniz. Meclis üyeliği olma karşılığında değişime oy vermişsiniz." Şimdi bir kere bu arkadaşların beş tanesi, ön seçimden çıkmış. İlçesine sandık kurulmuş. Ön seçimden çıkmış. Bu arkadaşların bir bölümü hiç meclis üyeliğine aday olmamış. Biz demişiz ki, "Siz buranın sevilen insanlarısınız, liyakatlısınız. Gelin aday olun," diye.
Şimdi, gelelim İstanbul Kongresi'ne yönelik bazı iddialara. Şimdi deminkiler kurultaya yönelikti. Bazı konuları da belgeli konuşmakta fayda var. Şimdi birincisi şu: ses kaydı yayınladılar. Ses kaydının içeriğinde şöyle bir şey söylüyorlar. Diyorlar ki, işte Uğur isimli birisi, Veli Gümüş isimli birisi başka biriyle konuşuyor. Özgür Çeli’ye oy verme karşılığında orada bir maddi menfaat elde ediyor. Bakın, Veli Gümüş isimli kişi Ruşen Bey, şuraya bakarsanız benim rakibim olan Cemal Can Polat'ın listesinde yönetici adayı. He. Yönetici adayı. Bu nasıl iş ya? Menfaat karşılığında Özgür Çeli’ye oy verme pazarlığı yaptığı denilen insan benim listemde yok. Yani, o kongredeki rakibim olan Cemal Can Polat'ın listesinde.
İkincisi şu: bakın, bir gazete ismini söylemek istemediğim bir gazetedir bu. Yani ismini ağzıma almak istemediğim bir gazete. Şimdi, gazetedeki haber şu: “İki daire aldı, safını değiştirdi.” Pendik ilçe başkanı Niyazi Güneri için söylüyor. Şimdi Kiptaş'tan iki daire aldı, safını değiştirdi. Bakın, belgelerle, dairenin bir tanesini, dairenin bir tanesini 2002 yılında almış. 2002'de almış dairenin birisini. 2002'de iktidarda AK Parti vardı İstanbul'da. Kiptaş'tan almış kurayla ve 2008'de o daireyi satmış. Şimdi buraya manşet atıyor ya, “İki daire aldı, safını değiştir.”
Bakın, Veli Gümüş isimli kişi, Ruşen Bey, şuraya bakarsanız, benim rakibim olan Cemal Can Polat'ın listesinde yönetici adayı. He, yönetici adayı. Bu nasıl iş ya? Menfaat karşılığında Özgür Çeli'ye oy verme pazarlığı yaptığı denilen insan benim listemde yok. Yani o kongredeki rakibim olan Cemal Can Polat'ın listesinde birincisi bu.
İkincisi, şu bakın, bir gazete ismini söylemek istemediğim bir gazetedir bu. Yani ismini ağzıma almak istemediğim bir gazete. Şimdi, gazetedeki haber şu: "İki daire aldı, safını değiştirdi." Pendik ilçe başkanı Niyazi Güneri için söylüyor. Şimdi, Kiptaş'tan iki daire aldı, safını değiştirdi. Bakın, belgelerle dairenin bir tanesini 2002 yılında almış. 2002'de almış dairenin birisini. 2002'de iktidarda AK Parti vardı İstanbul'da. Kiptaş'tan almış kurayla ve 2008'de o daireyi satmış. Şimdi buraya manşet atıyor ya. "İki daire aldı, safını değiştirdi." Dairenin birisi 2002'de. İşte belgesi Ruşen Bey, buyurun.
İkincisi, Kiptaş'tan değil, ikinci daireyi yüklenici firmadan satın almış. Bilmem ne inşaat diye yüklenici firmadan daireyi satın almış. Şu da, banka ismini söylemek istemiyorum, tek makbuzları. Bakın, daireyi 7,5 milyona almış. 1,5 milyon peşinat ödemiş. 6 milyonu da aylık 500'er taksitlerle ödemiş. Bakın, bütün makbuzlar burada. Şimdi, kimdir Niyazi Güneri? Bir otomotiv şirketinin servisini yapan, resmi servisini, bir beyaz eşya firmasının bayiliğini yapan, Pendik'te prestijli bir iş insanı ve bizim Pendik ilçe başkanımız. Bakın, makbuzların hepsi burada. Aldığı dairenin makbuzları. Çocuğu oturuyor bu dairede.
Dolayısıyla tamamen yalanla, iftirayla, karalamayla İstanbul Kongresi'ni kirletmeye çalışıyorlar. Bunlarla ilgili daha çok sayıda örnek var. Cumhuriyet Halk Partisi'ne kayyum atanabilir mi? Atanamaz. Öyle bir riski genel başkan gördü. O riski gördüğü için olağanüstü kurultay yaptı ve ilk defa rekor büroyla genel başkan seçildi. İki, ilk defa bir genel başkanın parti meclis listesi hiç delinmeden geçti. Halbuki bayağı rakamlar söylüyorlardı; "15 kişi, 20 kişi delinilecek falan" diye ama hiç delinmeden, anladığım kadarıyla şöyle bir şey oldu. 19 Mart'ta, bu operasyon yapılırken, CHP'yi iyice birbirine düşen bir parti yapmak istediler ama tam tersine kenetlendiniz. İki amaçları var.
Şimdi, Cumhuriyet Halk Partisi'ne yapılan saldırıların iki amaçları var. Cumhuriyet Halk Partisi'ni kendi içinde karışık bir parti gibi göstermek. Yani ne yapıyor? Yargı yoluyla Ruşen Bey Cumhuriyet Halk Partisi'ne saldırıyor, değil mi? Belediye başkanlarına, partinin yetkililerine, işte gençlik kolu başkanımıza soruşturma, bana soruşturma, öbür gençlik kolu genel başkanına soruşturma, partilere soruşturma. İki tane amaçları var. Bir, Türkiye'nin birinci partisinin iktidar yürüyüşünü engellemek, itibarını ve imajını zedelemek. İkincisi, Cumhuriyet Halk Partisi'nin iktidar yürüyüşünü engellemek için belediyeler üzerinden devam etmektir.
Cumhuriyet Halk Partisi'ne yapılan saldırıların iki amacı var. Birincisi, Cumhuriyet Halk Partisi'ni kendi içinde karışık bir parti gibi göstermek. Yani ne yapıyor? Yargı yoluyla Ruşen Bey, Cumhuriyet Halk Partisi'ne saldırıyor değil mi? Belediye başkanlarına, partinin yetkililerine, işte gençlik kolları başkanımıza soruşturma, bize soruşturma, öbür gençlik kolu genel başkanına soruşturma açıyor. İkincisi, Türkiye'nin birinci partisinin iktidar yürüyüşünü engellemek, itibarını ve imajını zedelemek.
Cumhuriyet Halk Partisi'nin iktidar yürüyüşünü engellemek için belediyeler üzerinden yaptıkları saldırının da bir amacı var: Halkla CHP'nin bağını kopartmak. Yani ne yapıyorlar şimdi? 23 yıldır Türkiye'yi nasıl yönettiler? 23 yıldır muhtaçlaştırma politikasıyla yönettiler Türkiye'yi. Muhtaçlaştırma politikası, yani deyimi yerindeyse vatandaşı bir kuru ekmeğe muhtaç et, sonra elindeki belediyelerle vatandaşa yardım et. Küçük küçük sosyal yardımlarla, küçük küçük sosyal desteklerle vatandaşa belediyeler yoluyla dokun ve bu şekilde siyasi varlığını sürdür. Bunun adı muhtaçlaştırma politikası.
Peki, 31 Mart'ta belediyeleri kaybedince ne yaptılar? 2019'da Cumhuriyet Halk Partisi 412 belediye kazandı; İstanbul'u, Ankara'yı, büyük kentleri kaybettiler. 2024'te 412 belediye biz kazanınca "eyvah bu Cumhuriyet Halk Partisi şimdi vatandaşa dokunacak. Sosyal desteklerle, emekli evleriyle, kent lokantalarıyla, anne kartlarla, sosyal yardımlarla daha çok dokunacak ve bizim iktidarımız yok olup gidecek" dediler. O zaman ne yapalım? İlk yaptıkları şey tasarruf tedbirleri genelgesi yayınlamak oldu. CHP'li belediyeler vatandaşa hizmet etmesin.
İkincisi, bakın bu tutuklamalar; Cumhuriyet Halk Partisi'nin kurumsal kimliğine saldırılar meselenin görünen yüzü. Bir de aslında konuştuğumuz ama şu anda çok konuşulmayan yüzü var. Tasarruf tedbirleri genelgesiyle CHP'li belediyeleri iş yapamaz hale getirmek. Bir başka şey, vergi ve SGK kesintileri. Hatırlıyor musunuz? Devamlı konuşmak lazım. Örneğin, İller Bankası'ndan gelen payla Ruşen Bey maaş öderler değil mi? Evet, vatandaşın maaşını öderler. Aynı zamanda iş yaparlar. Şu anda gelen paranın yüzde 40'ını, yüzde 50'sini her ay düzenli olarak kesiyorlar. Mesela, 100 milyon para mı gelecek bir belediyeye? 40 milyonunu, 50 milyonunu kesiyorlar. Amacı ne? Belediyeyi kendi içerisine hapsetmek, personel maaşı ödeyemez hale getirmek, proje üretemez hale getirmek ve vatandaşa hizmet edemez hale getirmek.
Buna rağmen Cumhuriyet Halk Partili belediyeler kent lokantalarıyla, anne kartlarla, sosyal desteklerle vatandaşa hizmet etmeye devam ediyor.
Bir başka şey vergi ve SGK kesintileri. Hatırlıyor musunuz? Devamlı konuşmak lazım. Örneğin, İller Bankası'ndan pay gelir. İller Bankası'ndan gelen payla Ruşen Bey, maaş öderler, değil mi? Evet. Vatandaşın maaşını öderler. Aynı zamanda iş yaparlar. Şu anda gelen paranın %40'ını, %50'sini her ay düzenli olarak kesiyorlar. Mesela 100 milyon para mı gelecek bir belediyeye? 40 milyonunu, 50 milyonunu kesiyor. Amacı ne? Belediyeyi kendi içerisine hapsetmek. Personel maaşı ödeyemez hale getirmek. Proje üretemez hale getirmek. Vatandaşa hizmet edemez hale getirmek.
Buna rağmen Cumhuriyet Halk Partili belediyeler, kent lokantalarıyla, anne kartlarla, sosyal desteklerle, vatandaşın yanında olmaya devam ediyorlar. Emekli evleri açmaya devam ediyoruz. Ben daha bundan iki gün önce, 23 Nisan günü, Beyoğlu'nda bir muhtarlık hizmet binası ve bir park açılışına katıldım. Buna rağmen vatandaşa hizmet etmeye Cumhuriyet Halk Partili belediyeler devam ediyor.
Peki, tekrar eee Turfa gelecek olursak, her an her şey olabilir mi diyorsunuz hala? Türkiye'de her an her şey olabilir. Ne sizin, ne benim, ne 86 milyon yurttaşımızın hiçbir şeyi güvence altında değil. Hiçbir şeyi. Ne diplomalarımız güvence altında, ne tapularımız, ne mal varlığımız. Bakın, ne mal varlığımız güvence altında ve o kadar kirli bir şey ki. O kadar kirli bir şey ki bir örnek daha vereyim. Ankara'ya ifadeye gittik ya. MASAK raporu yayınlamışlar. Çarşaf çarşaf WhatsApp gruplarında dolaşıyor. Bir arkadaş, şuradaki arkadaşlardan biri niye gitti biliyor musunuz? Emekli ikramiyesi 2023 yılında emekli olmuş. Emekli ikramiyesi banka hesabına yatmış. Efendim, senin hesabına yüklü miktarda para yatmış ve gel ifade ver. Bakın ve çarşaf çarşaf dolaştırıyorlar. O vatandaşın itibarını düşünün. Şimdi Ekrem İmamoğlu'nun diplomasını iptal eden yarın ne yapabilir? Her şeyi yapabilir.
Ha, bunun karşısında bir tedirginlik hissediyor muyuz? Hayır. Bunun karşısında bir tedirginlik hissediyor muyuz? Bir milim geri adım atar mıyız? Hayır, biz zaten demokrasi mücadelesinin bedellerinin çok ağır olduğunu biliyoruz Ruşen Bey. Tarihin her döneminde böyle oldu zaten. Demokrasi mücadelesinin tarihin her döneminde ağır bedelleri vardı. Kolay değil. Bazen insanlar, bu demokrasi mücadelesinin bedellerini canıyla ödediler. Şimdi arkadaşlarımız özgürlükleriyle ödüyor. Dışarıdaki arkadaşlar mücadelesiyle ödüyor. Ödemeye devam edeceğiz. Ama asla umutsuz değiliz. Hiç kimse umutsuzluğa kapılmasın. Bizim bu zorba iktidarın karşısında bir milim geri adım atacak durumumuz yok. Erken seçim sandığını milletin önüne getireceğiz ve bu iktidarı hep birlikte değiştireceğiz.
Şimdi, çarşamba günleri her ilçede bir...?
Erken seçim sandığını milletin önüne getireceğiz ve bu iktidarı hep birlikte değiştireceğiz. Şimdi, çarşamba günleri her ilçede bir miting dediniz. Şişli ve Beylikdüzü'de gördük. Geçen 23 Nisan olduğu için yapılmadı. Bundan sonra yine belediye başkanları... Şişli ve Beylikdüzü de öyleydi. Belediye başkanları cezaevinde olan ilçelerle mi devam edeceksiniz yoksa Yozgat deneyiminden hareketle CHP'nin nispeten daha güçsüz olduğu ilçeleri mi düşünüyorsunuz?
Bir hafta CHP'li belediyeler, bir hafta belediyesi bizde olmayan ilçelerde. Ama bu haftanın şöyle bir özelliği var. Çarşamba günü Sayın Genel Başkanımız İstanbul'a gelecek. Kanal İstanbul güzergahında bir noktada yapacağız bu hafta. Hem Kanal İstanbul'un etrafına, biliyorsunuz. Onu da konuşmak lazım. Biz oraya gittik ve bir basın açıklaması yaptık. Orada şimdi 24.000 konutluk bir projeyi başlattılar, Sazlı Dere Barajı'nın kenarında. Ekrem Başkan'ın bir ifadesi var; "Yokluğumu fırsat bilip Kanal İstanbul etrafındaki güzergahta inşaat yapmaya çalışıyorlar ve Sazlı Dere Barajı'nı yok edecek bir yapılaşmaya gidiliyor orada," diye başlattığı bir kamuoyunun gündemine taşıdığı bir konu.
Biz de genel başkan yardımcılarımızla oraya gittik ve orada bir basın açıklaması yaptık. Bu hafta da genel başkanımızla orada bir saha incelemesi yapacağız. Sazlıdere Barajı'nın kıyısında ve oraya çok yakın bir ilçede bir mitingi gerçekleştireceğiz. Çarşamba akşamı Kanal İstanbul güzergahında Başakşehir olabilir, Arnavutköy olabilir. O Kanal İstanbul'u kapsayan güzergahlardan bir tanesini de yarın ilan etmeyi düşünüyoruz. Mersin mitinginden sonra yerini ve saatini belirleyeceğimiz bir mitingi gerçekleştiriyor olacağız. Hem Kanal İstanbul'la ilgili sürece dikkat çekmiş olacağız hem de...
Peki, bu mitinglerin bir sonu var mı? Bu mitinglerin sonu, İmamoğlu özgürlüğüne kavuşur. Siyasi tutsaklar özgürlüğüne kavuşur. Erken seçim sandığı milletin önüne gelir. Seçim takvimi açıklanır. Sonra bu mitingler seçim mitinglerine dönüşür. Dolayısıyla bu şekilde devam edeceğiz. Mücadeleden bir adım geri durmak yok.
Peki, bu arada diğer hususları da sormak istiyorum.
Çarşamba akşamı Kanal İstanbul güzergahında Başakşehir veya Arnavutköy olabilir. O Kanal İstanbul'u kapsayan güzergahlardan bir tanesini de yarın ilan etmeyi düşünüyoruz. Mersin mitinginden sonra yerini ve saatini belirleyeceğimiz bir miting gerçekleştireceğiz. Hem Kanal İstanbul'la ilgili sürece dikkat çekmiş olacağız hem de bu mitinglerin bir sonu var mı? Bu mitinglerin sonu, İmamoğlu özgürlüğüne kavuşur. Siyasi tutsaklar özgürlüğüne kavuşur. Erken seçim sandığı milletin önüne gelir. Seçim takvimi açıklanır. Sonra bu mitingler seçim mitinglerine dönüşür. Dolayısıyla bu şekilde devam edeceğiz. Mücadeleden bir adım geri durmak yok.
Peki bu arada başka bir hususu da sormak istiyorum. Bir diğer yandan o çözüm süreci, ya da adı her neyse, terörsüz Türkiye projesi. Partiniz buna itiraz etmiyor, değil mi? Barışa kim itiraz edebilir? Siz barışa itiraz eder misiniz? Silahların susmasına hiç kimse itiraz etmez. Tabii ki sürecin ilerleyişine yönelik belli itirazlarımız var. Onu ifade etmek isteriz. Barışa itirazımız yok. Türkiye'nin sorunlarının çözümüne itirazımız yok. Silahların susmasını kesinlikle savunuyoruz. Diyalog kapılarının bu konularda açık olmasını söylüyoruz mutlaka.
Sadece sürecin başlangıcında az sayıda aktörle ve kapalı kapılar arkasından neyin konuşulmadığını, konuşulduğunu bilmediğimiz bir süreç oluşuna yönelik eleştirilerimiz vardı. Bu eleştirilerimizi halen sürdürüyoruz. Türkiye'nin Kürt sorunu başta olmak üzere bütün sorunları, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde konuşulmalı diyoruz. Bizim burada altını çizdiğimiz noktalar, şeffaflık, saydamlık ve katılımcılıktır. Çok sayıda aktörle, aslında toplumun bütününü ilgilendiren bir mesele.
Şimdi Türkiye'nin Kürt sorunu, Devlet Bahçeli'nin sorunu da değil. Türkiye'de sadece Kürtlerin de sorunu değil. Sayın Cumhurbaşkanının sorunu değil. Türkiye'nin sorunu hepimizin sorunu. Türkiye'deki Kürt sorunu aynı zamanda Türklerin sorunu. Aynı zamanda Türkiye'deki Rumların, Ermenilerin, Lazların, Çerkezlerin, herkesin sorunu. Bakalım Lazları söyleyecek misiniz diye bekledim, bir Laz olarak. Çünkü genellikle Lazları atlıyorlar. Evet, evet. Romanların sorunu, Türkiye'de yaşayan 86 milyonun sorunu. Kimin yaşamı etkileniyor? Hepimizin yaşamı etkilenmiyor mu? Uzun yıllardır herkesin yaşamı etkileniyor. Dolayısıyla herkesin içerisinde olduğu bir çözümü savunuyoruz Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde.
Ama gerçek fikrimi söyleyeyim mi Ruşen Bey? Ben mevcut siyasi iktidarın bu sorunu çözebileceğine karşı bir inancı ne yazık ki zayıf görüyorum. Bu sorunu da Cumhuriyet Halk Partisi çözer. Bakın, Türkiye'nin başka sorunlarını çözeceği gibi Türkiye'nin Kürt sorununu da Cumhuriyet Halk Partisi çözebilir.
Ama gerçek fikrimi söyleyeyim mi Ruşen Bey? Ben mevcut siyasi iktidarın bu sorunu çözebileceğine karşı bir inancı, ne yazık ki, zayıf görüyorum. Bu sorunu Cumhuriyet Halk Partisi çözer. Bakın, Türkiye'nin başka sorunlarını çözeceği gibi, Türkiye'nin Kürt sorununu da Cumhuriyet Halk Partisi çözer. Çünkü ben mevcut siyasi iktidarın bu konuda samimi olduğunu düşünmüyorum. Çözüm konusunda samimi olduğunu düşünmüyorum. Çünkü bu çözümü kendi çıkarlarına uygun biçimde kullanma potansiyeli olduğunu görüyorum ve samimi olmadığını düşünüyorum.
Ama bu düşünceyle beraber, mutlaka çözümden yana olduğumuzu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde çözümün adresi olarak gösterdiğimizi ifade etmek istiyorum. Evet, toplayalım. Atladığımız bir şey kaldı mı? Her şeyi konuştuk sanki. Biraz depremle ilgili duygularımı ifade etmek isterim. Ben Şener Üşümez soyuyum. Olmayacakmış, bu bir daha. Olmayacakmış. Buyurun.
Teşekkür, umuyoruz tabii bizi depremle ilgili mutlu eden şey şuydu; can kaybının yaşanmadığı bir deprem gerçekleşti. 6.2 şiddetinde bir depremi yaşadı İstanbul. Bu depremi bir uyarı olarak görmek lazım. Çok ciddi bir ikaz olarak görmek lazım. Ve bugüne kadar yapmadığımız bir şeyi yapmak lazım. Bugüne kadar ne yapmadık mesela? Şimdi, depremin bir kere siyaset üstü bir mesele olduğunu herkes konuşuyor. Bazı meseleler siyaset üstüdür diyor ama aslında birçok kurum buna uygun davranmıyor.
Nasıl çözülür İstanbul'un ve Türkiye'nin deprem sorunu? Özellikle İstanbul başta olmak üzere, devletin bütün kurumlarının tam anlamıyla eş güdümlü bir seferberlik ilan etmesi gerekir. Yani İstanbul'un deprem sorunu, merkezi iktidar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri, vatandaşın katılımı, finans kuruluşlarının katılımı ve şirketlerin, firmaların katılımıyla topyekün bir seferberliğin başlatılması gerekir. Bu topyekün seferberlik ruhunu biz taşıyoruz ama bu ruhun taşınmadığını görüyoruz.
Nedir bir eleştirim? Birincisi, bu siyaset üstü bir mesele. Bunun üzerinden siyaset devşirmek gibi bir derdim yok. Ama Sayın Cumhurbaşkanı İstanbul'a geldi. AFAD'ta bir toplantı gerçekleştirdi. Büyükşehir Belediye Başkanı, Silivri zindanında başkan vekili nerede? O da yok o toplantıda. Çağırmadılar. Çağırmadılar, maalesef. Ve Nuri Aslan, o toplantıdan birkaç saat önce AFA...
İstanbul'un ve Türkiye'nin deprem sorununu nasıl çözebiliriz? Özellikle İstanbul, başta olmak üzere, devletin bütün kurumlarının tam anlamıyla eş güdümlü bir seferberlik ilan etmesi gerekir. Yani İstanbul'un deprem sorunu, merkezi iktidar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, ilçe belediyeleri, vatandaşların katılımı, finans kuruluşlarının katılımı ve şirketlerin, firmaların katılımıyla topyekün bir seferberliğin başlatılması gerekir. Bu topyekün seferberlik ruhunu biz taşıyoruz ama bu ruhun taşınmadığını görüyoruz.
Bir eleştirimi dile getireyim; birincisi, bu siyaset üstü bir mesele. Bunun üzerinden siyaset devşirmek gibi bir derdim yok. Ancak Sayın Cumhurbaşkanı İstanbul'a geldi ve AFAD'ta bir toplantı gerçekleştirdi. Büyükşehir Belediye Başkanı Silivri zindanında; Başkan vekili nerede? O da yok o toplantıda. Çağırmadılar, maalesef. Nuri Aslan, o toplantıdan birkaç saat önce AFAD'taydı. Kendisi gitti. Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekili ama davet etmediler toplantıya.
İkincisi, büyük bir seferberlikle bu süreç yürütülmeli. Üçüncüsü, deprem toplanma alanları ile ilgili çok ciddi bir sorunumuz var. Türkiye'de 470 deprem toplanma alanı vardı, şimdi sadece 77 tane kaldı. Yani, 77 tane kaldı. Ne yapıldı bu deprem toplanma alanlarına? AVM'ler yapıldı. Rezidanslar yapıldı. Dolayısıyla çok ciddi bir planlamaya ihtiyaç var. Topyekün bir seferberliğe ihtiyaç var.
İstanbul'un kentsel dönüşümünün, bir kentsel dönüşüm modelinin rantsal değil, kentsel dönüşüm boyutuyla ele alınmasına ihtiyaç var. Buradan daha uzun konuşabiliriz. Depremle ilgili çok ciddi bir hazırlığım var ama çok detaylı girmek istemiyorum. İsimlerin hemen hemen hepsi cezaevinde.
Buğra Gökçe, Tayfun Kar... Bir şey söyleyeyim mi? Belki siz sorarsınız diye böyle, ya depremle ilgili birkaç kişiyi arayıp onların fikirlerini de alayım dedim. Ruşen Bey sorar diye düşündüm. İlk önce aklıma gelen isimlerden biri Tayfun Kahraman'dı; o da cezaevinde. Şehir plancısı Mehmet Murat Çalı'yı arıyordum; cezaevinde. Şehir plancısı Emrah Şahan'ı arıyordum; o da cezaevinde. İstanbul Planlama Ajansı'nın başındaki Buğra Gökçe'yi arıyordum; o da cezaevinde. Başkanım, depremle ilgili bir şey sorulursa ne söyleyeyim, dedim.
Dolayısıyla tabii ki yine buraya gelmeden önce birkaç arkadaşla bu deprem konusuyla ilgili sohbet yaptım ama bu da işin acı yönü. İstanbul'un şehir plancıları, İstanbul'un muhafızları cezaevinde ve ne yazık ki bunun üzerinden siyaset yapılıyor. "Vay efendim, kent lokantaları kapalıydı," gibi sosyal medya üzerinden bir algı yönetiliyor.
Şunu açıklayayım: Bütün bel turları İstanbul'da açıktı. İki, sosyal tesislerin hepsi açık durumda. Hatta ben telefon açtım ve şunu söyledim: Nuri Aslan'la, başkan vekiliyle, telefonla konuştum. Başkanım, ne durumdayız? Hangi alanlar...
Dolayısıyla, buraya gelmeden önce birkaç arkadaşla bu deprem konusuyla ilgili sohbet yaptım, ama bu da işin acı yönü. İstanbul'un şehir plancıları, İstanbul'un muhafızları cezaevinde ve ne yazık ki bunun üzerinden siyaset yapılıyor. Vay efendim, kent lokantaları kapalıydı gibi sosyal medya üzerinden bir algı yönetiliyor. Şunu açıklayayım: Bütün belturlar İstanbul'da açıktı. Sosyal tesislerin hepsi açıktı. Hatta ben telefon açtım ve şunu söyledim; Nuri Aslan ile başkan vekili olarak telefonla konuştum. "Başkanım, ne durumdayız? Hangi alanlar açık durumda?" dedim. Birkaç nokta söyledim; "Şuraları da açarsan çok iyi olur." Üniversite öğrencilerini de oraya yönlendirmek lazım, bazı öğrencilerin yurtlarında problemler var. Dolayısıyla oraya yönlendirmek lazım.
Bütün sosyal tesisler, İSPARK'lar, bütün beldeler ve İBB'nin kent ormanları, tüm alanlar kullanıma açıktı. Kent lokantaları üzerinden bir algı yönetimi yürüttüler. Bütün ilçe belediyelerimiz entegre bir biçimde, tüm meydanlarda çay ve sıcak çorba hazırlıkları yapmıştı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Vekilimiz Nuri Aslan, sürekli olarak AKOM'da genel sekreter ve genel sekreter yardımcılarıyla çok ciddi bir süreç yürüttü. İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 6.2'lik depremde iyi bir sınav verdi. Vatandaşların ikramları konusunda ve dışarıda kalanların barınma alanları konusunda önemli bir süreç yürüttü. Ancak deprem toplanma alanları konusunda ciddi sorunlarımız var ve güçlü bir seferberlik ilan etmeliyiz. Rantsal dönüşüm değil, kentsel dönüşüm mantığı içerisinde devletin tüm kurumları eş güdümlü bir biçimde bu 6.2'lik büyük ikazı, büyük uyarıyı dikkate almalı ve bir an önce seferberlik İstanbul'da başlamalı.
Çok teşekkürler, Özgür Bey. Sağ olun. Bayağı yoğun bir yayın oldu; her şeyden konuştuk. Tabii ki konuşulmadık bir takım şeyler kalmıştır ama izleyicilerimiz de kusura bakmasın. Çok yoruldunuz bu süreçte. Bakalım nereye doğrayacak. Biz de sizin kadar olmasa da takip ederken yorulduk. Siz orada kim bilir neler yaşadınız. Allah kolaylık versin diyorum. Çok teşekkürler.
Kararlılıkla mücadelemizi sürdüreceğiz. Bütün amacımız, demokratik bir Türkiye; herkesin refah, barış ve huzur içerisinde yaşayacağı, toplumsal barışın sağlandığı bir Türkiye. Bunun için de durmaksızın mücadeleyi sürdüreceğiz. Teşekkürler.
Evet, Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik konuğumuzdu. Kendisiyle her şeyi konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler.
Çok teşekkürler, Özgür Bey. Sağ olun. Bayağı yoğun bir yayın oldu. Her şeyden konuştuk. Tabii, konuşulmadık bir takım şeyler kalmıştır ama izleyicilerimiz de kusura bakmasın. Çok yoruldunuz bu süreçte. Bakalım nereye doğrayacak. Biz de sizin kadar olmasa da takip ederken yorulduk. Siz orada kim bilir neler yaşadınız. Allah kolaylık versin diyorum.
Kararlılıkla mücadelemizi sürdüreceğiz. Bütün amacımız, demokratik bir Türkiye; herkesin refah, barış ve huzur içerisinde yaşayacağı, toplumsal barışın sağlanmış olduğu bir Türkiye. Bunun için de durdurak bilmeden mücadeleyi sürdüreceğiz.
Teşekkürler. Evet, Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik konuğumuzdu. Kendisiyle her şeyi konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.