Merhaba Ufuk. Merhaba Deniz. Merhaba Bilgi. Bilgi hocam, çok güzel görünüyorsunuz. Ortam yine efsane.
Evet Ufuk, baharı kullanmak lazım. Bahardan faydalanmak lazım. Ufuk beni eziyor yine. Biz de kütüphanenin önündeyiz, yani ne olmuş hocam? Size mesaj veriyorum. Okumak güzeldir.
Deniz ya... Hayır Ninge, sen Apolloncu. Ben Diyanisosçu. Ben doğanın içindeyim, doğayla bir oluyorum. Evet, ben bir diyorum. Ben bil diyorum, sanatlar insanısın.
Evet. Ben unuttum. Öncelikle şimdi ben de ikinize çamur atacağım. Burada Ufuk bir hinlik yapıyor. Biz de gidelim. Biz niye gidip orada hepimiz birlikte çekim yapmıyoruz demeye getiriyor. Burada böyle bir şey var. Evet, gelecektiniz aslında. E ikincisi de sana sataşacağım. Hazır mısın? Eleştiriye açık mısın?
Açığım tabii ki ya. Ne demek? Yani arkandaki manzara biraz şey görünüyor. Tembellik edip o otları falan temizlemediniz mi? Bağların arası biraz otlu falan görünü.
Ha bağdan diyorsun. Evet. Yani sanki biraz tembellik etmişsin gibi. Tembellik bazen, sakinlik. Tembellik iyidir ya, doğanın sesini dinlemek lazım. Ondandır. Tam tam Dionisos gibi konuş, Bilge. Tam Dionisos gibi konuş.
Evet, tabii konseptimiz var. Unut gitsin diyorsun. Hayır, bağ neden otun içinde? Hatta ara ara gelirler, heyecanla bana şey derler: "Ya bağ, hiç bakmamışsınız, ne halde!" derler. Ot bürümüş her tarafı. Hatta bizim birçok çiftçi böyle bir manzarayı sevmezler. Hemen otlardan kurtulalım, bütün enerji asmaya gitsin diye.
Hayır, aslında biz özellikle böyle hiç ot ilacı kullanmadık biz bu bağda. Kullanmayacağız da hiçbir zaman. Hiçbir zaman ağır metal içeren insektisitler yani böcek ilaçları da kullanmadık. Burada bir doğal ortam var ve bu doğal ortamdaki bitkiler, hayvanlar, böcekler, mantarlar, bakteriler birbirini destekliyor. O doğaya çok müdahale etmemek lazım.
Doğanın sesini öyle büyüyüp kuruyor buna. Şimdi regenerative agriculture denilen bir terim kullanılıyor. Yani iyileştirici tarım denilen kavram. Biz bunu uygulamaya çalışıyoruz. O otlar büyüyor aslında. O otların içinde, bahsettiğimiz, hani ilk videoda bahsettiğimiz yabani baklagiller, yabani tahıllar; onların karışımı bir ot ve bunların birçoğu atmosferdeki azotu toprağa geçiriyor. Köklerinde bir nem oluşturup, bir mantar ortamı oluşturuyor yeile. Ve mantar, toprağa dönüştüren, toprağı yenileyen bir unsur.
Bakterileri barındırıyor. Aslında biz her zaman bitkinin topraktan bir şey aldığını, hiçbir şey vermediğini düşünürüz. Hayır. Bitkiler topraktan aldığı kadar %40 besini aslında toprağa yine bitkiler verir. Ve siz o bitkileri öldürdüğünüzde, o dengeyi bozduğunuzda sürekli bir eksiklik ve onu sürekli kimyasal olarak tamamlamak zorunda kalırsınız.
Aslında bunu son yıllardaki tarımsal araştırmalar çok net ortaya koyuyor. Bu haliyle bağcılık, bunun çok güzel sonuçlarını gördüğümüz alanlardan biri ama tarımın genelinde uygulanması gereken bir konu. Sözümü geri alıyorum. Aslında çok güzel bir yerden girdin. Aslında Türkiye'deki sorunlardan biri...
Aslında bunu son yıllardaki tarımsal araştırmalar çok net bir şekilde ortaya koyuyor. Bu haliyle bağcılık, bunun çok güzel sonuçlarını gördüğümüz alanlardan biri ama tarımın genelinde uygulanması gereken bir konu. Sözümü geri alıyorum. Aslında çok güzel bir yerden girdin. Türkiye'deki sorunlardan biri de bu; Avrupa kapılarından geri dönen ürünlerimiz, aslında biraz da bilinçsiz tarımdan kaynaklanıyor.
Tamam, bir darbe yemiş gibi oldum yani. Cahilliğimizi yüzümüze vurdun. Yok, estağfurullah. Hayır, hocam bu şey mi oluyor, şu anda herkesin dilinden düşmeyen, aslında sizin yaptığınız %100 organik tarımın sanırım gerçekleşmiş hali. Organik tarım tabiri güzel ama bilmiyorum, onda da sıkıntılar var. Yani organik sertifikasını almak, birçok kural ve birçok şey var; tam aslında duruma uygun değil. Ama rejeneratif tarım, yani iyileştirici tarım kavramı, bütünsel bir yaklaşım; bana daha hoş geliyor. Tabii ki organik tarım çabaları da çok değerli, onu da yanlış anlamasınlar ama tekrardan toprağa iyi bakmak lazım. Bitkilere de iyi bakmak lazım.
Burada baykuş var. Arada baykuşun ağzından yılan yavrusu düşer yere. O kadar da canlı bir ortam var. Bir tavuk yetiştirmeye çalıştık ama yırtıcı kuşlar civcivleri götürdü. Burası böyle bir çevre; akşamları çakallar geliyor. Hayvanlar, tarımsal denge açısından önemlidir. Başta da mesela baykuşlar sayılır. Bilge bir kuş olarak, hem burada hem Fransa'daki bağımızda, ilk günden beri baykuşlar yuva yaptılar. Bu, tam da ortamın dengeli gittiğini gösteriyor. Biz doğanın üzerinde değiliz; onun bir parçasıyız ve onu dinlersek daha iyi sonuçlar elde edeceğimiz kesin.
İşte bu ortam, bunu gösteriyor. Çok güzel konuştun. Biz Gümüşdağı, 1050 metre yükseklikteki dağ ve Şirince tepesinin arasındaki bir konumdayız. Çağlar boyunca burada çok güzel tarım yapılmış, bağcılık yapılmış. Şu anda da tarım bazlı giden bir yer. Süper. O zaman konuya gireceğim.
Son programımızda, 3. bölümümüzde böyle Lidya yurduna geldik. Sen orada Apollo'yu anlattın, Dionisos'u anlattın. Birisi "bil" diyor, diğeri "unut" diyor, değil mi? Yanlış anlamadım. Özetliyorum yani. Gazeteci. Evet. Birisi kendini kaybet diyor, birisi aklını dinle, birisi de doğayı dinle diyor. Evet. Şimdi işin özeti bu. Oradan, yani Apollon da akılla doğayı algıla diyor. Orada, sen İyonya'ya gidip o bölgede...
Çok güzel konuştun. Biz Gümüşdağı, 1050 metre dağ ve Şirince tepesinin arasındaki bir konumdayız. Çağlar boyunca da burada çok güzel tarım yapılmış, bağcılık yapılmış. Şu anda da tarım bazlı giden bir yer. Süper. Şimdi o zaman konuya gireceğim. Son programımızda, 3. bölümümüzde, Lidya yurduna geldik. Sen orada Apollon'u anlattın, Dionisos'u anlattın. Birisi "bil" diyor, diğeri "unut" diyor, değil mi? Yanlış anlamamışım. Özetliyorum yani.
Gazeteci: Evet. Birisi kendini kaybet, yani birisi aklını dinle, birisi de doğayı dinle diyor.
Evet. Şimdi işin özeti bu. Oradan yani Apollon da akılla doğayı algıla diyor. Orada sen İyonya'ya gidip o bölgede yaşamış, bilgelerden biri olan Solon'un koyduğu yasalardan bahsetmeye başlamıştın. Ben dedim ki, "Bilge, süremiz doldu. Bir dahaki bölümlerde konuşalım bu bilgeleri diye." Yani Solon'da kalmıştık. Solon'un yasa koyuculuğunu anlatıyordun. İstersen oradan devam edelim bugün.
Yani şimdi bu Apollon'la... Evet. Oradan devam edelim. Aslında Apollon ile Dionisos arasında kurduğun bu zıtlıkların birliği ile Solon'u nasıl bağladın, neden bağladın? Onunla başla istersen.
Tamam, oradan başlayalım. Aslında ikisini aynı dönemde... Bir de bir soru daha soracağım. Özür diliyorum; insanın bozulmasın. Kesintisiz anlat. Bir de Solon, oradaki o yedi bilgeden biri. Yanlış bilmiyorum, değil mi?
Evet. Evet, yedi bilgeden birisi. Diğerlerini de say istersen. Sen neden isim olarak onları seçtiğini de anlat.
Tabii, tabii. Onları da anlatalım. Önce nereden... eee bu genel bilgi, ondan sonra da Solon'a geçelim.
Tamam. Geçen bölümde aslında Dionisos ve Apollo zıtlığının Solon ile bağladığımız yanı şeydi. Aslında Dionisos'un, Apollon ile birlikte o birleşim ile birlikte oluşan trajedi ve Yunan halkı arasında popülerleşen Dionisos tanrı kültünün, aynı yasa yapıcı olarak Solon'un seçilip, Solon yasaları ile tarihsel olarak üst üste binmesi.
Burada ticaret, artı değerlerin saklanması ve toplumsal eşitsizliğin artışıyla birlikte hem yasa yapıcı olarak Solon'un davet edilmesi, hem de "Hepiniz ne olursanız olun gelin" gibi Mevlana'daki gibi, sınıfsal katmanları ortadan kaldıran ve köleyi, kadını, herkesi doğuştan gelen aristokrasiyi reddeden bir Solon kavramıyla bir araya getirilişi, Dionisos'taki tam füzyonu ortaya koyuyor.
Yani bu haliyle aynı zamanda toplum, ikisine de ihtiyaç duymuş. Hem Solon'un yasa yapmasına, hem de Dionisos'un o toplumsal katmanları ortadan kaldıran şenliklerine aynı zamanda ihtiyaç duymuş.
Solon tarih boyunca yedi bilgelerden biri olarak kabul edilmiştir. Yedi bilgeler kavramı aslında dört tanesi değişmez bilgeler. Yani bunlar:
Birincisi, Thales, Miletli; ikincisi, Bias, Prieneli; üçüncüsü...
Bu haliyle, aynı zamanda toplum ikisine de ihtiyaç duymuştur; hem Solon'un yasa yapmasına, hem de Dionisos'un o toplumsal katmanları ortadan kaldıran şenliklerine ihtiyaç duymuştur. Solon, tarih boyunca yedi bilgelerden biri olarak kabul edilmiştir. Yedi bilgeler kavramı, aslında dört tanesi değişmez bilgelerden oluşmaktadır. Bunlar, yedi bilgelerin birincisi Thales (Didimli), ikincisi Bias (Prieneli), üçüncüsü Solon (Atina) ve dördüncüsü de Sparta'dan Bilge Kilon'dur.
Bunun dışında, farklı isimler arasında Diogenes Laertius'un kitabından yani milattan sonra 200'lerde yaşamış bir Yunan yazar ve filozofun eserinden bahsediyoruz. O, 17 tanesi içinde 3 tanesini seçerek farklı isimleri göstermektedir. Ancak benim en sevdiklerimden biri, Urla'dan Anaksorastır. "No" kavramını ortaya atan bir ruh, ama maddeden oluşur diyen bir düşünürdür. Düşüncesinden dolayı ilk kez yargılanıp Atina'da sürgün edilmiş ve Lapseki'ye sürülerek orada felsefe okulu açılmıştır. Orada da vefat etmiştir.
Onun dışında, yine Sparta'dan Lasos, Ümidilli adasından Takos gibi isimler de bulunmaktadır. Bu bölgede yaşayıp eser vermiş olan bu filozofların, bilimin kurucuları olması dolayısıyla, bu kurduğum işletmeye "Yedi Bilgeler" adını vermemin en baştaki sebebi budur. Mesela, doktoralarda iki tür doktor vardır: "Physician" ve "medical doctor." "Ph" diye ifade edilen bu kavram, aslında bilimlerin eskiden tek parça olduğu anlamını taşır. Yani felsefenin altındaydı. Bu yüzden, hala bilim dallarında, sosyal ve fizik alanlarında verilen doktoranın amblemi "Ph" harfleriyle ifade edilir.
"Physician" terimi, felsefeden gelir ve çatı bir bilimdi; yani dünyayı algılama yöntemiydi. Ve bu insanlar, yedi bilgeler kapsamında filozofların hayatına dair öyküyü Laertikos'ta görüyoruz. Ama normalde bilimin de kurucuları, bir şekilde doğayı bilimle algılama adına ilk nüveleri atmış insanlardır.
İlk videodan beri sizinle bahsettiğimiz kodlu kültürün katman katman üst üste binerek gitmesi, süreklilik, istikrar ve üst üste binmeler, bilimin de doğasında vardır. Anadolu, çok farklı bir coğrafyadır. Dünyada göç alıp göç vermeyen çok az coğrafyadan biridir. Anadolu, sadece 1924'teki mübadelede büyük bir göç vermiş ve göç almıştır. Onun dışında Anadolu'ya gelen herkes burada kalmıştır.
Bu coğrafyada, bilginin ve bilgeliğin damarlarının devam ettiğine dair bir düşünce içindeyiz.
İlk videodan beri sizinle bahsettiğimiz kodlu kültürün katman katman üst üste binerek gitmesi, süreklilik, istikrar ve üst üste binmeler gibi bilimde de öyle. Anadolu çok farklı bir coğrafya. Dünyada göç alıp göç vermeyen çok az coğrafyadan biri. Bu Anadolu sadece 1924'teki mübadelede büyük bir göç verdi ve göç aldı. Onun dışında Anadolu'ya gelen herkes burada kaldı. Ve biz yine bu coğrafyada şeyi görüyoruz; bu bilginin, bu bilgeliğin bir şekilde damarların devam ettiğini düşünüyoruz. O yüzden o topraklarda yaşamış yeni bilgeler bizim hemşehrimiz ve biz onların mirasçısıyız. Onlarla biriz hatta.
Onun için altını çizmek istediğim olgulardan biri bu. Bunu hiç unutmamamız lazım. O bilgi bir yere kaybolmadı. Hâlâ çocuklarına Eflatun'un adını veren bir topluluk var. Yani Platon'un adını hâlâ yaşatan bir Anadolu halkı var. Bunu hiç unutmamak lazım. Hatta biraz önce Mevlana'dan bahsettik. Yunus Emre'den bahsettik. Bunların hepsi aslında Sokrat sonrası okullardan gelen bilginin aktarımıydı ve biz onu Mevlana'da, Hacı Ram Veli'de ve Yunus Emre'de görüyoruz. Bugün hâlâ bu topraklarda, bu kadar zorluğa rağmen, hiçbir zaman ırkçı, ayrımcı olmayan bir halktan bahsediyoruz.
Yani bu Anadolu halkının bir feraseti var ve bilgeliği var. Ben bunu buna bağlıyorum ve bunun altını çizmek istediğim için "Yi Bilgeler" ismini koydum. Onlardan biri, başta gelenlerden biri Solon. Solon özel bir yere sahip aslında. Bilim dedik, felsefe dedik. Aslında o toplumun en zor zamanında topluma yasa yaparak katkıda bulunmuş. Tabii bunun için doğadaki gözlemlerini kullanmış, tecrübelerini kullanmış, ilişkilerini kullanmış kişilerden biri. Solon ne zaman yaşamış? 630'larda doğduğunu düşündüğüm milattan önce. Ve Yi Bilgeler'den bahsettiğimiz Tales, Bias, Kilon bunlar hepsi aynı çağın insanları. Hatta daha sonra bahsedeceğim Tales'in Solon'a da bir mektubu var. Yani birbirleriyle kontak halindeler, aynı coğrafyada.
Şimdi bir soru sorabilir miyim? Yani yasa koyucu olmak için bir yerden o gücü almak gerekiyor. Onun için hani ne zaman yaşadığını da anlat ve o gücü de kimden aldığını, nasıl aldığını; yani doğrudan halk mı verdi, yoksa o dönemki yöneticiler mi böyle bir görev verdi? O detaylara da girersen sonra da koddan bahsedeceğiz.
Tabii, tabii onlardan bahsedelim. Şimdi aslında, evet, nasıl bu noktaya geldi? Halk nasıl onu yasa yapıcı olarak davet etti? Bu da güzel bir soru. Evet, biz hep bir kişinin çevresinde dolaşıyoruz ama o toplum onu talep etmiş ve o olgunluğa erişmiş. Aslında Solon...
Solon ne zaman yaşamış? 630'larda doğduğuna inanıyorum, milattan önce. O dönemin bilgeleri; bahsettiğimiz Tales, Bias, Kilon, bunlar hepsi aynı çağın insanları. Hatta daha sonra bahsedeceğim Tales’in Solon’a da bir mektubu var. Yani birbirleriyle kontak halindeler, aynı coğrafyada.
Şimdi bir soru sorabilir miyim, bilgi? Yani şimdi yasa koyucu olmak için bir yerden o gücü almak gerekiyor. Bunun için, ne zaman yaşadığını da anlat, o gücü kimden aldığını, nasıl aldığını; doğrudan halk mı verdi yoksa o dönemdeki yöneticiler mi böyle bir görev verdi? O detaylara da girersen, sonra da kodan bahsedeceğiz.
Tabii, tabii, onlardan bahsedelim. Şimdi aslında, evet, nasıl bu noktaya geldi? Halk nasıl onu yasa yapıcı olarak davet etti? Bu da güzel bir soru. Evet, biz hep bir kişinin çevresinde dolaşıyoruz ama o toplum onu talep etmiş ve o olgunluğa erişmiş.
Aslında Solon, Atina toplumunda yaşayan Kadrosoğulları sülalesinden gelen, yani daha asil aristokrasi kısmından gelen bir kişi. Hatta Peisistratos, sonra bahsedeceğim, tiran olarak seçilen kendi akrabalarından biridir. Kendi yasalarını ortadan kaldırıp tiranlığını ilan eden kişi de onun kuzenidir ve soylu bir aileden geliyor. Ancak aslında zengin birisi değil; ticaret yapıyor. Önce zeytinyağı ticareti yapıyor. Bütün Ege'de dolaşıyor. Seyahati her zaman seviyor ve öğrenmeyi de çok seviyor.
Mesela yaşlılığında da her gün bir şey öğreniyorum diyor ve genç kalmak için bilgiyi toplamak gerekir diyor. En çok sevdiğim sözlerinden biridir ve ben bunu, zaman algısıyla genç kalmak ve yaşam hakkında bir şey olarak da algılıyorum. Bir de “Hayat ne uzun ne kısadır,” diyor. Buradaki zaman algısını da sorgulamış Solon, bu seyahatlerinde. Zaman, normalde bizim uzayda iki cismin üst üste binmemesini sağlayan şeye zaman diyoruz. O yüzden zaman diye GPS'te zamansal olarak kodluyoruz ya.
Normalde hayatta da yaşadığınız tecrübeler birbirinden farklıysa zaman algınız genişler. Ama her gün aynı şeyi yaşıyorsanız, değişme yoksa, standartlaşma varsa, nötrse, zaman algınız daralır ve hayat kısalır. Genişletmek için bilgi akışı gerekir, tecrübe gerekir, deneyim gerekir.
Hatta biz bunu şu anda da nörofizyolojik bulgulardan da görüyoruz. Alzheimer için en iyi şeyin koklamak, seyahat etmek, duymak ve yeni tecrübeler edinmek olduğunu biliyoruz. Bu, yaşamın algısını ve zamansal algıyı da genişleten bir şeydir. Hafıza, sizin varlığınızı genişleten bir şeydir.
Solon, bu haliyle tecrübesini doğayla bir olmaktan, biraz da önce zaman algısını doğaya bağladığım gibi, bağda hiçbir şeyin aynı olmadığını, sürekli değiştiğini vurguluyor. Yine Herakleitos'taki değişim olgusu gibi, Nietzsche’nin çok üstünde durduğu olgu gibi; aynı nehirde iki kez yıkanmaz. Çünkü bağın hiçbir yılı birbirinin aynı değil. İklim ve yağış ritmi değişir, güneş ritmi değişir. Bitkinin yaşı aynı değildir.
Solon, bu haliyle tecrübesini biraz da doğayla bir olmaktan önce zamansal algısını doğaya da bağlayalım. Bağda hiçbir şey aynı değildir; sürekli değişir. Yine Herakleitos'taki değişim olgusu gibi, Nietzsche'nin çok üstünde durduğu olgu gibi, "Aynı nehirde iki kez yıkanamazsınız" der. Çünkü bağın hiçbir yılı birbirinin aynı değildir. İklim ve yağış ritmi değişir, güneş ritmi değişir. Bitkinin yaşı aynı değildir. Siz aynı değilsinizdir, bakan aynı değildir. Her şey değişir ve o dinamizmi doğada görürsünüz. Şehirlerde binalarla birlikte her şey standartlaştırılır ama doğada hiçbir şey standart değildir.
Hatta orada der ya, bir şeyi siz isimlendirerek sabitleştirdiğinizi sanıyorsunuz ama bu, sizin uzağı görememenizle ilgilidir. Çünkü her şey hızla değişir. Aynı nehirde iki kere yıkanamazsınız. Solon, 594'te bir başargıç olarak seçilir. Bu kadar tecrübelerinden sonra başargıç olarak seçilmektedir. Ama ondan öncesinde de Solon'un marifetlerinden biri, Atina ile Megarlılar arasında Salamis Adası ile ilgili savaştır. Solon, Salamis'te doğmuştur ve Salamis'i çok sever.
Artık Atinalılar, Megaralılara ciddi şekilde sürekli yenilmektedir. Bir süre sonra Megara ile savaşın lafının bile edilmesini istemezler ve buna ölüm cezası vereceğiz diye yasa çıkarırlar. Ama Solon, bir akıllılıkla, kurnazlıkla bunu da aşmaya çalışır; bir gün çiçeklerden yapılmış bir taçla Agora'ya girer ve Salamis ile ilgili şiirler okur. O şiirlerle Atinalılar tekrar motive olurlar ve tekrar Megaralılarla Salamis için mücadeleye girerler ve Salamis'i kurtarırlar. Hem Solon mutludur hem de halkın Solon'a olan güveni iyice artmıştır ve onu başyargıç olarak başa getirirler.
Başargıç olarak geldiğinde, aslında ihtiyaç duyulan şey Solon’daki gibi bir adalet algısıdır. Çünkü toplum artık yenidir; hani karanlık çağlar demiştik. Sonra 776, mesela ilk olimpiyatların zamanından beri yazıp çizmeye başlayan Yunan toplumu ticareti de çok aktif hale getiriyor. Ticarette artı değeri satarak onu bir şekilde saklıyor ama var olanını paylaşmıyor; bu, aristokrasinin elinde toprakların birikmesine ve köylünün köleleşmesine yol açıyor.
Drakon, 620'lerde yasa çıkaran ilk aristokratlardan biridir; Yunan yasaları açısından Drakon, Solon'un başlangıcından 24 yıl öncesinde yasalar çıkarmıştır. Drakon, aristokrasinin ayrıcalıklarını destekleyen bir yasa çıkartıyor. Solon, yasa yapıcı olarak çağrıldığında Drakon'un ayrıcalıklarını destekleyen bir ortamla karşılaşır.
776'dan, yani ilk olimpiyatların zamanından beri, yazıp çizmeye başlayan Yunan toplumu ticareti de çok aktif hale getiriyor. Ticarette artı değeri satarak, onu bir şekilde saklıyor; ancak var olanı paylaşmıyor. Bu durum aristokrasinin elinde toprakların birikmesine ve köylünün köleleşmesine yol açıyor. Drakon, 620'lerde yasa çıkaran ilk aristokratlardan biridir; Yunan yasaları açısından Drakon, 24 yıl öncesi Solon'un başlangıç olarak seçilmesinden önce yasalar oluşturan bir figürdür. Drakon, aristokrasinin ayrıcalıklarını destekleyen yasalar çıkarır.
Solon yasa yapıcı olarak çağrıldığında, Drakon'un ayrıcalıkları destekleyen yasalarını değiştirip, özellikle borçlara karşı kölelik kavramını ortadan kaldırır. Çünkü bu durum giderek toplumun barışını bozan bir hal almıştı. Aristokrasi gittikçe güçleniyor ve halk topraklarını kaybedip köleleşiyordu. Hem köleliği kaldırdı hem de aristokrasinin elindeki bazı toprakları köylüye geri verdi. Bu haliyle, tam da toplum barışını sağlamak için bunları düzenlemişti; ticareti de düzenleyebilmek için.
Peki, bu o kadar kolay mı? Eğer toplumun iradesi varsa kolaydır. Aslında Solon, bir Giritli filozof arkadaşına mektubunda, "Biz yasa yapıcılar, filozoflar ve tanrılar. Eğer iyi yöneticiler varsa işe yararız. Yoksa hiçbir işe yaramayız," der. Eğer toplumun iradesi varsa ve yöneticiler bunu uygulayacaksa, yasalar çok işe yarar ve yasa yapımı da oldukça etkili olur. Filozofun, bir önceki videoda da demiştik ya, başkasının adına konuşamazsınız; sadece Fuko'nun lafı, onlara alet kutusu hazırlayabilirsiniz.
Solon'un yaptığı, aslında iradenin toplumun iradesi sayesinde bir alet kutusu hazırlamaktır. Aynı zamanda toplum, hem yöneticilerden hem de vatandaşlardan oluşan bir kavramdır. O yüzden de bu mümkün olabilir. Yoksa teorinin çok bir işe yarayacağı mümkün değildir. Yani buna bir talep oluşması lazım ve birinin hakkının bittiği yerde diğerininki başlar mantığıyla hazırlanmış bir düzen ile birlikte yaşamın biraz da örgüsünü kurmuşlardır.
Yunan toplumu, ondan önce birçok badire atlatmış bir toplummuş; aslında olaya yeni başlamış bir toplum değil. Farklı katmanlardan gelmiş; bu yüzden bu tür bir şeyi talep etmiş ve söyleneni algılayabilmişler. O yüzden hiçbir şey birdenbire olmamıştır. Solon'un koyduğu yasalar, bugüne kadar taşınmış bilinen kurallardır; aslında aktif olarak her zaman var olmuştur. Bu mücadele her zaman var olmuştur ve gidiş gelişler yaşanmıştır.
Hatta Solon, yasayı yaparken Pesratos'un, yani kendi kuzeninin, tiran olarak başa geçme ihtimali olduğunu biliyordu. Kendi ailesinden geliyordu.
O yüzden bu tür bir şeyi talep etmiş ve söyleneni algılayabilmiş. O yüzden hiçbir şey birdenbire olmamış. Sol örnek verebilir misin Bilge? Yani, Solon'un koyduğu yer etmiştir. Bugüne kadar, işte taşınmış bilinen o kurallardan, yasalardan aslında aktif olarak her zaman var. Bu mücadele her zaman var. Gidiş-gelişler var. Hatta Solon şöyle bir şey yapmış: yasayı yaparken, Pesratos'un yani kendi kuzeninin tiran olarak başa geçme ihtimali olduğunu biliyor. Kendi ailesinden geliyor; yine aristokratik bir aileden geliyor ve ciddi bir popülist politikalar uyguluyor. Bir süre sonra, tiran olarak tekrar başa gelebileceğinden şüpheleniyor. Bunu mecliste de söylüyor ve şunu söylüyor: "Ben Atina'yı terk edeceğim. 10 yıl Atina'ya uğramayacağım ama siz de kesinlikle bir tiranı başınıza getirmeyeceksiniz" şartıyla gidiyor.
Ama daha 5 yıl geçmeden, bir tiran tekrar güçleri elinde toplayıp tekrar o yasaların birçoklarını rafa kaldırıyor. Yani Solon bunu yaptığında toplumunda uzun vadeli bir şey yapmış olmuyor ama hiçbir şey anlamına da gelmiyor; çünkü bu tür bir kavram olasılıkları barındırıyor. O olasılığı bir defa buraya koyuyor. Bir olayın, bir olgunun komplikasyonlarını, sonuçlarını bir kere göstermiş oluyor. Bu unutulacak bir şey değil. Toplumlar hiçbir zaman bunu unutmuyor. O yüzden değerli. O yüzden bir çentik atmış oluyor.
Yoksa kendi yaptığı yasalarda yine bir kuzeni tarafından, hatta Solon’a mektubunda, aslında demokrasiden daha iyi olduğunu, kimsenin ileriye gidemeyeceğini ve bunu kontrol edebileceğini, bunun toplum için daha faydalı olduğu gibi savlarla bunu da savunuyor. Ama aslında bu bir tür retorik. Yani daha sonra Aristoteles'te sistematikleşmiş retorik kavramındaki gibi bir şeyi savunuyor. Belirli gerekçeler sunarak ama aslında gerçeği çok yansıtmıyor. Solon, Atina'dan bir daha kendisini tiranlığa ikna etmesinler diye, tekrar tiranlık gelmesin, gücü elinde toplamayayım diye terk eder gider ve Mısır’a doğru yola çıkar. Önce Mısır'daki rahiplerle görüşür.
Bilge, bu yani birkaç örnek istemiştim. Mesela Solon yasası dediğin, o yasalarla ilgili örnek verebilir misin? Hangi yasalardan söz ediyoruz? Öncelikle, mesela kölelik sınıfını kaldırdıktan sonra bütün oy haklarını veriyor. Artı, yönetim kurulunun sorguya çekilebileceği kurullar oluşturuyor. Yani bütün insanlar şikayetlerini belirtip "Neden böyle yaptın?" diyebiliyor. Yunan demokrasisi, doğrudan demokrasi...
Solon, Atina'dan bir daha kendisini tiranlığa ikna etmesinler diye, tekrar tiranlık gelmesin, gücü elinde toplamayayım diye terk eder ve Mısır'a gider. Önce Mısır'daki rahiplerle görüşür. Bilge, bu yani. Birkaç örnek istemiştim. Mesela, Solon yasası dediğin o şeylere örnek verebilir misin? Ne mesela, hangi yasalardan söz ediyoruz?
Öncelikle, mesela kölelik sınıfını kaldırdıktan sonra, bütün oy hakları veriyor. Artı, yönetim kurulunun sorguya çekilebileceği kurullar oluşturuyor. Yani bütün insanlar, şikayetlerini belirtip, "Neden böyle yaptın?" diyebiliyor. Yunan demokrasisi, direkt demokrasi, radikal demokrasiye örnektir. Bir mecliste toplanılır ve tartışılır. Solon bunu tekrar ortaya koyuyor. Normalde bizim bildiğimiz Yunan şehir devletlerindeki demokrasi, radikal demokraside kadınlar ve köleler zaten meclise alınmaz. Bir ekleksiya kısmında belli kişilerin oy hakkı vardır; aristokratik bir grup. Ama Solon bunu ortadan kaldırıp, bütün vatandaşların yönetimi sorgulama hakkı getiriyor. Bu çok radikal bir durum. Yani Yunan toplumu için de radikal olan bu durum, çok uzun süre yaşayamamış. Yine sınıflar oluşmaya başlamış.
Ben şimdi, Türkiye'de böyle radikal bir örgütün kullandığı bir slogan vardı: "Taraf olmayan bertaraf olur." Bunun kökünün Solon'a dayandığına dair bir şey duymuş muydun mesela? Doğru mudur? Yani aslında Aristo, onu atfeder. Solon, belli bir mücadelede, ayaklanmada, bir karşı çıkışta tarafsız kalmayı yasaklar der. Ama aslında tarihsel bulgu olarak bunu çok desteklemiyor. Çünkü Solon'un yasa yapıcı ve o barışı sağlayıcı kısmında bu durum pek uyuşmuyor.
Yani bu haliyle, muhtemelen Solon'a atfedilen bu tarafsızlığı yasaklama kavramı, tarafsızlığı yasaklamak biraz çelişki yaratıyor. Ama "ayaklanma yasası" diye de söylüyorlar, ama bence bu Solon'a ait değil. Sonraki verilerde de bunun Solon'a ait olmadığı, ama Solon'a yakıştırıldığı görülüyor. Çünkü tarih boyunca da belli bu çekişmeler sırasında insanların taraf olması istenmiş. "Büyük yasa yapıcı Solon'a yakışır bu yasa," diye de Solon'a atfedilmiş gibi duruyor.
Parlamentolarda da hep kabul edenler, reddedenler ve çekimser kalanlar olur ya, yani üçüncü bir grup her zaman vardı. Bir güç olduğunu düşünüyorum. O da olguya dahil bir şey; iki yanın yanında o çekimserlik de bir akıldır. Bir tür bilgeliktir aslında. Bazen öyledir; yani bazen onlar ağır basar. O yüzden bunu çok ayrım olarak düşünmem.
Peki, bu toplumsal düzene dair yasalar olabilir mi? Yani ticareti düzenleyen iletişim... Aslında Lidya'da gördük ya, sikkeleri icat eden Kaos yani Lidya'da Solon aslında Atina toplumunda gümüş para bastırıyor.
Parlamentolarda da, her zaman kabul edenler, reddedenler ve çekimser kalanlar olur. Yani üçüncü bir grup hep vardır; bu, bir güç olduğunu düşündüğüm bir olguya dahil bir şeydir. İki yanın yanında çekimserlik de bir akıldır; bir tür bilgeliktir aslında. Bazen bu tür bir çekimserlik ağır basar. O yüzden çok ayrım olarak düşünmemek gerektiğini düşünüyorum.
Peki, bu toplumsal düzene dair yasalar olabilir mi? Yani ticareti düzenleyen iletişim yasaları. Aslında Lidya’da gördük ya, sikkeleri icat eden Kral Kassos, Lidya’da, Solon da aslında Atina toplumunda gümüş para bastırarak ticareti kolaylaştırmıştır. Aynı zamanda, zeytinyağı üreticiliği ticaretinden geliyor Solon. Zeytinyağı ticaretine izin verir ama diğer tarımsal ürünlerin ticaretini yasayla engeller, çünkü kendi toplumunun kendisine yeterliliği için böyle bir yasa çıkartır. Zeytin ağacının kesilmesini ve öldürülmesini yasaklar.
Aslında bizde de zeytin ağacını koruyan yasalar vardı ama son yıllarda çok riayet edilmez hale geldi. İstersen, Ufuk, bize bir jest yapsın. Güncel bir görüntü eklesin buraya; Hatay Samandağ'daki bir zeytin ağacının başına gelenleri gösteren görüntüler. Evet, çok üzücü görüntüler yani. O kepçenin zeytine dokunuşu içimi acıtıyor. Şu anda bulunduğum yerde, karşımda 150-200 yıllık, 300 yıllık Memecik zeytinleri var. Çok güzel yağ verirler, yani hayat doludurlar.
Ve Giritli bir milattan önce 500 yılından bahsediyorsun. Diyorsun ki, adam zeytinyağı ticareti için kurallar koymuş. Zeytinin kesilmesini yasaklamış vesaire. Ve biz milattan sonra 2025 yılındayız ve iş makineleriyle zeytin ağaçları yok ediliyor. Yani ilerledik mi şimdi biz?
Solon yasaları yaparken Atina'da ona çok yardımcı olan efsanevi bir Giritli felsefeci arkadaşı vardır. Epim, bu yardımları karşılığında ne istersin dendiğinde, bir dal zeytin dalı ister. O da, ciritle Atina'nın dostluğunu simgelesin diye der. Sadece bunu ister. Yani o toplumda zeytin bu kadar kutsal bir şeydir. Barış sembolüne dönüşür.
Tabii zeytin barış sembolüdür. Yani o, toplumları bir araya getiren her şeyi yasaklıyor; zeytinyağı ticaretini yasaklamıyor. Zeytinyağı, Akdeniz’de vazgeçilmez unsurlardan biridir. Aynı şekilde şarabın da o tür bir fonksiyonu vardır. Zaten TKTDS tarihçisi der ki; “Yunan'ı barbarın ayıran şey zeytinyağı ve şaraptır” der. Böyle bir önem arz eder. Ama Solon, tarımsal üretimin site için ne kadar vazgeçilmez olduğunu söyler. Hatta bal üretimi ile ilgili yasalar çıkar.
Bir ara, sen kendi memleketimiz Kars'ta bal üretimiyle ilgili çok şey söylemiştin ya...
Ama Solon, kendisi tarımsal üretimin site için ne kadar vazgeçilmez olduğunu söyler. Hatta bal üretimi ile ilgili yasalar çıkar. Bir ara senin kendi memleketin Kars'ta bal üretimiyle ilgili çok şey vardı ya, ön plandaydı. Ve birkaç yıl önce, senin sosyal medyadan bal üretimiyle ilgili bir sıkıntı yaşamıştın ya, onu korumak lazım. Yani gerçekten iyi bal üretmeyi korumak lazım. Solon bununla ilgili yasa çıkartıyor ve diyor ki, “İşte balı böyle üreteceksin, sakın ha başka bir şey yapma.” Diyor ki, toplumun aslında her alanına dokunuyor.
En önemlisi de şey diyor: "Toplumun içindeki bir bireye yapılmış, topluma yapılmış bir suçtur." Aslında benim yine en çok etkilendiğim unsurlardan biri bu. Çünkü aslında ben toplumu bir organizma olarak görürüm. Hani biz deriz ya, insanın canı acıyan yerindedir ya, yani toplumun içindeki birinin yaşadığı sorun aslında bütün toplumun meselesidir. Eğer üstünde durulmazsa, o uğur gibi yayılır. Sıkıntıdır. Yani toplum bir bütündür.
Ve toplumun bütünlüğünü sağlayacak, toplumun sağlığını sağlayacak şeyler neler? Öncelikle bir devlet kavramı. Yani Solon burada yasa yapıcısı olarak bunu temsil ediyor ve burada sağlığı, eğitimi yani sosyal devlet kavramları ortaya çıkıyor. Onun dışında topluma düşen bir konu var: kültür. Yani yüzyıllardır birlikte getirdiği şeylerle o bireye sahip çıkmak, onun sağlığını sağlamak.
Kültür neyle bağlantılı? Kültür, yaşadığınız coğrafyayla, iklimle, doğayla, insanlarla, komşularınızla bağlantılı bir şey. Kültür, yaşayan bir olgu ve evrimsel doğal seleksiyonla da ilerliyor. Biz Anadolu'da hep göç aldı ve göç vermedi dedik. Bir mübadele dedik ama daha sıkıntılı bir durum var son zamanlarda. Biz 1980'lerden beri Türkiye'deki demografik yapının çok değiştiğini görüyoruz. Yani kırsal alanda %70 çocukken, %75-80 köylerde yaşıyordu. Şimdi %80'i şehirlerde yaşıyor. Kendi doğal coğrafyalarından kopup şehre geliyorlar ve orada kendi yüzyıllardır biriktirdikleri kültürel öğelerden kopuyorlar. Bu, onları yozlaştıracak, çürütecek olgulardan biridir. Yalnız hissediyorlar ve şehirler, onları standardize ediyor, nötrleştiriyor.
Ama kültürün değerli kısmı çok benzer, yani 1500 yıl sonra da bu duyguları hepimiz hep birlikte yaşıyoruz.
Kültür neyle bağlantılı? Kültür, yaşadığınız coğrafyayla, iklimle, doğayla, insanlarla, komşularınızla bağlantılı bir şey. Kültür, yaşayan bir olgu ve evrimsel doğal seleksiyonla da ilerliyor. Biz Anadolu'da hep göç aldı ve göç vermedi dedik. Bir mübadele dedik, ama daha sıkıntılı bir durum var son zamanlarda. Biz, 1980'lerden beri Türkiye'deki demografik yapının çok değiştiğini görüyoruz. Yani kırsalda %70 çocukken, %75-80 köylerde yaşardı. Şimdi %80'i şehirlerde yaşıyor. Kendi doğal coğrafyalarından kopup şehre geliyorlar ve orada kendi yüzyıllardır biriktirdikleri kültürel öğelerden kopuyorlar. Bu, onları yozlaştıracak, çürütecek olgulardan biri. Yalnız hissediyorlar ve şehirler onları standardize ediyor, nötrleştiriyor.
Ama kültürün değerli kısmı çok benzer; yani 1500 yıl sonra da bu duyguları hepimiz hep birlikte yaşıyoruz. Bilgi... Evet. Şey, düşünsene mesela, belli yemekler yeni nesilde üretilmez hale geliyor. Ama şey, düşünsene, bizim Kars'ta hangel yapılıyor. Mantı, çok büyük bir emek ama şehre gelen yeni nesil bunu yapmıyor. O günkü coğrafyayla, üretim tarzıyla, üretim ilişkileriyle bugünkü değiştiği için artık yaşamıyor. Ya bunu korumak gerekiyor.
Zamansal algı açısından da, biz mesela Sezen Aksu'nun parçalarıyla bir döneme gideriz, gençliğimizdeki bir döneme ama şehirlerimizle gidemiyoruz. Şehirlerimiz sürekli değişiyor. Bize hafızada görsel nokta oluşturacak imajları kaybediyoruz. Mesela Kars'ta eski Rus binaları, bizi bir şekilde geçmişe götürüyor. Ama yeni binalar ve tabela çöplüğünde hiçbir imaj kalmıyor. Sadece işitsellere kalıyoruz. Normalde, en güçlü, bizi duygularımızı yöneten şey duygularımızdan biri koku. Koku doğadan alınır. Şehirler kokudan uzaklaştırıyor. Bizim hafızamızı besleyecek şeyler beş duyuyla oluşuyor. Maalesef şehirlerin de kokusu var ama bu, çok pozitif bir algı değil yani.
Evet, bazı kokuların pozitif algısı neden? Evrimsel. Bizim ta on binlerce yıldır getirdiğimiz evrimsel birikimle biz, bazı kokuları tanımlıyoruz. Bize hoş veya hoşsuz duygular uyandırıyor. Şehirler o anlamda... Süremiz doldu. Şimdi ama o zaman dolmadan bir Solon'u toparlayayım. O seriye devam edeceğiz.
Evet. Solon'u bir toparlayalım. Toparlayalım. Yok yok, toparla. Bu bölümü salonda bırakalım. Sonra diğer bilgelere de bakarız. Yeni konulara da seyahatlerinden ufakça bahsedeyim. Hatta Mısır'daki rahiplerde kalmıştık ve orada da Atlantis öyküsünü rahiplerden dinleriz. Platon, Solon'a atfeder. Kayıp Kıta Atlantis öyküsü, o öykü Solon'dan gelir ve Mısır'daki öyküsüdür. Sonra Kıbrıs’a geçer. Orada kralın bir şehir yapışında bulunur ve onun şerefine Soloi adını verirler. Aslında onu, Lartios da, Klikya'daki bir şehrin Solon'a atfettiğini söyler. Mersin'in hemen batısındaki bir şehir. Onun dışında Likya'ya gelir. Kasosos'la tam o günün...
Şehirler o anlamda, süremiz doldu. Şimdi, ama dolmadan bir Solon'u toparlayayım. O seriye devam edeceğiz. Evet, Solon'u toparlayalım. Bu bölümü salonda bırakalım. Sonra diğer bilgelere de bakarız. Yeni konulardan, seyahatlerinden ufakça bahsedeyim. Hatta Mısır'daki rahiplerde kalmıştık; orada da Atlantis öyküsünü rahiplerden dinleriz. Platon, bu öyküyü Solon'a atfeder. Kayıp Kıta Atlantis öyküsü, o öykü salondan gelir ve Mısır'daki öyküsüdür.
Sonra Kıbrıs'a geçer. Orada kralın bir şehir yapışında bulunur ve onun şerefine Soloi adını verirler. Aslında, onu Lartios da Klikya'daki bir şehrin Solon'a atfettiğini söyler. Mersin'in hemen batısındaki bir şehir. Bunun dışında Likya'ya gelir. Kasos'la tam o günün büyük devleti ve zenginliğiyle ünlü Kreesos sarayında ağırlanır. Kreesos, ona mutluluk tanımını sorar ve dünyanın en mutlu insanını sorar.
Birinci sırada, Atinalı bir evlat, toplumun sevdiği ve ülkesi için savaşarak ölen bir kişiyi birinci olarak söyler. İkinci olarak da Argoslu iki genci söyler. Anneleri tapınağa gidemez; öküzleri de yoktur. Onları öküzün yerine geçer; annelerini tapınağa götürürler ve orada yorgunlukla uyuya kalır ve bir daha uyanmazlar. En mutlu insanlar bunlardır, der. Ve hayatın size ne tür talihler getireceğini, ne tür olaylar getireceğini bilemezsiniz. Mutluluk, öldüğünüzde belli olur, der Solon.
Onun dışında, Solon bir türlü artık... Yani, onu biraz aç sanki. "Mutluluk, öldüğünüzde belli olur." Yani mutluluk, Tanrı Salon, deyimle, Tanrı size arada mutluluğu verir ve geri çeker. Özet gibi değil mi? Hayatınızın özeti, yani. Evet, hayatınızın özeti, anlamlandırma. Yani iş biterken neydi? Güzel, etik, şerefli bir hayat yaşadınız mı, yaşamadınız mı? Kreesos ki kötü bir hayat yaşamıştır. O, zenginlikten sonra yıkılamayacağını düşündüğü ülkesi... ki sikkeleri icat ettiğinde, ordularına, bir David Krabel’in dediği gibi, paranın icadında askere bir pay vermek anlamındadır. Ama askerleri onu koruyamaz.
Pers kralı Kiros geldi. Ben filozof değilim ama bilge filozof değilim ama şöyle bir yorum yapacağım: Toprağa ne kadar yakınsanız, o kadar mutlusunuzdur. Yani şu anda kesin senin oradaki mutluluğun bitiyor bu haliyle. Serotonin salgısı bakımından söylüyorum. Biz bu plazanın içinde, bu ofis ortamında ne kadar mutsuzsak, sen de orada olup ayakların toprağa basıyor. Arkamda güzel bir bağ var. Bakılı geliyor falan; sen de o kadar mutlusun.
Ben göz doktoru olarak şunu diyorum. Evet, bir ara laf lafı açıyor ama kısaca onu da söyleyeyim. Göz doktoru olarak biz, çocukların gelişimi için günde 2 saat direkt güneş ışığı öneririz. Çok da önemseriz. Ben okullarda hep sorarım öğretmenlere, “Teneffüste çıkarıyor musunuz?” diye. İnsanın fizyolojisi için, göz sağlığı için, bü...
Ben göz doktoru olarak şunu söylemek istiyorum. Bir ara laf lafa açıyor ama kısaca onu da söyleyeyim. Göz doktoru olarak biz, çocukların gelişimi için günde 2 saat direkt gün ışığına maruz kalmalarını öneriyoruz; bunu çok önemsiyoruz. Ben okullarda hep sorarım öğretmenlere, "Teneffüste çıkarıyor musunuz?" diye. İnsanın fizyolojisi için, göz sağlığı için, genel sağlık için dış ortam, direkt güneş ışığı, gün ışığı çok önemli. Biz buradan koptuğumuz anda aslında çok vasat bir hayat yaşamaya başlıyoruz.
Ufuk, sadece güneş değil, bir ufuk. Yani, uzakta bir ufuk çizgisi. Tabii ki ufuk çizgisi dinlendiren bir olgu. Yani, 6 metre ve uzağa baktığımızda gözlerimiz dinlenir, kaslar çalışmaz. Aslında doğanın bir parçası olarak biz varız. Bunun yanı sıra, gastronomiyi de postmodern bir şey olarak adlandırırım; modern sonrası tekrar ilgi duyduğumuz bir şey. Çünkü aslımızda olan bir şey bu. Bu şekilde mutlu oluyoruz. Bir dere kıyısında serilmiş bir beyaz örtünün üstündeki pikniği neden değiştiresin ki? Hiçbir şeye.
Bilgece bak, sonuna doğru açıldın. Bizi felsefeye boğdun boğdun boğdun. Son kısımda renkli konulara girdin. O zaman bıraktığımız yerden bir dahaki bölümde devam edelim. Evet, öyle yapalım. Yoksa bitiremeyeceğiz. Ama Ufuk'un felsefi sorusunu almadık.
Evet. Ha Ufuk, ben bugün felsefi soru sormayacağım. Daha farklı bir soru hazırlamıştım ama isterseniz hemen hızlı şekilde sorabilirim. Hadi bakalım. Hadi Bilge hocama, tabii ki de, yine Dionysos'la bir sofrada oturacak olsaydınız ona ne sormak isterdiniz, ya da bugünkü şaraplardan ne bilgi vermek isterdiniz?
Ha, vallahi şarapları da tattırmak isterdim, nasıl bulduğunu. Ondaki uyandırdığı hisleri sorardım. Bugünün yapılan şaraplarıyla ne hissettiğini sorardım. Nasıl bir enerji verdiğini merak ederdim. Cevap için teşekkür ediyorum, Bilge hocam.
Teşekkür ederim. Ama emin ol, bugün yaptığınız şaraplar o günün şaraplarından daha iyi olduğu için hoşlanabilirlerdi. Yani, daha çok hoşlanabilirlerdi. Daha iyi kavramı belki görecelidir. Yine o günün ruhuyla üretilmiş olan şeyde ona göre bir his veriyor olabilir. Farklı hiçbir şey ikinci kez yaşanmıyor. Karşılaştırılacak olgular da olmayabilir. Aynen dediğin gibi.
Çok teşekkür ediyoruz, Bilge. Ben teşekkür ederim. Önümüzdeki hafta yeni bir bilgeyle, yeni bir coğrafyada buluşmak üzere diyoruz. O zaman bugün onu da söyleyelim; bugün de İzmir'de.
Bilgi Hocama tabii ki de yine Dionysos'la bir sofrada oturacak olsaydınız, ona ne sormak isterdiniz? Ya da bugünkü şaraplardan ne bilgi vermek isterdiniz? Ha, vallahi şarapları da tattırmak isterdim, nasıl bulduğunu. Ondaki uyandırdığı hisleri sorardım. Bugünün yapılan şaraplarıyla ne hissettiğini sorardım. Nasıl bir enerji verdiğini sorardım.
Cevap için teşekkür ediyorum, Bilgi Hocam. Teşekkür ederim. Ama emin ol, bugün yaptığınız şaraplar o günün şaraplarından daha iyi olduğu için hoşlanabilirlerdi. Yani daha çok hoşlanabilirlerdi. Daha iyi kavramı belki görecelidir. Yine o günün ruhuyla üretilmiş şeyde ona göre bir his veriyordur. Farklı hiçbir şey ikinci kez yaşanmıyor ya. Karşılaştırılacak olgular da olmayabilir. Aynen dediğin gibi.
Çok teşekkür ediyoruz, Bilge.
Ben teşekkür ederim. Önümüzdeki hafta yeni bir bilgeyle yeni bir coğrafyada buluşmak üzere diyoruz. O zaman bugün onu da söyleyelim. Bugün de İzmir'den, Selçuk'tan bağlandın. Bağdan bağlandın. Bunu ben her seferde belirteceğim. Çünkü Ordu'da mısın, Türkiye'de misin? İzmir'de misin? Onun ayırdına varmak için.
Evet. Evet. Görüşmek üzere, Bilge. Görüşürüz. İyi günler.
Bilgece Sohbetler'in 4. bölümünü izlediğiniz için teşekkür ederiz. Değerli yorumlarınızı ve beğenilerinizi bekliyoruz.