Nevşin Mengü · 15 Haziran 2025

Yükselen Aslan vs Kağıttan Kaplan: İsrail vs İran çatışmasını bilgi üzerinden okumak... #bunlar

  • 0:02 Şark Ninja Nevşi Mengü ile bunları sunar. Merhabalar, iyi pazarlar. Bu pazar size Orhan hocamla arkamızda görmüş olduğunuz Şark fanlarımızla merhaba diyoruz. Yaz geldi, havalar ısındı. Artık havanın ısınması, böyle Haziran ortalarını falan buluyor ama hazirandan hakikaten Ağustos sonuna kadar da kavuruyor geçiyor yani.

    Şimdi biz sizler için bir tecrübe edelim. Bu, "şarkı feni" dedik; aslında vantilatör diyebiliriz. Birincisi, hafif taşıması çok kolay. İki tur ayağı var. Ben böyle, üzerime hani daha rahat gelsin diye, masanın üstüne koydum. Ama altında bir ayağı da var. Ayağını takarsan, hani ayakta duruyor. Yani her yere koyabiliyorsun. Bence yanında bile taşınabilir; bütün yaz bu masa üzerine konulan özelliği.

    Duyduğunuz gibi, şu anda çalışıyor ama süper sessiz. Bir de kablosuz; yani şarj ediyorsun, fişe takıyorsun. Fişe takılı da kullanabiliyorsun, ama şarj ediyorsun. Şarj ettikten sonra “full force,” yani Allah ne verdiyse açarsan, bayağı üç saat gidiyor. Ben memnun kaldım hocam. Sen memnun kaldın mı?

    Ben çok memnun kaldım çünkü bu harika bir şey. Bak şimdi, bu alet burada, gördüğünüz gibi, çok hafif. Ayaklarını şöyle yapıyorsun, öbür uzun ayağına sokuyorsun ve bu sefer ayaklı bir şey oluyor. Yatak odasına götürüyorum; böylece yatarken de bir fanım olmuş oluyor. Yatarken fanı normalde kullanmam ben çünkü çok ses çıkarıyor. Evet, bunun hakikaten dün böyle çok mutlak bir sessizlikte bile, böyle havada iki titreşim yakalayabildi bence. Pek ses çıkmıyordu. Ses ve maksimumda üç saat, en düşükte tabii gece üstüne. Yani bu arada maksimumunu bilmiyorum; çölde falan kullanırsın, çok güçlü.

    Yatarken bir de plajlara koyacaklarmış bu yaz. Plajlara koy; işte öyle yerde müthiş olur. Ama ben uyurken mesela, 1'de çalışıyor, o 24 saat gidiyormuş falan. O açıdan süper. Pikniğe götür, ne bileyim spora götür, deniz başına götür, havuza götür, öbür odaya götür. Hem sessiz hem de güzel. Bir de tipi güzel. Yani böyle vantilatör, biraz çok hani kaba olmaya müsait bir alet ya.

    Bu şark fan, açıkçası, hava temizleyicide de biraz Star Wars'tan çıkmış gibi. Ben çok sempatik buldum. Tipini memnunum; tasarım her şeydir arkadaşlar. Bunu tasarlayan mühendislere de, o dokunuşlar, işte önemli olan. Tebrik ediyoruz, teşekkür ediyoruz. Her şey ah. Evet, çok güzel.

    Buradan savaşa bağlayalım abiciğim. İnsan içi teknoloji dedin ya, hı hı, kafayı çalıştırma. Biz bunu, bugün konumuz öyle bir şey zaten. Evet, buyurun. Heh, aynen.

    Şimdi tabii ben, anlık takip etmeye çalışıyorum daha çok bu İran, İsrail gelişmelerini. Aslında 7 Ekim'den sonra bu işin buraya geleceği belliydi. Çünkü zaten İsrail, aslında, İsrail açısından da şimdi şöyle görüyor: "Abi, İran rejiminin temel piları ne? İsrail'in ortadan kaldırılması." Biz bunun ayırdında olalım diye düşünüyor adamlar. Ve Hamas'ı da İsrail'in büyük ölçüde aslında, hani, tehdit olarak algılıyorlar.

  • 2:21 Yani böyle vantilatör biraz çok hani kaba olmaya müsait bir alet ya. Hani bu shark fan, açıkçası şeyde de konuştuk ya, hava temizleyicide de biraz Star Wars'tan çıkmış gibi. Ben çok sempatik oldum. Tipini memnunum. Tasarım her şeydir, arkadaşlar. Bunu tasarlayan mühendislere de ve o dokunuşlar ya, işte önemli olan. Tebrik ediyoruz. Teşekkür ediyoruz. Her şey ah.

    Evet, çok güzel. Buradan savaşa bağlayalım, abiciğim. İnsan içi teknoloji dedin ya. Kafayı çalıştırma. Biz bunu ş… bugün konumuz öyle bir şey zaten. Evet, buyurun. Heh, aynen. Vallahi. Şimdi tabii ben şey olarak yani anlık takip etmeye çalışıyorum, daha çok bu İran, İsrail gelişmelerini. Aslında 7 Ekim'den sonra bu işin buraya geleceği belliydi de, çünkü zaten İsrail, yani aslında İsrail açısından da şimdi İsrail şöyle görüyor: Abi İran rejiminin temel pilarları ne? İsrail'in ortadan kaldırılması. Biz bunun ayırdına varmalıyız diye düşünüyor adamlar.

    Ve Hamas'ı da İsrail'in büyük ölçüde aslında hani tehdit olarak algılaması, İran periferiisine girdikten sonra. Çünkü hep şey derler ya, işte zaten Hamas'ı İsrail desteklemedi mi falan. Doğru, çünkü Hamas ilk başta daha böyle klasik Müslüman Kardeşler çizgisinde iken, işte bölgeye hizmet yapma, hizmet götürme falan gibi farklı bir felsefeyle ortaya çıkmıştı. Tabii uzun soluklu olan örgütlerin zaman içerisinde farklı ideolojilerde spektrumun farklı alanlarında yer aldığını görüyoruz. Normal olarak değişen konjonktüre göre, ne zamanki dengeler değişiyor ve işte İran'ın direniş ekseni lideri olarak ortaya çıkmasıyla beraber, Hamas da bir anlamda bir yapı değiştiriyor.

    Ve tabii işte İsrail aslında, yani Hamas ve Hizbullah üzerinden kendisini varoluşsal bir düşman olarak İran’ı görüyor. Fakat şeyi anlamakta güçlük çekiyorum ben hala. Yani, hani bunca yıldır iyi kötü takip etmeye çalıştığım bir yer İran. Neden kendilerine İsrail'i bir düşman seçtiklerini hiç anlamıyorum. Herhalde şah rejiminin İsrail'le arası iyiydi diye tahmin ediyorum.

    İşte eee Savak, Savama eee şey döneminin, şah döneminin gizli servisi. Bunu, bunları Mossad'a eğitiyor falan. Araları çok iyi. Bir teknoloji ve know-how alışverişi var. Ondan kalma mı? Eee, yani tamam, evet, anlıyorum. İşte bölgedeki pek çok Müslüman ülke gibi, işgal edilmiş Filistin toprakları falan olarak görüyorlar. Ama hani İran rejiminin, ki bunun bir ötesinde yani varoluşunun temel taşı olarak “İsrail’i yok etmeliyizcilik” aslında biraz yani, kendi kendisine de İran'ın böyle eee besleyip büyüttüğü bir naratif.

    Gerek var mıydı kendi eee varoluşu açısından? Şey gibi yani bu, İran rejimi içerisinde ya da o kurucu felsefe içerisinde çok fazla tutuculuk var. Yani hiç pragmatizm yok. Yok. Büyük İran rejimi belli ölçüde var. Yani mesela kadınların başörtüsü meselesi. Abi niye bu kadar buna obsesif takılıp kaldınız ki? Yani bak, tamam başkayı da şeriatla iyi kötü yönetilen ülkeler var falan ama bak, işte Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri…

  • 4:33 İyiydi diye tahmin ediyorum. İşte Savak, Savama, Şah döneminin gizli servisi. Bunu, bunları Mossadçılar eğitiyor falan. Araları çok iyi. Bir teknoloji ve know-how alışverişi var. Ondan kalma mı? Yani, tamam, evet, anlıyorum. İşte bölgedeki pek çok Müslüman ülke gibi, işgal edilmiş Filistin toprakları falan olarak görüyorlar ama hani İran rejiminin ki bunun bir ötesinde yani varoluşunun temel taşı olarak “İsrail'i yok etmeliyizcilik” aslında biraz kendi kendisine de İran'ın böyle besleyip büyüttüğü bir naratif. Gerek var mıydı, kendi varoluşu açısından?

    Şey gibi yani bu İran rejimi içerisinde ya da o kurucu felsefe içerisinde çok fazla tutuculuk var. Yani hiç pragmatizm yok. Yok. Büyük İran rejimi belli ölçüde var. Yani mesela kadınların başörtüsü meselesi. Niye bu kadar buna obsesif takılıp kaldınız ki? Yani, bak, tamam, başka şeriatla iyi kötü yönetilen ülkeler var falan ama bak işte, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri falan, yani adamlar şeyi anlıyorlar ya. Tamam, artık bunu obses edip üzerinde tepinme kazanan bir şeyi kaybettiren bir şeyi anlıyor adamlar.

    Ya da işte İsrail meselesinde, bütün varlığını ve her şeyini bunun üzerine, İsrail'i yok etmek üzerine kurmak. Ne bileyim, bir noktada ülkeleri ayakta tutan şey biraz da o ya. Yani rasyonalite dediğimiz, idealizm işte versus gerçekçilik falan hikayesinde bir noktada, ne bileyim, bir dünya okuması, bir bölge okuması yapıp, politikaları değiştirebilmek lazım, esneyebilmek lazım falan. İran rejiminin böyle saplantıları var. Yani saplantıları ve bence rejimi de bugün bu noktaya getiren kendi saplantıları gerçekten diye böyle bir girizgah yapmış olayım.

    Yani ben hani tabii çok böyle anlık gelişme takip ettim. Sen muhtemelen daha bize böyle biraz daha yukarıdan başka bir bakış açısı sunabileceksindir. Umarım. Ya, en zor konulardan birisi herhalde şu an dünyada konuşulabilir. Bir anda da en kolay. Herkes konuşuyor falan. O yüzden saçma sapan laf etmek de açıkçası kolay. Ama hadi o riski alarak, ama bir adım da geriye çekilerek bir şey söylemeye çalışayım.

    Biraz önce söylediğinle ilgili, ya evet, hani mesela Ortadoğu'dasın ve kendine bir tane mesela hasım seçeceksin. Mümkünse o İsrail olmaz, değil mi? Bela gibi bir şey yani. Anlatabiliyor muyum? Ama neden bu gibi, hani İran'ı ve Türkiye'yi karşılaştıralım mesela. Türkiye'de sürekli İran'la ilgili, İsrail'le ilgili hani hatmane laflar ediyor ya. Ama Türkiye'de şöyle bir durum oluyor. Bunları iç siyasette, işte bir siyasi artı, avantaja, söylemsel bir üstünlüğe tahvil edebiliyorsun. Bedeli o kadar olmuyor. Bombalanmıyorsun, savaşmıyorsun, etmiyorsun zaten, komşu değilsin falan. Bir de bir yere kadar kontrollü bir şey.

    Ama İran'da şöyle bir durum var. Evet, o rejimin ayakta durması için böyle bir dış güç ihtiyaç var. Çünkü meşruiyet ve de aynı zamanda etrafındaki ülkeler nezdinde, bölgenin ve işte İslam'ın ve Şiiliğin koruyucusu falan. Ama şöyle bir sıkıntı var; sen onu...

  • 6:46
  • 8:47 sında ve işte biz, reisimiz didiniyor falan. Yani, içeride yapılan bazı şeyleri meşrulaştırmak için bir şeyler söylemeye çalışılıyor. Özetle, Türkiye'de söylenen şeylerin çoğunun gerçekle o kadar alakası yok. Herkes kendi meşrebine göre bir hikaye anlatmaya çalışıyor.

    Peki, ben burada nasıl bir yerdeyim? Normal düz bir insan olarak, etik ve ahlaki açıdan, çocuklar ölmesin, insanlar katledilmesin, Filistin'de büyük bir katliam yaşanmasın istiyorum. İran'da da rejimin kendisinden hiç haz etmemekle birlikte, bir yerden bir savaş çıksın da hani rejim düşsün gibi bir durumda değilim. Bu, oranın insanları tarafından söylenmeli. Türkiye ile ilgili de şunu diyeyim: Biz bunun hiçbir yerinde olmayalım, mümkün mertebe. Diplomasi dışında öyle bir şey kaldıramayız.

    Şimdi, Harari'nin son kitabı "Nexus"dan bahsetmek istiyorum. Sen ilk bahsetmiştin, sonra ben de incelemeye çalıştım. Harari, ilk kitabı "Sapiens"te şunu söylüyor: İnsanlar, yani Homo Sapiens, dünyayı domine ediyor çünkü bilgi ile olan ilişkisi, enformasyon ve iletişim ile olan ilişkisi diğer canlılardan farklı. Biz burada ve şu an olmayan şeylerden bahsedebiliyoruz. Diğer memeliler ve canlılar dışındaki tüm canlılar gibi hikaye anlatabiliyoruz. Bu sayede de çok büyük ama esnek yapılı organizasyonlarımız var.

    Ne demek bu? İşte bir kurt sürüsü 10-15 birey olabiliyor ve çok değişik saldırılar gerçekleştirebiliyor. Taktik yapabiliyor, iletişebiliyor ama onu 100 ya da 1000 birey yapamıyor. Arılar mesela, arı kolonisi belki 1000 birey oluyor ama hep aynı statik. Biz atıyorum 10 milyonluk bir ordu kurabiliyoruz ve bunu çeşitli şekillere sokabiliyoruz. İnsanlık sosyalist oluyor, liberal oluyor, komünist oluyor, tanrıya tapıyor, ateist oluyor falan. Bunun hepsinde hikayeler anlatarak yapıyoruz.

    Bu birinci kısım. Şimdi ikinciye, daha doğrusu kaç oldu bu? Dördüncü kitabı herhalde. Son kitabı "Nexus"ta şunu anlatıyor: Diyor ki, biz bilgiye yanlış yaklaşıyoruz. Yani, aydınlanmadan gelen şöyle bir naif inanç var: Bilgi, gerçeklikle ilişkisi ne kadar yüksekse o kadar güçlüdür ya da bilgi gerçektir. Bunun bir tarafı doğru ama eksik.

    Şöyle bir şey: Bilim ya da teknik, teknoloji evet bir bilgi ve enformasyondur ve gerçekten senin somut dünyaya etki etmeni sağlar. Fizik kurallarını, kanunlarını bilirsin, elektrik yakarsın, ısınır, bir yeri yakarsın, kurşun atarsın. Somut dünyayı değiştirebiliyorsun. Ya da işte faiz-enflasyon ilişkisini doğru bilirsen, fiyatlar uçup gitmiyor. Yanlış yaparsan tam tersi oluyor; patlıcan dağıtmaya başlıyorsun, devletin şeyiyle pazarında falan.

    Şimdi bu taraf böyle. Ama bir de diyor ki, ikinci bir taraf var ki bu, insanlık tarihi boyunca çok daha önemli oldu. Çünkü bizim teknik ve benzeri becerimiz zaten yeni, kısıtlı çoğu şeyi de çok bilmiyorduk. Deney dediğimiz şey zaten 300 yıllık falan. Hani asıl, mesela hikayeler yani işin din ya da ideoloji, idealar tarafı. O da nedir? Bilginin gerçeklikle olan ilişkisi.

  • 10:47 Şöyle bir naif inanç var: Bilgi, gerçeklikle ilişkisi ne kadar yüksekse o kadar güçlüdür ya da bilgi gerçektir. Şimdi bunun bir tarafı doğru ama eksik. Bilim ya da teknik, teknoloji, evet, bir bil, bir enformasyondur. Bir bilgidir ve gerçekten senin somut dünyaya etki etmeni sağlar. Sen fizik kurallarını, kanunlarını bilirsin; elektrik yakarsın, ısınırsın, bir yeri yakarsın, kurşun atarsın. Bize gönderirsin, falan. Somut dünyayı değiştirebiliyorsun.

    Ya da işte, faiz-enflasyon ilişkisini doğru bilirsen fiyatlar uçup gitmiyor. Yanlışını yaparsan tam tersi oluyor, patlıcan dağıtmaya başlıyorsun. Şimdi bu taraf böyle. Ama bir de diyor ki, ikinci bir taraf var ki bu insanlık tarihi boyunca çok daha önemli oldu. Çünkü bizim teknik ve benzeri becerimiz zaten yeni. Kısıtlı çoğu şeyi de çok bilmiyorduk. Deney dediğimiz şey zaten 300 yıllık falan.

    Hani asıl mesela hikayeler, yani işin din ya da ideoloji, idealar tarafı. O da nedir? Bilginin gerçeklikle olan ilişkisinden bağımsız olarak etrafına insan toplayabilme becerisi. Mesela Göbeklitepe'de, muhtemelen etraftaki hayvanların ruhlarına tapıyorlar ve orada belli bir insan kümesi toplanıyor. O gerçek olmak zorunda değil, çok da önemli değil ama bir grubu toplayabiliyorsun. Bununla ilgili güzel bir örneği var. Manhattan Projesi yani ABD atom bombasını yapıyor değil mi? Bunun için teknik bilgi lazım.

    İşte E = mc², enerji ile madde aynıdır falan ya da onu nasıl patlatacaksın? Kaç dereceye gelince uranyumu nasıl zenginleştirirsin? Şu bu hepsi süper. Ama bunun için yüz binlerce insanın çalışması lazım. Sen orada o Manhattan Projesi'nde, en son filmde de gördüğünüz gibi, çok büyük bir yer kuracaksın. Gizlilik olacak, asker olacak. Orada işte bunları aileleriyle getireceksin, dışarı bilgi sızmayacak falan. Bir sürü insanın hiçbir şeyle ilişkisi yok. Niye? Çünkü Amerika Birleşik Devletleri özgür dünyanın lideri ve faşizme karşı savaşıyor.

    Ve biz bu savaşta kazanacağız. Oradaki insanların %99'unun o fizik kısmı ya da teknik kısmıyla bir alakası yok. Bilmiyor da zaten. Belki ne yapıldığını da bilmiyor ama yukarıda büyük bir hikayeye inanmış ve orada varlar. Ya da hadi bizden bir örnek verelim. Kurtuluş Savaşı sırasında hep işte Sakarya'dan önce denir ki, İsmet Paşa çok iyi bir topçu olduğu için bizde bir sürü top var ama biri oradan biri buradan hepsinin ayarları da böyle yamuk yumuk bozulmuş. Bir yeri, işte ne bileyim, üstünde yazanın yarısı atıyor, yamuk atıyor falan.

    Her biriyle tek tek ilgilenip yeni kerte referans çizelgeleri yazıp her birine, hani etkili olabileceği en doğru yere koyup böyle müthiş bir top taarruzuyla başlıyor ya Sakarya, hatta işte bu sayede kazanıyoruz belki de. Tamam, bu müthiş olması da lazım. Ya da diplomasi bilgisi, ya da işte "subaylar savaşıdır" denir ve Türk ordusu subaylarının çok bilgili, yetenekli olduğu söylenir. Ya da Atatürk yeni bir savaş doktriniyle işte bir çeşit Türk eski usul ricatini, işte nedir? "Sattım müdafaa" falan.

  • 12:46 İnsanların %99'unun o fizik kısmı ya da teknik kısmıyla bir alakası yok. Bilmiyor da zaten. Belki ne yapıldığını da bilmiyor, ama yukarıda büyük bir hikayeye inanmış ve orada varlar. Şimdi, Kurtuluş Savaşı’ndan bir örnek verelim. Sakarya Savaşı’ndan önce, İsmet Paşa çok iyi bir topçu olduğu için bizde bir sürü top var ama biri oradan, biri buradan, hepsinin ayarları yamuk yumuk bozulmuş. Bir yeri, örneğin, üzerinde yazanın yarısı atıyor, yamuk atıyor. Her biriyle tek tek ilgilenip yeni kerte referans çizelgeleri yazıyor ve her birine etkili olabileceği en doğru yere koyup, böyle müthiş bir top taarruzuyla başlıyor ya Sakarya. Hatta işte bu sayede kazanıyoruz belki de. Bu müthiş olması da lazım.

    Ya da, diplomasi bilgisi ya da işte subaylar savaşıdır denir ve Türk ordusu subaylarının çok bilgili, yetenekli olduğu söylenir. Ya da Atatürk yeni bir savaş doktrini ile Türk eski usul ricatini, yani savunmayı yaparak kazanıyoruz. Ama bir yandan da çok büyük bir hikaye lazım. Biz bağımsızlığımız için, yani vatan, millet için ve özgürlüğümüz için savaşıyoruz. Çünkü bir taraf olmayınca top atılmıyor. Öbür taraf olmayınca topun başında duracak adam yok zaten. Savaşacak kimse yok. Hem hikaye lazım hem de gerçeklikle bağı olan bir bilgi ilişkisi lazım. Bunları cebimize koyabiliriz şimdi.

    Peki, bu İsrail ve İran örneğinde bize ne anlatıyor? Bir İsrail'e bakalım, bir de İran'a bakalım. Şöyle bir şey vardır. Önce şu kavramsallaştırmayı vereyim: veri, enformasyon ve bilgi; yani data, information, knowledge. Bazen buna veri, bilgelik falan da derler ama ben şimdi veri, enformasyon, bilgi diye gideyim. O da şu klasik örnek. Termometreye baktım -5 yazıyor. Bu tek başına veri. Anlamı yok, bağlamı yok. Tamam mı? Dünyadan böyle bir şey geldi bana. Anlam ve bağlam kattım. Bir kat yukarı çıktım. Ne oldu? Enformasyona dönüştü. Artık bu ne demek? Bu soğuk. İçerisi soğuk. Tamam.

    Bir kat daha yukarı çıkıyorum. Bu sefer içselleştirip bunu uygulamaya döküyorum. Montumu giydim. Şimdi ne oldu? Bilgiye dönüştü gerçekten. Tamam. İsrail meselesine gelecek olursak, işte bu meşhur fotoğraf var ya; Genelkurmay Başkanı, devrim muhafızlarından biri bir yatak odasında tek delikli, hani nokta atışı. Gerçek bir nokta atışı. Hı hı. E şimdi bunun böyle olabilmesi için, sana ne lazım? Oradaki veriden enformasyon, oradan da bilgiye gidebilmen lazım.

    Ya neden bahsediyorum? Veri şu: sahada bir sürü ajanı var mesela İsrail'in, değil mi? İşte hep örnek verdiğimiz "Rise and Kill First" kitabında, bir kere farklı aksanlarda konuşabilen tiplerden falan hiç ayırt edemedim. "Fauda" dizisinde görebileceğiniz, Ramallah'ta zaten olan durumlar. He, bu arada araya gireyim, "Tehran" dizisi Apple Plus'ta galiba. Benim bir arkadaşım kaçak indirmişti, bana istedim. İki sezon. "Tehran" dizisi gerçekten...

  • 14:46 İçerisi soğuk. Tamam. Bir kat daha yukarı çıkıyorum. Bu sefer içselleştirip bunu uygulamaya döküyorum. Montumu giydim. Şimdi ne oldu? Bilgiye dönüştü gerçekten.

    Tamam. İsrail meselesine gelecek olursak, işte bu meşhur fotoğraf var ya; artık Genelkurmay Başkanı devrim muhafızlarından biri bir yatak odasında tek delikli, hani nokta atışı. Gerçek bir nokta atışı. E şimdi bunun böyle olabilmesi için sana ne lazım? Oradaki veriden enformasyon, oradan da bilgiye gidebilmen lazım.

    Neden bahsediyorum? Veri şu sahada bir sürü ajanı var mesela İsrail'in, değil mi? İşte hep örnek verdiğimiz "Rise and Kill First" kitabında, bir kere farklı aksanlarda konuşabilen tiplerden falan hiç ayırt edemedim. "Fauda" dizisinde görebileceğiniz, yani ne bileyim, Ramallah'ta zaten ama Kahr'ın başka bir yerinde de.

    He, bu arada araya gireyim. "Tehran" dizisi Apple Plus'ta galiba. Bir arkadaşım kaçak indirmişti, bana istedim. İki sezon. "Tehran" dizisi gerçekten İsrail yapımı bir dizi. İzleyin abi. Adamlar bunu nasıl yaptıklarını anlatmışlar. Açık açık anlatıyor. Çünkü aslında İran'da da yaşayan çok fazla Musevi var. Devrimden sonra kaçıyor, yani pek çoğu. Şu anda da var, mesela Musevi milletvekili falan var. Böyle göstermelik mecliste, yani işte kendi şeylerinde, rejimin izin verdiği kadar, o çerçevede yaşıyorlar, takılıyorlar falan da, çok fazla Musevi nüfusu var. Devriminden sonra İsrail’e kaçan çok oldu. Dolayısıyla ana dili Farsça olan Musevi var.

    Yani öyle bir nüfus var. İşte onlardan bir tane kadın ajan, nasıl İran'a giriyor, orada işte nükleer sisteme nasıl sızıyor, elektrik sistemine falan. Onunla ilgili iki sezonluk çok güzel bir dizi. İzlememiş olanlarınız varsa izlesin. Bayağı anlatıyor, yani nasıl yaptıklarını.

    Bu arada, onu da söyleyeyim. Yani biz bunu çekerken, şu anda İran'da bir paranoya yaşanıyor. Hani İran, bunun içerisine droneları sokmuş ve bu kumanda sistemini sokmuş ya. Şimdi, İran Güvenlik Kuvvetlerinden açıklama geldi. "Şüpheli kamyonetleri ihbar edin" diye vatandaşa, "Böyle böyle kamyonetlerin arkası taşındı, bu dronlar. İhbar et ey vatandaş." falan diye böyle bir şey dağıtmaya başladılar. Sosyal medyada da yaymaya başladılar.

    Vallahi, bunda herhalde anladığım kadarıyla içeride de böyle bir paranoya hakim. Dediğin gibi, bu nereden çıkıyor bu bilgi? Kim opere ediyor bunu içeride diye anlamaya çalışacaklardır. Herhalde rejim, böyle insanları korkutmak için falan, öncelikle içeride bir baskıyı kurmak zorunda. Yani böyle toplu idamlar falan görmeyiz inşallah diye araya girmiş olayım ben. Çok özür diliyorum.

    Sen Fauda diye örnek veriyordun en son. Oradan devam edebilirsin. Yani çok önemli. En önemlisi bu. Son söylediğin, toplu katliamlar, idamlar, şunlarla kıyım olmasın. Çünkü burası Ortadoğu. O ona buna falan, reel politiğin şehvetine kapılanlar böyle askercilik oynar gibi...

  • 16:55 Kamyonetlerin arkasında dronlar taşındığı bilgisi geldi. İran Güvenlik Kuvvetleri, vatandaşlara şüpheli kamyonetleri ihbar etmeleri için çağrıda bulunmuş. Sosyal medyada da bu durumu yaymaya başladılar. Görünüşe göre, içeride bir paranoya mevcut. Bu bilginin nereden geldiğini ve kimlerin bunu organize ettiğini anlamaya çalışacaklardır.

    Rejim, insanları korkutmak ve içeride baskıyı artırmak için böyle bir yol izliyor olabilir. Umarım toplu idamlar gibi olaylar görmeyiz.

    Sen Fa örneğinden bahsediyordun, oradan devam edebilirsin. Bu konunun önemi büyük. Son olarak söylediğin, toplu katliamlar ve idamlar olmaması gerektiği gerçeği önemli; çünkü burası Ortadoğu. Reel politiğin şehvetine kapılanlar, askercilik oynar gibi konuşuyorlar, ama durumu gerçekçi değerlendirmek gerekiyor.

    Atatürk de büyük bir komutandı ama savaşmayı asla istemezdi. Mecbur kalmadıkça savaşmamak en iyisidir. Güçlü olmak, askeri açıdan iyi ama savaşmak için değil; savaşa gerek olmaması için güçlü olmak gerekir. Fauda dizisinde de bunu iyi anlatıyorlar. Elbette bu, İsrail perspektifinden anlatılıyor ama bence bunu kavramanız açısından faydalı.

    Eli Cohen’in hikayesini, Mısır asıllı bir adamın Suriye'de bakanlığa yükselip sonra yakalanıp idam edilmesini düşünün. Münih filminde, Olimpiyatlardaki Kanlı Cuma olaylarını da çok güzel anlatıyor. Münih'te, İsrailliler hedeflerini avlıyorlar. Kitaptan da anlaşılıyor ki, İsrail'e baktığınızda sanki 4.000 yıllık bir savaşçı kavmiymiş gibi görünebilir, ama aslında son 100 yıla kadar böyle bir şey yoktu; daha çok ticaretle uğraşıyorlardı.

    Başlarına gelen olaylarla, deneye yanıla başarılı oldular, fakat bu süreçte şirazeleri kayboldu. Mazlumluktan zalimliğe giden ciddi bir dönüşüm var burada. Şimdi, veri sahasından bilgi toplayan ajanlar var; bunları tehdit, şantaj, akla girme veya para vererek yönlendiriyorlar.

    Yaser Arafat'ın odasındaki dinleme cihazlarını okuduğumda, 80’ler 90’lar döneminde böyle bir şeyin olması beni çok şaşırttı. Regüler bir yerden dinleme cihazı koymak oldukça cesur bir adım.

  • 18:59 Münih filmi, bizim filmde izlediğim gibi gidip onları avlıyorlar falan. Hani orada da kitapta da bu arada şeyi görüyorsun; yani İsrail, biz şimdi buradan baktığımızda, sanki 4.000 yıllık savaşçı bir kavim. Ama son 100 yıla kadar adamların öyle bir durumu yok. Ticaret falan, sonra işte başlarına gelen şeylerle birlikte deneye yanıla, düşe kalka başarılı oluyorlar.

    Ama öyle bir şeyde başarılı oluyorlar ki, şirazesi de kaçıyor işin açıkçası. Yani, mazlumluktan zalimliğe giden yolda, bir de bunu becerdikleri için daha da garip bir yere geliyoruz falan.

    Şimdi veri sahadan veriyi toplayan ajanlar var. Kimini tehditle, kimini şantajla, işte ne bileyim, kiminin aklına girerek, kimine de para verip falan. Ya öyle şeyler okudum ki kitapta; ne bileyim, Yaser Arafat'ın odasındaki lambadaki dinleme cihazı falan. Yuh yani, artık ne bileyim, o devirde böyle şeyler olur mu? Ama şimdi hani, regüle de herhangi bir yer, dinleme cihazı, 80'ler 90'larda oralara dinleme cihazı koymak ya...

    İşte bu tekerlekli sandalyedeyken helikopterle tanıtılan füzeyle öldürülen Yasin, işte Hamas'ın kurucu ideologlarından. Evet, Yasin, onun daha gençliğindeyken mesela aslında çok dindar birisi falan; ve hani şey, ama işte bir kadınla bir ilişkisi olmuş. Hani sorgudayken bakıyorlar, çözülmeyecek biri. Kulağına eğilip, "Ben seni yatakta kimlerle ne yaptığını da biliyorum," deyince adam rezil olmamak için falan. Vücutlarında beğenmedikleri organlarla dalga geçerek, falan, çok bel altı, pis şeyler de yaparak o veriyi topluyorlar bir kere.

    Ve bugün bir de big data var. Ne bileyim, işte Palantir falan gibi büyük teknolojik şirketler var. Uydusu var, dronları var, şu bu, dinleme cihazları var falan. O kadar veriyi alıyorsun. Sonra bunu analistlerle enformasyona dönüştürüyorsun. O da nedir? 5N 1K. Kim, nerede, ne zaman, ne yapıyor, değil mi?

    Yani bu işte komutan şu mahallede, şu binada, şu katta, hem de şu odada ve şu saatte gidecek. Odada da başkası olmayacak mesela. Bütün bilgilere sahip ve aynı anda bütün o, ne diyelim, suikastleri yapabilmek için atıyorum, işte 10-15 tanesinden lazım bu bilgilerin falan, bir sürü toplanmış.

    Onun da üstünde bilgiye dönüşmesi, artık bunun askeri ve taktik, işte strateji kısmı. Bu da senin nokta atışı yapabilmeni sağlıyor. Ya burada böyle bilginin ya da bilgi yönetimine dair bir şey söylüyor bize, değil mi? Bu baktığında çok soyut gibi ama çok somut bir şeyden bahsediyoruz.

    Duvarda delik var yani, değil mi? Sonuçta gördük 15 tane ölen insan. Ya da bunu yapabilmeleri için gerekli teknoloji, drone, helikopter, şu bu falan. Oraya da baktığında hem işin veri tarafı; yani işte deneyler, fizik, şu bu, hem bilgi tarafı, teknoloji falan alet, hem de bunun işte askeri taktik düzeyinde, uygulama düzeyinde bilgiye dönüşmüş, novca dönüşmüş haline de sahipler, değil mi? Bu böyle.

    Öbür tarafta İran'da ne var? Mollalar var. Ve dün siz de konuştunuz; istihbarat servislerinde çok yetkin, liyakatli insanlar olmasındansa, molla tedrisatından geçmiş işte o İslamcı...

  • 21:03 İşin askeri ve taktik strateji kısmında, nesnelere ulaşabilmek ve aynı anda birçok suikasti gerçekleştirebilmek için belirli sayıda bilgiye ihtiyaç var. Bu bilgilerin toplanması ve askeri stratejiye dönüşmesi, nokta atışı yapabilme yeteneğini sağlıyor. Burada bilgi yönetimini ele alıyoruz. Bu oldukça soyut gibi görünse de, aslında çok somut bir durumdan bahsediyoruz. Duvarda bir delik var ve sonuç olarak 15 insan hayatını kaybetmiş.

    Bunu yapabilmeleri için gerekli teknoloji, drone, helikopter ve diğer araçlar var. Verinin yanı sıra, deneyler, fizik, ve diğer bilimlerle ilgili birikim gerekiyor. Ayrıca, askeri taktik düzeyde bilgiye ve bunun uygulama aşamasına da sahipler.

    Diğer tarafta ise İran'da mollalar mevcut. Yeterli, liyakat sahibi istihbarat servislerinden ziyade, molla tedrisatından geçmiş, İslam Cumhuriyeti rejiminin isteklerini öğrenmiş kişiler var.

    Bir şey göstermek istiyorum; bir video. Bu operasyonları anlatan bir içerik. Veri işleme ve üzerine strateji geliştirme konuları işin içinde. Şimdi, bu konuda çeşitli örnekler var. Bir bak, şunu göstereyim.

    "آب نان و آرد شیر خشک در صورت نیاز جعبه کمکها اولیه و پول نقد"

    İran'da bir telefonu açtığında, Birleşik Arap Emirlikleri'nden bir telefon numarası çalıyor ve Farsça şöyle diyor: "Yakında pek çok şeyi bulamayacaksın. Savaş çıktı, durum kötü, marketlerde bulamayacaksın, hemen git su, ekmek al, bunları evde depola. Ayrıca yanında nakit para bulundur."

    Bu, insanların moralini bozmaya yönelik bir psikolojik harp. Sen İran'da oturuyorsun ve bir anda böyle bir telefon çalıyor. Hemen ne olacağını düşünüyorsun. Savaşın farklı boyutları var. Bu bağlamda, bu videoyu da desteklemek için göstermiş oldum.

    Bunun için o numaralara sahip olman lazım; teknoloji gerektiriyor. Aynı zamanda diplomasinin de önemine değinmek gerekiyor. İran'da liyakatle ilgili ciddi sorunlar var. Konvansiyonel orduya güvenilmiyor, bu sebeple Devrim Muhafızları var. Teçhizat ve uçaklarla ilgili sorunlar yaşıyorlar; radarlarda ve diğer sistemlerde de aksaklıklar bulunuyor. Bilgi sızdırmaları da mevcut.

    O yüzden, molla tedrisatından geçmiş bir kişinin elinde veri ve bilgi olabilir, ancak bunun gerçeklikle ilişkisi sıkıntılı; o başka bir boyut.

  • 23:23 Yani insanların moralini de bozmaya yönelik psikolojik harp yapıyorlar bununla ilgili. Psikolojik harp. Evet. Sen İran'da oturuyorsun, birdenbire telefon çalıyor. "Allah!" diyorsun, "Ne olacak şimdi?" falan diyorsun. Yani savaşın farklı boyutları var. Hani dediğin gibi, desteklemek için yer gelmişken şu videoyu da göstereyim dedim. Çok doğru. Bunun için de o numaralara sahip olman lazım, ona teknolojisi lazım. Bir yandan diplomasisi lazım vesaire.

    İran'da ise hani hep deniyor ki, liyakatle ilgili ciddi sorunlar var zaten. İşte konvansiyonel orduya çok güvenilmiyor ama onun için devrim muhafızları var falan. Eee, teçhizatla ilgili sorunlar yaşıyorlar; uçak kalkmıyor, şu bu ya da işte radarlar doğru yerde mi, değil mi? Ve çok fazla bilgi sızmış dışarı falan. Yani bu veriden bilgiye giden o yolculukta sıkıntılar var.

    Yani mollaların tedrisatından geçen birisinin evet elinde bir veri, bilgi, enformasyon var ama onun gerçeklikle ilişkisi sıkıntılı. Çünkü o başka bir şey. Yani dini bir bilgi. Somut dünyayı o şekilde açıklamayı hani dini bilgi somut dünyaya dair bir şey söyler ama gerçeklikle ilişkisiyle doğru orantılı değil. Orada güç daha çok insanları tatminle ve insan toplayabilme becerisiyle bir arada.

    Yani Fatih, işte şahit toplarıyla birlikte işin somut teknoloji tarafı fethedecek ama bir yandan da hadis var; "fetheden komutan ne hayırlı komutandır" diye. O da işin hikaye tarafı. İkisi birlikte olması lazım.

    Şimdi ne olmuş oldu? İran'da elimizde veriden bilgiye giden bu şeyi, yolculuğu becerememe hali var. İsrail'de ise becerme hali var. Peki, işin hikaye tarafına bakalım. İsrail'in burada bir hikayesi var. Yani, "Biz yok edilmek üzere olan bir halktık. Bir şekilde küllerimizden doğduk" ve işte en son isim de koydular; "Rising Lion" yani yükselen aslan. O da onu yükselen diye çevirdik. Ben de "yükselen" dedim ama acaba o "ray" yani "ayağa kalkan" mı demek diye düşünüyorum.

    Şöyle, İncil'in yeni ahit ve eski ahit kısmı herhalde o. Eski ahit kısmındaki "Numbers" yani sayılar. Birazdan bakayım: 23'e 24. "Behold, the people shall rise up as a great lion" diye başlıyor. Yani, ayağa kalkıp işte müthiş bir aslan olarak kalkın inananlar falan. Ve avını yiyene kadar da şey yapmış.

    Şimdi böyle bir hikaye var değil mi? "Biz güçlü olacağız, diri olacağız ve bütün Yahudileri biz buradan koruyacağız" falan. Buna sen normatif olarak inanabilirsin; inanması da başka ama İsrail kendi insanlarını buna inandırıyor. Ve yani hikaye devam ediyor, sonuçta. Eksiği var, gediği var falan filan ama bu hikaye devam ediyor.

    İran'ın hikayesine gelince, biz işte "Şah'ın o çok korrupt, sadece kendini düşünen yolsuz rejimine karşı, Allahsız rejimine karşı, emperyalistlerle işbirliği halindeki rejimine karşı geldik. Asıl halk biziz" diyoruz. İran halkının asıl nüvesi de nedir? Perslik falan ama İslam, Şiilik, işte mollalarla birlikte, biz "İmam Ali'nin yolundan" falan, değil mi böyle bir şey?

  • 25:22 İlk kısım sanırım o. Evet, Net'ten başlamak gerek. Eski Ahit kısmındaki Numbers'ın, yani sayılarla ilgili kısımlara birazdan bakacağım. 23'e 24. "Behold, the people shall rise up as a great lion," diye başlıyor. Yani "Ayağa kalkıp, müthiş bir aslan olarak kalkın inananlar." Ve işte avını yiyene kadar da böyle gidiyor. Şimdi, böyle bir hikaye var değil mi? Biz güçlü olacağız, diri olacağız ve bütün Yahudileri biz buradan koruyacağız falan. Buna sen normatif olarak inanırsın; inanması da o başka. Ama İsrail, kendi insanlarını buna inandırıyor ve hikaye sonuçta devam ediyor.

    Eksiği var, gediği var falan filan ama bu hikaye devam ediyor. İran'ın hikayesine gelirsek, biz işte Şah’ın o çok korrupt ve sadece kendini düşünen yoz rejimine karşı, Allahsız rejimine karşı, emperyalistlerle işbirliği halindeki rejimine karşı geldik. Asıl halk biziz ve İran halkının asıl nüvesi de nedir? Perslik falan ama İslam, Şiilik ve mollalarla birlikte, biz İmam Ali'nin yolundan gidiyoruz. Bu hikaye de çok güçlü, çok güçlü bir hikaye. Zaten bu şekilde ayakta tutabiliyorlar.

    Ama son yıllarda senin çok daha iyi bildiğin gibi, içeride çeşit çeşit etnik farklılıklar, mezhepsel sorunlar falan var. Ortalama bir insanın rejime bağlılık ve destek düzeyi, senin de bildiğin gibi, oldukça sorunlu. Bu hikayenin, fakat İsrail kadar kendi halkı nezdinde güçlü olmadığı veya müttefikleri nezdinde güçlü olmadığı ortada. Bu konuda bir şey söylemek istersen, insanlar ne kadar inanıyor bilmiyorum ama dışarıda çok az gözüküyor açıkçası.

    Evet, öyle yani. Çünkü çok ayrımcı bir sistem. Bu kadar ayrımcı bir sistemde insanları kendinden illallah ettirene kadar baskı yaparsan, işte Mesai Mini protestolarında gördük. Gencecik kızların başını örtme derdinde neden döverek öldürüyorsun? Manyak mısınız? Anlatabiliyor muyum? Bu kadar insanları sıkıştıran bir sistem, insanlar ile kendilerini yöneten devletin gönül bağını koparıyor. Bak şimdi, en büyük sıkıntı bu. Buradan feyiz alınacak çok şey var aslında; bütün ülkelerin feyiz alacağı bir durum. İsrail dahil bu arada.

    Çünkü İsrail yönetiminin giderek daha fundamentalistleştiğini, sağcılaştığını unutmamak lazım. Yani insanları yıldırana, bıktırana kadar baskı yaparsan, o yasak, bu yasak diye sürekli bir gerilim oluşturursan, sonunda insanlar "Arkadaş, ne olursa olsun, bu kadarı da fazla," der. Çünkü bir dengenin, bir ekilibriyumun olması gerekiyor.

    Devlet elbette ki sadece hoşgörü ile olmaz. "Lay lay lay, sınırlar olmasın, hepimiz ele tutuşalım ve çayırlarda koşalım" diye bir dünya yok. Bunu anladık ama şu da olmaz; ben kendi güvenliğim için hepinizi döveceğim diye bir tutum da kabul edilemez. Burada karşılıklı bir rıza olmak zorunda. Evet, hakikaten devlet gerektiği zaman...

  • 27:30 Gönül bağı kopuyor. Bak şimdi, en büyük sıkıntı bu. Ve buradan feyiz alınacak çok şey var aslında; bütün ülkelerin feyz alacağı... İsrail dahil, bu arada. Çünkü hani İsrail yönetiminin de gitgide daha böyle fundamentalistleştiğini, sağcılaştığını unutmamak lazım.

    Yani, insanları yıldırana, bıktırana kadar baskı yaparsan, artık o yasak, bu yasak, o yasak... Böyle devamlı, kızgın, çatık kaşlı bir yönetim. Yıldırırsın insanları. İnsanlar da "arkadaş, ne olursa olsun, artık" der ya. Çünkü bir şeyin bir dengesi var; bir ekilibriumu var. Anladık.

    Evet. Devlet tabii ki şeyle olmuyor; "lay lay lay" sınırlar da olmasın, hepimiz el ele tutuşalım ve çayırlarda koşalım diye bir dünya yok. Bunu anladık ama şu da olmaz. “Ben kendi güvenliğim için hepinizi döveceğim” diye bir durum da olmaz. Burada bir rıza olmak zorunda karşılıklı.

    Şunu anlayacağız: Evet, hakikaten devlet, gerektiği zaman, belli baskı araçlarını kullanma yetkisine sahiptir. Ama bunun da yine bir vatandaşla devlet arasındaki karşılıklı bir rızaya, bir anlayışa dayanması lazım. Yoksa sen böyle küçük bir zümre olarak devleti ve devletin kurumlarını ele geçiriyorsun ve diyorsun ki, “abi şimdi ben güçlü olduğum için hiçbirinize nefes aldırmayacağım.” Neden? Çünkü benim kafamda bir ideal toplum var, ideal birey var. Hepiniz böyle olmak zorundasınız. Olmayanı da döveceğim diyorsan, insanlar da güçleri yetmediği noktada, sessiz sessiz senin başına bir şey gelmesini bekler hale geliyorlar psikolojik olarak.

    Yani bence burada İran rejiminin en büyük sıkıntısı bu. İnsanları hakikaten bıktırmış olması. Ve belli ki bak, 79'dan beri, hadi işte araya İran-Irak savaşı falan. Sen senelerdir insanları bu kalıba sokmaya çalışıyorsun. İnsanlar bu kalıba girmiyor işte! Yani artık bu neyi anlamıyorsun? Hani rejim karşıtları kaçtı, İran'dan gitti falan. Burada şu anda bu sisteme isyan edenler aslında rejimin kendi, yani devrimi yapanların çocukları. Bunlar gökten, uzaydan düşmedi. Bu insanlar Amerika'dan da gelmedi. İran'da doğdular. İran'da büyüdüler. Bak, o eğitim sisteminin içerisinde büyüdüler. Ama sonra dediler ki, “ya böyle olmasın. Biz böyle yönetilmek istemiyoruz.” Bak, sürekli alttan bu geliyor. Sürekli alttan bu geliyor.

    Demek ki sende bir sıkıntı var. Yani bir devlet kendisini eleştirip, devlet kurumları, yani devlet derken kurumlar aslında, kendisini eleştirebildiği ve geliştirebildiği ölçüde güçlüdür. Yoksa vatandaşını dövebildiği ölçüde değil. Yani ben feyiz olarak bunu çıkardım.

    Süper. Ben de o zaman fıkra anlatan adam olma rolüme geri dönüyorum ve bir Bulgar fıkrası anlatmak isterim. Ya, notlarımı Sovyet kalkınmacılığıyla ilgili de vermişim örnek olarak. Mesela, o hikayesi de olan, teknik bilgisi de olan, yani iki tarafı da iyi olan örneklerden biri… Evet.

    Ya, komünizm gerçekten birçok şey…

  • 29:29 İsyan edenler aslında rejimin, yani devrimi yapanların çocuklarıdır. Bu insanlar gökten, uzaydan düşmedi. İran'da doğdular, İran'da büyüdüler. O eğitim sisteminin içerisinde büyüdüler. Ama sonra dediler ki, "Ya böyle olmasın. Biz böyle yönetilmek istemiyoruz." Bak, bu sürekli alttan geliyor. Demek ki sende bir sıkıntı var, abi. Yani bir devlet, kendisini eleştirebildiği ve geliştirebildiği ölçüde güçlüdür. Yoksa vatandaşını dövebildiği ölçüde değil. Ben feyiz olarak bunu çıkardım.

    Süper. Ben de o zaman fıkra anlatan adam olma rolüme geri dönüyorum ve bir Bulgar fıkrası anlatmak isterim. Ya, notlarımı Sovyet kalkınmacılığını da vermişim örnek olarak. Mesela, hikayesi olan, teknik bilgisi olan yani iki tarafı da iyi olan örneklerden biri. Evet. Komünizmin gerçekten birçok sorunları vardır ama kalkınmacılıkta iyidir. Bulgaristan bunun çok iyi örneklerinden biridir.

    Ama bizde şöyle bir fıkra vardı. Özellikle Türk ve Roman vatandaşlar, hani işçi asker diye alınırdı. "Rabutat soldat" falan böyle, iki sene, üç sene. Babam işte bütün Sopia'nın telefon direklerini dikmiş falan. Neyse, sorun yok. İnsanlar buna inanıyordu bu arada, çalışırlardı. Tamam, ama fıkrada şöyle anlatır. Her sabah saat beşte kaldırıyorlar işte, Roman asker böyle, "Ya ne kalkacağız falan." "Kalk, hadi komünizmayı kuracağız falan." Bir gün, iki gün, yıl falan filan. İkinci yılın sonunda gene kaldırıyorlar. Roman asker böyle, "Oğlum, bir gün de erken kalkalım da bitirelim şu komünizmayı," diyor. Hani insanlar yığılmış, tamam mı? Adam her gün her kurul, artık ne kadar kurulacaksa, ne zaman kurulacaksa kurulsun. Çünkü ben ömrümden veriyorum.

    Evet, iyi bir şeye de inanıyorum ama abi, yani hep mi böyle olacak falan. Ama şimdi bu, hadi iyi bir hikaye. Bazı hikayelerde olduğu gibi, yani insanlar yıllar boyunca doğal olarak bir de bu Nepo meselesi önemli. Yani devrimi yapanların çocukları daha başka türlü oluyor. Türkiye'de de bunda önemli bir feyiz var bence. Çünkü hadi ilk kuşak bir bedel ödedi, ikinciler onun da içinden geliyor.

    Şey, nasıl diyeyim? Yolsuzlaşmaya ve kendi içine çökmeye çok meyilli bir sistem. Hepsini birleştirecek olursak, Yuval Harari'nin dediği somut dünyaya değen bilgi, yani bilginin iki hali. Bir, gerçekle olan ilişkisiyle somut dünyayı değiştirme becerisi: teknoloji, teknik, ekonomi vesaire. İki, hikaye anlatma becerisi. O da işte ideoloji, insanların bir araya gelmesi.

    İran'da bunun ikisi de şu an sıkıntıdayken, İsrail'de ikisi de ona nazaran çok daha iyi bir durumda olduğu için savaşta bu kadar üstünlük kazanabiliyor. Bu, İran haklı, İsrail haksız demek değil. Normatif bir şeyden bahsetmiyorum, somut durumun somut yorumu. Gönül ister ki huzur ve barış olsun. Ama orasına ben bir şey diyemem. Siz kendi şeyinizi alın. Tek diyeceğim bu.

  • 31:29 Bu Nepo meselesi önemli. Yani devrimi yapanların çocukları daha başka türlü oluyor. Türkiye'de de bunda önemli bir feyiz olduğunu düşünüyorum. İlk kuşak bir bedel ödedi, ikinciler ise onun içinden geliyor. Yani, yolsuzlaşmaya ve kendi içine çökmeye çok meyilli bir sistem bu.

    Hepsini birleştirecek olursak, Yuval Harari'nin dediği somut dünyaya değen bilgi ya da bilginin iki hali var. Bir gerçek ile olan ilişkisi ve somut dünyayı değiştirme becerisi; diğer yandan da hikaye anlatma becerisi. Bu da ideolojidir, insanların bir araya gelme şeklidir. İran'da bunun ikisi de şu an sıkıntıdayken, İsrail'de her ikisi de ona nazaran çok daha iyi bir durumda olduğu için savaşta bu kadar üstünlük kazanabiliyor. Bu, "İran haklı, İsrail haklı" veya "İran haksız" demek değil. Normatif bir şeyden bahsetmiyorum; somut durumun somut yorumu bu. Gönül ister ki huzur, barış olsun. Ama orasına ben bir şey diyemem. Siz kendi durumunuzu alın. Tek diyeceğim, Türkiye bunun kesinlikle askeri bir parçası olmamalı. Bunu böyle koyalım.

    Bir de bunun çok kötü bir hali daha var; son tezahürü. Bazen çok başarılı teknokratlar, bilimciler, çok kötü bir hikayenin uşakları olurlar. Mesela, Nazi Almanyası'nda çok teknik bir beceri vardı. Hikaye de çok güçlü, ama normatif olarak çok yanlış bir hikaye. Yani, kötü bir şey yapmaya niyetlenince, sen normatif olarak ahlaken kötü bir şeyi güçlü bir hikayeye çerçeveleyip, bu sefer çok da becerikli teknokratları, bürokratları ve bilimcileri oraya alıyorsun. Bilim bir araca dönüşüyor, teknik bir araca dönüşüyor ve ne bileyim, çok güçlü silahlar yapıyorsun. Çok fazla insan öldürüyorsun falan.

    O bakımdan, hani bir yerde askeri sanayi kompleksi gelişiyorsa, askeri teknoloji çok gelişiyorsa bu her zaman herkes için iyi bir şey olmak zorunda değil. Eğer kötü bir devlet, kötü bir kişi veya kötü bir rejimse, sonuçlar kötü olacaktır. Hep verdiğim örnekte olduğu gibi, yanlış yöne giden bir araba çok hızlıysa, bu daha da kötü. Yanlış yöne daha hızlı gidiyorsun.

    İyi, o zaman şimdi Türkiye'ye döneceğim ama araya bir başka video atmak istedim. Neden? Coğrafya kaderdir diyoruz ya; gerçekten kader. Şimdi biz burada siyaset derken neyi konuşuyoruz? Yani, sana Hollanda Parlamentosu'ndaki tartışmalardan bahsedeyim. Orada da hükümet çöktü. Gert Wilders, o bölgede ırkçı olarak bilinir. Hükümet çöktü ama meclisteki tartışmalar şöyle devam ediyor:

    "He Wilson, be een vrouw die e helemaal niet bemind wil worden en daarom ook zich zo zelf zo onaantrekkelijk mogelijk voorden. Hoe weet u dat van vrouwen? En als hij dat een persoonlijke aanval vindt, voorzitter heeft hij komen gelijk. Ja. Nee, de Wilders. Zeker voorzitter. Alleen ja, wie zegt het? Heel Nederland weet nog niet eens of de heer Rut o heeft gehad."

    Kötü sözler. Evet, bizim meclis de eğlenceliydi zamanında. Hatırlarsın. Eskiden böyle, ya Kamer Gençliği falan z...

  • 33:27 tır. Hep verdiğim örnek, yanlış yöne giden araba çok hızlıysa, daha kötü. Yanlış yöne daha hızlı gidiyorsun.

    İyi, o zaman şimdi Türkiye'ye döneceğim ama araya bir tane başka bir video atmak istedim. Neden? Coğrafya kaderdir diyoruz ya hep. Gerçekten kader. Şimdi biz burada siyaset derken neyi konuşuyoruz? Yani, sana Hollanda parlamentosundaki tartışmalardan bahsedeyim. Orada da hükümet çöktü. Gert Wilders, işte oranın ırkçısı, ayrıldı, bir şeyler falan. Hükümet çöktü ama meclisteki tartışmalar şöyle.

    “He Wilson be een vrouw die e helemaal niet bemind wil worden en daarom ook zich zo zelf zo onaantrekkelijk mogelijk voorden. Hoe weet u dat van vrouwen? En als hij dat een persoonlijke aanval vindt, voorzitter heeft hij komen gelijk.”

    Evet, bizim meclis de eğlenceliydi zamanında. Hatırlarsın. Eskiden böyle Kamer Gençliği falan zamanlarda eğlenceliydi. Eğlenceliydim. Evet. Bu Hollanda ile ilgili aklıma Borgen dizisi geldi. O diziyi biz anlayamadık falan, abi bence Türkiye'de. Çünkü şöyle oluyor; yani hükümet düşüyor. Niye? Yeşiller lideri eski araba kullanıyormuş, karbon emisyonu çokmuş. A skandal falan, ne ya. Evet.

    Çok iyi bir dizi. Bir yandan siyasetin nasıl yapıldığını gösteriyor ama abi, yani sizin bir kere “the stakes are too high” diye bir laf var ya İngilizcede. Yani işin riskleri çok yüksek falan filan. Ya da ne bileyim, çok ciddi bir mesele falan. Burada bakıyorsun, ne bileyim, yapmasanız da olur gibi; yani hiç bedeli olmayacak sanki. Deneyip yanılmak falan bir şey olmaz. Yani burada millet devamlı kelle koltukta falan. Evet, biraz fazla naif kalmıştı ama öyle mesela West Wing’de, daha önce konuştuk ya, West Wing’de Newsroom’da aynı yönetmenin yaptığı şeyler, Amerika'nın naif zamanları. Böyle bir dünya hiç belki olmadı ama bugünden bakınca, iyice komik kalıyor falan, öyle.

    Şimdi biz bu hafta aslında, hakikaten Türkiye'nin büyük bir kısmı yaz tuttu. Ferdi Zeyrek'in yaşamını yitirmesi, ondan bahsetmek istiyorum biraz. Belki bunun üzerine konuşmak istiyorum yani.

    Hatta şimdi, tabii Ferdi Zeyrek'in yaşamını yitirmesinin ardından, biliyorsun, Manisa Belediye Meclisi bir araya gelecek ve yeni başkan seçecek. Bu sefer Allah'tan AK Parti demiş ki, “Biz aday bile çıkarmayacağız.” Tabii ki halkın iradesidir. CHP kimi çıkarırsa, biz oy vermeyeceğiz. CHP kimi çıkarırsa o seçilsin diye. Çünkü Gazi Osman Paşa'da aksini yaptılar. Yani CHP'li başkanın yerine tutuklanan adam, ardından “heh heh heh” diye AK Partili birini seçtiler. Mecliste çoğunluk bizde, “Bize ne, bize ne” falan diye. Ona da çok tepki geldi. En azından Ferdi Zeyrek'in anısına böyle bir saygı gösterilecekmiş. Tebrik ediyorum. Bence doğru politik bir tutum.

    Fakat bilmiyorum. Sence, hani diyoruz ya, “Çok kutuplaştı Türkiye, hiçbir şeyde ortaklaşamıyoruz” falan diye. Ferdi Zeyrek konusunu...

  • 35:45 Aslında bu, hakikaten Türkiye'nin büyük bir kısmının yaz tuttuğu bir konu. Ferdi Zeyrek'in yaşamını yitirmesi hakkında biraz konuşmak istiyorum. Biliyorsun, Ferdi Zeyrek'in yaşamını yitirmesinin ardından Manisa Belediye Meclisi bir araya gelecek ve yeni başkan seçecek. Bu sefer Allah'tan AK Parti, "Biz aday bile çıkarmayacağız," demiş. Tabii ki bu halkın iradesidir. CHP kimi çıkarırsa, oy vermeyeceğiz. Yani o seçilsin diye. Çünkü Gazi Osman Paşa'da aksini yaptılar. CHP'li başkanın yerine tutuklanan bir adamı seçtiler. Ardından "Bize ne!" diyerek mecliste çoğunluğu elde ettiler. Ona da çok tepki geldi. En azından Ferdi Zeyrek'in anısına böyle bir saygı gösterilecekmiş. Tebrik ediyorum, bence bu doğru bir politik tutum.

    Fakat bilmiyorum, sen ne düşünüyorsun? Çok kutuplaştı Türkiye, hiçbir şeyde ortaklaşamıyoruz diyoruz ama Ferdi Zeyrek konusunda ortaklaşabildik mi? Bizi aynı duygudaşlığa getirebildi mi Ferdi Zeyrek'in yaşamını yitirmesi? Birçoğumuzu ama hepsimizi değil. Yani çok radikal unsurlar var Türkiye'de maalesef. Onlara ne yapsan fayda olmuyor. İşte siyasal İslamcıların hepsi bile değil, daha radikal kanadı onların. Artık yüzde on mu? Bir ara on sene evvel yapılan, on beş sene evvel yapılan Pew anketine göre %13 kadar bir kesim, şeriat ve çeşitli formlarına direkt "evet" diyordu. Orada öyle bir enteresan bir kitle var.

    Akit ve çevresinde toplaşan gerçekten nefret eden insanlar var. Ortalama normal, seküler bile demiyorum, normal insanlar bile nefret ediyor. Yani çok acayip bir dünya görüşü var bazı insanların kafasında. Şu vefattan bile bu kadar nefret kusacak ne var, ben anlamadım. Net ki, şu an dünyanın en ideolojik adamı da değildi mesela. Rahmetli başkan için bile böyle bir şey yapmaları enteresan.

    Geçtiğimiz gün başka bir yerde de söyledim, ben de bu örnekleri veriyorum, böyle akılda kalıcı oluyor. Çünkü herkes aslında bu dediklerimi biliyor ama bir örnek verince "Ha, evet!" aha moment yaşıyorsun. Eee, Kingdom of Heaven filmi vardı ya, işte Cennet Krallığı falan, Haçlı seferleri sırasında Selahaddin Eyyubi’nin karşısında işte IV. Baldwin, Cüzzamlı Kral geçiyordu. O zamanki Haçlı krallığının kralı. Cüzamlı maskesi var falan. Neyse, filmin en heyecan verici sahnelerinden birinde karşı karşıya gelirler. Savaşacaklar fakat ikisi de çok onurlu krallar. Selahattin der ki: "Ben sana doktorlarımı göndereyim," o da "Selamünaleyküm" der. Öyle güzel bir sahne var.

    Neyse, şundan dolayım, yani bu topraklarda kültür bir yandan bunu da görmüş. Yani Haçlılarla Müslüman orduları savaşacakken, "Ben sana hekim göndereyim," demek…

  • 37:45 A bile böyle bir şey yapmaları enteresan. Geçtiğimiz gün bir başka yerde de söyledim. Hani ben de bu örnekleri veriyorum, böyle akılda kalıcı oluyor falan. Çünkü herkes aslında bu dediklerimi biliyor ama böyle o örneği verince "ha evet" aha aha moment yaşıyorsun, ya onu yapmaya çalışayım.

    Eee, "Kingdom of Heaven" filmi vardı ya, işte Cennet Krallığı falan. Yani Haçlı seferleri sırasında Selahaddin Eyyübi ile karşısında 4. Baldwin, Cüzzamlı Kral diye geçer. O zamanki Haçlı ordusunun kralı; cüzdanlı maskesi var, falan filan. Neyse, filmin en etkileyici sahnelerinden birisinde bunlar karşı karşıya gelir, savaşacaklar ama ikisi de çok onurlu krallar. Selahaddin der ki: "Ben sana doktorlarımı göndereyim." O da "Selamünaleyküm" der. Öyle güzel bir sahne var.

    Neyse, şundan dolayı yani, bu topraklarda kültür bir yandan bunu da görmüş. Yani Haçlılarla Müslüman orduları savaşacak, ama adam "Ben sana hekim göndereyim" diyor. Hani bazı şeylerde biraz böyle bir centilmenlik anlaşmasıdır, bir şeydir. Öğlenle o kadar şey olmaz ki. Hani peygamber döneminde de şey bilindi, böyle ne bileyim, gayrimüslimin de cenazesine tamam, onlar da gömsün falan. Abi, düşmansan bile, biz zaten düşman değiliz. Aynı ülkedeyiz, ne oluyor? Hayırdır yani, ölünün arkasından bu kadar konuş? Onu zaten koyuyorum. Bambaşka bir dünya.

    Şimdi, çok da hafta sonu kirletmediğim için şunu söyleyeceğim; ölüme bu arada sen de sordun, ben de sordum hani ne konuşalım bunlarda diye. Sadece işte ekranda yan yana olan kafalar değil, aynı mekanda da yan yana olmayı başardık. Bir saatliğine geçtiğimiz gün bir kafede görüşerek orada sormuştuk. Bir sürü insan, garip şekilde; "Hocam, ölüm, cenaze falan demiş mesela." İlginç.

    "Six Thunder"ın bugün 24. yılıymış bu arada. Onu tavsiye edebilirim; ölüme dair yapılan en iyi işlerden birisi. Eski dizi ama çok güçlü dizi. Eee, şöyle bir laf var Brandon Sanderson'ın kitaplarında. Bir işte bir çeşit dini tarikat gibi bir şey var. Bunların da işte böyle 10 maddelik mottoları var. Birincisi "life before death" yani ölümden önce hayat. İkincisi ama daha ilginç bence "journey before destination", istikametten önce yolculuk. Bu böyle motivasyon konuşması gibi falan geliyor, bu aslında değil arkadaşlar.

    Bütün dinlerin, felsefelerin falan en temelinde ne var? İnsanın en katı gerçekliği. O da ölüm değil mi? Hani biz sürekli sonuca odaklanmayı mesela öğretiliyor bize. Doğru. Ama hayatın hani, sonu ya da istikameti var. Varacağınız yer, ölmek. O yüzden, hani ona o kadar kasmaktan ziyade, aradaki bu yolculuğu düzgün geçirmek önemli. Bu dini bir zaviyeden de olabilir, seküler bir zaviyeden de olabilir. Sen o hayatı nasıl yaşıyorsun? İnsanlarla ilişkilerin nasıl? Ne kattın? Kendinle, başkalarıyla nasıl yaşadın? Manisa'da da işte rahmetli öyle bir yolculuk yaşamış ki, bu değil mi? 48 yaşındaydı galiba. Çok, ya bu kadar büyük bir sevgi seli hani sen öldüğün o andan sonra...

  • 39:46 Şöyle bir çeşit dini tarikat gibi bir şey var. Bunların da işte böyle 10 maddelik mottoları var. Birincisi "Life before death" yani "Ölümden önce hayat". İkincisi ise daha ilginç: "Journey before destination" yani "İstikametten önce yolculuk". Bu aslında bir motivasyon konuşması gibi geliyor. Değil arkadaşlar. Bütün dinlerin, felsefelerin en temelinde ne var? İnsanın en katı gerçeği, o da ölüm değil mi? Hani biz sürekli sonuca odaklanmayı öğretiliyoruz, doğru. Ama hayatın sonu ya da istikameti, varacağınız yeri söylüyorum; ölüm. O yüzden, ona o kadar kasmaktan ziyade aradaki bu yolculuğu düzgün geçirmek önemli. Bu dini bir zaviyeden de olabilir, seküler bir zaviyeden de. Sen o hayatı nasıl yaşıyorsun? İnsanlarla ilişkin nasıl? Ne kattın? Kendinle ve başkalarıyla nasıl yaşadın?

    Manisa'da da işte rahmetli öyle bir yolculuk yaşamış ki, bu değil mi? 48 yaşındaydı galiba. Çok büyük bir sevgi seliyle, sen öldüğün o andan ziyade o yolculuğun kendisiyle anılıyorsun. Yani Allah herkese arkasında böyle bir anı bırakmayı nasip etsin. Kimileri de var, gidiyor arkasından beddua ettiren. O çok kötü bir şey. O sebepten, özellikle genç arkadaşlar, hadi bir şey boomer teması yapayım. Her gün ertesi gün bir şey olacak, süper bir şey olacak. Hayat, bugün değil de yarın gibi geliyor. Ama öyle geçiyor işte. En sonunda ölüyorsun. Hayat, bugün zaten.

    O yüzden buradan hedonist bir şey çıkarmayın. Yıllarca bize bunu "hakuna matata" diye anlattılar ya, "carpe diem" falan. O da değil yani. Hippi değil orada. Hani, 68'deki hippilere kızıp duruyoruz. Ben de biraz öyle oldum; insan yaşlandıkça hep böyle bir hippi nefreti oluşuyor. Niye kızıyormuş? Niye kızıyormuş?

    En sona tekrar geliriz ama şunu diyor özetle: "Sol şu anda, Trump ve Magacılar, 68’deki o özgürlükçü solun birçok şeyinin aslında son hali." Yani mesela, çalışmanın kendisi yeriliyordu. Ofislerde belli bir saatte çalışmanın… Al işte diyor; şimdi herkes Uber driver olarak çalışıyor, kendi şeyinde patronusun ya da işte kimlikler, cinsellik, bu gibi birçok özgürlük isteniyordu. Geldiğimiz yere "identity politics" ya da sisteme karşı böyle sert laflar etmek, el kol hareketleriyle bilmem ne yazmak… Hani ya da işte sağa sola boya gibi şeyler, biz de hani isyan, asilik falan. İşte bu vulgarlık diyor mesela; Trump ve etrafındakilerde fazlasıyla var.

    O yüzden diyor: "Biz üretmeyi ve düzgün insan olmayı öncülleyen yeni nesil bir solla gelsek daha iyi olacak." Çünkü o taraf yıkıcılık diyince, öbür taraf bir yapıcılık üzerinden yeniden inşa falan diyor. Sen de işte şunu biliyorsun. Hadi bağlayayım şuna; utanmazlık meselesine bağlıyor. Mesela Akit’in yaptığı şeyde utanmıyor ya da ne bileyim, Gazi Osmanpaşa'ya atanan kişi öyle diyeceğim. Mecbur.

  • 41:49 Belli bir saatte bilmem neyle çalışmanın. Al işte, diyor, işte şimdi herkes Uber Driver. Praker çalışıyorsun, kendi işinde patronsun. Ya da işte, ne bileyim, kimlikler, cinsellik, şu bu falanla ilgili birçok özgürlük isteniyordu.

    Geldiğimiz yere baktığımızda, entity politics ya da sisteme karşı böyle sert laflar etmek, el kol hareketleri yapmak, işte ne bileyim, "the polis" falan yazmak ya da işte sağı solu boya gibi şeylerin gündeme geldiğini görüyoruz. Biz de hani değil mi, isyan, asilik falan. İşte bu vulgarlık diyor mesela; Trump ve etrafındakilerde fazlasıyla var. O yüzden diyor, biz üretmeyi ve düzgün insan olmayı öncülleyen yeni nesil bir solla gelsek, daha iyi olacak sanki diyor açıkçası.

    Çünkü o taraf yıkıcılık söyleyince, öbür taraf bir yapıcılık üzerinden "rebuilding" falan diyor. Sen de işte şunu biliyorsun. Hadi bağlayayım şuna; utanmazlık meselesine bağlıyor. Mesela Akit, o yaptığı şeyde utanmıyor. Ya da ne bileyim, Gazi Osmanpaşa beldesine atanan kişi öyle diyeceğim, mecbur. Çünkü kendisi belediye başkanı demiş. Vekil dememişti, belediye başkanı demiş.

    E zaten çok şaibeli bir şekilde içeri alınmış bir meşru şekilde seçilmiş başkan var ama işte alınıyor. Sen onun yerine oradaki sandalye çokluğunu kullanarak kendini seçtiriyorsun. Ki işte, çok örnek verildiği üzere, eski Türkiye'de Ali Müfit Gürtuna vakası var falan. Hani sen daha düzgün anlatırsın onu, istersen bir söyle de hatırlasınlar.

    Ben şimdi, eee, Evet. Recep Tayyip Erdoğan'dan sonra, eee, hatırlayacak olursanız, yani kendisi, eee, hüküm giydikten sonra aslında CHP o dönem, yani o dönem sol, diyeyim, daha doğrusu şey içerisinde İstanbul Belediye Meclisi seçimlerinde, eee, aday çıkarmamışlardı. "Ş" demişlerdi ki, ya sonuçta Refah Partisi seçilerek geldi. Şimdi bizim aday çıkarmamız doğru olmaz. Kimse, yani Tayyip Bey’in yerine kim gelecekse, o da Ali Müfit Gürtuna. Biz tabii ki ona destek veririz, bu demokrasinin gereğidir, demişlerdi. O örnek verildi. Ali Müfit Gürtuna da Halk TV'ye bağlandı. Bunu anlattı falan.

    Yani eski Türkiye şimdi çok yeriyoruz, falan haklı olarak belki ama kardeşim, bu şu an bana masal gibi geldi ya. O kadar böyle, "Aa, nasıl olur?" falan değil mi? Hani bambaşka bir normatif düzlemden bahsediyoruz. Hani hep diyorlar ya, "bizi ahırlara kapattılar, bilmem ne oldular." Abi, ne anlatıyorsun? Yani şu hikayeyle senin anlatının alakası var mı?

    Mesela bazen şey diyorlar ya, "CHP sineyi millete dönsün, meclisin bir şeysi kalmadı, çıksın meclisten falan.” E ne olacakmış o zaman? İşte birdenbire siyaset gayrimeşru olacakmış da, hükümette falan. Abi, bu hükümete salahlara bak ya, gittiler der, kendi kendine takılır yani. Onu söylüyor. Hiçbir şey demez. "Aa, meclisten ayırdılar." Tüh, o zaman ne yapalım, seçmeyin demez yani.

    "Ayrılmasaydınız, oğlum bize ne!" Atı alan Üsküdar'ı geçti, hadi yallah falan der kendi kendine. Öyle çekildiğinde kalırsın yani. Sonuçta böyle bir iktidarla, yani dünya şu anda bir ay önce oldu, değil mi? Venezuela'da seçimler? Muhalefet tamamen boykot etti.

  • 43:48 Nu anlattı falan. Hah, yani eski Türkiye şimdi çok yeriyoruz falan, haklı olarak belki ama kardeşim bu şu an bana masal gibi geldi. O kadar böyle "aah nasıl olur" falan değil mi? Hani bambaşka bir normatif düzlemden bahsediyoruz.

    Hani hep diyorlar ya, "bizi ahırlara kapattılar, bilmem ne oldular" falan. Abi, ne anlatıyorsun yani, şu hikayeyle senin anlatın arasında alakası var mı? Mesela bazen şey diyorlar ya, "CHP sineyi millete dönsün, meclisin bir şeysi kalmadı, çıksın meclisten falan." E, ne olacakmış o zaman? İşte birdenbire siyaset gayrimeşru olacakmış da, hükümette falan... Abi, bu hükümete salahlara bak ya, gittiler, der kendi kendine takılır yani. Onu söylüyor.

    Hiçbir şey demez, "Aa meclisten ayırdılar. Tüh, o zaman ne yapalım, seçmeyini demez" yani. "Ayrılmasaydınız oğlum, bize ne! Atı alan Üsküdar'ı geçti. Hadi yallah!" der kendi kendine. Böyle çekildiğinde kalırsın yani. Sonuçta böyle bir iktidarla, yani dünya şu anda bir ay önce oldu değil mi, Venezuela'da seçimler? Muhalefet tamamen boykot etti neredeyse. %28 mi neymiş katılım?

    Evet, dur, şey dedi ya, bak Venezuela'nın demedi adam. "Dünya tarihinin en demokratik seçimiydi," dedi ya. Tabii, abi, böyle artık tamamıyla yüzsüz bir siyaset. Hiç bu otoriter rejimler, hiç eskisi gibi değil. Bir de böyle, tabii halk iradesi, evet herkes bizi seviyor. Ne yapalım? "Allah Allah," falan diye takılıyorlar.

    Hiç "The Boys" diye bir dizi vardı Prime'da. O daha önce çizgi romandı falan. Neyse, böyle konu karışık. Ama şöyle bir mesele var: Bir şirket var, işte ABD'yi falan, dünyayı da böyle alttan alta yönetiyor gibi falan. Çeşitli süper kahramanlar vasıtasıyla, ama büyük bir kolpa döndürüyorlar ve bazı böyle skandal şeyleri var. Kurtardıklarını, iddia ettiklerini, insanları öldürmüşler.

    Ne önemli değil, işte sürekli şu var. 5 sezon falan şeyi görüyorsun: "Bu ortaya çıkarsa, yok oluruz, bitir, ortaya çıkıyor." Sonra pek de bir şey olmuyor. Bir karakter var en son, böyle bankta okuyan diyor ki, "Dünya tam da tahmin ettiğim gibi işliyor ama birisinin denemesi gerekiyordu." Yani bu, Trump oldu işte, abi. Bu kaset ortaya çıkarsa bilmem ne olur. O ses kaydı orada, hatırlıyor musun? İşte soyunma odasındaki sesler falan ortaya çıkıyor, hiçbir şey olmuyor yani. Adam "ben teflonum" dedi, umursamıyorum dedi. He, hü hü, gülüyor, geçiyor utanmazlıkla.

    Doğru, hiçbir şey olmuyormuş gibi oluyor. Gazi Osmanpaşa Belediyesi'de de böyle bir durum var. Ya da işte ne bileyim, bunun gibi pek çok örnek verilebilir. Orada şunu söyleyeceğim: Utanma mevhumu. Hani ahlaki bir yerden değil de biraz daha ilimli bir yerden söyleyim. Evrimsel olarak utanma ne? Normalde aslında sen utanınca, çekinince birey olarak sana avantaj değil, değil mi? Çünkü ne bileyim, utanmasan çalarsın, çırparsın, ona çakarsın, buna şey yaparsın; seni öne geçirebilir diğerlerinin önünde.

    Ama şu var, bu bir çeşit oyun teorisi gibi. Herkes böyle olunca çok kötü oluyor, değil mi? O sebepten evrim sadece birey düzeyinde işlemez, grup üzerinden de işler. Utanma duygusu bizim grup olarak...

  • 45:42 İrisin muş birisinin denemesi gerekiyordu. Yani, bu yüzden de Trump oldu işte. Abi, bu kaset ortaya çıkarsa, bilmem ne olur. O ses kaydı orada, hatırlıyor musun? İşte, soyunma odasındaki sesler falan ortaya çıktı, hiçbir şey olmuyor yani. Adam "Ben teflonum" dedi, "Umursamıyorum" dedi. He, hü hü, gülüyor, geçiyor utanmazlıkla. Doğru, hiçbir şey olmuyormuş gibi oluyor. Gazi Osmanpaşa Belediyesi'nde de böyle bir durum var. Ya da işte ne bileyim, bunun gibi pek çok örnek verilebilir.

    Orada şunu söyleyeceğim: Utanma mevhumu. Hani, ahlaki bir yerden değil de biraz daha ilimli bir yerden söyleyeyim. Evrimsel olarak utanma ne? Normalde, aslında sen utanınca, çekinince birey olarak sana avantaj değil, değil mi? Çünkü ne bileyim, utanmasan çalarsın, çırparsın, ona çakarsın, buna şey yaparsın; seni öne geçirebilir diğerlerinin önünde. Ama şu var, bu bir çeşit oyun teorisi gibi. Herkes böyle olunca çok kötü oluyor, değil mi? O sebepten, evrim sadece birey düzeyinde işlemez. Grup üzerinden de işler.

    Utanma duygusu bizim grup olarak geliştirdiğimiz bir şey. Çünkü öyle utanma duygusu olan ve empatiyle birlikte birbirine yardımlaşan insan grupları öne çıkmış. Onlar hayatta kalmış. Biz bu yüzden, empati duyan bir toplumsal regülasyon mekanizması kuruyoruz; ortak şeylerden, aynı şeylerden utanmak. Evet.

    Mesela bak, bu bazı hâlâ kabilelerde gözlemlenen bir şey. Şöyle bir şey var: Kadınlar işte börtlen topluyor, bilmem ne yapıyor. Kalorinin %90'ını onlar üretiyor. %10'u da erkekler avla, et getiriyorlar. Kabile kendi içinde şöyle bir formül yapmış; ama adamı değil, o avlanılan mızrağı yapan yaşlıyı övüyorlar ki, genç avcı çok övmesin. Orada böyle bir dağıtıyorlar. Bir de ondan, mesela adamdan şey bekliyorlar: Kendisi dalga geçmesin. "Ya şansına yaptım falan filan." Yani bu humble olmak, alçak gönüllükte neden bizde böyle önemlidir? Tam da bunlardan evrimsel olarak gel.

    Şimdi sen çıkıyorsun, bu kadar binlerce yıllık insanlık evrimi hani sadece modern kısmı değil, milyon yıllık bir şeyden bahsediyoruz. Trump falan çok uyanık sanki, tamam mı? Abi, var ya, bak bu utanma işi var ya, ben bunu hiç umursamayacağım. Bir şey yapacağım abi. Yaparsın, bugünü kurtarırsın; yarın patlayacak işte bu.

    Yani, mesela Türkiye'de şu anda siyasal İslamcılar şeyden çok eminler ya. Şu an, "Böyle her şeyi yaparız arkadaşlar" diyorlar ama gücünle tutuyorsun bunu. Gücün olmadığında meşruiyetin sıfır. Yarın öbür gün hiç kimseye anlatamayacağın derdini, çünkü herkes "Tamam da abi, ben senin hiçbir dediğine artık inanmam" diyecek. Çünkü hani şöyle yapacak dediler. "Biz yok yapmaz dedik. Geldin, yaptın, bir de bizi dövdün, dalga geçtin." Anlatabiliyor muyum? Hiç kimse artık senin söylediğine inanmaz. Yalancı işte, yani kurt ve yalan çoban hikayesi.

    O yüzden, utanmanın, empatinin, kural, kaideye uymak falan kolpa gibi geliyor olabilir. Dünya, böyle dört kuşakta bir her şeyi unutur, sıfırlanır deniyor. "Turning Point" diye güzel bir kitap var. Bizde, dünyada da, Türkiye biraz erken gidebilir ama dünya şu an şey deniyor; yani, oğlum bir kuralsız bakam nasıl oluyormuş falan.

  • 47:38 Abi, var ya, bak, bu utanma işi var ya, ben bunu hiç umursamayacağım. Bir şey yapacağım, abi. Yaparsın, bugünü kurtarırsın; yarın patlayacak işte bu. Yani, mesela, Türkiye'de şu anda siyasal İslamcılar, şeyden çok eminler ya. Şu an böyle her şeyi yaparız, arkadaşlar, ama gücünle tutuyorsun bunu. Gücün olmadığında meşruiyetin sıfır. Yarın öbür gün hiç kimseye anlatamayacağım derdini. Çünkü herkes şey diyecek: "Tamam da abi, ben senin hiçbir dediğine artık inanmam." Çünkü, hani, şöyle yapacak dediler; biz yok, yapmaz dedik. Geldin, yaptın, bir de bizi dövdün, dalga geçtin. Anlatabiliyor muyum? Hiç kimse artık senin söylediğine inanmaz. Yalancı işte; yani kurt ve yalan çoban hikayesi. O yüzden utanmanın, empatinin, kural, kaideye uymak falan kolpa gibi geliyor olabilir.

    Dünya böyle dört kuşakta bir her şeyi unutur; sıfırlanır deniyor. Turning Point diye güzel bir kitap var. Bizde, dünyada da; Türkiye biraz erken gelişti, ama dünya şu an şey deniyor: "Yani oğlum, bir kuralsız bakam, nasıl oluyormuş falan."

    Eee, şimdi, eee, aslında konu siyasete gelmişken sana şunu göstermek istedim. Eee, aslında ya Erdoğan'ın yeni eee, kıyafeti, yeni tarzı; yani neden buraya geldi? Biz bu konu üzerine bazen konuşuyoruz ya. İşte bu da siyasal, siyaset iletişiminin bir parçası. İşte winner ceketi mesela, hayatımıza Erdoğan soktu; kareli ceket. Daha sonra işte bu winner ceketi Özgür Özel falan da giyince, bilmiyorum, baktı CHP'liler giyiyor diye başka bir tarz mı benimsiyor acaba artık Erdoğan? Belki bu da siyasete ilişkin bir şey söyleyecektir. Yani çünkü Erdoğan da dönem dönem dönemlere ayırıyor ya kendi iktidarını. İşte çıraklık dönemi, ustalık... Yani kendisini eleştiren: "Eskiden öyle diyordun, şimdi böyle diyorsun." Çünkü neden? Ustalık dönemine geçtik artık biz. O zaman çıraktık, öğrendik. Aa, yani hamdık, piştik, düştük. Artık bu noktadayız. E, diyor Erdoğan kendisini de öyle eee tanımlıyor. Bilmiyorum, acaba bu yeni tarzı, yeni siyaset, yeni bir dönem falan demek mi? Onu göreceğiz.

    Ne diyorsun? Kahverengi. Normalde kahverengi siyasetçiler giymezler. Yani siyasal iletişimciler derler ki: "Aman kahverengi giymeyin, sakın falan." Negatif eee bir etkisi var derler. Öyle mi? Sence de negatif etkisi mi var? Yani siyasetçilerin çok risk alması istenmez. Genelde işte kırmızı kravatını takarsın, işte lacivert ya da siyah takımını giyersin, gidersin; bürokrat daha da renksiz giyinir falan filan. Ama bir kere Erdoğan bunların üstünde birisi artık. Yani o, hani belli bir şeyi açtıktan sonra artık uçan kaçana girebilirsin, deneyebilirsin. İkincisi, zaten kıyafetlerini iyi kullanan birisi.

    Hani şeyden, işte Refah Partisi, siyasal İslam, Milli Görüşçülükten AKP'ye geçerken "biz o gömleği çıkardık" derken, bir bıyıklar incelmişti. İkincisi de Erbakan Hoca'nın o böylesine yapraklı çiçekli kravatları gidip İtalyan janti takımlar ve böyle tek renk kravatlar gelmişti. Sonra işte o kareli ceket falan. Eee, bu arada hani AKP'nin nepo tabanı çok kötü giyiniyor. Daha önce de söylediğim üzere, proporsiyon...

  • 49:35 Ne diyorsun? Kahverengi. Normalde kahverengi siyasetçiler giymezler. Yani siyasal iletişimciler derler ki, "Aman, kahverengi giymeyin sakın," falan. Negatif bir etkisi var derler. Öyle mi? Sence de negatif etkisi mi var? Yani, siyasetçilerin çok risk alması istenmez. Genelde işte kırmızı kravatını takarsın, lacivert ya da siyah takımını giyersin, gidersin; bürokrat daha da renksiz giyinir falan filan. Ama bir kere Erdoğan bunların üstünde birisi artık. Yani, o belli bir şeyi açtıktan sonra artık uçan kaçana girebilirsin, deneyebilirsin.

    İkincisi, zaten kıyafetlerini iyi kullanan birisi. Hani Refah Partisi'nden, siyasal İslam’dan, Milli Görüşçülükten AKP’ye geçerken “Biz o gömleği çıkardık” derken bıyıklar incelmişti. İkincisi de Erbakan Hoca'nın o yapraklı çiçekli kravatları, gidip İtalyan janti takımlar ve tek renk kravatlar gelmişti. Sonra işte o kareli ceket falan.

    Bu arada, AKP'nin nepo tabanı çok kötü giyiniyor. Daha önce de söylediğim üzere, proporsiyon sıkıntısı var; dar ve aşırı kısa paça falan. Cumhurbaşkanı Erdoğan aslında iyi giyinir. Buna da mesela dalga geçmişler, millet de ezbere konuşuyor. Bence bu iyi kıyafet. Hani ben şeyini falan sevdim. Marmaris olduğu için yazlıkta diğerlerinden farklı giyiniyorum ve kravatımı giymediğim an demek istemiş olabilir. Onun artık verdiği mesajları benim aklıma ermez. Paçaların kısalmış olduğunu görüyoruz, o enteresan. Ayakkabı da biraz pahalı. Ayakkabılara öyle demişler birisi. Murat Ongun kirası doğru mu bilmiyorum. Neymiş? Timsah derisi diyorlar. Bilmiyorum. Ben kıyafeti beğendim. Onun ötesinde şu an siyasi bir yorum yapacak kadar donanımım yok.

    Ama şunu söyleyebilirim, Erdoğan giyinmeyi bilmiyor değil, biliyor. Bu arada, siyasal İslam'ın özellikle erkeklerinin kıyafetleriyle ilgili daha çok konuşabiliriz. Çünkü kadınlarla ilgili aşırı çok ve kötü konuştuk ya yıllarca. Ben çok pek konuşmadım ama konuştular. Yani, bu Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz mıydı mesela o zaman? Aslında iyi bir bürokrattı, şimdi iyi biri diye biliyoruz. Adamın evinin önünde, kapısının önünde ayakkabı varmış diye hakaretler edildi. Yani, bizim mahallenin de böyle küçük bir azgın kesiminde, gerçekten pis huylar var.

    İnsanların başörtüsüyle, bilmem neyle falan... Yani öyle olmaz arkadaşlar. Bir şey gözüne yanlış, komik, bilmem ne de gözüküyor olsa o kadar alenen insan rencide edilmez. Yani, siyaseten eleştiri kadar. Trump'la da ilgili bilmem ne. Trump'ın saçıyla dalga geçiyorlar da ne oluyor? Yani, bu komik değilse, komik değil. Taktik değilse, hiç sana puan kazandırmıyor. Anlatabiliyor muyum? Gerek yok yani, o taraflarını geç boşver.

    Evet, buradan Derek Gay'a geleceğim. Bu erkek takımları üzerine daha önce de değinmiştik kendisine. Çok yorum yapan birisi. Aslında Erdoğan'ı burada çok övdük. Bizim kadar öven yoktur ama çok güzel, böyle kıyafetleri değerlendirirken sağcılarını da değerlendiriyor. Kıyafetlerini beğenmiyor. Andrew Tate falan, “Öyle takım giyilmez” falan diye. Acı.

  • 51:34 İyi de bir bürokrat. Şimdi iyi biri diye biliyoruz. Adamın evinin önünde, kapısının önünde ayakkabı varmış diye falan hakaretler ediliyor. Yani bizim mahallenin de böyle küçük bir azgın kesiminde gerçekten çok pis huylar var. İnsanların başörtüsüyle, bilmem neyle falan. Yani öyle olmaz arkadaşlar. Bir şey gözünüze yanlış, komik bilmem ne de gözüküyor olsa, o kadar alenen insan rencide edilmez. Yani siyaseten eleştiri kadar.

    Trump'la ilgili bilmem ne, yani Trump'ın saçıyla dalga geçiyor da ne oluyor? Yani bu komik değilse, komik değil, taktik değilse hiç sana puan kazandırmıyor. Anlatabiliyor muyum? Gerek yok yani. O taraflarını geç, boşver. Evet, buradan Derek Gay’a geleceğim. Bu erkek takımları üzerine daha önce de değinmiştik ya kendisine. Çok yorum yapan birisi. Aslında Erdoğan’ı istedi burada çok övdük, adamı. Bizim kadar öven yoktur ama çok güzel, böyle kıyafetleri değerlendiren sağcılarını değerlendiriyor, kıyafetlerini işte beğenmiyor. Andrew Tate falan, öyle takım giyilmez falan diye.

    Dar giyiyor, öyle giyilmez işte. Klasiklerden örnekler veriyor falan. Şeyi de beğenmiyor. E, ne bu? İngiltere kralının oğullarını da beğenmiyor. Bunlar diyor kötü giyiniyor falan diyor. Neyse, bu adam C'da Vietnam asılıymış meğersem. Savaş zamanı annesi, babası gelmiş bunun kaçak yollarla. Onun için bu da illegal göçmenmiş aslında. Teknik olarak illegalmiş. Yani Amerikan vatandaşı değil. Artık Green card'ı var, neyse varsa, takılıyor adam böyle. Ama Derek Guy’ın milyonlarca takipçisi var falan.

    Evet, bu Los Angeles'taki eylemler başladıktan sonra, sosyal medyada tabii işte herkes pozisyonunu seçti. Bu Derek Guy da illegal göçmen olmakla ilgili uzun bir şey yazdı. Yani, siz illegal göçmenleri hepsi hani "oh tembel Meksikalılar geldi burayı doldurdu, bunlar çalışmıyor" diyorsunuz da öyle değil. Kendi nasıl geldiğini anlattı işte, annesi falan zaten ya bilinmiyordu da o zaman ne illegal, ne legal, ne savaştan kaçmış insanlar bir sınırdan geçiyorlar, geliyorlar ya akıllarına bile gelmemiş falan diye kendi öyküsünü anlattı.

    Kendi öyküsünü anlatınca, işte o zaman "sen de git ne yapalım" falan diyenler oldu. Ondan sonra, “ya dostum, bana hangi pantolonu alalım diye soran adamlarsınız” diyor. Yani biraz kendinize gelin ya. "Ne zannediyorsunuz siz kendinizi?" falan diye bir şey yazdı adamcağız.

    Evet, Amerika Birleşik Devletleri'nde kendine göre böyle bir yapısı var yani. Evet, ya bu çok JD W falan atıştılar galiba. Çok enteresan. Evet. Ya göçmen konusuna şöyle bir şey söyleyeyim; kendim de göçmen olarak 5 yaşımda Türkiye'ye gelmiş birisi olarak ve Türk milletinin de bize bağrını açtığı için tekrar teşekkür ediyorum bu arada. Yani ben de Türk milletinin bir parçasıyım sonuçta, geldik ve ben bu ülkenin okullarında okudum. Hep devlet okulunda okudum falan. Şükür ki iyi kötü, en azından bu yaşlara geldim falan.

    Ve şeyi de hatırlatalım; tam da böyle bir hafta önce oldu zaten. Bulgaristan'da bizler ismimiz değiştirildi.

  • 53:37 Ya akıllarına bile gelmemiş falan diye kendi öyküsünü anlattı. Kendi öyküsünü anlatınca işte o zaman "Sen de git, ne yapalım?" diyenler oldu. Ondan sonra, “Ya dostum, bana hangi pantolonu alalım diye soran adamlarsınız. Yani biraz kendinize gelin ya. Ne zannediyorsunuz siz kendinizi?” diye bir şey yazdı adamcağız.

    Evet, yani bu da enteresan. Amerika Birleşik Devletleri'nde kendine göre böyle bir yapısı var. Hı hı. Ya bu çok JD W falan atıştılar galiba, çok enteresan.

    Evet, göçmen olarak 5 yaşımda Türkiye'ye gelmiş biri olarak ve Türk milletinin de bize bağrını açtığı için tekrar teşekkür ediyorum bu arada. Yani ben de Türk milletinin bir parçasıyım, sonuçta geldik ve ben bu ülkenin okullarında okudum. Hep devlet okulunu okudum falan. Şükür ki iyi kötü, en azından bu yaşlara geldin.

    Ve şeyi de hatırlatalım. Tam da böyle bir hafta önce oldu zaten. Bulgaristan'da isimlerimiz değiştirildi. İşte sopalar alanlar oldu. Asimilasyon politikası vesaire. Kovulduk yani 500 yıldır yaşadığımız yerden. O yüzden de böyle çok dandunla konuşmak istemiyorum, ama şunu söylemem lazım. Daha önce de bu konularda bir şeyler söyledim. Biraz daha VK dönemindeyken millet daha da böyle saldırıyordu falan. Şimdi azaldı.

    ABD'deki argümanları dünyanın geri kalanını, özellikle Türkiye gibi bir yere getirirsem veya Almanya'ya çok saçma olabiliyor. Neden? Amerika Birleşik Devletleri gerçekten göçmenler tarafından kurulmuş bir ülke. Her yüzyılda yeni bir göçmen dalgası alıyor. Yani başta işte ne bileyim Anglosaksonlar, İngilizler, Hollandalılar... Sonra İskandinavlar, sonra İrlandalılar, ondan sonra İtalyalılar, ardından bir Çinli, Japon, şunlar, bunlar, Meksikalılar en son Müslümanlar falan. Ve her biri de bir şey katmıştır buna baktığın zaman. Doğru.

    Ama ABD'de şöyle bir durum var. Çok büyük bir ülke. İstihdam yani talebi çok yüksek. O yüzden de ne kadar insan gelirse gelsin, bir şekilde bir iş kuruluyor orada. Regülasyon vesaire az. Giriyorsun, çalışıyorsun, ekmeğini kazanıyorsun. Yani bütün sistem bunun üzerine kurulmuş. Üretmek üzerine kurulmuş.

    Bir de şu var; sosyal devlet yok. Gelene bir şey vermiyor ki devlet zaten. Zaten sağlık, bilmem ne falan, hani ücretli eğitim, şu, ücretli... yani genellemeler yapıyorum.

    Şimdi bunu alıp, ulus devlet olan, çok eski bir tarihe sahip, bağımsızlık savaşı vermiş, burada birçok insanın öldüğü, kaldığı, etnik aidiyetlerin olduğu sınırların buna göre çekildiği bir ülke olan Türkiye ile karşılaştırırsak, sosyal devlet Amerika Birleşik Devletleri'ne göre çok daha sosyal bir devlet değil mi? Sağlıkta, eğitimde, şunda bunda devlet bir sürü şey veriyor. Artı fukaralık var. İş yok, ekonomi kötü. Her şey tam tersi.

    E, oradaki argümanı alıp buraya, "İşte bütün sınırlar k, herkes gelsin." deme durumu var. Türkiye'deki durum reel politika olarak konuşalım. İşte Sayın Erdoğan'ın Avrupa Birliği ile imzalamış olduğu...

  • 55:40 Yüksek. O yüzden de ne kadar insan gelirse gelsin, bir şekilde orada bir iş kuruluyor. Regülasyon vesaire az. Giriyorsun, çalışıyorsun, ekmeğini kazanıyorsun. Yani bütün sistem bunun üzerine kurulmuş; üretmek üzerine.

    Bir de şu var: Sosyal devlet yok, abi. Gelene bir şey vermiyor ki devlet zaten. Zaten sağlık, bilmem ne falan, hani ücretli eğitim, şu, ücretli... Yani genellemeler yapıyorum. Şimdi, sen bunu alıp, bir ulus devlet olan, çok eski bir tarih olan, bir bağımsızlık savaşı vermiş, burada böyle bir sürü insanın öldüğü, kaldığı etnik aidiyetlerin olduğu ve sınırların buna göre çekildiği bir ülke olan Türkiye ile ilgili düşün. Sosyal devlet, Amerika Birleşik Devletleri’ne göre çok daha sosyal değil mi? Sağlıkta, eğitimde, şunda, bunda devlet birçok şey veriyor. Artı fukaralık var. İş yok, ekonomide kötü. Her şey tam tersi.

    Oradaki argümanı alıp buraya getirdiğinde, işte bütün sınırlar açılacak; herkes gelsin. Ya Türkiye’deki durumu reel politika olarak konuşalım. İşte Sayın Erdoğan'ın Avrupa Birliği ile imzalamış olduğu geri, işte bilmem ne anlaşması ve demografik mühendisliği falan filan; hep anlattığımız şeyler. Belli sınırlar açıldı. Belli insanlar geldi. Çok da buna bir şey denmedi yani. Bir sürü insan da geldi. Tamam, bir kısmı bunlar savaştan kaçtı, şu bu, zor durumda olanlara yardım edilsin de, ya bir kısmı da öyle değil. Yani, Allah için ekonomik sebeplerle gelmiş.

    O ABD'de süper mantıklı bir şey olabilir ki orada da hani adamlar bir yerden sonra "Yeter, daha" dediler ama Türkiye’de böyle mi şimdi bu? Ya da Almanya’da mesela tam tersi; geliyor adam, karısı ve çocukları, e sosyal devlet var, ona yardım edilecek, bilmem ne. Orada bambaşka bir şey konuşuyorsun. Şunu da demiyorum: Buna rağmen gelsin diyebilirsin. Ama o zaman o normatif bir pozisyon. Yani şudur: Bence bütün insanlar sınırlardan bağımsız olarak her yere girip çıkabilmeli. Ben her şeyimi paylaşmaya okeyim diyorsundur belki.

    Tamam ama biraz önce söylediğim hikaye ve olgu tarafı farklı. Olgu tarafında şunu kabul etmen lazım: İşsizliğe sebep olabilir. Konut fiyatları artabilir. Gıdayla ilgili bilmem ne olabilir. Çünkü şöyle deniyordu sürekli Türkiye ile ilgili: "İşte ben göç çalışıyorum ve size söyleyebilirim ki göçmenler işsizliğe sebep oluyor." Abi, Amerikan literatürünü okuduğunda öyle yazıyor. Ama Türkiye’de öyle olmuyor işte. Biliyoruz yani.

    O yüzden göçmenleri savunuyorsan, elindeki tek argüman "işsizliğe sebep olmuyor." Olmamalı. İşsizliğe sebep oluyor olabilir. Ama gene de diyebiliyorsan, eyvallah. Yani her şeyin durumu da farklı. Çok ezbere konuşuldu. Burada da genelde konuşulan şey farklı.

    Ben bir şey sinyal veriyorum. Hani orada şu olmamalı: "Ben çok iyi bir insanım. Siz hepiniz kötüsünüz," abi. Öyle değildir belki gerçekten. Yani başlık parası toplayan bir Kürt inşaat işçisi videosu izliyordum mesela. Adam diyor: "Abi, Suriyeli geliyor, benim yarım fiyatıma çalışıyor. Ben kovuldum." Anlat ona işte, "istihdam etkilenmiyormuş," falan. Anlatabiliyor muyum? Amerika Birleşik Devletleri ile buranın alakası yok, abi. Bambaşka bir durum.

  • 57:33 Konut fiyatları artabilir. Gıdayla ilgili bilmem ne olabilir. Çünkü şöyle deniyordu sürekli Türkiye ile ilgili: ben göç çalışıyorum ve size söyleyebilirim ki göçmenler işsizliğe sebep oluyor. Amerikan literatürünü okuduğunuzda öyle yazıyor. Ama Türkiye'de öyle olmuyor işte, biliyoruz. O yüzden göçmenleri savunuyorsan, elindeki tek argüman "işsizliğe sebep olmuyor" olmalı. Olmamalı. İşsizliğe sebep olabilir ama gene de diyebiliyorsan eyvallah. Yani her yerin durumu farklı. Çok ezbere konuşuldu. Burada da genelde konuşulan şey farklı.

    Ben bir şey sinyalliyorum: orada şu olmamalı, "ben çok iyi bir insanım, siz hepiniz kötüsünüz” demek öyle değildir belki de. Yani başlık parası toplayan Kürt inşaat işçisi videosu izliyordum mesela. Adam diyor ki, “Suriyeli geliyor, benim yarıma yapıyor. Ben kovuldum.” Anlat ona, işte, istihdam etkilenmiyormuş falan ya. Anlatabiliyor muyum? Amerika Birleşik Devletleri ile buranın alakası yok. Bambaşka bir ülke. Ha, ABD'de de Los Angeles ve ayaklanmalar vesaire var. Yani şimdi onu da uzmanı anlatsın tabii ama ben yine Demokratların iyi bir istisna veremediğini görüyorum.

    İnsanların haklarını savunmak, kanun, nizam olsun. Ulan, askeri niye sahaya sürüyorsun? Vali istememişken, sen bu zorlama yetkiyi niye kullanıyorsun demek başka. İşte orada Meksika bayrağı sallıyorlar. Aşağıda yanan bir arabanın üstünde bir adam var. Hani onlarla birlikte gidip bağırmak başka. Anlatabiliyor muyum?

    Yani bir yanda insanlara, “şu mesaj da bazı insanlar böyle algılıyor: Demokratların bir kanadı, hakikaten bu ülke yıkılsın istiyor galiba” diyenler de var. Hikaye tarafında da bir sıkıntı var. Yani Amerika Birleşik Devletleri'nde ne olur bilmiyorum ama Trump ile ilgili şunu söyleyebilirim ki içeride kendi tabanını zaten ikna ediyor, rıza üretiyor, partiyi bir şekilde hizaya sokuyor falan. Yani içeride anlattığı ideolojik hikaye okey, ve popülizmle o medyatik kişiliğiyle işte şovla, sparkle’a döndürüyor dükkanı.

    Ne zaman patlıyor bu? Dışarıdan. Çünkü reel politikte karşısında gerçek, onun popülist şeylerinden etkilenmeyecek, medyayı umursamayacak biri var; ya Putin gibi bir adam. Yemiyor, abi, adam. “Güvenmiyorum ben buna” diyor. Zaten establishment'ı da ikna edemeyecek. Ukrayna, işte, dediklerin hiçbiri olmadı. İsrail zaten, Trump'ın küçük boşluğunu buldular. Hemen daldılar oradan falan. Yani Trump'ın dedikleri genelde içeride ne kadar söktürebiliyorsa, dışarıda da o kadar tutturamıyor.

    Çünkü reel politik ile iç siyaset farklı şeyler. Birisi bu en başta anlattığımız hikaye tarafıyla alakalıyken, diğeri, gerçek somut gerçekliklerle oradaki bilgi dünyasının somut somut dünyayla bir etkileşme olması lazım. Trump'ın da öyle somut dünyayla çok bir işi yok. O hikaye anlatıyor. O bir, ne bileyim, işte deal, pazarlama, şu bu. Tamam, yani bu iş dünyasında olabilir belki ama dünya böyle bir yer değil. Ülkeler de, devletler şirket değil. O sebepten...

  • 59:20
  • 1:01:35 Eee, bu şey yapay zeka imparatorlukları isimli Karen You herhalde yazarı. Bir de "Empire of AI" son dönem en çok satanlar listesinde, New York Times'ın bestseller'larında yer alıyordu. Neyse, şöyle bir şey söylüyor: Diyor ki, nasıl ki 16., 17. ve 18. yüzyılda sömürge imparatorlukları kuruldu; Hollanda, Britanya vesaire, bunlar bunu nasıl kurdular? Yani İspanya ve Portekiz, ellerindeki teknik beceriyle, silahlarıyla, gemileriyle ve navigasyon becerileriyle öne çıktılar. Tabii ki başka faktörler de oldu, ama özetle, teknik becerileri vardı. Gittiler ve galebe çaldılar. Oradaki yerli halkların hepsini topraklarından sürdüler; kimini köle yaptılar, ne bileyim, elmasını, armudunu aldılar, toprağının altınını çaldılar.

    Tamam, yani büyük ölçüde, kabaca sorarsak, bu doğru. Extraction, exploitation falan, doğru. Ve o insanlara yaptıkları bu şeyi bir de nasıl meşru gösterdiler? "Biz bunlardan daha üstünüz." Yani, "biz daha üstün bir insan ırkıyız." White man's burden falan denir ya, bu da neden? Çünkü biz teknik becerimizle, bilgi olarak çok daha yukarıdayız. Onlar bilgi olarak çok daha aşağıda, ruhları falan küçüktür.

    Diyor ki, şimdi bu yapay zeka devlerinin, şirketlerin yaptığı da, teknik becerileriyle insanlığın geri kalanını galebe çalabildikleri, onları sömürebildikleri bir sistem kurdular. Bu da öyle bir şey ki, aletin bütün training datası, eğitim verisi, daha önce insanların üretmiş olduğu içerikler, bütün yazdığımız şeyler. Wikipedia, işte sanatçıların çizdiği şeyler, Miyazaki'nin falan tüm Stüdyo Ghibli'nin yıllarca çizdiği şeyleri şimdi benzerini çiziyor mesela.

    Midjourney, Midjourney, Disney tarafından dava ediliyor. Disney karakterlerinin aynısını çizmiş. Yani o karakterle, hani Shark Tank'tan bahsederken dedik ya, "dizayn her şey." Birisi akıl ediyor onu; yıllarını harcıyor, birisi karakterin tasarımını yapıyor, bir tanesi de onun saçının rengi şöyle olsun, gözünün şurası böyle olsun diye düşünüyor. Adam bir hayatını koyuyor ona. Sen, sanki hiç bunlar olmamış gibi, onu bir malzeme ediyorsun ve bedavaya kullanıyorsun.

    Dinamasını soruyorum, acaba Oliver Stone mu? Yani yönetmenlerden birisi bununla ilgili şöyle bir şey söyledi: "Hep input tarafına bakıyoruz." Hani işte, yapay zekayı eğittiğimiz veri nereden geldi? Telifi oradan arıyoruz ama ona bakmadan sonuca bakalım. Sen, Stüdyo Ghibli gibi Miyazaki'nin tamamen aynı tekniğiyle benzer bir şey çıkarıyorsun; bu telif yemesi lazım.

    Abi, böyle bir şey yok yani. Bu durumda sanatçı nerede? Hani bu kadar insanlığın birikimini alıyorsun, bir yere topluyorsun, onu tekrarlayıp farklı şeyler yapabilen bir alet oluşturuyorsun. Ve bu alet, bir sürü insanı işsiz bırakıyor, prekaryal duruma düşürüyor. Aynı zamanda doğal kaynaklarımızı da tüketiyor. Enerji, su vesaire. Bir de insanlardan para alıyorsun bunun için ve bununla çok büyük paralar kazanıyorsun. Sonra bu aletle bir de nerede kullanıyorsun?

  • 1:03:40 Yor gözünün şurası şöyle olsun da, falan. Adam bir hayatını koyuyor ona. Sen sanki hiç bunlar olmamış gibi onu bir malzeme ediyorsun kendine ve bedavaya kullanıyorsun. Dineması var. Acaba Oliver Stone mu? Yani yönetmenlerden birisi bununla ilgili şöyle bir şey söyledi: Hep input tarafına bakıyoruz. Hani işte yapay zekayı eğittiğimiz veri nereden geldi? Telifini oradan arıyoruz ama ona bile bakmadan sonuca bakalım.

    Sen, Studio Ghibli gibi, Miyazaki'nin tamamen aynı tekniğiyle benzer bir şey çıkıyor. Bu telif yemesi lazım. Abi, böyle bir şey yok yani. Bu durumda sanatçı nerede? Hani, bu kadar insanlığın birikimini alıyorsun, bir yere topluyorsun. Onu tekrarlayıp böyle farklı şeyler yapabilen bir alet yapıyorsun. Ve bu alet gidiyor, bir sürü insanı işsiz bırakıyor. Prekar duruma düşürüyor. Aynı zamanda doğal kaynaklarımızı tüketiyor: enerji, su vesaire. Bir de insanlardan para alıyorsun bunun için ve bununla çok büyük paralar kazanıyorsun.

    Sonra bu alet nerede kullanılacak mesela? Tekrardan gidiyor, Serdar Ortaç mesela klibinde kullanıyor. Ama atıyorum, Hollywood, bir yandan şunu düşünüyor: oyuncusuz setler işte, öbürü, dijital sanatçı yaratalım falan. Özetle, diyor ki yeni yapay zeka imparatorlukları kuruluyor ve bizi sömürüyorlar. Bunu meşru kılmak için argümanları ne? Teknolojileri. Bu yeni bir işte üst. Yani şuna geliyor: İlerlemenin karşısında mısınız? Teknoloji ne yaparsan yap, durduramazsın.

    Durduramıyorum, hakikaten ama bu onun iyi bir şey olduğu anlamına gelmiyor ki. Abi, ne kadar ezbere laflar bunlar ya. İnsan bir şekilde yolunu buldu. Bir de şu vardı ya, kendini geliştirsin. Bu hafta araştırması yapıldı mesela; işte doktorlar tanı koymaya çalışıyor. Bir de yapay zeka tanı koyuyor. Yapay zeka birazcık daha iyi. Doktordan kendini geliştir. Doktor da mı kendini geliştirsin abi? Geliştirecek yer yok yani.

    Sen bizden daha üstün bir ırk yarattın şu anda. Hani bu illa robotlar gelecek, bizi ele geçirecek değil. Yani, işsiz kalırız, bir şey olur. Hep deniyor ki işte insanlık bir şekilde olur abi, adapte olur. Aradaki 30-40-50 yılda olacak. En son bu kadar hızlı gittiğimizde 1. Dünya Savaşları olmuştu. O sebepten, mevzu böyle çok normalmiş gibi konuşmamalı.

    Serdar Ortaç mevzusuna tekrar gelecek olursak, Harari de diyor ki, insan suretini, sesini, görüntüsünü, videosunu taklit eden şeyler yasak olmalı. Bu, insanlar arasında güveni tamamen yok ediyor. Yani, nasıl ki sadece devlet basabilir parayı, insanların görüntülerini de sen öyle kafana göre üretemezsin. Bu Dune'da şöyle bir şey vardı: Özel bir incil vardı, robotlarla savaşmışlar bunlar falan. Çok büyük çileler, milleler. Neyse, ondan sonra illallah edip şöyle bir ayetle başlıyor o incil: "İnsan gibi makine yapmayacaksın." Din gibi bir şey olması lazım bunların. Çünkü bu işin sonu gerçekten hayır değil. Bu tek, yani teknoloji gelişsin. Gelişsin de bana mı gelişiyor? Sam Altman'a mı gelişiyor? Yani orada bir avuç dijital feodal lord, böyle süper zengin ve güçlü olacak diye, biz tamamen prekarlaşacağız.

  • 1:05:35 Olur. Hep deniyor ki, işte insanlık bir şekilde adapte olur abi. Aradaki 30, 40, 50 yılda olacak. En son bu kadar hızlı gittiğimizde 1. Dünya Savaşı olmuştu. O sebepten hani mevzu, böyle çok normalmiş gibi konuşmamalı.

    Serdar Ortaç mevzusuna tekrar gelecek olursak, Harari de diyor ki, insan suretini, sesini, görüntüsünü, videosunu taklit eden şeyler yasak olmalı. Bu, insanlar arasında güveni tamamen yok eder. Yani, nasıl ki sadece devlet basabilir parayı, insanların görüntülerini de sen öyle kafana göre üretemezsin.

    Bunu Dune'da şöyle bir şey vardı. Özel bir incil vardı, robotlarla savaşmışlar bunlar falan. Çok büyük çileler, milletler... Neyse, ondan sonra illallah edip şöyle bir ayetle başlıyor o incil: "İnsan gibi makine yapmayacaksın." Din gibi bir şey olması lazım bunlar, çünkü bu işin sonu hakikaten hayır değil.

    Bu tek yani teknoloji gelişsin. Gelişsin de bana mı gelişiyor? Samaltm'a gelişiyor. Yani, orada bir avuç dijital feodal lord çok süper zengin ve güçlü olacak diye biz tamamen prekareleşeceğiz. Belki işimizi kaybedeceğiz, belki de dolandırılacağız. Belki, işte bizim suretimiz kullanılarak garip içerikler oluşturulacak.

    Vallahi bir tane Semalman'ın başka bir projesi var şimdi, ORP diye. Time bununla ilgili böyle bir makale yazdı. Uzun... vallahi bu da böyle bir küçük alet yani, böyle yuvarlak bir alet, göz gibi bir şeysi var. E şey yapacak. Hepimizin irisini okuyacakmış. Dolayısıyla, hani insan mıyız değil miyiz, bunu verify edecek. Onu da sen yapsan. Aynen, onu da ben yapayım diyor. Semma'nın ana, hepimizin iris numarası olacakmış.

    Neyse, yani bu herhalde bir bilgisayarda artık, ileride tabi daha çok başlangıç aşamasında bir proje ama bir şeye girdiğimiz zaman bilgisayara erişimimizi okuyup, "A tamam, bu insan veya insan değil," diye verify eden bir sistem diye anladım ben. Yani çok mühendis olmadığım için sınırlı olarak anlayabiliyorum bir şeyleri ama öyle anlıyorum, yani bir Iris okuma sistemi. İleride çünkü hep diyoruz ya, ne insan, ne insan değil, herhalde bunun üzerine çok kafa yoruyorlar, ya ne insan, ne insan değil bilemeyeceğiz falan. İşte bunu bilmeye yönelik bir sistem düşünmüş.

    Semman abiniz, tek bir şey söyleyeceğim. Orada regülasyon Türkiye'de hemen talep edilebilir. Bu Ümit Özdağ videosu, bilmem ne, İmamoğlu videosu falan. Abi, yapay zekayla ne videosu, ne fotoğrafı yapılıyorsa, kabak gibi sağ üste yazacaksın. Reklamsa reklam yazıyorsun ya. Yani, sana mesela bir tane bir şey vereyim, 1000 tane işbirliği bilmem ne falan, değil mi? E bunda da olması lazım yani, mutlaka büyük bir şekilde yapay zeka öğretimi yazmalı. Bu son, işte İran-Israil meselesinde mesela, İran çok kullandı yapay zekayla yapılmış ama insanlar karıştırdı onu. Yapay zeka diye yazılmadıysa, millet gerçek diye paylaştı falan.

    Tam olarak yani bir savaş yürüyor ve ne gerçek, ne değil bilmiyorsun yayılan videolardan. Ne bileyim, oradan alıp sosyal medyada alıp kullanan televizyon oluyor, şu oluyor, bu oluyor. Böyle bir dönemdeyiz ya. Evet. Eee haklısın. Şimdi gelelim tavsiyeler kısmına.

  • 1:07:34 İnsanları düşündüren çok fazla konu var; ne insan, ne insan değil, bilemeyeceğiz. İşte bunu bilmeye yönelik bir sistem düşünmüş. Semman, abiniz, tek bir şey söyleyeceğim: Orada regülasyonu Türkiye'de hemen talep edebiliriz. Bu Ümit Özdağ videosu, İmamoğlu videosu falan. Yapay zeka ile ne videosu, ne fotoğrafı yapılıyorsa, kabak gibi sağ üste yazacaksın. Reklamsa reklam yazıyorsun ya.

    Yani, sana mesela bir tane örnek vereyim: 1000 tane işbirliği falan değil mi? E bunda da olması lazım, yani mutlaka büyük bir şekilde yapay zeka öğretimi yazmalı. Bu son İran-İsrail meselesinde mesela, İran çok kullandı yapay zekayı ama insanlar karıştırdı onu. Eğer yapay zeka diye yazılmadıysa, millet gerçek diye paylaştı, falan filan. Tam olarak bir savaş yürüyor ve ne gerçek ne değil, bilmiyorsun yayılan videolardan. Ne bileyim, oradan alıp sosyal medyada kullanan televizyon oluyor, şu oluyor, bu oluyor. Böyle bir dönemdeyiz.

    Evet, haklısın. Şimdi gelelim tavsiyeler kısmına. Gelmek ister misin? Var mı tavsiyen? Negatif tavsiyem var. Espresso ile ilgili belgesel çekilmiş; ben izlemedim, izlemeyi de düşünmüyorum. Sen izledin mi?

    Ben izledim. Beğendim. Vallahi insanlar da bana kızdı. İnsanlar kızdı, niye beğendin diye. Herkesin kendi hikayesinde, kendi zaviyesinden anlatma hakkı var bence. Ben böyle bakıyorum. Hakkı var, evet ama ben işte, kazanın yerine espresso olabilir. Artık onlarla kişisel husumetim oldu. Yani, o kadar da olsun, küstüm.

    Yapay zeka kitabını önerdik; "Empire of AI", gerçekten iyi. Evet, güzel. İki tane şey önereyim. Bu hafta sağ olsunlar, premierine çağırdılar. Dün de şey, gişelere gidip "Materialist" filmini izledim, Pedro Pascal oynuyor. Yani kadro güzel. Hani Captain Amerika'mız Chris Evans, neydi o? Dakota ve Pedro Pascal.

    Dakota Johnson, aşka dair bir film; yani bildiğin düz romantik, az komedili bir romantik film. Postmodern bir film değil; başı var, sonu var. Sinik değil, ironik değil, sarkastik değil, bir şey anlatıyor. Özellikle Amerika'da dating hayatının ne kadar materyal bir hale geldiği ve sürekli "benim istediğim erkek şöyle olmalı" falan diyen kadınların olduğu sahneler var. Sürekli 180 boy muhabbeti var. Adam da yaşı ve kilosunu söylüyor; "29 yaşında olmaz, 30 sayılır" gibi...

    Bunun içerisinde aşkın yeri nedir, ne değildir gibi hem ciddi sorular soran hem de dümdüz aşk filmi olan gerçek bir sinema filmi. Ne zamandır romantik komedi çekilmiyor ya, aşk filmi de üst üste gelmiyor. Hakikaten onun da şeyini o.

    Bu arada, Pedro Pascal olduğu için ben de bir tane negatif öneride bulunabilir miyim? Gladiator 2'yi seyrettim; orada da Pedro Pascal oynuyor. Abi, o ne? Ben bu kadar kötü film izlemedim. Yani, birincinin kötü kopyası gibi. Merak ettim, tamam mı? Doğru, abi, keşke o kadar kötü olmasa. Gerçekten çok kötü. Sen izledin değil mi?

    Evet.

  • 1:09:44 Özellikle Amerika'da dating hayatının ne kadar materyal bir hale geldiği, sürekli bir şeylerin gündeme geldiği bir gerçek. Kadınlar, "Nasıl bir erkek istiyorum?" diye düşünüyor. Şu kadar gelir, 180 boy muhabbeti var. Adamlar da sürekli yaş ve kilo söylüyor; "29 olmaz, 30 sayılır, kilosu da bilmem ne olsun" gibi. Bunun içerisinde aşkın yeri nedir, ne değildir gibi hem ciddi sorular soran, hem de dümdüz aşk filmi olarak tanımlayabileceğimiz gerçek bir sinema filmi var.

    Ne zamandır romantik komedi çekilmiyor ya. Aşk filmi de çekilmiyor, gerçekten. Bu arada, Pedro Pascal'ı izlediğim için ben de bir tane negatif öneride bulunabilir miyim? Gladiator 2'yi seyrettim. Orada da Pedro Pascal oynuyor. Abi, o ne? Ben bu kadar kötü bir film daha önce görmedim. Yani birincinin kötü kopyası gibi. Ben merak etmişken, sen izledin değil mi?

    Evet, ben bu kadar kötü bir şey görmedim. Şaka sandım. Cüneyt Arkın’ın “Dünyayı Kurtaran Adam” filmine benzettim. Özür dileyelim Cüneyt Arkın'dan. Adam saçmalıyor, tamam anladık fantastik bir şey anlatmaya çalışıyor ama bu kadar kötü olamaz ki. Bu kadar teknolojinin olduğu yerde bu kadar kötü efekti bırakmak. Adam derenin altında kılıçlıyor ama babası onun zırhını koruyor. Çok saçma. Kılıcı bir savuruyor, kolu kopuyor. Aşırı kötü. Hollywood şu an daha da kötüleşiyor.

    Ayrıca, Los Angeles'ta büyük ayaklanmalar var ya, 90’larda da olmuştu. O dönemler hakkında, "H Rachel Again Machine" ve "Sleepland Wire" gibi albümler vardı. Neyse, journoom.tr'de Emre Kızılkaya ve muhabir arkadaşımız Berfin çok uzun bir rap dosyasını dijitalleştirdiler. Rap’in nasıl doğduğuna dair gerçekten son yıllarda internette gördüğüm en uzun yazı bu olabilir. Arkadaşlar, bakabilirsiniz; ben çok ilgiyle okuyorum.

    Daha buradaki yazılara da şey koysanıza. New York Times bunu yapıyor; benim çok işime yarıyor. Gerçi o da otomatik bir ses ama okuma işlevi var. O çok mu maliyetli acaba? Bilmiyorum, buradan editörümüz Emre'ye mesaj. Ama sen o yapay sesleri seviyor musun? Bazısı çok iyi oluyor, bazısı ise...

    Ben çok seviyorum. Çok güzel, vallahi. Ben yapay zeka, yapaylık, robotluk bu tür şeyleri seviyorum. Eğer robotlar dünyayı ele geçirirse, bizi köle edecekler. Tamam, ne yapalım, hayatta biraz pragmatist olacaksın. Yapımı doğru yere yapacaksın.

    Evet, robotları sevdik ve noktalamış olduk. O zaman görüşürüz. Bay bay! Ninja Nin mengi ile bunları sundu. [Müzik]

  • 1:11:55
İşaretlediklerim