Rusen Cakir medyascope · 14 Mayıs 2025

Mehmet Altan ile Türkiye'nin Gidişatı (9): Barış demokrasi de getirecek mi?

  • 0:00 Merhaba, iyi günler. Profesör Mehmet Altan'la Türkiye'nin gidişatını konuşacağız. Mayıs çok iyi çünkü uzay çağı başı Mayıs ayı yayınına hoş geldiniz. Eğlenceli başladık. Hoş geldin abi. Teşekkür ediyorum. Nasılsın? Malum konular konuşacağız ama arada sürpriz de yaparız herhalde. Hayat zaten sürpriz.

    Ama önce şeyle başlayalım. PKK'nın fesih kararı, silah bırakma kararı açıklandı ve silahlar çekildi. Lozan'dı, soykırımdı, şuydu, buydu. Çok yüksek sesle benim gözlemim bu. Sen nasıl görüyorsun bilmiyorum. İtirazı olanların sesi daha çok çıkıyor; savunanlar daha az konuşuyor, daha temkinli davranıyor.

    Aslında özetlerken, silahlar sustu ama sonra silahlar çekildi. Bu aslında eski kalıplar üstünden yeni bir paradigmaya henüz alışılmamış geleneksel refleksler. Halbuki bu dönemin önemi ne? Silah yok artık masada. Sen nasıl böyle konuşuyorsun? Teröristsin suçlaması yok, terör örgütü lafı yok. Bunun yerine yeni bir paradigmanın oluşması lazım.

    Bu aslında terörsüz Türkiye, aslında demokratik Türkiye olmadan, hukuk olmadan mümkün değil. Onun için siyasetin demokratikleşmesi, nitekim hem Öcalan'ın ilk açıklamalarında hem AKP programında daha evvel burada konuşmuştuk. Terörün bir neden değil, sonuç olduğunu, neyin sonucu olduğunu da siyaset, demokratik siyaset kanallarının tıkanmasının sonucu olduğu hem AKP hem Öcalan açıklamasıyla ifade edilmişti.

    Aynı zamanda Öcalan ifadesi açıklaması derken orada devletin denetimi varlığını da hatırlatmak lazım. O zaman şimdi demokratik siyaset sınırlarına gelmek isteyen bir Kürt siyaseti yahut PKK söz konusu. Bu bir kırılma, bir yeni dönem ve bunun yolunun açılması için demokratik siyasetin oluşması lazım.

    Aynı zamanda da spesifik olarak konuşulması gereken meseleler var; işte cezaevlerindeki insanlar, dağdan gelenlerin sivil hayata entegrasyonu gibi teknik meseleler. Ama esas siyaset açısından Kürt sorunu ana dil sorunudur. Yani ana dil ne olacak mesela? Bunu konuşmak gerekir. Eşit vatandaşlık nasıl tesis edilecek mesela?

    Bölünmekten korkuyoruz. Kürtler niye korkmuyor da Türkler korkuyor? Eşit olsak, ikimizin de korkması lazım, değil mi? Yani bir ana dil, aslında eşit vatandaşlığın kilidi, anahtarı. Buna alışmak, bunun egzersizlerini yapmak ve Türkiye'yi bu rejimden, otokrat rejimden kurtarıp demokratik bir cumhuriyete taşımanın metotlarını, yöntemlerini, kurallarını konuşmak yerine eski Lozan için şöyle dedi, böyle dedi.

    Ya bu karar aslında fikir özgürlüğünün ne olduğunu ifade eder. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Avrupa için fikir özgürlüğü nedir? Bunun sınırları nedir? Bizim açımızdan şöyle bir önemi var: Anayasanın sadece 90. maddesi gereğince bu fikir özgürlüğü sınırları, Türkiye'nin de sınırları olmakla kalmamış, Yargıtay 2004 yılında bunu içtihat haline getirmiştir.

    Nedir fikir özgürlüğü? Yani bu demokratik siyaset, farklı düşünenlere imkan tanıma meselesidir. Şiddet olmamalı.

  • 3:07 Ne olacak mesela? Bunu konuşmak gerekir. Eşit vatandaşlık nasıl tesis edilecek? Bölünmekten korkuyoruz. Kürtler niye korkmuyor da Türkler korkuyor? Eşit olsak, ikimizin de korkması lazım, değil mi? Yani bir ana dil, aslında eşit vatandaşlığın kilidi, anahtarı ve bunun egzersizlerini yapmak; Türkiye'yi otokrat rejimden kurtarıp, demokratik bir cumhuriyete taşımanın metotlarını, yöntemlerini, kurallarını konuşmak yerine, eski Lozan için şöyle dedi, böyle dedi gibi tartışmalar yapıyoruz.

    Buit kararı, aslında fikir özgürlüğünün ne olduğunu ifade eder. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Avrupa için fikir özgürlüğü nedir? Bunun sınırları nedir? Bizim açımızdan bunun önemli bir boyutu var. Anayasanın 90. maddesi gereğince bu fikir özgürlüğü sınırları, Türkiye'nin de sınırları olmakla kalmamış; Yargıtay 2004 yılında bunu içtihat haline getirmiştir. Fikir özgürlüğü, demokratik siyasetin bir parçasıdır. Senin gibi düşünmeyenlere imkan tanınması gerekir. Şiddet olmayacak, hakaret olmayacak.

    Ne diyor? "Şiddet çağrısı yapmayan ama devleti ve toplumu sarsıcı, çoğunluğun değer yargılarını altüst edici, bireyleri şok edici fikirlerin ifadesine tanınacak hak." Bu nedenle herkesin konuşabileceği bir ortam oluşturulması önemlidir.

    Lozan'la ilgili de sana minik bir anı söyleyeceğim. Doktora tezimi bitirdikten sonra Fransa'dan geldim. Bu akademik bulgularımın doğruluğunu siyasilerle konuşmak istedim. Türkiye'deki Sovyet ve Amerikan yardımlarıyla bunun dış politika arasındaki bağlantılarını çalıştım; büyük bir doktora tezi. Sonra Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Hasan Esat Işık ve İhsan Sabri Çaglayıl ile bulgularımı tartıştım. Bir gün Süleyman Demirel bana, "Teb kapat, bir şey söyleyeceğim sana," dedi. "Musul, Lozan'ın bedelidir," dedi.

    Misak-ı Milli, Osmanlı İmparatorluğu'nun meclisinin son aldığı karar, sınırların tespiti, Milli Kurtuluş Savaşı'nın da ana temel ilkesi olmuştur. Ama onun için de Musul kayıp gitmiştir. Başka bir yönden baktığımda, Lozan'la ilgili bazı konulara var. "Sakin olun," dediğimde, lehimize düzeltilebilecek, tartışılacak konuları bulup bulamadıklarıma dikkat çekmek istiyorum. Bu anlaşma bir daha itip kalktıramayacağınız bir şey; ama artılarını ve eksilerini bilincinde olabilirsiniz.

    Demokrasilerde konuşulmayan konu olmaz. Ecevit, ilk şiddet, terör, itiş, kakış çıktığında baktı ki İngilizler Türkiye’ye bir şekilde Irak'ın sınırını ikiye bölmüşler. Hem kontrol edilemez dağlardan geçirmişler hem de oradaki halka ikiye bölmüşler. O zaman şöyle demiş ki, "7-8 kilometre bunu güneye sınırı iteleyelim ve bu korunmamızı sağlasın."

    Sonra 28 Şubat'ta bizi muhalefet gazetecileri Genelkurmay'a götürmüştü. Orada baktım, askerler de aynı şeyi söylüyordu. Niye sakinlik sağlanmıyor Türkiye’de? Geçmişte ve dövüşerek 2025’e gelemiyoruz. Çünkü siyaset, Türkiye’yi refaha ve huzura kavuşturmakla ilgili değil. İktidarı ele geçirmekle ilgili.

  • 5:57 da ana temel ilkesi olmuştur. Ama onun için de Musul kayıp gitmiştir. E, ama başka yönden de baktım, mesela Lozan falan bağırıp çağırıyorlar. Ya bir sakin olun! Lehinize düzeltilebilecek, tartışılacak konuları da var. İşte bunu tartışırsan da bir şey olmaz. Bu anlaşmayı bir daha itip kaldırmak mümkün değil. Ama artılarını ve eksilerinin bilincinde olabilirsin. Bir de demokrasilerde konuşulmayan konu olmaz.

    Ecevit, ilk bu şiddet, terör, itiş, kakış çıktığında baktı ki İngilizler Türkiye'ye bir şekilde Irak'ın sınırını ikiye bölmüşler. Hem kontrol edilemez dağlardan geçirmişler hem oradaki halkı ikiye bölmüşler. Demişti ki, “Ya, 7-8 km bunu güneye sınırı iteleyelim ve bu korunmamızı sağlasın.” Sonra 28 Şubat'ta bizi muhalif gazetecileri Genelkurmay götürmüştü. Orada baktım, askerler de aynı şeyi söylüyor. Niye sakinlik sağlamıyor Türkiye'de? Geçmişte dövüşerek 2025'e gelemiyor. Çünkü siyaset, Türkiye'yi refaha ve huzura kavuşturmakla ilgili değil. İktidarı ele geçirmekle, birbiriyle kavga etmekle ilgili. Yoksa bugün Türkiye başka bir yere gelirdi.

    İki şey eksik. Bir, insan eksik. İki, bu demokratikleşme eksik. Siyaset bunu tartışmadığı için eski üzerindeki silahları çöküyor. “Sen bana dedin, bilmem ne, şu der.” Peki, sence çok aktörlü, yani yaklaşık 50 yıllık bir mesele aslında. Kürt sorunu çok daha eski ama PKK meselesi yaklaşık 50 yıllık bir mesele. Çok aktör var. Bunların kimisi dış aktör, aynı zamanda.

    Bir de şöyle bir şey var. Statiko bozulduğu için kampların içinde de sorunlar çıkıyor. Yani mesela olaya şöyle bakanlar yeni durumda, kimisi yeni duruma ayak uydururken kimisi eskide kalıyor. Bu aslında Kürtler için de geçerli. PKK, şu anda sence önümüzdeki süreçte en büyük riskler neler?

    Ya, şimdi tabii ki mevcut durumdan rant sağlayanlar değişmesin istiyor. Ama bunun değişmesini mecbur kılan şey, bir kere dünya dinamikleri. Fakat bu dünya dinamikleri, Ortadoğu'daki gelişmeler ve Türkiye'nin sürekli fakirleşip baskıdan bunalmış hale gelmesi. Buradaki mesele, siyasal iktidar bunun üstünden kendine bir çıkar sağlayıp Türkiye'yi yeniden mi kandırıyor? Bu sorunun cevabı net değil.

    Çünkü Türkiye'nin iki tane sorunu var, demek ki kapanmıyormuş. Bu mantıken kapanmıyor. Yani Türkiye'nin iki tane sıkıntısı var. Terörsüz Türkiye. Onda tarihsel bir döneme aşıldı ama bir de demokratik olmayan bir rejimi var. Şimdi eğer siyasal iktidar terörsüz Türkiye'yi kendi siyasal çıkarları için öne sürüp bunun üstünden algı operasyonu yaparak rejimin demokratikleşmiş gibi görünmesini sağlarsa, bu iş hiçbir yere yürümez.

    Onun için senin söylediğin risklerin azaltılması için hem çatışmasızlık dönemi hem de demokratik rejim bir arada konuşulması ve görüşülmesi gereken bir durum. Ama siyasal iktidarın rejimi demokratikleştireceği, hukuk devletine geri döneceğine dair inandırıcı adımları yok. Üstelik de inandırıcılığı çok yıpranmış bir siyasal iktidar. Bir zaman evvel Anayasa Mahkemesi Başkanını Kandil göndermekle tehdit...

  • 8:46 Siyasal iktidar, bundan bir peynir fareliği yaparak kendine bir çıkar sağlayıp Türkiye'yi yeniden mi kandırıyor? Bu sorunun cevabı net değil. Çünkü Türkiye'nin iki tane sorunu var. Birincisi, terörsüz bir Türkiye. Onda tarihsel bir dönem aşıldı ama bir de demokratik olmayan bir rejimi var.

    Şimdi, eğer siyasal iktidar terörsüz Türkiye'yi kendi siyasal çıkarları için öne sürüp bunun üzerinden algı operasyonu yaparsa, rejim demokratikleşmiş gibi durursa, bu iş hiçbir yere yürümez. Bu durumda, senin söylediğin risklerin azaltılması için hem çatışmasızlık dönemi hem de demokratik rejim bir arada konuşulması, görüşülmesi gereken bir konu. Ancak siyasal iktidarın rejimi demokratikleştireceğine, hukuk devletine geri döneceğine dair inandırıcı adımları yok. Üstelik inandırıcılığı çok yıpranmış bir siyasal iktidar söz konusu. Bir zaman evvel Anayasa Mahkemesi Başkanını Kandil’e göndermekle tehdit ediyorlardı.

    Bu nedenle, çok hızlı bir şekilde eğer terörsüz Türkiye’ye kamuoyunun inanmasını istiyorsak, bunun sayıcı bir şey olduğuna, yığınların anlam yüklemesi için bu otokrat rejimin, demokrasiyi ve hukuku yok eden, parçalayan, mahveden rejimin hızla demokratikleşmesi şart. Ancak burada şöyle bir mesele var: başından itibaren buna karşı çıkan ya da bu sürece inanmayan birçok insan, silahın susmasının demokrasinin tek başına garantisi olmadığını söyleyerek, durumu sorguluyor.

    Dolayısıyla Türkiye'de PKK ve benzeri gruplar kapanmış olabilir ama gençler içeri atılıyor, gazeteciler içeri alınıyor. Bu nedenle sürece çok fazla önem atfetmemek gerek. Burada kafa karışıklığı yaratan unsurlardan biri de bu. Çünkü siyasal iktidar "terörsüz Türkiye" diyor. Ancak terörsüz Türkiye, artık bir mod haline geliyor ve hukuksuz Türkiye ile çözülemez.

    O zaman Türkiye'nin iki sorunu var. Birincisi, terörü ve şiddeti bitirmek, çatışmasızlık ortamını yaratmak. Ancak siyasal iktidarın altını çizmediği, ikinci bir çok daha önemli ya da aynı oranda önemli sorun var; bu da rejim. Rejimi tartışmadan terörsüz Türkiye'yi ön plana almak mümkün değil. Çünkü terörsüz Türkiye'yi yaratmanın ana formülü rejimin demokratikleşmesidir.

    Şimdi rejim harikaymış gibi gösteriliyor ve terörle uğraşıyormuş gibi bir yaklaşım sergileniyor. Ya da şöyle, "terör bitsin, demokratikleşeceğiz" deniyor. Ancak demokratikleşmediğin için terörün var olduğu, hem AKP'nin programında hem de Öcalan’ın deklarasyonunda ifade ediliyor. Sen diyorsun ki: “Tamam, terör neden var?” Cevap: “Siyaset kanalları demokratik olmadığı için.” Demokrasi olmadığı için. Peki, rejimin ne? Otokrat bir rejim, baskıcı ve vesayetçi bir rejim. Bunu kaldırmadan diğer sorunları çözmek mümkün değil; bu durum, elbette insanlarda şüphe yaratıyor. Bu yine, kendi siyasal iktidarının devamı için bir oyun mu oynuyor sorusunu gündeme getiriyor. Yani bu kadar şiddetin, baskının ve fukaralığın devam etmesi, insanların buna güvenmemesine neden oluyor. Bu da hukuksuzluktan kaynaklanıyor.

  • 11:37 masızlık ortamını yaratmak. Ama siyasal iktidarın altını çizmediği ikinci, çok daha önemli yahut en azından aynı oranda önemli bir sorunu var: rejim. Rejimi tartışmadan terörsüz Türkiye'yi ön plana almak mümkün değil. Çünkü terörsüz Türkiye'yi yaratmanın ana formülü rejimin demokratikleşmesidir. Şimdi rejim harikaymış gibi, terörle uğraşıyormuş gibi bir yaklaşımla, ya da şöyle, terör bitsin, demokratikleşeceğiz deniyor. Oysa demokratikleşmediğin için terör var. Hem AKP programında hem de Öcalan deklarasyonunda bu ifade ediliyor.

    Sen diyorsun ki, "Tamam, peki terör neden var?" Siyaset kanalları demokratik olmadığı için, demokrasi olmadığı için. E rejimin ne? Otokrat bir rejim, baskıcı bir rejim, vesayet. Bunu kaldırmadan diğer sorunları çözer misin? O zaman insanlar şüpheye düşüyor. Bu da kendi siyasal iktidarının devamı için bir oyun mu oynuyor? Yani çok olumlu olmasına rağmen büyük bir coşku yaratmaması, insanların buna güvenmemesinin nedeni işte, bu kadar şiddetin, baskının ve fukaralığın devam etmesi.

    Bu durum da hukuksuzluktan kaynaklanıyor. Ne dedi? Merkez Bankası'nın bağımsızlığını yok ettiler. Bu, iktisat biliminin yok edilmesidir. "Nas" diye bir şey söyleyip Türkiye'nin fakirleşmesine neden olan bir keyfiyet inandırıcı olamaz; güven vermez, umut vermez. Hem de sadece kendi iktidarlarını sürdürmek için bizi kandırıyorlar düşüncesinin önüne geçemez.

    Peki, şimdi sana bir fotoğraf göstereceğim. Bir sürpriz. Hadi bakalım. Görmüşsündür. Görmediysen, bak. Evet. Enteresan. Çok enteresan gerçekten. Evet. E Veliat Prens Suudi Arabistan, Donald Trump ve Ahmet Eşara. Ahmet Eşara, düne kadar terör listesinde aranan bir kişiydi. Bunun öncesinde de şöyle bir şey olduğunu biliyoruz: Erdoğan'ın da dahil olduğu bir online görüşme yapılıyor. Dördü. Ve bu online görüşmenin sonucunda Trump, Suriye'ye yönelik yaptırımları kaldırma kararı alıyor.

    Evet. Şimdi, 21. yüzyılı anlatan hiçbir siyasi lider yok Türkiye'de. Yani buraya çağırsan da, sen işte insanları çağırıyorsun. "Bu 21. yüzyılı nasıl görüyorsunuz?" desek, ilk çeyrek geçti, sonunda nasıl bir dünya ortaya çıkacak desen, bunu derli toplu ve geliş biliminin, teknolojinin gelişmeleri ışığında değerlendirecek kimse yok. Bunların hepsi aslında 21. yüzyılda bütün alışkanlıkların, normların altüst olduğunu gösteriyor. Ama pratikte de Suriye meselesinin düzenli bir hale girmekte olduğu, yani bugünkü uluslararası sistemin oradaki sıkıntılarının azaldığını ve oranın refahını artırmaya, aynı zamanda da Uzakdoğu'ya doğru hızlıca hareket etmeyi istediğini gösteriyor.

    Şimdi bunu anlamak yerine 1920'lerde, 30'larda yaşamak ya da milliyetçilik üzerinden oy avcılığına gitmek, insanı yok etmek, insanı konuşturmamak, demokrasiyi tartışmamak bu çağdan iyice kopma anlamına gelir.

    Şimdi ne dedim? İnsan konuşmuyor ya. Dün Soma'nın yıldönümüydü; Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük cinayeti, katliamı, maden katliamı. Bütün televizyonlar, insan söz konusu olsa, bir daha madende kimsenin ölmemesi üzerine program yapar. Ne için yapıyorlar? Ortalık birbirine karıştı, Lozan...

  • 14:06 Reği gitti. Sonunda nasıl bir dünya ortaya çıkacak desen, bunu derli toplu ve gelişen bilimin, teknolojinin gelişmeleri ışığında değerlendirecek kimse yok. Bunların hepsi aslında 21. yüzyılda tüm alışkanlıkların altüst olduğunu gösteriyor. Ama pratikte de Suriye meselesinin düzene girmekte olduğu, yani bugünkü uluslararası sistemin oradaki sıkıntılarının azaldığını, oranın refahını arttırmaya ve aynı zamanda Uzak Doğu'ya doğru hızlıca hareket etmeyi istediğini gösteriyor.

    Şimdi bunu anlamak yerine, 1920'lerde ve 30'larda yaşamak yahut milliyetçilik üzerinden oy avcılığına gitmek, insanı yok etmek ya da demokrasiyi konuşmamak, bu çağdan iyice kopmak anlamına gelir. Ne dedim? İnsan konuşmuyor ya. Dün, Soma'nın yıldönümüydü. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük cinayeti, katliamı, maden katliamı. Bütün televizyonlar, insan söz konusu olsa bir daha madende kimsenin ölmemesi üzerine program yapar. Ne için yapıyorlar ya? Ortalık birbirine karıştı, Lozan falan.

    Şimdi biraz sonra deprem olsa, hepimiz öleceğiz İstanbul'da. Şimdi büyük tehlikeleri konuşmayıp, soyut şeylerden korkan ama insanı bir şekilde ön plana almayan, yok sayan böyle bir yapıyla Türkiye nereye gidebilir ya? Aynı zamanda bu tartışmaların ortak zeminine, hentide kararlarını izlememek. Ya bırak, kim ne söylerse söylesin, yeter ki şiddet kullanmasın ve bir de hakaret etmesin. Benim söylediğim olacak diye bir demokrasi olamaz. "Benim söylediğimi kabul edeceksin" diye öyle söyler, böyle söyler, bilmem ne söyler. Tartışılır.

    Demokrasinin önemi nedir? Farklı fikirler, uzlaşmacı bir kanala akar ve sonunda tartışa tartışa bir aklı selim galip gelir. Şimdi bunu önleyeceğiz. "Benim söyleyeceğimi söyleyeceksin." Bilmem, rejimi demokratikleştirmeyeceğiz. İkincisi de insandan söz etmeyeceğiz. Niye? Ben soruyorum ya. Niye Türkiye'de, Türkiye maden kazalarında Avrupa'da birinci, dünyada üçüncü? Niye bunu önlemiyorsunuz kardeşim? Soma rezaleti nedir? Niye bütün televizyonlar Soma'yı konuşmuyor? Yani insan yok.

    Peki, CHP mitinglerini takip etmeye devam ediyor musun? Bakıyorum. Evet. Yani nasıl buluyorsun? Ya bir şekilde, bu tabii ki mitingler demokratik eylemlerin hepsi, üniversitenin önünde de yaptılar. Evet, çok iyiydi. Çok iyiydi. Mesela elektrikleri kesmek, ya bu hangi düzey ya? Yani bu düzeysizlik, ilkellik, alaturkalık bir hiç işe yaramayan kurnazlık. Bunlar kimin aklı ya? Yani bu kimin aklı?

    Aynı zarfa bayılıyorum ya. Türkiye’yi bana tanımla. Bu dönemde de aynı zarfa dört oy attık. Üçü doğru, birisi sahtekar diyen bir akıl var ya ve bu egemen oldu. Şimdi onun aklıyla devam etmeye kalktığın vakit, Türkiye'nin başına gelen belalar çok büyüyecek, artacaktır.

    Yani onun için İstanbul Üniversitesi'ndeki miting, her yerdeki miting ya, demokratik eylemler çok önemli. Aynı zamanda Türkiye'nin çok büyük acıları var, çok büyük fukaralık var, fakirlik var. Şimdi petrol arttı, mazot da artıyor. Mazot arttı demek, çiftçi yanıyor. E zaten don oldu.

  • 16:34 İbi yani, insan yok. Peki, CHP mitinglerini takip etmeye devam ediyor musun?

    Bakıyorum. Evet. Yani, nasıl buluyorsun? Ya, bir şekilde... bu tabii ki miting, demokratik eylemlerin hepsi üniversitenin önünde de yaptılar. Evet, çok iyiydi, çok iyiydi. Mesela, çok elektrikleri kesmek, ya bu hangi düzey? Yani, bu düzeysizlik, ilkellik, alaturkalık bir... hiçbir işe yaramayan kurnazlık. Bunlar kimin aklı? Yani, bu kimin aklı? Aynı zarfa bayılıyorum ya.

    Türkiye'yi bana tanımla. Bu dönemde de aynı zarfa dört oy attık. Üçü doğru, birisi sahtekar diyen bir akıl var ya ve bu egemen oldu. Şimdi onun aklıyla devam etmeye kalktığın vakit, Türkiye'nin başına gelen belalar çok büyüyecektir, artacaktır. Yani, onun için İstanbul Üniversitesi'ndeki miting, her yerdeki miting, ya demokratik eylemler çok önemli.

    Aynı zamanda Türkiye'nin çok büyük acıları var, çok büyük fukaralık var, fakirlik var. Şimdi petrol arttı, mazot da artıyor. Mazot arttı demek, çiftçi yanıyor. E zaten don oldu. Türkiye, en zorlu don, tarımdaki don meselesi. Hiç dondu bütün ürünler ya. İnsanlar zaten çok sevildi. Daha da sevil oldu yani.

    Hiçbir insana da, ya Ruşen Bey Lozan hakkında ne düşünüyorsunuz? Ya siz deprem hakkında ne düşünüyorsunuz? Ruşen Bey, Lozan hakkında ne düşünüyorsunuz? Siz maden kazaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Ruşen Bey, Lozan hakkında ne düşünüyorsunuz? Siz bu tarımdaki sefalet hakkında ne düşünüyorsunuz? İşsizlik konusu... yani bu insan, demokrasi demek; insan demek. Niye demokratikleşmek istemiyorlar? Saray çünkü bu. Yani, siyaset bir saraya dönüştü ve halktan koptu. Onun için halkla değecek her şey, mitingti, şuydu, buydu, sokaktı. Bunlar olumlu şeyler.

    Peki, o tempo nasıl gidiyor sence? 19 Mart krizi hala sürüyor. Mesela, Ekrem İmamoğlu'nun sosyal medya hesaplarına engeller geldi. Eee, ikinci operasyon oldu. Her an üçüncü bir operasyon da olabilir. Ya, olabilir. Çünkü ruhşen siyasetin temizlenmesi lazım.

    Ben siyasette iktidar kavgası yerine, rejimin demokratikleşmesinin öncelikle çıkarılması gerektiğini düşünüyorum. Ya, bunu sadece düşünmüyorum. Başka türlü olamayacağını da görüyorum, biliyorum. Aynı zamanda da sana tekrardan mesela ne bileyim... eee ne oldu da bu Osmanlı battı, 17. yüzyıldan itibaren iki dakikada özetlerim. Biz bunları yaşadık. Yani, niye eee Tanzimat fermanı var, ıslahat fermanı var? İşler gitmiyor. Gitmiyor işler. Neden? Rejimin niteliğinden, siyasetin bu rejimi değiştirmeme arzusundan, siyasetçinin sınıf atlaması...

    Bir de tabii, birey olarak, vatandaş olarak çok can sıkıcı bir şey var. Ne oldu? Bu siyaseten tepişmeler, bütün kurumları yok ediyor. Bir İstanbul Üniversitesi, yatay geçişlerde sahtekarlık yapabilir diye bir karar aldı İstanbul Üniversitesi'nin yönetimi. Bu, kurumu öldürür. Oradan diploma alan ben, 30 yıllık hocasıyım. Şimdi, İstanbul Üniversitesi'nde bu tür eee üç kağıtlar olabilir dediğim vakit, o kurum gidiyor.

    Üniversite, en eski üniversite. E sen paraları yiyorsun, şaibe yapıyorsun dediği vakit, siyasetçi birbirine siyaset kurum...

  • 19:02 İlk olarak siyasetin niteliği ve dönüşümü üzerine birkaç şey söylemek istiyorum. Osmanlı'nın 17. yüzyıldan itibaren neden battığını iki dakikada özetleyebilirim. Bu süreçte yaşadıklarımızla birlikte, aslında Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı gibi toplumsal ve siyasal dönüşümlerin neden gerekli hale geldiği açık. İşler gitmiyor; ve bunun nedenleri, rejimin niteliği, siyasetin bu rejimi değiştirmeme arzusu ve siyasetçinin sınıf atlama çabası gibi birçok unsura dayanıyor.

    Buna ek olarak, birey olarak yurttaş olarak da çok can sıkıcı bir durum var. Siyasi rekabetler, tüm kurumları etkisiz hale getiriyor. Örneğin, İstanbul Üniversitesi'nin yönetimi yatay geçişlerde sahtekarlık yapabilir diye bir karar aldı. Bu durum, kurumun itibarını zedeler ve ben, 30 yıllık bir akademisyen olarak, o kuruma olan güveni zayıflatır. Üniversiteler, bilimin ve eğitimin öncüsü olarak saygı duyulması gereken kurumlar. Fakat, bu tür üç kağıtlar yapıldığında, o kurumun değeri gidiyor.

    Siyasetçi ve siyasi kurumlar arasındaki ahlaki çöküş de oldukça kaygı verici. Örneğin, kayyum atanacak mı, CHP'deki delegeleri almak için paralar mı verildi gibi tartışmalar var. Bu durum, Türkiye'deki siyasi hayatın kalitesini etkiliyor. Siyaset artık para verilerek yürütülen, hırsızlık ve yolsuzluk ile anılan bir kurum haline geldi. Muhalefetin bile hırsızlık iddialarıyla gündeme gelmesi, siyasetin kirlenmiş olduğu algısını güçlendiriyor.

    Bu süreçte, kamu ihale yasalarının AB standartlarına getirilmemesi ve müteahhitlere ihale verilmesi gibi durumlar, siyasetin finansman sorununu gözler önüne seriyor. Eğer bu konuya odaklanmazsak, mevcut durumu aşmamız mümkün olmayacak. İktidarı elinde tutanların hukuk devleti olmayınca, diğer tarafları sürekli hırsızlık, yolsuzluk suçlamalarıyla gündeme getirmesi de tehlikeli bir oyun.

    Şimdi, Erdoğan'a dönecek olursak; herkes onun otoriterliğinin sınırlarını tartışıyor. Acaba yeni çözüm süreci gerektirdiğine göre, Erdoğan geriye doğru otoriterlikten taviz verir mi yoksa baskılarına devam mı eder? Erdoğan sonrası hazırlıklar, toplumda ciddi gerilimler yaratıyor. Etrafa baktığımızda, seçim kazanamayacak grupların devlet erkini keyfi ve kuralsız bir şekilde kullanmaya devam etmesi, direnç gösterdiği bir durumu ortaya koyuyor.

    Kıbrıs durumu bunun bir örneği. Neden Kıbrıs'da neler olduğuna dair gündemde bir tartışma yürütmüyoruz? Niye bu konuda konuşulmuyor? Bu konuların bilinmemesi, görünmez hale gelmesi, kaygı verici. Gerçekten neler olup bittiği konusunda gerekli farkındalığın oluşturulması gerekiyor.

  • 21:16 tarafa koymaya çalışıyor. Mümkün değildir. Çünkü bu, bir bütün olarak bir kirlenmenin söz konusu olmayacağı bir yeni düzenlemeye gitmek lazım. Anahtarı nedir? Siyasetin finansmanı.

    Peki, şeyi sorabilir miyim? Sen şimdi Erdoğan'a, herkes hala bakıyor. Ve Erdoğan'ın otoriterliğinin sınırları tartışılıyor. Bu konuda sen ne dersin? Erdoğan, bu son yeni çözüm süreci de gerektirdiklerine göre, tekrar böyle bir geriye doğru otoriterlikten tavizler verir mi yoksa yine gaza basmaya devam eder?

    Erdoğan sonrası hazırlıkların ciddi gerilimler ürettiğini düşünüyorum. Erdoğan'ın etrafında seçim kazanamayacak ama devlet erkini her türlü keyfi, kuralsız, hukuksuz kullanan grupların bundan vazgeçmek istemediği için direndiği bir durum görüyorum. Kıbrıs bunun ispatıdır. Niye kimse Kıbrıs'ta neler oluyor? Niye gündem olmuyor? Niye konuşmuyoruz? Niye tıs cız bir konu? Ne oluyor oralarda? Adamı öldürdüler falan filan değil mi?

    Hiç kimse neyin konuşulmamasını çok iyi biliyor. Türk medyası bunu biliyor. Ama onu çözmeyen bir irade var. Onu kullanan bir irade var. O siyaset yapısının, devlet erkinin, siyaset kurumunun neresinde? Konuşulmadığına göre, ciddi bir yerinde. Herhalde. E onu konuşmadan vakit kim nedir? O görünen aktörlerle iş bitmiyor ki. Bir takım isimler zikredildi, vesaire, bilmem ne oldu falan filan. İtiş kakış filan.

    Ama sistem olarak berrak, temiz ve yolsuzluktan arınmış olması için siyaset kurumunun tümden aklanması gerekiyor. Yani muhalefet mesela, bu 21B AK Parti çok eleştiriliyor değil mi? Çok da haklı eleştiriliyor. Çünkü 21 ihale atacağım. Kamu ihalesi yani kamu parasını kullanacağım. Kamunun yararına kullanmak mecburiyetindeyim. Ben bunu alıyorum, ya gel sen bu ihaleyi al. İhale açmıyorum; istediğime veriyorum ama buna karşılık sen bana biraz destek çık filan. Şimdi böyle bir yönetim kamu parasını bu kadar keyfi bir şekilde kullanmaya başladı.

    Sayıştayı tamamen dışladılar. Bütçe en demokratik unsurudur. Sistem öyle bir dönem kalmadı. Zaten parlamento kalmadı. Parlamento Anayasa Mahkemesi kararını yok sayıyor. Yasama anayasayı çiğniyor. Bu çıfıt çarşısı gibi meseleyle Türkiye bir yere gidemez. İçinde müthiş yolsuzluk var. Uyuşturucu var. Tabu ve bundan muazzam para kazananlar var. Mahvolmuş bir yargı hukuku boğmuş bu yapıyı. Türkiye bu gidişle gidemez.

    Lozan Mozan tartışmaları değil mesele. Türkiye'nin bundan nasıl çıkacağı, bu rejimi demokratikleştirip demokratikleştiremeyeceği kim demokratikleştirecek? Hayat. Ne oldu? Bir anda terörsüz Türkiye oldu 50 yıl sonunda. Ortadoğu'da bu değişimler olmasaydı ya, burada Rojova kuruluyor. Bu bizi parçalar, böler.

    Bir de bir soruyorum; niye sırf Türkler bölünmekten korkuyor? Eşit vatandaşlık olsa, demokratik bir cumhuriyet olsa, topluca bu bardak benim diye değil mi? İkimiz de bardağımızı koruruz. Hep böyle bir kesim korkuyor, diğer kesim korkmuyor gibi. Eşit vatandaşlık, demokratik cumhuriyet herkesin ortak vatanı olabilir mi? Bunun temeli bir şekilde temel hak ve özgürlüklere dayanmaktadır.

  • 23:50 Hükümeti ve yasama yetkilerini yok sayıyor. Anayasayı çiğniyor. Bu çarpık meseleyle Türkiye bir yere gidemez. İçinde müthiş yolsuzluk var. Uyuşturucu mevcut. Tabu ve bundan muazzam paralar kazananlar var. Mahvolmuş bir yargı sistemi bu yapıyı boğmuş. Türkiye bu gidişatla gidemez. Lozan ve Mozan tartışmaları da mesele değil. Türkiye'nin buradan nasıl çıkacağı, bu rejimin demokratikleşip demokratikleştirileceği önemli.

    Hayatın içinde ne oldu? Bir anda terörsüz bir Türkiye mi oldu? 50 yıl sonunda Ortadoğu'daki değişimler olmasaydı, burada Rojava kuruluyordu. Bu durum bizi parçalıyor, bölüyor. Şunu soruyorum: Neden sadece Türkler bölünmekten korkuyor? Eşit vatandaşlık olsa, demokratik bir cumhuriyet olsa, topluca "Bu bardak benim" demek yerine, ikimiz de bardağımızı korurduk. Hep böyle bir kesim korkuyor, diğeri korkmuyor gibi bir eşit vatandaşlık durumu söz konusu. Demokratik cumhuriyet herkesin ortak vatanı olabilir mi? Bunun temeli, bir şekilde, temel hak ve özgürlüklerdir.

    Her şeyin yapılacağını herkes biliyor. Herkes yazıyor. Ama bunu yapmak istemeyen bir irade rahatça sağlıyor. Fakat bir yandan da Türkiye'yi kezzapla boğuyor, öldürüyor, parçalıyor. Grup grup toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle bir cümle kullandı: "Terör örgütünün feshinin ardından, siyasetteki etkimin daha güçlü bir şekilde devreye girmesiyle belediyelerdeki kayyum uygulamalarının yeniden istisna haline geleceğini düşünüyorum."

    Bu durumu da sevmedim. "Ev tabii yani bir şekilde aldı erişi, bu değil ki." Ya sen bana şunu yaparsan, ben de bunu yaparım gibi bir siyaset olabilir mi? Bu hakkı benim, ama yine de zararın neresi? Bizim ne kadar gerilediğimizi gösteriyor. Yani Türkiye, hakkını savunmaktan direnci olmayan bir yapı. Direnç göstermekte zorlanan bir sistem var. Dövüyor, pataklıyor, öldürüyor, seni buraya sıkıştırıyor. Sonra “hadi biraz daha buraya gel” diyor. Ya benim burada oturup yaşamam zaten hakkım.

    Çünkü burada başka bir derin mesele var. Hak sömürüyle olur. Burası para istiyor. Benim hakkım yeniliyor. Emeğim sömürülüyor. Alın terim yok ediliyor. Bu direnci, bu demokratik direnci yok ediyor. Biraz da 16 milyon emekli var. İktidarı değiştirebilirler. Evden su dolduruyorlar. Bankaya gidip oturuyorlar tüm gün. "Ben bu kadar ömür tükettim. Buraya hizmet ettim. Emek verdim. Terledim. İnsanlara yararım dokusun diye çabaladım." diyorlar.

    Şimdi prim de verdim. Ama bana, "Adam gibi emekli maaşımı ver" demiyorlar. Evden doldurduğu suyla bankada oturup bakıyorlar. Biraz daha para verseler, bayram yetmiyor. Halbuki demokratik olarak, "Kardeşim, sen benim verdiğim paraları niye bana iade etmiyorsun?" demiyorlar. Bu çok ağır bir şey. Hakkın gasp ediliyor ve sonra kendine uyum sağlıyorsan...

  • 26:05 Tan, eee, direnci olmayan, hak savunmakta direnci olmayan dövüyor, pataklıyor, öldürüyor, müldürüyor; seni buraya sıkıştırıyor. Sonra, "Hadi biraz daha buraya gel," diyor. Ya, benim burada oturup yaşamam zaten hakkım diyecek kimse yok. Çünkü başka bir daha derin mesele var: hak sömürüyle olur. Burası para istiyor. Benim hakkım yeniyor. Benim emeğim sömürülüyor. Ben alın terimi yok ediyorsunuz. Bu direnci, bu demokratik direnci yok.

    Biraz 16 milyon emekli var. İktidarı değiştirir. Evden su dolduruyor, banka gidip oturuyor bütün gün. Ya, ben bu kadar ömür tükettim. Buraya hizmet ettim. Emek verdim. Terledim. İnsanlara yararım dokusun diye çabaladım. Şimdi prim de verdim. Bana adam gibi emekli maaşımı ver demiyor.

    Yani evden doldurduğu suyla bankada bakıp, "İşte biraz daha para verseler bayram yetmiyor," diyor. Halbuki demokratik olarak, "Kardeşim, sen benim verdiğim paraları niye bana iade etmiyorsun?" demedi. Bunlar söylenemez. Yani bu çok ağır bir şey. Hakkını sana gasbediyor. Sonra, kendine uyum sağlarsan onu bir ölçüde arttıracağını söylüyor. Türkiye'de sabah akşam bunu konuşuyoruz.

    Ama burada şöyle bir şey var. Eğer günlük sorarsan, "İade edeceğiz," diyorlar. Burada şimdi bir tavuk yumurta gibi sanılıyor ama bence öyle değil. Şimdi, kayyum siyasetinden vazgeçecek olması, kayyumları iade edeceği anlamına geliyor; mesela Ahmet Türk, Mardin belediye başkanı olacak vesaire. Ahmet Türk'ün soyadı neden Türk? İşte esas Türkiye'nin temel sorunu o.

    Ama burada şöyle bir mesele var. Şimdi Erdoğan bu kişilere lütufta mı bulunuyor, yoksa PKK bu adımı atarak bu kazanımı elde mi ediyor? Evet, orada ince bir şey soruyorsun. Ancak PKK'nın terörden ve şiddetten vazgeçmesi, silah bırakması demokratik siyasetin onlar için yolunu açıyor. Eğer terör kalmadıysa, silah kalmadıysa bu, demokratik siyasete adım atmaktır. Ben kayyumları atarken, benim endişem terör örgütünün, silahın egemenliği altına belediye imkanlarının geçmesiydi. Şimdi böyle bir tehlike kalmadı. O zaman kayyuma da ihtiyaç kalmadı, bunu ifade ediyor.

    Fakat, yargının yerine bir şekilde yargı, peki yani bu bir oyun mu? Onun için de insanlar inanmıyor. Sonunda, o kadar yıpranmış bir siyasal iktidar var ki, tek amacı iktidardan gitmemek. Ya, iktidardan gitmemek üzerine siyaset olur mu? En iyisini yaparak oyunu kazanma üzerine siyaseti olur.

    Yani şimdi herkes, eskiden bunlara, ilk başta ben çok ciddiyetle izlerdim. Söyledikleri önemliydi. AB şeylerini 2011'den sonra bıraktım çünkü hiçbir mantığı yok. Ya, şu da demek: yarın bir günde tehlike belirdi diye geri de alabilirim. Yani kayyum da atarım. Hukuk olmayınca, şimdi bunu yönetenin kendini yargı, mahkeme, bilmem ne yerine koyduğu vakit zaten devlet olmuyor işte. Keyfilik o.

    Peki, bu iyi bir adım olacak mı? Evet, tamam alkışlıyoruz ama bu istediğimiz Türkiye değil. Tam da şöyle bir şey var: Erdoğan yine bunu böyle yapacak. "Hadi, hadi alın," diye, hani lütfediyormuş gibi. Tabii, tabii. Hakkı abi, zaten kayyum atayamaması lazım. Yargı yok, şu yok, bu yok, bilmem ne.

  • 28:33 ediyor. Fakat yargının yerine bir şekilde yargı. Peki, yani bu bir oyun mu? Onun için de insanlar inanmıyor. Sonunda o kadar yıpranmış bir siyasal iktidar var ki, tek amacı iktidardan gitmemek. Ya, iktidardan gitmemek üzerine siyaset olur mu? En iyisini yaparak oyunu kazanma üzerine siyaset olur. Yani şimdi herkes, eskiden bunları çok ciddiyetle izlerdim. Söyledikleri önemliydi. AB konularını 2011'den sonra bıraktım çünkü hiçbir mantığı yok.

    Ya şu da demek, yarın bir günde tehlike belirdi diye geri de alabilirim. Yani kayyum da atarım. Hukuk olmayınca şimdi bunu yönetenin kendini yargı, mahkeme, bilmem ne yerine koyduğu vakit zaten devlet olmuyor işte. Keyfilik o.

    Peki, bu iyi bir adım olacak. Evet, tamam, alkışlıyoruz ama bu istediğimiz Türkiye. Tam da şöyle bir şey var; Erdoğan yine bunu böyle yapacak. "Hadi, hadi alın" diye lütfediyormuş gibi ol. Tabii tabii tabii. Hakkı abi zaten kayyum atayamaması lazım. Yargı yok, şu yok, bu yok. Şimdi tutup sen zorla adamı anayasayı yok sayarak içeri atıyorsun. Sonra af çıkartacaksın. Sen affı içeri attığın adam için mi, yoksa anayasayı yok sayarak onu içeri atan yargı mensupları için mi çıkartacaksın? Yani öyle bir şekilde ben dayak yiyenin, haksız yere dayak yiyenin, nasıl olsa tamam gözü kopmuştur, şimdi onu biraz rahatlatıyoruz diyerek ne demokratik rejim olur ne demokrasi olur ne de terörsüz Türkiye olur. Hiçbir şey olmaz. Ben iktidarda kalayım saplantısı ortadan kalkmadıkça Türkiye yol alamaz ve çok vahim yerlere doğru gitmeye devam eder.

    Peki, şimdi toparlayalım. Şeyi soracağım; sen bugün sabahtan beri başımın etini yiyorsun. Kan Film Festivali mi ne var? Evet. Nedir o? Ben hiç basaydım bir kan ya.

    Kan Film Festivali bana ne anımsatıyor biliyor musun? Şimdi Fransa'da öğrenciyken, öğle ajansı Kan Film Festivali'nin başlamasıyla birlikte çok uzun bir yayın yapar. Yani haberleri verir. Sonra kana her gün bir bölüm ayırır. İşte böcekler, çiçekler, güneşler, bilmem ne, aynı zamanda bu baharın geldiği, ortalığın cıvıldamaya başladığı bir dönemi gösterir. Oradaki öğrenciler için de Türkiye'ye gitme döneminin de açıldığını gösterir. Onun için Kan Film Festivali bu açıdan benim yaşamımda nostaljik bir yeri vardır.

    Ama bugün başlayanın bir farklılığı var. "In vino veritas" ne demek? Veritas, gerçek, bir hakikat. Evet, Latince. Evet, devam, devam, devam. Şarap mı? Ya aslında bu şarapta gerçek var filan di. Aynen. Şarap dili çözer. Ne oluyor? Alt bilinci yumuşatıyor. Ve sen daha rahat konuşuyorsun. Bilmiyorum.

    "In vino veritas". Şimdi bir kısa metrajlı film, Kan'da yarışacak. Oradaki yarışmalara katılıyor. Ben bunun özel gösterimine de katıldım. Çok cesur ve hoş buldum. Bunun rejisörü, çok genç bir rejisör, Ertuğrul Eviş. Ama aynı zamanda benim için bir sürpriz var; yapımcılarından biri de bizim ailenin film kolu Ömer Altan.

  • 30:54 Ana her gün bir bölüm ayırır. Sen işte böcekler, çiçekler, güneşler, bilmem ne; aynı zamanda bu baharın geldiği, ortalığın cıvıldamaya başladığı bir dönemde, oradaki öğrenciler için de Türkiye'ye gitme döneminin de açıldığını gösterir. Onun için Cannes Film Festivali, bu açıdan benim yaşamımda nostaljik bir yeri vardır. Ama bugün başlayanın bir farklılığı var.

    "In vino veritas" ne demek? Veritas gerçek, bir hakikat. Evet, Latince. Devam, devam. Şarap mı? Ya aslında bu şarapta gerçek var filan di. Aynen. Şarap dili çözer. Ne oluyor? Alt bilinci yumuşatıyor ve sen daha rahat konuşuyorsun. Bilmiyorum, [in vino veritas]. Şimdi bir kısa metrajlı film Cannes'da yarışacak. Oradaki yarışmalara katılıyor. Ben bunun özel gösterimine de katıldım. Çok cesur ve hoş buldum. Bunun rehissörü, genç, çok genç bir rehissör, Ertuğrul Eviş.

    Ama aynı zamanda benim için bir sürpriz var. Yapımcılarından biri de, bizim ailenin film kolu Ömer Altan. Kendi öğrenciliğimde Cannes Film Festivali başladı diye, hayatımda nostaljik izler bırakan bir festival. Bu yıl Ömer Altan'ın yapımcıları arasında olduğu ve sevdiğim cesur genç bir rehissörün kısa metrajlı filminin de katıldığı bir daha, kendi yaşam tarihimde bana minik bir sürpriz yaptı. Medyaskop da galiba bunu haberleştirdi. Onun için de sana teşekkür ediyorum. Aynı zamanda da genç sinemacılara başarılar diliyorum Cannes'da.

    Tabii Cannes'ın başlaması, hayatımızdan bir yılın daha gitmesi demek. Oraya girmiyoruz. Evet, senin yanında kendimi biraz genç hissettiğim için tabii gençliğinin değerini bilmelisin. Bu Türkiye demokratikleşmezse değişmez. İnsanı yok sayarsa değişmez. Bu siyaset kurumu buranın canını okuma devam eder. Artık herhalde göremeden. Demokrasi dur ya. Daha Cannes yeni başladı. Bugün başladı. E Cannes mesela konuşulmaz ya. Değil mi? Yani sanattan da ne kadar uzaklaştı. Mesela Cannes üstüne bir 15 dakika konuşun, birader. Bir yerlerde bir haber olsun falan. Bir başladı falan.

    Evet, Türkiye'nin gidişatı dedik. Fena değil ama yapacak çok şey var diye noktaladık ya. Tabii ki yani umutsuz olmamak lazım ama esas yapılması gerekeni göz ardı etmemek lazım. Evet, Mehmet Altan'a çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkürler. Bir sonraki ayda buluşmak üzere.

  • 33:40 Evet. Türkiye'nin gidişatı dedik. Fena değil ama yapacak çok şey var diye noktaladık ya.

    Tabii ki yani umutsuz olmamak lazım, ama esas yapılması gerekeni göz ardı etmemek lazım.

    Evet, Mehmet Altan'a çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkürler. Bir sonraki ayda buluşmak üzere.

İşaretlediklerim