Enver Aysever · 26 Mayıs 2025

"MUTLULUK YOKTUR, ARAMAK BOŞA..." Usta sanatçı İlhan Şeşen'e saygıyla

  • 0:00 İyi akşamlar, sevgili seyirciler. Aykırı Sorular programındayız. Bir yanıyla Türkiye'nin aykırı adamlarından biri, öte tarafıyla da Türkiye'nin sevdiklerinden biri diyebileceğimiz bir isimle beraberiz. Sizi duyuyoruz. Grup Gün Doğarken, Türkiye'nin efsanevi topluluklarından biri, ve İlhan Şaşen, Türkiye'nin en önemli bestecilerinden biri. Hoş geldiniz, abi.

    İzin verirseniz, ben İlan abi diyeceğim. Ne demek? Çünkü sizin hem müziğinizi çok seven birisi olarak, hem de sizi sahnede defalarca izlemiş biri olarak, sizin tiyatro sürecinizin kısa bir döneminde de o mücadelenize tanık olmuş biriyim. Buradan Gökhan ve Burhan'a da selamlarımı iletiyorum. Onlar da çünkü yakın arkadaşlarım. Onlar da burada olacaklar, değil mi?

    İlan abi, hoş geldiniz.

    Hoş bulduk. Evet, Türkiye beni gerçekten çok seviyor. Yani bununla karşılaştığım durumu niye inkâr edeyim? Yolda iyi yürürken, herhangi bir yere gittiğimde karşılaştığım bir sevgi var. Zaten kusura bakma, lafı aldım ağzımdan ama ben bu durumu şöyle özetliyorum: Ben mensup olduğum milletten manevi olarak tüm alacaklarımı aldım. Hepsini aldım. Hiçbir alacağım kalmadı. Borçlu muyum, onlar bilirler. Ancak tabii işin madalyonun bu yüzünü söylemek istemiyorum çok fazla. Çünkü telif işleriyle zaten uğraştığımız için burada şimdi uzun uzun teknik konulara girmeyeyim.

    Ama madalyonun öbür yüzünde ise maddi alacaklarını hiçbir zaman alamamış bir adamım. Yaşıyor muyum? Yaşıyorum. Geçiniyor muyum? Geçiniyorum. Ama bazen konserlerde de espri yapıyorum. Yarı şaka, yarı ciddi dediğimiz bir şeydir bu. Benim bu ülkenin her ferdinden, o fertler ödemelerine rağmen gerekli yerlere, o gerekli yerlerin ödememesi nedeniyle her kişiden 50 kuruş alacağım var. Kaç kişi yaşıyoruz Türkiye'de? Tahminen 75 milyon kişi. 50'şer kuruş. Bazen konserlerde tahsil ettiğimde oluyor, topluyorlar falan. Bu güzelmiş, hakikaten oluyor.

    Şimdi tabii geçtiğimiz günlerde yine çok etkileyici bir konser oldu. Çünkü sizin sanat yıl dönümlerinizi kutladığınız en önemlilerinden biriydi. Evet, belki de en önemlisi. Ne hissettiniz? Gerçi ben hemen ardından bir söyleşinizi dinledim, çok duygulanmıştınız.

    Evet, çok çok duygulandım. Mesela zaman hakkında da biraz düşünürüm herkes gibi ve zamanın ne zaman değerli olduğunu düşünürüm. Acaba yavaş geçen zamanlar mı değerlidir, yoksa bir anda nasıl geçtiğini anlamadığımız zamanlar mı değerlidir diye kafa yormuş biri olarak bu yorduğum kafa sonucu ulaştığım araştırma durumunda şuna vardım: O gün benim için 10 dakika gibi geçti. Halbuki ben o gece, saat 12'den soundcheck'ten itibaren konser bitene kadar oradaydım. Bittikten sonra “bitti” dediler, yani falan. Ben selam verirken falan bile, “Ne bitti ki?” ya, anlamadım. Daha yeni başlamıştım.

    Evet, hiçbir şey anlamadım. Bunun sebebi ne olabilir? Tabii ki kimse alınmasın, en başta gelen seyirci. Oraya gelen seyircidir. Bunun nedeni, ikincisi, beni 41 yıldır yalnız bırakmayan şarkılarımı söylemiş arkadaşlarım ve tabii yakın çevremdeki dostlarım. Ama o gün çoğu...

  • 2:19 Evet, belki de en önemlisi. Ne hissettiniz? Gerçi ben hemen ardından bir söyleşinizi dinledim. Çok duygulanmıştınız.

    Ben mesela zaman hakkında da biraz düşünürüm, herkes gibi. Zamanın ne zaman değerli olduğunu düşünürüm. Acaba yavaş geçen zamanlar mı değerlidir, yoksa bir anda nasıl geçtiğini anlamadığımız zamanlar mı değerlidir? Kafa yoran bir adam olarak, bu yorduğum kafa sonucu ulaştığım araştırma durumunda şuna vardım: O gün benim için 10 dakika gibi geçti. Halbuki o gece, saat 12'den soundcheck'ten itibaren konser bitene kadar oradaydım. Bittikten sonra "bitti" dediler. Yani, ne bitti ki, ya anlamadım. Daha yeni başlamıştın. Evet, hiçbir şey anlamadım.

    Ha, bunun sebebi ne olabilir? Tabii ki kimse alınmasın. En başta gelen seyirci, oraya gelen seyircidir. Bunun nedeni, ikincisi benim, 41 yıl boyunca yalnız bırakmayan şarkılarımı söylemiş arkadaşlarım ve tabii yakın çevre dostlarım. Ama o gün çok heyecanlandım. Sadece o gün değil, iki ay önce karar verilmişti konsere, Nisan ayında. O Nisan ayından itibaren ben, iki ay başka bir hayat yaşadım.

    İlan abi, bir yeni takvim yapacak olsak ve İlhan Şeşen takvimi olsa, şarkılardan yapsak 41 yılda, ilk şarkı ve son şarkı. Hepsini sayalım demeyeceğim, ama mesela birinci ve sonuncu ya da mesela beş tane yapsak, hangi şarkılarla hayatımızı tarif ederdik? Yani ilk yıllarda ve bugüne gelirken hangi şarkılarla tarif ederiz? Çok hoş bir soru. Bravo.

    Hangi şarkılarla tarif ederdik, bilemiyorum ama mesela ben ilk şarkımı bildiğim için şöyle bir mırıldanayım. Şöyle bir şeydi o: "Kalkmış gelmiş ta köyünden bir garip yere. Nedir ne iştir, o da bilmez. Mutlu bir yaşamın özlemi var içinde. Ölünür, dönülmez." İşte Haydarpaşa Garı'na denkleriyle göç eden, zavallı gördüğüm, o zaman zavallı gördüğüm insanların bende yarattığı etki sonucu ilk gitar çalışımı yaptığım ilk bir ozan tavrı, ama değil mi? Bu şehir ozanı tavrı olduğunu kabul ediyorum, ama bu sadece bir tavır olarak da kalabilir. Öyleyim demiyorum. Bu bir tavır, bu bir yaşam biçimi.

    Evet, ben neden şehir ozanıyım diye düşünüyorum. Çünkü yolda yürürken, örneğin bir gün bir bankamatikten para çekecektim. Betondu yer. Beton da değil, böyle hani yağmur yağdığı zaman kayan taşlar vardır ya, onlardan. Orada bir baktım, tek başına bir karınca yürüyor, diğer karıncalara göre de küçük, yeni bir yavru. Onun dolaşmasını bir süre izledim. Sıra beklerken ayağımı çekiyorum. Ayağıma doğru geliyor, bir daha çekiyorum.

    Şimdi, bunlara dikkat edip yaşayan bir adam olarak, diyorum ki; "Ya evet, ben de başka bir durum var." Peki, ikinci şarkı ha... yani devreler gibi gidilme geçti ve artık bütün bu yaptığım şarkıları da özetleyen en son nedir desek? Dur bakayım, şimdi bu aralar bir hayli şarkı yaptım da bir tane seçeyim de manalı olsun. Hani bağlayıcı olsun, bağlayıcı olsun...

  • 4:52 Ama bu sadece bir tavır olarak da kalabilir. Öyleyim demiyorum. Bu ama bir tavır. Bu bir yaşam biçimi. Evet, ben neden şehir ozanıyım diye düşünüyorum. Çünkü yolda yürürken, örneğin, bir gün bir bankamatikten para çekecektim. Betondu yer; beton da değil, hani yağmur yağdığı zaman kayan taşlar vardır ya, onlardan. Orada bir baktım, tek başına bir karınca yürüyor ve diğer karıncalara, yani kıyasladığımız karıncalara göre de küçük, belli ki yeni bir yavru. Onun dolaşmasını bir süre izledim. Sıra beklerken ayağımı çekiyorum. Ayağıma doğru geliyor, bir daha çekiyorum.

    Şimdi bunlara dikkat edip yaşayan bir adam olarak, o zaman diyorum ki, ya evet, ben de başka bir durum var. Peki, ikinci şarkı... Hani devreler gibi gidip geçti ve artık bütün bu yaptığım şarkıları da özetleyen en son nedir desek? Dur bakayım şimdi, bu aralar bir hayli şarkı yaptım da, bir tane seçeyim de manalı olsun yani. Hani bağlayıcı olsun.

    Aa, şey vardı. Dur bakayım. Film gibiydi sanki her şey. Senin kolunda. Herkesin keyfi yerinde, işler yolunda. Film gibiydi sanki her şey. Çok kısa sürdü. Başlarda bahar vardı. Mevsim kışa döndü. Aynı yoldan geçmesek de, geçen sudan içmesek de, ayrı diller bilsek de varsın. Ben erkeğim, sen kadınsın. Aynı düşünmesek de, alt tarafı insanız. İnsansın.

    Diyorsunuz ki, bir yerde ben hayata erkek ve kadın olarak bakarım. Neden? Evet, çünkü öyle yani. Ben bak, benim bir kabahatim yok diyorsun. Durum bu. Hatta ben eşyaları dahi erkek ve dişi diye ayırdım. Evet, eşyalar da erkek ve dişidir. Mesela, bir dişi eşya; dişi eşya sandalye mesela, dişidir. Ama şimdi şu karşıda gördüğümüz prompterı ve kamera ayakları falan, bu bal gibi bir erkek. Hatta yani biraz kalas gibi olanlara erkek, ince işçilik diyorum.

    Sen yani o kameraya kalas gibi mi diyorsun? Yok, ayaklarına dedi. Şimdi, inan abi, şöyle önemli bir şey var. Ben sizi takip ederken şunu gördüm: Rahatlıkla birileri için dünyanın en huysuz adamı olarak gelebilirsiniz. Doğru, doğru. Hatta birileri için çekilmez gibi de gelebilirsiniz. Ama bir taraftan da biliyoruz ki, öyle olmayan müthiş yumuşacık da bir yüreğiniz var. Yakınlarınızda zaman zaman böyle eziyet ettiğinizi düşündüğünüz oluyor mu? Yok, olmuyor.

    Huysuzunuz kime? Daha çok kendinize mi? Ben şimdi şöyle bir şeye karar vermiş bir adamım. Kim ne derse desin, mutluluk yoktur. Şey, Aragonvari şu, bu, artık yoktur diyorsunuz. Mutluluk yoktur. Şimdi bu şeyi kabul edince, yani mutluluk yoktur'u kabul edince, o zaman mutlu olmaya da çalışmıyorsun. Dolayısıyla da mutlu oluyorsun. Yani benim mutluluğu izahım bu: Mutluluk yoktur, dolayısıyla aranmamalıdır. Ben razıyım.

    Birisi bana mutluluğun sözlük tarifini yapsa, birkaç cümlelik bir tarif yapsa ve ben o tarife inansam, hemen mutlu olurum. Hemen çağrışım. Sizin hayatınızda iki isim var ki, entelektüel varlığınızı etkiliyor. Bir tanesi Ferhan Şansoy, değil mi? O birebir tanıdığınız iki...

  • 7:44
  • 10:14 Ben duygulara adam koyan, isim koyan adamım. Duygulara isim koyuyorum; hissettiğim şeylere bir takım isimler koymaya çalışıyorum. Bu bir his var içimde ama ne olduğunu bilemediğim zaman bir şeyler dökülüyor. Onun için böyle dörtlükler halinde izah etmek gerekiyor. Mesela, benim Nazım Hikmet ile Levent Kırca vesilesiyle bir şarkı yapmak zorunda kaldım. "Olacak o kadara" konu Nazım olan bir şarkı istedi. İyi ki beni buna zorunda bırakmış. Ben de oturdum evde. Hatta Levent Kırca'ya telefon ettim. Dedim ki, "Abi ben Nazım Hikmet hakkında şarkı yapamıyorum." O da "Yaparsın," falan dedi. Onun biraz azarlama tarzı vardır. Hafif teklifsiz konuşarak beni gaza getirdi ve şarkıyı yaptım.

    En sevdiğim yanı, o yazdığım şeylerin kitapların bin dilde "seni senden" okuma imkanı sunması. "Seni senden okumak" var ya, seninle aynı dilde. Çünkü şiirin çevirisi olmaz. Ben hep bunu derim. Bu kadar Türkçeyi bildiğime göre, kalmışım ki Nazım sayesinde biliyorumdur. Biraz Türkçeye merak sardıysam, onun sayesinde sarmışımdır diye düşünüyorum. Bilen biri olarak, dünyanın en iyi şairlerinden birini aynı dilden okumak da büyük bir zevk; yeterince insana haz veren bir durum tabii.

    Fakat bir de izleyici olarak bizim durduğumuz noktadan bakarsanız, konserde bunu söylediğinizde, binlerin "memleket, Nazım Hikmet" dediği andaki duygu, işte Anadolu toprağının bizatihi kendisidir. Bana sorarsanız, amaç hasıl olmuştur. Müthiş bir şey. Peki, Nazım Hikmet'i biliyoruz, sevginizi ama Montaigne bence ilginç. Montaigne benim kitabımdır, bu kadar net. Biraz anlatır mısın? Çünkü Montaigne konusu çok basit. Konuşmama gerek yok. Montaigne benim bütün felsefemi oluşturan adamdır.

    Montaigne hakkında şu anda adını unuttuğum bir Fransız düşünür, Montaigne'den 300 sene sonra yaşamasına rağmen onun hakkında şu lafı demiştir: "Ben tamamen ona katılıyorum; bu adam, fikir çalmış benden." Bu, güzel bir şey. Yani 300 sene sonra yaşamış olup da Montaigne hakkında bunu söylemiş olması etkileyici. Montaigne gerçekten bence hayatı çözmüş bir adamdır. O soy, dünyada çöktü, yalnız giderek; yani o soy, Montaigne ve devamındaki o soy, Stephen Zizek'e kadar gelen o soy.

    Şöyle düşünüyorum ben: Daha az dünya insanı olan haldeyiz. Daha birbirimize didişen haldeyiz ama siz sanatçı olarak tabii o soya devam etmek istiyorsunuz, onu anlıyorum. Ama şu gerçeği kabul edelim, Allah aşkına. Doğayı en çok biz birdenbire mesajlar vermeye falan çalışmıyorum ama fırsat buldum; şikayetlerimi dile getiriyorum. İstanbul'dayız ve bir zamanlar sayfiye yeri olan Kadıköy'de denize giremiyoruz.

    Şimdi bütün bu acılar içinde yaşayıp da şarkı yapmaktan, bunları bir hale dönüştürmekten başka bir çare göremiyorum. Reklama gideceğim, İlhan abi. Sevgili seyirciler, sorumu soruyorum. 30 saniye sayıyorsunuz, cevap geliyor. İlhan Şeşen artık kötü insan olmak istiyor. Niye diye soracağım. 30 saniye sayın, o cevap geliyor. [Müzik] İlhan Şeşen ile birlikteyiz.

  • 12:44 Montain hakkında bunu söylemiş olması. Yani Monte, hakikaten bence hayatı çözmüş bir adamdır. O soy dünyada çökmüşken giderek, o soy Montein ve sonrasındaki o soy, yani Stephen Zik'a kadar gelen o soy. Şöyle düşünüyorum ben: Daha az dünya insanı olan bir haldeyiz. Daha çok birbirimize didişen bir durumdayız ama siz sanatçı olarak tabii o soyu devam ettirmek istiyorsunuz. Onu anlıyorum.

    Yani sadece şu, o da değil. Şimdi şu gerçeği kabul edelim, Allah aşkına. Yani doğayı en çok biz birdenbire mesajlar vermeye falan çalışmıyorum ama fırsat buldum. Şikayetlerimi dile getiriyorum. İstanbul'dayız ve bir zamanlar sayfiye yeri olan Kadıköy'de denize giremiyoruz. Şimdi bütün bu acılar içinde yaşayıp da şarkı yapmaktan, bunları bir hale dönüştürmekten başka bir çare göremiyorum.

    Reklama gideceğim İlhan abi. Sevgili seyirciler, sorumu soruyorum. 30 saniye sayıyorsunuz, cevap geliyor. İlhan Şeşen artık kötü insan olmak istiyor. Niye diye soracağım. 30 saniye sayın, o cevap geliyor. [Müzik] İlhan Şeşen'le birlikteyiz. İlhan abi, niye kötü adam olmak istiyorsunuz? Biz sizin hep iyi hallerinizi o kadar sevdik ki, yani bu soruyu planlamadığını, daha önceden bana sormadığını da lütfen seyircilere söyle. Ben de seninle bu 30 saniyede de bu konuda hiç konuşmadık. Ben de ne diyeceğimi düşünmedim bile. Böyle bir laf ettim ben.

    Fakat galiba dizilerde olmak istiyorum. Yani dizilerde artık bana bir kötü adam oynatsınlar. Yani bunu istiyorum dedim. Bir türlü olmadı. Bu bu mu yoksa gerçek hayatta da mı kötü olmak istiyoruz? Hayır, ben onu şöyle anladım röportajı okurken: Dizilerde kötü adam oynamak istiyorum demişsiniz ama bir taraftan da anladığım kadarıyla, o insancıl yumuşacık tarafınız da sizin sırtınızda bir yük olarak sizinle birlikte dolaşıyor galiba. Çünkü itiraz eden, hayır diyen bir tarafınızda pek yok gibi. Yani iyicil bir tarafınız var gibi geliyor bana.

    Vallahi, ne diyeyim buna? Her şeyin bir hatırası var. Ya bizim dün daha muhabbet sırasında o kadar tatlı bir şey söyledi ki, çok önemli bir fotoğraf sanatçısı olan benim amcamın oğlu Deniz Şeşan o kadar tatlı bir şey söyledi ki, işte konuşuyorduk, biz moruklar aile, üç beş kişi bir araya gelmişiz böyle konuşurken. Ondan sonra, ya nasıl unutursun dedi içimizden biri. "Bana ya abi dedim, unuttum ben. Mecbur muyum?" dedim.

    "Ya, 30 sene önceki şeyi hatırlıyorsun," dedi ama "bilmem neyi unutmuşsun," dedi, "ya 3 gün önce." "Ya abi," dedim, "ben 3 gün önce ne yediğimi hatırlamak zorunda mıyım, Allah aşkına?" dedim. Oradan bizim amca oğlu denize atıldı. Dedi ki, "Niye onu hatırlayalım ya? 30 sene sonra nasıl olsa hatırlayacağız," dedim. Bak buna bayıldım yani. Unutmanın tadı da var tabii.

    O abi, o zaman şunu söyleyeyim: Bağışlamak üzerine de güzel şeyler söylemişsiniz. Bağışlamayı seven biriyim. Hata ve bağışlama ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Evet, hata yapan biriyim ama bağışlanmak da isterim mi diyorsunuz yoksa hata yapan da bağışlamamız gerektiğini mi? Yok, hata yapan biriyim. Bağışlanmak istemiyorum. Hata yaptıysam kimse beni bağışlamasın.

  • 15:04 Sanatçı Deniz Şeşen o kadar tatlı bir şey söyledi ki, işte konuşuyorduk. Biz moruklar, aile olarak üç kişi bir araya gelmişiz, böyle konuşurken. Eee, ondan sonra işte, "Ya nasıl unutursun?" dedi içimizden biri. Ben de, "Ya abi, unuttum ben, mecbur muyum?" dedim. Eee, "Ya 30 sene önceki şeyi hatırlıyorsun," dedi ama "bilmem neyi unutmuşsun," dedi, "ya 3 gün önce." Ben de, "Ya abi, ben 3 gün önce ne yediğimi hatırlamak zorunda mıyım Allah aşkına?" dedim. Oradan bizim amca oğlu Deniz'e atıldı. Dedi ki, "Niye onu hatırlayalım ya? 30 sene sonra nasıl olsa hatırlayacağız." Dedim. Bak buna bayıldım yani. Eee, unutmanın tadı da var tabii.

    O abi, o zaman şunu söyleyeyim. Bağışlamak üzerine de güzel şeyler söylemişsiniz. Bağışlamayı seven biriyim. Hata ve bağışlama ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz? Evet, hata yapan biriyim ama bağışlanmak da isterim mi diyorsunuz yoksa hata yapan da bağışlanmalı mı? Hayır, hata yapan biriyim. Bağışlanmak istemiyorum. Hata yaptıysam kimse beni bağışlamasın. Fakat hata yapanları bağışlayıcı bir tarafım var. Çünkü beni huzursuz ediyor. Biriyle dargın olmak ki, zaman zaman hayatımda başımıza gelmiştir. Gençken, orta yaşta, şu da bu da falan hep gelmiştir darılmak. Fakat dayanamıyorum, duramıyorum. Yani biriyle dargın duramıyorum. Ve şu anda lütfen bana inan, benim dargın olduğum hiç kimse yok. Geçmişi düşündüm ya, geçmişe dayanan da yok. Dargın olduğum hiç kimse yok. Büyük bir samimiyetle, net söylüyorum. Dargın olduğum hiç kimse yok. Yani varsa hemen gelsin. Hemen.

    Peki, İnan abi, ilginç bir şey var. Ben size bakınca bir televizyon röportajınızda bu "41 yıl 41 şarkı"nın hemen ardından, izlediğim röportajda şunu hissettim: İnan Şeşen, olabildiğince ihtiraslardan arınmış, biraz demlenmiş ve biraz daha başka bir yerden bakmaya başlamış. O hırslar geri mi? Eee, onu biraz anlat. Biraz geri. Tabii ki öyle hırsım yok yani. Zaten yoktu demek de istemiyorum. İnsanın içinde bir takım hırslar oluyor. Fakat sır, hakikaten demin söylediğim şeyde manevi alacağımı öyle bir aldım ki; yani artık ne yapabilirim ki? Böyle bir şey safhası değil, bir erme. Çünkü biri bana ermenin ne olduğunu tarif etse, erceğiz. Öyle bir yani erme düşüncem falan da yok. Fakat eee, yani şey yapmıyorum. Neydi, mevsul demlenme meselesi dedim ya, artık daha dil demlenme meselesi; manevi alacağını almış bir insanın hırsızlığından ibaret. Ben manevi bütün alacaklarımı aldım. Yani ne olarak aldım? Hem insan olarak aldım hem de yaptığım iş olarak aldım.

    Alkış aldınız, bir kere, sonuçta. Tabii, tabii. Hele ben ona sakın seyirciler alınmasınlar. Devamlı öyle alkışlasınlar. Fakat ben, hepimizin başına gelen şeydir, ben o alkışa sevinç derim. Bir şey değildir bu. Bir aşağılama değildir. Bir tarif, duygulara adam isim koyuyoruz ya. Bir böyle şey, alkışlar vardır. Yani hakim olamadan, ellerini fark etmeden yapılan alkışlar vardır. O alkışlar şahanedir. Fakat mesela, bir de bazen o başımıza gelmedi değil, geçmişte vardı. Şu...

  • 17:19
  • 19:50 Ani olmadan, kendi hızımda davranmaya çalışıyorum, kendi hızım. Yani, mesela bir yere geliyoruz. Şimdi buraya çekime geldim. E önümden genç, tabii, merdivenden tık tık tık tık çıkıyor. Fakat ben çıkmam yani, arkaya bakar gelmiyor. "Sen yürü. Ben geliyorum. Sen yürü." Ve felsefen, yani felsefe şuna varıyor: "E yaş aldıkça insan, eee, acele etsem de, aynı zamanda olacak; normal hareket etsem de, aynı zamanda olacak." Ve böyle oluyor zaten.

    Beni trafikte görenler, yanımda oturanlar, arabada şaşırırlar. "Abi, nasıl bu kadar sabırlısın?" diye soruyorlar. "Oğlum," diyorum, "bunu bir oyun olarak görüyorum. Bak, tek parça halinde evimize gidiyoruz. Sıkıştık!" O konuda şarkı bile yaptım. İstanbul'un bütün kötülüklerini sayıyorum ama sonra affettirmek için "Trafik trafik, İstanbul'da ne romantik, herkes burada" diye bir şarkı da bu albümde yayınlanacak. Bu keşke bu yaz çıksaymış çünkü oynatmaya az kaldı.

    Fatih Erkem abi diyorsunuz ki, "Özgürlük dokunmaktır." Evet, özgürlük dokunulmamaktır. Hı hı. Ne düşünüyorsunuz o konuda? Yani, "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diye bir laf vardı, değil mi? Bu tabii biraz, eee, halk ağzında izahı ama demokrasi ve özgürlük bence birbirine dokunmamaktan geçer. Varlıklarını sürdürebilmek için.

    Evet, evet. Ve şu, yani ben mesela burada, senin karşına geçip de, "Senin ne biçim programın var be kardeşim? Niye beni buraya çağırdın? Ne saçma sorular soruyorsun? Bir de, bir programının adına aykırı sorular koymuşsun" desem, fakat bunları yaparken dokunmasam, hiçbir şey yapmış olmaz sayılmam. İşte benim bütün demek istediğim bu.

    Bütün bunların yanında tabii ben hukukçu da olduğum için, bana şunu söyleme fırsatı verdiğin için sana teşekkür ederim, bu konuyu açtığın için. Şimdi anayasa hazırlanıyor ya. Ben hukukçuyum. Bir hukukçu olarak konuşuyorum.

    Anayasaya, hani, eee, bana sorsalar, "Ne yapalım anayasaya? Sen de bir şey önerir misin?" Ben soruyorum. "Halk adına soruyor musun? Halk adına mı soruyorsun?" Evet, tabii, şimdi bizi seven, izleyen, yani sizinle olan insanlar şunu düşünebilirler: "İllaki hukukçuluğu fiili olarak yapan insanlara gerek yok. Hukuk bilinci olan bir sanatçı, hukuk ekseninde diyor ki, 'Bence buyurun.'"

    Evet, evet. Yani, anayasaya kesin şu maddeyi koyarım: "Af yoktur, çıkarılması teklif dahi edilemez." Bu çok ciddi, söylüyorum. Bir değil, başka bir önerim yok. Başkaları önersin, varsa bildiği. Ama benim kesin önerim budur: "Af yoktur, çıkarılması teklif dahi edilemez." Neden? Neden? Çünkü af hukuki değildir, af siyasidir. Bütün seçimlerden önce manasız dallandırabiliriz. İmar affını alalım. Hele fazla da öyle şunun affı, bunun affına da almayalım. Bugün İstanbul'un mahvolmasının nedeni, inşaat nedeniyle mahvolmasının nedeni aflar aflardır. Aksini bilen varsa, lütfen bu konuda bilgisi olan bana itiraz etsin. Bir sataşma varsa, sataştığım kişi de söylesin. Ama bütün bizim başımızı derde sokan şeyler aflardır.

  • 22:16 Halk adına mı soruyorsun?

    E tabii, şimdi bizi seven, izleyen yani sizi seven ve izleyen programda bizimle olan insanlar şunu düşünebilirler: İllaki hukukçuluğu fiili olarak yapan insanlara gerek yok. Hukuk bilinci olan bir sanatçı hukuk ekseninde diyor ki, “Bence buyurun.” Evet, evet. Yani anayasaya kesin şu maddeyi koyarım: "Af yoktur. Çıkarılması teklif dahi edilemez." Birçok ciddi söylüyorum, bir değil. Başka bir önerim yok. Başkaları önersin, varsa bildiği. Ama benim kesin önerim budur: "Af yoktur. Çıkarılması teklif dahi edilemez."

    Neden? Çünkü af hukuki değildir, af siyasidir. Bütün seçimlerden önce manasız dallandırabiliriz. İmar affını alalım. Hele fazla da öyle şunun affı bunun affına da almayalım. Bugün İstanbul'un mahvolmasının nedeni, inşaat nedeniyle mahvolmasının nedeni aflar, aflardır. Aksini bilen varsa, lütfen bu konuda bilgisi olan bana itiraz etsin. Bir sataşma varsa, sataştığım kişi de söylesin. Ama bütün bizim başımızı derde sokan şeyler aflardır. Ölçüsüzlük ve terazi bozukluğu o zaman. Çünkü affederek ölçü bozuyorsunuz. Tabii ki af yoktur. Zaten, yani niye affediyoruz? "Af yoktur" derken ceza sert olmalıdır demiyor ama ceza kesin olmalıdır. Cezanın sert olmasına gerek yoktur. Fakat kesin olmalıdır.

    O zaman şunu soracağım: Bu mesele memleket meselesine gelince insan biraz ciddileşiyor, sertleşiyor. Kusura bakma, tam da memleket meselesinde net bir soru soracağım. 2012 itibariyle neler oluyor bize? Vallah, güzel şeyler de oluyor, şu da oluyor, bu da oluyor falan. Reklama girer mi bilmiyorum ama ben bir açık radyo takipçisiyim, orada özellikle de Ömer Madra, ciddi bir seveniyim Ömer Madra'nın. Orada yaptıkları bir açık gazete programı var. Onu izliyorum. Oradan bütün olanları öğrendiğimi sanıyorum.

    Yani benim böyle bir inancım var. Gazete açıp da o gazetede ne yazıyor, bu gazetede ne yazıyor? Eğer o programı dinlemişsem, artık benim bu memleketin halinin ne olacağı konusunda bir fikir ileri sürmeme gerek kalmıyor. Her şeyi öğrendiğimi sanıyorum o programda. Orada işte bu çevre, şu bu... yani çevreyi yanına şu eklediğim için özür dilerim. Çevre en önemli şey bence, esas sorunumuz ve onu da artık insanlar, bu işten hiç anlamayanlar bile yavaş yavaş kabul ediyorlar. Fakat duyduğum haberleri oradan alıyorum ama kimler, isimleri hangi isimleri söylediklerini unuttum. Şu kesin: yani dünya mahvoluyor. Ben bunu anladım. Bütün o konuşmalardan, uzmanların telefonla bağlanmalarından, ondan bundan bunu anladım: Dünya mahvoluyor.

    Ne olarak mahvoluyor? A, bir, hadi düşünmemiz lazım. Şimdi neden mahvoluyor? Ağaçları kesiyoruz. Bütün solunumumuz, bilmem ne... Kara bir tablo çizmek istemiyorum. Fakat çoğalarak yok oluyoruz. Farkında değiliz. Sadece çoğalarak. Örneğin Hindistan'da 600 milyon kişi elektriksiz kalmış. Türkiye'nin on katı nüfus ya, bunları öğrenince sadece bizim şu bulunduğumuz yerden ibaret değil dünya. Dünya orada 600 milyon kişi elektriksiz kalıyor. E biz Marmara'da denize giremiyoruz.

  • 24:48 Her şeyi öğrendiğimi sanıyorum o programda. Çevre en önemli şey bence; esas sorunumuz bu. Artık insanlar, bu işten hiç anlamayanlar bile, yavaş yavaş kabul ediyorlar. Fakat duyduğum haberleri oradan alıyorum ama kimlerin isimlerini, hangi isimleri söylediklerini unuttum. Şu kesin: dünya mahvoluyor. Bunu, bütün o konuşmalardan, uzmanların telefonla bağlanmalarından anladım.

    Dünya ne olarak mahvoluyor? Düşünmemiz lazım. Şimdi neden mahvoluyor? Ağaçları kesiyoruz. Bütün solunumumuz, bilmem ne... Kara bir tablo çizmek istemiyorum: Fakat çoğalarak yok oluyoruz, farkında değiliz. Sadece çoğalarak. Örneğin, Hindistan'da 600 milyon kişi elektriksiz kalmış. Bu, Türkiye'nin 10 katı nüfus. Bunları öğrenince, sadece bizim bulunduğumuz yerden ibaret değil dünya. Orada, 600 milyon kişi elektriksiz kalıyor. Biz Marmara'da denize giremiyoruz, elimizde balık tutarken.

    Şimdi bu gidişatta, politikada isterse iktidar iyi şeyler yapsın, isterse kötü şeyler yapsın; yapılan bu iyi veya kötü şeyler herhangi bir işe yaramıyor. Benim sıkıntım bu. Peki, hukukçusunuz bir taraftan da ve aslında adalet duygusu yittikçe, bütün bu sorunlar da büyüyor. Çünkü yalnızca yazılı hukuk değil, bir de vicdani hukuk var.

    Kendinize dönüp baktığınızda; o demlenme süreci, hayatı kavrama aşamanız, içinde bulunduğunuz koşullarda bu adalet duygusuna dair ne söylersiniz? Ya insanlar daha mı hırslı, daha mı öfkeli, daha mı duyarsız yoksa insani olarak bir ölçü koymamız mı lazım? Valla bu konu üzerinde çok düşünmedim. Tabii yine hoş bir soru ama yani adaletin eee şeyinden mi bahsediyorsunuz? Adalet; birbirimize karşı adil olduğumuzu düşünüyor muyuz? Hayır, hayır; yalnızca şu var: Doğa adil değildir. Biz doğanın adaletini bozduğumuz için belki de bütün bunlar. Hatta benim fantezilerim vardır bir hukukçu olarak. Tamamen fantezi ama ne olacak? Fantezi, düşünce özgürlüğü bağlamında söylüyorum.

    Kanunlar şöyle olmalı bence: Adam öldürene şu kadar ceza değil, adam öldürmeyene şu kadar mükafat gibi olumlu yönde, teşvik edici yönde olmalı. Tabii hukukta, bize okutulan devlet doktrinleri çerçevesinde okutulan yönetim biçimlerinin hangisinin iyi olduğunu bana sorarsan; yani benim hangi yönetim biçiminde olmamı istediğimi sorarsan ben anarşistim. Çünkü anarşizmin tarifi şudur: İnsanlar öyle bir bilince ermişler ki artık onların yönetilmeye ihtiyacı yoktur.

    Şimdi en güzel şey bu oluyor. Montesquieu'nun dediği mesela bir şey var. Diyor ki, "Şimdi biz bizi yönetenleri seçiyoruz. Tamam, bunlar seçilmiş kişiler ama diğerleri o zaman seçilmemiş kişiler oluyor. Bu seçilmemiş kişilerin verdiği oylarla olur mu?" diyor. Şimdi böyle demokrasinin sakatlıkları var. Eğer bugünkü yönetimi soruyorsan, yaptıkları bazı şeyleri onaylıyorum.

  • 27:16 Mamen, fantezi ama ne olacak? Fantezi, düşünce özgürlüğü bağlamında söylüyorum. Kanunlar şöyle olmalı, işte tamamen örnek olarak veriyorum: Adam öldürene şu kadar ceza değil, adam öldürmeyene şu kadar mükafat gibi, olumlu yönde, teşvik edici yönde neredeyse olmalı aslında.

    Tabii, hukukta bize okutulan devlet doktrinleri çerçevesinde okutulan yönetim biçimlerinin hangisinin iyi olduğunu bana sorarsan, yani benim hangi yönetim biçiminde olmamı istediğimi sorarsan, ben anarşistim. Çünkü anarşizmin tarifi şudur: İnsanlar öyle bir bilince ermişler ki, artık onların yönetilmeye ihtiyacı yoktur.

    Şimdi en güzel şey bu oluyor. Monte'in dediği bir şey var. Diyor ki, "Ya şimdi biz bizi yönetenleri seçiyoruz. Tamam. Yani bunlar seçilmiş kişiler ama o zaman diyor diğerleri, seçilmemiş kişiler oluyor. Şimdi bu seçilmemiş kişilerin verdiği oylarla olur mu?" diyor. Şimdi, demokrasinin böyle sakatlıkları var. Eğer bugünkü yönetimi soruyorsan, yaptıkları bazı şeyleri onaylıyorum, bazı şeyleri onaylamıyorum. Mesela, benim dediğim af yoktur maddesini anayasaya koysalar, büyük bir hayır işlemiş olurlar. Ama koymazlarsa da, bir günah işlemiş olmazlar. Ben buna bakarım. Ben yönetilenim, asla yönetmeye talip değildim.

    E şimdi bu ülkeyi yönetmek kolay mı? Onun için hangi iktidar, hangi görüş, kim gelirse gelsin, önce "Yaşasın, bizi yönetmeye geldiler!" diye düşünmek lazım. Güzel ama bu ülkede yönetici olmak zor. Atilla İlhan'ın deyimiyle söyleyelim, bu ülkede şair olmak da çok kolay değil, müzisyen olmak da çok kolay değil.

    Neden? Buraya meseleyi çekiyorum. Siz, bir dolu mücadeleyle ve bundan bıkmadan da bugüne gelmiş bir sanatçısınız. Bunu iki satırla özetleyelim. Çünkü sizin mücadele zamanlarınızda biraz direncinizi kıran anlardan da söz edelim mi? Düşmeler ve kalkmalar... Çünkü ben bir tanesini şöyle biliyorum: Gökhan, Burhan ve siz çok güzel bir oyun sahneye koymuştunuz. Buradan Gökhan ve Burhan'a da ben çağrı yapayım, izlemeyenler için.

    Mesela bizim çocuklarımız var, onlar da görseler şahane olur, hep. Siz, var mısınız bir kez oyunu yeniden sahnelemeye?

    Varım. Güzel. Adını da buradan söyleyelim, o günkü adını. "Her şey şahane." Bir daha olabilirse, çok şahane olacak bence de.

    Şimdi, o dönemde de büyük sıkıntılar yaşamıştınız tiyatrodan dolayı. Ama benim tanık olduğum an, işlerin pek yoluna gitmediğinde bir şarkı yaptınız. Hani Türkiye bir anda sizin etrafınızda kilitlendi. O anı bir anlatır mısınız?

    Vallahi, ben o anda çok yakın yaşadım çünkü o dönem hatırlamıyorum desem yeri var. Fakat yine evde oturuyordum, yine yalnızdım. Aylardan neydi bilmiyorum. Günlerden hangisiydi ama mutlaka ilk orijinallerini ben sakladığım için... Ama şarkıyı biliyorsunuz değil mi?

    Şarkıyı biliyorum. "Neler oluyor bize?" evet, yani vardır evde ilk halgesi, belgesi vardır ama tarihini de hatırlamıyorum tam olarak.

  • 29:56 K güzel bir oyun sahneye koymuştunuz. Buradan Gökhan ve Burhan'a da çağrı yapayım; izlemeyenler için. Mesela bizim çocuklarımız var, onlar da görseler şahane olur hep. Siz var mısınız? Bir kere oyunu yeniden sahnelemeye? Varım. Güzel. Adını da buradan söyleyelim. O günkü adını. Her şey şahane. Bir daha olabilirse çok şahane olacak bence de.

    O dönemde de büyük sıkıntılar yaşamıştınız tiyatrodan dolayı. Ama benim tanık olduğum an, işlerin pek yoluna gitmediğinde bir şarkı yaptınız. Hani Türkiye bir anda sizin etrafınızda kilitlendi. O anı bir anlatır mısınız? Vallahi, ben o anda çok yakın yaşadım çünkü o dönem, hatırlamıyorum desem yeri var; fakat yine evde oturuyordum, yine yalnızdım. Aylardan neydi bilmiyorum, günlerden hangisiydi ama mutlaka ilk orijinallerini ben sakladığım için...

    Ama şarkıyı biliyorsunuz değil?

    Şarkıyı biliyorum. Neler oluyor bize? Evde ilk halgesi vardır, belgesi vardır ama tarihini de hatırlamıyorum tam olarak. Yalnız şöyle başladı. Yani şarkı zaten bir yerden başlar, lop diye tamamen gelmez ki; bir noktadan. Belki sonundan, belki ortasından, belki başından. Şarkı da nakaratla başladı ve primitif halini söyleyeyim ki, neler hissettiğimi şöyle başladı: “Neler oluyor bize? Neler oluyor gülüm? Neler oluyor sana? Neler oluyor?" Böyle bir şey geldi. Bir anda.

    Zaten uzun bir şey olmadığı için "Neler oluyor?" ve o şeyler yoktu. "Ya bu fena bir şey değil galiba," diyerek "neler oluyor bize?" dedim. E yine neler oluyor, işte o yineleri, bilmem neleri ekleyerek. İyi de şimdi nakarat tamam da üstüne ne yazacağız?

    İnan abi, o anda durumunuz nasıl? Hatır üyeniz, ekonomik durumunuz mutlu, mutsuz?

    Mutsuz, ya. Çünkü ben o dönemde çok kötü bir haldeydim. Neler oluyor sorusu, çok iyi şeyler değil. Yani bir öykü olarak, sarsıcı bir öykü. Çok iyi hallerimde değildim. Her bakımdan; maddi manevi öyle evde yani yapacak bir şey de yok.

    Her şey şahaneyi, oyunu, anmasını, anmak adını anmak bile istemediğim; o dönemdeki büyük doğa olayında, İstanbul'a da yansıyan doğa olayında zaten önce eğlence kalktı. Eğlence kalkınca, biz eğlenceden para kazanıyoruz. Eğlendirmekten. Oyun da battı. Oyun batmadı, o yönü yok. Haş, yok. Piyasa durdu. Piyasa tamamen durdu. Ne bir konser var, ne bir bar bizi çalıştırıyor; hiçbir şey yok. Durdu.

    Ben de durunca yaz günü tatile de gidemiyorum. Para yok. Ondan sonra oturdum evde. O Allah'ın sıcağında oyun yazdım. "Lan," dedim aklıma da vardı ama böyle proje oturup eğilemiyordum ki. Ama oyun dediğinizde şöyle bir hoşluk var; hatırlatalım, sizin doğal hayatınızdan anekdotlar bir kurmacaya dönüşüyor. Çok keyifli yani şarkılar var ya, bugün herhalde olsa kapalı bir şey olur.

    Tabii ki, hakikaten güzel bir oyun oldu. Orada mesela çok tatlı... Neyse, ayrıntıya dalmayayım. Oturdum yani sıkıntılı anlarımda, artık o sıkıntıdan çıkabilmek için vücuduma yapışmış olan şarkı yapma isteğini kullanıyorum.

  • 32:26 Her şey şahane, ama oyunu anmak bile istemediğim o büyük doğa olayında İstanbul'a da yansıyan durum, eğlence kalktığında başladı. Eğlence kalkınca, biz eğlenceden para kazanıyorduk. Eğlendirme durdu. Oyun batmadı, ama o yönde bir şey yok. Piyasa durdu. Piyasa tamamen durdu. Ne bir konser var, ne bir bar bizi çalıştırıyor. Hiçbir şey yok. Durdu. Ben de durunca yaz günü tatile de gidemiyorum. Para yok. Oturdum evde. O Allah'ın sıcağında oyun yazdım. Aklıma bir şey gelmişti ama proje geliştirip eğlenemiyordum. Ancak oyun dediğinizde şöyle bir hoşluk var; sizin doğal hayatınızdan anekdotlar bir kurmacaya dönüşüyor. Çok keyifli. Yani şarkılar var ya, bugün herhalde olsa kapalı bir şey olur.

    Gerçekten güzel bir oyun oldu. Orada, mesela çok tatlı detaylar var, ama ayrıntıya dalmayayım. Oturdum ve sıkıntılı anlarımda, artık o sıkıntıdan çıkabilmek için vücuduma yapışmış olan şarkı yapma isteğini kullanıyorum ya da bir şey yazma isteğini kullanıyorum. O beni işte o zor geçen zamanın pırt diye kolay geçmesine neden oluyor. Ne zaman bakıyorsunuz, dördüncü saatten yemek yemediğinizi fark ediyorsunuz.

    Dolayısıyla, o sıkıntı dört saat, on dakika gibi geçiyor. Sekiz sayfa bir şey yazmışsınız yani; bu büyük bir iş. Gidip bir şeyler atıştırıp dönmek. Dolayısıyla, bir şarkı yapmak veya o oyunu yazmak benim hayatımı kolaylaştırdı. O sıkıntılı dönemin nasıl geçtiğini dışarı çıkamıyorum. Para yok. Hava zaten sıcak. Tatile gidemiyoruz. Bari yazayım, belki bir şey olur diyerek.

    Sonrasında da bu şarkı patladı. Peki o an şunu düşündünüz mü? "Ben bunca yılın İlhan Şeşeniyim ama öte taraftan hayatımın en zor anında neler oluyor bize?" diye sordum ve o günü ben hatırlıyorum. Yer gök inliyor! Evet, gerçekten öyle bir dönem. O an, en dipten en tepeye. Maddi olarak; ne dersin? Gerçekten neler oluyor o halinde?

    O bir intikam, bir öfke mi oluyor yoksa? Yani intikam, izah edemeyeceğimiz bir şey. İntikam duygusu adeta intikam gibi oluyor. Yani sanki bir şeyden bir intikam mı almamız gerekiyor ki? Muhattap kim belli değil. Bir intikam duygusu, hafif bir duygu oluyor. Sanki bir şeylerden intikam almışsın gibi bir hisse dönüşüyor. Bu duyguyu çok kısa bir an yaşadım. İşte o zaman her şey şahane oynanıyordu.

    Beyoğlu'nda küçük bir tiyatroda, şu anda adını unuttum; ama yani küçük sahne değil, olsa bilirdim. O tiyatroda oynanıyordu. Bana dediler ki, ben de yapmışım bir albüm. Çocuklar da izin vermişler. Biri dedi ki, "Abi, bütün Beyoğlu senin albümünü çalıyor." O dedi. Pazar günü müydü, cumartesi miydi, hatırlamıyorum. Mat oynarken ben, matine ve soirée arasında tiyatrodan çıktım, Beyoğlu'na yürüdüm. Yemin etmeme gerek yok çünkü doğru söylüyorum. Orada plakçılar var; Mefisto, şu, bu… Hepsinde albüm çalıyordu.

  • 34:50 Gerçekten neler oluyor o halinde? O bir intikam, bir öfke mi oluyor yoksa? Yani, intikam, izah edemeyeceğimiz bir şey. Yani, intikam duygusu adeta intikam gibi oluyor. Sanki bir şeyden bir intikam mı almamız gerekiyor? Muhatap kim, belli değil. Bir intikam duygusu gibi hafif bir duygu oluyor. Sanki bir şeylerden bir intikam almışsın gibi bir duygu oluyor.

    Bu duyguyu çok kısa bir an şeyde yaşadım. İşte o zaman her şey şahane oynanıyordu. Beyoğlu'nda küçük bir tiyatroda, şu anda adını unuttum. Yani, küçük sahne falan değil; olsa bilirdim. Tiyatroda oynanıyordu. Bana da dediler ki, ben de yapmışım albümü. Çocuklar da izin vermişler bana. Biri dedi ki, "Abi bütün Beyoğlu dedi, senin albümün çalıyor." Pazar günü müydü, cumartesi miydi, Mat oynarken ben matine ve suare arasında tiyatrodan çıktım.

    Beyoğlu'na yürüdüm. Yemin etmeme gerek yok çünkü doğru söylüyorum. Orada plakçılar var; Mefisto, şu, bu, 34 tane, 34 tane hepsinde albüm çalıyordu. Oradan çıktım, aşağı doğru yürüdüm. Hepsinde albüm çalıyordu. Birinde iki değil. Yani bu dehşet! Bu komik geldi bana. Bu ne, falan, ne oluyor ki? Allah Allah yani; tamamen içimden geçen duygu, "Allah ya" falan. Ve utandım. Büyük bir utanç duygusu kapladı. Hemen döndüm geldim. Kimseye de bir şey söylemedim. Meğer patlamış. Küçük sahne dedik; küçük sahne aslında büyük bir sahne.

    Tabii ki benim gibi hayatını küçük sahne kuyruklarında, son dönemlerinde Ferhan abi aldıktan sonra geçiren insanlar da var. Benden önce küçük sahnede milyonlarca İstanbul'lu gidip de gördüğü bir sürü oyun da var; büyük ustalar var. Ama ben içinden tramvay geçen şarkıda Ferhan Şensoy'u, Hümeyra'yı, Gündoğarken'i, Rasim Öztekin'i falan izlemiş birisiyim.

    Bir Ferhan Şensoy parantezi ve o kadroyu alalım. Açmak lazım. Açmasak ayıp olur. Çok ayıp olur. Fayan abiyi de çağıracağız yakında zaten. Bir gelsin de otursun tabii. Ferhan abi de bizim için zevkli oluyor. Evet, Ferhan dediğimiz zaman; yani ben hayranıyım. Şimdi Ferhan dediğimiz zaman hangimizin daha çok hayranı olduğu burada uzun sürer tartışmak. Birbirimizi de Ferhan hayranı olarak ezmeyelim, kırmayalım. Ama ben senin büyüklüğüne ver, ben senden daha çok hayranım. Peki, ben bir tık geride kalırım Ferhan.

    Şimdi şunu söylüyorum: Levent Ferhan'a geleceğim. Levent Kırca'da 10 yıl görev aldım ve 10 yıl Levent Kırca'dan tabii ki bir şeyler öğrendim. Ve şimdi benim tiyatro konusunda hafif de olsa alaylı olarak bir bilgimin olmaması imkânsız. Levent Kırca dönem gibi. Sonra Ferhan'a ben kendim gittim, Ferhan’a. Yani, Ferhan Bey'in çağırdığı falan değil. Ben gittim ve o zaman küçük sahnedeydi Ferhan, çünkü Levent ile işimiz bitmişti.

    10 yıl, 3 oyun oynadık, falan bitti. Ama Ferhan hayranıyım. Ferhan’a gittim. Dedim ki, "Ya böyle böyle, ben sizin hayranınızım ve mutlaka sizinle bir iş yapmak istiyorum." "Ya tamam," falan dedi. Onun bildiğin tavrıyla, "Tamam," dedi. Ne dedi? "Ben yalnız d..."

  • 37:01 Zaman, yani ben hayranıyım. Şimdi Ferhan dediğimiz zaman hangimizin daha çok hayranı olduğu burada uzun süre tartışabiliriz, ama birbirimizi de Ferhan hayranı olarak ezmeyelim, kırmayalım. Ben senin benim büyüklüğüme ver. Ben senden daha çok hayranım. Peki, ben bir tık geride kalıyorum, Ferhan.

    Şimdi ben şunu söylüyorum: Levent Ferhan'a geleceğim. Levent Kırca'da 10 sene görev aldım ve 10 sene Levent Kırca'dan tabii ki bir şeyler öğrendim. Şimdi benim tiyatro konusunda hafif de olsa alaylı olarak bir bilgimin olmaması mümkün değil. Levent Kırca dönemim gibi. Sonra Ferhan'a ben kendim gittim. Yani Ferhan Bey beni çağırmamıştı, ben gittim ve o zaman Ferhan küçük sahnedeydi. Çünkü Levent'le işimiz bitmişti; 10 sene, 3 oyun oynadık falan, bitti.

    Ama ben yine de Ferhan hayranıyım. Ferhan'a gittim ve dedim ki: "Ya böyle böyle, ben sizin hayranınızım ve mutlaka sizinle bir iş yapmak istiyorum.” O da, “Tamam,” dedi. Bilirsin, o bildiğin tavrıyla tamam dedi. Ne dedi? “Ben yalnız tiyatro sezonu geçti, şimdi arayacağım sizi,” dedi. 3 ay sonra aramaz mı? Aradı. Aradı, ve 3 ay sonra beni aramaz mı? O anıma koşa koşa gittim. “İçinden tramvay geçen şarkı,” bu içinden tramvay geçen şarkı.

    Fakat tabii, Ferhan bu. Bir türlü şarkı yapamıyoruz yani. Bir iki Lili Marlen'i kim yaptı? Lili Marlen'i mi? Biz eskiden bugünü daha pembe sözleri, Ferhan'ın tabii. Şarkıyı ben yaptım. İşte Türkiye'de sevgili seyirciler, bunu söylemem lazım. İnternete girin. Tabii o ortamı görmeniz lazım. Bana da diyeceksiniz ki: “Sen de amama yaşlısın, neleri buluyorsun?” Ama böyle Lili Marlen'i dinlemeden Türk tiyatrosundaki şarkılar tarihini eksik bilirsiniz.

    Müthiş bir şarkıdır o. Ben onu yıllarca yani bu yaşımda dahil olmak üzere, hatta geçen de Ferhan abiye gittim, “Şunun orijinal kaydını versene,” dedim. “He, müthiştir ya,” dedim. “Vay, içte.” Teşekkür ederim. Müthiştir! Teşekkür ederim. Sözler de müthiş, sözler Ferhan ama müthiş yani. Ferhan ve Ferhan'ın sözlerine şarkı yapabilmek marifet! Aşağı yukarı imkansız gibi bir şey söyle. Aşağı yukarı imkansız.

    Artık provalar başladı yani. Lafımı kestiğin filan değil. Çok güzel gidiyor konu. Provalar falan bitti fakat ortada şarkılar yok. Ferhan'ı bilirsin; sert bir adam yani. Ferhan'la çalışmak ne demek? Ferhan, “Ya şarkı yok bilmem ne falan,” diyordu. En sonunda ben bir bu şarkıyı yaptım, getirdim de, Ferhan şöyle yaptı. Yani nihayet getirebildim. Yoksa yetişmiyor, yani o gelmiyor. Şarkı yok bir türlü. Ferhan da boyuna söylüyordu ya, “Bir türlü şarkılar yok,” diyor. “Ne zaman yapacaksanız yapın,” diyor. “Oyun başlayacak.”

    Ben bir gün işte bu şarkıyı getirince, Ferhan'ın dediğini asla unutmam. Kuliste böyle yaptı: “Can havli Regirak.” Can havli Regirak Ferhanca olmuş! Tabii tabii. Ondan sonra o içinden tramvay geçen şarkı, her şeyiyle Ümeyra’sı, Razımi, diğer arkadaşlar muazzam bir kapalı gişe. Evet, kapalı gişe. Bir şey daha hatırlatalım. Bugün Türkiye'de pek çok ünlü sima...

  • 39:08 Ferhan'ın sözlerine şarkı yapabilmek marifet. Aşağı yukarı imkansız gibi bir şey söyle. Aşağı yukarı imkansız. Artık provalar başladı. Lafımı kestiğin filan değil, çok güzel gidiyor konu. Provalar bitti fakat ortada şarkılar yok. Ferhan'ı bilirsin, sert adam yani. Ferhan'la çalışmak ne demek? "Ferhan, şarkı yok, bilmem ne" falan. En sonunda ben bu şarkıyı yaptım, getirdim de Ferhan böyle yaptı. Nihayet getirebildim, yoksa yetişmiyor, şarkı gelmiyor bir türlü. Ferhan da boyuna söylüyor ya, "Bir türlü şarkılar yok" diyor. "Ne zaman yapacaksanız yapın," diyor. Oyun başlayacak.

    Ben bir gün, işte bu şarkıyı getirince, Ferhan'ın dediğini asla unutmam. Kuliste böyle yaptı: "Can havli Regirak." Can havli, Regirak Ferhanca olmuş, tabii tabii. Ondan sonra, bir o içinden tramvay geçen şarkı her şeyiyle, Ümeyra'sı, Razimi, diğer arkadaşlar muazzam bir kapalı gişe. Evet, kapalı gişe.

    Bir şey daha hatırlatalım. Bugün Türkiye'de pek çok ünlü sima, o gün o sahnede de vardı yani. Tabii, çok ünlü isimler de doğru. Kimler vardı mesela? Sanıyorum Canlar falan da vardı, değil mi? Biran falan vardı orada. Biran, bir Canan oyunda vardı. Tabii, onlar hiçbir şey yapmadan duran adamlardı. Göya güya öyleydi.

    Müthiş bir, tabii bu arada içinden tramvay geçen şarkımla Lazi hikayesinde kapılarda insanlara kimlik sormalar falan, 12 Eylül'ün büyük buluşu. Onu anlatır mısınız? Seyircilerimiz hatırlasın. 12 Eylül baskı rejimi döneminin hemen ardı. Evet, kapıdan daha girerken biletinizi almışsınız. Kapıda sizi oyuncular fakat tamamen Nazi kıyafetiyle "Kimlik, lütfen!" diyerek karşılıyorlardı. Ve kimlik gösteriyordu. Herkes de gösteriyor ki, sevgili seyirciler, kapıdan girerken iki oyuncu nazik "Kimlik, lütfen" diyor. Türkiye'de İstiklal Caddesi'nde ve bizim yurttaşlar 12 Eylül zulmünde herkes kimlik gösteriyor. Sonra o dönemde, onlar inmişler. Ben yoktum. Zıcı kıyafetleriyle aşağıda Beyoğlu'nda sormuşlar. Beyhan da göstermiş kimlik. Bu haber oldu o zaman. Evet, haber oldu. Türkiye'nin psikolojisine bakın. Yani sokakta üniformalı bir insan kimlik soruyor. "Hadi canım," diyemiyoruz. "Yok işte, 12 Eylül bu." Ferhan, tabii tabii. Ferhan çok müthiş bir adam. Son oyunda bana söylediğini söylemeden edemeyeceğim.

    Son oyun oynanıyor. Öpüştük. "A Ferhancığım," dedim, "o kadar çok şey öğrendim ki senden. Çok teşekkür ederim," dedim. Ferhan böyle yaptı. "Ben de senden çok şey öğrendim. En azından artık tiyatroda ne yapılmaması gerektiğini biliyorum," dedi. Yani mükemmel. Şimdi ilaç yaşam buradayken, şarkılardan da konuştuk. Ben müzisyen, sanatçı, inanç eyleyen dışında, erkek ve gönül taşıyan biri olarak, pek çok insanın merak ettiği şeyi de sormak istiyorum. Aşk, aşk, ayrılık, aldatmak. Bunların hepsi şarkılarda var. Siz bunu biraz zanaatkarca işliyorsunuz. Bunu da çok önemsiyorum. Yani işkembeden olmuyor. Bu işin bir de işçiliği var. Neler söyleyeceksiniz? Yani bazı gençler soruyorlar bana, "Abi aşk..."

  • 41:23 Hal da göstermiş kimlik. Bu haber oldu o zaman. Evet, haber oldu. Türkiye'nin psikolojisine bakın. Yani sokakta üniformalı birisi kimlik soruyor. "Hadi canım" diyemiyoruz. Yok işte, 12 Eylül bu. Fer şah. E tabii tabii. Ferhan çok müthiş bir adam.

    Son oyunda bana söylediğini söylemeden edemeyeceğim. Son oyun oynanıyor. Öpüştük. "A Ferhancığım," dedim, "ya o kadar çok şey öğrendim ki senden. Çok teşekkür ederim," dedim. Ferhan böyle yaptı. "Ben de senden çok şey öğrendim. En azından artık tiyatroda ne yapılmaması gerektiğini biliyorum."

    All yani mükemmel. Şimdi ilaç yaşam buradayken, şarkılardan da konuştuk. Ben müzisyen, sanatçı, inançlarını aşan erkek ve gönül taşıyan biri olarak pek çok insanın merak ettiği şeyi de sormak istiyorum. Aşk, aşk, ayrılık, aldatmak... Bunların hepsi şarkılarda var. Siz bunu biraz zanaatkarca da işliyorsunuz. Bunu da çok önemsiyorum. Yani işkembeden olmuyor. Bu işin bir de işçiliği var.

    Neler söyleyeceksiniz? Yani bazı gençler soruyorlar bana, "Abi aşık olunca hevesli, yani beste yapmaya hevesli gençler," diyorlar ki, "abi, yani aşık olunca daha mı çok şarkı yapılıyor?" Ben tabii bu soruyla çok karşılaştığım için önce bir irite oluyorum soruya. "Oğlum," diyorum, "ya, biraz kolaylaştırıyor yani." Bütün hadise budur. Yani biraz kolaylaştırır aşk, her şeyi biraz kolaylaştırır.

    Sadece şarkı yapmayı değil, hayatı kolaylaştırır aşk. Geçen gün hatta bir konserde, hiçbir zaman bu kimsenin inancına falan bir şey değil. Aşk orucu bozar mı bozmaz mı şeyinde halk karar verdi ki, bozmaz diye. Ayrıca da Ramazan'da bir karı koca, başı örtülüydü, geldiler ve rica ettim onlardan konserimde. "Ne olur," dedim, "lütfen, bakın tam şarkılıktan bir dans edin," dedim. Kalktılar, dans ettiler. Herkes de şakır şakır alkışladı. Böyle Türkiye'ye şapka çıkar. Evet, yani bunların olması lazım.

    1 buçuk dakikamız kalmış. Bu kalp yorgun mu, yoksa genç mi aşk heyecanı için? Aşk heyecanı için yorgun. Yorgun. Yaşama heyecanı için. Yaşama heyecanı için. Vallahi, gittiği yere kadar bu aykırı sorularına da hepsine cevap vermek zorunda mıyım? Yok değil.

    Benim en çok sevdiğim cevabı vereyim mi programın? Son güzel öyle bitirelim. En çok sevdiğim müziği de geliyor. Öyle mi? İsmail hazırla. Şimdi veriyorum, cevap veriyorum. Bilmiyorum. Bu gerçekten dünyanın en güzel cevabı. En güzel cevabı. Türkiye'de çok zor olan bir şey var. Kimse "bilmiyorum" demek istemiyor. Niye demiyorlar?

    O zaman bir hatıra daha anlatabilir miyim lütfen? Bu gümrük birliği değil de gümrük birliği. Avrupa Birliği değil, henüz gümrük birliği dolanıyor gündemde. Fakat ben bilmiyorum ne olduğunu. O sırada da televizyonlardan AKM'nin önünde bir çocuk geldi. Dedi ki, "Efendim, gümrük birliği oluyor," dedi. Vallahi, "bir şey bilmiyorum, ben o konuda bir şey diyemeyeceğim," dedim. Çocuklar dedim, "abi, bunu söyler misiniz?" "Söylerim," dedim. Uzattılar "bilmiyorum," dedim. Gümrük birliği konusundaki bir bilgim yok henüz dedim. Gördüm başlık olarak...

  • 43:45
  • 45:48 Bir başarı öyküsünü ve özellikle genç insanlar için bir heyecan öyküsünü burada sizlerle paylaşacağız. Kısa birden kime?
İşaretlediklerim