Cumhurbaşkanı Erdoğan burada tekrar CHP'ye bir mesaj gönderiyor. Diyor ki, "Artık darbecilerin yazdığı, darbecilerin ortaya koyduğu bir anayasayla Türkiye geleceğe yürüyemez. Siviller anayasa yapalım." Arkadaşlarımıza görev verdik diyor. Bütün mesele, acaba Cumhuriyet Halk Partisi de bizimle ortak müşterek bir sivil anayasa yapma yolculuğuna çıkar mı?
Önemli olan bu. Diyoruz ki; gelin, el birliğiyle komisyonlarımızı kuralım ve bu komisyonlarla beraber sivil anayasayı bir an önce oluşturalım, milletimize takdim edelim. Şimdi diyor ki, "Olmaması için bir sebep yok. İlk dört madde ile ilgili herhangi bir sorun yok." Yani işte laiklik falan, bunlar değişmeyecek zaten diyor. Bizim AK Parti olarak böyle bir sorunumuz yok. Hiçbir partinin de böyle bir sorunu yok. Eğer ilk dört madde ile ilgili bir sorun yoksa, biz yol haritasını belirleyelim. Heyetlerimizi oluşturalım. Başbakanlığım döneminde 2010 anayasasını yapmıştık diyor. Bu da iyi bir referans mı, bilemediğim. Yine yapabiliriz diyor.
"Benim tekrar seçilme ya da tekrar aday olma gibi bir derdim yok." Bu çok önemli. Çünkü ilk kez Erdoğan'ın ağzından böyle bir şey duyuyorum. En son bununla ilgili konuştuğunda, "Ömrüm yettiğince ben bu koltukta olacağım" gibi bir açıklama yapmıştı. İlk kez bunu söylüyor. Şimdi burada CHP'ye bir mesaj var; bir tür el uzatılıyor. Seçimden hemen sonra normalleşme falan dendi ama o olmadı. Çünkü o dönem, Cumhurbaşkanı Erdoğan aslında beni anayasa yönünde taleplerde bulunmuştu. Orada CHP kırmızı çizgilerini ortaya koymuştu. O olmadı, bakalım bu sefer olacak mı?
"Benim bir daha seçilme derdim yok." çıkışı çok enteresan. Ama tabii, CHP bu konuda AK Parti'ye ya da Erdoğan'a ne kadar güvenebilir? Bu, kocaman bir soru işareti. Zira, 2015 Haziran seçimlerinden sonra istişare görüşmeleri olmuştu. Koalisyon kurulacak denildi. Ah, Türkiye rahatlıyor, demokratikleşme tamam, güçlü bir parlemento falan dendi. İstişare görüşmeleriyle CHP’yi oyaladılar. Sonunda da Iskarta’ya çıkardılar. Daha önce Deniz Baykal ile Erdoğan’ın görüşmeleri olmuştu. "Acaba Deniz Baykal’a bir meclis başkanlığının verilmesi, bir güç dağılımı, Türkiye’nin ferahlaması böyle bir şey mi olacak?" diye sorulmuştu. Orada da Deniz Baykal'ı politikayı takip etmesini istemedim, yüreklendim.
Siyaset, iktidar; öyle söyleyelim. Yine öyle bir şey mi değil mi? Bakalım CHP ne diyecek? Bunların hepsini göreceğiz, ama acaba işin…
Zira şeyi hatırlayın, 2015 Haziran seçimlerinden sonra bu istişaf görüşmeleri vardı. "Koalisyon kurulacak, Türkiye rahatlıyor, demokratikleşme tamam; işte güçlü bir parlamento falan dendi." İstişaf görüşmeleri ile CHP'yi oyaladılar. Ondan sonra Iscarta'ya çıkardılar. Daha önce, Deniz Baykal ile hatırlarsanız, Erdoğan'ın görüşmeleri olmuştu. Hani acaba Deniz Baykal'a bir meclis başkanlığının verilmesi, yine bir güç dağılımı, bir Türkiye'nin ferahlaması, böyle bir şey mi olacak dendi. Orada da Deniz Baykal'ı devre dışı bıraktılar.
Siyaset iktidar; öyle söyleyelim. Yine öyle bir şey mi, değil mi? Bakalım CHP ne diyecek. Bunların hepsini göreceğiz de, acaba işin ucu dönüp dolaşıp paraya mı çıkıyor? Neden diyecek olursanız, şimdi biraz ekonomik tablo üzerine konuşacağız. Şimdi Erdoğan'dan böyle "bir daha seçilme derdim yok" geri adımı; yani yeni anayasaya yapılabilirse, şöyle bir şey çıkarsa hani CHP de aktif olarak bu sürece girer.
Belki parlamentonun yeniden güçlendiği, yani anlatabiliyor muyum? Bir tür "tamam, böyle kriz üstüne kriz, kriz üstüne kriz; artık bu kadar böyle olmuyor." Bak, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası bir enflasyon tahminini yayınlıyor. Fakat ne oluyor? Bunu ciddi alan yok. Millet gülüyor yani bu enflasyon tahminine. Böyle bir şey mi olur diye bakıyor insanlar. E böyle bir ekonomik tabloyla karşı karşıyayız şu an. Bu durum, oca şu an böyle açar. Yani bir hakikaten format değişikliğine ihtiyaç var gibi bir şey mi diyor Erdoğan; ki bence gerçek olan bu.
Yani bu ekonomide mi zorluyor acaba Erdoğan'ı? Nihasekçi de gazeteci olarak konuştum. Ekol TV'ye konuştu. Epey bu 19 Mart sürecini eleştiriyor kendisi. Onları veririm birazdan da. "Ya her şey bu ekonomiye mi çıkıyor?" meselesinden.
Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası açıklaması, kapanan şirketler falan, onu konuşacağız. Şimdi bu işler böyledir. Şeyle ilgili haberleri gördünüz. Hatırlayın, Eylem Tokunoğlu, Timur Cihan Timur. Babası da ünlü bir doktor. Kemerburgaz'da, orman yolunda, gece saati ehliyetsiz. Annesinin arabasını almış. Orada arkadaşlarıyla süratli giderken üç tane ATV işte yan yana park etmiş. ATV'lerden bir tanesi arıza yapmış. E, birbirlerinin ATV'lerini onarırken, bu ATV'lerin ortasına dalmıştı ve orada Murat Acı yaşamını yitirmişti. Genç bir eşi var, küçük çocuğu var.
Sonra Timur Cihan Timur'un annesini aradığı, annesi Eylem Tok. Annesine süratli olay yerine geldi. Yaralıların cep telefonlarını topladığı, hani ambulansı arayamasınlar diye; oğlu ehliyetsiz kullanıyor ya. Hemen olay yerinden uzaklaştığı zaten Murat Acı'nın da bundan dolayı yaşamını yitirdiği olayı hatırladınız. Sonra Eylem Tok, olayın ardından gece apart Amerika B.
Sonra Timur Cihan Timur'un annesini aradığı, annesi Eylem Tok. Annesine, olay yerine hızla geldi. Yaralıların cep telefonlarını topladığı, hani ambulansı arayamasınlar diye. Oğul ehliyetsiz kullanıyor ya, hemen olay yerinden uzaklaştığı ve Murat Acı'nın da bundan dolayı yaşamını yitirdiği olayı hatırladınız. Sonra Eylem Tok, olayın ardından gece Amerika Birleşik Devletleri'ne gitmişti falan. Olay tabii büyüdü. Oğlu Timur Cihan Timur, Amerika Birleşik Devletleri'nde tutuklandı. Türkiye iadesini istiyor. Oradaki avukatlar sürekli süreyi uzatıyorlar. Neden süreyi uzatıyorlar? İşte böyle muhtemelen ortak bir noktaya varmak için süreyi uzatıyorlardı.
Şöyle bir gelişme gerçekleşti. Şükriye Hacı, yani Murat Acı'nın eşi, küçük bir oğlu var. Şikayetini geri çektiğini söyledi. "Ben şikayetimi geri çekiyorum" dedi. Bir paraya anlaşıldığını belirtti. Burada hemen yaşamını yitiren Murat Acı'nın babası televizyonlara konuştu. Babası çok şey bir tablo çizdi. Diyor ki, "Bu gelin, bizim de telefonlarımızı açmamaya başladı. Biz her şeyimizi gelinle paylaştık. Oturduğu ev oğlumun aldığı ev. Şimdi oturduğu ev oğlunun aldığı ev ama babasının üstüne, onu da söyleyeyim."
Çünkü Şükriye Hacı'nın avukatlarından bayağı bir detay aldım bu konuyla ilgili. Murat Acı'nın üzerine hiçbir şey yokmuş. Sadece sağlık sigortası varmış. Baba diyor ki, "Ya sağlık sigortasından kalan parayı, hayat sigortasından kalan parayı geline verdik. Zaten evde de oturuyor, daha ne falan diye." Ama ev kocasının üstüne olmadığı için aslında Şükriye Hacı'nın bir hakkı da yok bu ev üzerinde. Onu da söyleyeyim. Şimdi baba bunları söylemiyor.
Baba Ekol TV'de şöyle anlattı: "Çok az önce beyan ettim. Çok sevdiğimiz için, çok değer verdiğimiz için karşılığı bu olması gerekir. E hani maddi sıkıntı çekmiş, zor durumda kalmış. Bugüne kadar söylemediğim şeyleri tekrar söylemek zorunda kalıyorum. Göktürk’te daireyi nasıl aldı? Altında sıfır arabayı nasıl aldı? Hani geçim sıkıntısı çekiyor ya. Yiyemiyor, içemiyor, parası yok yani.
Siz şu an Göktürk'te bir daire alabilir misiniz? Yok canım. Bir sıfır araba alabilir misiniz? Yani markasını burada söylemeyeyim. Şu an 2 milyon değerinde bir sıfır araba alabilir misiniz? Eee, bu nasıl yani söyledikleriyle uyguladıkları ve yaşantısı birbirine eş değil. Önce eşit olması lazım.
Eee, “Hani maddi sıkıntı çekmiş, zor durumda kalmış. Bugüne kadar söylemediğim şeyleri tekrar söylemek zorunda kalıyorum.”
Göktürk'te daireyi nasıl aldı? Altında sıfır arabayı nasıl aldı? Hani geçim sıkıntısı çekiyor ya; yiyemiyor, içemiyor, yani parası yok. Siz şu an Göktürk'te bir daire alabilir misiniz? Yok canım. Bir sıfır araba alabilir misiniz? Yani markasını burada söylemeyeyim. Şu an 2 milyon değerinde bir araba alabilir misiniz? Eee, bu nasıl yani, söyledikleriyle uyguladıkları ve yaşantısı birbirine eş değil. Önce eşit olması lazım.
Şükriye Hanım bugüne kadar nerede çalışmış? Kaç para kazanmış? 10 milyonluk servete sahip olmuş. Bunu açıklasın kendisi. Ama sizin diyor ki, “Onlar diyor 100 milyon istediler,” onu demeye getiriyor herhalde. “100 milyon istediler, vermeyince böyle bu duruma geçtik,” diyor.
Buyur, avukatım, açıklar o konuyu da. “100 milyon kim kime teklif etti?” Az önce de değindim. Biz parayı almadığımız için, elimizin tersiyle ittiğimiz için bu noktalara geldik.
“Ha, siz bari almıyorsunuz, biz alalım aradan sıyıralım,” diyor. Yani ölen öldü. Böyle bir rakam var, aslında var tabii. Şimdi, yani o bütün yaralanan şey arkadaki görüntü, arkadaki kimdi? Eee, yaralanan kardeşim. Kazada yaralanan kardeşim, değil mi?
Ha, şunu söylüyorlar: “Yani efendim, yararlılar var.” Bakın, bu tip olaylarda genellikle hani olaya bir mesafeden bakınca “A, şu suçlu, bu ahlaklı, şu ahlaksız,” demek kolay da genellikle birkaç katman oluyor. Tabii kimse cani değil. Yani kimse “Ben işte kocamın katilinden parayı da alayım, bana ne,” demez. İşin içinde iş var, benim öğrendiğim kadarıyla.
Bir kere baba Özercı, hemen olayın ardından aslında Şükriya Hacı’nın kendi avukatı var. Hatta kendi avukatı hemen Amerika Birleşik Devletleri'ne gidiyor olayın ardından. Çünkü Riyne üzerinde böyle bir baskı kuruyorlar ve kendi avukatını azletmesini sağlıyorlar. Diyorlar ki, “Öyle değil, yok, her şeyi bizim avukat takip etsin. Tek avukat.” Bütün bu görüşmeleri de kendileri yapmak istiyor.
Şükriye Hacı’nın avukatı diyor ki, “Bu 100 milyon meselesi aslında.” Diyor baba, “100 milyon lirayı talep ediyordu.” Bu, Timur Cihan Timur ve Eylem Tok tarafından “100 milyon hikayesi,” o. “100 milyon olmadı, 100 milyon anlaşılmadı.” Yani kendisi bir pazarlık yürütüyordu.
Şükriye Hacı’yı tamamıyla bir şeyin içine almak istediler. Bir ablukaya almak istediler. “Ya sen kadınsın, sen gelinsin. Sen tamam, hadi otur, bak,” dediler. İşte eee, evle ilgili de sormuş Şükriye Hacı. Demiş ki, “Ya, ben hani şimdi ben bu evde oturuyorum ama evde sizin üstünüze nasıl olacak diye.” Evlenmediğin...
Şükriye Acı'nın avukatı diyor ki bu 100 milyon meselesi aslında. Diyor baba, 100 milyon lirayı talep ediyordu. Bu Timur Cihan Timur, Eylem Tok tarafından 100 milyon hikayesi o. 100 milyon olmadı, 100 milyon anlaşılmadı. Yani kendisi bir pazarlık yürütüyordu. Şükriye Acı'yı tamamıyla bir şeye almak istediler. Bir ablukaya almak istediler. "Ya sen kadınsın, sen gelinsin. Sen tamam, hadi otur bak," dediler.
İşte evle ilgili de sormuş Şükriye Hacı. Demiş ki, "Ya ben şimdi bu evde oturuyorum ama evde sizin üstünüze nasıl olacak diye." "Evlenmediğin müddetçe bu evde oturursun," demiş. Çünkü bir şey kalmıyor Şükriye Acı'ya aslında. Her şey kocasının ve her şey babasının üstüne olduğu için bir şey kalmamıştı. Böyle bir durum var.
Ve hatta sohbet ederlerken, yani bu üzücü olaydan sonra, şöyle de demiş Baba Özercı Şükriye Hacı'ya. O köyden, Göktürk köyünden herhalde başka birisine örnek veriyor. Diyor ki, "Ya bak, bunun da kocası öldü. Biri bir yıl sonra başka biriyle evlendi. İşte sen de eve gidersin, yani ne olacak? Kendine bir hayat kurarsın."
Anladığım kadarıyla Şükriye Hacı şöyle düşünüyor: "Tamam, şimdi her şey iyiyken iyi. E otur bu evde diyorlar. E yarın öbür gün işler değişince ne olacak? Kendi oğlunun hayatını nasıl garanti edecek?" Anladığım kadarıyla bir kadın olarak kendisi de bu konuda paniklemiş ve geleceğini garanti altına almaya çalışmış. Baba Özercı'nın o kurduğu tahakkümden kurtulmaya çalışmış.
Şimdi her şeyin ucu paraya çıkıyor. Evet, herkes ama geleceğini düşünmek zorunda. İşte herkes çocuğunun da geleceğini düşünmek zorunda. Şimdi bunun üzerine bu tahakkümden kurtuluyor Şükriye Hacı ve kendisi de bir avukat tekrar tutup avukatı üzerinden bu görüşmeleri sürdürüyor.
Avukatlar özellikle şunun altını çiziyor. Diyorlar ki, "Ya şimdi Şükriye Hacı bu şikayetten vazgeçti diye adam serbest bırakılacak değil. Timur Cihan Timur serbest bırakılacak değil. Ha, şu olur. Muhtemelen şikayetten vazgeçildiği için olası kast demeyecek hakim. Mahkeme bunu söylemeyecek. Dolayısıyla ya da olası kast dese de, şikayetten vazgeçildiği için üst sınırdan değil de alt sınırdan ceza verilecek ve ne olacak?"
Eee muhtemelen hani bundan sonra artık avukatı da Amerika'daki süreyi uzatmaz. Ayak diremeyi uzatmaz. Timur Cihan Timur Türkiye'ye gelir. Burada yargılanır. 18 yaşın altında olduğu için bu cinayeti işlediği zaman, işte bir de zaten yeni infaz minfaz falan konuşuluyor. Herhalde kısa bir süre yatar, çıkar. Anladığım kadarıyla.
Anladığım kadarıyla, Şükriye şöyle düşünüyor: "Ya ülke, maalesef hukuk sistemi ortada. Verilen cezalar ortada ve bu dava yıllarca sürecek." Arada, şöyle düşünüyor Şükriye Hacı: "Benim kayınpederim burada başka ayak oyunları çeviriyor. Üç gün sonra beni de bu evden atacaklar." diye düşünüyor. Benim anladığım, dolayısıyla diyor ki: "Ya ben oğlumun hayatını, geleceğini garanti altına alayım. Burada, hani hukuk, şimdi böyle biz diretsek de diretmesek de mahkemeden bir karar çıkacak. Nasıl çıkacak? O da muamma. Kime ne faydası olacak? O da muamma." Her halükarda, zaten bu olan 18 yaşından küçük. Ne kadar yatacağı, yatmayacağı belli. Dolayısıyla, benim kayınpederim beni ıskartaya çıkartıp kendisi böyle bir şey kurgulayacağına, ben kendim eve çocuğumun geleceğine bakayım demiş Şükriye Hacı.
Şimdi, bu işlerde taraf tutmamak lazım. Her iki taraf da kendisine göre haklıdır. Baba da muhakkak acılıdır. Baba da şöyle düşünüyordur: "Sonuçta benim oğlumun emeğiyle alınmış ev. Benim oğlumun çocuğu. Ben öncelikle torunumu düşünürüm. Oğlumu düşünürüm, oğlumdan kalanı düşünürüm." diye düşünüyordur muhtemelen. Sonuçta gelin, bu el diye düşünüyordur. Ona göre adım atmak istiyordur. Hukuki olarak, öyle anladım. Yani, ben yaptığım konuşmalardan; hem röportajları dinledim, hem avukatlarla konuştum. Benim anladığım bu.
Gelini, ne kadar güveneceksin diyor sonuçta. Öbür taraftan, Şükriye Hacı da diyor ki: "Kardeşim, tamam burada oturuyoruz. Şimdi de. Üç gün sonra ne olacak? İşler bozulduğunda, işler değişince yani acılar soğuyor. Giden, gittiğiyle kalıyor. Ortaya başka bir gerçeklik çıkıyor. Bu işler böyle." Şükriye Hacı da onun üzerine ailenin avukatından kopuyor. Özercinin tuttuğu avukattan kendi avukatıyla ilerliyor. Kendi avukatı üzerinden başka bir anlaşma yapıyor. Avukatlar da diyorlar ki, "Zaten alınacak ceza belli. Ha, ne oldu? Zaten bir tazminat alacaktı. Bu tazminatı belki yıllar sonra alacaktı. Kime ne faydası olacaktı?" Şimdiden alıp oğlunun hayatını güvence altına almak istiyor.
Gelin, ne kadar güveneceksin, diyor sonuçta. Öbür taraftan Şükriyeci de diyor ki, "Kardeşim, tamam burada oturuyoruz, şimdi de. 3 gün sonra ne olacak? İşler bozulur, işler değişince, acılar soğur. Giden, gittiğiyle kalıyor. Ortaya başka bir gerçeklik çıkıyor. Bu işler böyle."
Şükriye Hacı, onun üzerine ailenin avukatından kopuyor. Özercinin tuttuğu avukattan kendi avukatıyla ilerliyor. Kendi avukatı üzerinden başka bir anlaşma yapıyor. Avukatlar da diyor ki, "Zaten alınacak ceza belli."
Ne oldu? Zaten bir tazminat alacaktı. Bu tazminatı belki yıllar sonra alacaktı. Kime ne faydası olacaktı? Şimdiden alıp, oğlunun hayatını bir garanti altına alma aslında kendi hayatını, oğlunun hayatını bir anlamda garanti altına alma hamlesi. 100 milyon falan değil, alınan para diyorlar. Alacağı tazminatı aldı ama diyorlar ki, asıl baba Özeracı 100 milyon diye diretiyordu karşı tarafla anlaşmak için. Yani hiçbir şey göründüğü gibi değil, onu söylemek istiyorum.
Biraz etkilendim ben de bu olaydan. Hem Şükriye Hacı'nın röportajını hem de babasının röportajını izlerken; olan biten çok büyük bir trajedi, yaşamını yitirenler. Hakikaten takip ederken etkilendim. Biraz da merak ettim, yani neymiş, ne değilmiş. Herkes kendi açısından haklı. Genellikle, böyle bir yayıncı gazeteci olarak da bu tür olaylara bakarken, şu haklı, bu haksız diye düşünürüz ya kafamızda.
Biri mutlak iyi, biri mutlak kötü. Kim kötü bu hikayede? Ha, şu, işte eylem Tok mutlak kötüydü. Şimdi acı, Şükriye acı oldu. Hadi ona yükleyelim. Genellikle çok katman oluyor; herkes, kendisine göre, kendi zaviyesinden haklı oluyor yani. Allah rahmet eylesin. Acayip bir olay işte.
Tam her şeyin ucu ekonomiye çıkıyor. Her şeyin ucu paraya çıkıyor, dedim ya. Hem günlük yaşadığımız olaylarda, hem adli olaylarda, hem siyasette işin ucu paraya çıkıyor. Acaba Erdoğan, bu bir daha benim seçilme hedefim yok mu, açıklasın. Ekonomi bu halde olduğu için mi yaptı acaba diye merak ediyorum.
Onu Enes Hoca'ya soracağım ama Enes Hoca'ya tabii, bugün Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın açıkladığı enflasyon beklentisi üzerinden soracağım. Yalnız şöyle bir şey oldu. Merkez Bankası Başkanı, işte anlatırken, "Şöyle böyle falan" diye, Iris Cibre 19 Mart, yani Ekrem İmamoğlu operasyonunun sonuçlarını sordu. Nasıl bir cevap geldi? Yorumu size bırakıyorum.
Yönetilen kur sistemine rağmen, 19 Mart'ta ne oldu da dolar TL %12 atak yaptı? Bu atağa neden izin verildi ve izin vermenin hata olduğuna inanıyor musunuz? Evet. Teşekkür ederim. 19 Mart günü evet, kısaca bir cevap vereceğim. Yurt dışı bankaların...
Acaba Erdoğan, "Bu sefer benim seçilme gayem yok," açıklasın. Ekonomi bu halde olduğu için mi böyle yaptı, diye merak ediyorum. Onu Enes Hoca'ya soracağım ama Enes Hoca'ya tabii bugün Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın açıkladığı enflasyon beklentisi üzerinden soracağım.
Yalnız şöyle bir şey oldu. Merkez Bankası Başkanı anlatırken, Iris Cibre, yani Ekrem İmamoğlu operasyonunun sonuçlarını sordu. Nasıl bir cevap geldi? Yorumu size bırakıyorum. Yönetilen kur sistemine rağmen, 19 Mart'ta ne oldu da Dolar/TL yüzde 12’lik bir atak yaptı? Bu atağa neden izin verildi ve izin vermenin hata olduğuna inanıyor musunuz?
Evet, teşekkür ederim. 19 Mart günü, kısaca bir cevap vereceğim. Yurt dışı bankaların, Türk bankalarıyla yapabilecekleri işlemleri belirledikleri limitler var. Yani yurt dışı bankalar Türk bankalara limit koyuyor. Bu limitler çok hızlı bir şekilde doldu. Ve bunun neticesinde de döviz kurunda kısa süreli ama ani bir yükseliş yaşandı. O gün döviz işlem hacmi, tarihsel ortamın çok üstündeydi. Geçmiş 10-15 yıla baktığınızda, gerçekleşen en yüksek işlem hacminin birkaç katı bir miktardaydı. Bu, daha önce de söylediğimiz gibi yurt dışı kaynaklı bir gelişmeydi.
Biz hızlı bir şekilde adım attık burada. Bugünü takip eden birkaç günde, aslında özellikle o haftanın cuma gününde, çarşamba gününe benzer hatta daha yüksek miktarda bir işlem hacmi oldu. Olmasına rağmen, bu tarz bir...
Evet, Enes Hocam, ne diyorsun bu cevaba?
Ya bu cevaba ne diyeyim? Yani şimdi Merkez Bankası o gün zaten hep şununla eleştiriliyor. Hükümete yakın kaynaklar sürekli "müdahale etmekte geç kaldı" diyor. Şimdi ama şunu unutuyorlar. Merkez Bankası, neye müdahale ediyor? Neysi yok?
Evet. Ya neye müdahale ediyor şimdi bu? Merkez Bankası'nın görevi enflasyonu düşürmek. Tamam mı? Bunu öyle yapar, böyle yapar. Bunun yöntemine katılırız, katılmayız. Ama tabii ki siyasetçiler her şeyi, yani Erdoğan ve Erdoğan'ın yanındaki insanların kafa yapısında, ellerinde çekiç olduğu için her şeyi çivi gibi görüyorlar.
Aslında hedefleri sadece iktidarlarını devam ettirmek. Öyle olunca Merkez Bankası da bir araç olarak görülüyor. Yani her şey onlar için bir araç. O da enflasyonu düşürmek, falan filan. Merkez Bankası'nın amacından sapmak istiyorlar. Yani her kurumu öyle yapmak istiyorlar. Merkez Bankası, "Bu yangını söndürsün" ya. Ama bu "Merkez Bankası bu yangını söndürsün" demek, enflasyonu düşürme amacından dışarı sapsın, bizim istediklerimizi yapsın demek; aslında hiç görevi olmayan bir şeyi Merkez Bankası'na yüklemek demek.
Öyle olunca, Merkez Bankası da bir araç olarak görülüyor. Tamam mı? Yani her şey onlar için bir araç. O da, eee, enflasyonu düşürmek falan filan. Merkez Bankası'nın amacından saptırmak istiyorlar. Yani her kurumu öyle yapmak istiyorlar. Merkez Bankası'nın bu yangını söndürmesini istiyorlar. Ama bu, Merkez Bankası'ndan o enflasyonu düşürme amacından dışarı sapmasını, bizim istediklerimizi yapmasını istemek demek; aslında hiç görevi olmayan bir şeyi Merkez Bankası'na yüklemek demek.
Şimdi, Merkez Bankası bir zamanlar vardı ya, biz öğrenciyken, işte çeşitli kurumları göreve çağırırlardı, vesaire, "Ordu göreve" falan muhabbetleri olurdu. O zaman, işte daha demokrat bir eee çizgide, ülkede hala sesini çıkarabiliyordu. "Ya böyle olur mu? Bu işin çözümü bu değildir," falan derlerdi. Aslında hükümetin yaptığı da bir yandan o. Kendi mevcudiyetini devam ettirmek için herkesi bir şekilde göreve çağırıyor. Merkez Bankası, o gün biraz önce bahsettiği gibi, aslında yabancı parasını çektiği için içerideki bankalarda döviz kalmadı. Aslında özetle söylediği bu.
Tamam mı? Bizim o gün işte yabancı parasını neden çektiği yok. Yabancı parasını, sanki hani onlar komplo kurmak için çekmiş gibi anlatıyor. Halbuki değil. Ekrem İmamoğlu operasyonu olduğu için millet, bu iş sarpa sarıyor deyip parayı çekti. Merkez, tabii ki Merkez Bankası bu konulara zaten giremez.
Zaten soru cevap kısmında da benzer bir şekilde sordular. "19 Mart olayları" falan bile demiyorlar. Yani Mart'ta yaşanan işte şu, Mart'ta yaşanan bu falan filan. Hatta hükümet yetkilileri de şöyle söylüyorlar. Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması ve devamında gelişen olaylar değil; sadece devamında gelişen olayları söylüyorlar.
"Sokak protestaları oldu. O, Türkiye'nin ekonomik riskini artırdı." Ya, Gezi'ye yaptıkları gibi, yani Gezi neden oldu sorusunun cevabı yok. Tamam mı? Gezi oldu, dolar yükseldi. Sokak protestosu oldu, dolar. Ya sokak protestosu neden oldu? Gezi neden oldu? Bunlara ilişkin tabii ki bizim için bu işin sebebi önemli olduğu için onların için bir önemi yok. Onlar için her şey, dediğim gibi, araç.
Bence, işin krean Mars retrosundan oldu diyorlar. Çok iyi. Tabii, işte Trump'ın ticaret savaşları vesilesiyle o mu daha çok etkiledi yoksa Türkiye'deki sokak protestoları mı daha çok etkiledi falan gibi, böyle anlamsız, gelişigüzel işte kimsenin, hani kimseye bir faydası olmayacak.
Ya Gezi'ye yaptıkları gibi, "Gezi neden oldu?" sorusunun cevabı yok. Tamam mı? Gezi oldu, dolar yükseldi. Sokak protestosu oldu, dolar... Sokak protestosu neden oldu, Gezi neden oldu? Bunlara ilişkin tabii ki biz faniler için bu işin sebebi önemli olduğu için onların bir önemi yok. Onlar için her şey, bir dediğim gibi, araç. Ya işin kâğıdında, bence Mars retrosundan oldu diyorlar. Çok iyi. Tabii işte Trump'ın ticaret savaşları vesilesiyle, o mu daha çok etkiledi, yoksa Türkiye'deki sokak protestoları mı daha çok etkiledi, falan gibi anlamsız, gelişi güzel, kimsenin hani kimseye bir faydası olmayacak bir tartışma dönüyor.
Tamam mı? Hani tartışma da değil, kendi aralarında böyle bahane uydurmacası. Yalnız burada şöyle bir şey var; zorluk var bu sefer. Şimdi Trump ile Erdoğan'ın arası iyi. Bu da Macaristan dönüşü sorulmuş, Trump ne diyorsunuz falan. Diğer Erdoğan diyor ki, bazılarının dediği gibi Türkiye-Amerika ilişkileri önemsiz falan değildir, işte falan diyor.
Abi, önemsiz diye siz kendiniz söylüyordunuz. Önemsiz, bize komple darbe yapıyorlar, diye siz diyordunuz. Sonra kendi, ya bazılarının dediği gibi, abi sen dediğin o, hani var ya o şey mim, örümcek adam, birbirini gösteriyor. Kimmiş o? Kimmiş bu yakışıklı? O senmişsin yani. Anlatabiliyor mu? Böyle bir kendiniz, kendiniz sanki önemsiz diyenler var. Yani sonuçta bu öyle veya böyle küresel bir dünya. Bütün ülkelerdeki geçmeler birbirini ilgilendiriyor.
Neyse, fakat şimdi bu sefer o kadar da kolay "aa işte bize operasyon çektiler" diyemiyor. Çünkü Trump ile Erdoğan'ın ilişkisi de iyi. Onun için orada bir çelişkiler yumağı oluyor. Biz artık alıştık bu çelişkiler yumağıyla yaşamaya.
Peki, enflasyon beklentisine ne diyorsun, TCMB'nin? O gerçekçi bulundu mu? İş dünyası nasıl bakar? Ya işin garip tarafı şu: Şimdi normalde yakınlaştıkça tahminler daha da keskinleşir. Tamam mı? Hani 12 ay sonrasını tahmin ederken, biraz daha geniş aralıklı bir şey söylersin ama 12 ay yaklaştıkça, 9 ay, 6 ay, 3 ay falan kaldıkça tahminin keskinleşir.
Ama Merkez Bankası tahmin aralığı dediğimiz bir şey var. Merkez Bankası'nın enflasyon hedefi %24. Diyor ki bunun %5 yukarısı da olabilir, %5 aşağısı da olabilir. Yani 19 da olabilir, 29 da olabilir gibi bir aralık belirtiyor. Bu tabii sene başında yapılan bir şey. Yani yaklaştıkça aslında bunun daha da küçülmesi lazım. Yani orada + -5 değil de -3 olması lazım mesela. Onu yapamıyor. Onu da şöyle açıklıyor; diyor ki, çünkü aşağı ve yukarı yönlü riskler hala devam ediyor. Diyor. Aslında temelde işte bu hükümetin ne yapacağı belli olmaz mı?
Ya işin garip tarafı şu. Normalde, yakınlaştıkça hedef, daha doğrusu tahminler daha da keskinleşir. Tamam mı? Hani 12 ay sonrasını tahmin ederken biraz daha böyle geniş aralıklı bir şey söylersin ama 12 ay yaklaştıkça, 9 ay, 6 ay, 3 ay falan kaldıkça zaten tahminin keskinleşir. Ama Merkez Bankası tahmin aralığı dediğimiz bir şey var. Merkez Bankası'nın enflasyon hedefi %24. Diyor ki bunun %5 yukarısı da olabilir, %5 aşağısı da olabilir. Yani 19 da olabilir, 29 da olabilir gibi bir aralık belirtiyor. Bu, tabii sene başında yapılan bir şey. Yani yaklaştıkça aslında bunun daha da küçülmesi lazım. Yani orada + -5 değil de -3 olması lazım mesela.
Onu yapamıyor. Onu da şöyle açıklıyor: Diyor ki, çünkü aşağı ve yukarı yönlü riskler hala devam ediyor. Diyor. Aslında temelde ya bu hükümetin ne yapacağı belli olmaz minvalinde bir şey ya da uluslararası konjonktür nasıl gelişir, vesaire. Şimdi onu sorsan, "Hükümetin ne yapacağı belli olmaz" demiyoruz biz. Tabii, diyeceklerdir. Ama bununla ilgili sürekli vurguladıkları şey şu: "Biz her türlü şoka hazırlıklıyız." Aslında her türlü şoka hazırlıklı olmalarının sebebi de şu: İşte bu 19 Mart'tan sonra 60 milyar dolar zaten gitti. Para gitti. Yani onu biz rezervlerimizi yaktık. Yeniden rezerv toplamaya başladı Merkez Bankası ve bu rezerv toplama aşamasında da kendine güveniyor. Çünkü hakikaten bir yerden sonra bu iş yeni normalimiz olur diye.
İnsanlar dövize çok fazla dönmedi. Tamam, yabancı aldı gitti. İşte insanların bir kısmı da Türk lirasından dövize tekrar döndü. Ama böyle Merkez Bankası'nın tekrar rezerv toplayamayacağı seviyede bir dövize yönelim yok. Yastık dışına çıkan paralar, yastık altına giden paralar var. Sistem dışına çıkan altın, vesaire, işte fiziki altın tutma gibi unsurlar var. Ama onun haricinde bakıyoruz, işte bankalardaki döviz tedat hesaplarına, böyle inanılmaz, yani daha önceki dönemlerde yaşanan güvensizlik seviyesinde yaşanan yükselişler gibi bir yükseliş yok. Buna güveniyor biraz Merkez Bankası. Onun için faizleri yukarıda tutmak istiyor, indirmek istemiyor.
Ama bu sefer de ne oluyor? Herkes batıyor. Mevzu sanayici. Herkes batıyor. Aynen. Bugün Fatih Altayla anlatmış yayında. İşte diyor, benim tanıdığım bir sanayici nasıl batıyor, onu anlatıyor. Ege İş Sanayici İş Adamları Derneği'nin bir açıklaması var; "Bittik" diye, tekstil bitti. Ya bir de Zorlu'dan 2.000 işçi çıkartılıyor, ama zaten payday 6.000 çıkarılmış, en son 2000. Bu tabii böyle bir dalgalanma yaratınca açıklama geldi Zorlu'dan: "Ya yok, işte borçluluktan değil, o otomasyondan dolayı çıkarıyoruz," falan, ama on hiç gerçekçi bulunmadı. Bir de Zorlu, AVM'yi satıyorlar. Vallahi, kaç, 1 milyar, 1,5 milyar dolara mı ne satılıyormuş? 1,5 milyar dolara olan Zorlu AVM'yi niye alsın, onu bilmiyorum. Ben şimdi...
Bugün Fatih Altayla anlatmış yayında, "İşte diyor, benim tanıdığım bir sanayici nasıl batıyor" onu anlatıyor. Ege İş Sanayici İş Adamları Derneği'nin bir açıklaması var: "Bittik" diye, tekstil bitti. Ya bir de Zorlu, Vestel'den 2000 işi çıkartılıyor ama zaten en son 6000 çıkarılmış, şimdi 2000. Bu tabii böyle bir dalgalanma yaratınca, açıklama geldi Zorlu'dan, "Yok, işte borçluluktan değil, o otomasyondan dolayı çıkarıyoruz" falan ama bunlar hiç gerçekçi bulunmadı.
Bir de Zorlu AVM'yi satıyorlar, vallahi. Kaç, 1 milyar, 1,5 milyar dolara mı ne satılıyormuş? 1,5 milyar dolara olan Zorlu AVM'yi niye alsın, onu bilmiyorum. Ben şöyle tahmin ettim, bu haber çıkınca: "Abi şöyle olur o iş." Biri kamu bankasından 10 yıl geri ödemesiz bir kredi alır; 1,5 milyarda. Tamam mı? Ondan sonra Zorlu'yu da öyle alır diye tahmin ediyorum yani.
Bilmiyorum, ya maalesef. Son dönemlerde bu yapılan yüksek satışların hepsi ya bu şekilde oldu ya da bir Körfez sermayesi ve Türk konsorsiyumu girip almış bulunmaktadır. Onun için hani bu tahminleri yapıyor olman şaşırtıcı değil. Ama şeyi speküle etmek istemem. Yani Zorlu Grubu, hakikaten Türkiye'de önemli büyük bir grup. Hani varsa bir nakit akışı problemi falan, hani şey düzelir. Yani ekonomi dediğimiz gibi, bu saçma sapan siyasi mevzular olmasa bunlar tabii her biri birer yara bırakıyor ama nihayetinde toparlanacak bir süreç. Şirketler de durumunu toparlayabilir ki zaten hakikaten ciddi anlamda karlarını yükselttikleri dönemler de oldu. Türkiye’de iş yapmaktan çok memnun oldukları dönemler de oldu.
Ama şu an ne sıkıntısı var? Herkesin aslında, özellikle serbest meslek erbabına sorun, hani sanayiciyi vesaireyi de geçtim. Herkes ödeme almakta problem çekiyor. O problem, işte bakıyorsunuz karşılıksız çekler, bakıyorsunuz işte ödenmemiş krediler vesaire. Demek ki insanlar bir yerde aslında borcunu döndürememeye başlamış. Bu da neye sebep olmuş? Nakit akışı demek ki azalmış piyasada. İşte onun için herkes kredileri vesaire, şunları bunları bekliyor ya.
Bir de baktığınız zaman, bugünkü Merkez Bankası enflasyon raporu toplantısında soru cevap bölümünde, Cevdet Akçay şeyi söyledi: “Yani bir sonraki para politikası kuruluna, yani faiz kararına daha çok var. Hani bir ay vaktimiz var ama” dedi, “Önümüzde iki seçenek var.” Çünkü herkes kredi bulamamaktan şikayet ediyor. Sıkılaşma diyor. "Hani devam ediyoruz biz sıkılaşmaya kardeşim." Bu yukarıda borç verme limitleri yukarıdayken, bunu da tam ölçmek mümkün değil. Hani ne kadar sıkılaştık, vesaire. Önümüzde diyor iki seçenek var. Biri, faizleri indirirken bu kredi artırımı limitlerini değiştirmek.
Bugünkü Merkez Bankası enflasyon raporu toplantısında, Cevdet Akçay şunları söyledi: "Bir sonraki Para Politikası Kurulu’na, yani faiz kararına daha çok var. Hani bir ay vaktimiz var ama önümüzde iki seçenek var." Çünkü herkes kredi bulamamaktan şikayet ediyor. Akçay, "Sıkılaşmaya devam ediyoruz" dedi. Ancak, yukarıda borç verme limitleri varken, ne kadar sıkılaştığımızı tam ölçmek mümkün değil. Önümüzde iki seçenek var: Biri, faizleri indirirken bu kredi artırma limitlerini değiştirmemek. Yani, her bankaya belirli limitler koyuyorlar. Örneğin, mevcut kredini en fazla yüzde 2 büyütebilirsin. Eğer yüzde 2'yi geçersen, yeni isteyene kredi vermeyeceksin. Bu şekilde, kredi miktarının çok artmasını engellemek.
Diğer seçenek ise, faizi yukarı tutarken bu limitleri biraz gevşetmek; yani yüzde 2 değil, yüzde 3 yapmak ve bunu yaparken de selektif sektörlere krediler vermek. Hatta yüksek katma değerli ürün üreten şirketler için bile kredi faizi yüksek olacak. Zaten kredi faizi oldukça yüksek ve buna rağmen insanlar kredi bulmakta zorlanıyor. Bazı şirketler bu riski alırken, kimisi "olsun, ben onu alırım" diyebiliyor. Ama görüyoruz ki bu konkordatoların büyük ihtimalle artacağı ve işten çıkarmaların çoğalacağı görünmekte.
Merkez Bankası, enflasyonu düşürme konusunda ısrarcı. Bunu hem dövizi artırmayarak hem de talebi artırmayarak yapacaklarını belirtiyorlar. Ancak toplantıda ilginç bir noktaya da değindiler: Talep yönlü enflasyon istenilen seviyelere geldi. Bazı alanları dışarıda bıraktığınızda talep nedeniyle bir enflasyon yaratımı yok. Döviz artışının enflasyona geçişi ise neredeyse dizginlenmiş durumda. Bir zamanlar bu oran %70’lere kadar çıkmışken, şimdi daha farklı bir durum söz konusu.
Ama hala bu konunun peşinde koşuluyor. Bunun en büyük sebebi, halkın bu sürece olan inancının sarsılması. Eğer insanları inandıramazsanız, işler yolunda gitmiyor. Sürekli olarak Merkez Bankası bunu vurguluyor. Cevdet Akçay, Londra'daki sunumunda da belirttiği gibi, "Piyasa bize inanmalı ve güvenmeli ki enflasyon düşsün. Piyasa güvenmezse düşmez." Yani sürekli olarak vatandaştan bir beklenti var. Şimdi bakıyorsunuz, piyasa katılımcıları anketinde enflasyon beklentileri...
Bunun en büyük sebebi ne biliyor musun? Aslında bir şekilde itiraf edilemeyen gerçek. Eğer milleti inandıramazsan, bu iş gitmiyor. Bu iş toparlanmıyor. Sürekli de Merkez Bankası bunu vurguluyor. Mesela, Cevd Takça geçen Londra'daki sunumda da demişti: "Piyasa bize inanmalı ki, piyasa bize güvenmeli ki enflasyon düşsün." Piyasa güvenmezse, düşmez demişti. Yani hep vatandaştan bir şey bekleniyor.
Şimdi bakıyorsun, piyasa katılımcıları anketinde enflasyon beklentisi hane halkının çok yüksek. Mümkün değil yani; Merkez Bankası'nın enflasyon beklentisinin iki katı halde. Aşağı inmiyor. Onun için biz diyoruz ya, "talep nedeniyle enflasyon artmıyor" diye. En ufak bir kötü haberde, mesela doların bir miktar yukarı sıçraması, insanları yeniden tüketime yönlendirecek ve o talep nedeniyle enflasyon artışını biz gene yaşarız. Çünkü insanlar siyasete bağlı; hep siyasete bağlı. Yani bir operasyon daha mesela, hop her şeyi sil baştan yapıyor, değil mi?
Ben böyle anlıyorum bunun Türkçesini. Evet, siyasete bağlı, ama tabii Merkez Bankası bunu nihayetinde üstü kapalı söylüyor; "aşağı yönlü riskler, yukarı yönlü riskler," işte mali politikalar gibi ifadeler kullanıyor.
Aslında şunu soracağım: Bu Türkiye'nin büyükleri, büyük şirketleri, ne bileyim, zorlu özelinde, yani şirket özelinde konuşmak kolay değil ama büyükler, gerçekten batma riskiyle karşı karşıya mı? Bir onu sorayım. Bir de mesela, zorlu da öyle mi yapıyor acaba? Varlıkları elden çıkarıp ufak ufak Türkiye’den uzama durumu var mı?
Biliyorum çünkü incelediğin şirketler var. Şimdi, özellikle tekstil tarafında; tekstil Türkiye'de çok emek yoğun bir sektör. Dünyanın genelinde de öyle. Tamam mı? Makinalaşma vesaire yüksek olsa da, hala emek yoğun bir sektör. Şimdi bu işi Türkiye'de yapıp para kazanma ihtimali çok düşük. Çok çok düşük. Çünkü ürünleri aşırı katma değerli hale getirmen lazım. Bu belli noktalarda yapılabiliyor ama çoğu aslında bizim tekstil işimiz, hala inanılmaz katma değerli diyemeyiz.
Onun için mesela, Zorlu’nun önemli bir tekstil grubu da var. Hani orada farklı Türkiye'de grupların neredeyse hepsinin bir tekstille ilgili bağı var. Onları nihayetinde yurt dışına çıkarmaya çalışıyorlar. Ya da işte emlak sektörü ile ilgili...
Şimdi mesela, bu özellikle tekstil tarafında, tekstil Türkiye'de çok emek yoğun bir sektör. Dünyanın genelinde de öyle. Tamam mı? Makinalaşma vesaire yüksek olsa da hala emek yoğun bir sektör. Şimdi bu işi Türkiye'de yapıp para kazanma ihtimali çok düşük. Çok çok düşük. Çünkü bir şekilde ürünü aşırı katma değerli hale getirebilmen lazım. Bu belli noktalarda yapılabiliyor ama çoğu aslında bizim tekstil işimiz hala, yani inanılmaz katma değerli diyemeyiz.
Onun için mesela Zorlu'nun önemli bir tekstil grubu da var. Hani orada işte farklı Türkiye'deki grupların neredeyse hepsinin tekstille ilgili bir bağı var. Onları nihayetinde yurt dışına çıkarmaya çalışıyorlar. Ya da işte emlak sektörü ile ilgili yatırımlar neredeyse durmuş durumda. Bu işte, piyasada para bolluğu olduğu dönemde her holding gitti kendine inşaat şirketi kurdu. Yok işte bilmem ne sitesi, yok bilmem ne yaşam, yok bilmem ne park falan filan. İnşaat işine girdiler. Tamam mı? Şimdi de hepsi o işlerini durdurdu.
Yani taahhüt sektörüyle tekstil sektörü nihayetinde can çekişiyor durumda ve bunlar, gerçekten Türkiye'nin tekstili zaten önemli sektörlerinden biriydi emek açısından. Taahhüt sektörü de şirketler için hakikaten çok karlı bir sektördü. İkisi gitti. Ama bu yurt dışına çıkma işi de, yani bu tarz yapılar da zor oluyor. Tabii ki bunların yurt dışında yatırımları oluyor. Tabii ki, yani patronları isterse yurt dışına gidebilir ya da isterse Ülker gibi, holding merkezini yurt dışındaki bir başka yere taşıyabilir. Ama burada sonuçta bunlar sabit yatırım. Tamam mı? İşte Zorlu Center, hani cebine koyup götüremezsin. Anca satabilmen lazım. Ve bu kadar büyük bir yapıyı satabilmenin işte çok büyük zorlukları var ki, biraz önce sen anlattın işte böyle böyle katakuliler, bilmem neler falan gerekiyor.
İşte öyle olunca kalkıp gidemiyorsun. Ama nihayetinde böyle bir eğilim var. Zaten Türkiye'ye gelen yabancı yatırımdan daha fazla yaban para çıkışı var Türkiye'den. Yani sabit sermaye çıkışı var. Yani insanlar gidiyor nihayetinde ama biz bunu tabii, yani hepsini ölçemiyorsun veya hepsini tahmin edemiyorsun. Dediğim gibi, çünkü burada çok büyük yatırımlar var. Öyle kaldırıp gidemezsin. Yani sanayiciyle görüştüğün zaman, konuştuğun zaman hepsiyle konuşacağın şey şu: ya 20 yıllık şirket, 50 yıllık fabrika, 30 yıllık bilmem ne. Hani kapatıp gitmek istemiyorum. 300 kişi ekmek yiyor, yok 500 kişi bilmem ne yapıyor falan. Hani herkes bir şekilde idare etmeye çalışıyor.
Tamam mı? Bir türlü orada hani bir denge bulunamamış durumda ve maalesef bu, 19 Mart'ta Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasından sonra da bu iş daha da derinleşti. Yani normalde biz 3. çeyreğe...
Sanayiciyle görüştüğün zaman, konuştuğun zaman, hepsiyle konuşacağın şey şu: “Ya 20 yıllık şirket, 50 yıllık fabrika, 30 yıllık bilmem ne. Hani kapatıp gitmek istemiyorum. 300 kişi ekmek yiyor. Yok, 500 kişi bilmem ne yapıyor.” Hani herkes bir şekilde idare etmeye çalışıyor, tamam mı? Bir türlü orada hani bir denge bulunamamış durumda ve maalesef bu, 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasından sonra daha da derinleşti. Normalde biz üçüncü çeyreğe kadar bir sıkıntı çekeriz ama sonrasında “Toparlanmaya başlarız” gibi bir intiba vardı. Yani faiz 42’ye düşmüştü; o 35’lere, 30’lara falan filan gelmişti.
Tabii çok iyi hatırlıyorum, biz de bunları seninle konuştuk. Evet, bu durumlar vardı. Bak, o durumların hepsi ortadan kalktı tabii. Yani 1’den 49’a çıktı faiz. E, öyle olunca kredi faizleri arasındaki uçurum da dağıttı. %70’lere, 80’lere falan maliyetler varıyor. Ve öyle bulabilirsen, yani krediyi de bulabilirsen varıyor o maliyetlere. Ya hangi işi yapacaksın da bu parayı bir türlü işleyebileceksin?
Ayrıca işsizlikle ilgili mesela, sonuçta Merkez Bankası bu tahminleri yaparken işte bir ekonometrik model yapıyor. Tamam mı? O ekonometrik modele gidip, işte TÜİK’ten aldığın veriyi, şunu, bunu falan koyuyorsun mesela; “Asgari ücrete zam gelecek mi, hani siz ne düşünüyorsunuz?” falan gibi bir şey sordun, adam bir şey düşünmüyor. Ne düşünebilir ki? Ben diyor, “Resmi açıklama neyse, ona göre modelime onu koyarım” diyor.
Şimdi asgari ücret zam gelirse, bu barış süreci gibi bir süreç yürüyor şu an. Normalde bir seçim vesaire yok ama hani bir kamuoyu desteğini artırmak için, insanları biraz rahatlatmak amacıyla belki asgari ücrete bir zam yapabilirler. Mesela ki ben yapacaklarını düşünmüyorum ama hani böyle bir şey yapabilirler. E, o zaman gene Merkez Bankası'nın hedefleri şaşmış olacak. Çünkü bunlar şey değil; bu kurulan modeller, tüm geleceği anlayacak şeyler değil. Anlık değişebilen durumlar.
Yani o anki duruma göre sen geleceğe bir ışık tutuyorsun. Tamam mı? Ama bir tümsek gelirse, önüne ışığın vurduğu yer değişir. Bu tahminler vesaire, bize bir fikir verebilir ama yol gösterici olarak bakmamak lazım. Şu dönemde özellikle, yani herkesin işine, gücüne, parasına, şununla bununla sahip olması lazım. İnanılmaz bir ortam var. Yani herhangi bir tahminleme gücümüz yok. Merkez Bankası kendi...
Çünkü bu modeller, kurulan modeller, tüm geleceği anlayacak şeyler değil. Anlık değişebilen durumlar. Yani o anki duruma göre sen geleceğe bir ışık tutuyorsun. Tamam mı? Ama bir tümsek gelirse, önüne ışığın vurduğu yer değişir. Yani tahminlere vesaire çok, ya bize ancak biraz fikir verebilir, ama yol gösterici olarak bakmamak lazım.
Şu dönemde, özellikle herkesin işine, gücüne, parasına sahip olması lazım. İnanılmaz bir ortam var. Yani ne derler? Herhangi bir tahminleme gücümüz yok. Merkez Bankası kendi diyor ki, "Ben bu tahminimi, tahmin aralığımı değiştiremem, çünkü öngöremiyorum riskleri." Yani Merkez Bankası'nda Türkiye'nin en yetkin ekonomistleri, en yetkin insanları çalışıyor. Düşündüğünde, baktığında, inanılmaz yüksek puanlar, bilmem kaç yıllık deneyimli insanlar var. Ama onlar bile tahmin edemiyor ki, bunu tahmin etmek çok zor.
Ama iki önemli şey var. Bir, işsizlikle ilgili söyledikleri şey. Mesela işsizlik, bence Fatih Karan diyor ki, "İşsizlik tam gerçeği yansıtmıyor." Çünkü işsizlik oranıyla atıl iş gücü arasında bir fark oluşmuş durumda. Ama diyor ki, bu ne iş bulmaktan ümidini kesenlerle ilgili, ne de yarı zamanlı çalışıp tam zamanlı çalışmaya geçmek isteyenlerle ilgili. Yani eksik istihdamda, biz mikro olarak tuttuğumuz şeyi de söylemiş oluyor, altını çizmiş oluyor. Farkındayız diyor; yok, biz iş bulmaktan ümidini kesenlerden dolayı olmuyor bu fark diyor.
O da diyor ki, "Mikro olarak inceledik; bu ikisinden dolayı da değil, ama sonuçta bize bir veri de vermedi." Yani o mikro incelediği şey neyse, bir bakmak lazım. Yani onlar sebebi ne tespit ediyor? İşsizlik oranının düştüğünü görüyor, ama işsizlikle piyasa arasında bir fark var. Orada bir sıkılık farkı var, onu anlıyoruz diyor.
Ama bizim söylediğimiz sebeplerden olmadığını söylüyor. O, tam zamanlı çalışıp daha fazla çalışmak isteyenlerden kaynaklandığını söyledi ama elimizde veriler yok. Onları mesela söyledi. İnan, ben mesela bu işsizlikle ilgili açıklamalarına tam güven duyamadım. Çünkü elimdeki veri setine sanki uymuyor. Yani bu TÜİK'in açıkladığı şeylere uymuyor gibi. Belki onunla ilgili daha ayrıntılı bir çalışma ileride yaparlar, biz de anlarız.
Geçen konuşmuştuk ya, çalışma biçimleri de değişiyor. Hani bundan dolayı da bir şeyler var falan. Belki onu mu demek istiyor artık? Onu mesela takip etmek lazım.
Eee, diyor ki tam zamanlı çalışıp daha fazla çalışmak isteyenlerden kaynaklanıyor gibi bir şeyler dedi ama elimizde veriler yok. Onları mesela söyledi. İnan, yani ben mesela şey yapamadım. Orada mesela bu işsizlikle ilgili açıklamalarına böyle tam eee güven duyamadım. Çünkü elimdeki veri setine sanki uymuyor. Yani bu TÜİK'in açıkladığı şeylere uymuyor gibi. Belki onunla ilgili daha ayrıntılı bir çalışma ileride yaparlar. Biz de anlarız.
Geçen konuşmuştuk ya, hani çalışma biçimleri de değişiyor. Hani bundan dolayı da bir şeyler var falan. Belki onu mu demek istiyor artık? Onu mesela takip başlar geç. İkinciyi söyler misin? İkincisini, iki tane dedin ya. İkincisi de işte bu kredi mevzusu. Bence bu kredilerle ilgili hakikaten inanılmaz kötü geri dönüşler var. Ve zaten sürekli görüyorsun işte, hükümetin bir kanadı saldırıyor bu Merkez Bankası'nın politikasına. O saldırıları bertaraf etmek için eee genellikle bu tarz söylemleri zaten Cevdet Akçay'a e aslında yönlendiriyor. Cevdet Akçay bu tarz konuların üzerine gidiyor. O saldırıları sönümlemek için Cevdet Akçay bu selektif kredi yani seçici kredi açıklamasını yaptı bence.
Anladım. Enes hocam, sağ ol. Çok teşekkür ederim. Ben teşekkür ederim. İyi yayınlar. Şimdi ne yapacağız peki? E hani eee biz de burada bir şekilde hayatta kalacağız. Yeni ekonomiyi survive edeceğiz. Yani yapacak bir şey yok. Uyum sağlayacağız, adapte olacağız. Eee, çalışma biçimleri değişiyor. Hani geçen gün bir yayında da söyledim ya, onun üzerine aslında hani Tuğrul Bey'i konuk olarak alma fikri doğdu bende. Geçen gün dedim ya, şunu öngörüyorlar ekonomistler de; bir insan eee yani bu artık yapay zekayla beraber belki de hayatımızda iki kez, üç kez sektör değiştiriyor, iş değiştiriyor olacağız.
Zaten Türkiye'de tam zor, hakikaten bu ekonomik koşullarda ayakta kalmak falan da bir şey yapacağız. Yani eee yeni fırsatlar yakalayıp kendimizi dönüştüreceğiz falan bir şekilde suyun üstünde kalacağız. Şimdi Tuğrul Türkan'ı yayına alacağım ben. Kendisi e Workingtech'in kurucusu. Workingtech bir eee yapay zeka şirketi, ama eee bizi yapay zekayı kullanmayı öğretmek mi, sizin amacınız? Öyle bir şey değil mi? Yanlış mı tanımladım? Yapay zeka ve yazılımı öğretme. Ama bunu da yapay zeka desteğiyle eee yapan bir eee online teknoloji okulu diyebiliriz.
Hım, enteresan. Nasıl oluyor bu? Tam nasıl işliyor? Bir anlatabilir misiniz bize? Yani çok basitçe şöyle, hani geleneksel eğitimle farkını düşünecek olursak hani klasik eğitimde ne yaparız? Bir konuyu öğrenmek istediğimizde bir sınıfa gireriz. Bir hoca anlatır, biz dinleriz, çalışırız vesaire. Sonra bu video platform..."
Şimdi Tuğrul Türkan'ı yayına alacağım. Kendisi Workingtech'in kurucusu. Workingtech bir yapay zeka şirketi, ama bizi yapay zekayı kullanmayı öğretmek mi sizin amacınız? Öyle bir şey değil mi? Yanlış mı tanımladım? Yapay zeka ve yazılımı öğretme. Ama bunu da yapay zeka desteğiyle yapan bir online teknoloji okulu diyebiliriz. Hımm, enteresan. Nasıl oluyor bu? Tam olarak nasıl işliyor? Bir anlatabilir misiniz bize?
Yani çok basitçe şöyle... Geleneksel eğitimle farkını düşünecek olursak, klasik eğitimde ne yaparız? Bir konuyu öğrenmek istediğimizde bir sınıfa gireriz, bir hoca anlatır, biz dinleriz, çalışırız vesaire. Sonra bu video platformları çıktı. Orada da video izleyerek ağırlıklı yapıyoruz. Buradaki temel fark aslında uygulama. Yani mesela örnek kod yazıyorsunuz ya da yapay zeka ile ilgili bir geliştirme yapıyorsunuz. Arkada da bir yapay zeka eğitmeni, bir öğretmen var. Birebir öğretmene çok yakın. Yaptığınız davranışları gözlemleyip, çünkü hepsini dijitalde yaptığınız için bunların hepsini loglayabiliyoruz. Size bir hoca gibi geri bildirim veriyor, yönlendirme yapıyor, motive ediyor. Yani biraz böyle birebir hocayla koç gibi.
Ve aynı zamanda bir de tabii biz öğretmenleri de kullanıyoruz. Daha teşvik etmek, daha derine inmek için. Bunun sonucunda da aslında bir kişiyi böyle 6 ayla bir sene süren programlarla yazılımcı ya da çeşitli teknolojileri üretebilen insanlar haline getirmeyi amaçlıyoruz.
Şimdi enteresan. Yani ben sizin sisteme kaydoluyorum. Sonra siz bana bir yapay zeka hoca atıyorsunuz ve bana kodlama yapmayı mı öğretiyorsunuz adım adım? Evet, yani yazılı.
Peki, mesela ben hiç bilgisayar mühendisi değilim, şeyci değilim, fenci değilim. Sözelciyim yani; sayısalcı değilim. Yine de ben de öğrenebiliyor muyum mesela?
Öğrenebilirsin. Zaten şu an dünyada %58’in formal eğitimi bilgisayar mühendisliği ya da yazılım mühendisliğinden gelen; yani %42 aslında dünyadaki 25 milyon yazılımcının neredeyse yarısı eğitimi başka alanlardan. Bizde de birçok bu tarzda öğrenci oldu. Böyle bayağı büyük şirketlere girip, felsefe mezunu, İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu, başka bölümlerden olabiliyor. Yani illa yazılım böyle insanlar, şey gibi düşünüyorlar; çok yoğun bir matematik bilgisi gibi. Ama işte dünyanın en büyük platformlarından bir tanesinin kurucusu hukuk mezunu. Zuckerberg bir sene okumuş zaten üniversitede.
Yani o yüzden, illa gerekmiyor. Peki, ben bunu öğrendiğim zaman nerede kullanabilirim? İlla böyle bir IT şirketine mi gireceğim yoksa herkes kendi sektöründe kullanabiliyor mu mesela bu kodlama öğrendiği becerilerini?
İkisi de olabiliyor. Yani bir yazılımcı diye bir meslek var. Temel...
Yani illa yazılım gibi düşünüyorlar. Böyle çok yoğun bir matematik bilgisi gerektiren bir şey gibi. Ama işte dünyanın en büyük platformlarından bir tanesinin kurucusu hukuk mezunu. Eee, Zuckerberg bir sene okumuş zaten üniversitede. Yani o yüzden illa gerekmiyor. Peki, ben bunu öğrendiğim zaman nerede kullanabilirim? İlla böyle bir IT şirketine mi gireceğim yoksa herkes kendi sektöründe kullanabiliyor mu mesela bu kodlama öğrendiği becerilerini?
İkisi de olabiliyor. Yani bir yazılımcı diye bir meslek var. Eee, temelde yazılımla ilgili meslekler şimdi yapay zekayla orası biraz daha da genişlemeye başladı. Ama onun dışında da, hani İngilizce nasıl bir niteliktir ya iş aramanızda, iş bulmanızda, mesela bir araştırma Amerika’da bütün yıl boyunca yapılan iş ilanlarını araştırıyorlar. Eee, %12,5 - %13’ünde yazılım bilgisi isteniyor. Halbuki 8 işten biri yazılımcı değil. Yani birçok mesleğin içinde de artık bir aranan nitelik olarak, özellikle yüksek nitelikli işlerde böyle temel geliştirme becerileri aranan bir şey haline gelmeye başlıyor.
Yani böyle gidişat biraz oraya doğru. Herkes bazen ona citizen developer diyorlar. Yani bir iş yapıyorsunuz ama o yaptığınız işte, belirli bir seviyede kod bilginiz, algoritmik bakış açınız, yapay zekayı kullanmanız, şimdi yavaş yavaş gelmeyecek. Bunları da yapmanız, sizi daha öne çıkartıyor tabii. Mesleklerde yapay zekayı kullanmadan kullanmaya da fark var herhalde. Öyle ayrıca bir ders var mı, nasıl verimli kullanılır, hangi yapay zeka şeyleri falan?
Evet, yani biz yazılımcıların verimini arttırıyoruz, yapay zeka yani yazılımcılık mesleği de biraz değişiyor. E işte "wipe coding" diye bir kavram çıktı mesela Silikon Vadisi'nde. Yani onları kullanarak hız ve süratiniz artıyor. Bir o taraf var. Bir de, hani şimdi yeni gelecek beklediğimiz, nasıl böyle zamanda mobil geliştiriciler geldi, oyun geliştiricileri geldi. Yani bir teknoloji çıktı mı, hemen ardından meslekler türemeye başlıyor.
Burada da işte Türkçeye çevirmesi biraz garip ama AI agent, yapay zeka ajanları üretmek, bunları kullanarak etmek gibi yeni meslekler çıkmaya başlayacak. Onları da tabii öğrenmek gelecekte eee önemli olacak. Herhalde 5-10 sene içerisinde en çok yeni mesleği büyük ihtimalle yapay zeka ortaya çıkartacak. Vallahi öyle ya.
Peki sizden ders alan nasıl bir profil? Kim alabilir? Her isteyen alabiliyor mu? Genelde eee liseden sonra ama ağırlıklı olarak aslında böyle 20, üniversite mezunu ya da üniversitede okuyan, eee 35 yaşlarına kadarki kesim; yani fa...
Bir o taraf var. Bir de, hani şimdi işte yeni gelecek beklediğimiz gibi, nasıl mobil geliştiriciler ve oyun geliştiricileri geldi. Yani bir teknoloji çıktığında hemen ardından meslekler türemeye başlıyor. Burada da, işte Türkçeye çevirmesi biraz garip ama "AI agent", yapay zeka ajanları üretmek gibi yeni meslekler çıkmaya başlayacak. Onları da tabii öğrenmek gelecekte önemli olacak. Herhalde 5-10 sene içerisinde en çok yeni mesleği, büyük ihtimalle yapay zeka ortaya çıkaracak. Vallahi öyle ya.
Peki, sizden ders alan nasıl bir profil? Kim alabilir? Her isteyen alabiliyor mu? Genelde, liseden sonra ama ağırlıklı olarak aslında böyle 20 üniversite mezunu ya da üniversitede okuyan, 35 yaşlarına kadarki kesim. Yani farklı farklı gruplar var. Hani burada bir grup, "reskilling" diyoruz ona İngilizce. Yani siz inşaat mühendisiniz, yaptığınız kariyerden devam etmek istemiyorsunuz, mutsuzsunuz. Başka bir alana geçmek istiyorsunuz. Türkiye için de iyi bu tabii, çünkü teknolojiyi üretebilen insan sayımızı artırmamız lazım. Bunlar bu tarz gruplar geliyor. Bazıları üniversite öğrencisi olabilir.
Eee, liseye kadar indik. Tabii şey, lisede öğrenseler en iyisi, çok daha çabuk adapte olurlar. Lise daha çabuk öğreniyor mu, merak ediyorum. Eee, bizim program biraz ağır. O yüzden hani tam o lise en ideal zaman diyemem. Hani üniversiteden sonra biraz daha ağır ama o da bizim tabii biraz oralara yönelik programları da değiştirmemiz lazım.
Ne kadar sürüyor bu eğitim? Kaç ay? Eee, 6 ay ama 6 ay, böyle sabah 9, akşam 6. Bayağı, böyle bir okulun 2 senesine bedel yoğunlukta, yani iş gibi yapıyorsunuz.
Peki, normal online derslere mi giriyorum ben yoksa hani paketi alıyorum ve istediğim zaman mı çalışıyorum? İki tip de var; yani kendi kendinize de olabiliyor, online dersleri de var. Yani online derste böyle size bir mesela proje veriyorum. Staj gibi aslında, diyorum ki şöyle bir uygulama geliştir. Siz o uygulamayı geliştirmeye çalışıyorsunuz. Geri bildirim alıyorsunuz. Bir eğitmen arada sırada sizi coach ediyor, anlatıyor, vesaire. Öyle sabah 9, akşam 6 yapıyorsunuz bunu, 6 ay boyunca.
Bu tarz var. Bir de böyle işle beraber var; yani eee, siz bilmiyorum merak eder misiniz ama hani kendi mesleğinizle beraber ya akşam da yazılım konusunda biraz gelişeyim, öğreneyim derseniz, o tarz programlar da olabiliyor.
Ya kafam bassa, inanın çok isterim ben. Çünkü yapay zekanın kendi işimde de çok katkısını görüyorum. Ben daha iyi hale gelmek isterim ama hiç kendi kendime güvenemiyorum. Ben de sayısal zeka sıfır olduğu için "gireriz, rezil oluruz" falan diyorum. Ama ya sonuçta hepimiz, herhalde bunu bir şekilde öğrenmek zorunda kalacağız. Bu işler böyle; yani hayat oraya doğru gidiyor.
Ya kafam bassa, inanın çok isterim ben. Çünkü yapay zekanın kendi işimde de çok katkısını görüyorum. Ben daha iyi olmasını isterim ama hiç kendi kendime güvenemiyorum. Ben de sayısal zeka sıfır olduğu için gireriz, rezil oluruz falan diye düşünüyorum ama sonuçta hepimiz, herhalde bunu bir şekilde öğrenmek zorunda kalacağız. Yani hayat oraya doğru gidiyor çünkü, anladığım kadarıyla, değil mi? İş oraya gidiyor yani. Evet, teknolojiyi kullanmak.
Yani şöyle düşünelim, her mesela şimdi siz karasal yayındaydınız, değil mi, bundan 10 sene önce? Şimdi dijital platformdasınız. Ana insan kaynağı geliştiriciler... Bazen o yüzden yazılımcı diyoruz. Aslında geliştirici daha doğru, İngilizce "developer" deniyor. Şimdi her şey dijitalleştikçe, bütün hep oralardaki işler ve o beceriler, teknoloji becerileri git gide öne çıkmaya başlıyor. O yüzden tabii, yani hani daha fazla teknoloji becerisi, daha üretken insan anlamına geliyor. Meslek avantajları da olabiliyor. Kendi işinizi de daha verimli hale getirebiliyorsunuz.
Bir de tabii eskiden bu daha zormuş. Hani böyle 30 sene, 40 sene önce yazılım yazmak falan çok daha zormuş. Bu tarz, hani faz faz normal insan, yani ortalama bir üniversite mezunu, normal bir insanın kullanabileceği, geliştirebileceği noktalara doğru inmeye başladı bir konu. Eee bu, Amerika'da öyleymiş; ilk çıktığında araba, böyle çok az insan araba kullanabiliyormuş. Şimdi artık herkes araba kullanabiliyor. Eee burada da bir yere, oraya doğru gidecek bu teknoloji.
Peki, sizin siteye mi giriyor? Workintech.com'a falan mı girilip, nasıl alınıyor? Evet. Evet, worktech.com.tr'den, eğer bu eğitmenli ve yoğun bir programa katılacaksa, kariyer desteği de istiyorsa, mesela meslek değiştirmek istiyorsa, bir başvuru yapıyor. İşte bir analitik test gibi bir ön değerlendirmemiz var. Analitik testi geçerse programlara başvurabiliyorlar. Ya da kendi kendine yapma fırsat seçenekleri de var.
Kariyer yönlendirmesi dediğiniz nedir? Hani bazı şirketlerde iş falan bulabiliyor musunuz? Evet, o tarz işbirliklerimiz var. Bir de tabii, o da bir yetenek. İş bulma da bir yetenek. Yani kendinizi nasıl LinkedIn'de profilleyeceksiniz? CV'nizi nasıl oluşturacaksınız? Bir iş görüşmesini, nasıl karşı tarafı ikna edeceksiniz? Bayağı bununla ilgili de bir koç, eğitimli bir programda izliyoruz. Çünkü işin yarısı da kendini daha iyi ifade edebilmekte.
Evet, worktech.com.tr’den eğer böyle eğitmenli, yoğun bir programa katılacaksa, kariyer desteği de istiyorsa, meslek değiştirmek istiyorsa bir başvuru yapıyor. İşte bir analitik test gibi ön bir değerlendirmemiz var. Analitik testi geçerse programlara başvurabiliyorlar. Ya da kendi kendine yapma fırsat seçenekleri de var.
Kariyer yönlendirmesi dediğiniz nedir? Bazı şirketlerde iş bulabiliyor musunuz? Evet, o tarz işbirliklerimiz var. Bir de tabii bu bir yetenek; iş bulma da bir yetenek. Kendinizi nasıl LinkedIn’de profilleyeceksiniz? CV’nizi nasıl oluşturacaksınız? Bir iş görüşmesini nasıl karşı tarafa ikna edeceksiniz? Bununla ilgili koçluk ve eğitim verilen bir program izliyoruz. Çünkü işin yarısı kendini daha iyi ifade edebilmek, karşı tarafa ikna edebilmek. O tarafı da her meslekte çok önemli bir konu. Yani yazılımla harici bütün meslekler için önemli bir konu.
Tabii, bu da %100. Benim zamanımda böyle bir eğitim olsa kesin alırdım. Çünkü hayat boyu hep en düşük maaşa ben çalıştım. Çünkü bende o yetenek yok. Yani dediğiniz gibi CV böyle neyse, işte zaten haklı olan, iyi olan zamanla ortaya çıkar gibi bir felsefe var ama öyle olmuyor. O iş kesinlikle öyle değil. Bir de o zaman maaş pazarlığı eğitimi de lazım o zaman.
Tabii ki, %100. Çünkü hani insan, karşısındakini kendisi gibi düşünerek, "Ya işte olur mu, otururuz konuşuruz, zaten anlaşılır." diye düşünüyor ama öyle değil. Bu işler ayrı bir konu. Yazılımcılık, o açıdan güzel bir meslek. Çünkü Amerika'nın en yüksek maaş %5'lik dilimindeler. Uzaktan çalışma çok rahat; yurt dışına çalışabiliyorsunuz. Yurt dışına gitme fırsatlarınız daha fazla. Gençlerimiz genelde uzaktan çalışmayı seviyor.
İmkan ve fırsatları bir de şöyle bir fırsat başladı; gelişmiş ülkelerden yazılım işleri outsource edilmeye başlandı. Gelişmiş ülkeler, daha gelişmekte olan ülkelerden insan kaynağı alıyor. Tabii, bizim gibi ülkeler için bu bir fırsat. Gençlerimiz için de çünkü yazılım yapanların %87'si 20 ile 35 yaş arası. Burada oturup Amerika'ya çalışabilirsin, İngiltere'ye çalışabilirsin.
Sizin de böyle partnerleriniz var mı, yurt dışında partnerleriniz? Şu an yok, Türkiye’ye özgü. Anladım. Ama bizim mezunlarımızdan gidenler oluyor; yani çalışmaya başlıyorlar. Özellikle Türkiye’de 5-6 ay çalıştıktan sonra yurt dışı radarına girmeye başlayabiliyorsunuz. O yüzden bu güzel bir fırsat.
Tuğrul Bey, teşekkür ederim. Sağ olun. Ben çok teşekkür ederim.
Sizin de yurt dışında partnerleriniz var mı? Yok, şu an yok; Türkiye'ye özgü. Anladım. Ama bizim mezunlarımız gidiyor, çalışmaya başlıyorlar. Türkiye'de 5-6 ay çalıştıktan sonra yurt dışı radarına girmeye başlayabiliyorsunuz. O yüzden bu güzel bir fırsat.
Tuğrul Bey, teşekkür ederim. Sağ olun. Ben de çok teşekkür ederim. Görüşmek üzere.
Şimdi, bu teknoloji şirketleriyle ilgili aslında buradan biraz siyasete bağlayacağım. Hatırlayacak olursanız, Donald Trump iktidara geldiğinde o meşhur başkanlık törenine, Beyaz Saray'daki büyük teknoloji şirketlerinin yöneticileri de geldi. Hepsi yan yana dizildiler; Zuckerberg, Bezos, falan. O sırada, "Aha, kralın yüzüğünü öpmeye geldiler," şeklinde düşünülmüştü. Yeni bir dönem başlayacak gibi görünüyordu. Çünkü bu zamana kadar teknoloji dünyası, Cumhuriyetçilerle mesafeli duruyordu. Neden? Çünkü Cumhuriyetçiler daha muhafazakâr bir bakış açısına sahipti.
Ancak işler değişti. Bu teknoloji yöneticileri krallara gidip yüzük öpmeye geldiler gibi düşünülmeye başlandı. Pek çoğu, Trump’ın kampanyasına bağış yaptı. Sonradan trene binen bazıları başka türlü harcamalar yaptılar ve "Yeni bir dönem başlıyor," dendi. Tamam, artık teknoloji dünyası Trump ile barışıyor, Cumhuriyetçilerle barışıyor diye düşünülüyordu.
Ama en son Elon Musk, siyaseti finanse etmekten artık vazgeçeceğini açıkladı. Dün burada konuşmuştuk. Şimdi, Amerika Birleşik Devletleri'nden yeni bir haber var. Temsilciler Meclisi Cumhuriyetçileri, "Google soruşturulsun," diyorlarmış. Neden bastırıyorlar bu konuda? Şundan dolayı: Google ve Meta'nın muhafazakâr siteleri baskıladığına inanıyorlar.
Amerika'da özellikle siyaset, STK’cılık, e-posta ve e-posta ile gönderilen bültenler üzerinden dönüyor. Bu insanlar, insanlara e-posta atıyor, "Bize bağışta bulunun," diyorlar. Böylelikle o e-posta üzerinden bir topluluk yaratıyorsunuz. Ancak diyorlar ki, muhalefetteki muhafazakâr grupların e-postaları ve duyuruları, Google ve Gmail üzerinden insanların önüne düşürülmüyor.
Yalnız yeni bir haber var şimdi Amerika Birleşik Devletleri'nden. Temsilciler Meclisi Cumhuriyetçiler, "Google soruşturulsun" diyorlarmış. Niye bastırıyorlar bu konuda? Şundan dolayı diyorlar ki Google, Meta'nın muhafazakar siteleri baskıladığını düşünüyorlar.
Bu özellikle Amerika Birleşik Devletleri'nde siyaset, STK'cılık, e-mail ve e-mail'ler üzerinden yollanan newsletterlar üzerinden çok dönüyor. Bu tipler insanlara e-mailler atıyorlar. "Bize bağışta bulunun" diyorlar. Böylelikle o e-mailler üzerinden bağış alarak bir topluluk oluşturmuş oluyorsun. Yani biraz siyaset öyle yapılıyor.
İşte diyorlar ki, özellikle muhalif, yani muhafazakar grupların e-mailleri ve duyuruları baskılanıyor. Google, Gmail bunları insanların önüne düşürmüyor; kayboluyor, gidiyor. E-mail aralarında böyle bir ayrımcılık yapıyor. Bu nedenle Google soruşturulsun diye bastırıyorlar.
Şimdi deniyor ki, "Aha, işte yeni dönem, bunlar böyle IT gruplarıyla hükümet anlaştı" demiştik, galiba hiç de öyle olmayacak. Siyaset böyle bir şey. Dün Beyaz Saray'da çok acayip şeyler oldu. Arka arkaya birçok tuhaf gelişme yaşandı tabi ki.
Bugün Washington DC şöyle başlıyor güne: İki İsrailli diplomat, Washington DC'de çalışan ve nişanlılarmış, evlenme teklif edecekmiş. Erkek olan, kadın olana yeni bir yüzük almış. Fakat burada trajik bir hikaye var; bir Hispanik suikastçı tarafından vurularak öldürülüyor. Katil gözaltına alınırken "Free, free Palestine" diye bağırıyor.
Bu oldukça trajik bir olay, fakat tam da bu zamana denk gelmesi ayrıca dikkat çekici. Neden? Çünkü uluslararası kamuoyu yavaş yavaş İsrail'i yalnız bırakmaya başlıyor. Yani İngiltere bile tepki göstermeye başladı. İspanya'dan ve birçok yerden tepki var.
İngiltere'den gelen tepki üzerine İsrail şöyle cevap verdi: "Geçti o günler. Biz artık sizin koloniniz değiliz. Ne diyorsanız deyin, biz bildiğimizi yaparız." Çünkü biliyorsunuz, şu anda İsrail'in bulunduğu bölge, Osmanlı'dan ayrıldıktan sonra uzun bir süre bir İngiliz kolonisi oldu.
Yani "Biz artık kolonisi değiliz, biz bildiğimizi yaparız" demiş oldu. Donald Trump'ın Netanyahu'ya kızgın olduğu biliniyor. Özellikle Trump’a, Gazze'deki çocukların fotoğrafları gösterilmiş. "Ya bu da böyle olmaz kardeşim. Bu ne rezalet? Artık bitirecekseniz bitirin şu savaşı," demiş. Netanyahu, "Hiçbir savaşı bitiremedi," diyor.
Bu durum üzerinde bir gerginlik de var. İçeride bir şeyleri toparlamaya çalışıyorlar. "Touek, siz yazıyorsunuz, doğru diyorsunuz," denildi. Bir yasa tasarısı geçiriyorlar; "Big Beautiful Bill" dediği. İşte burada bazı vergi indirimleri söz konusu. Popülist vergi indirimleri. Bu da Amerikan bütçesini etkiliyor.
Donald Trump'ın Netanyahu'ya kızgın olduğu biliniyor. Özellikle Donald Trump'a, Gazze'deki çocukların fotoğrafları gösterilmiş. "Ya bu da böyle olmaz kardeşim. Bu ne rezalet? Artık bitirecekseniz bitirin şu savaşı," diye söylemiş. Netanyahu, Trump’a, "Hiçbir savaşı bitiremedim," demiş. Bu da üzerinde bir gerginlik bulunduğu anlamına geliyor. İçeride bir şeyleri toparlamaya çalışıyor.
Touek, "Siz yazıyorsunuz, doğru diyorsunuz," diyerek bir yasa tasarısı geçiriyorlar. Donald Trump'ın "Big beautiful bill" dediği bu tasarıda, bazı vergi indirimleri söz konusu. Popülist vergi indirimleri, Amerikan bütçesi üzerinde ayrı bir yük oluşturacak deniyor. İşin bu tarafı var. Dışarıda ise, "Ne oldu?" diye sorulacak olursa, İsrail Gazze'ye operasyon yapmaya devam ediyor. İsrail, yardımları Gazze’ye sokmuyor. Millet aç, açlıktan ölüyor, çocuklar da ölüyor. Burada Trump ne derse desin, Netanyahu bunu umursamıyor gibi bir durum var.
Son gelen bilgi, İran'la görüşmelerin bir yere varmayacağı yönünde. Bu nedenle Netanyahu, İran'ın nükleer tesislerini vurma planını hazırlamış. Bu konuda kararlı olduğu söyleniyor. Trump'ın istediği, İran'la savaşa girilmemesi, yani nükleer anlaşma konusunda bir uzlaşıya varılması; İran'ın nükleer çalışmalarını bir şekilde durdurması ya da ara vermesi gerekiyor. Ancak burada da bir sonuç alınamıyor. İş nereye gidecek? Rusya-Ukrayna savaşı da aynı şekilde, hiçbir yere varmadı.
Rus medyasından gelen bilgiler oldukça çarpıcı. Geçenlerde Donald Trump'ın Putin'le telefonda konuştuğu bilgisi var. Bir detay var; Donald Trump Beyaz Saray'dan arıyor, yani resmi bir ortamdan. Ancak Putin, Kremlin'de değilmiş. Telefon görüşmesi sırasında Soçi'de bir yazlığındaymış. Yani diyorlar ki, Rus siyaseti okuyanlar, "Putin bir konuda ciddiyse o görüşmeyi Kremlin'den yapar." Altında şortla Soçi'de, "Oh yazda geldi, ne güzel beyaz geceler" havasında. Bu, Putin'in bu meseleye önem vermediğini gösteriyor. Çünkü Putin sembollere çok önem veriyor.
Putin'in danışmanı Uşakov da, "Hani avutur gibisinden," görüşme sonrası, "Ay, birbirlerine isimleriyle hitap ettiler," demiş. "First name basis," diyor. O ona Donald dedi, o ona Vladimir dedi. "Ne güzel falan," diyorlar. Yani tam olarak Trump'ı, Amerikan kamuoyunun ya da Trump tarafının hoşuna gidecek şekilde bir eylem olarak sunmuşlar. Ama ateşkes var mı? Yok. Hatta ateşkesten daha da uzaklaşıldı. Çünkü Rusya tarafı, "Kardeş, biz şu ana kadar işgal etmemiş olduğumuz bölgeleri de istiyoruz Ukrayna'dan. Biz bunları istiyoruz," diyor.
Putin'in danışmanı Uşakov da, hani böyle avutur gibisinden görüşme sonrası “Ay, birbirlerine isimleriyle hitap ettiler. Hani first name basis,” diyor. O ona Donald dedi, o ona işte Vladimir dedi. "Ne güzel falan." Yani tam böyle bir Trump’ı eyledik. Biliyor, Amerikan kamuoyunun ya da işte Trump tarafının hoşuna gideceğini. “Aa işte Putin, Trump’la böyle konuşuyor falan.” Tam bir eylemci.
Fakat ateşkes var mı? Yok. Hatta ateşkesten daha da uzaklaşıldı. Çünkü Rusya tarafı diyor ki, "Kardeş, biz şu ana kadar işgal etmemiş olduğumuz bölgeleri de istiyoruz Ukrayna'dan. Biz full istiyoruz ya" diyor. "Bu Şey, Dineper Nehri'nin bu tarafını diyor, doğu tarafını bize ver, işte full diyor." Yani bunu istiyoruz diyor. "Biz bundan geri adam atmayacağız" diyor. Trump'a da "Olur Donald, hayırlısı mayırlısı falan" diyorlar ama bir yere varmıyor iş. Yani ufukta bir ateşkes yok.
Ukraynalı Avrupalılarla görüşüyor. Ukrayna, yeni bir yaptırım paketi Rusya'ya. Zaten Donald Trump da bunu söylüyor. "Ya zaten bizim savaşımız değil ki bu, ya Avrupa'nın savaşı falan" noktasına geldi. Muhtemelen Amerika tamamen çekinecek bu işten. Ama yani dediği gibi, "Gelirim iktidara, iki günde bu meseleyi çözerim" falan. Hiç öyle bir şey olmayacağı benziyor.
Daha enteresanı bu, hani Donald Trump için onun adına, yani daha doğrusu Amerika'yla Rusya arasında işte görüşmeler oldu ya, Marco Rubio geldi oraya. Medinski diye bir isim geldi. Yine böyle Putin'in çevresinden. Medinski, bu görüşmeleri yürüten isimlerden bir tanesiydi. Medinski çok ilginç bir benzetme paylaştı. Daha sonra verdiği röportajlarda, "Nasıl geçti görüşmeler falan?" derken, bunun detayına giriyorum çünkü o masada biz de varız, arkadaşlar.
Medinski diyor ki, "Kardeş, biz nasıl diyor İsveç'le 21 yıl savaştık ya, 18. yüzyılda yine savaşırız" diyor. Büyük Kuzey Savaşı. Büyük Kuzey Savaşı'nı yürütenlerden bir tanesi bizim "Deli Petro" dediğimiz, Rusların hani büyük dediği Peter the Great. Öbür tarafta da 12. Charles. O zamanlar İsveç bir krallık ve bütün Baltıklar İsveç'in.
Şimdi, Peter iktidara geldikten sonra gütmek istiyor. Böyle çok enteresan bir karakter aslında. Çok küçük yaşta ailesinin büyük bir bölümü, kiliseye yakın gruplar tarafından katlediliyor. Onun için laik. Yani o şeyle klasik böyle Ortodoks Rus eee statikosuyla da arasında bir mesafe var. Zaten iktidarı boyunca hani böyle Ortodoks sakalı bırakılmasını falan yasaklıyor. Sakal bırakanlardan ekstra vergi alıyor falan. İlginç bir karakter. Rusya'yı büyütmek istiyor.
Şimdi Peter iktidara geldikten sonra, yani kral olduktan sonra, gütmek istiyor. Böyle çok enteresan bir karakter aslında. Çok küçük yaşta, ailesinin büyük bir bölümü, kiliseye yakın gruplar tarafından katlediliyor. Onun için laik. Yani o, klasik böyle Ortodoks Rus statikosuyla da arasında bir mesafe var. Zaten iktidarı boyunca, hani böyle ortodoks sakalı bırakılmasını falan yasaklıyor. Sakal bırakanlardan ekstra vergi alıyor. İlginç bir karakter. Rusya'yı büyütmek istiyor; bir imparatorluğa dönüştürmek istiyor ama Osmanlı'ya bulaşamıyor. Bakıyor, Osmanlı çok güçlü. "Ben ne yapacağım?" diyor. "Ben İsveç'le savaşabilirim." 12. Charles da kendisi gibi genç bir hükümdar.
Ne yaparım? Bunlarla yaparım. Evet, İsveç'te bir savaşa giriyorlar. İşte o sırada Avrupa'da çeşitli koalisyonlar oluyor, olmuyor. O, Polonya'yı o yanına çekmeye çalışıyor, o yanına çekmeye çalışıyor falan. Klasik Avrupa siyaseti o dönemde kimin kiminle savaştığı. Velasıl, bu savaşta Rusya şunu fark ediyor: İnanılmaz bir insan gücü var Rusya'nın. Bakıyor hakikaten ta Çin'e kadar uzanan dev bir toprak ve çok insan var Rusya'da. Çok insan yaşıyor. İsveç bütün Baltıklara hükmetse de nüfusu az; 1-2 milyon insan. Rusya o dönemde de milyonlar, milyonlar, milyonlar. Bunu fark ediyor Peter aslında.
21 yıl boyunca savaşıyorlar. E, 21 yıl sonra ne oluyor? Tabii ki İsveç tükeniyor. Yani sonuçta insan kaynağı kısıtlı. Tabii başka denge de var falan ama insan kaynağı kısıtlı, tükeniyor. İsveç bir noktada bu savaşı kaybediyor. Ve böylelikle Rus hükümdarı Peter, zaten bundan sonra da imparator, bu savaşı kazandıktan sonra da imparator lakabını alıyor. Peter böylelikle Baltıkların büyük ölçüde hakimiyetini ele geçirmiş oluyor.
Şunu yapıyor: yani 21 yıl boyunca bekliyor, savaşıyor. İnsanlar ölüyor. Fark etmez; çok insan kaynağı var. Ölüyor, ölüyor, ölüyor. Sonuçta İsveç daha nüfusu az olduğu için, oransal olarak daha çok insan ölüyor ve Baltıkları ele geçiriyor. Aslında Medinski'nin bu referansı vermesi çok ilginç. "Bizde çok adam var," diyor Medinski. "Yani bekleriz," diyor ya, "21 sene."
Yalnız biz burada nasıl masada varız? Savaşı kaybettikten sonra 12. Charles çok ağır yaralanıyor savaşta. İşte böyle son anda etrafı diyorlar ki: "Kaç, sen buradan!" Yok, "seni de öldürecekler, hiç İsveç kalmaz," falan. Kaçıyor. Nereye sığınıyor? Tabii ki Osmanlı'ya sığınıyor 12. Charles. Osmanlı'da 3. Ahmet o zaman hükümdar. Hani biliyorsunuz, çok böyle şiir seven, müzik seven, entelektüel bir Osmanlı.
Aslında bu, Medinski'nin çok ilginç bir referansı. "Bizde çok adam var," diyor Medinski. Yani, bekleriz diyor ya, 21 sene. Yalnız, biz burada nasıl masada varız? Savaşı kaybettikten sonra 12. Charles, çok ağır yaralanıyor savaşta. İşte böyle, son anda etrafı diyorlar ki "Kaç sen buradan?" Yok, seni de öldürecekler; hiç İsveç kalmaz falan. Kaçıyor. Nereye sığınıyor? Tabii ki Osmanlı'ya sığınıyor. 12. Charles, o sırada Osmanlı'da 3. Ahmet hükümdar. Hani biliyorsunuz, çok şiir seven, müzik seven, entelektüel bir Osmanlı padişahı. Tamam diyor, "Okey, gel hani burada bir kamp kur. Biz bir sene bu iyileşene kadar, toparlanana kadar tamam burada kal."
Fakat işte, bu Medinski'nin tabii Kuzey Savaşı referansını vermesi önemli. "Bekleriz biz," diyor ya; bunca yıl ne olacak, diyor. Velasıl Trump'a dönecek olursak, orada olmadı, burada olmadı. Şimdi, Trump kendisine yeni bir dava buldu arkadaşlar. Bulmuş olduğu bu yeni dava nedir? Güney Afrika. Güney Afrika'dan ilk beyaz göçmenler, mülteciler Amerika Birleşik Devletleri'ne ulaştılar. Hayırdır? Neden beyaz göçmenleri alıyor Amerika Birleşik Devletleri?
Şundan dolayı; Güney Afrika'da biliyorsunuz bir dönem apartheid vardı. Apartheid kaldırıldı, yeni bir hükümet iktidarda. Şimdi, bu apartheid döneminden kalan büyük bir eşitsizlik var. Yani, siyahların hiç toprağı yok ama beyazların çok toprağı var. Yeni çıkan yasalarla, dendi ki zaman içerisinde beyazların topraklarını da siyahlar satın alsın. Böyle bir "topraklar el değiştirsin" durumu söz konusu. Fakat tabii bu, hızlı olmuyor. Beyazlar topraklarını satmak istemiyor falan. Bundan dolayı zaman zaman, beyazların kontrolündeki çiftlikler saldırıya uğruyor. Fakat işte, iki taraflı; beyazların da saldırıya uğraması söz konusu. Siyahların da saldırıya uğraması söz konusu. Genel bir şiddet problemi var.
Şimdi, Güney Afrika'da biliyorsunuz bir dönem apart vardı. Apartheid kaldırıldı, yeni bir hükümet iktidarda. Bu apartheid döneminden kalan müthiş bir eşitsizlik var. Yani siyahların hiç toprağı yok ama beyazların çok toprağı var. Yeni çıkan yasalarla, dendi ki zaman içerisinde beyazların topraklarını da siyahlar satın alsın. Böylece topraklar el değiştirsin falan. Fakat tabii bu hızlı olmuyor. Beyazlar topraklarını satmak istemiyor. Bundan dolayı zaman zaman beyazların kontrolündeki çiftlikler saldırıya uğruyor. Ancak, işte iki taraflı diyorlar; beyazların da saldırıya uğraması söz konusu, siyahların da saldırıya uğraması söz konusu. Genel bir şiddet problemi var bu ülkede diyorlar. Ama özellikle Elon Musk gibi isimler, bu davayı sahiplenenlerden. Onlar da sürekli beyazlara yönelik bir soykırım var aslında Amerika Birleşik Devletleri'nde diyorlar. Bu iddiayı savunuyorlar. Donald Trump da şimdi bunu sahiplendi. Evet. Ya, beyazlar soykırıma uğruyor, hakikaten falan diye.
Bir de yeni çıkan bir kanun var Güney Afrika'da. O da şu: bazı topraklar hükümetçe gerekli görüldüğü takdirde kamulaştırılabilir. Buna da deniliyor ki "vay, beyazların topraklarını elinden alacaklar, böyle kanunsuz yani neredeyse gayrimeşru bir şekilde kamulaştırma kanunu." Bir de onun gerilimi var. Hükümet diyor ki "yok ya, bizim öyle bir derdimiz yok. Hani çok istisnai durumlarda bu kamulaştırılmaya başvurulacak," deniyor ama tabii beyazlar buna inanmıyor, güvenmiyor. Diyorlar ki toprakları bizim elimizden alacaklar. Bu bir mesele haline dönüştü.
Donald Trump bir yandan diyor ki "ya, bize ne kardeşim, işte Ukrayna-Rusya, Avrupa'nın meselesi, öbürü Tayvan, bana ne, Çin'in meselesi; hiçbir şeye karışmayacağım." Ama kendisi bu Güney Afrika meselesine dalma hissini hissetti. Yani öyle bir dava buldu kendisine. Güney Afrika Başbakanı da Donald Trump'ı ziyarete gitti. Orada şöyle anlar yaşandı:
"President Ram, do about the situation that we just seen on the screen. I don't know. These are articles over the last few days. Death of people. Horrible death. South Africans are fleeing because of the violence and racist laws and this is all I'll give these to you. So when you say what would I like to do, I don't know what to do. Look at this white South African couples say that they were attacked violently and what will you go and see for yourself if it isn't... well, I could do that. Look, here's burial sites all over the place. These are all white farmers that are being burned."
Ve o, bir jet hakkında soruyor. "You to be ashamed, you know."
Son birkaç gün içindeki makalelerden bazılarını da göstermek istiyorum. İnsanların ölümü, ölümü – korkunç bir ölüm. Ne bileceğimi bilmiyorum, birini seçemem. Güney Afrikalılar, şiddet ve ırkçı yasalar nedeniyle kaçıyorlar. Bunu size vereceğim.
Yani, sen ne yapmamı istersen bilmiyorum. Bakın, bu beyaz Güney Afrikalı çiftler, şiddetli bir saldırıya uğradıklarını söylüyorlar. "Kendin de görün!" dersem, "Bunu yapabilirim," diye cevap verdim. İşte her yerde gömü alanları var. Bu hepsi beyaz çiftçiler. Hepsi yakılıyor.
Ve o jetin verilmesi ile ilgili bir soru soruldu. Şuna bak! "Utanç duymalısınız, siz biliyorsunuz, çok kötü bir muhabiriz." Bu, ardı ardına bir aile yok ediliyor. [Müzik] Evet, bu acayip. Böyle bir Güney Afrika Başbakanı, Zelenski gibi bir durumu yaşadı deniyor. Çünkü o sırada bir video gösterdiler. "Bir dakika, işte adam gelmiş konuşuyor. Bir dakika, bir video hazırlattık," falan dediler. Başbakanın heyetinde bu arada beyaz, çok zengin bir Güney Afrikalı da vardı. O araya girdi: "Ya, tam da öyle değil. Sadece beyazlar öldürülmüyor. Olur mu öyle şey? Bakın, benim malım mülküm var. Sayıl zenginlerinden biriyim. Güney Afrika’da karşılıklı şiddet var ama karşılıklı," diye o meseleyi düzeltmeye çalıştı.
Neyse, iş döndü dolaştı Donald Trump'ın Katar'dan bağış olarak alacağı uçağa geldi. Bu soruldu Donald Trump'a. Donald Trump çok kızdı. [Müzik] "Pentagon, Katar'dan alınacak bir jetin, Air Force One olarak kullanılacağını açıkladı. Ne hakkında konuşuyorsun? Burada ne yapıyorsun? Bu Katar jetinin ne alakası var? Onlar, Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetleri'ne bir jet veriyorlar. Tamam. Ve bu harika bir şey. Başka birçok şeyden bahsediyoruz. Bu NBC, az önce gördüğünüz konu hakkında uzaklaşmaya çalışıyor. Gerçekten, kötü bir muhabirsiniz, bir numara. Gazetecilik yapmak için gereken her şeye sahip değilsiniz, yeterince akıllı değilsiniz. Ama sizin, Amerika Birleşik Devletleri Hava Kuvvetlerine verilen bir jet hakkında konuşmanıza. Bu çok hoş bir şey, ayrıca 1 trilyon değerinde bir yatırım da var jetin yanı sıra. Geri dönün, NBC stüdyosuna dönebilirsiniz. Brian Roberts ve o mekanı yöneten insanlar, araştırılmalı. Çocuklar, çok beter."
Böyle bir şekilde gazeteciyi azarladı. Katar'dan alınan uçak meselesi bir Boeing 747. Katar, daha önce başkasına yaptırmış, satamamış. Donald Trump'a da satmayacaklar; muhtemelen hediye edecekler. Ancak aslında şöyle olmuş: Donald Trump'ın temsilcilerinden bir tanesi, Witkov...
But for you to go onto a subject about a jet that was given to the United States Air Force, which is a very nice thing, they also gave $1 trillion worth of investment in addition to the jet. Go back to your studio at NBC because Brian Roberts and the people that run that place, they need to be investigated. They are so terrible.
The journalist was really scolded. The issue of the plane from Qatar is a Boeing 747. Qatar made the order previously and couldn't sell it to anyone else. They won't sell it to Donald Trump either; they will probably gift it. However, here's what actually happened. One of Donald Trump's representatives, Witkov, has very good relations with Qatar. He's a former businessman. Donald Trump also says that they are not just gifting us a plane; they will bring investment too.
What are you after, brother? They have given a plane, is that so much? This American presidential plane, Air Force One, has actually become a bit of a snake story. The current American president uses a plane that was also used during George Bush's time. A new plane is being attempted to be built by Boeing, but years go by, and the plane is still not finished. Why? Because certain features need to be included. It has to have self-defense capacity. In case of a nuclear attack, the plane must be protected against a nuclear assault. Simultaneously, it must be secure, meaning it can't be hacked in any way.
The president needs to be able to make any kind of conversation. There are certain conditions, and the Boeing company has not been able to complete this plane for years. Initially, they thought, Witkov says, "This plane is not being finished." He decides to go and ask the Qataris. If that doesn't work out, then let's negotiate with them over the plane. They have the thought that if Witkov initiates the negotiation, maybe Boeing will speed up the process.
After all, it has been five years, and it is still not finished for the American presidency. At least something like that could happen. They thought they would give Boeing a little nudge. Witkov informs the Qataris, and they respond, "Oh really? Let's send it to Florida immediately. You all come see a plane." They indeed send the plane to Florida. The inside of the plane is quite luxurious.
While Mar-a-Lago is busy, Trump is landing at a Florida airport. He says, "Oh, how nice!" and takes a look inside. The Qataris say, "We can modify it as well. We'll change that bedroom area; we'll make a special health center for the president." They say, "We can do all sorts of things." Trump takes it all in, and he says, "Wow, this is a beautiful plane! Let's get this!" Thus, the negotiations continue.
Sonkov, Katarlara söylüyor. Katarlar da diyorlar ki, "Ya, öyle mi? Hemen biz yollayalım Florida’ya. Siz bir uçağa bir gelin, başkan bir baksın," diyorlar. Uçağı hakikaten Florida’ya yolluyorlar. Uçağın içi de şöyle böyle, lüks bir yer gidiyor. Mar-a-Lago'da, Trump o sırada Florida havaalanına iniyor. "Ay, ne güzel," diyor; içine bakıyor. İçinde diyorlar ki, "Katarlar ya, bunu modifiye de ederiz. Bak, o yatak odasının olduğu yeri özel sağlık merkezi yaparız başkan için falan. Her türlü şeyi yaparız," diyorlar. Trump da bunu alıyor, böyle bir tur atıyor. "Vay, ne güzel uçakmış bu," falan diyor, "Biz bunu alalım," diyor Donald Trump.
Bunun üzerine Witkov da diyor ki, "Ya başkan, çok beğendi, alacak." Katar'da diyor ki, "Ya bir uçağın lafı mı olur, arkadaş? Hediye. Gelin, alın; sizin olsun. Bize de hediye ettiler ya uçak, hatırlarsanız bizde bu kadar mesele olmamıştı. Artık alıştık çünkü bizde böyle küçük şeyler şey sayılmıyor." "E tamam," diyor Katar. "Ya lafı mı olur?" falan. "Eee, ne olacak ki?" diyor Katarlılar.
Bunun üzerine, anladığım kadarıyla, Donald Trump "Tamam," diyor. Bugün, Pentagon açıkladı, Amerikan Savunma Bakanlığı. "Evet, Amerika Birleşik Devletleri bu uçağı bilahare alacak Katar’dan," diyor. Bunun tabii kongreye onayı gerekiyor. Çünkü Donald Trump kendisini almıyor; başkanlık için alıyor. Kongreden bir onay çıkması muhtemel. Kongrenin çoğunluğu Cumhuriyetçilerde, dolayısıyla bir onay çıkacak ama yine de böyle bir 1 milyar dolar falan harcanması lazımmış uçağın modifiye edilmesi için. İşte nükleer saldırıya karşı bilmem ne falan. Ama tabii bu ilk; yani Katar’dan böyle bir uçağı hediye diye almak falan, acayip bir şey.
Eee, bu bir Amerikan tarihi değil, bu tabii şeyi de gösteriyor. Yani Donald Trump döneminde Amerikan dış politikası işler, Netanyahu için daha zor. Çünkü Donald Trump, Körfez’in Arap ülkelerinin parasını sevdi. Eee, Arap ülkeleri de bunu anladılar. Bir Ruslar anladı, Trump şeyler anladı. Eee, Araplar anladı. Körfez ülkeleri anladı. Adam neyi seviyor, biliyorlar. Yani böyle birazcık pohpohlayacaksın, bir de hediyeler falan; bu işi çözeceksin.
Ya zaten Güney Afrika başbakanı da dalga geçti; "Kusura bakmayın, size vereceğim uçağım yok," dedi. Ama böyle bir şey de oldu, küçük bir atışma. "Her türlü uçağa hazırım," diyor. Bak, "Her türlü uçağa hazırım. Biz de bir Saros 10 mu hediye edelim Amerikan başkanına? Ne yapalım, Roborak. Belki öyle bir şey yaparız."
Şimdi eee, evet Belçika’ya gidiyorum. Neden? İşin ucu bu sefer Türkiye’ye dokunuyor. Esile Ayık, arkadaşımız. Arkadaşımız derken genç arkadaşımız. Kendisi Saraçhan eylemlerine katılmıştı. Belçika'da okuyor, fotoğrafçılık okuyor. Eylem, eyl...
Ya zaten şey dedi, Güney Afrika başbakanı da dalga geçti; "Kusura bakmayın, size vereceğim uçağım yok," diye böyle bir şey de oldu. Küçük bir atışma. "Her türlü uçağa hazırım," diyor. Bak, "her türlü uçağa hazırım." Biz de bir Saros 10 mu hediye edelim Amerikan başkanına? Ne yapalım? Roborak. Belki öyle bir şey yaparız.
Şimdi, evet, Belçika'ya gidiyorum. Neden? İşin ucu bu sefer Türkiye'ye dokunuyor. Esile Ayık arkadaşımız, arkadaşımız derken genç arkadaşımız, kendisi Saraçhan eylemlerine katılmıştı. Belçika'da okuyor, fotoğrafçılık okuyor. Eylemde fotoğraf çektirirken bir pankartla polis tarafından gözaltına alındı. Bu fotoğrafı çektirdiği için cezaevinde kaldı kendisi. Tahliye edildi ve Belçika'ya gitti.
Belçika'da da Esile Ayık'a açıkçası CHP Belçika sahip çıktı. Neden? Derya Hanım, merhabalar. Merhabalar. Evet, keşke telefonu yan tutsaydık. Neyse, artık. Şimdi, Derya Hanım, ne oldu? Esila, anladığım kadarıyla Türkiye'de cezaevine çıktıktan sonra sıkıntı yaşamış, Belçika'da da sıkıntı yaşıyor. Ne oluyor tam olarak?
Nevşin Hanım, öncelikle yayında ve bu programa dahil olan bütün arkadaşlara selamlarımı iletiyorum. İyi yayınlar diliyorum. Evet. Esila, biliyorsunuz, Belçika Gent Üniversitesi'nde fotoğrafçılık okuyan bir genç öğrencimiz. Esile'yi biz zaten Belçika'ya geldiği dönemden bu yana takip ediyoruz. Bizim kendi üyelerimizin sürekli takibi altında olan bir öğrencimiz.
Tabii, tarih dışı bir şekilde babasını ziyarete gittiği esnada İstanbul'da tutuklanıyor. Tabii ki CHP Belçika Birliği olarak biz tutuklanan bütün öğrencilere tıpkı ekran başkanımız gibi, gazeteciler gibi diğer siyasi tutsaklar gibi Esila'ya daha da çok sahip çıkmak durumunda kaldık. Çünkü Esila'nın burada, devam eden halihazırda bir eğitimi vardı.
Evet, 35 gün sonra Esila nihayetinde tahliye edildi. Ama bu, demek değil ki bir berat oldu. Aralık 19'unda tekrar mahkemesi görülecek, siz de biliyorsunuz. Şu an Esila, Belçika'da. Pazartesi öğle vaktinde geldi. Sağlık sorunları var tabii ki ve bunlarla şu an uğraşıyor. Okulunda da tekrar kaldığı yerden devam ediyor.
Bunların hepsini anladım. Ben şunu öğrenmeye çalışıyorum sizden. Anladığım kadarıyla Belçika'da kaldığı yerle ilgili bir sorun, bir sıkıntı mı oldu?
Evet. Evet. Esila, iki yıl önce geldiğinden bu yana bir Türk ailesinin yanında kalıyordu. Ancak, Esila hapse düştükten sonra o ailenin etrafı, yani toplum baskısı dediğimiz konuyla karşı karşıya kaldı.
Şu an Esila Belçika'da. Pazartesi öğlen vaktinde geldi. Sağlık sorunları var tabii ki, bunlarla şu an uğraşıyor. Okulunda da tekrar kaldığı yerden devam ediyor. Bunların hepsini anladım. Ben şunu öğrenmeye çalışıyorum sizden. Anladığım kadarıyla Belçika'da kaldığı yerle ilgili bir sorun, bir sıkıntı mı oldu?
Evet, Esila iki yıl önce geldiğinden bu yana bir Türk ailesinin yanında kalıyordu. Esila hapse düştükten sonra o ailenin etrafı tarafından, yani toplum baskısıyla birebir karşı karşıya kalmış. O aile esnaf bir aile. Birdenbire müşterilerini kaybetmişler. Sokağa çıkamaz hale gelmişler. Gittikleri bakkalda ya da etraftaki komşulardan "Esila hapiste, bu sizin kızınız değil miydi?" şeklinde tepkiler almaya başlayınca aile tabii ki çok zora düşmüş.
Bize birden haber geldi: "Evini boşaltamaz mısınız? Çünkü biz ciddi bir sıkıntı yaşıyoruz bu bölgede." Hatta ve hatta Esila mümkünse bu bölgeye gelmesin, çünkü güvenlik sorunu oluşabilir dedikten sonra, bizim CHP Belçika Birliği olarak yapabileceğimiz tek bir şey vardı: Hem o aileyi korumak hem öncelikle Esila’yı güvenli kalabileceği bir yere taşımaktı.
Anladığım kadarıyla oradaki Türk toplumu, hani AK Parti'ye oy verdiği için, Esila’yı bir yanlış anlamış. Yandaş kanallarda "terörist" diyorlar, demek ki terörist bu kız. "Biz burada istemeyiz" diyorlar. Bu maalesef oraya geldi. Bununla da bitmedi. Dünden bu yana münferit bazı olaylarla karşı karşıyayız. Sosyal medya üzerinden CHP'li olarak hedef gösterilme durumu var. Özellikle o bölgede yakın bir takip söz konusu anladığımız kadarıyla.
Biz Esila’yı getirdiğimiz günden bu yana çok güvenli bir ortamda yaşaması için bir güven ortamını hazırladık. O konuda da hiçbir sıkıntımız yok zaten. Peki, ne yapacak? Gidecek gelecek, ya bir şey olursa polise falan haber verildi mi? Evet, böyle bir durum verildi. Okulda güvenlik önlemlerini alacak.
Gerçekten çok üzücü, yani bu gencecik insanın tek bir eyleme katıldığı için bütün bunları yaşıyor olması gerçekten çok üzücü. Bakın Nevş Hanım, Türkiye'deki olaylara gelecek olursak, teşekkür ederim. Sağ olsunlar, iyi yapmışlar. Kendisi de siyasetten bağımsız olarak, Derya Hanım abla gibi sahip çıkmış. Yani iyi yapmış bence. Doğru yapmış. Derya Hanım, son bir toparlama alayım sizden.
Peki, şey ne yapacak? Gidip gelecek mi ya da bir şey olursa polise falan haber verildi mi? Eee, böyle bir eee, verildi. Okulda güvenlik önlemlerini alacak. Gerçekten çok üzücü, yani bu gencecik insanla alakalı tek bir eyleme katıldığı için bütün bunları yaşıyor olması gerçekten çok üzücü.
Eee, bakın Nevş Hanım, Türkiye'deki eee olaylara gelecek olursak, teşekkür ederim. Sağ olsunlar. İyi yapmış. Kendisi de hani siyasetten de bağımsız olarak, eee, Derya Hanım abla gibi sahip çıkmış. Yani iyi yapmış bence. Doğru yapmış.
Bir internete. Ha, Derya Hanım, son bir toparlama alayım sizden. Diyorum ki, yani iyi bir şey yapmışsınız. Bir abla gibi en azından sahip çıkmışsınız. Bir başında gencecik bir kız bursla okuyor. Zaten burada çok kötü şeyler yaşadı. Kolay değil yani, cezaevinde kalmış olmak. Bir de şimdi orada, eee, kolay değil; o psikolojiyle her gün 'acaba başıma bir şey gelecek mi' diye okula gitmek falan, hakikaten zor.
Eee, biz genelde eee, gerek Türkiye'den gerek buradan, eee, bütün gençlerimize bakın, hiçbir siyasi parti gözetmeksizin, tüm gençlerimize zaten sahip çıkıyoruz. Esila zaten bunlardan birisi. Başına çok kötü bir olay geldi ve biz Esila'yı tıpkı diğerleri gibi, e birliğimizde ağırlamaya, eee, birliğin dışında da takip etmeye eee devam edeceğiz. O kesin.
Sadece şöyle bir mesaj vermek istiyorum. Özellikle, bakın, Türkiye'de halihazırda gelinen eee siyasi konuları hepimiz biliyoruz. Eee, bir polise karakola gidip ifade vermekle insanlar suçlu olmuyorlar. Yani eee, hukuk evrensel, hepimize hepimizin ihtiyacı olan bir şey. Eee, Esila 35 gün içeride kalmış olabilir ama bu demek değildir ki Esila suçlu. Yani eee, ben toplumu eee, biraz daha sükunete davet ediyorum. Özellikle Belçika'da.
Çok haklısınız. Çok teşekkür ederim Derya Hanım. Sağ olun. Teşekkür ediyorum. İyi yayınlar diliyorum.
Ya, bu işte bak; bu zamana kadar bu ayrıştırma siyasetinin, kutuplaştırma siyasetinin geldiği yer. İktidar, bu anlamda yazık etti Türkiye'ye. Gerçekten yazık etti. Bu kadar insanları birbirine düşman etmek, yani. Ne bu iktidarda kalmak için? İşte şimdi, yani ne, o bir dönem daha değdi mi? Ya insanlar ne hale gelmiş. Yurt dışında, ne olur, göçmen psikolojisi, birbirine sahip çıkarsın değil mi? Yani, normalde yurt dışına taşınınca Türkiye'de belki hiç görüşmeyeceğin insanla görüşürsün. Yani oturursun, iki çay içersin, iki çekirdek çitlersin, iki rakı içersin, neyse. Öyledir; biraz da psikoloji.
Fakat yurt dışında gurbetçi olmasına rağmen insanlar bu psikolojiye gelmiş. Değdi mi yani gerçekten? E bravo. İktidarda kaldın. İnsanları da şu hale getirdin. Değdi mi yani hakikaten? E ş...
Bu işte, bak, bu zamana kadar bu ayrıştırma siyasetinin, kutuplaştırma siyasetinin geldiği yer. İktidar bu anlamda yazık etti Türkiye'ye. Gerçekten yazık etti. Bu kadar insanı birbirine düşman etti. Ne bu iktidarda kalmak için? Şimdi, bir dönem daha değdi mi? İnsanlar ne hale gelmiş? Yurt dışında göçmen psikolojisi insanların birbirine sahip çıkmasını gerektirir, değil mi? Yani normalde yurt dışına taşınınca, Türkiye'de belki hiç görüşmeyeceğin insanla görüşürsün. İkisinde de bir araya gelirsin. İki çay içersin, iki çekirdek çitlersin, iki rakı içersin. Neyse işte, böyle bir psikoloji var ama yurt dışında gurbetçi olmasına rağmen insanlar bu psikolojiye gelmiş. Değdi mi yani gerçekten? E bravo, iktidarda kaldın. İnsanları da şu hale getirdin. Değdi mi yani hakikaten?
Şimdi mesela bu İmamoğlu davası ile ilgili, Allah aşkına, aynı yere gidiyor iş. Ne belli değil. Mesela dün biraz da ele aldık; İmamoğlu'nun sakladığı cep telefonu ortaya çıktı. Bakalım içinden neler çıkacak diye. Bakıyorum, iktidara yakın televizyonlardaki yorumlara. Böyle bir müstehsiz sırtma var; sanki oradan belden aşağı bir şey yakalanacakmış gibi. Siz de fark ettiniz mi bunu? Atılan tweetler falan da öyle. "Bakalım kimlerin numarası çıkacak, kimlerin videosu çıkacak," gibi. Çok acayip, işi böyle bir belden aşağı bir yere çekme gayesi var. Hayretlerle izliyorum yani hakikaten.
Telefon, dün Özgür Özel söyledi. Pendik mitinginde güzel bir şey, komik bir şey söyledi, ya dedi. "Telefon bulduk" diyorlar. Graham Bell bu kadar sevinmedi, telefonu bulunca bunlar kadar diye. Telefon buldum diye sevinen budalalara söylüyorum; telefonu bulan Graham Bell bile sizin kadar sevinmedi telefonu icat ettiğine. Yalandan yalandan delil icat edemezsiniz. Bütün Türkiye'ye ilan ederiz ki yeni bulunan telefon dedikleri zaten söylediğimiz telefondur. Asla ve asla delil durumunu değiştirecek bir şey yoktur. Ekrem Başkan masumdur. Ben de kendisine sonuna kadar kefilim.
Evet, böyle bir şey söyledi. Bu, Beylikdüzü döneminde kullandığı telefon. Sonra bir daha kullanmamış. Yani ofisinde kalmış telefonu. Öyle muhtemelen başka bir hatta geçti. Genellikle hani siyasetçiler öyle yapıyorlar. Kendileri bir resmi hat alıyorlar. Vatandaşın, vesaire, ulaşabileceği bir de özel hatları oluyor. Fakat zaten bu genellikle siyasetçilerin telefonları da korumalarında durur, danışmanlarında durur falan.
Neyse, dediğim gibi bu duruşma, bu dosya daha başlamadan o kadar sulandı ki bu iş. O kadar sulandı ki, neyin ne olduğu o kadar belirsiz bir hale geldi ki iş sulanıyor. İş buralara kadar, gerçi telefonda kimin fotoğrafı var kadar falan geldi. Bu da bir acayip. Madem bir operasyon çekmek istiyorsunuz, böyle mi operasyon çekilir? İşi bu kadar sulandırarak mı operasyon çekilir?
Bu, Beylikdüzü'nde kullandığı telefon. Sonra bir daha kullanmamış, yani ofisinde kalmış telefonu. Öyle muhtemelen başka bir hatta geçti. Genellikle siyasetçiler öyle yapıyorlar; kendileri bir resmi hat alıyorlar, vatandaşların vesaire ulaşabileceği bir de özel hatları oluyor. Fakat zaten siyasetçilerin telefonları genellikle korumalarında durur, danışmanlarında durur falan vesaire.
Yani, neyse, bu duruşma, bu dosya daha başlamadan o kadar sulandı ki, bu işin ne olduğu o kadar belirsiz bir hale geldi ki, iş sulanıyor. İş buralara kadar, gerçi telefonda kimin fotoğrafı var, kadar falan geldi. Bu da bir acayip ya. Madem bir operasyon çekmek istiyorsunuz, böyle mi operasyon çekilir? İşi bu kadar sulandırarak mı operasyon çekilir? Yani gerçekten anlamakta zorlanıyorum. Belki de dertleri o değil.
Neyse, bugün belki yeni bir şey olabilir, ha. Bir milat olabilir. Şimdi bakalım, CHP'den ne cevap gelecek, onu merak ediyorum. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Macaristan dönüşü, "Benim derdim tekrar seçilmek değil. Gelin oturalım, anayasayı yapalım," diye CHP'ye yine bir pas attı. Eee, bakalım CHP ne diyecek buna? CHP de değerlendirecektir. Bir cevap verecektir. Eee, onu göreceğiz. Takibinde olacağız diyorum. Noktalıyorum. Görüşmek üzere.