Nasılsınız? Terkoğlu, çok teşekkür ederim. İyiyim. İç güveysinden hallice, hep öyle. Eee, sen iç güveysiliği seviyorsun ama değil mi?
Evet, genel olarak çok seviyorum. Mesela çay meselesinde de Murat aslında alacaktı. Sonra sanki biz Terkoğlu'na sürekli çay getir götür yaptırıyormuşuz gibi bir hava oluyor. Hayır, kendisi diyor ki: “Beni teyzeler izliyor ve çok seviyorlar, böyle lütfen çayı ben yedireyim.” Kendi, eee yapıyorsun bunu.
Benim zorumla değil. Kendisi, “Hayır, ben bunu bir sosyal sorumluluk olarak, halka karşı bir sorumluluk olarak görüyorum. Bize karşı değil.”
Sağ ol, Murat'cığım. Zımba gibiyim ben. İyisin. Çok çalıştın. Çok iyi bir dosyası var Murat'ın. Ben Murat'ı övünce ekipte biraz şeye sebep oluyorlar. “Onu çok kayırıyorsun” diyorlar ama öyle değil, değil mi Murat? Murat, görüyorsun canım.
Şöyle, en çok seni seviyorum ben. Hepiniz, hepiniz bu kanaat süre eşit ya, demokratik. Ben, ben sevmediğimi düşünüyorum o kadar ileri derecede yani.
Tümur, nasılsın? Çok şıksın bu akşam.
İyi. Teşekkür ederim. Yıldızlı tişörtüm var.
Evet. Biraz yakın çekim görebilirsek Tinur Soykan'ın tişörtünü. Masayı temsilen kendisi giydi, sağ olsun.
Evet. Barış, nasılsın?
İyi olmaya çabalıyorum. Kötü değilim diyelim. Evet, hepimiz gibi. Biraz memleket gibi bugün anlatacaklarımız var.
Her birimizin, eee, ya bir defa şöyle söyleyelim. Eee, çok sevdiğimiz gazeteci arkadaşımız, çok genç bir arkadaşımız Furkan Karabay bugün tutuklandı. Biraz aslında canımız da sıkkın. Eee, iyi ki doğdun Furkan diyelim. Bugün 29'unu doldurdu. Bugün, 29 yaşını doldurduğu gün, cezaevine gönderildi bu ülkenin yargı sistemi tarafından.
İyi ki doğdun Furkan. İyi ki varsın. Ama ona ilişkin de anlatacaklarımız var. Eee, yine güçlerini e gencecik, bugün 29 yaşında olan bir gazetecinin üzerinde sallandırmayı, tepinmeyi tercih etti devlet büyüklerimiz. Eee, sağ olsun.
Şimdi eee, Furkan'la ilgili anlatacaklarımıza da birazdan geleceğiz. Her birimizin içerisinde şu var; işte bizim masada da bu oluyor yayını başlattığımızda. Bir suçluluk hali, suçluluk hissi.
Ya kardeşim, bu ülkede, yeseniz yemeyenden kaynaklı olarak böyle omzunuzda bir yük hissediyorsunuz. Birazcık işte bizim yaptığımız gibi tebessüm etseniz ya da hayatın olağan akışında hayatınızı yaşasanız, cezaevinde olanlar, tutsak edilenler aklınıza geliyor. Çocuğu olan, çocuğunu sevse, başını okşasa, bir başka çocuğunu sevemeyen, mesela Vera, geliyor eee akla. Tayfun Kahraman'ın çocuğuna dokunamaması, saçına dokunamaması geliyor. Ya da cezaevinde bir başka tutsak olan ama çocuğuna dokunamayan babalar, anneler akla geliyor.
Sürekli bu memleket insanının sırtına bir acı yüklüyorlar. Bu acıyla beraber de omuzlarımız düştükçe düşüyor. Bunu niye anlatıyorum? Bazen böyle yorulduğunuz anlarda size omuz veren, yeniden mücadele gücünüzü, e, o enerjiyi ihtiyacınız...
Çocuğu olan, çocuğunu sevse, başını okşasa bir başka çocuğunu sevemeyen mesela Vera geliyor akla. Tayfun Kahraman'ın çocuğuna dokunamaması, saçına dokunamaması geliyor, ya da cezaevinde bir başka tutsak olan ama çocuğuna dokunamayan babalar, anneler akla geliyor. Sürekli bu memleket insanının sırtına bir acı yüklüyorlar. Bu acıyla beraber omuzlarımız düştükçe düşüyor.
Bunu niye anlatıyorum? Bazen böyle yorulduğunuz anlarda size omuz veren, yeniden mücadele gücünüzü, o enerjiyi ihtiyacınız olan zamanlar olur. Biz sık sık öyle zamanlardan geçiyoruz. Bugün de onlardan biriydi ama bugün Nurgül Göksu’yla karşılaştık. Her birimiz beraberdik. Nurgül Göksu, depremde üç evladını kaybetmiş bir anne. Oğlunu, oğlunun eşini yani gelinini ve 6 aylık torununu kaybetmiş bir anne.
Bir annenin, bir kadının yaşayabileceği acının en derinini hissettim diyen bir anne ve tırnaklarıyla kazıyarak, o enkaz kaldırılmadan önce tırnaklarıyla nöbetler tutarak kolonların kesildiğini kendisi tespit etmiş bir anne. Yani acısını bir tarafa koyup o acıyı yaşamak yerine mücadeleyi seçmiş bir anne. Bugün yine buradaydı. Aradan bunca zaman geçti; evlatların ölümüne neden olanlar hala firari. Devlet de yargı da güçlülerin arkasında. Ama dimdik öylesine mücadele ediyor ki ve öylesine tebessüm ederek gülen yüzüyle mücadele edip, bir de size omuz veriyor ki sizin düştüğünüz yerde.
O yüzden böyle yeniden o mücadele enerjisini Nurgül Anne gibi annelerle taşıdığımız için biraz da öyle güçlü başlamak istedik. İyi ki varsın Nurgül ve bütün depremde aslında yakınlarını kaybeden, canlarını kaybeden ya da memlekette başka adalet mücadelesi veren annelere, ailelere de o gücü veriyorsun, destek oluyorsun. Bu yüzden bu yayınımızda da Nurgül Anne’ye selam ederek açmak istedik.
Şimdi, dediğim gibi bir sorunun peşine düşeceğiz bugün. Erdoğan'ın aklındaki ne, planı ne? Ama o işte Erdoğan'ın aklındaki ve yönettiği ülkedeki planlardan birini de görüyoruz: çocukları, gençleri tutsak etmek. Mesela bugün Esila, iki öğrencisiyle beraber tahliye edildi. 37 gün oldu sanıyorum, değil mi Esila'nın? Tahliyesini beklediğimiz, özgürlüğüne kavuşmasını beklediğimiz ilk günden bugüne bir kalp hastası, ağır bir kalp hastalığı sorunu yaşıyordu. Böbrek hastasıydı aynı zamanda. Ama yine o devlet büyüklerimiz, Esila’nın sırtında sopayı sallandırmayı 37 gün boyunca tercih ettiler. Tıpkı şu an hala cezaevinde tahliye bekleyen diğer öğrenciler gibi.
Şimdi dediğim gibi, bir sorunun peşine düşeceğiz bugün. Erdoğan'ın aklındaki ne, planı ne? Ama o işte Erdoğan'ın aklındaki ve yönettiği ülkedeki planlardan birini de görüyoruz; işte çocukları, gençleri tutuklamak. Mesela bugün Esila, iki öğrencisiyle beraber tahliye edildi. 37 gün oldu sanıyorum, değil mi, Esila'nın? Tahliyesini beklediğimiz, özgürlüğüne kavuşmasını beklediğimiz ilk günden bugüne, bir kalp hastası, ağır bir kalp hastalığı sorunu yaşıyordu. Böbrek hastasıydı aynı zamanda. Ama yine o devlet büyüklerimiz, Esila'nın sırtında sopayı sallandırmayı 37 gün boyunca tercih ettiler; tıpkı şu an hâlâ cezaevinde tahliye bekleyen diğer öğrencilerin sırtında sallandırdıkları gibi.
Şimdi, Esila tahliye oldu. Sevinelim mi? Elbette çok seviniyoruz, gencecik bir insan özgürlüğüne kavuştu diye. Ama niye Esila, bunca gün cezaevinde kaldı ve hâlâ geride de gençler, öğrenciler kalmaya devam ediyor? Onların kaldığı cezaevinde, gençler bu ülkede demir parmaklıkların ardında tutsak edilirken, bir tarafta da, onların gidemediği üniversitelerde abuk sabuk insanların konuşma yaptığını, davet edildiğini görüyoruz. Çünkü muteber insanlar onlar.
Şimdi birkaç cümle okuyacağım. Lütfen siz de yorumlarda yazın fikrinizi. Ben maalesef kendime sansür uygulayarak burada yorumlarımı yapacağım. Siz de elbette yorumlarda kendinize sansür uygulayın. Ben ev içerisinde neler söyleyebileceğinizi tahmin ediyorum.
6 yaşında çocukla evlenilebilir. 7 yaşında bir kız çocuğu ve 25 yaşında bir erkek nikahlanabilir. 3 yaşındaki kız çocukları, amcalarının yanında şortla çıkmamalı. Çalışan kadın, fuhuşa hazırlık yapan sürece destek oluyor. Kız çocukları cehennem kadar risktir. Demokrasi kâfir işidir. Kadınlar, kocalarından dayak yedikleri için şükretmeli. Bir apartmanın giriş katından 8. kata çıkıncaya kadar halvet ortamı oluşur. İşte, uçkurundan yukarıya oksijen gitmeyen bu adamlar, uçkuruyla dünyayı okuyup anlamaya çalışan bu adamlar, üniversitelere konuşmacı olarak çağrılıyorlar. Gençler demir parmaklıklar ardındayken ve bu adamların konuşma yaptığı üniversitelerdeki gençler, tam da o üniversitenin haysiyetini korumak için, "Bir dakika, bu adamlar burada konuşma yapamaz!" diye itiraz ediyorlar ve o insanlar, o gençler gözaltına alınıyorlar. Muteber olan da orada o kürsüye çıkarılan, bu cümleleri sarf eden adamlar oluyor.
Sonra bir yalanın arkasına ya da bir haberin arkasına sığınıyorlar. "Ya bir dakika, bizim de polisimiz yaralandı." Terk geleceğim sana ama Murat, hakikat o mu? Tabii bilmiyorum. Ben bununla ilgili, valiliğin yapmış olduğu...
Bir apartmanın giriş katından 8. kata çıkıncaya kadar halvet ortamı oluşur. İşte, uçkurundan yukarıya oksijen gitmeyen bu adamlar, uçkuruyla dünyayı okuyup anlamaya çalışan bu adamlar üniversitelere konuşmacı olarak çağrılıyorlar.
Gençler demir parmaklıklar ardındayken, bu adamların konuşma yaptığı üniversitelerdeki gençler, tam da o üniversitenin haysiyetini korumak için, "bir dakikaya yani bu adamlar burada konuşma yapamaz" diye itiraz ediyorlar ve o insanlar, o gençler gözaltına alınıyorlar. Muteber olan da orada, o kürsüye çıkarılan ve bu cümleleri sarf eden adamlar oluyor.
Sonra bir yalanın arkasına ya da bir haberin arkasına sığınıyorlar. "Ya bir dakika, bizim de polisimiz yaralandı." Terk geleceğim sana ama Murat, hakikat o mu? Tabii, bilmiyorum. Ben bununla ilgili valiliğin yapmış olduğu açıklamayı paylaştım.
Valinin yaptığı açıklamada, polislerin hafif yaralandığı, 13 polisin hafif yaralandığı, ardından da 97 tane gencin gözaltına alındığı yazıyordu ama açıklamada "polisler yaralandığı için gözaltına alındı" gibi algılanıyordu. Ben bu açıklamayı paylaştım ve "97 genç gözaltına alındı" diye belirttim. Sayın valimiz de benim paylaşımımı alarak "aslında öyle olmadı, tam olarak öyle olmadı" diyerek bir paylaşım yaptı.
Polislerin 5 metrelik bir çukura düştüğünü, 13 polisimizin 5 metrelik bir çukura düştüğünü belirtmiş. Bunun nedeniyle gözaltı alındığını ifade etmiş. Tabii biz bunu bilmiyoruz. Ben de, "Sayın Vali, teşekkür ederiz. Resmi açıklamada olmayan bilgiyi verdiğiniz için de teşekkür ederiz. Umarım polislerimiz bir an önce sağlığına kavuşur." diye paylaştım.
Sonrasında tabii bununla ilgili görüntü vardır mutlaka dedim. "Ya da hastane, hangi hastaneye gittiler? Gerçekten de 5 metrelik mesafe çok büyük bir mesafe." Hani Allah göstermesin, 13 kişinin bir anda düşmesi başka şeylere de sebebiyet verir. Hiç kimse bunu istemez. Endişeye kapıldım. Bunu sorgulamaya başladım.
Sonra valilik kaynaklarını aradım. Valilik kaynaklarından, akşam bir kısmı, sabah çoğunun akşamda taburcu edildiğini öğrendim. Önemli bir şey yok denildiğini öğrendim. Sonra üniversitenin gençlerine ve oradaki hocalara "Böyle bir çukur var mı?" diye yazdım. Tabii ki 5 metrelik bir çukur değilmiş orası. Bunu söylediler.
Tabii orada bir miting alanı ya da toplanma alanı olmadığı için sanırım orada bir inşaat alanı var. O inşaat alanında, tam protesto esnasında, polis ve gençler arasındaki itişmede galiba o inşaat alanına, polisler istemeden de olsa oraya doğru gitti diye artık bunu yorumlayabiliyoruz. İşin aslı bu olsa gerek. Ben bununla ilgili tutuklandıklarını düşünerek tutuklama şekillerine baktım.
Sonra üniversitenin yetkililerine yazdım; orada bir çukur var mı diye sordum. Tabii ki, orası 5 metrelik bir çukur değilmiş. Bunu söylediler. Orada bir miting alanı ya da toplanma alanı olmadığı için sanırım orada bir inşaat alanı var. O inşaat alanında, protesto esnasında polis ve gençler arasındaki itişmede, galiba o inşaat alanına polisler istemeden de olsa oraya doğru gitti. Bunu artık yorumlayabiliyoruz; işin aslı bu olsa gerek.
Ben bununla ilgili tutuklandıklarını düşünerek tutuklama süreçlerine baktım. Acaba, emniyetteki ifadelerinde veya savcılık ifadelerinde bu sorulmuş mu? Ya da bundan dolayı mı gözaltına alındılar gibi bir soru yok. Öyle bir soru yok tabii ki. Neyin ne olduğunu sorarak cevap almaya çalışıyorsun ama alabildiğim cevaplar böyle. Ama yani şöyle bir şey var, devlet yalan söyler mi? Bu o kadar rutine bindi ki, artık devlet yalan söylemekten hiçbir şekilde çekinmiyor. Yani, aklıma Ali İsmail Korkmaz'ı tekmeyle yere düşüren, öldüren polisin duruşmaya gittiği ve sonra Gezi davası duruşmasında şikayetçi olmaya kalktığı durumu geliyor. Her eylemden sonra bu tür açıklamalar yapılıyor.
Ben o çukur dedikleri yeri de gördüm. Çukur falan değil; böyle bir inşaat sahası. Vali çıkıp diyebiliyor ki, "5 metreden düştüler." Sanırım valiye de öyle bir bilgi getirildi. "İyi de abi, devlet bu kadar mı yalan söyleyebilir?" Valiye, maliyeye de öyle bilgi verilmiş, yaralanma oldu falan diye. Kabataş gelini yalanı gibi bir şey çıkacak. Yani, devletin her kurumu bir haber yapıyorsun ve onu teyit etmeden, ona sarılacaksınız, ama ben sarılmamıştım.
Yok yok, vali olarak işte, valinin durumu. Bir de şöyle bir şey var; toplum, ya arkadaş, biz haber yapıyoruz, bütün belgeler elimizde. Ticaret Bakanlığı açıklama yapıyor, yalan. Yani yalan değil, belgeli her şey var. Devlet kurumlarının yalan söylemesi. Hayır, bir de yeni bir şey başladı. Bu yalanlanıyor. Mesela, böyle bir şey paylaşıldığında, "Sayın vali de bunu tam olarak öyle değil," diye açıklıyor ya. Bunu nasıl çeviriyorlar biliyor musun? Dezenformasyonla mücadele merkezini etiketleyerek, emniyeti etiketleyerek halkı yanıltıcı bilgi yayma. Nasıl halkı yanıltıcı bilgi yayma?
Ben tam bu aşamada bir şey söylenmedi. Bugün Şule’nin davası vardı; Cumhurbaşkanına hakaretten yargılandı arkadaşlar. İzleyicilerimiz de iyi dinlesin. Tımarhane videoları var ya Şule’nin, oradaki söylediklerinden dolayı. Ama şöyle bir enteresan...
Ya arkadaş, haber yapıyoruz, bütün belgeleri oluyor. Ticaret Bakanlığı açıklama yapıyor, yalan diyorlar. Yalan değil; belgeli her şey var. Devlet kurumlarının yalan söylemesi... Hayır, bir de yeni bir şey başladı. Bu yalanlanıyor ya, mesela bir şey paylaştın. Sayın vali de bunu "tam olarak öyle değil" diye açıklıyor ya, bunu nasıl çeviriyorlar biliyor musun? Dezenformasyonla mücadele merkezini etiketleyerek, emniyeti etiketleyerek halkı yanıltıcı bilgi yayma.
Nasıl halkı yanıltıcı bilgi yayma? Ben tam bu aşamada bir şey söylemeye çalışıyorum. Bugün Şule'nin davası vardı. Cumhurbaşkanına hakaretten yargılandı arkadaşlar. İzleyicilerimiz de iyi dinlesin. Tımarhane videoları var ya Şule’nin, oradaki söylediklerinden dolayı.
Ama şöyle enteresan bir şeye tanık oldum. Sonunda beraat etti ama şuna tanık oldum. Şimdi, Cimmer'den birisi şikayet ediyor. Diyor ki, "Şule Aydın işte şöyle Erdoğan'a hakaret etmiş." Buradan hakaret etmiştir. Savcılık, şikayetle soruşturmaya başlıyor. Sonra diyor ki adam, "Mart 2023'teki şu videodan dolayı şikayetçiyim." Mart 2023’teki o videodan dolayı soruşturma başlıyor ama iddianame mayıstaki bir videoya dair oluyor. Hadi diyelim ki savcı sonradan keşfetti, değil mi?
Şule'nin ifadesi marttaki videoya istinaden alınıyor. İddianame, mayıstaki videoya göre düzenleniyor. Yani, iddianamede Şule'nin o videoya, mayıstaki videoya dair ifadesinin verildiği yazıyor ama aslında böyle bir ifadesi yok. Yani savcılık, açık açık ifadesini almadığı dosyaya dair ifadesini almış gibi tırnak içinde ifadeler yazmış Şule’ye ve bundan dolayı cezalandırılmasını istiyordu, bugün 4 yıla kadar. Neyse ki, çok önemli değil ama yani ifadem bile alınmadan, o kadar artık işin ciddiyetine dikkat edilmeden, kopyala yapıştır yöntemiyle, tam senin söylediğin gibi...
Yani, Cumhurbaşkanına hakaret, uydur, uydur, diz. İki tane ceza şekli var: bir halkı kin ve düşmanlığa tahrik; iki, Cumhurbaşkanına hakaret. Birini gözaltına almaya, tutuklamaya ya da ceza vermeye niyet mi ettiniz? Yapıştır, böyle. Ben şu şeyi söyleyeyim mi? Ben valiyle görüştüm, valilikten açıklama istedim. Çünkü vali beyle de görüştüm. Vali bey, sorular sordum. Emniyetten kendisine böyle bilgi verdiğini söyledi. Oradaki durumu görmediğini söyledi ama orada polislerin zarar gördüğünü belirtti.
Dedim ki, "Ya çocuklar, oradaki gençler de en doğal hakkı olan protesto haklarını kullanıyorlar. Kaldı ki, böyle bir adamın kamuoyundaki yaptığı açıklamalarla tartışma konusu haline gelmiş bir kişinin davet edilmesi zaten bir provokasyondur." Oradaki gençlerin bu tür zihniyete protesto göstermesi en doğal haklarıdır. Bu hakkın karşısında da üniversitelerin, oradaki gençlerin söz hakkının olması gerekir.
Ben şu şeyi söyleyeyim mi? Ben valiyle görüştüm, valilikten açıklama istedim. Çünkü vali beyle de görüştüm. Vali Bey, sorular sordum; Emniyetten kendisine böyle bilgi verdiğini söyledi. Oradaki şeyi görmediğini belirtti. Ama orada polislerin zarar gördüğünü söyledi. Dedim ki, "Ya çocuklar da oradaki gençler de en doğal hakkı olan protesto haklarını kullanıyorlar." Kaldı ki, böylesi bir adamın kamuoyundaki yaptığı açıklamalarla tartışma konusu haline gelmiş bir kişinin davet edilmesi zaten bir provokasyondur.
Oradaki gençlerin bu tür zihniyete protesto göstermesi en doğal haklarıdır. Bu hakkın karşısında da üniversitelerin, oradaki gençlerin söz hakkının olması gerekiyor. Gençler bu dönemde gerçekten büyük cesaret gösteriyorlar ve bazı şeyleri kırmaya başladılar. Toplumda oluşan "işte gençlerimiz apolitik, gençlerimiz karışmıyor" algısı çok farklı bir şekilde değişti ve o gençler herkese ders veriyor. Demokrasiye ders veriyor.
Bu konuda küçük bir parantez açmak istiyorum. Bugün adliyedeydim. Furkan oradaydı. Ben de bir ifade için gitmiştim. Furkan'la karşılaştım. Getirdikleri o konuştuğumuz olay şu: Adam, kiracısını evden çıkartamıyor. Boykot twe'etmiş, savcılığa suç duyurusunda bulunuyor. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ederek bir şey yaptı diye. Evet, kiracıyı gözaltına aldırıyor.
Başka bir olayda, yine karşılaştığım bir adam, sahil kenarında iktidarı eleştiren bir şeyler söylüyor. O sırada bazı kişiler ona laf atıyor. Toplum olarak geldiğimiz hale bir bakın. O AKP'li olduğu iddia edilen kişiler ses kaydı alıyorlar. Adam, tartışma sırasında cumhurbaşkanını kaydediyor ve sonra da iktidara hakaret ettiğini iddia ederek savcılığa gidiyor. Sonuç olarak, adam cezaevine giriyor.
Bugünkü Furkan'ın tutuklanmasına dair kimsenin fark etmediği çok enteresan bir olay var. Onu anlatacağız. Furkan'a geleceğiz, kısa tutmak istemiyorum. Şimdi, Terkoğlu, bu meselede işin bu boyutu işte, polislerimiz yaralandı ama bir de konuşturulan açısından bakalım.
Hem öğrenciler gözaltına alındı, hem de bir tel var arada. Telin arkasından gelen seslerde biz şeriat sesleri duyuyoruz. Burada, konuşmacının muteber olduğu bir düzen var. Yani burada, öğrenciler gözaltına alındı; şurada şu slogan atıldı, işte Nurettin Yıldız geldi, konuşma yaptı gibi bir şey mi? Yoksa bunu göstere göstere gelen aslında bir meydan okuma olarak mı? Ben bunun bir mesajı olduğunu net olarak düşünüyorum. Bunu zaten bugün de söyledim. Öncelikle şu...
Bugünkü Furkan'ın tutuklanmasına dair kimsenin fark etmediği çok enteresan bir olay var. Onu anlatacağız. Furkan'a geleceğiz. Kısa tutmak istemiyorum.
Şimdi, eee, Terkoğlu bu meselede işin bu boyutuna gelecek olursak, polislerimiz yaralandı ama bir de konuşanlar açısından bakalım. Hem öğrenciler gözaltına alındı hem de arada bir tel var. Telin arkasından gelen seslerde biz şeriat sesleri duyuyoruz. Konuşmacının muteber olduğu bir düzen. Yani burada böyle eee öğrenciler gözaltına alındı. Şurada şu slogan atıldı. İşte Nurettin Yıldız geldi, konuşma yaptı gibi bir şey mi? Yoksa bunu göstere göstere gelen aslında bir meydan okuma olarak mı? Ben bunun bir mesajı olduğunu net olarak düşünüyorum. Bunu zaten bugün de söyledim.
Öncelikle şunu söyleyeyim. Hepiniz yargılanmalarınızdan bahsettiniz. Ben de söyleyip hava atayım birazcık. Ben de Nurettin Yıldız'a karşılıklı mahkeme bana dava açtı. Ben yargılandım bu sözlerinden. Bu arada ona not düşeyim, eee, Nurettin Yıldız bir dönem, eee, hala da devam ediyordur muhtemelen. Muhtemelen biz de şu an konuştuğumuz için herkes hakkında şikayetçi oluyor ve savcılık anında davaya dönük açıyor. Ta ki 2018 yılına kadar. Hatta 2018 yılına kadar bir sürü insan, Orhan Gökdemir vesaire, meşhur davası Anayasa Mahkemesi'ne de taşındı. O ceza aldılar.
2018 yılında bir şey oldu. Birazdan anlatacağım. Çat diye olayın rengi değişti. Ben de tam o sırada mahkeme kararına çıktı. Mahkeme, benim adıma bu çocuklarla ilgili dosyada, çocuklarla ilgili sözleri dosyasında, benim ona karşı verdiğim cevaba ilişkin cezasızlık kararı verdi. Sonra bu dosyayı Nurettin Yıldız temize taşıdı. Temiz cezasızlık değil. Bu adamın beraat etmesi lazım; cezasızlık daha tam beraat etmesi lazım deyip karar verdi ve karar kesinleşti. Bugün o itibariyle bunu söyleyebilirim.
Arkadaşlar mesele şu: Ne oldu 2018 yılında? Yargılamayı o yüzden verdim. Ne oldu 2018 yılında? Meşhur şeyi hatırlıyor musunuz? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "din güncellenmeli" lafı. İşte tam bu konuyla ilgisi var. Din güncellenmeli meselesinin tam anlamıyla bu konuyla ilgisi var.
Arkadaşlar, konu şu: Nurettin Yıldız'ın sohbetlerini inceleyin geçmişten bu yana. O size der ki, "Dinimiz şunu söylüyor, dinimiz bunu söylüyor, dinimiz şunu anlatıyor." Dinim, tabii ki ben size gökten gelen Allah'ın kanunlarını anlatıyorum. Ben size Kur'an'ın söylediğini anlatıyorum. Tabii ki dünyevi kurallar da var. Ona da uyun diyor. Yani meselenin bu yanında gökten gelen kanunlar dediği şey ne? 6 yaşında, 7 yaşında evlenilebilir. Efendim, mesela 9 yaşında regl olmaktadır, şöyledir, böyledir. O sözleri verebiliriz. Hep böyle cinsellikle ilgili çalışan kadın fuhuşa hazırlık yapan süreç...
Şimdi arkadaşlar, mesele şu: Ne oldu 2018 yılında? Yargılamayı o yüzden verdim. Meşhur şeyi hatırlıyor musunuz? Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "din güncellenmeli" lafı. Bunlar hala anlamıyorlar. İşte tam bu konuyla ilgisi var. Din güncellenmeli meselesinin tam anlamıyla bu konuyla ilgisi var.
Arkadaşlar, konu şu: Nurettin Yıldız'ın sohbetlerini inceleyin, geçmişten bu yana. O size der ki: "Dinimiz şunu söylüyor, dinimiz bunu söylüyor. Dinimiz şunu anlatıyor." Din elbette ki ben size gökten gelen Allah'ın kanunlarını anlatıyorum. Ben size Kur'an'ın söylediğini anlatıyorum. Tabii ki dünyevi kurallar var, ona da uyun diyor.
Yani meselenin bu yanında gökten gelen kanunlar dediği şey ne? 6 yaşında, 7 yaşında evlenilebilir. Efendim, mesela 9 yaşında regl olmaktadır, şöyledir, böyledir. O sözleri verebiliriz. Hep böyle cinsellikle ilgili çalışan kadın fuhuşa hazırlık yapan sürece destek oluyor. Kadın çalışamaz diye anlattığı bir şeyde, kız çocukları cehennem kadar risktir diyor. Bir sohbetinde anlatıyor.
Diyor ki, kadınlar kocalarından dayak yedikleri için şükretmeli. Zaten o 2018 konuşması bununla ilgili, dayağı açıkça savundu. Mesela asansör fetvası var, arkadaşlar. Asansör fetvasını duydunuz mu bilmiyorum. O ne ya? Bir asansörün giriş katından 8 katına kadar olacak. Geçen saniyelerde bir erkekle bir kadın asansörün içinde baş başa kalırlarsa halvet ortamı oluyor. Cinsel ilişkiye yeter süredir o.
Bu süre caiz değildir, arkadaşlar. Hiç kadın yok, tek erkek de yok. Tek yatıyorsunuz diyelim. Yatakta boş vakit geçirirken yastık, yorgan orada sürünürse bu insanın içinde şehvet uyandırır. O yüzden yatakta tam olarak uykunuz geldiği zaman girin bu şehvet ortamına hakim olmak için diyor. Yani böyle sürekli olarak baharatlı yiyecekler, ketçap, mayonez vesaire bunlar şehvet uyandırır. O yüzden yemeyin.
Yani konu sürekli olarak "din bu, Kur'an bu, gökten gelen şey bu." Tabii ki canım, yasalara göre de ketçap yiyebilirsiniz. Ona bir şey demiyorum türünden fetvalarla süslenmiş bir zihniyet.
Şimdi arkadaşlar, bu 2018'e kadar böyle gidiyordu. Nurettin Yıldız, AKP toplantılarında konuşmacıydı. Üniversitelerde, başka yerlerde de ağırlanıyordu vesaire. Bu Diyanet'in tarikatlar raporu. Bu rapor FETÖ krizinden sonra, bu arada bunun Diyanet İşleri'nden çıktığı kesin; gayri resmi olduğu da kesin. Çünkü Diyanet İşleri Başkanı dedi ki, "Bu bir istihbarat çalışması. Resmi bir rapor olarak bakmayın" dedi.
Ne yapmış devlet? FETÖ krizinden sonra bu tarikatlar nasıl bir şey diye. MİT'in aslında geçmişte olan evrakları da var. Ergenekon dava klasörlerinden de bizim alıp okuduğumuz belgeler var. Bunun gibi daha gerçekçi bir tarikatlar dosyası hazırlayalım demiş. Bu onun üzerine çıkmış.
Burada da Nurettin Yıldız, zaten devletin gözünde de sürekli olarak, bakın oradan okuyayım. Yıldız'ın kamuoyunda tepki çeken bir üslupla dile getirdiği görüşleri, yani kadınların erkeklerden geride yatması...
Şimdi arkadaşlar, bu 2018'e kadar böyle gidiyordu. Nurettin Yıldız, AKP toplantılarında konuşmacıydı. Üniversitelerde, başka yerlerde de ağırlanıyordu vesaire. Bu, Diyanet'in tarikatlar raporu. Bu rapor, FETÖ krizinden sonra Diyanet İşleri'nden çıktığı kesin, gayri resmi olduğu da kesin. Çünkü Diyanet İşleri Başkanı şöyle dedi: "Bu bir istihbarat çalışması. Resmi bir rapor olarak bakmayın."
Devlet, FETÖ krizinden sonra bu tarikatlar nasıl bir şey diye düşündü. MIT'in aslında geçmişte olan evrakları da var, Ergenekon dava klasörlerinden de bizim alıp okuduğumuz belgeler mevcut. Bunun gibi daha gerçekçi bir tarikatlar dosyası hazırlayalım demişler. Bu rapor onun üzerine çıkmış.
Burada da Nurettin Yıldız, zaten devletin gözünde de sürekli olarak bakın, oradan okuyayım: "Yıldız'ın kamuoyunda tepki çeken bir üslupla dile getirdiği görüşleri..." diye kadınların erkeklerden geride olduğu, çocuk evliliği, müzik haramdır vesaire konularında vaazlar veriyordu. Özellikle düğünlerde gelin arabası süslemeyi haram sayıyordu. Yani müziğin haram olduğuna dair görüşleri vardı. Diyanet de bunu tespit etmiş ve onun üslubunun suistimale açık, tabiri caizse kamuoyunda tepki çekmeye hazır ve biraz da provokatif olduğunu belirtmiş.
Şimdi arkadaşlar, Nurettin Yıldız'ın bu kadına şiddet, kadınların geri olduğu, erkeğin aşağısında olduğu, kadının çalışamayacağı türünden bazı görüşleri çok yaygınlaşınca, 2018 yılında, gene burayı hatırlatmak istiyorum, Devlet Bahçeli, "Bu adam nasıl din adına konuşur? Bu kadınlarımıza aynen şunlar meczubun biri," dedi Nurettin Yıldız için. Meseleye tuhaf yanı, bunu din adına yapıyor olmasıydı. Ne ara bu kadar sapıktı dedi. Bizzat Devlet Bahçeli, Nurettin Yıldız için bu ifadeyi kullandı.
Herkes Erdoğan ne yapacak diye beklerken Erdoğan, işte o “din güncellenmeli” lafını söyledi. Dedi ki, “Bu adam bu konuşmaları sürekli din adına yapıyor ama din, yaşanan zamana göre güncellenebilir bir şeydir. Bunu bilmekten acizler.” Diyanet ne yapıyor? Diyanet çıksın, bu Nurettin Yıldız'a karşı bir şey yapsın dedi. Diyaneti göreve çağırdı.
Erdoğan bunu der biliyor musunuz? Diyanet hemen açıklama yaptı, Nurettin Yıldız üzerine. Danıştay başkanı o zaman hatırlarsınız. Erdoğan'a yakın bir isim. Başka nedenlerle de tartışmayı gerektirdi. Hürriyet Gazetesi, hemen Nurettin Yıldız aleyhinde çok ağır ifadelerle röportaj verdi.
Noktalı virgül koy. Yani şunu mu demek istiyorsun? Boğaziçi Üniversitesi'nde protesto edilen bu adama dair bizzat iktidarın iki büyük ismi şunu dedi: "Bu adam, söylemleriyle milleti dinden soğutuyor, dini yanlış anlatıyor ve dini istismar ediyor."
Öte yandan da buraya geleceğim. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Nurettin Yıldız hakkında, tam da Boğaziçi olaylarına gelirsek, halkı kin ve düşmanlığa tahrikten soruşturma başlattı. İstanbul Valisi bunları biliyor muydu acaba? Bu kadar da savundu yani.
Şimdi arkadaşlar, üniversite...
Yani şunu mu demek istiyorsun? Boğaziçi Üniversitesi'nde protesto edilen bu adama dair bizzat iktidarın iki büyük ismi, şey dedi ki bu adam söylemleriyle milleti dinden soğutuyor, dini yanlış anlatıyor, dini istismar ediyor. Öte yandan da buraya geleceğim. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Nurettin Yıldız hakkında tam da Boğaziçi olaylarına gelirsek halkı kin ve düşmanlığa tahrikten soruşturma başlattı. İstanbul valisi bunları biliyor muydu acaba? Bu kadar da savundu yani.
Şimdi arkadaşlar, üniversiteler bildiri yayınladı Nurettin Yıldız hakkında. Şimdi konuşuluyor ya. Çünkü Nurettin Yıldız'ın öğretisine bakarsanız, Nurettin Yıldız'a göre laik devlet üniversitelerinin ilahiyat fakültelerine gitmek bile caiz değildir. Çarşafla gitmek bile caiz değildir. Öyle diyor. Şimdi İlahiyat Fakülteleri, Nurettin Yıldız'a karşı bildiri yayınladılar arkadaşlar.
Şimdi, üniversiteyi tartışıyoruz ya, 2018 yılında bunlar yaşandı. Hatta biliyorsunuz, bizim tarikatlar kolay eğilip bükülürler; onlar da Nurettin Yıldız'a karşı bildiriler yayınladılar. Çünkü Nurettin Yıldız, Suudi eğitimli, Vahabi selefizmden etkilenmiş bir isim. Söylemlerinin çoğu da o sertliğe dair. Tarikatlar, bunu çok eleştiren konuşmalar yaptılar. Nitekim Nurettin Yıldız'a da Saadet Partisi'nin o dönemki Milli Gazetesi'nde yayınlanmış bir şey var. Bir firavun hikayeleriyle bunlara yanıt verdi. "Firavun istiyor" diye. "Musa başka türlü mü düşünecek?" filan diye. Firavun mesajının kim olduğu açık.
Şimdi arkadaşlar, bu kadarıyla kalmadı. Ne zaman Türkiye'de bir kriz olsa, biz Nurettin Yıldız'ı görüyoruz. Mesela bugün Suriye'de Şam yönetimi HTŞ iktidarda ya. HTŞ'in kadısı Abdullah Abdullah el Muhaysini dedi ki, "Biz Nurettin Yıldız okuyoruz." Mesela Karlov'u öldüren polis, FETÖ'ye mal edilen bir cinayet. Suikast o. Ama bu kişinin aynı zamanda Nurettin Yıldız'ın sohbetlerine gittiğini Hürriyet Gazetesi yazdı.
Bir dakika, bir dakika, bir dakika. Biz şimdi mesela Türkiye'de, hani Putin ve Ukrayna arasındaki meseleyi çözme gibi sıradan bir görev üstleniyoruz. Sen diyorsun ki, Putin'in Ankara'daki temsilcisini öldüren adam, Nurettin Yıldız'dan etkilenen bir isim, diyorsun. Pek iddianamede, kitaplarını aldığı var; sohbetlerine katılmış. Daha sonra gazetelere haber oldu. Ama şu zaten, FETÖ'nün de Rusya karşıtlığı, bu HTŞ dahil olmak üzere bu gruplarla da burada kesişmiş.
Şimdi arkadaşlar, şunu söylemek istiyorum. Nurettin Yıldız'ın 2018'den beri Cumhurbaşkanı, Devlet Bahçeli, İlahiyat Fakülteleri, Danıştay, Ankara hepsine…
Bir dakika, bir dakika, bir dakika. Biz şimdi mesela Türkiye'de, hani Putin ve Ukrayna arasındaki meseleyi çözme gibi sığırsı bir görev üstleniyoruz. Sen diyorsun ki, "Putin'in Ankara'daki temsilcisini öldüren adam, Nurettin Yıldız'dan etkilenen bir isim," diyorsun. Pek, iddianamede kitap kitaplarını aldığı var. Sohbetlerine katıldı. Daha sonra gazetelere haber oldu. Ama şu, zaten FETÖ'nün de Rusya karşıtlığı, bu HTŞ dahil olmak üzere bu grupların da burada kesişmiş.
Şimdi arkadaşlar, şunu söylemek istiyorum. Nurettin Yıldız'ın 2018'den beri Cumhurbaşkanı, Devlet Bahçeli, İlahiyat Fakülteleri, Danıştay, Ankara hepsine baktığınızda diyor ki, "Nurettin Yıldız profili soru işaretli bir profildir." Devletin buna karşı uyanık olması lazım, diyor. Diyanetin bu adama karşı düzeltme yapması lazım, diyor. Üniversitelerin bu adama karşı harekete geçmesi lazım, diyor. Cumhuriyet savcılarının gereğini yapması lazım, diyor.
Bu kişi 2018'den sonra, arkadaşlar, bugün Boğaziçi Üniversitesi'ne getiriliyor. Yani tam 7 yıl sonra, öğrenciler, tam da Cumhurbaşkanı'nın da tepkisini, Devlet Bahçeli'nin de tepkisini çeken "nerede bu savcılar?" diye konuştukları konuşmalardan dolayı, bu konuşmaları protesto ettikleri için 97 tanesi, ki komik beş metrelik çukur değil o, fotoğrafında gördüğünüz. Bunlar sonradan bulunmuş bahaneler. Bu yaşanıyor.
Ben açıkçası burada şunu düşünüyorum. Eğer şöyle, senin oturduğun koltukta İstanbul Valisi otursaydı, burada Emniyet Müdürü otursaydı, burada Boğaziçi Üniversitesi Rektörü otursaydı, bana deselerdi ki, "Nurettin Yıldız Boğaziç Üniversitesi'ne gelecek." Arkasında da o görüntüleri izlediniz mi? Yüzlerce kişi laikliğe karşı şeriat kalkışması yapar gibi "yaşasın şeriat" diye slogan atacak. Öğrencilere tahrik edici sözler söyleyecek. Üniversitenin tellerine bunları tekmeleyecekler.
Ne olur deseler de bir sürü olay olur derdim. Yani, bu ülkenin istihbaratı, bu ülkenin güvenlik birimleri, buradaki tehlikeyi göremedi mi? Açıkçası, ben bu operasyonun Boğaziçi Üniversitesi operasyonu, Nurettin Yıldız oraya götürülerek bilerek bir iş yapıldığını düşünüyorum. Tam da Türkiye'nin Lozan 1924 Anayasa tartışmaları yapıldığı dönemde, Nurettin Yıldız üzerinden o şeriat sloganlarıyla Boğaziçi Üniversitesi, onların zihninde fethedilmesi gereken bir yer havasında. Bu sloganların bilerek atıldığını ve Boğaziçi Üniversitesi'nde böyle bir gösterinin tertiplendiğini, başka hesaplar yapıldığını düşünüyorum.
Herkesin oturup bunu bu açıdan ele alması gerektiğini düşünüyorum. Bakın, benim söylediğim ne? En tepeden en aşağı kadar, 7 yıl önce devlet bu adam hakkında bunu düşünüyormuş. Bugün ne oldu da bu adam...
Tam da Türkiye'nin Lozan ve 1924 Anayasa tartışmalarının yapıldığı dönemde, Nurettin Yıldız üzerinden o şeriat sloganları atılarak Boğaziçi Üniversitesi'nin onların zihninde fethedilmesi gereken bir yer havasında olduğu düşünüyorum. Bu sloganların bilerek atıldığını ve Boğaziçi Üniversitesi'nde böyle bir gösterinin tertiplendiğini, başka hesapların yapıldığını da düşünüyorum. Herkesin bu perspektiften durumu ele alması gerektiğine inanıyorum.
Bakın, benim söylediğim ne? En tepeden en aşağıya kadar, 7 yıl önce devlet bu adam hakkında düşündüklerini belirtiyordu. Bugün ne oldu da bu adam oraya götürüldü? Şimdi, açıklama yapması gerekenler 7 yıl önce konuşanlar. Artık her yerde başka hesaplar yapılıyor. Neredeyse buradaki çocukların terörist ilan edileceği bir sürece gidiyoruz, belli ki. Ama o terör listesinde, biliyorsunuz ki rota yeniden oluşturuldu. O rotanın içerisinde iktidara en yakın isimlerin de girdiğini ve gireceğini biliyoruz. Daha önce Barış Terkoğlu'nun haberleri ile bunu gördük. Ancak sanıyorum o rota şimdi genişliyor; genişliyor ve tam hız ilerliyor. Yani, güzergah açık, yoğun, akıcı devam eden bir operasyon zinciri var.
Önce Barış Terkoğlu'nun daha önce anlattığını özetleyelim. Son TV diye bir kanal var; yani daha doğrusu bir sosyal medya paylaşım sitesi var ve bu yer İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na çok yakın. Herkes biliyor ki aslında yargıdaki herkes de, hatta Türkiye'deki herkes de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na ne diyor, ne düşünüyor diye bakıyor. Bu internet sitesi, özellikle İmamoğlu operasyonuyla ilgili algı operasyonlarının başını çeken bir bölge.
Bir gün birdenbire Barış da burada çok güzel özetlemişti. İktidarın aslında darbenin kendi çocuklarını yediğini ortaya koyan bir haber hazırladılar. Haberde, çok açık bir şekilde anlatıyorlardı. "Bizim zengin ettiğimiz Erdoğan'ın zengin ettiği beşli çete müteahhitler, 2028 Cumhurbaşkanı olarak İmamoğlu'nu görüyor ve İmamoğlu'yla temas kuruyorlar," dediler. Şimdi bu muhalefetin beşli çete dediği yapı, otelde görüşüyorlar. Mercedes konvoylarıyla gidiyorlar. O kadar dehşet ifadeler vardı ki haberde; gerçekten akıllarını yitirmişlerdi. Çünkü bu, bir itiraf; yani bir ikrar. O kadar açık söylüyorlar ki, "Bakın," diyorlar, "Ekrem İmamoğlu’nun 3 yıla yayılan sır ziyaretçi trafiği yalnızca bireysel bir gizlilik hikayesi değil."
Şimdi, muhalefetin "beşli çete" dediği yapı aslında otelde görüşüyorlar. Mercedes konvoylarıyla gidiyorlar. O kadar dehşet ifadeler vardı ki haberde, gerçekten akıllarını yitirmişler. Çünkü bu bir itiraf, yani bir ikrar. O kadar açık söylüyorlar ki, bakın, dedikleri şeyler: Ekrem İmamoğlu'nun üç yıla yayılan sır ziyaretçi trafiği, yalnızca bireysel bir gizlilik hikayesi değil. İstanbul'un karanlık saatlerinde, Ankara'nın yüksek güvenlikteki otel odalarında örülen bir temaslar ve ihanet süreci mevcut. Bu, akıl alır gibi değil. Gözlükle de okuyamıyorsunuz, yani bu temasa.
Evet, okuyamadım gerçekten. Neyse, ne yapayım, sen de niye yüzüme vuruyorsun? Görmüyorum işte. Yani sonuçta özetle Son TV dedi ki: "Biz Erdoğan, bu beşli çeteleri zengin etti. Bütün kaynakları buraya aktardı. Bütün devlet olanakları bunların emrine sunuldu. Bunlar bir ihanet işine girdiler ve istihbarat da bunları takip ederek yakaladı.” Müteahhitler ve bu şirketler karanlık odalarda, otellerde buluşuyor.
Şimdi şeye mi yanarsın? İstihbarat bunları takip ediyor. Suç yok ortada, niye bunlar takip ediliyor? Ona mı yanarsın? Devlet kamu kaynaklarının bu beşli çeteye aktarılmasının itirafına mı yanarsın? Nereye yanarsan yanarsın. Ama sonuç şuna geldi: Orada hata isim de verdi, bir iki şirketin ismini de verdi, Atan ÇP'yi söyledi. Dedi ki, “Bunlara bu radara girdiler ve bunlara artık dur denilecek.”
Arkadaşlar, o kadar hız ilerliyor ki süreç, çok ciddi bir şekilde bu beşli çetenin en büyük holdinglerinden bir tanesi, operasyon nedeniyle İmamoğlu ile görüştükleri için mecburen satılıyor. Yani 1 milyar 300 milyon dolar değer biçilmiş ki, o şirketin kamudan aldığı ihalelere veya şu an sahip olduğu ihalelere baktığınızda, 1 milyar 300 milyon dolardan çok daha büyük bir ederi var. Yani bir çeşit çökme gibi okunabilir.
Tabii, bu bir çökme. Duyumlarımıza göre, bu 1 milyar 300 milyon doların alındığı için şirket mutlu. Yani demişler ki, “Evet, bizim şirketimizin değeri çok çok daha fazla.” Çünkü bunlar, biliyorsunuz Türkiye'nin en büyük kamu ihalelerini alıp oraları işleten firmalar. Yani bunu kurtardıklarına seviniyorlar. Çünkü operasyonun hiçbir şey alamadan ellerinden de şirketlerin gidebileceği bir şekil oluşuyor.
Tabii, evet. Yani bir çökme zaten bu; eee duyumlarımıza göre bu 1 milyar 300 milyon doların alındığı için şirket mutlu. Yani demişler ki, "evet, bizim şirketimizin değeri çok çok daha fazla." Çünkü bunlar biliyorsunuz, Türkiye'nin en büyük kamu ihalelerini alıp oraları işleten firmalar. Yani bunu kurtardıklarına seviniyorlar. Çünkü operasyonun hiçbir şey alamadan ellerinden de şirketlerin gidebileceği bir şekilde kendilerine iletilmiş ve bu süreç başlamış.
Şirket bünyesinde, yani holding bünyesinde, yüzü aşkın şirket var. Bu şirketlerin bir kısmı yurt içinde, bir kısmı yurt dışında. İhale alıyorlar, ama artık alamıyorlar. Çünkü onların satışı süreci işliyor. Hatta devirler başlamış. Bir devir aşamaları da hızla ilerlemiş. Eee ve alan şirketinde tabii yine yabancıya gider mi? Yabancıya gitmez. Eee yine iktidara çok yakın, çok bilindik bir şirketin Gaziantepli bir ortağı var ve bununla ilgili eee para, yine bir havuz biçiminde toplandığı da söyleniyor. Çünkü yine 1 milyar 300 milyon dolar da çok büyük bir miktar. Ama bak, yani diyorum ya, o şirket ondan çok daha fazla ederli. Yani çökme bu, aslında gerçekten bir çökme.
Ve işin, eee konuştuğum kaynaklar yani çok güvendiğim kaynaklar bunlar. İşin burada bitmediğini yine beşli çete içerisinde, yine çok çok adını duyduğumuz, bildiğimiz beşli çete diyoruz bunlara; ama çok sayıda da fazla tabii, 5'ten fazla. O yine en büyük, bu anlattığım en büyüklerden biri ve onun kadar büyük olan diğeri için de aynı sürecin işlediği, aynı şekilde eee Rem İmamoğlu ile buluşmaları tespit edildiği için eee bir satış sürecine başlandığı, bunun da yabancıya yine gitmeyeceği ama sonuçta gerçekten de darbe, 19 Mart girişiminin kendi çocuklarında, yıllardır devlet kaynaklarıyla büyüttükleri, hatta dünyadaki kamu ihaleleri içinde en büyük kamu ihalelerini alan şirketlere dönüştürdükleri bu şirketleri... Yani halkın alın terini, halkın doğasını, halkın kaynaklarını, suyunu, her türlü şeyini eee kirleten, gaspeden bu şirketler, çaldıklarıyla zenginleşenler şimdi haliyle ne koparsak kardır diye bakıyorlar.
Evet, onlar öyle bakıyorlar. Bir yandan da onlara da şey yapıyor. Yani rejim artık onlara da, rejim yeni zenginlerini yaratacak. Şimdi rejim bize bazı zenginlerini tasfiye edecek ve onların yerine ihaleler artık yenilerine gidecek. Sadece bu eee iş insanlarıyla mı kalacak? Yani bu iş, ya bu süreç iş insanlarıyla... Yani bu kısmı.
Evet, onlar öyle bakıyorlar. Bir yandan da rejim, artık onlara yeni zenginlerini yaratacak. Şimdi rejim bize bazı zenginlerini tasfiye edecek ve onların yerine ihaleler artık yenilere gidecek. Sadece bu iş insanlarıyla mı kalacak? Yani bu süreç iş insanlarıyla mı sınırlı? Bu operasyon kısmı, tedirgin olmuşlar zaten. Yani doğrudan operasyon konusunda tedirginler. Hatta ondan kurtulduklarında da emin değiller. Yani o şirketin iş dünyasındaki isimleri, ama iş insanlarıyla sınırlı kalmama ihtimali de tabii oldukça yüksek.
Bunu neden sordum? Pehlivan, şimdi Erdoğan dedi ki: "Cumhurbaşkanım, bu karanlık organizasyon İstanbul'da sınırlı kalmamış. Belediyeyi, kurumu, kişiyi içine alan, kolları çok farklı yerlere uzanan, güvenliği eden uluslararası ayağı olan, Anadolu'ya uzanan ahtapot tipinde bir suç örgütü ortaya çıktı." Nerelere uzanacak? Bu Erdoğan’ın cümlesinin sonunda, sonra dedi ki: "Önceleri biz sadece siyasetçilerden ve siyasi partilerden ibaret zannediyorduk." Bu çarpık ilişkileri yani İBB’nin etki alanını, İBB’nin ilişkilerini kastediyor. Sonra gördük ki diyor, bürokrasiden iş dünyasına, iş dünyasını anlattı; medyaya, kimi cemaatlerden, istihbarat kuruluşlarına kadar uzandığı ortaya çıkıyor.
Cemaatlerden... Ya bakın, öyle bir İBB resmediyor ki, öyle bir Ekrem İmamoğlu resmediyor ki Sayın Cumhurbaşkanı’nın siyasi partilerle ilişkisi var. Okey. İş dünyasıyla ilişkisi var. Medyayla ilişkisi var. Cemaatlerle ilişkisi var. İstihbarat kuruluşlarıyla ilişkisi var. Bürokrasiyle ilişkisi var. Neredeyse devlet gibi bir şey yani.
Şimdi ben buradaki bir şeye böyle bir cımbızlayacağım ve fokus yapmaya çabalayacağım. Sayın Cumhurbaşkanının buradaki işaret ettiği en önemli kelimelerden biri "cemaat" kelimesi. Yani Sayın Cumhurbaşkanı Ekrem İmamoğlu’nun ve İBB operasyonunun bir cemaati de sıçrayabileceğini aslında ima ediyor. Acaba o cemaat ne olabilir? Ekrana bir fotoğraf taşıyalım. Oradan devam edelim. Arkada göreceksiniz birazdan fotoğrafını. Açık açık söyleyelim: Sayın Cumhurbaşkanı'nın dilinin altındaki cemaat, Süleymancılar. Yani bütün hayatları boyunca, bütün varlık nedenleri boyunca düzenli olarak sağ partilere destek vermişler. Adalet Partisi’nden tutun da Erbakan’a kadar...
Şimdi, buradaki bir şeye böyle bir cımbızlayacağım ve odak yapmaya çalışacağım. Sayın Cumhurbaşkanının buradaki işaret ettiği en önemli kelimelerden birisi "cemaat" kelimesi. Yani Sayın Cumhurbaşkanı Ekrem İmamoğlu'nun ve İBB operasyonunun bir cemaati de sıçrayabileceğini ima ediyor. Acaba o cemaat ne olabilir?
Ekrana bir fotoğraf taşıyalım, oradan devam edelim. Arkada göreceksiniz birazdan fotoğrafını. Açık açık söyleyelim, Sayın Cumhurbaşkanının dilinin altındaki cemaat Süleymancılar. Yani bütün hayatları boyunca, bütün varlık nedenleri boyunca düzenli olarak sağ partilere destek vermişler. Adalet Partisi'nden tutun da Erbakan'a, Anavatan'a, DP'ye, AKP'ye kadar bir şekilde siyasetçi yetiştirmiş, onlar için de örgütlenmiş olan sağ orijinli bir tarikattan bahsediyoruz. Mavi Takkeliler de diyorlar, Süleyman Efendi cemaati de diyorlar. Çünkü zaten buluşmalarında ve cenazelerinde mavi takke takıyorlar.
O cemaatin şu anki lideri kim? Alian Kuriş. Alian Kuriş bir süredir eski Süleymancılar tarafından hedefte olan bir isim. İddia şu; Sayın Ekrem İmamoğlu'nun Süleymancılarla özel bir yakınlığı olduğu, Süleymancıların da hem altılı masa sürecinde hem bu İBB'nin bir şekilde daha fazla örgütlenmesi sürecinde Ekrem İmamoğlu'na destek verdiği iddiasını dile getiriyorlar. Hatta Alian Kuriş'in, yani cemaatin şu anki liderinin, darbeyle bu cemaatin başına geçtiği tezini de dile getiriyorlar.
Vallahi, ben hani onu bilmem, cemaat için başka bir şeydir. Benim için Süleymancıların farklı bir anlamı var. Yani, benim için Süleymancıların bu memlekette çocukların diri diri yakıldığı yurtların sahibi olarak ben görüyorum açıkçası. Maalesef Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yurt yapmak yerine çocukları teslim ettiği tarikat yuvalarından birisi olarak görüyorum ben Süleymancıları.
Ama işin görünen o ki, AKP'yi desteklemeyen Alihan Kuriş liderliğindeki Süleymancılara bir operasyon gelme ihtimali yüksek gözüküyor. Barış'ın da bu konuda bildikleri var diye biliyorum. Çok net olarak Cumhurbaşkanı'nın ahtapot olarak Süleymancıları kastettiğini düşünüyorum. Bir, iki; bayağı Süleymancılarla ilgili uzun süredir devlet içinde yapılan bir hazırlık var. Bu hazırlık savcılığa kadar intikal etmiş durumda.
Bu üçüncü durum; Süleymancılarla ilgili aslında millet, bunlar ne konuşuyor diyor. Olabilirler, insanlar. Süleymancılık bir cemaat. Süleyman Hilmi Tunağından gelen bir vaizdir, o da. Oradan gelen sonra damadına geçmiş, oradan torununa geçmiş, oradan öbür torununa almış, sonra cemaat için bir çatışma yaşanmış. Şu an Alian Kuriş cemaati en güçlü tutan isim ama Süleyman Hilmi Tuna'nın...
Uzun süredir Süleymancılarla ilgili devlet içinde yapılan bir hazırlık var. Bu hazırlık, savcılığa kadar intikal etmiş durumda. Süleymancılarla ilgili, aslında millet "bunlar ne konuşuyor?" diyor. Olabilirler, insanlar. Süleymancılık bir cemaat. Süleyman Hilmi Tunağı’ndan gelen bir vaizdir o da. Oradan gelen, sonra damadına geçmiş, oradan torununa geçmiş, sonra öbür torununa almış ve cemaat için bir çatışma yaşanmış. Şu an Alihan Kuriş cemaati en güçlü tutan isim ama Süleyman Hilmi Tunağı’nın diğer torunları Alihan Kuriş ile kavgalılar.
Şimdi onlar diyorlar ki, "Bu Alihan Kuriş, Süleymancılık üzerinden yeni bir FETÖ oluşumuna gitti." Yani bizim de bir zamanlar dedemizin olan cemaat, şu an bu konumda. Süleymancıların özelliği şu; bunlar gerçekten yıllardır diğer cemaatler gibi bazı radikal işlere girmediler. Kapalı bir cemaat görüntüsünde olmakla birlikte, devlette, bürokraside, askeriyede, yurt dışında, bakın yurt dışında gidin birçok yerin onların olduğunu görebilirsiniz. Kur'an kurslarında, mesela, niye biz Kur'an kurslarında bunu konuşuyorsun ya? Özellikle Kur'an kurslarında örgütlenirler. Diyanet'te bu raporda da var. Diyanetimizin birçok üyesi de oradan.
Ondan sonra buralarda çok öldüttüler. Adliyede. En son bir fotoğrafta bir savcının yanında olduğundan bahsediliyordu. Adliyenin Sayın Cumhurbaşkanı, mesela, atadığı generaller "bu ahtapot" diyor ama generallerden cenaze namazında hangisinin elinin nasıl tuttuğuna bakarsa, belki ne demek istediğimi daha iyi anlar. Cemaatlerin kendi ritüelleri var. Ritüellerini takip ediyorlar. Takkelerinden, ellerini birleştirme biçimlerine kadar, böyle bir yapı bu.
Bu işte para var ama. Peki, olmaz olur mu? Bu işte çok büyük para var, vallahi. Bak, inanma, zengin oluyorsun abi. Kısa yoldan bu para, büyük bir sermaye kontrol ediliyor. Çok büyük bir devlet işi gücü kontrol ediyorlar. Konuştuklarım, belki 1 milyona ulaşıyor, diyor; büyük bir kitleyi kontrol ediyorlar. Şimdi bu kitlenin siyasal gelenekteki durumu şu; bunlar hep merkez sahada durdular. Hep DYP, ANAP geleneği üzerinde siyaset yaptılar. Burada durdular ve devletin imkanlarından o sayede hep nemalandılar. Şimdi iktidarda, Süleymancılara karşı bir kızgınlık var.
Bu Süleymancılar, gerçekten de hani sen ne düşünüyorsun bilmiyorum, ben takip eden biri olarak, Erdoğan'a karşı hem 2023 seçimlerinde hem 2024'te muhalefetin tarafında yer aldıkları. Buna açık açık...
Şimdi bu kitlenin siyasal gelenekteki durumu şöyle: Bunlar hep merkez sahada durdular. Hep DYP ve ANAP geleneği üzerinde siyaset yaptılar. Burada durdular ve devletin imkanlarından o sayede hep nemalandılar. Şimdi iktidarda Süleymancılara karşı bir kızgınlık var. Bu Süleymancılar, gerçekten de, Erdoğan'a karşı hem 2023 seçimlerinde hem 2024'te muhalefetin tarafında yer aldılar. Buna açık açık, hatta ses kayıtları sızdı. Hatta bu konuyla ilgili "konuşmayın" diye iktidar bir kızgınlık yaşıyor. Biz bu cemaatin, hatta biliyorsun, aileden biri AKP milletvekiliydi. Biz bu cemaate hep saygı gösterdik. Hep devlet içinde olmasına izin verdik. Milletvekili yaptık ondan. Hep Süleymancılara saygı duyduk. Fakat, bizim iktidarımız tökezlediği ilk gün, bunlar muhalefete oy vermeye karar verdiler ve bunun sorumlusu Alihan Kuriş yönetimindeki bir oluşum.
Şöyle bir ayrıma gidecek; soruşturmaların nasıl ilerleyeceğini, de aşağı yukarı konuştuğum kimselerden öğrendim. FETÖ meselesinden belki biraz farklı olacak. İşte bu Süleymancı inanç kısmına pek dokunulmadan, özellikle sermaye içinde, bürokrasi içerisinde, muhalefetin içinde siyaset yapan bazı unsurlarına karşı bir tür operasyon yapılacağı konuşuluyor.
Ekrem İmamoğlu bahçesinde nasıl geçiyor, biliyorsunuz? Ekrem İmamoğlu, bu arada bu kısmı da doğru. Ekrem İmamoğlu'nun çocukluğuna ait Kur'an kursu fotoğrafları vardı. O Kur'an kursu, biraz önce söylediğim gibi, Süleymancıların Kur'an kursudur. Bunu da birkaç kez söyledik zaten; bu da yalanlanmış bir şey değil. Ekrem İmamoğlu ile seçim başarısı ya da CHP'nin kazandığı yerlerle Süleymancıların bu örgütlenmesini yan yana getirerek, Süleymancıları bir tür muhalefetin yanında hizalanmış yeni bir FETÖ oluşumu veya yeni bir devlet içi cemaat oluşumu olarak tarif ederek bir tür operasyon kalkışılacak. Cumhurbaşkanı, "ahtapot" diye kastettiği bu suç örgütünün cemaat ayağı. Evet; yurt dışı diyor, dikkat edin. Süleymancılar, yurt dışında da çok güçlü olduğu için, çok büyük hem sermaye hem örgüt gücü olduğu için oraları da kast ederek bu iş için yeni bir FETÖ oluşumuna doğru götürüleceği konuşuluyor.
Terkoğlu, seni dinlerken duygum şu: Bu düzen değişmeli diyoruz, değil mi? Yani bu düzen değişirken söz ettiğimiz bu Timur'un da aynı iş insanları; yani kamunun bütün kaynaklarından faydalanan ya da bu isimler, yani bu kanı emiciler, aynı yeni kuşak.
Evet, yurt dışı deniyor. Dikkat edin, Süleymancıların yurt dışında da çok güçlü olduğu için, hem sermaye hem de örgüt gücü olarak oraları da kastederek bu iş için yeni bir FETÖ oluşumuna doğru gideceği konuşuluyor.
Terkoğlu, seni dinlerken, bak duygum şu: Bu düzen değişmeli diyoruz, değil mi? Yani bu düzen değişirken, sözünü ettiğimiz bu ”Timur”ların da aynı iş insanları, yani kamunun bütün kaynaklarından faydalanan bu isimler—bu kanı emiciler—aynı yeni kurulacak düzenin de aynı kan emicileri olarak devam edecekse ve bundan medet umuluyorsa, o medet umanlara da yuh olsun ayrıca. Çünkü dönüp dolaşıp aynı isimleri konuşuyoruz.
Zaten hatırlarsan, daha önceki yayınlarımızda ne diyorduk? Şöyle 3-5 tane oy için bu tarikatların bataklığına ses çıkarmayan siyasetçilerin canı cehenneme diyorduk. Ben hala aynı noktadayım. Çok samimi söylüyorum sana; bir oy için 3-5 tane oy için Cumhuriyet'in değerlerine düşman olmuş, çocuklarımızı zehirleyen ve aydınlık yarınlarının aslında baltalanmasına en büyük müsebbip olan insanların hoşgörülüp, onların ayaklarına gidilmesi insanı çıldırtıyor. Aklım almıyor.
İşte ilk aşamada neler yaptıklarını 15 Temmuz'da gördük. Daha öncesinde de gördük. İttihat ve Terakki zamanından itibaren ayaklanmaların nerelerden geçtiğini de gördük. Bunu anlamak için bir şey görmeye bile gerek yok. Mesela, bu bütün cemaatler için geçerli; ama bu adamlardan söz edince, Süleymancılardan, hatırlattın Aladağ'da çocukların yandığı bir yerde 30 kilo etin peşine düşmüş adamlar bunlar. Evet.
Yani, açık bir şey söyleyeyim. Kısa konuş dediğin için kısa konuşmayayım; aslında saatlerce konuşurum ama arkadaşlar, açık konuşalım. Bu cemaatler devlet yurt yapmasın istiyor ki o çocuklar o yurtlara gitsin. Bu cemaatler devlet okul yapmasın istiyor ki çocuklar o okullara gitsin. Bu cemaatler devlet iş vermesini istiyor ki, kamu malları satışılırken bu cemaatlerin ayağa kalktığını kendileri o yardım kolileriyle, şunlarla bunlarla adam toplasın. Bu, aslında kendilerini fiilen devletin imkanlarını ele geçirmeyi hedefleyenler.
Bakın, ben bütün cemaat ve tarikatların zaten anayasamıza göre yasak olduğunu düşünüyorum, şu anda anayasayı savunuyorum. Ben yasaklanması gerektiğini savunuyorum ama şu görüntü bize ne söylüyor biliyor musun kardeşim? İstemediğiniz zaman Fethullah cemaatini (FETÖ) attınız, iktidarınızla kavga ettiği zaman Furkan Cemaati’ni yasaklıyorsunuz.
Bakın, ben bütün cemaat ve tarikatların zaten anayasamıza göre yasak olduğunu savunuyorum. Ben yasaklanması gerektiğini düşünüyorum; ancak şu görüntü bize ne söylüyor? İstemediğiniz zaman Fethullah cemaatini (FETÖ) attınız, iktidarınızla kavga ettiği zaman Furkan Cemaati'ni yasakladınız. Adnan Oktar Cemaati’ni ise cemaat olarak görüyordunuz. Ben hiçbir zaman cemaat olarak görmedim, ancak yasakladınız. Şimdi Süleymancıları yasaklıyorsunuz. Demek ki bazı cemaatler yasaklanabiliyormuş. Eğer makbul cemaatlerle makbul olmayan cemaatler arasında bir ayrım yapıyorsanız, bu ayrım siyasidir. Eğer milletin çıkarına göre bir ayrım yapacaksanız, cemaatlerin adı ne olursa olsun, hepsinin devletin yerine geçerek topladıkları gücü tasfiye etmeniz lazım. Ben bunu savunuyorum. Makbul ya da makbul olmayan cemaat yok benim kafamda.
Benim kafamda kendisini devletin yerine koyan, bürokrasinin yerine koyan, üniformasını başkasına kiralamış, bir hocadan, hacıdan, adı ne olursa olsun emir alan kişi tasfiye edilmelidir. Bu yapı sonlandırılmalıdır. Bu ülkenin, bu halkın yoksul insanlarını da bu insanlara mecbur bıraktılar. Köy okullarında hatırlayacaksınız; çocuğu yanan bir babaya mikrofon uzattığında muhabir, o babanın gözü gerçekten hâlâ önümde. "Ne yapalım abla" demişti, "göndermek zorundayız. Başka yol yok, çare yok." Yani 11 kız çocuğumuz yanmıştı Aladağ'daki yurt yangınında. Bütün babaların ifadelerini, ailelerin ifadelerini okuduğunuzda, hepsi dağ köyündeydiler. Yurt zorunlu, başka okul yok. Hepsi aynı şeyi söyledi, biliyor musun? Defalarca ilçe Milli Eğitim Müdürü’ne gidiyorlar. Yurt yıkılıyor. Orada bir devlet yurdu var. Defalarca gidiyorlar ve diyorlar ki: "Ya biz çocuklarımız nerede kalacak? Nasıl okutacağız çocuklarımızı?" Defalarca gidiyorlar. O kadar kötü ki yol; oradaki yol inmek bile çok zor.
Can Atalay, avukatlığını yaptığı o ailelerin hepsinin şöyle anlattığını ifade etti: İlçe Milli Eğitim Müdürü’ne gidiyorlar; "Yurt ne yapacağız? Yurt yapacağız" diyor. Oy alıyor. En son "Yapacak bir şey yok. Süleymancıların yurduna göndereceksiniz" diyor. Ve diyor ki "Biz öyle zorunda kaldık. Çocuklarımızı götürdük." Bunu niye anlattım, hatırlattım? Ne geliyorsa, işte yine yoksulun başına geliyor. Bu kadar siyasete ilişkin bir şey konuşuyoruz; herkesin büyük bir koltuğu var.
Can Atalay, avukatlığını yaptığı o ailelerin hepsinin şöyle anlattığını söyledi; ilçe Milli Eğitim Müdürü’ne gidiyorlar. "Yurt ne yapacağız? Yurt yapacağız." Oy alıyor. En son diyor ki, "Yapacak bir şey yok. Süleymancıların yurduna göndereceksiniz." Ve şu an diyor ki, "Biz öyle zorunda kaldık. Çocuklarımızı götürdük." Bunu niye anlattım? Hatırlattım. Ne geliyorsa işte, yine yoksulun başına geliyor. Bu kadar siyasete ilişkin bir şey konuşuyoruz. Herkesin büyük bir koltuk kavgasının olduğu bir süreç bu. Ama bütün yükünün de halkın sırtına yüklendiği bir süreçten söz ediyoruz.
Şimdi, Murat'ın anlatacağı e-haberde hem bu kavgaya; yani siyasi kavgaya da bir virgül koyalım. Tüm bunlar olurken halk neyle karşı karşıya, neyle başa çıkmaya, neyin mücadelesini veriyor? Onu da anlatmış olalım biraz. Bu aslında anlattığımız örneği, bugün bizi izleyen ya da çevresinde duyan herkes yaşıyordur birebir. Çok bildiğiniz, çok yakından tanıdığınız bir haberi anlatmış olacağız.
Yani, insanın bir yakınının hasta olması ve o tedaviye ulaşabilmesi için bazen paranız da yetmez, bu arada. Yani, çok paranız olur ama tedavi ettiremezsiniz. Yani, olamaz bazen. Ama tedavi edilecek bir hastalık vardır ve sizin cebinizde para yoktur; en yakınınızı tedavi ettiremez hale gelirsiniz. Yine de elinizde, avucunuzda ne varsa ya da neyi sağlarsanız onu yapmaya çalışırsınız. Çünkü çocuğunuzun o tedaviye ihtiyacı var. Gözünüz hiçbir şey görmez, görmez.
Eee, bir baba, bir işçi babayı anlatacak Murat. O işçi baba, çocuğunun hastalığı için Eğitim Araştırma Hastanesi'nde ameliyat olacak ve tefecinin eline düşmek zorunda kalacak. Hangi sağlık sistemi onu tefecinin eline düşürdü, onu anlatacak. Çok fazla örnek var Türkiye'de.
Bir defa hangi hastane bu? Eee, hani Atatürk Havalimanı'nın pisti değiştirildikten sonra biz alelacele, eee pandemi döneminde onun üzerine bir hastane yapmıştık. Eee, hastanenin ismini de söyleyeyim: İstanbul Üniversitesi’ne bağlı Cerrahpaşa İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne bağlandı, Murat Dilmener Hastanesi. Sanırım oranın ismiydi burası. Eee, ne yazık ki çok fazla Türkiye'de buna benzer vakalar var. Devamlı anlatıyoruz.
Dünyanın en iyi sağlık sistemlerinden birine sahiptik. Bunun altını çizerek söylüyorum. Eee, inanılmaz bir doktor kadrosuna, hemşire kadrosuna, sağlık görevlisi kadrosuna sahiptik biz. Ama ne oldu? Bu kadar iyi bir kadroya sahipken, "Giderlerse gitsinler." denildi. İnsanların üzerinde çok büyük baskılar yaratıldı.
İlk olarak, hangi hastaneden bahsediyoruz? Pandemi döneminde, Atatürk Havalimanı'nın pisti değiştirildikten sonra, alelacele üzerine bir hastane yaptık. Bu hastanenin ismi, İstanbul Üniversitesi’ne bağlı Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne bağlı Murat Dilmener Hastanesi. Ne yazık ki, Türkiye'de buna benzer çok fazla vaka var. Sürekli olarak anlatıyoruz ki, dünyada en iyi sağlık sistemlerinden birine sahiptik. Bunun altını çizerek söylüyorum.
İnanılmaz bir doktor, hemşire ve sağlık görevlisi kadrosuna sahiptik. Ama ne oldu? Bu kadar iyi bir kadroya sahipken, "Giderlerse gitsinler" denildi. İnsanlar üzerinde büyük baskılar yaratıldı. Doktorlar ve sağlık çalışanları şiddete maruz kaldı. Dolayısıyla gözle görülür bir düşüş var.
Peki, burada asıl sorun nedir? Seste sorun yok, değil mi? Tamam. Şimdi Haydar Bakırtaş’a gelelim. İşçi bir baba. Ayakta mı anlatmak istiyorsun? Bir hareketlendi. Tamam, devam edelim.
Haydar Bakırtaş, çocuğu doğduktan sonra ileri derecede işitme kaybı yaşıyor. Çocuk, doğuştan işitme kaybına sahip. Tabii ki her ebeveyn gibi, bu baba da evladının en iyi şartlarda yaşamasını, koşup oynamasını, gülmesini ve gelişimini izlemesini istiyor. Çocuğunu tedavi ettirmek istiyorlar.
Hastaneye götürüyorlar ve burada oldukça uzun bir süre bekliyorlar. Tedavileri yapılıyor. Eninde sonunda 08.05.2025 tarihinde koklear implant ameliyatı için gün veriliyor. Baba seviniyor; kulağın içine bir cihaz yerleştirilecek ve böylece çocuk duyacak. Baba ve anne heyecanlanıyorlar. "Çok şükür, çocuğumuz tedavi edilecek," diyorlar.
Ameliyata bir gün kala doktor çağırıyor ve diyor ki, “Bununla ilgili para yatırmanız gerekiyor.” Baba, “Niye yatıracağım?” diyor. “Her şeyi devlet zaten karşılıyor,” diyor. “Ben neden para yatıracağım ki?” Doktor, “Bunu yatırmazsanız biz ameliyatı gerçekleştiremeyeceğiz,” diyor. Baba şaşırıyor ve “Ya olur mu öyle şey?” diyor. Doktor, “Yatıracaksınız,” diye ısrar ediyor.
Baba, mecburen çocuğuna herhangi bir zarar gelmemesi için tamam diyor. Sesini çıkarmıyor. Borç bulmak için sağdan soldan para bulmaya çalışıyor. Tefecilere gidiyor ve borç alıyor. Adam işçi, zaten kıt kanaat geçiniyor ailesiyle birlikte.
Sonunda parayı ayarlıyor ve yatırıyor. Yatırırken, "Sen bu işlemi yaptığına istinaden para yatırdığını beyan edersin ve bunun için fiş alırsın ya da fatura alırsın," diyor. Eğer böyle bir para varsa, zorla bağış makbuzu yatırttırılıyor. Ve bir de ne işletiliyor, biliyor musun?
Doktor, "Bunu yatırmazsanız, biz ameliyatı gerçekleştiremeyeceğiz," diyor. Baba şaşırıyor ve "Ya, olur mu öyle şey?" diyor. Fakat doktor ısrarcı; "Yatıracaksınız bunu," diyor. Baba, mecburen, oğluna herhangi bir zarar gelmemesi için "Tamam," diyor ve sesini çıkarmıyor. Gidiyor, sağdan soldan borç buluyor. TFC'ye, ona buna gidiyor. Borç alıyor. "Onu arıyor, bunu arıyor." Yok, adam işçi zaten. Kıt kanaat yaşıyor ailesiyle birlikte, ama parayı ayarlıyor ve yatırıyor.
Yatırırken, ne yatırıyor biliyor musun? "Sen bu işlemi yaptığına istinaden para yatırdığını beyan edersin ve bunun için fiş alırsın ya da fatura alırsın," diyor; değil mi? Eğer böyle bir para varsa, zorla bağış makbuzu yatırttırılıyor.
Ve bir de ne işletiliyor biliyor musunuz? Diğer evrakları gösterebilir misiniz arkadaşlar? İki tane şey olması gerekiyor: taahütname ve bir diğeri. "Bakar mısınız? Şartlı bağış formu taahhütnamesi." Burada diyor ki, "Fakülteniz içerisinde yer alan bölümünde işlemden doğan tıbbi malzeme, demirbaş, tıbbi sarf malzemesi, ilaç, cihaz, kit ve kimyasal maddelerin temininde kullanmak üzere şu kadar şartlı bağış yapmak istiyorum." Bakın, şartlı bağış.
Bizim bunun aynı benzeri bir sayfa daha var, Haydar Bey. Bakın, bu da eşinin imzaladığı annesi Gülsen Bakırtaş'ın. "Burada öğretim üyesi tarafından yapılmasını talep etmekteyim," diyor. "Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından belirlenen şu maddeye göre ilave ücret ödemeyi ve ödediğim ilave ücreti Sosyal Güvenlik Kurumundan talep etmeyeceğimi kabul ve taahüt ediyorum," diyor. Onun da taahüdünü alıyorlar.
Tekrardan savcılık evrağına gelelim. Ve sonra ne oluyor biliyor musunuz? 127.342 lira bağış yapılıyor. Çocuk, adam mecburen sesini çıkarmıyor. Anne ve baba ameliyat oluyor. Geldiğimiz noktadaysa Sağlık Bakanlığı arıyor. Baba "Ya böyle böyle bir şey oldu. Bana zorla bağış makbuzu yazdırdılar. Bir de taahütname imzalattılar," diyor. Sağlık Bakanlığı, "Böyle bir şey yok. Böyle bir uygulamamız yok," diyor. "Nasıl olur bu?" diyor. "Ben bununla ilgili yasal haklarımı kullanacağım," diyor.
Baba savcılığa gidiyor. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'na gidip başvuruyor. Olayı aynen anlatıyor ve şimdi soruşturma başladı. Ben bununla ilgili hastaneyi aradım; hastanedeki birçok kişiyi aradım. Bu daha önce Bursa Hastanesi'nde de anlatmıştım; hatırlarsanız. Olay nasıl oluyor biliyor musunuz? Şimdi bu kişiler taahütname imzalatıp böyle şeyler yapılıyor.
Bu tür olaylar oluyor ya. Burada ne gerçekleşiyor biliyor musunuz? Bu, sanki "Olmaz ya, bizim hastanemizde olur ya!" diye gösteriliyor. Bu kullanıldı diye gösterildi. Envanterden düştü. Para alındı zaten. Envanterden düştü; envanterden kullanıldığı belirli olan şey tekrar satsalar, başka birine kim bunun karşılığını verecek?
Ben bununla ilgili hastaneyi aradım. Hastanedeki birçok kişiyi aradım. Eee bu durumu daha önce Bursa Hastanesi'nde de anlatmıştım, hatırlarsanız. Olay nasıl oluyor biliyor musunuz? Şimdi bu kişiler, taahhütname imzalatıp böyle şeyler yapılıyor ya. Hı hı. Bu tür olaylar oluyor ya. Burada ne gerçekleşiyor biliyor musunuz? Sanki, "hani olmaz, ya bizim hastanemizde olur" gibi. Bu kullanıldı diye gösterildi. Envanterden düştü. Para alındı zaten.
Envantörden düştü. Envanterden kullanıldığı, düştüğü belirli olan şeyi tekrar satsalar başka birine, kim bunun karşılığında takibini yapacak? Bursa'da yaşandı. Bursa Şehir Hastanesi'nde yaşandı bu olay. Bursa Şehir Hastanesi'nde daha önceki yıllarda yaşanmış olayları daha yeni buldular. Üç yıl öncesinden girip kayıtları bile değiştirdikleri ortaya çıktı hastanede, ve o ilaçların medikal şirketlerine satılarak iç piyasaya servis edildiği öğrenildi. Hatta neyi öğrendik orada biz? Başka başka ilaçların da olaylara karıştığını öğrendik.
Şimdi bu hastanede de böyle şeyler çıktı. Şimdi bu hastane ile ilgili iki tane daha şikayet var bende. Şimdi onları doğrulatmadan haber yapmayacağım. Onlarla ilgili de araştırıyorum. Sağlık Bakanlığı mutlaka bu olayı inceleyecektir. Nasıl oluyor da muhtaç insanlar, hani ne oldu? Biz sağlıkta devrim yapmıştık. Ne oldu? İşçi insanlar, emekçi insanlar gittiğinde, çocuğunun kulağına takılacak şey bile sağlık SSK'nın verdiği bir şey nasıl bağış olarak alabilirler ki? Bunlar hakkında nasıl işlem yapılacak?
Şimdi takipteyim bunu da ben şöyle. Yani bunlar da dışarıda satılabilir ama öyle anlıyorum. Tabii ki satılabilir. H adam mesela eee bunu verdiğine dair bir belge istiyorlar. Eee bu diyor, "Belgeyi veremeyiz. Sen bağış yaptın." Hastanenin gelir idaresi de, "Benim bunu yapacak bir durumum yok," diyor. Yani ameliyata son bir kala diyor, bu cihaz ücreti nedir diye sorduğunda, eee işte eninde sonunda çocuğunun sağlığıyla endişe ediyor ve sessiz kalmak zorunda kalıyorlar.
Şimdi mesela haberi yaparken, ben kendisini aradım ya, Murat Bey, eee tam ayrıntılı anlatmasanız, belki çocuğumun şeyi tam takılmadı. Bunu yapmayabilirler. E çocuğuma zarar verebilirler. Ben kendimden korkmuyorum da, çocuğuma zarar verebilirler diye endişe ediyor baba. Ya bir baba, bir çocuğu için böyle bir endişe duymak zorunda mı?
Bizim haklarımız, verilen haklarımız ve en doğal evrensel hakkımız olan yaşam hakkımız ve Türkiye Cumhuriyeti'nin, Sağlık Bakanlığı'nın garantisi altında olan hakkımızı dahi alamazsak, biz nereye gideceğiz? Sayın Sağlık Bakanlığı mutlaka dinliyordur bizi. Bu babaya yardımcı olmalısınız.
Şimdi mesela haberi yaparken ben kendisini aradım ya Murat Bey, tam ayrıntılı anlatmasanız belki çocuğumun şeyi tam takılmadı. Bunu yapmayabilirler. "Çocuğuma zarar verebilirler" diye endişe ediyor baba. Ya bir baba, bir çocuğu için böyle bir endişe duymak zorunda mı? Bizim haklarımız, verilen haklarımız ve en doğal evrensel hakkımız olan yaşam hakkımız ve Türkiye Cumhuriyeti'nin, Sağlık Bakanlığı'nın garantisi altında olan hakkımızı dahi alamazsak biz nereye gideceğiz? Sayın Sağlık Bakanlığı mutlaka dinliyordur bizi. Bu babaya yardım edeceklerdir. Ama işte mesele bir tane değil, bir öncesinde söyleyin. Yardımla çözülebilecek bir şey değil. Yani sosyal devlet tam da bunu gerektiriyor. Sen sağlığı piyasalaştırırsan, işte bebeklerin ölümünü de anlatırız, bunu da anlatırız. Daha önceki sintigrafi meselesinde başa gelenleri de anlatırız. Çünkü o insan canının bir öneminin olmadığı bir memleket, sonra da tefecilere düşer.
Babalar, anneler çocuklarını tedavi ettirebilir. Geçen gün bir YouTube videosunda izledim. Şöyle, burada söyleyeyim de onu arıyorum ben şimdi. Hatta yardım da isteyim ondan. Abin, ya çok ilginç. Karaciğerini satmış adam, 2 milyon liraya karaciğerini satmış. Sözleşme yapmışlar. Paranın bir kısmını almış, bir kısmını alamamış. Onunla ilgili savcılığa başvurmuş. İç organını satmış. Abi hep böyle yani ya, şey tabii çok doğru değil de, insanlar satışa çıkarıyorlar. Ya çok kötü bir şey bu. Bu çok kötü olan şey işte, Türkiye'nin özeti yani içinde yaşadığımız şey.
Şimdi bir başka konuya bağlayacağım ama hepsi birbiriyle iç içe. Yani bizi eşitledikleri yer aslında, ne kadar özgürlüklerimizi konuşsak da yoksulluk. Yani Kürtü de Türkü de Türkiye'de yaşayan herkesi eşitledikleri tek temeldeki en net yer yoksulluk.
Şimdi bu süreçte, yani geçen yayında da konuştuk, gerçekten tarihi bir süreç. Bir tarafta, yani silah bırakma açıklamasıyla beraber. Ama bu hafta onunla beraber de gelen haberler şu: Yani silah bırakma sonrası Erdoğan'ın yeniden seçilebileceğine yönelik de anketler yapılıyor. O oranları da görüyoruz. Ne var bu yeni gelişmede? Hem o anketlere baktığında hem Erdoğan'ın aklındaki plana baktığında ne görüyorsun?
Şimdi açıkçası yeni bir oyun kuruluyor. Muhalefet, tabii ki kendisi adına bir açıdan haklı olarak, yani İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı hapsedilmiş, başka bir sürü ilçe belediye başkanı hapsedilmiş, meseleyi buradan okuyor ama Erdoğan bu hamleyi de içine alacak bir oyun kurduğunu görüyoruz. Bakın mesele şu...
Terkoğlu, şimdi bu süreçte, yani geçen yayında da konuştuk, gerçekten tarihi bir süreç. Bir tarafta silah bırakma açıklamasıyla beraber, ama bu hafta onunla beraber de gelen haberler şu. Silah bırakma sonrası Erdoğan'ın yeniden seçilebileceğine yönelik anketler yapılıyor. O oranları da görüyoruz. Ne var bu yeni gelişmede? Hem o anketlere baktığında hem Erdoğan'ın aklındaki plana baktığında ne görüyorsun? Şimdi açıkçası yeni bir oyun kuruluyor. Muhalefet, tabii ki kendisi adına bir açıdan haklı olarak, yani İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı hapsedilmiş, başka bir sürü ilçe belediye başkanı hapsedilmiş, meseleyi buradan okuyor ama Erdoğan bu hamleyi de içine alacak bir oyun kurduğunu görüyoruz.
Bakın mesele şu. Geçen haftaki bizim ne zaman konuştuğumuz? Pazartesi. Bu konuyu tartıştık. Eksik bir şey kaldı arkadaşlar. O pazartesi günü 24 saat içerisinde olan bitene bakın. Mesela çok basit bir şey söyleyeyim. Hamas, bir Amerikalı esiri Türkiye üzerinden Amerika Birleşik Devletleri'ne teslim etti. PKK silah bırakma kararını o gün, bizim konuştuğumuz programda zaten açıkladı.
Arkadaşlar, bugün bütün dünya medyasında Türkiye şöyle gündemde: Rusya-Ukrayna krizinin İstanbul merkezde çözümüyle Trump bile eğer çözüm olursa, cuma günü Türkiye'ye gelebilirim, diyor. Bakın, Suriye'de yeni yönetimle karşı yaptırımların kaldırılması; ki Trump'la görüştü Ahmet Elşara. Bugün Amerika Dışişleri Bakanı ile Suriye Dışişleri Bakanı'nın görüşü yine Türkiye'de gerçekleşiyor. Erdoğan, dünya sistemine bir mesaj veriyor.
Bakın, bu dünya sistemine bir mesaj; bu bir başarı değil mi Barış? Şöyle başarı veya başarısızlık nedir? Bunu tarih kendisi gösterir. Çünkü tarihte böyle bir sürü gördüğümüz adımın sonrasına bakmak gerekir. Mesele şu: Erdoğan, dünya sistemine bir mesaj veriyor. Biz Türkiye'de hep Erdoğan'ı konuşuyorduk. Hatırlar mısınız? Pandemi döneminde Skype'larda herkes takım elbisesiyle konuşurdu. Sonra biri ayağa kalkınca altında pijama belli olurdu. Şimdi herkesin altındaki pijama görünmeye başladı. Yani bütün dünya Erdoğan tipi liderlerle yönetilmeye başladı.
Amerika'da Trump, bir bakıyorsunuz Trump’ın üçüncü dönem aday olup olamayacağı konuşuluyor. Fransa'da Löpen'in cumhurbaşkanlığı seçimlerinden yolsuzluk dosyaları nedeniyle diskalifiyesi konuşuluyor. Almanya'da aşırı sağ konuşuluyor. Dünyanın her yerinde bu tip liderler ve her birinin çıkar ortaklıkları aynı, ve her birinin de kullanışlı aradıkları isimler aynı.
Erdoğan diyor ki, “Ben bu dünyada, bugüne kadar yaptığım yönetme şeklini artık bütün dünyaya daha kolay kabul ettirebilirim.” Hele düşünün; Avrupa'nın güvenliği için benim orduya ihtiyacım var. Türkiye, bunu bizim için yapar mı dediği bir durumda, daha kolay kabul ettirir. Ben içeride muhalefetin kafasına vur...
Erdoğan diyor ki, "Ben bu dünyada bugüne kadar yaptığım yönetim şeklini artık bütün dünyaya daha kolay kabul ettirebilirim." Hele düşünün, Avrupa'nın güvenliği için "Benim orduya ihtiyacım var. Türkiye bunu bizim için yapar mı?" dediği bir durumda daha kolay kabul ettirir. Ben içeride muhalefetin kafasına vururken, dışarıda bütün dünyaya yeni dünya düzeninin temsilcisi benim. "Sizin hayatınızı kolaylaştıracak lider benim" derim diyor Erdoğan. İşte bu mesajı veriyor dünyaya. "Rusya-Ukrayna krizini kimle çözerseniz benimle çözersiniz. Suriye'de yeni yönetim." Bakın, Trump ne diyor? "Suriye yönetimine İsrail için tehdit olmaktan çık, terörü tasfiye et." Bunu kimle yaparsınız Suriye'de? Bunu benimle yaparsınız. Örneğin, Avrupa'nın güvenliğini kimle sağlarsınız? Benimle sağlarsınız.
Bütün bunların mesajını vererek Erdoğan, "İmamoğlu değil," diyor. Çünkü biliyorsunuz, bir süredir İmamoğlu sadece Türkiye içerisinde bir belediye başkanı değildi. Hem cumhurbaşkanı adayıydı hem de dünyaya Erdoğan'ın dışında bir yönetim vadeden bir liderlik sunuyordu. "Onunla değil, benimle yaparsınız," diyor. Erdoğan'ın dünyaya bunu kabul ettirmesi şuna yol açıyor: Dünya, Avrupa sınır güvenliği için Trump zaten umurunda bile değil ama bölgedeki adımları için, Rusya-Ukrayna krizinde çözüm için, Suriye'deki başka meseleler için, tüm bunlar için benim içeride muhalefeti dövmeme pek de ses çıkarmazlar diye düşünüyorum. Ben bu hikayeyi böyle okuyorum, Erdoğan'ın böyle bir oyun kurduğunu görüyorum.
İşte burada mesela, ben Özgür Özer'e "Şey dedi ya, Devlet Bahçeli ile Tayyip Erdoğan farklı tellerden çalıyor," dedim. Ben öyle düşünmüyorum. Şu anda son dakika, akşam saatlerinde Cumhurbaşkanının açıklaması geldi. Bir görev dağılımı olduğunu mu düşünüyorum? Aynen. Ben Erdoğan ile Devlet Bahçeli arasında PKK meselesi konusunda bir fikir birliği olduğunu, farklı tonlar kullanmakla birlikte aralarına bir görev dağılımı olduğunu düşünüyorum. Devlet Bahçeli'nin, Erdoğan'dan habersiz böyle bir adım atmayacağına eminim. Erdoğan'ın da Devlet Bahçeli'ye karşı tavır almadığını görüyoruz. Nitekim son dakika, söylediğim açıklama birlikte şunu söylüyor: "Kimsenin kaygısı olmasın. Biz Sayın Bahçeli ile birlikte ne yaptığımızı çok iyi biliyoruz." Bu süreç...
Mesela, ben Özgür Özer'in "Devlet Bahçeli ile Tayyip Erdoğan farklı tellerden çalıyor" dediğini duyduğumda, ben öyle düşünmüyorum. Şu anda, son dakika, akşam saatlerinde Cumhurbaşkanının açıklaması geldi. Bir görev dağılımı olduğunu mu düşünüyorum? Aynen. Ben Erdoğan ile Devlet Bahçeli arasında bu PKK meselesi konusunda bir fikir birliği olduğu, farklı tonlar kullanmakla birlikte aralarına bir görev dağılımı olduğunu düşünüyorum.
Devlet Bahçeli'nin Erdoğan'dan habersiz, Erdoğan inisiyatifini hiç ısrarla böyle bir adım atmayacağına eminim. Erdoğan'ın da Devlet Bahçeli'ye karşı bir tavır almadığını görüyoruz. Nitekim, son dakika, hani söylediğim açıklama birlikte şunu söylüyor: "Kimsenin kaygısı olmasın. Biz Sayın Bahçeli ile birlikte ne yaptığımızı çok iyi biliyoruz. Bu süreci biz birlikte yürütüyoruz." Devlet Bahçeli'nin bütün adımlarına destek veriyor. "Biz bu işi birlikte yapıyoruz" diyor.
Gelinen noktada PKK bir karar aldı. Geçen pazartesi günü de bunu ilan etti ve kararın sonunda, "Biz fesih ilan etme, silahları bırakma kararı almakla birlikte bu bizim için yeni bir başlangıç. Bundan sonrasını APO yürütecek bizim adımıza" dedi. Özetle dinlediğinizde bunu anlıyorsunuz.
Türkiye'de ise hem Devlet Bahçeli'nin hem Tayyip Erdoğan'ın açıklamalarından bu süreci bizim adımıza istihbarat veya istihbarat MİT'in işaret ettiğini görüyoruz. MİT'i yöneteceklerini görüyoruz. Şimdi buradan sonra bir dizi adımın atılacağını görüyoruz. Onların ne olacağını aşağı yukarı görüyoruz. Ama Suriye meselesi de bu işin bir parçası. Sınır ötesinde yapılan görüşmeler de bu işin bir parçası. Türkiye'deki infaz yasası da bu işin bir parçası.
Mesela dikkat edin, birkaç gündür bazı tahliyeler arka arkaya gelmeye başladı. Yani hasta olan içerideki hükümlülerin veya serbest dolardıkları halde koşullu salıverme bırakılmayanların bırakılması da bu işin bir parçası. Özetle, bu paket şu an Abdullah Öcalan ile bir tarafın Abdullah Öcalan'a, bir tarafın istihbarata verdiği uluslararası konjonktüre de bakın, biz Türkiye'de bu meseleyi çözüyoruz. Hem Suriye meselesini kolaylaştırıyoruz hem bölgeyi rahatlatıyoruz dediği bir projenin parçası.
Bu projenin sonunda ki ben işin geçen pazartesi de onu söylemedim, hedefi, felsefesi, niyeti, demokrasi falan olduğunu kimse sanmasın. Bu işin öbür ayağı, Erdoğan'ın bir eliyle muhalefetin bir bölümünü, mesela ne diyor? "Belediye kanunu öyle bir belediye kanunu getireceğiz ki belediyelerin yetkilerini azaltacağız" diyor ama kayyumu da zorlaştıracağız dedi. Yani muhalefetin bir bölümünü rahatlatırken, öbür bölümünün belki boğazını daha sıkı sıkı sıktığı ne diyor? Ahtapot diyor, bir anlamda. Devamında diyor ki, "Bu operasyonlar devam edecek." Burada özel bir bilgi vereyim, mesela Şişli Belediye Başkanına ne dedik?
Bu projenin sonunda ki ben işin geçen pazartesi de onu söylemedim, hedefi, felsefesi, niyeti, demokrasi filan olduğunu kimse sanmasın. Bu işin öbür ayağı, Erdoğan'ın bir eliyle muhalefetin bir bölümünü, mesela ne diyor? "Belediye kanunu öyle bir belediye kanunu getireceğiz ki belediyelerin yetkilerini azaltacağız," diyor ama kayyumu da zorlaştıracağız. Yani muhalefetin bir bölümünü rahatlatırken öbür bölümünün belki boğazını daha sıkı sıkı sıkacağı, ne diyor? "Ahtapot," diyor; bir anlamda devamında "Bu operasyonlar devam edecek," diyor.
Burada özel bir bilgi vereyim. Mesela Şişli Belediye Başkanına ne dedik? Kendi pazartesiden sonra, ya kent uzan CHP'li bir belediyeyi içeride tutmanın anlamı kaldı mı dedi herkes. Esenyurt da aynı şekilde. Esenyurt’ta, "Kaldı mı?" dedi herkes. Yani siz mesela dağdaki teröriste, "Silahını ver, teslim ol ve seni bırakalım," dediğiniz bir konjonktürde, bir CHP'li belediye başkanını nasıl bununla yargılarsınız dedi herkes. Özel bir bilgi; Şişli Belediyesi'ne, "2019’dan 2024’ün Mart’a kadar bütün ihale dosyalarını gönderin," diye yazı yazılmış.
Bakın sonuçta, siz kent uz açısından bıraktıkları belediyeyi öbür taraftan yolsuzluk dosyalarından yeniden tutuklayacakları bir süreç. Terör olmadı, yolsuzluk haliyle Erdoğan, dünya üzerinde, Türkiye'de istikrarlı olabilecek ve sizin adınıza dünya düzenini koruyabilecek lider benim diyor ama siz de, benim içeride bu terör meselesini, PKK meselesini bitirirken, muhalefetin bir bölümüne hareket alanı açarken, öbür bölümüne, "Kavga etmeye sessiz kalın," diyor.
Açıkçası, Türkiye'de demokrasi denilen şey, bundan sonra CHP'nin boğazının daha çok sıkıldığı, CHP üzerinden Erdoğan'ın daha sert bir politika ürettiği sürece, doğru gideceğini düşünüyorum. Hikaye benim adıma bu şekilde. Timur, merak ediyorum senin de ne düşündüğünü. Çünkü bu silah bırakma sürecinden sonra, yani Erdoğan'ın bu süreçte yeniden oylarını artırdığını, yeniden seçilebileceğini gösteren anketler yapılmaya başladı.
Geçtiğimiz yayında da bunu konuştuk. Çünkü bu toplumu ikna etmeden bir süreç başlatıldı ve şimdi yeniden toplum ikna edilmeye çalışılıyor. Öyle mi, Siden?
Ya bence öyle; yani şu gerçek var ortada. Şimdi bir PKK kendisine istenen adım attı; yani feshetti, silahları bıraktı. Şimdi bu aslında Türkiye kamuoyunu ikna edebilecek ilk adım. Ama şimdi herkes bir bayram havası estiriyor. Evet, herkes bir barış söylemine yaslanıyor. Ama şimdi şöyle bir süreç başlayacak; tamam, PKK bir şey verdi. Şimdi yani Öcalan'la yapılan anlaşma gereği verilecek şeyler başlayacak.
Şimdi ne olacak? Öcalan, İmralı'dan çıkacak değil mi? Yani bir şekilde…
Ya bence öyle, yani şu gerçek var ortada: PKK kendisine istenen adımı attı; silahları bıraktı. Bu, aslında Türkiye kamuoyunu ikna edebilecek ilk adım. Ama şimdi herkes bir bayram havası estiriyor. Evet, herkes bir barış söylemine yaslanıyor. Ama şimdi şöyle bir süreç başlayacak: Tamam, PKK bir şey verdi. Şimdi, yani Öcalan'la yapılan anlaşma gereği verilecek şeyler başlayacak. Ne olacak? Öcalan İmralı'dan çıkacak mı? Yani bir şekilde, ben kesinlikle Barış'ın dediğine katılıyorum. Dem parti Öcalan tarafından yönetilecek ve bazı iddialara göre Cumhur İttifakı'na artık Dem parti katılacak.
Şöyle bir tablodan bahsediyorsunuz aslında: Erdoğan, Devlet Bahçeli, Öcalan ittifakı gibi bir ittifaktan bahsetmeye başladı. Şimdi, o daha sonra ne olacak? İşte silahlar teslim edilecek, ülkeye bir kısmı giriş yapacak, bir af yasası gelecek. Örneğin, Erdoğan'ın oradaki dilin altındaki bakla, belediyelerle ilgili daha önceki süreçte demin taleplerinden olan, belediyelerin yetkilerinin arttırılmasını içeren talepler de olacak. Ya da Kürtçe ile ilgili bazı adımlar atılacak.
Şimdi bunları adımları attıkça, yani verme, sen istediğini aldın Türk kamuoyu açısından, Türkiye kamuoyu açısından ancak vermeye başladığında, tabanda oluşacak tepkinin ne olduğunu henüz bilmiyoruz. Benim sokaktaki gözlemim buna yönelik bir tepki var. Yani bir ikna süreci olmadığı için, şeffaf bir süreç yönetilmediği için ve bu herkesin ağzından demokrasi lafının düşmemesine rağmen, tamamen Türkiye'yi otoriterleştirecek bir yöne doğru gidildiği için, bu sorun çözülmez arkadaşlar. Yani demokratikleşmeden bu temaslarla, bu al gülüm ver gülümlerle bu süreci yönetemezsiniz.
Resul Emrah Şahin, Şişli Belediye Başkanına Azat Barış mıydı? Azat Barış'la görüştü diye içeride tutup Şişli Belediyesi'ne kayyum atayıp, bunu yapamazsınız. Esenyurt'ta belediye bu olmaz. Bu mantıken, böyle bir sürecin gitmesi imkansız. Yani bu iktidarın demokratikleşmesi de imkansız. Çünkü, aynı dediğim gibi yeni Dem Parti, yani eskinin sürekli kapatılsın, üzerine çökülsün denilen Dem Parti artık Türkiye'de CHP'dir. Yani Dem Parti'yi alıyor, oradan çıkarttı. Onun yerine CHP'yi koyuyor ve toplumda bir şekilde, anketlerden de okuduğum şöyle bir şey var. Örneğin Ümit Özdağ, herkes biliyor ki ben bu süreci baltalayacağım dediği için cezaevinde. Ama o cezaevinde de bu süreçten rahatsızlık duyan bir kamuoyu var.
Toplumda bir şekilde, benim anketlerden de okuduğum kadarıyla şöyle bir durum var: Örneğin, Ümit Özdağ, herkes biliyor ki, ben bu süreci baltalayacağım dediği için cezaevinde. Ama o cezaevinde de bu süreçten rahatsızlık duyan bir kamuoyu var. Ve sen bunu şeffaf yürütmediğin sürece, demokratikleşme yönünde adım atmadığın sürece ve talepleri yerine getirme süreci başladığında, o tabandaki reaksiyonun ne olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz. Şimdi Erdoğan, oylarını artırıyor gibi görünebilir ama çok hızlı bir şekilde, çünkü Kürt sorunu öyle bir meseledir ki, Türkiye'de ekonomik kriz döneminde bile, bakın Türkiye ekonomik buhran yaşarken Erdoğan'ın montaj kasetinde seçim sürecini değiştirdiği bir gerçektir; Kürt meselesi o kadar önemli bir noktadır ki, bu adımı attığınızda çok büyük risklere girersiniz. İşte o tabanda bunun nasıl reaksiyon göstereceği, nasıl bir sonuç doğuracağını da hiçbirimiz bilmiyoruz.
Bugün, ülke güvenliği olarak değerlendirilen şey tam da senin söylediğin şeydi. Şimdi oradaki ülke güvenliği olarak değerlendirilen şey, İmamoğlu'na döndü. İmamoğlu, terör örgütü oldu. Şimdi örgütler değişti. İşte rota yeniden oluşturulduğunda, bu bir cümle.
Pazartesi demiştim ki, şu anda yeni bir anayasa lazım diyen Cumhur İttifakı, D Parti de artık yeni anayasa istediğini söylüyor. 382 demiştim, şu an +1 oldu, 383 oldu. Evet, iktidar kulislerinde şu anda konuşulan şey, "Biz bunu tamamlarız," diye. Mesela yeni yolunun ne yapacağını bilmiyoruz, içindeki parçalar, "Biz bunu 400'e tamamlarız," diye konuşuluyor, arkadaşlar. Bakın, "Biz bunu 400’e tamamlarız," diye konuşuluyor. Yani, referandumsuz, yeni anayasayı yaparız, diye konuşuluyor.
Dikkat edin, bugün bu arada Fatih Altaylı, Yavuz Aralioğlu ile bir röportaj yaptı. Yarın, galiba yayınlanacak. Orada da bu geçiyor. Bugün İyi Parti lideri Musavat Dervişoğlu da söyledi. Muhalefet, bu işi referanduma götürerek, bu Öcalan meselesini, tam da Timur'un söylediği şekilde kamuoyunun önünde, "Gel bakalım, bu Öcalan meselesinde toplum ne diyor?" diyerek referanduma götürmek isteyecek. İktidar ise hayır, referanduma götürmeyelim, "400'ü tamamlayalım, 400 vekille anayasa yapalım," diyecek. Önümüzdeki dönem siyaset kavgası bunun üzerinden şekillenecek. Belki yeni...
Dikkat edin, bugün bu arada Fatih Altaylı, Yavuz Aralioğlu ile bir röportaj yaptı. Yarın galiba yayınlanacak. Orada da bu geçiyor. Bugün İyi Parti lideri Musavat Dervişoğlu da bunu söyledi. Muhalefet, bu işi referanduma götürerek bu Öcalan meselesini, tam da Timur'un söylediği şekliyle kamuoyunun önünde "Gel bakalım, bu Öcalan meselesinde toplum ne diyor?" diyerek referanduma götürecek. İktidar ise, hayır, referanduma götürmeyelim, 400'ü tamamlayalım, 400 vekille anayasa yapalım diyecek. Önümüzdeki dönem siyaset kavgası bunun üzerinden şekillenecek. Belki yeni transferlerde görebiliriz. Şimdiden söyleyeyim. Çünkü bunun borsası, borsası derken para anlamında söylemiyorum, görüşmeler anlamında söylüyorum. Bunun görüşmeleri de şimdiden başlamış durumda.
Referandumsuz bir anayasanın meşruiyeti her zaman çok tartışmalı olur, tabii. Meşruiyet... Yani ki sen de ne diyorsun? Timur diyorsun, haklısın. Söyleyecek misin? Ya içim çok dolu. İçim çok dolu. Vallahi o kadar çok dolu ki, ağzım o kadar cam kırıklarıyla dolu ki, her konuştuğumda inanın yutkunuyorum ve o kan parçaları ciğerlerimden mideme gidiyor. Artık dayanamıyorum, böyle inanın dayanamıyorum.
Bu küstahlıkları, bu sürecin içerisinde kendini bir halt sanan insanların yazdıklarını, bu siyasileri daha öncesinde Taraf Gazetesi'nin arttıklarını, kumpas dönemlerinde yüzlerine dahi bakılmayacak olmasına rağmen, millet içine çıkıp utanmadan hâlâ konuşabilenleri, televizyon köşelerinde barış çığlıkları atanları, bu tür yaşanan süreçlerin içerisinde kendini kaybedip naralar atanları, insanları endişe duyduğu için, merak ettiği için sorular soran, olayı anlamaya çalışan, sürecin ne olduğunu görmeye çalışan, milletvekillerinin, bürokratlarının hiçbiri bilmediği süreci anlamaya çalışan insanların soru sorduğu bir dönemde, onları cahillikle suçlayan, onları iş bilmezlikle suçlayan, onların hakkında türlü dezenformasyonlar yaparak veya manipüle ederek toplumun önünde rezil etmeye çalışanlar var. O yerde var ya, inanın dişlerimi sıkıyorum.
Niye dişlerimi sıkıyorum biliyor musun? Bu ülkedeki PKK gibi eli kanlı terör örgütünün, bebek katili bir örgütün silahı bırakmasını, bu insanların gelecek dönemler için umut besleyecek bir girişimin olmasının bir insana rahatsızlık yaratmasını düşünecek kadar ruh hastası olabilirler mi? Ya tabii ki bunu ister herkes. Bırakılsın bu silahlar, bırakılsın bu şey. Bununla ilgili çözümler ne varsa yapılsın. Yargılama mı yapılacak? Yapılacak. Ama arkadaş, bir şeyin hesabı verilmeden, 50.000 şehit var bu ülkede. Bu toprak uğruna, bu vatan uğruna can veren insanlar...
Niye böyle hissediyorum biliyor musun? Bu ülkedeki PKK gibi eli kanlı terör örgütünün, bebek katili bir örgütün, silahı bırakmasını ve bu insanların gelecek dönemler için umut besleyecek bir girişimin olmasının bazı insanlara rahatsızlık vermesini düşünecek kadar ruh hastası olabilirler mi? Elbette herkes bunu ister. Bırakılsın bu silahlar, bu tür sorunlarla ilgili ne gerekirse yapılsın. Yargılama mı yapılacak? Elbette yapılacak.
Ama bir şeyin hesabı verilmeden, 50.000 şehit var bu ülkede. Bu toprak uğruna, bu vatan uğruna can veren insanlar var. Onların hesapları sorulmadan, o insanların helalliği alınmadan ya da o insanlarla masaya oturulmadan bir süreç nasıl yönetilecek? Bunun bütün boyutlarını görmeden neyin kavgasını veriyoruz? Neyin saldırısına maruz kalıyoruz? Soru sorulunca suçlu mu oluyorsunuz? Bir şey anlamaya çalışıyorsunuz.
Buradaki mevzu şu: En son korucularla ilgili bir açıklama yapıldı. "Çobanlık yapsınlar" dediler korucular için. Koruculara "çobanlık yapsınlar" denildi. Yıllarca o bölgede yaşayan halkın canını koruyan ve bu terör örgütüne karşı dimdik duran adamlara bu söyleniyor. Onun için ben dişlerimi sıkıyorum.
Biz de süreci takip edeceğiz, göreceğiz. Bu süreç nereye evrilecek, ne tür pazarlıklar olacak, siyaset nasıl bir değişim yaşayacak, siyasiler neler yapacak, sonradan neler çıkacak? Hep birlikte göreceğiz, hep birlikte yaşayacağız. "İhtilali olmakta fayda var" deniyor ya, evet, orada ne değişir bilmiyorum ama değişmeyen bazı şeyler var. Değişmeyen durumlar gençlerin ve gazetecilerin tutuklanması.
Bugün, 29 yaşında olan genç bir gazeteci arkadaşımız Furkan Karabağ tutuklandı. Çok çalışkan bir muhabir, çok iyi bir gazeteci. 1996 yılında Kayseri'de doğmuş. Ailesinin memur olması nedeniyle şehir şehir dolaşmış, İç Anadolu'da büyümüştür. Ailesinin etkisiyle seküler milliyetçi bir yaşamı var; beş vakit namaz kılan, daha muhafazakar bir ailenin çocuğu olarak milliyetçilikle tanışmış. Ayrıca sol görüşle de tanışma süreci olmuş.
Bunu neden anlattım? İnsanları tutuklamak, insanları cezaevine atmak çok kolay bir şey savcılar ve hakimler için. Ancak onların da insan olduklarını hatırlamak gerekiyor. Bakın arkadaşlar, ben burada çok ayrıntılara girmeyeceğim. Ancak dosyanın kapsamı...
Bunu niye anlattım? İnsanları tutuklamak, cezaevine atmak savcılar ve hakimler için çok kolay bir şey. Ama onların insan olduğunu hatırlamak gerekiyor. Furkan Karabağ'ın, YouTube'da yaptığı HDK dosyasıyla ilgili bir videosu ve sosyal medyada yaptığı paylaşımlar nedeniyle İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın dosyalarından kaynaklanarak şu an cezaevinde. İki suçtan tutuklanıyor: bir terörle mücadelede görev almış kişileri hedef göstermek. Burada kime hedef gösteriyor? HDK'dan kaynaklı olarak PKK olduğunu düşünmeliyiz. Ancak, PKK kendisini feshetti. Hangi örgüte hedef gösteriyor Furkan? Burayı anlayabilmiş değilim. Şu an iktidar kanadında olup da PKK’yı güzelleştirmeyenleri dövüyorlar. Ama Furkan, sayın yargı mensuplarını o PKK’ya hedef göstermekten cezaevine giriyor.
Furkan’ın bir diğer tutuklanma gerekçesi ise Cumhurbaşkanına hakaret. Şimdi bu konuya gelecek olursak; "Hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökmemiş olmanın üzüntüsü içindeyim. Bundan dolayı hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de milletim de bizi affetsin." Bu cümle kim tarafından söylendi? Recep Tayyip Erdoğan. Kime ithaf ediliyor? Fethullahçı terör örgütüne dair bir öz eleştiri yaparak, "Ben bu örgütün iç yüzünü bilmiyordum. Çok destekledim, yanlarında durdum. Meğer bunlar hainmiş," dedi. Biz de buna "Günaydın" dedik. Yıllardır bunu yazdık, ama dinlemediler.
Bunu niye hatırlattım? Mahir Polak bir süre önce cezaevinde değil miydi? Ve ölümle burun buruna geldi. Furkan da yakın tarihi bilen bir gazeteci olarak, "Biz bazı dersler almamız gerekiyor" dedi. Cezaevinde insanlar öldü bu ülkede. Yapılan operasyonlar nedeniyle insanların sağlıkları bozuluyor. Bakın, "Türkan Say, Kuddis Okur, Alita" intihar etti dedi. Bütün bunlar sosyal medyada yer aldı.
Kim dedi bunu? Recep Tayyip Erdoğan dedi. Kime istinaden söyledi? Fethullahçı terör örgütüne dair bir öz eleştiri yaptı. Dedi ki, "Ben bu örgütün iç yüzünü bilmiyordum. Çok destekledim. Çok fazlasıyla yanlarında durdum. Meğer bunlar hainmiş." Biz de "Günaydın" dedik. Yıllardır yazılık ettik; dinlemediniz dedik.
Şimdi bunu niye hatırlattım? Mahir Polat, bir süre önce cezaevinde, değil mi arkadaşlar? Ve ölümle burun buruna geldi. Furkan da yakın tarihi bilen bir gazeteci olarak, "Ya arkadaş, biz dedi, yakın tarihten bazı dersler almamız gerekiyor. Cezaevinde insanlar öldü bu ülkede. Bu operasyonları yaptığınız için insanların sağlıkları bozulur." Bakın, dedi. "Türkan Say, bakın, işte Kuddis okur; bakın, Alita da intihar etti."
Almış sosyal medyada Mahir Polat'ın hastalığından yola çıkarak bir yakın tarih hatırlatması yapmış ve o sosyal medya mesajından sonra ne yapmış biliyor musunuz arkadaşlar? Cumhurbaşkanına hakaret gerekçesini anlatıyorum. Demiş ki Furkan, aynen şöyle, bakın: "Erdoğan'ın alkışladığı yalanlar ve sahte belgelerle kurulan kumpaslar." Cümlesi. "Erdoğan'ın kutladığı ve destek verdiği dava." Sosyal medya hesabında Erdoğan'ın Ergenekon davasına destek verdiğini hatırlattığı gerekçesiyle Furkan Karabay, Erdoğan'a hakaretten cezaevine girdi.
Tutuklama kararı diyor ki, "Ya diyor, Furkan Karabay sen bunu hatırlatarak Sayın Cumhurbaşkanımızı onur ve onuruyla oynuyorsun ve rencide ediyorsun." Kendisi milyonların gözü önünde. "Ben destek verdiğim için Rabbim, milletim beni affetsin." dedi.
Bir gazeteci yıllar sonra diyor ki, "Ya arkadaş, aynı kumpaslar bir daha yaşanmasın." Zamanında o kumpaslara da Erdoğan destek vermişti. İşte bu insanlar tek tek öldü. Aynı şeyler yaşanmasın dediği için Erdoğan'a hakaretten 4 yıl hapis istemiyle şu an cezaevinde. Yazık, yazık, yazık.
O savcıların da, o hakimlerin de bu tutuklamaları destekleyenlerin de ailesi var, çocukları var, eşleri var, vesaire. 29 yaşında, bakın, ya yakınlarından tanıdığımız için hepimiz biliyoruz. Vatanına, bu topraklara sonuna kadar bağlı. Zaten yurt dışına çıkış yasağı olan, iki kez, bildiğim kadarıyla bir adamı kaçma şüphesi var diye tutukladı bu ülkenin hâkimiyeti. Çok yazık abi. Çok yazık.
Birer cümle varsa, hem ya jet bir tutuklamaydı yani o kadar hızlı bir şekilde savcılık, oradan mahkeme, oradan cezaevi. Yani Furkan'ı böyle çok hızlı bir şekilde, bir de yaptılar; yani soruşturma da bir gün önce başlamış, geçmiş tweetlere bakıyorlar; yani artık yargı sopası elinde. Gözlerine kestirdikleri gazeteciyi cezaevine gönderiyorlar.
Ve maalesef, kimse bu ülkede artık şunu konuşamıyor bile. Yani basın özgürlüğü var bu ülkede, anayasamızda. Ya bir gazetecilik mesleğinin üzerine böyle bir kabus...
Zaten yurt dışına çıkış yasağı olan iki kez bildiğim kadarıyla bir adamı, "kaçma şüphesi var" diye tutukladı bu ülkenin hakimiyeti. Çok yazık, abi. Çok yazık. Hem de jet bir tutuklama ile; yani o kadar hızlı bir şekilde savcılık, oradan mahkeme, oradan cezaevi… Furkan'ı böyle çok hızlı bir şekilde, bir de yaptılar yani. Soruşturma da bir gün önce başlamış, geçmiş tweetlere bakıyorlar. Yani artık yargı sopası elinde. Gözlerine kestirdikleri gazeteciyi cezaevine gönderiyorlar ve maalesef kimse bu ülkede artık şunu konuşamıyor bile. Yani basın özgürlüğü var bu ülkede, anayasamızda.
Bir gazetecilik mesleğinin üzerine böyle bir kabus çöküyorlar. Çünkü gerçeklerin anlatılmasından çok korkuyorlar. Bu baskı rejiminin toplumda kabullenilmesini istiyorlar. Furkan da bunu kabullenmeyen çok genç ve çok başarılı bir meslektaşımız. Umarım en kısa zamanda özgürlüğüne kavuşur. Artık yargının güven verdiği, insanlar mahkemeye gittiğinde, "Ya ben kesinlikle haklıysam, bunu kazanabileceğim," dediği günlerin gelmesi gerekiyor. Ne yazık ki biz bugünleri yakalayamayacağız gibi.
Bu dönemde Furkan'ın toplanma gerekçesine baktığımızda, terörle mücadele eden insanları hedef göstermekten bahsediliyor. Suçlamalardan biri de bu. Fotoğraflara baktım. O çözümlemelerdeki ve bununla ilgili binlerce kişi aynı fotoğrafları paylaşmış. Yani neye göre değişiyor o kapsam? Neye göre daraltılıyor? Nasıl bu işlem yapılıyor? Anlayamıyorum. Aklımı sırna ermiyor artık o hukukun maddelerine. Umarım bir an önce özgürlüğüne kavuşur.
Furkan bizim yanımızda gazeteciliğe başladı. İlginç bir gün, anlatırız; yanlışlıkla başka bir Furkan yerine onu almışız. Çocuğa belki de hayatına kastetmişiz. Öyle bir tarafı var hikayenin. Hep de biz onu abisi olarak uyardık bu arada. Kulağını çektik. Gençlik ateşi. "Oğlum, sakin şunu şöyle yapma," filan diye.
Şimdi, arkadaşlar, mesele şu. Benim burada vurgulayacağım şey şu: Ben tam Furkan'ın yaşındayken, 29 yaşındayken terör mahkemelerinde yargılanmaya başladım. Yargılanma konum, meşhur iftar fotoğraflarıydı ve ben hakim ve savcıların Fethullahçı polislerle yemek yemesini haberleştirdiğim için, beni fotoğraflardaki hakim ve savcılar yargılamaya başlamıştı. Ben de demiştim ki, "Kendi olduğunuz fotoğraflardaki fotoğrafları yayınlamanın doğru mu yanlış olduğuna siz mi karar vereceksiniz?"
Bugün Furkan Karabay'ın içeri atılma nedeni, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürütmüş olduğu soruşturmaları eleştirdiği için, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talebiyle gidiyor. Yani şunu demek istiyorum: Adaletin tarafsız olması gerektiğini bütün dünya kabul ediyorsa, bir savcılık kendisini eleştirenden intikam alıyorsa, bu kabul edilemez.
Şimdi arkadaşlar, mesele şu: Benim burada vurgulayacağım şey, ben tam Furkan'ın yaşındayken, 29 yaşındayken terör mahkemelerinde yargılanmaya başladım. Yargılanma konum, meşhur iftar fotoğraflarıydı. Ben, hakim ve savcıların Fethullahçı polislerle yemek yemesini haberleştirdiğim için, beni fotoğraflardaki hakim ve savcılar yargılamaya başlamıştı. Ben de demiştim ki, "Kendi olduğunuz fotoğraflardaki fotoğrafları yayınlamanın doğru mu yanlış olduğuna siz mi karar vereceksiniz?"
Bugün Furkan Karabay'ın içeri atılma nedeni, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürütmüş olduğu soruşturmaları eleştirdiği için, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talebiyle gidiyor. Yani şunu demek istiyorum: Adaletin tarafsız olması gerektiğini bütün dünya kabul ediyorsa, bir savcılık kendisini eleştiren gazeteciyi, kendi soruşturmalarını eleştiren gazeteciyi "Sen beni nasıl eleştirirsin? Bu yaptığın suçtur," diyerek tutuklamaya sevk etmesi, işin özüne ve ruhuna aykırı. Yani kendisi olayın tarafı; Furkan o tarafı eleştiriyor. Bu taraf, nasıl adil davranacak Furkan'ı gözaltına aldırıp tutuklarken?
Ben bu işin, aslında tuzun koktuğu yerde olduğumuzu düşünüyorum. O yüzden bir gazetecinin bu tuzun koktuğu yerin sembolü olarak tutuklandığını düşünüyorum. Bir şey ekleyecektin galiba sen.
Evet, birkaç notum var. Kısa kısa... Bizi Amerika'dan izleyenler var. Özellikle duyurmamızı rica ettiler; izleyicilerimiz. Bu pazar, Türkiye'de de olduğu gibi, Amerika'nın birçok şehrinde Türkiye'deki antidemokratik uygulamalara karşı bir protesto gösterisi varmış. Amerikalı izleyicilerimiz bunu duyurmamızı rica etti.
Bir de editörüm Deniz, düzenli olarak bana yazıyor. WhatsApp'tan, bizim yayınımızı daha yaşı ileri olan izleyicilerimizle paylaşmamızı rica ediyor. Yine bunu Deniz rica etti. Yakında bir daha anacağız; bir sanatçı arkadaşımız var, Eda Erdoğmuş. O, bizim görsellerimizle ilgili çok yakında yeni gelişmeler duyurabileceğimiz bir şey var. "Sen de ekle butonu" diye bir şey yapmışız. Bunu bizim Instagram hesabımızda görebilirler. Benim notlarım budur.
Murat, o işi çok iyi yapıyordu. "Sen niye onu devre aldın?" dedin. "Haberim yoktu, verdim sözü," dedim. Barış yaptı. Şaka yapıyorum, sen yine ekle.
Değerli takipçilerimiz, değerli izleyiciler. Sizin desteğinizle büyüyoruz. Daha çok izlenmeye başlandık. Sizin bize vermiş olduğunuz sorumluluğu omuzlarımızla taşıyoruz. Siz de aynı sorumluluğu taşımanızı istiyoruz. Bu yayını birlikte yapıyoruz ve birlikte büyüyeceğiz. Size ihtiyacımız var. Onun için yayını duyurmanızı, beğenmenizi, paylaşmanızı rica ediyoruz bir kez daha.
Bugün bir izleyicimizle karşılaştım. YouTube'da abone olabilmek için bir de mail adresi alması gerekiyormuş. Onu yapamıyorlarmış.
Değerli takipçilerimiz, değerli izleyiciler. Sizin desteğinizle büyüyoruz. Sizin desteğinizle daha çok izlenmeye başladık. Eee, bizim için vermiş olduğunuz sorumluluğu omuzlarımızda taşıyoruz. Eee, siz de aynı sorumluluğu taşımanızı istiyoruz. Bu yayını birlikte yapıyoruz ve birlikte büyüyeceğiz. Eee, size ihtiyacımız var. Onun için yayını duyurmanızı, beğenmenizi, paylaşmanızı rica ediyoruz bir kez daha.
Eee, bugün bir izleyicimizle karşılaştım. YouTube'da abone olabilmek için bir de e-posta adresi alması gerekiyormuş. Onu yapamıyorlarmış. Lütfen bu kişilere yardımcı olun. Annenize, babanıza yardımcı olun. Onlar da bizleri izlemeye çalışıyorlar. Eee, bu konuda biz de elimizden geldiğince herkese destek olmaya çalışıyoruz.
Ben yolda sarıyorum millete. Vallahi, konuklar benden gid açıyorum telefonu. Yap, ben yaptım, bugün ilk üç kişiye eee izlemeye de başladılar. Eee, cumartesi günü de Samsun'a geliyorum. Eee, Samsun'dan izleyen dostlar varsa, eğitim işi için davetlisi olarak orada olacağım. 87 yaşında Dursun Açıkbaş. Dün not almıştım onu. 87 yaşında eee, bizi izliyor. Bir taraftan da hastalığıyla mücadele ediyor. Acil şifa diliyoruz kendisine. Vallahi, Pamela Hanım da izliyor, paylaşmış. Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim.
Bitirmeden bir şey anlatayım. Size başta anlatacaktım, unuttum. Girdiğimizde can sıkıntısıyla başlıyor; sonra başlayınca da bu da can sıkıntısı ama güleceğimiz bir şey. Eee, burada dinleyeceksiniz bunu. Yayına girmeden bir telefon aldım. Ecem diye bir avukat var Ankara'da. Söylemeyeyim şimdi soyadını. Eee, gözaltına alınıyor. Düşünüyor avukat, "Ya, ben diyor, hani İmamoğlu ile ilgili hani protestolara katıldım. Acaba orada mı bir şey söyledim ya da başka bir şey mi oldu?" Bir türlü nedenini öğrenemiyor. Polislere soruyor, soruyor. Meğer, isim benzerliğinden kendisini eee, peygamber olduğunu söyleyen, peygamberliğini ilan eden bir başka aynı isimde kişi var. Onunla karıştırılarak, o da avukat, onunla karıştırılarak.
Evet, Ecem Hanım eee, gözaltına alınıyor. Saatlerce kendisini anlatmaya çalışıyor. "Bakın diyor, benim TC kimlik numaram farklı. Hadi bunu geç, soyadım farklı" diyor. "Diyor ki, evlenmiş olabilirsiniz." "Ya, kütüğüm farklı, benim anam babamın adı belli" diyor. Başka peygamber olmadığını ispatlamaya çalışıyor. Bir de yani hani orada, işte size vahiy gelmiştir falan deyip dalga geçmeler. Ve beş saat boyunca özgürlüğünden mahrum bırakılan bir avukatı, kendisinin ben peygamberliğini ilan eden o avukat değilim, anlatmaya çalıştığını görüyoruz. Burası da eee Türkiye. Gördüğünüz bir şey söylüyoruz.
Evet, Ecem Hanım gözaltına alınıyor. Saatlerce kendisini anlatmaya çalışıyor. "Bakın diyor, benim TC kimlik numaram farklı. Hadi bunu geç, soyadım farklı." Diyor ki, "Ya evlenmiş olabilirsiniz." Diyor ki, "Kütüğüm farklı, benim anam babamın adı belli." Başka peygamber olmadığını ispatlamak için başvuruda bulunuyor. "Bir de yani, hani orada işte size vahiy gelmiştir falan deyip dalga geçmeler..." ve beş saat boyunca özgürlüğünden mahrum bırakılan bir avukat, kendisinin "Ben peygamberliğini ilan eden o avukat değilim." demeye çalıştığını görüyoruz.
Burası da Türkiye. Gördüğünüz gibi, bir şey söyleyeyim mi? Programın en güzel dosyasını sen yapmışsın. Bin acılı başlayınca anlatamadım. Gerçekten çok enteresan bir olay. Başımıza her an her şey gelebilir.
Ekip arkadaşlarımıza çok teşekkür ederiz, bugün yine kahrımızı çektikleri için. Ve en çok elbette size. Sen sen de buraya bak, en çok size teşekkür ediyoruz. Yayını beğenmeyi, paylaşmayı unutmayın. Bir de Pazartesi saat 20'de buluşalım mutlaka.