Nevşin Mengü · 15 Mayıs 2025

Erdoğan Vekil Avında! Hedef 400 Vekil

  • 0:21 Merhabalar.

    Başlarken sizin chat'te yazışmalarınıza bakıyorum. Şimdi, Aydarel demiş ki, "Nevşin Hanım, bir gün acaba bizi bugün iyi bir şey oldu diye karşılar mı?" demiş. Umarım o günler de gelir. Bugün ne yasak demişsiniz? Bugün ne yasak, biliyor musunuz?

    Dün, bu Nurettin Yıldız meselesi üzerine konuştuk ya. Boğaziçi Üniversitesi'ne gitti ve öğrenciler protesto ettiler. Biz de işte, neden öğrenciler protesto ediyor diye Nurettin Yıldız'ın daha önce çekmiş olduğu videoları kullanmıştık, hatırlayacak olursanız. Tartışmalı videolar. Orada küçük kız çocukları yani küçük çocuklar, yetişkinlerle evlenebilir mi üzerine vaaz veriyor.

    Şimdi, Nurettin Yıldız'ın yandaşları diyorlar ki, "Ya o çarpıtılmış aslında orada hoca, hoca tırnak içerisinde konuşmanın tümüne baktığınız zaman şunu söylüyor. Diyor ki, 'Çocukların evlendirilmesi doğru değildir,' diyor. Ama işte bir kısmı cımbızlanıyor. Dolayısıyla aslında onu söylemedi, Nurettin Yıldız diyor." Peki, diyelim tartışmanın bir tarafı bu.

    Fakat şimdi, Carl Popper bu demokrasi ikilemi. Şimdi öyle bir şey ki, dünden beri Nurettin Yıldız'ın kanalı telif üstüne telif, telif üstüne telif, bir türlü video algoritmada milletin önüne düşemedi. Neden? Nurettin Yıldız'ın videosunu kullanmışız. Niye videosunu kullanıyoruz? Bu adam bunu dedi. Tam da bunu dediği için protesto edildi.

    Şimdi, bu arka arkaya telif yolluyorlar. Tabii, bu bence bir kere yayıncılıkta bir görgüsüzlük. Yani ben millet alıyor, alay ediyor, küfrediyor falan, hiç telif atmıyorum. Telif atılma, yani. Çünkü bu bir şeydir, arkadaşlar. Eee, ifade özgürlüğü diyorsun ya.

    Şimdi, bu tip mesela böyle fundamentalist İslamcılar bir de kendileri demokrasiyi kullanıp işe ifade özgürlüğünden giriyorlar. "Ya, bu da benim ifade özgürlüğüm." Ha, kardeş, öyle mi? Bu ifade özgürlüğüyse, benim ifade özgürlüğüme de saygı duyacaksın. Yalnız tamam, sen kendi yorumunu yapmışsın. Demişsin ki, "Bana göre böyle böyle." Heh. Ben senin yorumunu eleştirebilirim. Yalnız o da benim ifade özgürlüğüm.

    Fakat bak, en basiti buna bile tahammülleri yok. İş edinmiş ekibin, habire bizim videoya telif atıyorlar. Gecenin köründen beri Ufuk bununla uğraşıyor. Bir de gecenin körü atıyorlar. Yani kimse görmesin.

    Çünkü YouTube'da şöyle işliyor süreç: İşte şimdi bunlar telif atıyor, biz de ona itiraz ediyoruz falan. Hani bütün kamuoyuna mal olmuş, paylaşılmış; herkes bu videoyu paylaşıyor diye. Şimdi, bunlar böyle tipler. Mesela dün Bisa açıklaması da öyleydi ya. İşte ifade özgürlüğü diyen gruplar falan. "Ne güzel ya." Sen hiç ifade özgürlüğüne saygı duymayacaksın.

    Böyle kafa kesme, insanları kampçlatma falan, böyle bir dünya perspektifinden olaya bakacaksın. Sonra da diyeceksin ki, "Ya, bizim ifade özgürlüğümüz falan." Arkadaş, bu yalnız iki yönlü bir yol. Yani o tek yönlü olmuyor. Sonra da aman abi, "Bizim lafımızın üzerine laf olmaz," diye bir de videoya telif atacaksın.

    Yani nasıl bir bakış açısıyla muhatap olduğumuzu anlatmak için söylüyorum. Şimdi biliyorsunuz siz de…

  • 2:12 İfadem özgürlüğüm bu. Fakat, bak, en basiti buna bile tahammülleri yok. İş edinmiş ekip, habire bizim videoya telif atıyorlar. Gecenin köründen beri Ufuk bununla uğraşıyor. Bir de gecenin körü atıyorlar, yani kimse görmesin. Çünkü YouTube'da süreç böyle işliyor. İşte şimdi bunlar telif atıyor; biz de ona itiraz ediyoruz falan. Hani, bütün kamuoyuna mal olmuş, paylaşılmış, herkes bu videoyu paylaşıyor diye.

    Şimdi bunlar böyle tipler. Mesela dün Bisa açıklaması da öyleydi. "İşte ifade özgürlüğü" diyen gruplar falan. Ne güzel ya. Sen hiç ifade özgürlüğüne saygı duymayacaksın; böyle kafa kesme, insanları kampçlatma falan, böyle bir dünya perspektifinden olaya bakacaksın. Sonra da diyeceksin ki, "Ya bizim ifade özgürlüğümüz." Arkadaş, bu yalnızca iki yönlü bir yol. Yani, o tek yönlü olmuyor. Sonra da, "Aman abi, bizim lafımızın üzerine laf olmaz" diye bir de videoya telif atacaksın. Yani, nasıl bir bakış açısıyla muhatap olduğumuzu anlatmak için söylüyorum.

    Şimdi biliyorsunuz, siz de karşılaşıyorsunuz; ifade özgürlüğünü kullanarak bir söylem bina ediyorlar ya. Hah. İfade özgürlüğü, bunların Nurettin Yıldız gibilerin dünyasında yok arkadaşlar. Dün Özgür Özel de Silivri'deydi. Bu Nurettin Yıldız meselesi de gündeme geldi. Hatta insanlar Nurettin Yıldız'ı eee yuhladı falan. Öyle bir noktaya varıldı. İşte, niye yuhlattı falan diye Özgür Özel'i eleştirenler de var.

    Asıl dün Silivri'de şöyle bir şey oldu. Şimdi Ekrem İmamoğlu, tabii Silivri'de olduğu için, orada tutulduğu için, Özgür Özel bir miting düzenletti. Aslında dün Üsküdar Belediye Başkanı Sinem Dedetaş da başka bir şey söyledi. Sinem Dedetaş, "Ekrem İmamoğlu'nun şeyi kısıtlandı. Yani, görüşmek zor hale getirildi Ekrem İmamoğluyla ki şu anda kendisi tutuklu; hükümlü değil. Bakın, daha hüküm giymedi. Hüküm giymiş muamelesi yapılıyor sistem tarafından şu anda Ekrem İmamoğlu'na. Mesele bu." dedi. Bu da Sinem Dedetaş'tan bilgi olarak geldi.

    Şimdi dün Silivri'de miting yaptı Özgür Özel. Bugün de Ekrem İmamoğlu ile görüştü, ondan sonra bir açıklama yaptı. Ama dün, tabii şu eee CHP mitinginde çok konuşuldu. "Türkiye İşçi Partisi'ne kocaman bir selam, bir alkış. Zafer Partililer aramızda, onlara da kocaman bir alkış. Dem Partili arkadaşlara alkış, hoş geldin." İşte özellikle sosyal medyada Dem Parti, hani o kadar alkışlanmadı diye paylaşıldı.

    Şimdi bu meseleye tabii gireceğim. Yani bakın, burada mesela bu Lozan tartışması üzerinden de artık yine dönüp dolaşıp aynı yere geldik. CHP seçmenine faşist muamelesi yapılıyor. İşte arkadaşlar, kimse aptal değil. Yani dönüp dönüp aynı şeyleri konuşup tartışmayalım. CHP seçmeni faşist falan değil. CHP seçmeni, Kürt düşmanı falan da değil arkadaşlar. CHP seçmeninin içerisinde Kürt olanlar da var. Fakat bu sürece kuşkuyla bakıyorlar. Haksızlar mı? Daha düne kadar, Allah aşkına, Dem Parti'yi şeytanlaştıran Erdoğan, dünden yani 3 gün öncesi, hani, dün Colani'nin 6 ay önce 1000 dolar istendiği gibi...

  • 4:07 Bugün Ekrem Momol ile görüştü ve ondan sonra bir açıklama yaptı. Ama dünkü CHP mitinginde bu konular çok konuşuldu. Türkiye İşçi Partisi'ne kocaman bir selam, bir alkış. Zafer Partililer aramızda, onlara da kocaman bir alkış. Dem Partili arkadaşlara da hoş geldin. Özellikle sosyal medyada Dem Parti, o kadar da alkışlanmadı diye paylaşıldı. Bu meseleyi şimdi ele alacağım.

    Görüyorsunuz, mesela bu Lozan tartışması üzerinden yine döndük dolaştık aynı yere geldik. CHP seçmenine faşist muamelesi yapılıyor. Arkadaşlar, kimse aptal değil. Dönüp dönüp aynı şeyleri konuşup tartışmayalım. CHP seçmeni faşist falan değil. Kürt düşmanı da değil. CHP seçmeninin içerisinde Kürt olanlar da var. Ancak bu sürece kuşkuyla bakıyorlar. Haksızlar mı? Daha düne kadar Allah aşkına, Dem Parti'yi şeytanlaştıran Erdoğan'dı. Düne kadar, yani üç gün öncesi, Colani'nin 6 ay önce 1000 dolar istediği söyleniyordu. Bugün Trump’la birlikte gösteriliyorlar, üç gün öncesine kadar demleniyor deniliyordu. Herkesi terörist diye içeri atıyorlardı birdenbire. "Tamam, evet terörsüz Türkiye süreci" denilecek.

    Peki, CHP seçmeni sorgusuz sualsiz "Hulo olayım" mı diyecek mesela? İnsanlar hiç sormasın mı, sorgulamasın mı? Bir de, kardeşim, neredeyse bilerek tartışmayı öyle bir yerden başlatıyorlar ki, bak döndük dolaştık aynı yere geliyoruz. İşte "Apeçmeni faşist ol" diyorlar. Hayır! İnsanların kafasında soru işaretleri var ve bu soru işaretlerine sahip olmak hakları. "Hayırdır, ne pişiyor?" diyorlar. Bu iktidar bugüne kadar nerelerden nerelere döndü geldi. Bir şey yapıyorlar, üç gün sonra "Aman Allah'ım, kandırıldık" diyorlar. Hadi bakalım, tam tersini yapıyorlar. Kusura bakmayın, muhalefet seçmeni ki şu anda muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı cezaevinde. Niye sorgusuz sualsiz tamam desin, güvensin? Sormasın mı insanlar bunun arkasında ne var diye? Ki arkasında bir şey var belli ki.

    Mesela Altan’dan bir örnek verelim. "Hayırdır, bu Lozan tartışmasına niye dalıyorsunuz, kardeşim?" Bu ayrı bir tartışmadır. Yani 1923'te neler oldu? Bu konuda benim yazılmış kitaplarım var. Onlarca, yüzlerce konuşmam var, değişik işte bu 50 yıllık siyasi hayatım içerisinde. Ne diyeyim Lozan’a? Lozan’da en iyi ihtimalle Türkiye bir şeylere mecbur kalmıştır. Ama o mecburiyet bugün kalkmışsa, yeni bir Türkiye ve yeni bir Ortadoğu kurulabilir. Yani kimse 1923’teki mecburiyeti, tırnak içinde, tartışmasın. Ben en iyimser tabiri kullanıyorum. Taha Akyol’a burada cevap veriyorum çünkü o hep Lozan'ı olumlu buluyor. Allah aşkına, hani tartışalım falan, dostum. Başka, dün Mars'ta mı yaşıyorsunuz siz? Türkiye'de şu anda bir tartışma ortamı mı var? Tartışma ne tartışılıyor? Sanki çok İsveçiz, Norveçiz de. Evet, 1923'teki Lozan’ın ayrıntısı neymiş falan. Gerçekten bunun bir tartışma ortamı, yani gene dön dön, çocuk kandırır gibi. Sanki Türkiye’de her şey bitmiş.

  • 6:22 Elli ki. Ya mesela bu Altan'dan falan. Şimdi hayırdır, bu Lozan tartışmasına niye dalıyorsunuz kardeşim? Bu ayrı bir tartışmadır. Yani 1923'te neler oldu? Bu konuda benim yazılmış kitaplarım var. Hı hı. Onlarca, yüzlerce konuşmam var. Değişik işte, bu 50 yıllık siyasi hayatımın içerisinde.

    Yani ne diyeyim Lozan'a? Lozan'da en iyi ihtimalle Türkiye bir şeylere mecbur kalmıştır. Ama o mecburiyet bugün kalkmışsa, yeni bir Türkiye ve yeni bir Ortadoğu kurulur. Yani kimse 1923'teki mecburiyet diyelim, tırnak içinde. Ben en iyimser tabiri kullanıyorum. Taha Akyol'a burada cevap veriyorum. Çünkü o hep Lozan'ı olumlu bir şekilde savunuyor. Ciddi bir Allah aşkına, hani tartışalım falan dostum. Başka, dün Mars'ta mı yaşıyorsunuz siz? Türkiye'de şu anda bir tartışma ortamı mı var? Tartışma ne tartışılıyor? Sanki çok İsveç, Norveç gibi bir durumdaymışız da...

    Evet. Hay Allah. 1923'teki Lozan’ın etkileri bilmem neymiş falan. Gerçekten bunun bir tartışma ortamı var mı? Gene dön dön, çocuk kandırır gibi. Sanki Türkiye’de her şey bitmiş. Başka hiçbir derdimiz yokmuş tabii. Bu Lozan meselesi öyle olursa. Tabii ki CHP seçmeni de buna kuşkuyla yaklaşıyor, Allah aşkına ya.

    Şimdi neyi tartıştığımız belli değil. Yani bunu çıkardılar, attılar milletin önüne. Hadi bakalım, Goygoy Lozan'ı tartışıyoruz. Aslında mesele başka. Ha, bu abiciğim bu tartışmaya bütün bu sol liberal entelektüeller falan da atlıyorlar. Evet, tartışılsın falan diyorlar. Dostlar, Türkiye'de şu anda bir tartışma ortamı yok.

    Bak, esas ayık üniversite öğrencisi 37 gün kız cezaevinde yattı. Nedeni yok, elinde bir pankart tuttu diye. 37 gün ya, 37 gün. Dört tane Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi tutuklu şu anda. Tutuklu, niye tutuklu belli değil ya. Şimdi sanki böyle bir tartışma ortamı varmış gibi, insanları kandırma. Anlatabiliyor muyum? Şimdi böyle geçti ya 2002'den bu yana.

    Şimdi AK Parti her şeyi öyle bir kategorize ettiriyor ki, işte mesela ilk çözüm süreci. Çözüm süreci, barış falan ya. Tamam, ama işte kardeşim, neye göre? "Aa, niye Habur oluyor?" falan. "Aa, sen barışa karşı mısın? Ay, sen faşistsin" falan. Ergenekon davaları oluyor. Kardeşim, öyle diyorsunuz ama bak buradaki kanıtlar şaibeli. "Aa, o zaman darbecisin" falan.

    Ha, bir böyle kategorize ettirip insanları alakasız şeyleri tartıştırıp, insanların cinlerini tepesine çıkartıp bak, CHP seçmeni neden rahatsız biliyor musun? Bir kere başka bir şey pişiriliyor. Bu çok aşikar. Bunu göreceğiz şimdi. Bir, bu. İki, yani insanların elinde bir tek şu laik cumhuriyet kaldı, değil mi? Cumhuriyet yine, iyi kötü, kör topal kurumlarıyla falan, her şey gitti insanların elinden.

    İnsanlar diyorlar ki, "Biz elimizde kalan bu laik cumhuriyeti de kaybetmek istemiyoruz." Çünkü yarın öbür gün bir yerde, bir noktada, değil mi? İlahiane bu böyle gitmeyecek. İktidar değişecek, kurumlar yeniden inşa edilecek, işin eli yüzü toparlanacak.

    Elimizde bu ülke var. Biz ülkemizi kaybetmek istemiyoruz diyor insanlar. Ve buna tepki gösteriyorlar. Şimdi allayıp pullayıp tartışmayı başka yerlere çekmenin sonra da bu sürece kuşkuyla bakmanın...

  • 8:35 Aa, sen barışa karşı mısın? Ay, sen faşistsin falan. Ergenekon davaları oluyor. Kardeşim, öyle diyorsunuz ama bak, buradaki kanıtlar şaibeli. Aa, o zaman darbecisin falan. Ha, bir böyle kategorize ettirip insanları alakasız şeyleri tartıştırıp, insanların cinlerini tepesine çıkartıp, bak CHP seçmeni neden rahatsız biliyor musun? Bir kere, başka bir şey pişiriliyor. Bu çok aşikar. Bunu göreceğiz şimdi.

    Bir bu; iki, ya insanların elinde bir tek şu laik cumhuriyet kaldı, değil mi? Cumhuriyet, yine iyi kötü, kör topal kurumlarıyla falan, her şey gitti insanların elinden. İnsanlar diyorlar ki, "Biz elimizde kalan bu laik cumhuriyeti de kaybetmek istemiyoruz." Çünkü yarın öbür gün bir yerde, bir noktada, değil mi? İlahiane, bu böyle gitmeyecek. İktidar değişecek. Kurumlar yeniden inşa edilecek. İşin eli yüzü toparlanacak. Elimizde bu ülke var. Biz ülkemizi kaybetmek istemiyoruz, diyor insanlar. Ve buna tepki gösteriyorlar.

    Şimdi allayıp bullayıp tartışmayı başka yerlere çekmenin, sonra da bu sürece kuşkuyla bakan insanları faşist diye yaftalamanın gerçekten hiçbir faydası yok. Herkesi aklı selime davet ediyorum ve ne olup ne bittiğine, yani biraz enayilik etmeden beraber bakalım diyorum dostlar.

    Bugün, şimdi Özgür Özel dedim ya, Ekrem İmamoğlu'nu ziyarete gitti diye. Ekrem İmamoğlu'nu ziyarete gittikten sonra da kameraların önünde şöyle bir açıklama yaptı: "Bu tip iftiralarla adalet gemisi yürümez, adalet gemisi alabora olur." Ve öyle bir noktadayız ki, şimdi beyefendiyle tıkandık kaldık. Bizim arkadaşlarımızın anlatacak bir şeyi yok. Çünkü iddia ettikleri gibi bir durum ortada yok; o da ispat edemiyor. Pato oldu. Kaldı, sistem böyle. Birbirimizin yüzüne bakıyoruz. Salması lazım. E, bu kadar tuttuk, ne diyeceğiz? Bizimkilerin çıkması lazım. E, savcı bırakmıyor. Nasıl olacak bu? Yaz iddianameyi.

    Yazamıyorum, kanıtım yok. Bırak gidelim. E, millete ne diyeceğim? Tayyip Bey büyük konuştu. Vallahi Tayyip Bey, eğer uygun görüyorsa, en güvendiği üç hukukçuyu o görevlendirsin. En güvendiğimiz üç hukukçuyu biz görevlendirelim. Bu iddialarla ilgili yani çok da iyimser bir şey olacak. Yani Tayyip Bey'i yine kandırıyorlarsa, yani Zekeriya Öz'ün kandırdığı gibi, Akın Gürlek Tayyip Bey'i kandırıyorsa, 5 sene sonra, 3 sene sonra "Milletim, affetsin, kandırıldım," diyeceğine, bugünden yol yakınken oturulsun, bakılsın, bu yanlışlardan dönülsün.

    Şimdi Özgür Özer böyle söyledi. Diyor ki, "Biz terörsüz Türkiye'ye hazırız, varız." Sen diyor, "Tutuksuz Türkiye'ye var mısın?" Vallahi ben burada hiç Erdoğan'ın kandırıldığını falan zannetmiyorum. Evet, çok bilerek adım adım gittiğini düşünüyorum ve buradaki hedefin Türkiye'yi siyasetsizleştirme ve seçimsizleştirme olduğunu düşünüyorum.

    Şimdi, dün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın grup toplantısında söylediği yeni belediyeler düzenlemesi çok önemli. Bunun detayları da yavaş yavaş ortaya çıkıyor. AK Parti kurmayları, Ankara gazetecisi arkadaşlara konuşuyorlar, anlatıyorlar nasıl bir şey olduğunun kafalarında.

    Bir kere, bir tanesi ifade edildi: "Belediyelere valilik koordinasyonu."

  • 10:37 Örevlendirelim. Bu iddialarla ilgili, yani çok da iyimser bir şey olmayacak. Yani Tayyip Bey'i yine kandırıyorlarsa, Zekeriya Öz'ün kandırdığı gibi, Akın Gürlek Tayyip Bey'i kandırıyorsa, 5 sene sonra, 3 sene sonra “Milletim affetsin, kandırıldım” diyeceğine; bugünden yol yakınken oturulsun, bakılsın, bu yanlışlardan dönülsün.

    Şimdi Özgür Özer böyle söyledi. Diyor ki, “Biz terörsüz Türkiye'ye hazırız. Varız.” Sen diyor, “Tutuksuz Türkiye'ye var mısın?” Vallahi ben burada hiç Erdoğan'ın kandırıldığını falan zannetmiyorum. Çok bilerek adım adım gittiğini düşünüyorum ve buradaki hedefin Türkiye’yi siyasetsizleştirmek ve seçimsizleştirmek olduğunu düşünüyorum.

    Şimdi, dün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın grup toplantısında söylediği yeni belediyeler düzenlemesi çok önemli. Bunun detayları da yavaş yavaş ortaya çıkıyor. AK Parti kurmayları, Ankara gazetecisi arkadaşlara konuşuyorlar, anlatıyorlar nasıl bir şey olduğunun kafalarında. Bir kere, bir tanesi ifade edildi; belediyelere valilik koordinasyonu. Yani bu şu demek: Kim seçilirse seçilsin fark etmez, her şeyi vali onaylayacak. Bayağı seçimsizlik atanacak. Yani işte biz hobi olsun diye bir belediye başkanı seçeceğiz ama onun bir etkisi, yetkisi olmayacak. O takılacak, öyle kendi kendisine vali yönetecek. Bak, ben size Türkçesini söyleyeyim; Türkçesi bu.

    Belediyelerin bütçesi, diyorlar ki, “Belediyelerin bütçesi, oo, kara delik. Bunlar çok borçlanıyor. Gerek yok. Bu bütçeyi içme suyuna, katı atık toplama, ulaşım gibi ihtiyaçlara ayırsınlar.” Seçim, siyasetsizleştirme bu.

    Şimdi hatırlayın, CHP özellikle büyük kentlerin belediyelerini seçimde kazanınca ne dedik? “CHP için yeni bir dönem başlıyor. CHP, belediyeler üzerinden yönetebileceğini halka gösterecek.” Çünkü hep ne diyordu AK Parti? “Ya bunlar üç kaz bile güdemez. İşte bunlar yapamıyor falan.” Fakat ne oldu? Hem belediyeleri yönetebildiğini gösterdi CHP hem de halka dokunabildi. Yani ihtiyaç sahiplerine yardımcı olabildi. İşte kent lokantası açtı, burs dağıttı, e tabi başka şeyler yaptı, ne bileyim, Mansur Yavaş köylerine internet götürmeye kadar mesela işi vardırdı.

    Dolayısıyla şunu gördü vatandaşlar; demek ki CHP de yapabiliyor, CHP de yönetebiliyor. Ve tabii ki ihtiyaç sahibi vatandaşa dokununca CHP o şey de kırılıyor. Hep AK Parti şunu diyordu; “Bunlar elitist, işte bunlar anlamaz, bunlar beyaz Türk.” Vatandaş da öyle olmadığını görüyor. Bunu kırmak istiyor Erdoğan. Hiç diyor, “Belediyeler bu işlere girmesin. Bütçesi daraltırsın. Her şeyi vali onaylasın, hiçbir şey yapamasın belediyeler,” demeye getiriyor.

    Özellikle kentsel dönüşüm tabii bahane ediyorlar ve diyorlar ki, “İşte bu kentsel dönüşüm çok hassas konu. Bak, kentsel dönüşüm bu yüzden olmuyor,” falan diyorlar. Ama dün Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Bey çok doğru bir şey söyledi. Belediye meclisinde kentsel dönüşüm deyince arkadaşlar, “Bizim bir yıllık bir mesuliyetimiz var,” dediler. Otopark sorunu deyince “1 yıllık bir mesuliyetimiz var. Alıyoruz bir yılın sorumluluğu. Tabii geçmiş 30 yılın sorumluluğunun da öz eleştirisini de ya da..."

  • 12:34 Mansur Yavaş köylerine internet götürmeye kadar birçok konuda iş yapıyor. Dolayısıyla şu an şunu gördü vatandaşlar: Demek ki CHP de yapabiliyor, CHP de yönetebiliyor ve tabii ki ihtiyaç sahibi vatandaşa dokunduğunda CHP’de bir şeyler değişiyor. Hep AK Parti şunu diyordu ya: "Bunlar elitist, bunlar anlama, bunlar beyaz Türk." Ancak vatandaş, bunun öyle olmadığını görüyor. Bunu kırmak istiyor Erdoğan. "Hiç diyor, belediyeler bu işlere girmesin; bütçeyi daraltırsın, her şeyi vali onaylasın, hiçbir şey yapamasın belediyeler" demeye getiriyor. Özellikle kentsel dönüşümü bahane ediyorlar ve diyorlar ki, “Kentsel dönüşüm çok hassas bir konu. Bak, bu yüzden olmuyor" diyorlar.

    Ama dün Beyoğlu Belediye Başkanı İnan Bey çok doğru bir şey söyledi. Belediye meclisinde kentsel dönüşüm deyince, "Arkadaşlar, bizim bir yıllık bir sorumluluğumuz var. Otopark sorunu deyince, bir yıllık bir sorumluluğumuz var. Alıyoruz; bir yılın sorumluluğunu. Tabii, geçmiş 30 yılın sorumluluğunun da öz eleştirisini ya da eleştirisini de bizler sizlere yapacağız" dedi.

    Şimdi kentsel dönüşümde sizin karnenizi söyleyeyim. Bir karne nedir? 100 üzerinden açıklanır, doğru mu? Ok Meydanı bölgesinde dönüşüm için 6306’ya alınan, dolayısıyla vatandaşın elinden imar hakkı alınan, tapusu verilmeyen bina sayısı 5553 tane. Bakın, 5553 bina var. Sizin bu binalardan dönüştürdüğünüz bina sayısı kaç? Anlatıyorsunuz ya: "Orayı yaptık, burayı yaptık, şurayı yaptık. Projeler yaptık, arkadaşlar. Bakanlıkla yaptık, biz yaptık." 207 tane. Bakın, o dönüşüm, 21 yılda yaptığınız dönüşüm %3. 100 konutlu 100 tane binadan üçünü dönüştürmüşsünüz. 21 yılın hesabını vermemişsiniz. Şimdi gelip bize burada bir yılın hesabını soramazsınız. 21 yıl boyunca insanlar depreme her gün daha fazla yaklaştı. 21 yılda dönüştüre dönüştüre %3'ünü dönüştürmüşsünüz işte. Ama bahane, yani burada tamamıyla bahane aranıyor.

    Mesele şu ki, bakın CHP’yi tamamıyla yeni bir formata getirmek istiyor Erdoğan. Bu yeni formatı niye istiyor biliyor musunuz? Sonsuza kadar cumhurbaşkanlığına devam etmek için. "Baktım saray yaptırdım, sarayda devam edeceğim" diyor. Bunun için de ne gerekiyorsa yapacağım. Şimdi bir fırsat geldi önüne; PKK'nın kendini feshetmesi hikayesi. "Hah tamam, yeni bir siyasi kapı açıldı" diyor.

    Ne yapmak istiyor Erdoğan? Yeni bir anayasa yazmak istiyor. Bu yeni anayasayı yazacak ve orada ne olacak? Herhalde artık ilahî bir şekilde cumhurbaşkanlığının devamı, belki sürenin kaldırılması olacak. Daha önce de söylemiştim; muhtemelen bir 50 + 1 zorluyor çünkü işler değişiyor. Yani kolay değil. Mesela, asal işte anket yayınladı. Her ne kadar bu ankette şunu görüyoruz: Bu kendini fesih açıklamasından sonra yapılan ilk anket. AK Parti, CHP'yi geçmiş görünüyor ama bunlar hata payı içerisindeki farklar. AK Parti ile CHP arasındaki fark, CHP birinci olduğunda da hata payı içinde %1, %2. Yani başa baş giden siyaset oldukça değişti. Eskiden AK Parti %40'lar, CHP %20'ler düzeyindeydi; bir türlü o %30 barajını aşamıyordu. Şimdi...

  • 14:39 Kadar cumhurbaşkanlığına devam etmek için bu kadar. Ya saray yaptırdım; sarayda devam edeceğim diyor. Bunun için de ne gerekiyorsa yapacağım. Şimdi bir fırsat geldi önüne: PKK'nın kendini feshetmesi hikayesi. Hah, tamam. Yeni bir siyasi kapı açıldı. Dem Parti ile beraber buradan ilerlenir.

    Ne yapmak istiyor Erdoğan? Yeni bir anayasa yazmak istiyor. Bu yeni anayasayı yazacak ve orada ne olacak? Herhalde artık ilahîane cumhurbaşkanlığının devamı, belki sürenin kaldırılması. Daha önce de söylemiştim. Muhtemelen bir 50 + 1 zorluyor; çünkü işler değişiyor. Yani, kolay değil. Mesela, anket yayınladı. Her ne kadar bu ankette şunu görüyoruz: Bu, kendini fesih açıklamasından sonra yapılan ilk anket. AK Parti, CHP'yi geçmiş görünüyor ama bunlar hata payı içerisindeki farklar. AK Parti ile CHP arasındaki fark, CHP birinci olduğunda da hata payı içinde %1, %2. Yani başa baş giden siyaset epey değişti. Eskiden AK Parti %40'lar, CHP %20'ler; bir türlü o %30 barajını aşamıyordu. Şimdi başka bir tabloyla karşı karşıyayız. AK Parti ile MHP'yi topladığın zaman %50'yi geçemiyor. Asıl mesele bu.

    Bir de tabii şöyle görmek lazım: Mesela, Suriye'de Esad devrildikten sonra konjonktürel bir AK Parti oylarında patlama görmüştük. Sonra o iş değişti. Bunu da göz önünde bulundurmak lazım. Şimdi Erdoğan bir anayasayı değiştirmek istiyor. Diyor ki; "50 + 1 şartı kalksın. Bu dönem sınırı kalksın. Erdoğan devam etsin." Olay bu. Peki, bunu nasıl yapacak? Bunu Meclis üzerinden yapmak istiyor Erdoğan. Çünkü sandıklar kurulur, referandum. Şimdi bir kere iktisadi olarak belli ki tek atımlık kurşunu olacak Türkiye'nin. O noktaya gelmiş durumdayız.

    Her ne kadar bakın, olumlu gelişmeler var: Trump'la Erdoğan'ın arası iyi, Suriye'de öyle oldu, böyle oldu, ama ucu ucuna bir bütçeyle karşı karşıyayız. Yani bunların hiçbir tanesi Türkiye'yi uçuracak, kaçıracak, ekonomisini yapısal olarak değiştirecek gelişmeler değil. Dolayısıyla bu bir atımlık kurşun. Bu atımlık kurşunu zaten seçime kadar belli ki çeşitli siyasi operasyonlar için kullanacaklar. İşte 19 Mart'ta gördüğümüz gibi piyasada hani dövizin fiyatını kontrol altında tutmak için malum rezervlerin ne kadarının yakıldığını gördük. İşin bir bu tarafı var. Yani hem iş referanduma gitsin, bunun için para yakılsın; hem de bu değil, seçim kurşunu var.

    İki, referandumdan çıkmayabilir bu anayasa. Mesela, bu Lozan tartışmasında gördük. Şimdi insanların midesini bulandıran çok konu var burada. Şimdi Serap Yazıcı, Dilek Güngör ile Sabah Gazetesi'nden konuşmuş: Tüm bu tartışmalarla ilgili anayasada nasıl bir değişiklik olabilir? Çünkü anayasada "cart" diye önümüze, sonsuza kadar da Erdoğan seçilsin işte diye konursa, ona kimse evet demez. Başka şeyler konması gerekecek yanına. Den'in talepleri olacak. Ne olabilir? İşte bu meşhur 66. madde.

    Şimdi Serap Yazıcı zaten Gelecek Partisi'nden AK Parti'ye tam da bunun için çağrılmıştı: "Hocam, yeni anayasa yazacağız. İşte içinde belki parlamentoda güçlendirilecek."

  • 16:38 Seçime kadar belli ki çeşitli siyasi operasyonlar için kullanacaklar. İşte 19 Mart'ta gördüğümüz gibi piyasada dövizin fiyatını kontrol altında tutmak için malum rezervlerin ne kadarının yakıldığını gördük. İşin bir bu tarafı var. Yani hem iş referanduma gitsin, onun için para yakılsın, bir de bu değil seçim kurşunu var. İki, referandumdan çıkmayabilir bu anayasa. Mesela, bu Lozan tartışmasında gördük. Şimdi insanların midesini bulandıran çok konu var burada.

    Serap Yazıcı, Dilek Güngö'e konuşmuş Sabah Gazetesi'nden. Mesela, tüm bu tartışmalarla ilgili anayasada nasıl bir değişiklik olabilir? Çünkü anayasada "cart" diye önümüze e sonsuza kadar da Erdoğan seçilsin diye konursa, ona kimse evet demez. Başka şeyler konması gerekecek yanına. Dilek'in talepleri olacak. Ne olabilir? İşte bu meşhur 66. madde. Şimdi, Serap Yazıcı zaten Gelecek Partisi'nden AK Parti'ye tam da bunun için çağrılmıştı. "Hocam, yeni anayasa yazacağız, işte içinde belki parlamentoda güçlendirilecek. Aman, size çok ihtiyaç var" diye.

    Şimdi, 66. maddede diyor ki Serap Hoca, "Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür." Bu hüküm iki açıdan eleştirilebilir. İlki, devletimizin resmi adına doğru olarak yer verilmemiş diyor. "Hani, burada Türklerin de ya da cumhuriyetçi insanların da içine bir şey serpme ya Türkiye devleti denmiş. Halbuki Türkiye'nin adı Türkiye Cumhuriyeti Devleti, işte cumhuriyet vurgusunu yapacağız," tam tersine der. Bir de diyor ki ikinci eleştirisi: "Vatandaşlık bağıyla, yani hukuken tesis edilen bir bağla etnik köken arasında kurulan zorunlu ilişki var." Dolayısıyla burada iki sıkıntı var. "Şöyle denebilir," diyor, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaşlık bağı olan herkese Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşı denir." Böyle bir düzenleme hem devletin resmi adının anayasada doğru olarak ifade edilmesini sağlar hem de hassasiyetlerin çözümünü getirir.

    Belli ki bu tür maddeler tartışılacak. Aradan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın artık dönem sınırı mı kalkar, döner kısıtı mı kalkar? Yani, Erdoğan'ın üstüne terzi gömlek diker gibi, "Erdoğan nasıl cumhurbaşkanı seçiliyor kardeş?" Peki, nasıl acaba meclisten 400 milletvekili çıkabilir? AK Parti'nin 273 milletvekili var, MHP'nin 47 milletvekili var, Den Party'nin 56, Demokratik Bölgeler Partisi'nin ise 2.

    İşte bak şimdi burada mesela MHP'den istifa eden vekiller var. Hatırlayın, bu VİP şeyini kullanıp, VİP'den uçuyor ya milletvekilleri, çantaları falan aramıyor. Oradan altın kaçakçılığı yapıldığı haberleri çıkmıştı, yalanlanmadı bu haberler. MHP'den istifa ettiler, milletvekilliğinden istifa etmediler. Bak, çok enteresan. O dönem konuşmuştuk; "Kardeşim, bunlar niye milletvekilinden istifa etmiyor?" diye. İşte bugünler için.

    Şimdi bir de özellikle eski FETÖ'den dosyası olanları da Erdoğan kovmadı ya. Çünkü neden? E kafalarında hep böyle demokrasinin kılıcı gibi, "Davalar açılabileceği için, ne denirse yapıyorlar" hikayesi var.

  • 18:29 Erdoğan'ın artık dönem sınırı mı kalkar, döner kısıtı mı kalkar? Yani Erdoğan'ın üstüne terzi gömlek diker gibi Erdoğan nasıl cumhurbaşkanı seçiliyor, kardeş, böyle? Aha. Peki, nasıl acaba Meclis'ten 400 milletvekili çıkabilir? AK Parti'nin 273 milletvekili, MHP'nin 47 milletvekili var. Demokrat Parti'nin 56, Demokratik Bölgeler Partisi'nin ise 2 milletvekili var. İşte bak, şimdi burada mesela MHP'den istifa eden vekiller 3. Hatırlayın, bu VİP şeyini kullanıp VİP'den uçuyor ya, milletvekilleri çantaları falan aramıyor. Oradan altın kaçakçılığı yapıldığı haberleri çıkmıştı. Yalanlanmadı bu haberler. MHP'den istifa ettiler. Milletvekilliğinden istifa etmediler. Bak, çok enteresan. O dönem konuşmuştuk, kardeşim, bunlar niye milletvekilinden istifa etmiyor diye. İşte bugünler için.

    Şimdi bir de özellikle, hani eski FETÖ'den dosyası olanları falan da Erdoğan kovmadı ya. Çünkü neden? E kafalarında hep böyle demokrasinin kılıcı gibi davalar, hani dava açılabileceği için ne denirse yapıyorlar hikayesi var ya. Tam da daha kıvamda. Şimdi hiçbir şeye itiraz edemez bu adamlar. İşin acayipliği, bak haberler yalanlanmadı. Bu haberler üzerine bu kişiler MHP'den istifa ettirildi. Ne oldu mesela? Yargılandılar mı? Acayip bir suç. Bayağı kamu görevini kötüye kullanmak falan. Kaçakçılık, şu bu. Hiç duymadık. Şimdi bu kişilerin vekilliği devam ediyor. Ne olacak? Yani olası bir anayasa oylamasında çat çantadan çıkacaklar. Hüdaparlı 4 milletvekili var. DSP'li bir milletvekili var. Bakın, bir başka haber daha var. Ahmet Zembilci, eski AK Parti milletvekili. Oğlu, Meclis yani makam arabasıyla uyuşturucu ticareti yaparken yakalanmıştı. Zembilci de, "Ya bu dava sürerken ben partime zarar vermemek için istifa etmeyeceğim," demişti. Şimdi partiye geri dönmüş mesela bir toplantıda görüldü. Anlatabiliyor muyum? Şimdi olaya bak. Çünkü neden? Hah, imdat freni gibi. Şimdi lazım bu milletvekilleri, oy kullanmaları için. Ne ediyor bu? 386 milletvekili.

    Şimdi bunun içerisine, işte yeni yol, yani devacılar, gelecek particiler, yeniden refahçılar falan, asıl pazarlık sürecinin orada yürüyeceğini göreceğiz. Yalnız kim dışarıda kalacak? CHP dışarıda kalacak. Arkadaşlar, bak bu belediyeler yasası. Özgür Özel'e Erdoğan'ın parmak sallaması, "İşte bu çıkar örgütüyle bağlarını kes. Ekrem İmamoğlu'nu bırak," falan hikayesi. CHP'nin şeytan soruşturma üzerine soruşturma. CHP'ye kurultaydan, oradan buradan CHP'nin şeytanlaştırıldığı, CHP'nin sistemin dışına itildiği; yani CHP'lilere vatan hainliği falan denecek noktaya gelecek, belli ki bu yeni anayasayla beraber böyle bir denkleme doğru gidiyoruz. Nasıl olur diyeceksiniz. E, oluyor ya, oluyor. Al bak. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın demoyla ilgili tavrı arada, epitopu birkaç ay var. Yani, gerçek belediyecilik diyoruz. Hazırız diyoruz. Kararlıyız diyoruz. Onlar ise kapalı kapılar ardında birbirlerinin kuyusunu kazıyor. Kirli ittifaklarla, hani çay demlersiniz ya, demleniyor. Şaibeli pazarlıklarla seçim kazanma peşinde koşuyorlar. Üretme kabiliyeti bu süreçte bir kez daha tebellür etti.

  • 20:35 Yeniden Refahçılar falan, asıl pazarlık sürecinin orada yürüyeceğini göreceğiz. Yalnız, kim dışarıda kalacak? CHP dışarıda kalacak. Arkadaşlar, bak bu, belediyeler yasası. Özgür Özel'e Erdoğan'ın parmak sallaması... "İşte bu çıkar örgütüyle bağlarını kes. Ekrem İmamoğlu'nu bırak" falan hikayesi. CHP'nin şeytanlaştırıldığı, CHP'ye kurultaydan, oradan buradan şüpheli soruşturma üstüne soruşturma. CHP'nin sistemin dışına itildiği, yani CHP'lilere "Vatan aynı falan" denecek noktaya gelecek, belli ki bu yeni anayasayla beraber böyle bir denkleme doğru gidiyoruz.

    Nasıl olur diyeceksiniz? Oluyor, ya oluyor. Al bak. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın denemeyle ilgili tavrı arada birkaç ay var. Yani gerçek belediyecilik diyoruz. Hazırız diyoruz. Kararlıyız diyoruz. Onlar ise kapalı kapılar ardında birbirlerinin kuyusunu kazıyor. Kirli ittifaklarla, hani çay demlersiniz ya, demleniyor. Şaibeli pazarlıklarla seçim kazanma peşinde koşuyorlar. Üretme kabiliyeti bu süreçte bir kez daha tebellür etmiştir. Yine Dem Partisi içerisinde sürece büyük destek veren rahmetli Sırrı Süreyya Önder başta olmak üzere, sorumluluk bilinciyle hareket eden tüm isimlere, eş başkanlara, tüm siyasetçilere milletim adına teşekkür ediyorum.

    Evet, iş buraya gidiyor. Bakın, önümüzdeki dönemin anahtar kelimesi milletvekili transferleri, arkadaşlar. Belli ki 400 vekil hedef, 400 vekil. Aklıma 2015 geldi. Haziran seçimleri sonrası hatırlayacak olursanız, AK Parti hükümeti kuracak yeterli milletvekili sayısına ulaşamamıştı. Sonra Erdoğan, bir noktada "Verin şu kadar vekili, bu iş çözülsün" demişti. Şimdi, 400 vekil hedef ve mecliste anayasanın değişmesi... Vallahi süreç buradan bakınca böyle görünüyor. Bakalım, Van'dan bakınca nasıl görünüyor. Ruşen Takva, "Terörsüz Türkiye süreci oradan nasıl görünüyor? E insanlar ne diyor, kardeşim?" Mesela Okan Çırakoğlu sormuş. Diyor ki, "Sizce gerçekten de bütün milletvekilleri Erdoğan'ın süresiz cumhurbaşkanlığını onaylar mı?"

    Öncelikle iyi yayınlar diliyorum. Herkese selamlar, sevgiler. Ya, bu Dem Parti'nin tabanı açısından politik gerçekliği olmayan bir durum, açıkçası. Özellikle topluma nazarında bakıldığında, Erdoğan'ın hatırlarsanız önceki açıklamaları çok tartışılmıştı. "Allah ömür verdiği müddetçe inşallah ben buradayım" diye bir çıkışı vardı Erdoğan'ın. O dönem de çok tartışılmıştı bu gündem. O yine toplumun nazarında çok etkili oldu. Diyarbakır Nevrozunda da bu tartışmaların ışığında geçti. Ancak, en azından Dem Parti'nin tabanı, yani Dem Parti'yi Dem Parti yapan seçmenlerin, böyle bir şeye ikna olmadığını, kabul etmediklerini, hele bu aşamada böyle bir şeye tevessül etmediklerini söylemek lazım. Bu tartışmaların biraz daha provokatif ve nifak tohumları taşıdığını, ki zaten biliyorsun, son 20 yıldır Türkiye'de kutuplaşma o kadar artırıldı ki herkes, siyahla beyaz arasında bile neredeyse taraf olmaya doğru gitti. Bu süreç de biraz onunla ilgili.

  • 23:20 Selamlar, sevgiler. Bu, Dem Parti'nin tabanı açısından politik gerçekliği olmayan bir durum açıkçası. Özellikle topluma nazarında bakıldığında, Erdoğan'ın hatırlarsanız daha önce biz yine seninle yayın yaparken de konuştuğumuz "Allah ömür verdiği müddetçe inşallah ben buradayım" şeklinde bir çıkışı vardı. O dönemde de çok tartışılmıştı bu gündem. Yine toplum içerisinde, toplumun nazarında, biz 21 Mart Nevruzunda Diyarbakır Nevruzunda da bu tartışmaların ışığında geçti. Ancak en azından Dem Parti’nin tabanı, yani Dem Parti’yi Dem Parti yapan seçmenlerin, çok böyle bir şeye ikna olmadığını, kabul gelmediğini, hele bu aşamada böyle bir şeye tevessül etmediklerini söylemek lazım.

    Bu tartışmaların biraz daha provokatif, nifak tohumlarının olduğu, zaten biliyorsunuz son 20 yıldır Türkiye’de kutuplaşmanın o kadar artırıldığı bir süreç yaşanıyor ki, herkes siyah ve beyaz düzleminde bile neredeyse artık taraf olmaya doğru gitti. Bu süreç de biraz onunla ilgili. Mesela yayına bakarken Lozan tartışması, örgütün açıklama yaptığından bu yana sürüyor; ama ben bambaşka okuyorum. Sokak bambaşka okuyor, en azından bizim buradan bölgeden bakınca farklı okunuyor. Orada bambaşka okunuyor çünkü Lozan vurgusu, orada tarihsel bir gerçekliğe vurgu yapıldı ve Lozan'ın sınırları kabul edildi gibi okunuyor. Ben de öyle okudum çünkü metnin tamamını okuduğumuzda ortak vatan ve demokratik Türkiye'den bahsediliyor. Yine aynı Lozan'ın içinde geçtiği o fesih kararında "Yaşasın Türk ve Kürt kardeşliği, Yaşasın tam bağımsız Türkiye" sloganı atılıyor. PKK tarafından atıldığını, en azından bu metnin içerisinde olduğunu daha doğrusu derli toplu okumanın, günlük siyasi malzemeye çok prim vermeden bakmanın daha sağlıklı olabileceğini söylemek daha mümkün.

    Kürtler açısından tarihsel sürece çok girmeden, sıkmadan söyleyeyim. Lozan, Kürdistan'ın Osmanlı'dan kalan o bakiyesiyle birlikte dört parçaya bölündüğü anlaşma olarak tarihsel olarak kabul edilir. Kürtler, en azından bunu vicdanen, mantıken böyle değerlendirir. Ama yapılan açıklama hem Suriye için, hem Irak için, hem İran için, hem de Türkiye için Lozan sınırlarının kabul edildiği ve ortak vatan ile demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin vurgusu yapıldığı yani biraz da bu açıdan bakmanın bence çok daha sağlıklı olabileceğini söyleyebiliriz.

    Çünkü sokakta da insanların, özellikle Türkiye'de yaşayan Kürtlerin herhangi bir bölünme, böldürme veya ayrılma gibi bir dertleri hiç olmadı ki. Zaten 93'ten bu yana tabii bu ara çok popüler oldu. Artık PKK, biliyorsunuz, söylemesi, konuşulması çok daha rahat bir şeye geldi. İnsanlar daha çok görebiliyor, izleyebiliyor, geçmişe dönük takipler yapabiliyorlar. Nitekim geçtiğimiz günlerde 32 Gün arşivinde de 93 yılında Öcalan'ın bir açıklaması var. Onu da dinleyince bugüne geldiğinde aslında taban tabana benzer şeylerin söylendiğini, çok da bir şeyi değiştirmediklerini yine demokrasi açısından düşünmekte fayda var.

  • 25:25 Bölündüğü anlaşma olarak tarihsel olarak kabul edilir. Kürtler en azından bunu vicdanen, mantıken böyle değerlendirir. Ama yapılan açıklama, hem Suriye için hem Irak için hem İran için hem de Türkiye için Lozan sınırlarının kabul edildiği ve ortak vatanla demokratik Türkiye Cumhuriyeti'nin vurgusu yapıldığı, yani biraz da bu açıdan bakmanın, bence çok daha sağlıklı olabileceğini söyleyebiliriz.

    Çünkü sokakta da insanların, özellikle Türkiye'de yaşayan Kürtlerin, herhangi bir bölünme, böldürme veya ayrılma gibi bir dertleri hiç olmadı ki. Zaten 93'ten bu yana tabii bu ara çok popüler oldu. Artık PKK biliyorsun; söylemesi, konuşulması çok daha rahat bir şeye geldi. İnsanlar daha çok görebiliyor, izleyebiliyor, geçmişe dönük takipler yapabiliyorlar. Nitekim geçtiğimiz günlerde 32 günün arşivinde de 93 yılında Öcalan'ın bir açıklaması var. Onu da dinleyince, bugüne geldiğinde aslında taban tabana benzer şeylerin söylendiğini ve çok da bir şeyi değiştirmediklerini, yine demokratik bir cumhuriyetten, demokratik bir ülkeden ve tam bağımsızlıktan; yani bütün o manda, dış güçlerden, Amerika'nın veya İngiltere'nin o dönem daha çok belki müdahalelerinden daha bağımsız bir Türkiye'ye doğru giden bir talebi olduğunu görüyoruz.

    Nitekim o sürecin de Türkiye içerisinden barışı engellendiğine dair bazı emareler vardı. Yine mesela bak, sokak her zaman en sağlıklı bilgiyi o verir. Bu siyasetçilerin şu gündem içerisinde içine düştüğümüz keşmekeş halini bir tarafa bırakırsak, biraz daha toplumsal tabandan bakmanın, tarihsel süreçten bakmanın, daha derinlikli bakmanın, önümüzdeki süreci daha net anlaşılabilir hale getireceğini söyleyebiliriz.

    E nitekim yine tabandan gelen bir peki, nereye bağlanacağını düşünüyor insanlar, bu terörsüz Türkiye sürecinin? Orada gerçekten şu an kimsenin bununla ilgili bir fütüristik bir geleceğe dair bir tahayyülü yok. Çünkü bir güven problemi yaşıyorlar, en nihayetinde. Hatırlarsın, ilk çözüm sürecinde de yine buna benzer süreçler olmuştu. Çok şey sistem benzemiyor ama süreç buna benzerdi ve ciddi bir demokratikleşme, bir kardeşlik duygusu ruhu ortaya çıkmıştı. Ama bir beş yılın ardından 2015 ile birlikte, hatta 141 gibi bu rahat konuşan entelektüel zeminde, tırnak içinde söyleyeyim, tartışılan meseleler bir noktada bumerang gibi döndü ve insanları vurmaya başladı. Ondan sonra da tutuklama furyaları başladı.

    İşte bugün Den Parti'nin Adalet Bakanlığıyla görüşmesinde, 110.000'den fazla siyasi tutsağın serbest bırakılması talebi de, yine o dönemde sayıların artması ve o dönemde insanların fikir ve düşünce özgürlüğü kapsamında söylediği söylemlerden dolayı tutuklandığını söylemek lazım. Tabii hepsini örgüt torbası içine atıp, terör örgütü propagandasından veya üyeliğinden, hiçbir şey değilse de, örgüt üyesi olmamakla birlikte, gibi absürt yasalarla tutuklandı insanlar. Tekrar böyle bir şeye temkinli davranıyorlar. Ne olacağını bilmiyorlar. Çünkü bagajları en azından...

  • 27:31 Buna benzer süreçler olmuştu. Çok şey sistem benzemiyor ama süreç buna benzerdi ve ciddi bir demokratikleşme, bir kardeşlik duygusu ruhu ortaya çıkmıştı. Ama 1. bu 5 yılın ardından, 2015 ile birlikte, hatta 2014 gibi, bu rahat konuşan entelektüel zeminde tartışılan meseleler bir noktada bumerang gibi döndü ve insanları vurmaya başladı. Ondan sonra da tutuklama furyaları başladı.

    İşte bugün Den Parti'nin Adalet Bakanlığıyla görüşmesinde, 110.000'den fazla siyasi tutsağın serbest bırakılması talebi de yine o dönemde sayıların artması ve o dönemde insanların fikir ve düşünce özgürlüğü kapsamında söyledikleri söylemlerden dolayı tutuklandığını söylemek lazım. Tabii, hepsini örgüt torbası içine atıp terör örgütü propagandasından veya üyeliğinden, hiçbir şey değilse de, örgüt üyesi olmamakla birlikte, gibi absürt yasalarla tutuklandılar. Tekrar böyle bir şeye temkinli davranıyorlar. Ne olacağını bilmiyorlar. Çünkü bagajları en azından çok temiz değil, iktidar açısından söylemek lazım.

    Peki mesela şimdi iki tane yorum. Volkan Şahin diyor ki, mesela Kürtçe dilde eğitim, bu Kürt siyasetinin talep ettiği bir şey. Mesela bu konuda adımlar atılırsa, işte bu anayasanın 66. maddesi burada değişiklik olursa, o zaman Den Parti seçmenin tavrı değişebilir mi? Muharrem Palaz da diyor ki, yani çok büyük coşku ve sevinç görmedik. Neden iktidara güven yok mu? Aslında senin söylediğin şeyi sormuş oluyor Muharrem Palaz. Ama madem böyle bir güven sorunu var, bunu nasıl aşabilir hükümet? Ne yaparsa aşar?

    Evet, hükümetin atması gereken, aslında Nevşin'de de bir problem var. Yani biz uzun zamandır iktidarla devletin çizgisinin kaybolduğunu, orada bir flu alana döndüğünü biliyoruz. Kim iktidar, kim devlet, o da belli değil. Çok uzun zamandır, özellikle başkanlık sisteminden bu yana. Dolayısıyla burada yine de devleti muhatap almak lazım. Çünkü iktidarlar gelip geçicidir. Her şeyin son kullanma tarihi var. Cumhurbaşkanı Erdoğan da, elbet eninde sonunda Allah dediği gibi, onun da hakkını tahsil edecek. Son kullanma tarihi bitecek onun da. Dolayısıyla devleti muhatap almanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.

    Dolayısıyla toplum da aslında biraz öyle bakıyor ve devletin bu konuda özellikle yasal çerçevede bazı küçük de olsa adımlar atması gerektiğini düşünüyorlar. Ki onlardan biri, az önce de yorumda olduğu gibi, Kürtçenin en azından ikinci dil olarak anayasada görünmesi. Hiç değilse, pratikte şimdi yasal olarak öyle bir problem var. Okullarda Kürtçe eğitim seçmeli olarak veriliyor. İnsanlar tercih de ediyorlar, ama öğretmen atamasında bir problem yaşanıyor. Yani, teoride, yasal düzlemde her şey çok demokratik fakat pratik düzlemde çok antidemokratik bir hukuk sistemiyle yönetildiğimiz için problemler de oradan çıkıyor. Nitekim, en önemli mesela bu meselede, bizim bölge için, insanları daha net özetlemek gerekirse, çok net söylüyorlar.

  • 29:35 Cumhurbaşkanı Erdoğan da, elbet eninde sonunda Allah dediği gibi onun da hak tahsisi edecek. Son kullanma tarihi bitecek. Dolayısıyla, devleti muhatap almanın daha doğru olduğunu düşünüyor bir taraftayım ben. Toplum da aslında biraz öyle bakıyor ve devletin bu konuda, özellikle yasal çerçevede, bazı küçük de olsa adımların atması gerektiğini düşünüyorlar. Ki onlardan biri, az önce de yorumda olduğu gibi, bir Kürtçenin en azından ikinci dil olarak anayasada görünmesi.

    Hiç değilse pratikte... Şimdi yasal olarak zaten öyle bir problem var. Okullarda Kürtçe eğitim seçmeli olarak veriliyor. İnsanlar tercih de ediyorlar ama öğretmen atamasında bir problem yaşanıyor. Yani teoride, yasal düzlemde her şey çok demokratik fakat pratik düzlemde çok antidemokratik bir hukuk sistemiyle yönetildiğimiz için problemler de oradan çıkıyor. Nitekim, en önemli mesela bu meselede, bizim bölge için insanları daha net özetlemek gerekirse, çok net söylüyorlar: "Tercih etmediğimiz doğumların bedeli neden bize ödetiliyor?" diyorlar.

    Bunu açayım biraz çünkü burası önemli. Hakikaten tercih edilmeyen doğumların bedelini yüzyıllardır ödediği bir coğrafyadan bahsediyoruz. İnsanlar da bu şekilde değerlendiriyor ve bu bedenin çok ağır olduğunu düşünüyorlar. Bu çözüm sürecindeki o beslenen, en azından PKK'nin fesih kararı, beklenen o çok coşkuyu, motivasyonu ve heyecanı yaratmadı ama insanlar da bir umut kırıntısı oluşturdu. Nitekim, dediğimi aşmak gerekirse yani ben Van'da doğdum, diğeri Ankara'da, Manisa'da doğdu diye niye benim üzerimde oluyor pek? Tabii, o da tercih etmediği bir yerde Van'da doğabilirdi.

    Dolayısıyla bu bir üst-as ilişkisinden çıkmalı ve "Yarın Türkiye'si nasıl olmalı?" sorusu tartışılıyor. Nasıl bir toplum yaratmak istiyoruz ve nasıl bir topluma uyanmak istiyoruz soruları burada daha çok tartışılıyor. Bu valilik, kaymakamlık meselesini de anlatmak gerekirse; en müzdarip olan seçmen Kürt seçmen olduğu için buradan açıklamak gerekirse, anladığım kadarıyla en azından insanlarla da konuşuyoruz. Onların da bu meseleyi tahlil edebildiği kadarıyla, belki belediye mefhumunun komple yerinden kalkması, valilik ve kaymakamların seçime dönüşmesi bir adım olabilir.

    Yani halk, belediye başkanları değil, vali ve kaymakam seçebilir. Bu, Kürt seçmen açısından tercih edilen bir şey diyebiliriz açıkçası. Yani Erdoğan'ın açıklamasında, o valilere bağlı açıklamasında bu mu çıkabilir diye umit ediliyor, anladığım kadarıyla? Bu bir bilgi mi yoksa, hani bir umut yorum mu, belki öyle olsa ne iyi olur, öyle olsa tamam deriz gibi bir şey mi? Yoksa kayyum ataması yapamıyoruz, ne güzel kayyum istisna olacak ama hepsi valiye rapor verecek dersen, vali herkese zaten fiili olarak kayyum olmuş oluyor.

    Orada şöyle bir şey var; AK Parti eskiden belediyeleri kazanabilirken, belediyelere geniş yetkiler verilmesi gerektiğini savunuyordu. Belediyeleri kaybetmeye başlamışken...

  • 31:42 Kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse, anladığım kadarıyla en azından insanlarla konuşuyoruz. Onların da bu meselede tahlil edebildiği kadarıyla, belki belediye mefhumu tamamen yerinden kalkabilir; valilik ve kaymakamları seçime evirebiliriz. Yani halk, belediye başkanları yerine vali ve kaymakam seçebilir. Bu, onun bir adımı olabilir. Bu da Kürt seçmen açısından tercih edilen bir şey diyebiliriz açıkçası.

    Erdoğan'ın valilere yönelik açıklamasında, bu durumun mu gerçekleşebileceğine dair bir ümit var gibi anlaşılıyor. Bu bir bilgi mi yoksa sadece bir umut mu, belki öyle olsa ne iyi olur deriz gibi bir şey mi, bilemiyorum. Eğer kayyum atamıyoruz diye bir durumda hepsi valiyle rapor verecekse, o zaman vali herkes için fiili olarak kayyum olmuş oluyor.

    Burada şöyle bir durum var: AK Parti eskiden belediyeleri kazanırken, belediyelere geniş yetkiler verilmesi gerektiğini savunuyordu. Ancak, belediyeleri kaybetmeye başlayınca şimdi de diyor ki, "hayır, bunların yetkisi çok geniş. Bunlar siyaset yapıyor. Yetkilerini daraltalım" diye bir çıkış var.

    Ama sen şöyle mi okuyorsun? Dedin ya, devlet, hükümet falan. İşte Devlet Bahçeli'nin bu ilk açıklamayı yapması üzerinden, insanlar, Erdoğan'ın üstünde de bir baskı gibi bir bakış açısına sahip olduğuna dair bir durum var mı? Vatandaşlar Van'dan bu durumu böyle mi görüyor?

    Kürt seçmen, çok açık bir şekilde, adını koymuş durumda. Bu, tek başına devletin veya iktidarın aldığı bir karar değil. Mevcut konjonktürün bunu zorladığını ve Türkiye'nin, bu dünya savaşı mı emin değilim ama en azından Ortadoğu'daki ortamın yangın yerine döndüğünü gösteren bir konjonktürde bulunduğunu düşünüyorum. Yani dünyanın geldiği sürecin Türkiye'yi buna zorladığına dair bir yorum var. Bu yabana atılır bir yorum değil; tarihsel gerçekçiliği de var.

    Zaten her dakikada kamuoyuna Devlet Bahçeli ve Recep Tayyip Erdoğan, "terörsüz Türkiye" sloganıyla bunu paketliyorsa, iç kamuoyunda kendi aralarında da bazen basına yansıdığında, bu durumu iç cepheyi kuvvetlendirme olarak görüyorlar. Dolayısıyla, cephe meselesi işin içine girince bir karşılık ve müdahale var; cepheyi sağlamlaştırma kaygısı olduğu da en azından basına yansıdıkları kadar değerlendirilebilir.

    Fakat en büyük problemlerden biri, aslında bu. Toplumun bu kadar temkinli yaklaşması, bu kadar itiraz etmesi, her şeyin altında bir "çapoğlu" aramasının birçok haklı sebebi var. Ancak, bunun önüne geçmenin yolu ve yöntemi oldukça belli. Şeffaf bir süreç oluşturulmalı ve kim ne yaptığını açıkça söylemeli ki toplum buna göre karar versin. Zaten demokratikleşmenin yolu da bu. Eğer bir süreçten bahsediliyorsa ve demokratikleşmeye gidiliyorsa, bu durum parti tabanında da çok ciddi rahatsızlık yaratıyor. Nitekim bugün Özgür Özel de, "Hiçbir şeyden haberimiz yok," dedi. Yani, "Bize hiçbir şey anlatılmıyor," dedi.

  • 33:37 Türkiye sloganıyla bunu paketlediyse de, iç kamuoyunda kendi aralarında bazen basına yansıdığında iç cepheyi kuvvetlendirme olarak görüyorlar. Dolayısıyla, cephe meselesi girince işin içerisine, bir karşılık var; bir müdahale var ve cepheyi sağlamlaştırma kaygısı olduğunu da en azından basına yansıdıkları kadar okuyabiliriz.

    Fakat en büyük problemlerden biri o. Yani, bütün Türkiye'nin problemi o aslında. Toplumun bu kadar temkinli yaklaşması, bu kadar itiraz etmesi ve her şeyin altında bir çapoğlu aramasının haklı bir sürü sebebi var. Ama bunun önüne geçmenin de yolu, yöntemi çok belli. Şeffaf bir süreç oluşturulacak ve kim ne yaptığını açıkça söyleyecek ki, toplum da buna göre karar versin. Zaten demokratikleşmenin yolu bu. Yani, eğer bir süreçten bahsediliyorsa ve demokratikleşmeye gidiliyorsa, bu parti tabanında da çok ciddi rahatsızlık yaratıyor. Nitekim, bugün Özgür Özel de "hiçbir şeyden haberimiz yok" dedi. Yani, "bize hiçbir şey anlatılmıyor" dedi. Ülkenin birinci partisi olan ana muhalefet partisinin genel başkanının içinde olmadığı bir demokratikleşme sürecini kimse ne inandırıcı bulabilir ne de gerçekçi bulabilir.

    Dolayısıyla, toplumu bu kadar germenin, bu kadar kutuplaştırmanın bir anlamı yok. En doğru sistem, ne yaşandıysa bunu bir şekilde, şeffaf bir şekilde topluma anlatmak lazım. "Mutfakta ne pişiyor ve millet ne yiyecek?" Çünkü, en sonunda o tabak halkın önüne konulacak. Konulursa.

    Peki, bir şey soracağım: CHP Van'da miting yaptı mesela, bomboştu. Halbuki Van'ı kayyum atandığında en çok CHP tepki göstermişti. O zaman bu "terörist Türkiye" süreci falan tam başlamamıştı. Neden bomboştu CHP mitingi? Neden insanlar ilgisini kaybettiler? Bunun birden fazla sebebi var. Çok önemli bir soru. Nitekim, bundan bir, bir buçuk sene önce ya da cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu yine Ekrem İmamoğlu ile beraber geldiğinde, eşi Dilek İmamoğlu da yanındaydı, Van'da 150.000 kişinin toplandığı bir miting yapmışlardı. Nitekim, yine genel seçimlerde CHP Van milletvekili Seracettin Bedirhanoğlu adaydı, 16.070 oyla vekilliği kaybetmişti. Dolayısıyla, 50.000'e yakın da oy almışlardı. Fakat, son Özgür Özel'in geçtiğimiz hafta yaptığı mitingine 2.000 ya da 3.000 dolaylarında bir katılım gerçekleşti.

    Bunun bütün bu yaşanan süreçten bağımsız ele alınmaması lazım. İnsanlar temkinli davranıyorlar. Olası bir süreçte taraf bozan tarafta kalmak kimse istemiyor; böyle bir bahane vermek istemiyorlar. Açıkçası çok da sıkılmış durumdalar. Bir şekilde bu sürecin nihayete erdirilmesi ve rahat bir nefes almak istiyorlar. Bu birinci sebep. İkincisi, Özgür Özel de konuşmasında değinmişti. Vali’nin AKP il başkanı gibi davranıyor olması, yine oradaki mitinge hatırı sayılır bir etki yaptı.

    Azınması noktasında hem 657 ile tehdit ediyorlar ki, benim her zaman söylediğim bir şey var: Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri 657 meselesidir. İnsanlar fikir ve düşünce özgürlüğünü 657'sini kaybetmemek için iktidara...

  • 35:44 CHP Van milletvekili Seracettin Bedirhanoğlu, genel seçimlerde 16.070 oyla vekilliği kaybetmişti. Dolayısıyla, yaklaşık 50.000 oy almışlardı. Ancak, son Özgür Özel'in geçtiğimiz hafta yaptığı mitingde 2.000 ya da 3.000 civarında bir katılım gerçekleşti. Bunun yaşanan süreçten bağımsız ele alınamayacağını söylemek gerekiyor. İnsanlar temkinli davranıyorlar. Olası bir süreçte, taraf bozan tarafta kalmak kimse istemiyor; böyle bir bahane vermek istemiyorlar. Açıkçası, çok da sıkılmış durumdalar. Bir şekilde bu sürecin nihayete erdirilmesi ve rahat bir nefes almak istiyorlar. Bu birinci sebep.

    İkincisi, Özgür Özel de konuşmasında değinmişti; valinin AKP il başkanı gibi davranıyor olması, oradaki mitinge hatırı sayılır bir etki yaptı. Azlanması noktasında hem 657 ile tehdit ediyorlar. Benim her zaman söylediğim bir şey var; Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri 657 meselesidir. İnsanlar, fikir ve düşünce özgürlüğünü 657'sini kaybetmemek için korumaya çalışıyorlar ve iktidar da bunu çok iyi kullanıyor. Dolayısıyla, bunun da bir etkisi var.

    Fakat sonuç olarak şunu da eklemek istiyorum: Eğer siyasi bir tahlil yapılacaksa, bu meselede öyle bir noktaya gelindi ki ülke olarak bu, başlatılan adı konmamış, iktidar cephesinin "terörsüz Türkiye" dediği, Kürt cephesinin de "demokratik toplum" dediği sürecin bozan tarafı artık bozulamayacak bir aşamada bulunmaktadır. Bozan tarafın, tabiri caizse, tabela partisine dönme riskiyle karşı karşıyalar. Yani, siyasi mefta olma riskleri var. Dolayısıyla, kimse bu süreci bozan tarafta olmak istemiyor ve herkes karşılıklı adımlarla en nihayetine, en doğrusuna erdirmeye çalışıyor.

    Kürtlerin de politik bir tutum olduğunu, birey olarak çok fazla olmasa bile toplum olarak ciddi bir politik hafızası olduğunu göz önünde bulundurursak, CHP'nin mitingine katılmaktan imtina etmişler gibi görünüyor.

    Şimdi olay Van'dan böyle görünüyor. Ruşan burada şeffaflıktan bahsetti. Yani, şeffaflığın olmayacağı aşikar; zaten sürecin de tam olarak ne bittiğini açıklayan yok. Özgür Özel'in dediği kadarıyla, kimden duyuyoruz biz? Mümtazer Türkö Bahçeli'nin gerçekten danışmanı mı, değil mi, belli değil. Cem Küçük kimdir, bilmiyorum; yorumcu, işte bir şeyler söylüyor. Onun dediğine göre bir şeyler falan; ne bileyim, dün de bu belediyeler üzerine konuştu mesela.

    Belediye meselesi gelmeli. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu açıklaması, herhangi bir gelişmeden sonra yapılmış bir açıklama mı? Baktığınızda, Erdoğan'ın bir öz eleştirisi var, bence. Bunu onunla tamamlayayım. Ben Şaban abiye bırakayım. "Bütün parti ayırmıyorum," dedi. "Bütün belediyelerde sistemsel sorun var. Bu da yozlaşmaya yol açıyor," dedi. Hakikaten de bugün belediyelerde yozlaşma oluyor. Yani, bu yönetimsel anlamda bence mesela, bu imar işleri tamamen Çevre Bakanlığına verilebilir diyelim. Çünkü, ona sorsanız diyor ki; mesela Beyoğlu'nda bir gece kulübünde yangın oldu, ilçe diyor ki...

  • 37:46 "N dedi ya burada, şeffaflık diye. E, yani şeffaflığın baksanıza olmayacağı aşikar zaten; süreci de tam olarak ne bittiği de açıklayan da yok. Özgür Özel'in dediği kadar var. Kimden duyuyoruz biz? Mümtazer Türkö, Bahçeli'nin gerçekten danışmanı mı, değil mi, belli değil. Cem Küçük kim, bilmiyorum. Yorumcu; işte bir şeyler söylüyor. Onun dediğine göre bir şeyler falan. Yani ne bileyim, dün de bu belediyeler üzerine konuştu mesela.

    Belediye statüsü gelmeli. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu açıklaması, herhangi bir gelişmeden sonra yapılmış bir açıklama mı? Bir de bak; orada Erdoğan'ın bir öz eleştirisi var bence. Onu onunla tamamlayayım. Ben Şaban Abi'ye bırakayım. Bütün parti ayırmıyorum dedi. Bütün belediyelerde sistemsel sorun var. Bu da yozlaşmaya yol açıyor, dedi. Hakikaten de bugün belediyelerde yozlaşma oluyor. Yani bu yönetimsel anlamda, bence mesela bu imar işleri tamamen Çevre Bakanlığı'na verilebilir, diyelim. Çünkü ona sorsan, diyor ki mesela Beyoğlu'nda bir gece kulübünde yangın oldu; il, ilçe diyor ki bizim alakamız yok. İl diyor, benim alakam yok. Öbürü diyor, Çevre Bakanlığı o diyor, burada. Bunların netleşmesi lazım.

    Şimdi biz, yangında Bolu'da yangın olduğu bir türlü anlaşamadık, hiçbirimiz. Yani hayır, şunu niye soruyorum, biliyor musun? Daha önce de mesela gece kulübü yangını veya vesaire veya buna benzer şeyler oldu. Yaşandı Türkiye'de, yeni değil. Şimdi o zaman da herhalde bir şeyler hani bu kadar sıkıntılı mıydı, diye merak ettiğim için soruyorum. Belediye, çünkü bazı yorumlar da yapılıyor. Bu belediyelerin statü ihtiyacı var diye. Sosyal medyada tabii ki bunlar doğalan (doğal) oluşuyor. Hani başka bir statü. Evet. Evet, doğru.

    Mesela Bolu'da yangının olduğu yer, mücavir alan dışında ama adam yangın raporunu belediyeden, Bolu Belediyesi'nden almış. Normalde onu il özel idareden alması lazım. Daha önce olan şeyler bunlar zaten. Daha önce de olması lazım. O zaman net değil. Şimdi mi netleşmesi? Onu anlamaya çalışıyoruz. Bence net. Bak şimdi, öte yani eskiden beri böyle. Eskiden beri böyle yani. Zeliha Saraç bile dayanamıyor. Soruyor yani, hayırdır, bugün aklımız? Cem Küçük de. Evet. Hep böyle; en büyük sorunum buydu. Türkiye'nin bak, hepsinde valiat alınca çözülecek, diyor. Çözülüyor mu peki? Evet. Çözülüyor mu peki?

    Şimdi bir şey söyleyeceğim. Hani burada iktidar değil, yani güvenin bu süreci de hiç sorgulamayın. Bu süreç devam etsin. Ya burada vatandaşın sorduğu şey şu; gerçek kardeşim, bu gerçekten halkın, milletin, vatandaşın menfaatine mi yapılıyor? Başka bir siyasi hesap mı pişiyor burada? Bence başka bir siyasi hesap pişiyor. Öncelikle Erdoğan, cumhurbaşkanı olmaya devam etmek istiyor. Ve bakın, bu minvalde yapılan her anayasa değişikliğinde biz, cumhurbaşkanlığının yetkilerinin arttığının, diğer kurumların yetkilerinin kısıtlandığını görüyoruz. Diğer kurumların işte devleti içeriden çekme, bir denge görevi görme, bu görevi taşıyan kurumların neredeyse etkisizleştirildiğini görüyoruz. Dolayısıyla şimdi, evet, burada herkes kafasında bir soru işaretiyle."

  • 39:39 Beri böyle yani. Zeliya Saraç bile dayanamıyor. Soruyor yani. Hayırdır, bugün aklımız? Cem Küçük de. Evet, hep böyle en büyük sorunum buydu. Türkiye'nin, bak, hepsinde böyle vali atılınca çözülecek diyor. Çözülüyor mu peki? Eee, evet. Çözülüyor mu peki?

    Şimdi bir şey söyleyeceğim. Hani burada iktidar değil, yani güvenin bu süreci de hiç sorgulamayın. Bu süreç devam etsin. Ya burada vatandaşın sorduğu şey şu: Gerçekten, bu halkın, milletin, vatandaşın menfaatine mi yapılıyor? Başka bir siyasi hesap mı pişiyor burada? Bence başka bir siyasi hesap pişiyor. Öncelikle Erdoğan, cumhurbaşkanı olmaya devam etmek istiyor. Ve bakın, bu minvalde yapılan her anayasa değişikliğinde biz, cumhurbaşkanlığının yetkilerinin arttığını, diğer kurumların yetkilerinin tırpanlandığını görüyoruz.

    Diğer kurumların, işte devleti içeriden çekme, bir denge görevi görme, bu görevi taşıyan kurumların neredeyse etkisizleştirildiğini görüyoruz. Dolayısıyla, şimdi evet, burada herkes kafasında bir soru işaretiyle yaklaşıyor. Çünkü şunun farkındayız: "A, evet ya işte yeni anayasa yapılınca daha demokratik bir şey olmayacak. Çıkmaz bu sistemden." Bu kafa yapısından daha demokratik bir şey çıkmaz. Yani imkanı yok.

    Bakın, yani adım adım, Allah aşkına, Boğaziçi çocuklar dedik. Dört tanesi tutuklandı. Niye tutuklandı, belli değil. İşte polis yaralandı, çıkan arbedede deniyor. Polis de ne olmuş? Oradaki bir inşaat çukuruna düşmüş. Anlaşılan bu çocuklar, polise kastetti muamelesi yapılıyor. Anlatabiliyor mu? Öğrenci bunlar. Bir tanesinin babası dün anlatıyordu. "Ya benim çocuğum Türkiye ikincisi, aslında hani pamuklara sarmalanması lazım ama gözaltında," diye.

    Esila Ayık bugün serbest bırakıldı. Babasıyla konuşmuşlar. Babası diyor ki, "Ya Esila serbest bırakıldı ama diğerleri içeride, biz ne yapacağız?" falan diye. Hala tutuklu olan Saraçane eylemlerinden öğrenciler var. Şimdi bu dinle nerede demokrasi? Hah, evet. O babayı yükledi. Ufuk, oynatır mısın?

    E siz sanırım çocuğunuzu bekliyorsunuz şu an. Adım İsa. Emekli öğretmenim. Eee, Boğaziçi'nde okuyan oğlum var. Şu anda vatan emniyette, eee gözaltında. Bir geceyi orada geçirdi, daha ne kadar geçirecek bilmiyorum. Benim oğlum Türkiye ikincisi. Eee, bu çocukların sadece kendi oğlum için söylemiyorum, tümü için söylüyorum. Pamuklara sarılıp korunması gereken birer değer, her biri. Bir cihan parçası her biri. Bu çocuklara böyle bir eziyeti yapmak reva mıdır? Yani bir meczup protesto etmeleri onların hakları değil mi? Eee, ülkem adına ve bu gençler adına eee utanç duyuyorum.

    Ya onları sorguya çekenler ne tür bir soru sorabilir ki? Eee, yani bu çocukların sahip olduğu haklar, evet, anlatıyor işte kendisi. Eee, babası diyor ki, "Ne nedir yani, protesto etmesinler mi?" Eee, çok sıkıntılı. Harbi, bir de tek değil ki. Bakın, arkadaşımız Furkan Karabay gözaltına alındı. Gazeteci arkadaşımız eee attığı bir tweet yüzünden Cumhurbaşkanına hakaret sayılmış. E ya, Arif Kocaabıyık serbest bırakılmıştı, geri gözaltına alındı. Daha önce iki tane daha dosya var.

  • 41:45 Emekli öğretmenim. Boğaziçi'nde okuyan oğlum var. Şu anda vatan emniyetinde, gözaltında. Bir geceyi orada geçirdi. Daha ne kadar geçirecek, bilmiyorum. Benim oğlum Türkiye ikincisi. Bu çocukların yalnızca kendi oğlum için değil, tümü için söylüyorum; pamuklara sarılıp korunması gereken birer değer her biri. Bir cihan parçası her biri. Bu çocuklara böyle bir eziyet yapmak reva mıdır? Yani bir meczup protesto etmeleri onların hakları değil mi? Ülkem adına ve bu gençler adına utanç duyuyorum. Ya onları sorguya çekenler ne tür bir soru sorabilir ki? Yani bu çocukların sahip olduğu hak evet, kendisi anlatıyor işte. Babası da "Ne nedir, yani protesto etmesinler mi?" diyor. Çok sıkıntılı. Gerçekten bir de tek değil ki! Bakın arkadaşımız Furkan Karabay gözaltına alındı. Gazeteci arkadaşımız, attığı bir tweet yüzünden Cumhurbaşkanına hakaret sayılmış. Arif Kocaabıyık serbest bırakılmıştı, geri gözaltına alındı. Daha önce iki tane daha dosya var hakkında. O dosyalar özellikle bahane gösterilmiş, yani gerekçe olarak gösterilmiş. Gözaltına alınsın diye.

    Her güne bir gözaltı, bazı tahliye haberleri geliyor falan ama herkes sırayla gözaltına alınıyor. Şimdi böyle bir ortamdan ne çıkacak, onu anlamakta zorlanıyorum. 19 Mart'la beraber bu gözaltı dalgası belli ki şunun için yapıldı. Peki, her yerden işte sanat dünyasından birkaç isim, eğitim dünyasından birkaç isim falan. Aman ha, bak böyle bir Ekrem İmamoğlu operasyonu yapılacak. Yine bir siyasi dizayn yapılıyor. Yine bir siyasi mühendislik yapılıyor. Buna ses çıkarılmasın dendi. Şimdi de belli ki bu yeni anayasa için bir mühendislik yapılıyor. Aman ha, buna da ses çıkarılmasın. Sesini çıkaranın sesi bastırılıyor. Zaten üç kişiyi içeri atınca diğer insanlar da susuyor haliyle. Gene bir operasyon dalgası var; gene bir operasyon havası var diye. Yani yine böyle tamamen operasyonlarla siyaseti şekillendirme dönemine girmiş oluyoruz. Her gün gözaltı listesi yayınlıyoruz.

    Bakın, vatandaşın siyasete bakış şekli burada artık ciddi sıkıntılar var. AK Parti iktidarı "biz hizmetkar olacağız" diye geldi, değil mi? Ama onun tabii köprünün altından çok sular aktı. Şimdi tersi; şimdi AK Partili siyasetçiler, sadece seçilmiş olanlar değil, hele atanmış olanlar kendilerini bir efendi olarak görüyorlar. Millete devamlı bir tepeden bakma, millete bir parmak sallama, "Siz kimsiniz ki?" ifadesi. Milli Eğitim Bakanı geçen gün bir programa katılmıştı. Orada atanamayan öğretmenlerden biri Milli Eğitim Bakanı'na tepki gösterdi. Milli Eğitim Bakanı da yani hakikaten çok biçimsiz cevap verdi. "188 gündür biz sizi bekliyoruz. 5 dakikada siz bizi bekleyin." Bizler mülakat mağduru öğretmenler olarak kapınızda bekledik. Bizimle yüzleşmek yerine toplumu, kamuoyunu algılarla manipüle ettiniz. Bizler mülakat gününde acı çektik. "Kal" demeden, "bor" demeden kapınızda bekledik. Bizim adımıza biz konuşuyormuş gibi...

  • 44:10 Listesi yayınlıyoruz ya. Öte yandan, bakın vatandaşın siyasete bakış açısı, burada artık ciddi sıkıntılar var. AK Parti iktidarı, "Biz hizmetkâr olacağız" diye geldi, değil mi? Ama tabii köprünün altından çok sular aktı. Şimdi, AK Partili siyasetçiler, sadece seçilmiş olanlar değil, hele atanmış olanlar, kendilerini bir efendi olarak görüyorlar. Millete devamlı bir tepeden bakıyorlar, millete bir parmak sallama, "Siz kimsiniz ki?" ifadesi.

    Biliyorsunuz, Milli Eğitim Bakanı geçen gün bir programa katılmıştı. Orada atanamayan öğretmenlerden bir tanesi, Milli Eğitim Bakanı'na tepki gösterdi. Milli Eğitim Bakanı da, hakikaten çok biçimsiz bir cevap verdi. "188 gündür biz sizi bekliyoruz. 5 dakikada siz bizi bekleyin. Bizler mülakat mağduru öğretmenler olarak kapınızda bekledik. Bizimle yüzleşmek yerine toplumu, kamuoyunu algılarla manipüle ettiniz. Bizler mülakat günlerinde acı çektik. Kal demeden, bor demeden kapınızda bekledik. Bizim adımıza biz konuşuyormuş gibi siyasetçilere cevap verdiniz. Ama bizimle cevaplaşmak, bizimle hesaplaşmak bitmedi. Bitmedi. Sayın Bakan, o zaman dışarıda bekle. Bekle, dışarıda konuşalım. Oldu mu?

    En az 30 defa sizlerle konuştuk. Sen, o kadar megaloman bir çocuksun ki, seninle konuşmamayı diğerleriyle konuşmak gibi algılıyorsun. Bu tavrım terbiyesizce ve ahlaksızca.

    Şimdi, sevgili misafirler, bu arkadaşımızın tavrı şu: Ne tür yapılarla, hangi tür terör örgütleriyle nasıl ilişkisi olduğu, istihbarat raporlarıyla ortaya çıkmış. Evet, eylem yapıyor. Fakat biz bu durumda olup mağdur olduğumuzu iddia eden en az 30 tane farklı gruba bizzat kendim randevu verdim. Çok değişik ortamlarda konuştuk. Ama bu arkadaşımız o kadar üstten bakan, o kadar megaloman ki, illa kendisiyle görüşeceğiz ve kendisini o kadar farklı bir yerde görüyor ki, herkesin kendisini temsil ettiğini düşünüyor. Evet.

    Arkasından bakan bayağı bir salladı. Atanamayan öğretmeni, salondan çıkardıktan sonra, öğretmenin adı Özkan Özdemir. Şimdi Özkan Özdemir, bakandan şikayetçi oldu ve şikayetçi olurken de diyor ki, "Ya evet ben öyle bir megalomanım ki, bir zeytini ikiye bölüp yiyorum. Eşimden harçlık alır durumdayım." İnşaatlarda çalıştığını belirtiyor ve çalıştığı inşaatları sayıyor, işte yeri gelmiş sıvacılık yapmış, yeri gelse kanalizasyonunu boşaltmış çalıştığı inşaatın. Öğretmen olmasına rağmen KPSS'de 84.6 alıyor ama atanmıyor. Atanmama gerekçesi olarak da, "Sen teröristsin, senin işte istihbarat geçmişine bakıldığında, terör örgütleriyle bağlantın varmış" deniyor. Diyor ki, "Hani burada bakan da diyor ya, kendisi terör bağlantısı varmış. Kimle konuştu istihbarat? Kantinciyle mi?"

    Çünkü Erzurum'da okurken, KYK'da kalırken orada hep beraber kötü yemekleri protesto etmişler arkadaşlarıyla. Bunu örgüt üyeliği saymışlar. Şimdi kusura bakmayın, şu bakış açısından devletin, siyasetçinin vatandaşa bakış açısı bu. Buradan, yani yemekler kötü diye protesto ediyorsun, terörist damgası yiyorsun.

  • 46:45 Özkan Özdemir, bakandan şikayetçi oldu ve şikayet ederken diyor ki: "Evet, ben öyle bir megalomanım ki, bir zeytini ikiye bölüp yiyorum. Eşimden harçlık alır durumdayım." İnşaatlarda çalıştığını belirtiyor. Çalıştığı inşaatları saymış; yeri gelmiş sıvacılık yapmış, yeri gelse kanalizasyonunu boşaltmış. Öğretmen olmasına rağmen KPSS'de 84.6 alıyor, ancak atanamıyor. Atanmama gerekçesi olarak da “Sen teröristsin, istihbarat baktı, senin terör örgütleriyle bağlantın var” deniyor. Diyor ki: "Hani burada bakan da diyor ya, kendisi terör bağlantısı varmış. Kimle konuştu istihbarat? Kantinciyle mi?" Çünkü Erzurum'da okurken KYK'da kalırken orada, arkadaşlarıyla birlikte kötü yemekleri protesto etmişler. Bunu örgüt üyeliği saymışlar.

    Şimdi kusura bakmayın, şu bakış açısından devletin, siyasetçinin vatandaşa bakış açısı bu. Yani, yemekler kötü diye protesto ediyorsun, ve terörist damgası yiyorsun. Buradan nasıl bir demokrasi çıkacak, hakikaten anlamakta zorlanıyorum. Bakan da ifade ediyor, vatandaşa nasıl baktığını ve böyle bir bakış açısının daha acayip olduğunu gösteriyor. Bütün bu olayların, hem siyasi operasyonların yükü hem de bu anayasanın belli ki mali yükü, vatandaşın sırtına inecek.

    Neden bahsediliyor? Mehmet Şimşek'in yeni politikası nedir? Kamuda tasarruf dendi ya, nerede tasarruf? Maşallah, sarayda tasarruf yok. Nerede var? Sayıştay, son 23 yılı incelemiş. Hani pandemiden bu yana memurlara yapılan kıyafet yardımı var ya, DSI üzerinden bakmışlar. Diyor ki: "Özellikle nakdi yardım, kamuyu zarara uğratmıştır." Kıyafet yardımı, bak, bu vatandaşın memurdan faiziyle geri alınacakmış. Yani, devlet sapı ucuyla veriyor, kaşığının sapıyla geri alıyor. Kamuda tasarruf denilen de bu. Muhtemelen, Mehmet Şimşek yabancı yatırımcılara sunum yaparken bunu anlatacak. “Bakın, şöyle yaptık” diyecek.

    Yani, içinde bulunduğumuz durum bu. Buradan hiçbir kusura bakmayın, demokrasi emaresi görmüyorum. Ama tabii, öyle bir dünya ki; malum, NATO Dışişleri Bakanları Zirvesi var. Hakan Fidan, ev sahipliği yapıyor Antalya'da. Türkiye diplomatik olarak çok yoğun günlerden geçiyor. İtalya Dışişleri Bakanı, Hakan Fidan’la birlikte tweetlerini paylaştı. İtalyan Dışişleri Bakanlığı da tweet attı. “Ah canım Türkiye, güzel Türkiye, badem gözlü Türkiye.”

    Hikaye şu; biz İtalya ile 23 sene öncesine kadar kanlı bıçaklıydık. Libya'da vekil gruplar üzerinden İtalya ile savaşılıyordu. Ama işte bu işler böyle. Avrupa'da neyi öğreniyor arkadaş? Demokrasi olarak kalmak istiyorsan, askeri olarak da güçlü olmak durumundasın aslında. Çünkü İtalya, Avrupa özellikle bu zamana kadar otoriter eğilimleri nedeniyle Erdoğan’la çok resim vermek istemiyordu. Üst düzey Türkiye'ye ziyaret yapılmak istenmiyordu. İşler değişti; Rusya-Ukrayna meselesi, işin seyrini değiştirdi.

  • 48:44 i, orada sarılmalar, öpüşmeler, her şey var. Ama sonuçta hiçbir şey yok.

    İçinde bulunduğumuz durum bu. Ben buradan, hiçbir kusura bakmayın, demokrasi memokrasi emaresi görmüyorum. Ama tabii öyle bir dünya ki, malum, NATO Dışişleri Bakanları Zirvesi var. Hakan Fidan ev sahipliği yapıyor Antalya'da. Türkiye, diplomatik olarak çok yoğun günlerden geçiyor. Öyle ki, İtalya Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile beraber tweetlerini attı. İtalyan Dışişleri Bakanlığı tweet attı falan. Ah canım Türkiye, güzel Türkiye, badem gözlü Türkiye.

    Hikaye şu: Yani biz, İtalya ile 23 sene öncesine kadar kanlı bıçaklıydık. Libya'da vekil gruplar üzerinden İtalya ile savaşılıyordu. Ama işte bu işler böyle. Avrupa'da öğreniyor. Avrupa'da neyi öğreniyor? Arkadaş, demokrasi olarak kalmak istiyorsan, askeri olarak da güçlü olmak durumundasın aslında. Çünkü İtalya, Avrupa, özellikle bu zamana kadar hani bu otoriter eğilimleri nedeniyle Erdoğan ile çok resim vermek istemiyordu. Böyle, üst düzey Türkiye’ye ziyaret yapılmak falan istenmiyordu. İşler değişti. Rusya-Ukrayna meselesi iş döndü dolaştı. Güvenliğe kaldı. E güvenlik deyince de, güçlü bir ordusu olan bölgede Türkiye var.

    E şimdi, canım Türkiye, aslan Türkiye. Biz sensiz neler etmişiz Türkiye. Övgüler, övgüler, övgüler. Bir başka tabii gelişme, bugün Zelenski Ankara'da. Putin gelir mi gelmez mi diye bekleniyordu. Zelenski Ankara'ya geldi. İndiği zaman dendi ki, "Ya, bir mesajınız var mı?" Benim burada olmam bir mesaj. "Ben buradayım, bekliyorum," dedi. Görüşmek istiyorlarsa. Ukrayna tarafı diyor ki, "30 günlük ateşkes mi istiyorsun? Gel kardeşim, konuşalım." "Tamam, varım ben," diyor Ukrayna tarafı. İlk bu İstanbul'da toplantı olsun diye Putin ortaya atmıştı.

    Niye Putin ortaya atmıştı? 2022'de bir İstanbul toplantısı olmuştu. Savaşın en başında hatırlayacak olursanız, orada bir çıkmadı. Yani bir ateşkes, bir anlaşma çıkmadı. Bunu Ruslar şöyle lanse ettiler; "Yah, biz aslında orada anlaşacaktık da, İngiltere araya girdi." Bak, "Ay Allah, bu kadar insan öldü," falan diyorlar ama şimdi orada Rusya'nın dayattığı maddeler, Ukrayna'nın kabul edebileceği maddeler değil. Bir kere diyor ki, "Ukrayna ordusunu 50.000 kişiye düşür." Elinde de diyor "uzun menzilli silah olmasın," ordun olmasın diyor. Yani ben arada gelip tokatlayıp çıkayım diyor. Bunu hangi hükümet tamamlayabilir? İşgal edemediği yerleri de istiyor. "Ben diyor orada olarak işgal edemedim. Var, ver buraları bana," diyor.

    Zaten sıkıntılıydı. Yani aslına bakacak olursanız herkes atıyor, tutuyor. "İngilizler mi?" diyor İngilizler falan da, "nasıl yani sen nasıl kabul edeceksin?" İyi, tamam, ordu olmasın. Bizim o orduyu terhis edeyim kim diyebilir yani? Şimdi Putin de bilerek ona referans gösterdi. 2022, yani benim pozisyonum aynı diyor. E Lavrov’u bile yollamadı. En düşük düzey danışmanlarını yolladı kendisi İstanbul'a. Rus heyeti geldi İstanbul'a. Senki de Ankara'ya geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’la görüştü. "Putin gelirse giderim, İstanbul’la görüşürüm." Putin yok. "Tamam, o zaman mevkidaşı gider." Kim? Danışman mı geldi? "İyi, danışman gider," diyor. Yanında Zelenski’nin sıradışı...

  • 50:40 Rayna'nın kabul edebileceği maddeler değil. Bir kere diyor ki, Ukrayna ordusunu 50.000 kişiye düşür. Elinde de diyor, uzun menzilli silah olmasın. Ordun olmasın diyor. Yani, ben arada gelip tokatlayıp çıkayım diyor. Bunu hangi hükümet tamamlayabilir? İşgal edemediği yerleri de istiyor. "Ben orada olarak işgal edemedim. Var, ver buraları bana," diyor. Zaten sıkıntılıydı; yani aslına bakacak olursanız herkes atıyor, tutuyor. İngilizler mi? İngilizler diyor. Falanda, nasıl yani sen nasıl kabul edeceksin? İyi tamam, ordu olmasın. Bizim o orduyu terhis edeyim kim diyebilir yani?

    Şimdi, Putin de bilerek ona referans gösterdi. "2022 yani benim pozisyonum aynı," diyor. E, Lavrov'u bile yollamadı. En düşük düzey danışmanlarını yolladı kendisi İstanbul'a. Rus heyeti geldi İstanbul'a. Senki de Ankara'ya geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüştü. "Putin gelirse giderim İstanbul'la görüşürüm." Putin yok. Tamam, o zaman mevkidaşı gider. Kim? Danışman mı geldi? İyi, danışman gider diyor. Yanında Zelenski'nin savunma bakanı vesaire de var. Gözler Türkiye'de. Bu tabii ki Türkiye için, Erdoğan için bir zafer. İşte iki tarafı da ben burada buluşturabiliyorum. "Ben teklifimi yapıyorum," diyor Erdoğan.

    İşin bu tarafı da var. Bu tabii aynı zamanda Donald Trump'ın Ortadoğu turunda. Ona soruldu, "Siz gider misiniz İstanbul'a, ne diyorsunuz?" diye. Trump da şöyle düşündü. "Ben hani gidersem Putin de gelir belki," diye. O da şöyle bir şey söyledi: "I would go to go's going to go. If I don't go, it turned out to be right." Marco, as you know, doing a fantastic job of state.

    Evet, şimdi şöyle yapıyor Trump. Tabii, ben gidersem Putin de gelir falan diyor. E artık en son biz ya da elimiz, şunu diyecek: Rusya'ya ben elimden geleni yaptım. "Kardeşim, ne diyorsan söyledim," diyecek. Putin gelmezse şunu söyler, "Maroko da şeyde Antalya'da NATO zirvesi çerçevesinde göreceğiz." Putin gelmez, gelemez arkadaşlar. Hem dün söyledim; öyle otokratik diktatörler saraylarını bırakamazlar. Arkalarından olacak bir darbeden korkarlar. Bu iş böyledir. Putin pek bir yere kımıldamıyor yani Kremlin'den.

    Ukrayna'yı ülke olarak görmüyor. "Kim ki bunlar?" diyor. "Bunlar zaten Rusya'nın şeyi olması lazım," diyor. Yani, "kolonisi olması lazım," diyor. Onun için Zelenski'yi kendiyle eşit görmüyor. "Kim ki bu?" diyor. "Ezik diyor. Olsa olsa benim kapıcım olur," diyor. "Olsa olsa benim kapı görevlim olur," diyor. "Neye gideceğim ben buna?" diyor. Dolayısıyla gitmez. Kendince o böyle bir tavır koyuyor.

    Şimdi, yalnız Türkiye çok popüler demiştik. E, Amerika'nın önemli senatörlerinden Lindsey Graham da Antalya'daydı. Antalya'ya geçmeden önce Anıtkabir'e gitmiş. Sabah Ankara'da orada bir video çekmiş: "Türkiye, şu an NATO üyesidir. Ben burada, Türkiye ve İsrail ile birlikte barış ve istikrarı sağlamak için bir yol bulmaya çalışıyorum. Hepimizin burada barış içinde birlikte yaşaması için çalışıyorum."

  • 53:01 Bir darbeden korkarlar. Bu iş böyledir. Putin pek bir yere kımıldamıyor yani Kremlin'den. Bir bu, iki. Şimdi Ukrayna'yı ülke olarak görmüyor. "Kim ki bunlar?" diyor. "Bunlar zaten Rusya'nın şeyi olması lazım." Yani eee, kolonisi olması lazım diyor. Onun için Zelenski'yi kendiyle eşit görmüyor. "Kim ki bu?" diyor. "Ezik diyor. Olsa olsa benim kapıcım olur." Eee, "Olsa olsa benim kapı görevlim olur," diyor. "Neye gideceğim ben buna?" Dolayısıyla gitmez. Eee, kendince o böyle bir tavır koyuyor.

    Şimdi, eee, yalnız Türkiye çok popüler demiştik. E, Amerika'nın önemli senatörlerinden Lind Graham de Antalya'da. Antalya'ya geçmeden önce anıt kabire gitmiş. Sabah Ankara'da orada bir video çekmiş. "Tolerance and acceptance. Turkey is now a NATO member. I'm here to try to find a way forward and bringing peace and stability to Syria. I'm here trying to work with our Turkish allies to find a way forward, uh for Turkey and Israel and all of us over here to live together in peace."

    Türk demeye çalışıyorlar. Dilleri dönmüyor işte her zaman. Demek ki güvenlik, demokrasiyi dövüyor arkadaşlar. Burada bunu görmüş oluyoruz. Bu da hepimize bir ders olsun. Donald Trump da Ortadoğu turunda işte geziyor. Suudi Arabistan'a gidiyor. "Vay diyor, Bin Selman ne kral adamsın falan." Bin Selman da, "Tamam diyor abi, biz senden şu kadar askeri, bilmem ne malzemesi alacağız." Oradan Katar'a geçiyor. "Vay abi diyor, sen ne adamsın falan." Katar diyor, "Tamam, biz sizden şu kadarlık alışveriş yapacağız." Çip satıyor, mip satıyor falan. Allah ne verdiyse yarı iletken satıyor.

    Yalnız, gerçekten çok bomba. Şimdi bir şeyi beğendi. Mermerleri çok beğendi bu. "Ay ne güzel mermerler. Ne güzel altınlar," falan diyor. Onun için de Erdoğan'da iyi anlaşıyor yani. Bir o mermerler ne güzel, altınlar ne güzel. Bence külliye gelse, Beştepe'ye gelse hayran kalır. Bak, o hani Merkel'in böyle şaşırdığı varaklı koltuklar var ya, arka arkaya onu oturtmak lazım. "Bak bizde nasıl," falan diye. Kesin çok memnun kalır.

    Bir de şu da çok bomba ya, "Hepiniz de birbirinize benziyorsunuz işte," falan diyor Trump. "Hepinizde aynı şey kıyafet var," ya geleneksel onu diyor aslında. "Hep de diyor birbirinize benziyorsunuz," diyor, "abi çok alemişler ya. Vallahi billahi."

    Şimdi buradan bir kuple, "Ya kardeşim sabah akşama bunaltıcı siyaset mi konuşacağız?" diyenler için, Binna Naz Saktan beri alıyorum yayına. Binnaz merhabalar. Eee, şimdi sen kanı, iyilik kanı, kan ödül törenini yakından takip ediyorsun ve orada da olan bir yığın böyle politik bir şeyler oluyor orada yani. Fakat biz kaçırıyoruz kendimizle ilgilenmekten. Ne oluyor Allah aşkına kanda? Yani bütün dünyadaki politik kaostan kan da etkileniyor tabii ki.

    Eee, şöyle şeyler oldu. Eee, ödül töreni değil, başlangıcıdayız aslında kanın. Eee, kan başlamadan bir gün önce 350 kadar yönetmen, film insanı, sanatçı vesaire bir açık mektup imzalayıp eee, film endüstrisini eleştirdi. Çünkü Gazze'de öldürülen eee, bir İsrail füzesiyla öldürülen bir gazeteci fotoğrafçı var: Fatma Hasu.

  • 55:51 Hepiniz de birbirinize benziyorsunuz, işte falan diyor Trump. Hepinizin üzerinde aynı kıyafet var, geleneksel olanı diyor aslında. Hep de diyor "birbirinize benziyorsunuz." Abi, çok alemler ya, vallahi billahi.

    Şimdi buradan bir kuple, "Kardeşim, sabahtan akşama bunaltıcı siyaset mi konuşacağız?" diyenler için Binnaz Saktan'dan beri alıyorum yayına. Binnaz, merhabalar.

    Eee, şimdi sen KAN'ı, iyilik kanı ödül törenini yakından takip ediyorsun ve orada da olan bir yığın politik şey var. Fakat biz kaçırıyoruz, kendimizle ilgilenmekten. Ne oluyor, Allah aşkına, KAN'da? Yani, bütün dünyadaki politik kaostan KAN da etkileniyor tabii ki.

    Şöyle şeyler oldu: Ödül töreninin başlangıcındayız aslında KAN'ın. KAN başlamadan bir gün önce, 350 kadar yönetmen, film insanı, sanatçı vesaire bir açık mektup imzalayıp film endüstrisini eleştirdi. Çünkü Gazze'de, bir İsrail füzesiyla öldürülen bir gazeteci fotoğrafçı var; Fatma Hasuni. Eee, ve onun başkahramanı olduğu bir belgesel de "Put Your Soul On Your Hand and Walk" diye, bir İranlı yönetmen olan Sepide Farsi'nin belgeseli, KAN'a seçilmiş durumda.

    Fatma, 10 tane akrabasıyla beraber öldürülüyor ve bu mektupta film endüstrisine diyor ki, "Kardeşim, siz buna hiçbir şekilde sesinizi çıkarmadınız. Pasifsiniz, iğrençsiniz" diyen bir mektup. İşte, böyle Mark Ruffalo, Cynthia Nixon, Susan Sarandon gibi isimlerin imzaladığı bir mektup.

    Aynı zamanda, Oscarları, akademiyi de eleştiriyor. Çünkü bu sene en iyi belgesel ödülünü, bir İsrail-Filistin belgeseli almıştı. Eee, bir İsrailli ve Filistinli yönetmenin eş yönetmenliğini yaptığı "No Other Land" diye. O Filistinli yönetmen de Oscar aldıktan birkaç hafta sonra evinden kaçırıldı, İsrailli askerler tarafından. "Buna da hiç sesinizi çıkarmadınız. Siz pasifsiniz. Hiçbir işe yaramazsınız" diye tüm film endüstrisini eleştiren dev bir mektup yayınlandı.

    Bunun hemen arkasından KAN başladı. KAN'ın jüri başkanı Juliet Binoche, bizim hani ülkemizde de çok sevilen Fransız star. Herkes tanıyor onu. KAN'ın jüri başkanı. Ona basın toplantısında, "Siz neden imzalamadınız bu mektubu?" diye sordular. O da böyle hıkmık etti, "Bilmiyorum, cevap veremem," dedi. Sonra "Belki biraz sonra görürsünüz," dedi. Biz de bu "belki biraz sonra"nın aslında Juliet Binoche'un yapacağı açılış konuşması olduğunu anladık. Çünkü törenin açılış konuşmasını neredeyse tamamen Fatma’ya ayırdı. "Fatma aramızda değil, burada olmalıydı," dedi. Onun yazdığı bir şiiri okudu.

    Eee, ondan sonra İsrail hakkında hiç cevap vermedi. Yani, şimdi KAN, Berlin Film Festivali ve genel olarak film endüstrisi tabii ki evet konuşması bu. Kıyafeti de bayağı güzel diyor. Eee, korkuyorlar. Hem kısıtlamalar var hem inanılmaz bir sansür var. Politikaya bulaşmaktan, özellikle de "İsrail" kelimesini telaffuz etmekten çekiniyorlar.

  • 58:21 Jüri başkanı Juliet Binoche. Bizim ülkemizde de çok sevilen Fransız star. Bu isimler arasında var ama Juliet'i koymamışlar. Neyse. Evet, tamam. Juliet Binoche'u herkes tanıyor.

    Kendisine basın toplantısında, "Siz neden imzalamadınız bu mektubu?" diye soruldu. O da hıkmık etti ve "Bilmiyorum, cevap veremem" dedi. Sonra belki biraz sonra görünür dedim. Biz de bu "belki biraz sonra" ifadesinin, aslında Juliet Binoche'un yapacağı açılış konuşması olduğunu anladık. Çünkü törenin açılış konuşmasını neredeyse tamamen Fatma'ya ayırdı. Fatma aramızda değil; burada olmalıydı, dedi. Onun yazdığı bir şiiri okudu.

    Daha sonra, İsrail'den hiçbir şekilde bahsetmedi ama konuşması genel olarak Kağan Berlin Film Festivali ve film endüstrisine dair bir değerlendirme içeriyordu. Kıyafeti de oldukça güzel görünüyordu. Korkuyorlar. Hem kısıtlamalar var hem de inanılmaz bir sansür. Politikaya bulaşmaktan, özellikle de "İsrail" kelimesini telaffuz etmekten çekiniyorlar.

    Bu konuşmada da sanatın, direnmenin, tepki vermenin önemine dair güzel kelimeler ve süslü cümleler kullandı. Ancak, “öldürüldü” dedi. Hani nasıl öldürüldüğü belli değil; ortada bir özne yok. Kimin öldürdüğünü, "İsrail" demeden dile getirmiş oldu ama "İsrail" kelimesini kullanmadı. Kaan da yaptığı açıklamada kesinlikle "İsrail" demedi.

    Tabii ki, bu sanatçılar hakkında şöyle bir durum var: Bazen buna pek katılmıyorum. Ricky Gervais bunu çok eleştiriyor. Bazen takip ediyorlar ama yine de bu politik konulara dair bir şey söylemekte zorlanıyorlar. Evet, bunlar bilinebilecek insanlar. Burada konuşulabilecek bir ortam olduğuna inanıyorum. Senin dediklerini de anlıyorum. Bu durum, Ricky Gervais'in meşhur "Kapa çeneni, ödülünü al" görüşü gibi; kimse senden politik konuşmanı beklemiyor diye bir düşünce var. Ancak bu insanlar, normalde ses çıkaran insanlardır ve Cannes, çok önemli bir festivaldir. Bu yüzden, bekleniyor.

    Juliet Binoche, çok suskun bir insan değil. Ama sonuç olarak İsrail kelimesini kullanmadı, en azından ama Fatma Hasoni'yi andı. Bunun ardından daha sert bir konuşmayı Robert De Niro yaptı. O da bu sene onursal Palmedor ödülü aldı ve ödülü Leonardo DiCaprio verdi. Ona "genç Robert De Niro" diyorlar ya, işte ondan aldı.

    Robert De Niro, aslında hiç konuşmayan bir adam. Röportajlarda bunu birazdan anlatacağım. Normalde, "Evet, hayır, oldu, olmadı" gibi yanıtlar veren bir adam. Onun tek sevdiceği konuşma konusu Trump ve ona olan nefreti. Gerçekten Trump'tan nefret ediyor. Evet, ediyor.

    O da konuşmasında Trump'ın Amerika’da yaptığı vergi ve tariflere değindi ve Trump'a "yoz başkan" dedi. "Biz Amerika'da, bu güne kadar cebimizde gördüğümüz başımıza hiçbir şey gelmez zannettiğimiz demokrasimiz için delil" ifadesini kullandı.

  • 1:00:33 li festival. O yüzden bekleniyor. Juliet Binofen çok suskun bir insan değil. Bekleniyordu. Konuşmadı, yani "İsrail" demedi en azından. Ama sonuçta Fatma Hasoni'yi andı. Onun arkasından daha aslında sert bir konuşmayı Robert De Niro yaptı. O da Palmdor, onursal Palmdor ödülü aldı bu sene. Ödülü de Leonardo DiCaprio verdi. İşte ona genç Robert De Niro falan diyorlar ya, ondan aldı. Robert De Niro aslında hiç konuşmayan bir adam. Yani röportajlarda bunu birazdan anlatacağım. Bu kızı, çocuğu Robert De Niro’nun normalde hiç konuşmayan bir adam. Hani röportajlarda "Evet, hayır, oldu, olmadı" diyen bir adam.

    Onun tek konuşmayı sevdiği konu Trump ve Trump nefreti. Nefret ediyor gerçekten Trump'tan. Evet, ediyor. O da konuşmasında Trump'ın işte bu Amerika'da yaptığı vergi ve tariflere değindi ve Trump'a "yoz başkan" dedi. "Biz," dedi, "Amerika'da bugüne kadar cebimizde gördüğümüz, başına hiçbir şey gelmez zannettiğimiz demokrasimiz için deliler gibi bir savaş veriyoruz şu anda. Sanat demokratiktir, kapsayıcıdır. Bu yüzden de faşistlerin, otokratların, diktatörlerin karşısında bir tehdittir. Bizim bir araya gelmemiz lazım. Protesto etmemiz lazım. Örgütlenmemiz lazım ve seçimlerde oy vermemiz lazım," dedi.

    Ondan sonra Trump'a geçti. Trump'a "Amerika'nın yoz başkanı" dedi ve işte "Bu şu anda onun yapmaya çalıştığı şey, Amerika'nın dışında üretilen bütün filmlere %100 gümrük vergisi getireceğim," dedi. Evet, öyle bir şey dedi. Ondan sonra nasıl yapacağı da tartışılıyor pratik olarak. Nasıl yapacak? Kanada’da çekiyorlar, nasıl olacak? Neye göre olacak? Yani bütün o süper kahraman filmlerinin bile çoğu yurt dışında çekiliyor vergi sübvansiyonları yüzünden. Çünkü Amerika'da film çekmek çok pahalı bir şey.

    Şu anda mesela Tom Cruise’un en son "Mission Impossible" filmi var. Cannes'da gösterilen. Tom Cruise, işte böyle sinemayı kurtardı falan gözüyle bakılan bir adam. Çünkü hiç kimse sinemaya gidemiyor artık. O bile filmin yarısını Avrupa'da çekmiş. Hani nasıl vergi koyacak, neye göre koyacak, hiç belli değil zaten. Sonra hemen geri adım attı. Hani Trump onu klasik yapıyor ya, bir şey diyor sonra "Ay, ben öyle bir şey demedim" falan diyor. Belli değil ama bunları çok çok eleştirdi.

    Robert De Niro, konuşmasının sonunda da işte bu Fransız devriminin sloganı "liberté, égalité, fraternité" ile, hani bizim hak, hukuk, adaletimiz gibi, onunla bitirdi ve çok alkışlandı. Dolayısıyla Cannes şu anda inanılmaz bir politik atmosferin içinde.

    Bu resimlerin dönüp durmasının sebebi de, Robert De Niro’nun soldaki hanımı. 81 yaşında ama 1 yaşında bebeği var. Sağdaki de en genç kızı; daha önceki karısından. Bununla katıldı Cannes'a ama son zamanlarda çok beğenilmesinin, övülmesinin bir sebebi de, bir önceki evliliğinden, ilk evliliğinden olan 29 yaşındaki çocuğu, bir cinsiyet uyum süreci geçiriyor. Bu resimde gördüğümüz, Aen, trans bir kadın.

  • 1:02:46 Gidemiyor artık. O bile filmin yarısını Avrupa'da çekmiş. Hani nasıl vergi koyacak, neye göre koyacak, hiç belli değil zaten. Sonra hemen geri adım attı. Hani Trump onu klasik yapıyor ya; bir şey diyor, sonra "Ay, ben öyle bir şey demedim," falan diyor. Belli değil ama bunları çok çok eleştirdi.

    Robert De Niro, konuşmasının sonunda da işte bu Fransız devrimi sloganı "liberté, égalité, fraternité" ile hani bizim hak, hukuk, adaletimiz gibi onunla bitirdi ve çok alkışlandı. Dolayısıyla, kan şu anda inanılmaz bir politik atmosferin içinde. Bu resimlerin dönüp durmasının sebebi de, Robert De Niro'nun soldaki hanımı. 81 yaşında ama 1 yaşında bebeği var. Sağdaki de en genç kızı. Daha önceki karısından bunlarla katıldı ama son zamanlarda çok çok hani beğenilmesinin, övülmesinin bir sebebi de, bir önceki evliliğinden, ilk evliliğinden olan 29 yaşındaki çocuğu da bir cinsiyet uyum süreci geçiriyor. Bu resimde gördüğümüz, Aen, bir trans kadın olduğunu açıkladı. İlk defa hayatında bir röportaj verdi.

    Erkekmiş, kadın mı olmuş? Evet, trans bir kadın olmuş ve cinsiyet uyum süreci geçirmiş. Trump'a da sordular; "Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?" diye. Biliyorsun, Amerika'da şu anda korkunç bir trans düşmanlaştırılması var ve net, bu arada arkadaşlar, sakin olalım. Depremden haberimiz var. Evet, sakin ol. Ben tabii Ankara, Konya'da 5,2 büyüklüğünde deprem olmuş. Ankara'da da hissedilmiş. Mansur Yavaş da tweet attı, İçişleri Bakanı da tweet attı. Geçmiş olsun.

    Ama tabii, hani ben, bir yandan bakıyorum gelişmelere de, anladığım kadarıyla bir yıkım yok, bir şey yok. Kuluda olmuş, Ankara'da da hissedilmiş. Evet, görüyorum. Sakin olun. Yani haliyle kendim AFAD Başkanı olmadığım için yayını bırakıp da oraya koşayım mı diye heyecanlanmadım. Şu meseleyi bitirelim. O yandan gelişmelerde bir adam düşsün diye bakıyorum. Yani sakin arkadaşlar, görüyoruz biz. Sakin. Evet.

    TRO’ya da soruldu; "Ne düşünüyorsunuz?" diye. O da dedi ki, "Bunda çok büyütülecek bir durum görmüyorum. Ben oğlumu da çok seviyordum; şu anda kızımı da çok seviyorum." Bu tabii ki, bizim bütün anne babalardan beklediğimiz çok güzel bir tepki. O yüzden de çok çok övüldü. Şu anda Robert De Niro bir kahraman statüsünde diyebilirim.

    Bunun dışında kandan söyleyebileceğimiz şey, kıyafet yasakları. Evet. O hikaye neymiş Allah aşkına? Kan, şeyle meşhurdur ya; hani böyle transparan kıyafetler, bayağı hani işte şu tarz Bell Hadid'in giydiği kıyafetlerle bu kıyafetler artık yasaklandı. Şu kuyruk yasaklandı zaten çünkü yani kuyruk yasaklanma sebebi, merdivenlerde trafiğe engel olmasıymış. Bu oluyor gerçekten; hani böyle bir görevliler gelip "Ablacığım, kuyruğunu çek," falan diye insanları itiyorlar ama yani bu transparan ve açık kıyafetlerin yasaklanması, işte biraz kadınların kendilerini ifade etme biçimlerine müdahale. Bütün dünyada artan o tutucu ve gerici eğilimler...

  • 1:04:56 "A dedi ki, hani bunda çok büyütülecek bir durum görmüyorum. Ben oğlumu da çok seviyordum. Şu anda kızımı da çok seviyorum." dedi. Bu, tabii ki bütün anne babalardan beklediğimiz çok güzel bir tepki. O yüzden de çok çok övüldü. Şu anda Robert De Niro, bir kahraman statüsünde diyebilirim.

    Bunun dışında, Kanda söyleyebileceğimiz şey kıyafet yasakları. Şimdi eski... Evet. O hikaye neymiş, Allah aşkına? Kanda transparan kıyafetler meşhurdur ya, hani böyle belli başlı, Hadid'in giydiği tarz kıyafetler var. Bu kıyafetler yasaklandı, çünkü kuyruk yasaklandı zaten. Bunun sebebi, merdivenlerde trafiğe engel olmasıymış. Bu oluyor gerçekten. Hani böyle görevli gelip, "Ablacığım, kuyruğunu çek," diye insanları taşıyorlar ama yani bu transparan ve açık kıyafetlerin yasaklanması, biraz kadınların kendilerini ifade etme biçimlerine müdahale oluyor.

    Bütün dünyada artan mutasavvıflık, gericilik ve tutuculuğun film endüstrisinde de yansıması olarak görüyorum. Spor ayakkabı artık serbest. Bu, kadınlar için inanılmaz bir kazanım. Burada işte Kristen Stewart'ı görüyoruz. O, topuklu ayakkabısıyla yürüyemediği için merdivenlerden çıplak ayak çıkmıştı. Artık düz ayakkabı giymek serbest.

    Bunun dışında, Kanda politik mesaj taşımak da yasak. Örneğin, bir kart gibi kıyafete yazmak veya tutmak da yasak. Evet, aynen. Hani bir hashtag gibi bu sanki geçen sene mi yasaklanmıştı, Binnaz? O da bu Filistin meseleleri yüzünden mi? Bu hep yasaktı ama geçen sene Cate Blanchett, kuyruğunda Filistin bayrağının renkleri olan bir elbise giymişti. Böyle tutmuştu o bayrağı ve hani biraz o şey da yasağa deli gibi görülmüştü.

    Ama genel olarak film festivallerinde ve film endüstrisinde, işte Amerika'da da, Oscarlar'da, ödüllerde vesaire politikadan kaçış, politikadan ürkmek, sansürcülük vesaire bunların yükseldiğini görüyoruz.

    Evet, bu elbisesi aslında baktığında çok etkili bir protesto mu, bilmiyorum ama hani çok göklere çıkarılmıştı. "İnanılmaz, Filistin bayrağını taşıyor," diye sanırım o zamanlar kimse bir şey diyemiyordu. Hala hani İsrail'in böyle bir etik, yedi ek saldırısı vardı, hala bir etik söylem üstünlüğü vardı ama artık iyice değişince, İsrail iklimi de sanırım bir senede değişti. Geçen sene iklim daha farklıydı; hatırlarsan, onun için.

    Evet, artık konuşmamanın, bir ahlaki açıdan bir çöküntüyü gösterdiği bir döneme girdik. Hani nasıl oluyor da konuşmuyorsunuz, artık her şey belli gibi bir döneme girildi. Eee Kanda şu anda bunu yaşıyor. Bunun dışında, hangi film ödülü, yani hangi filmler favoriymiş, biliyor musun? Belli değil ama benim en çok merak ettiğim film, Paul Mescal ve J.A. Conner'ın iki sevgiliyi oynadığı "The History of Sound," Olivia Hermanus'un filmi. Böyle iki gay kapılı çifti oynadıkları bir film var.

  • 1:07:04 Protesto mu bilmiyorum ama hani çok göklere çıkarılmıştı, hani inanılmaz Filistin bayrağını taşıyor diye. Sanırım o zamanlar kimse hiçbir şey diyemiyordu; hala İsrail'in böyle bir hani etik, eee, saldırısının olmadığını vurgulayan bir söylem üstünlüğü vardı. Ama artık iklim değişti, bir senede sanırım... Geçen sene biraz daha farklıydı. Hatırlarsan, onun için evet; artık konuşmamanın bir ahlaki açıdan çöküntüyü gösterdiği bir döneme girdik. Hani nasıl oluyor da konuşmuyorsunuz artık; her şey belli gibi bir döneme girildi. Eee, şu anda bunu yaşıyor.

    Bunun dışında hangi film ödülü, yani hangi filmler favoriymiş biliyor musun? Belli değil ama benim en çok merak ettiğim film, Paul Mescal ve JA Conner'ın iki sevgiliyi oynadığı "The History of Sound." Bu, Olivia Hermanus'un filmi; böyle iki gay kapılı çifti oynadıkları bir film var. Ben onu çok çok merak ediyorum. Türkiye'den de bir gay temalı film çıkışı olmuştu; "Brokeback Mountain" bunu devrim gibi işlemişti. Sonra zaten gay olmayan aşk işleyen kalmadı gibi bir durum var.

    Artı, hala aslında tabii ki kısıtlı temsiliyet var; hala kısıtlı film var. Bir de bu iki oyuncu da çok popüler, çok yakışıklı. Onları bir aşk hikayesinde görmek çok iyi olacak diye düşünüyorum. Türkiye'den hiç film yok bu sene. Eee, yarışma içinde de yok, yarışma dışında da yok. Galiba bir kısa film varmış; Mehmet Altan söylüyordu, Rşent Çakır’ı. O da bir kısa filmle ilgili bir şeyler bahsetmiş. Evet, Fatih Akın var ama o da Almanya'yı temsilen katılıyor. O, I. Dünya Savaşı'nda annesi ve babasının Nazi olduğunu öğrenen 12 yaşında bir çocuğun hikayesini anlattığı bir filmle katılıyor. Filmin adı da "Amrum." Almanya'da bir adaymış.

    Türkiye ile alakalı, Türkiye'den giden hani burada markaları temsilen giden şeyler var. Genellikle kadın ünlü sanatçılar var. Onlar da orada görmekteyiz. Evet, Birce Akalay'ı gördüm ben, değil mi? Birce Akalay, Handi Erçel vardı. Damla Sönmez de oradaydı. Ben Handi Erçel'in kıyafetini çok beğendim. Bunun dışında da Tom Cruise var. Şu anda "Mission: Impossible" ile orada. Eski yıldızlı günlerden Tom Cruise var. Önemli bir kişi aslında. Adama böyle çok laf ediyoruz, sentoloji vesaire falan diyoruz ama adam gerçekten o pandemiden sonra, "Top Gun"ı çekmesiyle, insanları sinemaya soktu ve tek başına uğraşıp didinip hani sinemayı ayaklandırdı gibi bir durum oldu. O yüzden aslında bir anda çok saygınlaştı. Şu anda çok saygı görüyor, çok sevgi görüyor. O, böyle bir hani kral muamelesi görüyor şu anda Cannes'da.

    Bunun dışında da göreceğiz bakalım. Hani Cannes artık neredeyse Oscar'ın öncüsü gibi bir festival. İşte, Venedik'le beraber Cannes da öyle deniyor. Geçen sene işte Cannes'da ödül alan film de en iyi film ödülünü almıştı.

  • 1:09:13 Eee, nereye giden şeyler var. Genellikle kadın ünlü sanatçılardan bahsediyoruz. Onları da görmek güzeldi. Evet, Birce Akalay'ı gördüm ben, değil mi? Birce Akalay. Handı Erçel vardı. Birce Akalay vardı. Damla Sönmez de vardı. Ben Handı Erçel'in kıyafetini çok beğendim. Hı hı. Bunun dışında da Tom Cruise var. Yani, şu anda "Mission Impossible" ile göz önünde. Eskilerden, eskilerden Tom Cruise var. Yok, Tom önemli aslında ya. Adama hani böyle çok laf ediyoruz, scientoloji vesaire falan diyoruz ama adam gerçekten o pandemiden sonra topunu çekmesiyle insanları sinemaya soktu. Tek başına bir şekilde uğraşıp didinip sinemayı ayaklandırdı gibi bir şey oldu. O yüzden aslında bir anda çok saygınlaştı. Şu anda çok saygı görüyor, çok sevgi görüyor. O böyle bir hani kral muamelesi görüyor şu anda Cannes'da.

    Bunun dışında da göreceğiz bakalım. Hani Cannes artık neredeyse Oscar'ın öncüsü gibi bir festival. İşte Venedik ile beraber Cannes da öyle deniyor. Geçen sene Cannes'da ödül alan "Anora", en iyi film Oscar'ını aldı. Orada gördüğümüz Emilia Perez, büyük ses getirdi vesaire. O yüzden hani artık Cannes öyle bir hani çok ana akım bir festival diyebiliriz. Yani, herkesin bütün dünyanın ne olup ne biteceğini beklediği bir festival. Bakalım ne olacak?

    Sağ olasın. Çok teşekkür ediyoruz. Kolay gelsin. Kolay gelsin. Görüşürüz. Evet, şimdi tekrar tabii söyleyeyim, hakikaten Konya'ya geçmiş olsun diye. Konya'da sarsıntı oldu ama merkeze de Ankara'da hissedilince, insanlar epey bir tedirgin olmuşlar. Bir yandan da tabii Mansur Yavaş'ın tweetlerine bakmayı sürdürüyorum. Yeni bir bilgi var mı diye. Yok, anladığım kadarıyla. Ankara'da hissedildi.

    Ankara'da da, tabii maşallah, Melik Gökçek döneminin ardından yüksek katlı binalar çok arttığı için gökten aşağı bir şey kalmamış. Eski Çankaya ve eski yerler kalmış. Yeni yerlerde, o Eryaman'a doğru, Etimesgut'a doğru falan ne varsa, Allah ne verdiyse gökdelen tipli binalar yapıldı. Aslında tabii, Ankara riskli bir bölge değil ama Konya Kulu'daki deprem, Ankara'da da hissedilmiş. Geçmiş olsun diyelim. Kötü bir haber olmaması sevindirici.

    Evet. Ömer Doğan. Eskişehir yolu tam dolu, 150 metrelik gökdelenler. Ve Eskişehir yolu, İstanbul'daki köprü trafiği gibi, aynı onun gibi. Yani, 5 ile 8 arası o yola girersen yanarsın. Öyle söyleyeyim. Yanarsın yani. Arabayı kenara çek, piknik yap. Hâlâ gökdelenler yapılıyor mesela, değil mi? Mükemmel. Ne kadar güzel bir şehir planlaması. Mantığı belli değil. Yok, mantığı yok yani. Eee, aslında ilk bakanlıklar o bölgeye taşınacak denmişti. Bakanlıklar taşındı, sonra AVM ve gökdelen deryası olarak devam ediyor. Neyse, büyüklerimizin bizden neyi bildikleri vardır. Bakın, belediyelerden de elinden alacaklarmış bütün bu yetkileri. Valilerimiz karar verecekmiş. Eee, valileri de Cumhurbaşkanı tek başına ne yapılması gerektiğini söyleyeceği için artık en ufak nahiyesinden en büyük şehrine kadar tek Cumhurbaşkanı hepimiz adına karar verir. Değil mi? Biz ne bilelim?

  • 1:11:17 Kulu'daki deprem Ankara'da da hissedilmiş. Geçmiş olsun diyelim. Kötü bir haber gelmemiş olması sevindirici.

    Ömer Doğan, Eskişehir yolu tamamen dolu, 150 metrelik gökdelenler öyle. Eskişehir yolu, İstanbul'daki köprü trafiği gibi. Yani, 5 ile 8 arasında o yola girersen yanarsın. Öyle söyleyeyim, yanarsın yani. Arabayı kenara çekip piknik yapacaksın. Öyle bir ortam. Hâlâ gökdelen yapılıyor mesela, değil mi? Mükemmel. Ne kadar güzel bir şehir planlaması. Mantığı ne, belli değil. Yok, mantığı yok yani.

    Aslında ilk bakanlıklar o bölgeye taşınacak dendi. Bakanlıklar taşındı, sonra AVM ve gökdelen deryası olarak devam ediyor. Neyse, büyüklerimizin bizden neyi bildikleri vardır. Bakın, belediyelerinden de elinden alacaklarmış bütün bu yetkileri. Valilerimiz karar verecekmiş. Valilere de Cumhurbaşkanı tek, ne yapılması gerektiğini söyleyeceği için, artık en ufak nahiyesinden en büyük şehrine kadar tek Cumhurbaşkanı hepimiz adına karar verir.

    Değil mi? Biz ne bileceğiz, ne yapacağız zaten. Şimdi biz de hobi olsun diye arada oy veririz. Eee, oyu da sadece şey çerçevesinde verebileceğiz, biliyorsunuz. Sayın Erdoğan'ı yeniden seçmek üzere. Hani, eğer olmuyorsa o şekilde olmuyor. O zaman seçim başka süreçler devreye giriyor. Harika demokrasi diyorum ve noktalıyorum. Görüşmek üzere.

İşaretlediklerim