Sen Cannes'ı yakından takip ediyorsun ve orada bir yığın politik olay oluyor. Fakat biz, kendimizle ilgilenmekten bunları kaçırıyoruz. Ne oluyor Allah aşkına Cannes'da? Yani bütün dünyadaki politik kaostan Cannes da etkileniyor tabii ki.
Şöyle şeyler oldu: Ödül töreninin başlangıcındayız aslında Cannes'ın. Cannes başlamadan bir gün önce, 350 kadar yönetmen, film insanı, sanatçı vesaire bir açık mektup imzalayıp film endüstrisini eleştirdi. Çünkü Gazze'de bir İsrail füzesine maruz kalarak öldürülen bir gazeteci fotoğrafçı var; adı Fatma Hasuni. Kendisi, "Put Your Soul On Your Hand and Walk" isimli belgeselin başkahramanı.
Evet, Fatma öldürülüyor, 10 tane akrabasıyla beraber. Bu mektupta film endüstrisine diyorlar ki: "Kardeşim, siz buna hiçbir şekilde sesinizi çıkarmadınız; pasifsiniz, iğrençsiniz." Bu mektubu, Mark Ruffalo, Cynthia Nixon, Susan Sarandon gibi isimler imzaladı. Aynı zamanda Oscarları, akademiyi de eleştiriyorlar. Çünkü bu yıl en iyi belgesel ödülünü bir İsrail-Filistin belgeseli almıştı. Bir İsrailli ve Filistinli yönetmenin eş yönetmenliğini yaptığı "Noel Land" isimli film. O filmdeki Filistinli yönetmen, Oscar aldıktan birkaç hafta sonra evinden İsrailli askerler tarafından kaçırıldı.
Bu duruma da hiç sesinizi çıkarmadınız; siz pasifsiniz, hiçbir işe yaramazsınız diye tüm film endüstrisini eleştiren dev bir mektup yayınlandı. Bunun hemen arkasından Cannes başladı. Cannes'ın jüri başkanı Juliet Binoş. Bizim ülkemizde de çok sevilen Fransız yıldız. Evet, herkes Juliet Binoş'u tanıyor. Cannes'da bir basın toplantısında kendisine, "Neden bu mektubu imzalamadınız?" diye soruldu. O da hıkmık etti, "Bilmiyorum, cevap veremem," dedi. Sonra, "Belki biraz sonra görürsünüz," dedi. Biz de bu "belki biraz sonra"nın aslında Juliet Binoş'un yapacağı açılış konuşması olduğunu anladık. Çünkü törenin açılış konuşmasını neredeyse tamamen Fatma'ya ayırdı. "Fatma aramızda değil, burada olmalıydı," dedi. Onun yazdığı bir şiiri okudu.
Sonrasında, yaklaşık olarak İsrail'den hiç bahsetmemiş gibi ama "hiç İsrail" demedi. Yani şimdi Cannes, Berlin Film Festivali ve genel olarak film endüstrisi tabii ki evet konuşması bu. Kıyafeti de bayağı güzel diyorlar. Evet, korkuyorlar. Hem kısıtlamalar var hem de inanılmaz bir sansür mevcut. Politika ile bulaşmaktan, özellikle de "İsrail" kelimesini telaffuz etmekten çekiniyorlar. Bu konuşmada da çok güzel bir şekilde sanatın direniş ve tepki verme olduğu, Cannes'ın da bu değişime öncülük etmesi gerektiği gibi güzel kelimelerle, süslü cümlelerle anlamlı bir konuşma yaptı.
Sonrasında, eee, "İsrail'den hiç bahsetmemiş galiba," dedi. "Şimdi Kaan Berlin Film Festivali ve genel olarak film endüstrisi, tabii ki evet," diye düşünüyor. Kıyafeti de oldukça güzel diyor. Eee, korkuyorlar. Hem eee kısıtlamalar var, hem de inanılmaz bir sansür mevcut. Politikaya bulaşmaktan, özellikle de "İsrail" kelimesini telaffuz etmekten çekiniyorlar.
Bu konuşmada da sanatın rezistans olduğu, direnmek gerektiği ve bunun yanında kanın değişime öncülük etmesi gerektiği gibi çok güzel ifadeler kullandı. Ancak "öldürüldü" diyor. Nasıl öldürüldüğü belli değil. Ortada bir özne yok, kimin öldürdüğüne dair bir şey söylemiş olamıyor. "İsrail" demeden bir şey söylemiş ol, ama "İsrail" demedi. Kaan da yaptığı açıklamada kesinlikle "İsrail" demedi.
Yalnız tabii bu sanatçılarda böyle bir durum da var; hepsinde o politik duygu olmayabiliyor, bana sorarsan. Ricky Cesi bunu çok eleştiriyor. Olmuyor bazen. "Takip etmiyor" gibi bir durum söz konusu, ama her zaman politik bir şey söylemeleri bekleniyor. Evet, bunlar tam bilebilecek insanlar; burası konuşulabilecek bir ortam. Hani senin dediğini de anlıyorum. Ricky Jwayve'in meşhur bir ifadesi vardı: "Kapa çenene, ödülünü al." Yani kimse senden siyaset konuşmanı beklemiyor. Böyle bir görüş de var.
Ama bu insanlar, normalde konuşan, ses çıkaran insanlar. Kaan çok önemli bir festival. O yüzden bekleniyor. Juliet Binoş, çok suskun bir insan değil. Bekleniyordu, ama konuşmadı; en azından "İsrail" demedi. Sonuçta Fatma Hasoni'yi andı ve arkasından daha sert bir konuşma yapan Robert De Niro oldu. O da, onursal Palmdor ödülü aldı bu sene ve ödülünü Leonardo DiCaprio verdi.
Ona "genç Robert De Niro" falan diyorlar. Robert De Niro aslında hiç konuşmayan bir adam. Yani röportajlarda "Evet," "Hayır," "Oldu," "Olmadı" gibi sıkıcı yanıtlar veriyor. Tek konuşmayı sevdiği konu Trump ve Trump nefreti. Gerçekten nefret ediyor Trump'tan. Evet, ediyor. O da konuşmasında, Trump'ın Amerika'da yaptığı vergi ve tariflere değindi ve Trump'a "yoz başkan" dedi.
"Biz Amerika'da, bu güne kadar cebimizde gördüğümüz, başına hiçbir şey gelmez zannettiğimiz demokrasimiz için deliler gibi bir savaş veriyoruz," dedi. Evet, sanat demokratiktir, kapsayıcıdır. Bu yüzden de faşistlerin, otokratların ve diktatörlerin karşısında bir tehdittir. Bizim bir araya gelmemiz lazım.
Konuşmasında Trump'ın Amerika'da yaptığı vergi ve tariflere değindi ve Trump'a "yoz başkan" dedi. “Biz, Amerika'da bu güne kadar cebimizde gördüğümüz başımıza hiçbir şey gelmez zannettiğimiz demokrasimiz için deliler gibi bir savaş veriyoruz şu anda. Sanat demokratiktir, kapsayıcıdır. Bu yüzden de faşistlerin, otokratların, diktatörlerin karşısında bir tehdittir. Bizim bir araya gelmemiz, protesto etmemiz, örgütlenmemiz ve seçimlerde oy vermemiz lazım” dedi. Sonra Trump'a yönelik eleştirilerini sürdürdü.
Trump'a "Amerika'nın yoz başkanı" dedi ve "Şu anda onun yapmaya çalıştığı şey, Amerika'nın dışında üretilen bütün filmlere %100 gümrük vergisi getireceğim" dedi. Evet, öyle bir şey söyledi. Onun nasıl yapacağı da tartışılıyor. Pratik olarak nasıl yapacak? Kanada'da çekiliyor filmler. Neye göre olacak? Hem o süper kahraman filmlerinin bile çoğu yurt dışında çekiliyor, vergi sübvansiyonları yüzünden. Çünkü Amerika'da film çekmek çok pahalı bir şey.
Mesela Tom Cruise'un "Mission Impossible"ın son filmi Cannes'da gösterildi. Tom Cruise, sinemayı kurtardı falan gözüyle bakılan bir adam. Ama o bile filmin yarısını Avrupa'da çekmiş. Hani nasıl vergi koyacak, neye göre koyacak, hiç belli değil zaten. Sonra hemen geri adım attı. Trump bunu klasik yapıyor ya hani bir şey diyor sonra "Ay, ben öyle bir şey demedim" falan diyor. Belli değil ama bu konuları çok eleştirdi Robert De Niro.
Konuşmasının sonunda da bu Fransız devriminin sloganı "liberté, égalité, fraternité" ile hani bizim hak, hukuk, adaletimiz gibi onunla bitirdi ve çok alkışlandı. Dolayısıyla şu anda inanılmaz bir politik atmosfer var. Bu resimlerin dönüp durmasının sebebi de Robert De Niro'nun soldaki eşi. 81 yaşında ama 1 yaşında bebeği var. Sağdaki de en genç kızı. Daha önceki karısından bunlarla katıldı Cannes'a. Ama son zamanlarda çok beğenilmesinin, övülmesinin bir sebebi de ilk evliliğinden olan 29 yaşındaki çocuğunun bir cinsiyet uyum süreci geçirmesi. Resimde gördüğümüz Aen, trans bir kadın olduğunu açıkladı. İlk defa hayatında bir röportaj verdi. Erkekmiş, kadın mı olmuş? Evet, trans bir kadın olmuş, cinsiyet uyum süreci geçirmiş. Evet.
Ve Trump'a sordular, hani ne düşünüyorsun?
Daha önceki karısından bunlarla katıldı, ama son zamanlarda çok beğenilmesinin, övülmesinin sebebi de bir önceki evliliğinden, ilk evliliğinden olan 29 yaşındaki çocuğunun bir cinsiyet uyum süreci geçirmesi. Bu resimde gördüğümüz Aen, trans bir kadın olduğunu açıkladı. İlk defa hayatında bir röportaj verdi. Erkekmiş, şimdi kadın olmuş. Trans bir kadın olmuş, cinsiyet uyum süreci geçirmiş.
Evet. Trump'a sordular, "Ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?" diye. Biliyorsun, Amerika'da da şu anda korkunç bir trans düşmanlaştırılması var. Ve net, arkadaşlar sakin olalım. Depremden haberimiz var. Evet, sakin ol. Tabii, Ankara-Kulu'da 5,2 büyüklüğünde deprem olmuş. Ankara'da da hissedilmiş. Mansur Yavaş da tweet attı, İçişleri Bakanı da tweet attı. Geçmiş olsun. Ama tabii, bir yandan bakıyorum gelişmelere de, anladığım kadarıyla bir yıkım yok, bir şey yok. Kulu'da olmuş, Ankara'da da hissedilmiş.
Evet, görüyorum. Sakin olun. Yani haliyle, kendim AFAD başkanı olmadığım için yayını bırakıp oraya koşayım mı diye heyecanlanmadım. Şu meseleyi bitirelim. O yandan gelişmelere de bir göz atıyorum. Sakin arkadaşlar, görüyoruz biz. Sakin.
Evet, TRO’ya da soruldu, "Ne düşünüyorsunuz?" diye. O da dedi ki, "Bu durumda çok büyütülecek bir şey görmüyorum. Ben oğlumu da çok seviyordum, şimdi kızımı da çok seviyorum." Bu tabii ki, bizim bütün anne babalardan beklediğimiz çok güzel bir tepki. O yüzden de çok övüldü. Şu anda Robert De Niro, bir kahraman statüsünde diyebilirim.
Bunun dışında, Kandır söyleyebileceğimiz şey, kıyafet yasakları. Şimdi eski... Evet. Ya o hikaye neymiş Allah aşkına? Kandır, şeyle meşhurdur; böyle transparan kıyafetler, bayağı hani işte şu tarz, belli Hadid'in giydiği kıyafetlerle bu kıyafetler yasaklandı artık. Şu kuyruk yasaklandı zaten, çünkü kuyruk yasaklanma sebebi merdivenlerde trafiğe engel olmasıymış. Bu oluyor gerçekten; hani böyle gözetmenler gelip "Ablacığım kuyruğunu çek" falan diye insanları uyarıyorlar. Ama yani bu transparan ve açık kıyafetlerin yasaklanması, kadınların kendilerini ifade etme biçimlerine müdahale olarak görüyorum. Bütün dünyada artan o gericilik, tutuculuğun film endüstrisinde de yansıması var.
Spor ayakkabı artık serbest. Bu da kadınlar için inanılmaz bir kazanım. Burada işte Kristen Stewart’ı görüyoruz; o, topuklu ayakkabısıyla...
Şimdi eski, evet. Ya o hikaye neymiş, Allah aşkına? Cannes, şeyle meşhurdur ya, hani böyle transparan kıyafetlerle. Bayağı, hani işte şu tarz belli Hadid’in giydiği kıyafetlerle bu kıyafetler yasaklandı artık. Şu kuyruk yasaklandı zaten. Çünkü, eee, kuyruk yasaklanma sebebi, merdivenlerde trafiğe engel olmasıymış. Bu oluyor gerçekten. Hani böyle birileri gelip, “Ablacığım, kuyruğunu çek” falan diye insanları uyarıyorlar ama yani bu transparan ve açık kıyafetlerin yasaklanması, işte biraz kadınların kendilerini ifade etme biçimlerine müdahale. Bütün dünyada artan, işte o eee, şey, mutaassıplık, gericilik, tutuculuğun film endüstrisinde de yansıması olarak görüyorum.
Spor ayakkabılar artık serbest. İnanılmaz bir kazanım! Burada işte Kristen Stewart’ı görüyoruz. O, hani topuklularla yürüyemediği için merdivenlerden çıplak ayak çıkmıştı. Artık düz ayakkabı giymek serbest. Bunun dışında, politik mesaj taşımanın da yasak olduğunu belirtelim. Cannes’da hani bir kart gibi bir şeyle kıyafete yazmak da yasak. Evet, aynen. Hani bir hash tag gibi bu sanki geçen sene mi yasaklanmıştı? Binnaz ya da bu Filistin ile ilgili şeyler öyle mi?
Bu hep yasaktı ama geçen sene Cate Blanchett, eee, kuyruğunda Filistin bayrağının renkleri olan bir elbise giymişti. Böyle tutmuştu o bayrağı ve hani biraz o şeyi yasağa, deli gibi görülmüştü. Ama genel olarak film festivallerinde ve film endüstrisinde, işte Amerika’da da, eee, Oscar’larda, ödüllerde vesaire, politikadan kaçış, politikadan ürkme, sansürcülük vesaire bunların yükseldiğini görüyoruz.
Evet, bu elbisesi yani aslında baktığın zaman, hani çok etkili bir protesto mu, bilmiyorum ama hani çok göklere çıkarılmıştı. Hani "inanılmaz, Filistin bayrağını taşıyor" diye sanırım o zamanlar kimse hiçbir şey, yani diyemiyordu. Hala hani İsrail’in böyle bir, eee, etik saldırısı yoktu, hala bir etik, eee ne diyelim, bir söylem üstünlüğü vardı ama artık iyice, saatine çıkarınca, İsrail iklim de değişti. Bir senede, sanırım geçen sene biraz daha başkaydı yani iklim, hatırlarsan. Onun için, evet, artık konuşma; hani konuşmamanın, eee, bir hani eee, nasıl diyeyim, eee, ahlaki açıdan bir çöküntüyü gösterdiği bir döneme girdik. Hani nasıl oluyor da konuşmuyorsunuz, artık hani her şey belli gibi bir döneme girildi. Eee, Cannes da şu anda bunu yaşıyor.
Eee, bunun dışında, hangi film ödülü, yani hangi filmler favoriymiş, biliyor musun? Daha belli değil ama benim en çok merak ettiğim film, Paul Mescal ve Joshua Connor’ın iki sevgiliyi oynadığı "The History of Sound." Bu, Olivia Hermanus’un filmi ve böyle iki gay kapalı çifti oynadıkları bir film var. Ben onu çok çok merak ediyorum. Türkiye'den de, hani gay temalı ilk "Brokeback Mountain" bunu böyle bir devrim gibi işlemişti. Sonra zaten gay olmayan aşk işleyen kalmadı galiba gibi bir durum var.
Bunun dışında, hangi film ödülleri favoriymiş, biliyor musun? Henüz belirli değil, ancak benim en çok merak ettiğim film, Paul Mescal ve Joshua Conor'ın iki sevgiliyi oynadığı "The History of Sound" adlı film. Olivia Hermanus'un yönettiği bu film, iki gay kapalı çifti konu alıyor. Onu çok merak ediyorum. Türkiye'den bu yıl hiç film yok. Ne yarışma içi ne de yarışma dışı. Galiba bir kısa film varmış, Mehmet Altan söylüyordu. Ruşen Çakır'dan bahsetti. Sanırım bir kısa film var ya da bir de yapımcısı Türk. Fatih Akın burada ama o Almanya'yı temsilen katılıyor. O da I. Dünya Savaşı'nda annesi ve babasının Nazi olduğunu öğrenen 12 yaşında bir çocuğun hikayesini anlatan bir filmle katılıyor. Filmin adı "Amrum" ve Almanya'da bir aday.
Türkiye ile ilgili başka şeyler de var, burada markaları temsilen giden kadın ünlü sanatçılar var. Evet, Birce Akalay'ı gördüm, Handan Erçel vardı, Damla Sönmez de oradaydı. Ben Handan Erçel'in kıyafetini çok beğendim. Bunun dışında Tom Cruise var. "Mission: Impossible" filmlerinden hatırlıyoruz, eskilerden önemli bir figür. Çok laf ediyoruz, "sentoloji" falan diyoruz ama adam gerçekten o pandemiden sonra sinemaya kitleleri çekmeyi başardı. Tek başına uğraşıp didinerek sinemayı tekrar canlandırdı. Bu nedenle son zamanlarda saygınlık kazandı ve çok sevgi görüyor. Şu anda Cannes'da adeta bir kral muamelesi görüyor.
Bakalım neler olacak. Cannes, neredeyse Oscar'ın öncüsü gibi bir festival haline geldi. Venedik ile birlikte Cannes da öyle deniyor. Geçen yıl Cannes'da ödül alan "Anora", en iyi film Oscar'ını aldı. Orada gördüğümüz Emilia Perez büyük ses getirdi. Bu yüzden Cannes artık çok ana akım bir festival diyebiliriz. Herkes orada.
Bunun dışında, göreceğiz bakalım. Cannes artık neredeyse Oscar'ın öncüsü gibi bir festival. İşte Venedik'le beraber Cannes da öyle deniyor. Geçen sene Cannes'da ödül alan "Anora", en iyi film Oscar'ını aldı. Orada gördüğümüz Emilia Perez büyük ses getirdi vesaire. O yüzden Cannes, artık hani çok ana akım bir festival diyebiliriz. Yani herkesin, dünyanın ne olup ne biteceğini beklediği bir festival.
Bakılacak, neler olacak? Sağ olasın BNAS. Çok teşekkür ediyoruz. Kolay gelsin. Görüşürüz.