Bitlo kripto para platformu sunar. Merhabalar, iyi pazarlar. Her zaman olduğu gibi yayınımıza yine sponsorumuz Bitlo'ya çok teşekkürler ederek başlayalım.
Gündeme dalalım. Hocam, bu hafta tam senlik bir şey oldu; yani tam bizim böyle mevzularımız. Şey, çok konuştuğumuz iletişim meselesi üzerine konuşuyoruz ya, sosyal medya üzerinde de çok konuşuyoruz. Ekrem İmamoğlu'nun X hesabı erişime kapatıldı. Türkçesi, kapatılmıştı. Fakat Ekrem İmamoğlu'nun daha önce açmış olduğu bir "Ekrem İmamoğlu National" diye başka bir hesabı var. E onun da erişime kapatılması istendi. Cuma akşamı adamın bayağı hesaba erişimi kapatıldı yani çatır çatır.
Belli ki savcılık, ayın 24'ünde, 24 Nisan'da bir talepte bulunmuş. Bunun üzerine mahkeme de çat diye karar vermiş. Mahkeme kararı işte BTK'ya iletiliyor, BTK da Twitter'a iletiyor. Sonra Twitter, X yani bir açıklama yaptı. Dedi ki, "Biz bu karara katılmıyoruz, itirazımızı da yaptık ama uyuyoruz, Türkiye'deki mahkeme kararlarına" diye.
Aslında biliyor musun, hep bunları işte sosyal medya yasası geçiyor, o geçiyor, bu geçiyor, öyle olacak, böyle olacak falan diye konuşuyoruz ya, işte bunun meyveleri bunlar değil mi? Yani bir yandan onun meyvesi olmasına bile ihtiyacı yok aslında. Hukuki tarafını ben de baktım, Yavan Hoca mesela anlatmış. O tarafıyla ilgili zaten söylenenler söylendi. Hani zaten hukuksuz olduğu ortada ama kanuna ne kadar uygun, orası da muallakta.
Ama biz şu tarafını konuşalım, arzu ederseniz: Siyaset, toplum, teknoloji, iletişimin kesişimi. Hem biraz kafalar açılsın diyelim. Şimdi, teknoloji çok uzun yıllar, ekseriyette, toplum için ya nötr ya da iyi bir şey olarak görüldü. Bu son 10 yılda falan, "Ya bir dakika, kötü bir şey mi oluyor?" diye, biraz böyle soru işaretleri tekrardan hayatımıza girmişti. Son bir iki senede bambaşka bir yere gittik. Teknolojiden bahsederken ekseriyetle kötü bir şey olarak bahsediyoruz. Burada treni kaçıranlar var.
Mesela sürekli robot yapmamızı sağlık veren bazı hocalar var. "Siyasetle uğraşma, robot yap." Siyasetle uğraşmayayım, robot yapayım. Ha, robot da gelip beni vursun ondan sonra! Yani siyasetten ya da toplumsaldan, çatışmalardan, çekişmelerden azade bir teknoloji dünyası yok açıkçası.
Yani şöyle düşünelim, mesela buhar makinesi değil mi? Bütün aslında enerji üretimi bir buhar tribününde. Nükleer santral de bu. İşte hidroelektrik santral de bu. Kömür de yaksan o. Ne yaparsan yap, istiyorsan güneş; hepsi bir suyu ısıtıp oradan buhar çıkarıp, onu bir tribün döndürüp, ondan da bir bobini döndürüyor. Oradan bir enerji. Tamam, güzel. Şimdi bu çok önemli bir şey değil mi?
Ve normalde şöyle dersin, ortalama bir mühendise ya da bilimciye sorsam, "Bu çok güzel bir şey." Çünkü artık insanın yani insan kası dışında, hayvan kası dışında bir enerji kaynağını ilk kez biz kullanabiliyoruz. O yüzden çok büyük objeleri kaldırabiliyoruz, götürebiliyoruz. Arabalar çalışıyor, elektrik var falan. Süper.
Yani şöyle düşünelim, mesela buhar makinesi değil mi? Bütün aslında enerji üretimi bir buhar tribünü. Nükleer santral de bu, hidroelektrik santral de bu. Kömür de yaksan o. Ne yaparsan yap, istiyorsan güneş, hepsi bir suyu ısıtıp oradan buhar çıkarıp, onu bir tribün döndürüp, ondan bir bobini döndürüyor. Oradan bir enerji. Tamam, güzel. Şimdi, bu çok önemli bir şey, değil mi?
Ve normalde şöyle dersin; ortalama bir mühendise ya da bilimciye sorsam, çok güzel bir şey. Çünkü artık insanın, yani insan kası dışında, hayvan kası dışında bir enerji kaynağını ilk kez biz kullanabiliyoruz. O yüzden çok büyük objeleri kaldırabiliyoruz, götürebiliyoruz. Arabalar çalışıyor, elektrik var falan. Süper, değil mi?
Ama tarihsel olarak baktığımızda, yani gidip baksın, okusun arkadaşlarımız. İşte, Karl Marx'la birlikte, Marx’ın ekürisi olan, kendisi de bir Alman fabrikatörün oğlu olan Friedrich Engels'in, işte, İngiltere'deki işçi sınıfının durumu kitabına baksınlar. Orada insanlar neler çekmişler. Şimdi buhar tribünü dediğimiz şey ya da bu endüstri devrimini sağlayan buhar teknolojisi muazzam bir şey. Büyük imkanlar sağlıyor ama o dönemin insanlarının ekseriyetini ezmiş çocuklar.
Darwin Haemioğlu'nun kitabında, çok özür dilerim araya girdim ama hemen, inanılmaz aklıma geldi. Orada tarih boyu teknolojik gelişmeleri ele almış ve diyor ki, aslında teknolojik gelişmeler, şimdi hani yapay zeka bir kırılma getiriyor diyor. Teknolojik gelişmeler şimdiye kadar, yani otomasyon yeni iş alanları yarattığı için, hani insanlık altında ezilmemiş. Hani bazıları işsiz kalırken, orada sistem hemen kendisini başka iş alanları yapmış insanlar ama diyor ki, en az ne zaman zarar vermiş diyor; senin dediğin doğru. Yani ne zaman teknolojik gelişme olduğu zaman insanlar işsiz kalıyor, ya da ne zaman sendikal hareketlerin en güçlü olduğu zamanlarda diyor.
Yani orada sisteme bir dengeleme getiriyor. Çok güzel, eyvallah, girişimcilerin de önü açılsın tabii ki. Teknolojik gelişmenin de önü açılsın, çok güzel. Ama işte orada, eğer bu çoğunluğun orada bir sosyal kriz doğuracaksa, arada bir mekanizmaya ihtiyaç var. Yani girişimciye serbest, tamam da, işçilerin de haklarının savunulmasının serbest olması lazım. Dolayısıyla, tam o noktayı anlatıyor.
İşte, sendika hareketlerinin güçlü olduğu zaman, aslında insanların teknolojiden en çok zarar görmeden verimi aldığı zaman diye anlatmış kitabında. Çok iyi söylemiş, hakikaten. Yani Marx'la ilgili pek çok eleştiri getirebilirsiniz. Marksist de değilsinizdir belki ama, kapitalizme bir şart düşmesi ve bir denge yaratması, bir "counterweight" olması bakımından...
Yani girişimciye serbest, tamam da işçilerin de haklarını savunmasının serbest olması lazım. Dolayısıyla tam o noktayı anlatıyor. İşte sendikal hareketlerin güçlü olduğu zaman aslında insanların teknolojiden en çok zarar görmeden verimi aldığı an diye anlatmış kitabında. Çok iyi söylemiş hakikaten. Yani Marx'la ilgili pek çok eleştiri getirebilirsiniz. Marksist de değilsinizdir belki ama kapitalizme bir şart düşmesi ve bir denge yaratması, bir counterweight olması bakımından önemini inkar edilemez. Somut bir gerçeklik olmasaydı, bugün çok daha farklı bir şey yaşıyor olurdu.
Yani Sovyetler tecrübesi olmasa, bu Sovyet ve Çin diye bir şey olmasa, sen o zaman hadi Çin'i geçiyorum da, Sovyetler olmasa 60'larda kurulan o refah devleti batıda olmayacaktı muhtemelen. Şimdi bu da bir gerçek. Ha, Sovyetler kendi içerisinde bir sürü sıkıntıya sahip ama oradan gelen bu şey, kapitalizme de nasıl bir kapitalizm olması gerektiğini aslında öğretmiştir diyebiliriz. Çünkü kapitalizm tek başına salınca, hani bir ucu bizimki gibi böyle kleptokrat ya da işte kronikçiliğe, ahbap çavuşçuluğa ve sömürüye gidiyor. Öbür tarafında kitlelerin üzerine çok tepiniyor vesaire.
Şimdi bu, böyle teknolojiyle ilgili hani, öyle her zaman insanlık için iyidir ya da bütün insanlar için iyidir dememiz zor. Hatta insanlığın denildiği için büyük sıkıntılar yaratıp ondan sonra böyle bir rayına oturuyor falan da diyebiliriz. Yapay zeka, spesifik olarak baktığımızda belki onu bile yapmayı çok daha küçük bir azınlığı belki de mutlu edecek. Bunların hepsi böyle ama ayrı bir günün konuşması olsun. TED konuşması da buna benzer bir şeyler anlatmıştım. YouTube'da izleyebilir arkadaşlar, ki benden çok daha iyi anlatanı vardır ama hani ben sizin dilinize uygun anlatmışımdır diye umuyorum.
İletişim teknolojileri ile ilgili, özellikle 60'lardan itibaren şöyle bir şey oluyor. Daha önce de bahsetmiştik. Kaliforniya ideolojisi dediğimiz bir şey var. Amerika'nın batısı, hani zaten en geç yerleşilen yerlerden birisi. İşte esasında hani New England tarafında senin de geçenlerde gittiğin taraflarda kurulmuş bir ülke bu. Kaliforniya, sonra altına hücum vesaire falan. Başta hani öbür taraflarda tutunamayanların, sonradan gelenlerin falan gittiği bir yer. Sonradan zengin olanların gittiği bir yer. 50-60'lara geldiğimizde Stanford Üniversitesi ile birlikte orada bir mühendislik alanında özellikle atılım oluyor. Bir tarafta bu mühendislikler, mühendisler, bir tarafta kendi hacker diyen, o dönemin hackerları.
İletişim teknolojileri ile ilgili olarak, özellikle 60'lardan itibaren şöyle bir şey oluyor. Daha önce de bahsetmiştik. Kaliforniya ideolojisi dediğimiz bir şey var. Amerika'nın batısı, hani zaten en geç yerleşilen yerlerden birisi. Esasında hani New England tarafında, senin de geçenlerde gittiğin taraflarda kurulmuş bir ülke bu. Kaliforniya, sonra altına hücum vesaire falan başta hani öbür taraflarda tutunamayanlar, sonradan gelenlerin gittiği bir yer. Sonradan zengin olanların gittiği bir yer.
50'ler ve 60'lara geldiğimizde, Stanford Üniversitesi ile birlikte orada bir mühendislik alanında özellikle atılım oluyor. Bir tarafta bu mühendislikler, mühendisler, bir tarafta kendi hacker diyen, o dönemin hackerları. İşte "deneyeyim, yapayım, bozayım, donanım, biraz daha yazılım falan" gibi bir kitle. Bir miktar search, bir miktar hipi, bir miktar sex, drugs and rock’n’roll kültürünün 60'larda yükselmesi ve böyle bir özgürlükçü hava var. Değişik şeyler oradan çıkıyor ve bunlar bir yandan da henüz daha sermaye orada değil. Eee, müessese nizam da orada değil. Ama işte daha doğudaki Harvard vesairelerle birlikte ya da işte Washington'la falan birlikte bir ne diyelim?
Bir tarafta Washington eliti var, bir tarafta New York eliti var, Wall Street, Washington dediğim siyaset. E bir de ne var? Bunun yanına ne gelecek? Hollywood gelecek. Hollywood'un neden Kaliforniya'da kurulduğuna dair bir hikaye var; bunu hani bilenler bilir belki ama bir yandan da güzeldir. Edison, hani Edison çok büyük bir adam falan diyoruz ya, adam mucitliğinden ziyade bir enstitü, bir kurum. Yani nasıl diyeyim size? Apple gibi, hani Steve Jobs ve Apple gibi Edison var, ama yüzlerce mühendisi var ve sürekli bir şey üretiyorlar.
Ses kaydını da bunlar iyi kötü buluyor, geliştiriyor. Her şeyin ilkini bulmasa da piyasaya sürülecek halini buluyor. Ses kaydı ve dinletme, görüntü kaydı ve dinletme, ampul, elektrik, bilmem bir sürü şey. Bu sebepten ilk sinema filmleri üzerinde de kurduğu bir tahakküm var. Ve özellikle eyalet bazında aldığı birçok tekel var, deniyor ya. Şimdi gene geleceğiz. Ayşe Barın hanıma bu konuda ne kadar gereksiz üstüne gidildiğini de gösteriyor.
Eee, adam gerçekten tekel kurmuş ve sen o makineyi ondan bağımsız kullanamıyorsun. Yani Edison'a para vermeden New York'ta falan film çekemiyorsun. O yüzden film çekmek isteyenler ne yapıyor? Diyorlar ki, "Abi nereye gideyim, uzak?" Biz şimdi düşünüyoruz ya, İstanbul'dan kaçalım, Yozgat'a mı gitsin? Onlar diyor ki, "Nereye gideyim? Kaliforniya." Hem vergisi çok düşük, özgürlükçü falan bir yer. Hem bunun işte tekellinden kaçıyorsun, çünkü eyalet olarak orada bir şey yok. Patenti geçerli değil. Hem de ne? Güneş, çok uzun süreler tepede.
Ayşe Barın hanımın bu konuda üzerine gereksiz yere gidildiğini gösteriyor. Adam gerçekten tekel kurmuş ve sen o makineyi ondan bağımsız kullanamıyorsun. Edison'a para vermeden New York'ta film çekemezsin. Bu yüzden film çekmek isteyenler ne yapıyor? "Neresi var, uzak?" diyorlar. Biz şimdi düşünüyoruz ya, İstanbul'dan kaçalım, Yozgat'a mı gitsin? Onlar diyor ki, "Nereye gideyim? Kaliforniya." Hem vergisi çok düşük, özgürlükçü bir yer. Hem bunun tekellinden kaçıyorsun çünkü orada patent geçerli değil. Ayrıca, güneş çok uzun süreler tepede. Gece çekimine gerek yok; ışık var.
Kaliforniya'nın şöyle bir özelliği de var: Çölü, ormanı ve dağları var. Çöl filmi de çekiyorsun, dağ filmi de çekiyorsun, orman filmi de çekiyorsun, deniz filmi de çekiyorsun. Bir sürü şey var. Böylece Hollywood'da bir elit sınıf oluştu. Hollywood eliti geldikten sonra, Horkheimerler gibi Frankfurt Okulu'ndan gelen filozoflar şu şekilde yorumlayacak: "Amerikalılar bu yüzden ayaklanmıyor. Komünizm, sosyalizm; Avrupa'ya gelecek dedik, gelemedi. Nazilik geldi, Sovyetler oldu. Amerika'da da olabilirdi ama burada olmaz. Niye? Burada işçi sınıfı, Hollywood ve müzik yüzünden uyuşmuş, mayışmış bir yanlış sınıf bilinciyle kafaları doldurulmuş." Bu bence tam doğru bir okuma değil ama en azından ne demek istediğini anlamışızdır herhalde.
O da diyor ki, "Nasıl ki Ford Detroit'te araba üretiyor, burada da Hollywood'da film üretiliyor. Bu da film endüstrisidir."
Üçüncü elit sınıfımız burada doğdu. Dördüncüsü hemen arkasından gelecek; Silikon Vadisi olacak. Stanford Üniversitesi'nin etrafında öbeklenen yeni mühendislikler çıkacak. İlk olarak Hewlett Packard (HP) sonra Intel ve ardından IBM ortaya çıkacak. Sonra Microsoft donanımdan yazılıma geçiş yapacak. Apple kullanıcı ürünleri ve estetik tasarım devreye girecek. Bilgisayar oyunları, web'in ilk kez kurulması, internetin burada sıfırdan başlaması... Web 95 ile birlikte ilk tarayıcılar, Netscape, ilk arama motoru Google ve ilk e-ticaret platformu Amazon.
Hepsi yavaş yavaş hayatımıza girecek. Şu an hayatımızda yer alan ama teknolojinin iletişim alanındaki devlerinden olan ve oradan çıkmamış nadir şeyler var. Bir tanesi TikTok, Çin menşeli. Diğeri Spotify, İskandinav, özellikle İsveç. Başka bir örnek ise WhatsApp, daha Avrupa menşeli ama sonradan aldığı yönelimle oraya gidecek.
Şu an hayatımızda olan ve teknoloji iletişim alanında dev bir etkiye sahip olan, ama Silikon Vadisi'nden çıkmamış nadir şeyler var. Bunlardan biri TikTok, diğeri Spotify, diğerleri ise WhatsApp gibi platformlar. Nadir olan bu şeylerin çoğu Silikon Vadisi çıkışlı.
Şimdi burada dört elit grup oluşmuş durumda. Washington, New York, Hollywood ve Silikon Vadisi. Washington için "saray" demek yetersiz kalıyor; zira orada bir parlamento da var. Yani bunların kendine özgü siyasi yapıları var. New York, borsa ve finans merkezi olarak öne çıkıyor. Diğer tarafta Hollywood eğlence dünyası, Silikon Vadisi ise teknoloji alanında belirleyici. Bu dört grup, Amerika'nın yeni dünya düzenini oluşturuyor.
Amerika, bu düzen içinde her zaman Hollywood'u bir yumuşak güç olarak kullandı. Örneğin, II. Dünya Savaşı'nda Amerikalılar sonradan savaşa girmişti ve en büyük kaybı Sovyetler yaşamıştı. Daha önce de demiştik, 1950 yılında yapılan araştırmada "II. Dünya Savaşı'nda Nazileri kim yendi?" sorusuna %90 oranla "Sovyetler" yanıtı verilmişti. Kimsenin kafasında o süreç hakkında bir şüphe yoktu. Ama 2015 yılında aynı soruyu sorduğunuzda %80 "Amerika" diye cevap veriyor. Bu durum, Amerika'nın savaşa girmesiyle dengelerin değiştiğini gösteriyor.
Bir de Ford'un kamyonları gibi, belki de Sovyet askerlerinden daha çok etki sağladıkları söyleniyor. Ancak insanlar bunu düşünerek söylemiyor; izledikleri filmleri baz alıyorlar. Örneğin, "Saving Private Ryan" filmini izlediğinde aklında kalan etkilerle bu durumu değerlendiriyor. Hiç Sovyet yapımı bir film var mı II. Dünya Savaşı ile ilgili? Ya da Vietnam savaşı kaybedildiğinde bile, sokakta insanlar "Amerika kazandı" der. Çünkü Rambo filmleri ve benzeri yapımlarla bu algı pekişiyor.
Afganistan'ı da kazanmış gibi gösteriyorlar. Amerika, kaybettiği her savaşı kazanmış gibi bir imaj yaratabiliyor zaten. Bu durum, muazzam bir kültür emperyalizmi, bir gerçeklik olarak karşımıza çıkıyor. Bu imgelerin içerisinde büyüyen insanlar, kaçınılmaz olarak bu algıyla şekilleniyorlar.
Evet, bu bir gerçeklik. O imgelerin içerisinde büyüyorsunuz. Niye hepimiz mavi pantolon giyiyoruz? Çok garip değil mi? Uzaylılar gelse ve dünyaya baksalar, "Bunların neden hepsinin belden aşağısı mavi?" diyecekler. Kot giymek, Amerikan kültürünün bir parçası. Süper kahramanları kastettiğini düşünüyorum; Superman mavi, Batman değil. Çok yeni bir şey değil bu. 60-70-80 yıllık bir süreç. Kovboylar da bir anda yayılıyor. Şu an, bana "mısın" diyenler bile kot giyiyor olabilir.
Kültürel boyutun yanı sıra, İran devrimi ve sonrasında herkesin kot giymesi gibi bir durum var. İlk yıllarında yasaklama oldu ama sonra herkes kot giymeye başladı çünkü kot, kir tutmuyor ve ütüye ihtiyaç duymuyor. Konfor her zaman her şeyi yener. Bunu unutmamak lazım. Kumaş pantolon, ütüleme gereksinimi olan bir şey, fakat kot durum böyle değil. Üstüne bir şey damlattığında, bir silkeyle temizleniyor. Çok pratik bir malzeme.
Bu arada, geçen hafta bahsetmeye çalıştığımız adamın adı Derek Guy'dı. Derek Guy hesabını takip edin. Çünkü modayı hem kumaş ve teknoloji üzerinden, hem de kültür üzerinden okuyor. Bakınca, kot pantolonun dünyanın çoğu yerine uygun olmadığını görebiliriz. Hava almıyor, sıcak yerlerde sıkıntı yaratıyor. Ama çok sağlam ve pratik. Hani bakımının kolaylığından bahsediyoruz.
Bir yandan da bu kadar imge birikince, Malboroman gibi kavramlar ortaya çıkıyor. Bütün bunlar sonrasında gidiyor. Düşünürseniz, belki bin çeşit farklı kıyafet olabilir, ama en temelinin mavi bir kıyafet olması çok ilginç. Gerçekten doğru. Bu da enteresan bir durum. Şimdi, yarattıkları imgelerle birlikte, soft power kullanıyorlar. Günümüzde bunu Kore yaptı, Çin bir yere kadar yapmaya çalışıyor.
Bu arada, geçen hafta bahsetmeye çalıştığımız adamın adı Derek Guy'dı. Derek Guy hesabını paylaşmayı unutmayın arkadaşlar. Çünkü modayı, hem kumaş, vesaire teknoloji üzerinden, ama bir yandan da kültür üzerinden okuyor.
Bakınca şöyle bir şey var: Kod pantolon, dünyanın çoğu yerinde çok uygun değil. Çok hava almıyor vesaire, sıcak yer. Ama dediğin gibi, çok sağlam ve pratik; bakımı kolay. Evet. Fakat, bir yandan da üzerindeki bu kadar imge gelince, Malboromen falan buna bir kez bayıldık ve bundan sonra böyle gidiyor. Yani, bakarsan 1000 çeşit farklı kıyafet olabilir ama en basitinin mavi bir kıyafet olması çok ilginç. Gerçekten doğru, bu da enteresan.
Şimdi, yarattıkları bu imgelerle birlikte soft power şu ki, günümüzde bunu Kore yaptı. Çin bir yere kadar yapmaya çalışıyor, Türkiye belki de çok da farkında olmadan, biraz da farkında olarak dışarıya dizi, film ihracı gibi önemli şeyler yapıyor. Ama bir yandan da ne oldu? Dışarıya sattığı şeylerden birisi de iletişim teknolojileriydi; başta uydu, televizyon gibi şeyler. Ama sonrasında? İnternet. İnternetle ilgili de şöyle bir şey kurmaya çalıştılar: İnternet bir Amerikan teknolojisidir denmedi. İnternet, bütün dünyayı birbirine bağlayacak bir ağdır.
Ve insanlar bir kez birbirlerine bağlanınca artık eskisi gibi savaşlar olmayacak. Çünkü insanlar birbirini tanıyacaklar. Yani liberal argümanların ya da Erasmus'un zamanında söylediği "insanlar birbirini bilsin, etsin" gibi argümanların böyle günlük hayata taşınmış bir versiyonu ki bu, bir yere kadar doğru. Evet, birbirimizi daha çok biliyoruz falan. Ama, şimdi en başta söylediğim gibi, teknoloji kategorik olarak iyi ya da kötü olmak zorunda değil, değil mi? Nasıl kullandığınla alakalı.
Ama bu, teknolojilerin kendi içkin doğaları yoktur demek de değil. Daha önce verdiğimiz örnekte olduğu gibi: Evet, bıçakla ekmek de kesilir, adam da bıçaklanır. Doğru. Ama mesela bir Kalashnikov'la hem adam vurulur hem ceviz kırılır, değil mi? Ceviz de kırılır ama adam vurmak için de işte bu. Yani belli bir teknoloji, belli bir şey var.
İnternette şöyle tanıtıldı bize: Merkezi yok, kimse kontrol etmiyor, bu devletin güdümünde değil. Bilgi dendi; "Information super highway." Bilgiye erişeceksin. Bugün internet deyince aklına bilgi gelen kaç kişi var? Seninle ben kaldık falan değil mi? Yani, bir de Serdar Kızoğlu. İnternet deyince insanın aklına şu an böyle goygoy, kedi falan geliyor, değil mi? Öyle şeyler geliyor, eğlence tarafı.
İnternet bir gazete, bir dergiydi. Bugün internet bir televizyon. Öyle düşünebiliriz. Okuduğumuz bir şeydi, bugün izlediğimiz bir şey; aktif olarak kullandığımız bir şeydi. Eskiden internet mesela bir yere “internet odası” yazsam, kapısına nasıl bir sembol koyardım? Bir kişi, tamam… Sandalyeye oturuyor, karşısında bir ekran...
Okuduğumuz bir şeydi, bugün izlediğimiz bir şey. Aktif olarak kullandığımız bir şeydi, değil mi? Eskiden internet mesela bir yere "internet odası" yazsam kapısına, nasıl bir sembol koyardım? Bir kişi tamam, sandalyeye oturuyor, karşısında bir ekran var. Elleri klavyede, değil mi? Bugün ne olur mesela bu imge? Elinde telefon olan birisi olur, değil mi? Çok farklı. Birinde tuşlara basıyorsun, internete bir şey giriyorsun, arıyorsun, buluyorsun falan. Zaten buna ne diyorduk? Web surfing, dalgadan dalgaya atlıyorsun gibi, linkten linke atlıyorsun.
E bugün öyle bir şey yok ki, açıyorsun TikTok'u, bir şey oynamaya başlıyor. Hızlı hızlı, arka arkaya gösteriyor. Reklam da var yani; süresi kısaltılmış dik televizyon içeriği gibi bir şey. TikTok, sosyal medyadan çok televizyondur. Şimdi bu dönüşümü de görmüş olduk, değil mi? Kategorik olarak o illa bir şey olmak zorunda değil. Bilgi tarafı da var ama insan doğası eğlenceye daha fazla eğilimli olduğu için, ticaret de ne diyelim? Bunlar da kurumlar ve kapitalizmin içerisinde geliştiği için, para kazanmak için insanlara ne lazımsa o verilmiş. Daha çok eğlence olmuştur.
Ya tam da bu sebepten mesela interneti domine eden sektör neredeyse her zaman cinsel içerik, yetişkin içeriği olmuştur. İlk kredi kartı ödemesi de oradan çıkmıştır. İlk işte, ne bileyim, sanal gözlük, üç boyutlu içerik oradan başlamıştır. Hani mesela 4G ilk çıktığı zamanlar, kardeşim, bunu yapıyoruz ya, kim kullanacak bunu? Böyle bir içerik yok falan diyorlardı. Var abi, cinsel içerikler var yani. Bir dakika oldu ya, çok özür dilerim. Ben yine araya gireceğim ama süper bir şey çağrıştırdın bana.
Hani diyorsun ya bu işin teknolojik, siyasi tarafı. Geçen 32. gün Özal belgeselini izliyorum. Evet, hani Özal da sonuçta AK Parti'nin çok sahip çıktığı, muhafazakâr gelenekten sayılan birisi ya. Özal'ı anlatırken, destekleyenler şöyle diyorlar: "Ya diyor, eskiden nasıl telefon ediyordun? Bir bilsen diyor, geliyordun santrale yazdırıyordun, 10 saat bekliyordun, rezillikti," diyorlar. Özal işte telefon getirdi her yere falan, hakikaten millet de helal falan diyor. Şimdi aynı gelenek, şey diyor ya abi. Eee, o da böyle sembolik bir şey oldu ya, çıkar lan cep telefonunu gösterme hikayesi. Hani AK Parti'ye oy veren dayılar...
Bir dakika oldu ya, çok özür dilerim. Ben yine araya gireceğim ama süper bir şey çağrıştırdın bana. Hani diyorsun ya, yani bu işin teknolojik, siyasi tarafı. Geçen 32. gün Özal belgeselini izliyorum. Eee, hani Özal da sonuçta AK Parti'nin çok sahip çıktığı, hani muhafazakar gelenekten sayılan birisi ya. Özal'ı anlatırken, destekleyenler diyorlar ki, "Eskiden nasıl telefon ediyordun? Bir bilsen, geliyordun santrale yazdırıyordun, 10 saat bekliyordun, rezillikti," diyor. Özal işte telefon getirdi her yere falan, hakikaten millet de “helal” falan.
Şimdi aynı gelenek, şey diyor ya abi, eee, o da böyle sembolik bir şey oldu ya; çıkar lan cep telefonunu göster hikayesi. Hani AK Parti'ye oy veren dayılar, milleti suçluyor. "Yani telefon nedir ki?" diyor. Anlatabiliyor muyum? Ne diyor yani? "Telefonum var işte," diyor. Gereksiz bir şeyi almışsın. O şey var ya, iması var ya orada; "Çıkar lan cep telefonunu göster, al işte falan." Bak ne kadar ilginç.
Aynı siyasi hat sayıyorsak eğer Türkiye'de herkese telefon getirilmesi üzerinden bir söylem kurarken, şimdi evrildiği yer "ne gerek var telefona?" da anladın mı? "Siz işte uçarısınız, hartasınız, bütün gün elinizde telefon. Ne gerek var, gelmiş iş ya." Çok enteresan. Onun çağrışımını yaptı. Özür dilerim, insicamını bul.
Yok, süper bir şey buldum. İnsicamım tam zaten şu noktada. O zaman ben de şuradan şimdi bir savuracağım, ondan sonra toplayacağız bunu. Gerçekten, kaldığım yere hatırlıyorum. Çünkü hafta içi sen Fatih Sultan Mehmet dedim, birileri bir şeyler demiş ya falan. Şimdi tam olarak onu söyleyeceğim.
Şimdi bu siyasal İslamcılar teknolojiyle ilgili böyle bir yanılgı oluyor kafalarında. Hani teknolojiyi hep şöyle düşünüyorlar. Hani, ne icat yaptın? Tamam mı? Sürekli şey; mesela bir yerde bir sosyolojik araştırma. "Ne icat yapmış abi? Ne icat izorsun? Füze mi istiyorsun?" Baktım fikrim füze de. İran olsam bak, İran'da bir sürü füze yapıyor. Uzun uzun gidiyor ama bir yere kadar. Anlatabiliyor muyum? Yani sadece füze yaparak bir ülke bir yere kadar yaşar. Kuzey Kore olursun falan. Çok füzesi var yani. Tamam, saldıramıyorsun adama.
Evet ama içindekiler çile çekiyor. Yani hiç de hoş bir durum değil aslında. Sadece füzesiyle anılan bir ülke olmak istemezsin. İşte Fatih bir yandan top dövdürmüştür ama bir yandan da gidip Bellini orada fotoğraf, şey, resmini de çizdirmiştir. Böyle bir adam. Rönesans adamı denir. Senin de kastettiğin oydu zaten ki bütün Osmanlı sülalesi içerisinde en dindar bilinen birisi değil. Kendi oğlu söylüyor bunu falan. Hani o manada yoksa adam dil bilmez, hemen ezikliğe vurmaları çok rahatsız etti beni. Biz de dil biliyoruz. Ben burada dedim, isimler sayıp dil biliyorlar, bilmem ne ama en sonunda var...
İşte Fatih, bir yandan top dövdürmüştür, ama bir yandan da gidip Bellini'nin resmini orada çizdirmiştir. Böyle bir adam. Rönesans adamı denir. Senin de kastettiğin oydu zaten ki, bütün Osmanlı sülalesi içerisinde en dindar bilinen birisidir. Kendi oğlu söylüyor bunu falan. Hani o manada yoksa, adam dili bilmem hemen ezikliğe vurmaları çok rahatsız etti beni. Biz de dil biliyoruz, tamam abi belki bilmiyorsunuz. Ben burada demati isimler sayıp dil biliyorlar, bilmem ne ama en sonunda vardıkları yer, ya biliyorsunuz ona bir dediğimiz yok yani. Altınız var, fikriniz var. Niye bilmeyeceksiniz? Yani, ben size, sizin kendinize verdiğinizden daha fazla önem değer veriyorum. Ben, dil bilemeyeceğinize dair hiç düşünmedim zaten öyle bir şeyi. Ama devamlı kafada "ulan bizi dil bilmiyor" gibi düşünceler var. Yok, öyle bir sıkıntı yok. Mesele o değil arkadaşlar. Onu da oradan geçiyorum.
Bu teknoloji hadisesinde Özal'la ilgili husus, bu siyasal İslamcılar kendilerini Özal'ın devamı gibi görüyor. Alakası yok. Ben bunu şöyle görüyorum: Şimdi Türkiye'de ne var? Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş değil mi? Daha çok, Galatasaray-Fenerbahçe rekabeti. Beş yıl evvel mi, ne zamandı? Bir de Başakşehir çıktı, bir yerden bir şampiyonluk oldu, bir şeyler oldu falan filan. Alakasız takım işte; iktidar, siyaset, bir şeyler. Yani, biraz aslında siyasal İslamcılar ve AKP, o Başakşehir gibi. Kökü yok, tabanı yok, destekçisi yok. İttirmeyle bir şeyler yapılmış. Yıllarca dendi ki, "biz şuna karşıyız." Mesela bir tarafta Kemalistler var, CHP, bilmem ne. Onun karşısında Özal. Sen Özal'ın devamı olamazsın ya. Özal bugün gelse, bizatihi sana karşı olacak ki, biz bunu yaşadık. Sağcı olarak bilinen Demirel, bizatihi cumhuriyetin savunucusu diye adam, ömrü boyunca kendini belki de yırtacak orada.
Bizim bu başbakan, vesaire, cumhurbaşkanı diye gördüğümüz çizginin neredeyse tamamı, belki Menderes bile getirsen, AKP'ye karşı olur. Olur. Çünkü sen cumhuriyet karşıtı bir çizgide duruyorsun neredeyse. E olmaz ki. Nasıl olacak? Menderes, demokrat birisi pek değildi, o kadar Demokrat Parti olsa da falan filan ama Menderes o kadar demokrat birisi değildi. Ama en azından belli bir yere kadar laiklik, Atatürk, şu bu falan, Atatürk'e bir sorunu yoktu o manada bu insanların. E şimdi sen doğrudan bunu söylüyorsun. O manada Başakşehir'sin. Senin gerçek seyircin de yok. Dışarıdan birileri getirmek gerek.
Tabii ki mübala ediyorum. Tabanı falan var da, yani anlatsınlar. Şu anki durumdan bahsediyorum. Şu an saray ve etrafında kurulan durum.
Menderes demokrat birisi pek değildi, o kadar Demokrat Parti olsa da falan filan ama eee Menderes, o kadar demokrat birisi değildi. Ama en azından belli bir yere kadar laiklik, Atatürk, şu bu, falan; Atatürk'e bir sorunu yoktu o manada bu insanların. E şimdi sen doğrudan bunu söylüyorsun. O manada Başakşehir'sin. Senin gerçek seyircin de yok. Dışarıdan birileri getirmek gerek. Ya mübala ediyorum tabii ki. Tabanı falan filan var da, yani anlatsınlar. Şu anki durumdan bahsediyorum. Şu an saray ve etrafında kurulan durum.
O bakımdan, Özal'ın o teknolojiye yaklaşımını falan kaldırabilecek insanlar da değil. Özal, hani öyle ya da böyle, iki tane işte o t Bilkent'teki falan o ilk işte internete bağlayan bilgisayarları kurdele ile kesmiş bir adam ya. Anlatabiliyor muyum? Bir şeyleri de getirmiştir yani.
AKP ne getirmiştir, bilmiyorum. Yol yaptı. Eyvallah. Tamam. Ama hani teknolojinin kendi gidişatı içerisinde olan bazı şeyleri, kendi ürettikleri şeyler saymalarını saymazsak, hani diyor ya, buzdolabı yoktu, getirip insaf yani, o kadar da değil tabii ki. Hani ya da şey diyecek, 5G de geliyor, bir yerden geliyor yani geliyor. E şöyle bir şey var. Tamam, geldi, geliyor teknik olarak ama AK Parti, bu tip şeylerden bence korkuyor; teknolojik gelişmelerden. Çünkü hemen bir kısıtlama gerekiyormuş gibi hissediyorlar. Yani tamam, geldi sosyal medya, çok güzel ama bir dakika abi, bu bizim iktidarımızı tehdit eder.
Yani demokratik anlamda söylüyorum. Hale gelirse, bizim hemen buna bir şey bulmamız lazım. Yani artık bu, sayıklama haline dönmüş AK Parti. Çok uzun yıllardır sıkıntı orada bence. Yani Starlink niye yok Türkiye'de mesela? Starlink, şu açıdan sorunlu abi. Adamın kumandası Elon Musk'ın elinde. Bu hakikaten sıkıntılı bir şey. Ama öte yandan mesela, bir şey oluyor. Ne bileyim, mesela 19 Mart operasyonu sabahında bütün internet sosyal medya kapalıydı. Neden? Çünkü operasyon çekiyor. Starlink olsa kapatamayacak mesela. Onun için Starlink izni verilmiyor hala; ki Elon Musk'la Erdoğan'ın arası ne kadar iyi, yani iktidarın arası ne kadar iyi mesela.
Biraz öyle yaklaşıyor iktidar, yani hani vatandaşımın menfaati bu, şu bu, işte ne bileyim, bunu düşünmüyor iktidar. Eminim buna; ya kardeşim, bu Elon Musk gibi adamın eline bu kontrol verilir mi, verilmez mi? Ziyade, lan bununla aramız şimdi iyi ama yarın öbür gün bir şey olur, bizim dediğimizi yapmazsa sıkıntı yaratır bize diye düşünüyor. Yani başka bir sayikle teknolojiyi kısıtlamaya çalışıyor iktidar. Öyle bir fark var. Evet. Çok böyle otoriter ya da tek yerden yönetilen rejimlerde bunlar yaşanıyor.
Ya kardeşim, bu Elon Musk gibi adamın eline bu kontrol verilir mi, verilmez mi? Ziyade, "lan bununla aramız şimdi iyi ama yarın öbür gün bir şey olur, bizim dediğimizi yapmazsa sıkıntı yaratır bize," diye düşünüyor. Yani başka bir sayikle teknolojiyi kısıtlamaya çalışıyor iktidar. Öyle bir fark var. Evet, çok böyle otoriter ya da tek yerden yönetilen rejimlerde bir de korku da olduğu için dışarıda sürekli bir paranoya hali var; her gelen yeni şeye, "Bu bana ne zarar verir?" diye bakıyorlar.
Yani matbaanın yasaklanması da vardır; printerların yasaklanması falan. Ne bileyim, Sovyetler'de fotokopi makinesi yasağı vardı bir ara. Herkes alamıyor falan, çünkü insanlar flyer hazırlar, sağa sola şeyler dağıtırlar. Bir sürü şey ya da Humeyni'nin zamanında uydu çanak anteni için "şeytan icadı" demesi. Çünkü sen bir ulus devlet sınırı çiziyorsun ya da bir İran İslam Cumhuriyeti'sin. Sınırların var içeride; şeriat var ama uydu havadan sınırı aşıp gidip şeriat olmayan yerdeki içerikleri getirip senin evine getiriyor. Bu büyük sıkıntı baktığın zaman. Yani sen bir nevi günah dolu dünyalara, darül harbe görsel olarak ulaşabilmiş oluyorsun. Bu büyük bir sıkıntı onların baktığı yerden.
E internet de biraz böyle bir şey olarak görülüyor. Şimdi tekrar oradan büyük virajı alıyorum. İnternetin özellikle bu herkesi birbirine bağlama meselesi, Facebook'la birlikte çok öne çıkıyordu. Neden? "Connecting people." İşte Mark Zuckerberg biraz da işi, aslında işin biraz da hikayesi şu; bize yıllarca bunu, hani mesele biraz uzaktayken romantize de ediliyor. İki kavram ya da üç kavramdan bahsedebiliriz. Teknodeterminizm. Teknolojinin toplumsala dair bir şeyleri çok kategorik olarak değiştireceği; hani ne bileyim, işte bilgisayar geldi, toplum bilmem ne oldu falan. Çat çat diye; hani bir koyuyorsun, tık diye buradan etkisi gözüküyor.
Tabii ki de öyle değil; yani fizik değil, demiştik ya, toplum fizik değil. Hani böyle buradan şuna basıyorsun, buradan bu oluyor. Zor bazı şeyler var. İyi kötü bak, bir iki tane kanunumuz, kural gibi şey var. Mesela, faizleri yükseltirsen genelde enflasyon düşüyor. Tamam, bir tane fizik kanununa yakıt şey var. Bu da bu topraklar reddedildi mesela. Neyse işte, internetin ve sosyal medyanın da insanları birleştireceği, yakınlaştıracağı ve bunda barış getireceği söylenir. Mark Zuckerberg falan da bu gibi...
Tabii ki de öyle değil. Biz fizik değil, toplum fizik değil. Hani böyle buradan bir şeye basıyorsun, buradan bu oluyor. Zor bazı şeyler var. İyi-kötü bak, bir iki tane kanun var, kural gibi şeyler var. Mesela faizleri yükseltirsen, genelde enflasyon düşüyor. Tamam, bir tane fizik kanunu gibi bu. Bu da bu topraklarda reddedildi mesela.
Neyse, işte internetin ve sosyal medyanın da insanları birleştireceği, yakınlaştıracağı ve buna barış getireceği söyleniyor. Mark Zuckerberg gibi isimler de bu tür sözleri, işi kurduktan sonra süs olarak ekliyorlar. Yani baştan böyle bir mottosu olmaktan ziyade, başta bir şeyleri ittiriyorlar. Hayatta bir yerlere gelmek istiyorlar. Önce 1 milyonluk şirket, sonra 1 milyarlık şirket kurmaya çalışıyorlar.
İş büyüdükçe, kapitalist bir ülke burası. Kapitalizmin merkezi. Çok para kazanılınca, çok fazla büyüyünce insanlar sana başarılı bakıyor. Başarılı olduğunu düşündüklerinde de çok sorgulamıyorlar. Sen de kafandakini çok sorgulamıyorsun. Ve buna biraz da, yani bunu sırf çok para kazanmak için yaptım diyemeyeceğin için, öyle demek hoş olmayacağından, "Dünyayı daha iyi bir yer yapacağım." diyorsun. Biri diyor ki, "Birleştiriyorum," öbürü diyor ki, "Ulaştırıyorum," öbürü de belki o ego da vardır içinde.
Ha, ben sana söyleyeyim o egoda, abi bir noktadan sonra dünyayı değiştiriyorsun. Gerçi, bence o yıl olmazsa Twitter'ı ondan satın aldı. Yani ne olacak ki? Adamın Tesla'sı var falan ama düşünsene, bütün devlet başkanları, hükümet başkanları Twitter'da takılıyor. Orada siyasi kanaat önderleri var. Savaş falan çıkıyor; savaş bitiyor, Twitter'dan. Anladın mı? Zelenski Twitter'dan bir şey diyor, öbürü Dugin Twitter'a yazıyor falan. Yani böyle bir ego, düşünsenize. Bütün dünya senin şeyine, adın. Bak, işte Türkiye'de sonuçta bugün ne? Cumhurbaşkanı adayı muhalefetin Ekrem İmamoğlu, çat dedin, adamın sesini kapattın; bitti. Yani adamı kuyuya kapatmışsın. Egoya bak. Para da kaybetsen, o seviyeye gelince "anasını satayım, dursun bu" dersin diye düşünüyorum. Hele Elon Musk gibi bir adamsan.
Dur, fotoğrafını da vereyim. Evet, çok doğru. Bu arada, saç ektirince insanlar gerçekten gençleşiyor. Enteresan. Sana da ektirelim hocam. Daha yeterince gençsin. "Girmak" kadar düzgün bir yer bulabilir miyiz, onu bilmiyorum. Şimdi, tamam o zaman şey... Bizi ulaşsınlar, Nevşim Bengüme diye ulaşsın. Evet, ulaşsınlar. Dediğin çok doğru. Orada bir şey bulmaya çalışıyorsun kendine.
Eee bu arada, saç ektirince insanlar gerçekten gençleşiyor. Enteresan. Sana da ektirelim hocam; ektirelim sana da. Daha genç görünmek için, "Girmak kadar düzgün bir yer bulabilir miyiz?" onu bilmiyorum. Şimdi, ya tamam, o zaman şey, bizi ulaşsınlar. "Nevşim Bengüme" diye ulaşsın. Evet, ulaşsın. Dediğin çok doğru. Orada bir şey bulmaya çalışıyorsun kendine.
Çünkü şöyle bir şey vardır; Çin tarihi falan okuyorum mesela. Adamlar da düşük sınıf olarak kabul edilen sınıf tüccar. Mesela Osmanlı'da da çok sevmezler. Çünkü üreten bir çiftçi var, savaşan bir savaşçı var. Allah'la seni bağlayan bir ruhban sınıfı var, bir de yöneticiler var. Hepsi bir şey üretiyor. Toplumun bir katkısı var. Bir de tüccar oradan alıp, buraya getiriyor. Sanki onunki böyle haram malmış gibi. Anlatabiliyor muyum? Böyle bir algı da vardır modern öncesi toplumlarda. Günümüze kadar da gelir bir yere kadar.
Yani, ne bileyim, "Roma" dizisinde falan vardı, Ribius'un mesela, işte, Warus, Roma lejyonlarının yüzbaşısı. Hani sivile dönüp de ticaret yaparken, köle alıp satıyor bu arada. Yani öyle de bir dünya. Adama "Ne oldu lan, koskoca adamdın, şimdi tüccar mı oldun?" diyorlar. Düşük bir şey falan. O yüzden kendilerine böyle büyük büyük anlamlar biçtiler, biraz önce senin de söylediğin gibi.
Ve şöyle mottoları vardı Google'ın mesela: "Asla kötü olma." İşte, "Don't be evil," mesela, "Connecting people," Facebook, yani "İnsanları birleştir." Hepsinin böyle mottoları vardı. 2015-2016'lardan sonra önce biraz gereksiz yere suçlandılar. Vardı suçları ama hani tamamen kötü niyetlerinden yapmıyorlardı. Dünyada popülist iktidarların yükselmesine sebep olmak, dezenformasyonun çok yayılmasına neden olmak, insanları nefrete ve uç duygulara sürüklemek gibi şeylerle suçlandılar. Doğru, bunların hepsi oldu.
Ama zamanla bunlar şu moda geldiler: "Abi, zaten bizi suçlayıp duruyorlar. Ne yaparsak da yapalım, bizi sevmeyecekler. Madem o kadar kötüsünüz," diyorlar, "biz de çok kasmayalım." Biraz Trump'ın iktidara gelmesiyle de bu böyle oldu. "Bu kadar varlığımı kaybetmek istemiyorum," dediler. Hem yapay zeka üzerinden bir sürü saldırı, hem işte tekel davaları, hem regülasyon, hem Çin'den, bilmem ne geliyor. "Alemin tavşanı ben miyim?" deyip hepsi gidip o sahneye benziyor. Donald Trump'ın önünde, işte inaugural yemin etme töreninde, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg falan dizildi ya…
Fakat zamanla şuna vardılar: "Zaten bizi suçlayıp duruyorlar. Ne yaparsak yapalım, bizi sevmeyecekler. Madem o kadar kötüsünüz, biz de çok kasmayalım." Özellikle Trump’ın ikinci döneminde, varlıklarını kaybetmek istemeyen bir tavır içine girdiler. Yapay zeka üzerinden gelen saldırılar, tekel davaları, regülasyonlar ve Çin tehdidi gibi durumlarla karşılaştılar. Her biri “Alemin tavşanı ben miyim?” hissiyatıyla bu duruma düşmüş gibi görünüyor.
Donald Trump’ın yemin etme töreninde Jeff Bezos, Mark Zuckerberg falan dizilmişti. Mask’ın dizilişini geçiyorum, ama birisi bunu Japonya’nın teslim olma anlaşmasını imzalayan diplomatlarıyla benzetmişti. Bu, Steve Bannon’ın söylediği bir şeydi. “Tam olarak öyle bir andı” diyor Bannon. “Bu işbirliği değil, biz onlara diz çöktürdük” diye de ekliyor. Bu, gelinen noktada doğru. Çünkü Mask, birkaç şey yaptıktan sonra artık toplantılara katılmamış. Hatta bu sırada Hazine Bakanı Scott Bestant ile bayağı bağırarak kavga etmişler. "Sen bilmiyorsun, hadi bakalım!" demişler.
Şu anda liberterler, "Abi, Amerikan işbirlikleriyle olan hiçbir şey gerçekleşmiyor" diye düşünüyorlar. Uluslararası ilişkilerde de durum böyle çünkü bunlar şöyle diyordu: “Ukrayna bize ne? Amerika’dan bir şey beklemesin!” Fakat Ukraynalılar akıllıca bir hamle yaptı. Yeraltı zenginlikleri anlaşması imzaladılar ama anlaşma tüm kontrolü Ukrayna’ya veriyor. Amerikan şirketleri gelecek, ancak fonu Ukrayna kontrol edecek. Ayrıca, bütün ordu modernizasyonunu Amerikalılardan aldılar. Mesela, şu an Amerika'dan Ukrayna'ya F16 uçakları veriyorlar.
Bu durum, liberterlerin Mask’a karşı olduğu "Bize ne, bu işlere girmeyelim" düşüncesinin zıttı. Hatta Trump en son ne dedi? "Abiciğim, inanılmaz yeni bir planım var. En zenginlerin vergisini arttıralım" diyor ama bu durumda, "Demokratlar çıldıracak, biz demiştik" diyor. "Read my lips," diyor bir de. Bunu Ronald Reagan ve George Bush’a referansla söylüyor. Hani George Bush, “Read my lips, vergi arttırmayacağım” demişti ya. Ona çok az bir referans var.
Hatta asıl çok özür dilerim, bu şeyler çok aralara girdim ama Trump ne dedi en son? Adam dedi ki: "Abiciğim, inanılmaz yeni planı." Donald Trump, en zenginlerin vergi oranını arttıralım diyor ama diyor şimdi, "Demokratlar çıldıracak. Biz demiştik." diyor, onu demiyorum diyor. "Read my lips" diyor, bir de "read my lips," hani "dudaklarımı okuyun" diye. O Ronald Reagan'a, George Bush’a atıfta bulunuyor. Hani George Bush, "Read my lips, vergi arttırmayacağım." demişti ya. Ona referansla: çok az arttıracağım diyor ama bu hiç Cumhuriyetçilerin alışık olduğu bir şey değil.
Yüzde 37'den bakıyor, diyor ki: "Eğer bir kişi yılda 2,5 milyon dolardan fazla kazanıyorsa, buna vergi yüzde 37'den yüzde 39.6'ya yükseltilsin." Bu inanılmaz bir şey. İlk kez yani Cumhuriyetçi Parti tarihinde vergi arttırma ve Cumhuriyetçi Parti kelimeleri yan yana gelmeyecek şeyler. Bu libertaryenlerin de asla okey demeyeceği şeyler. Ama işte Trump yönetiminde her şey oluyor. Adam partiyi dönüştürüyor.
Yani ilginç bir koalisyon kurdular orada. Tepede Trump ve kendini genel olarak işçi, emekçi sınıfına dayadı. Evsahibi ırkı, siyahı, Meksikalısı var, falan. Onun yanında işte MAGA’cılar, Steve Bannon, şunlar bunlar, böyle milliyetçi popülist, kapanmacı ve izolasyonist. Ama bir yandan da, daha "liberal" gibi görünen bir kesim var; ama o da devletin ihalelerine girmek, alayım falan, kendi çıkarları, egosu, şu bu. Insanlardan pek hoşlanmayan, çok da memur olmasın, onu da keseyim, bunu da keseyim.
Bir de öbür tarafta, eskiden kalma bir miktar neokon tayfa. Ruby, olay falan filan. O kadar neokon değiller artık ama bir müdahaleci. Şimdi, bu kadar Pentagon establishment, etmeyeceğim de, şimdi müdahalecilik olmayınca iş şuna geliyor: "Abi, bu kadar petrel tüzesini ne yapacağız?" Anlatabiliyor muyum? Yani ben bu kadar silah ürettim, ordu, bilmem ne, aynı anda iki büyük orduyla savaşabilecek şekilde şey yaptık.
Sen diyorsun ki: "Biz savaşmayalım." Ama yani, "Abi, ya jandarmacılık oynayacağız ya da başka bir şey yapacağız." O zaman, yani işin doğasına aykırı biraz. Çekilmek var, tamamen çekilmek var, falan. Onlar kendi arasında bu dinamikleri nasıl çözer? Hatırlıyor musun, ilk haftalarda, Çin’e olan ticaretle ilgili sıkıntılardan bahsetmiştim. Evet, çıkıyor işte çünkü adam Çin’e araba satacak, bilmem ne yapacak. Bu kadar gümrük vergisi onun planlarına çok uygun değil. Bu arada bayağı da batırdı.
Hatırlıyor musun, ilk haftalarda şey demiştim; özellikle Maske'nin Çin'e olan ticaretle ilgili sıkıntılardan bahsetmiştim. Evet, çıkıyor işte çünkü adam Çin'e araba satacak, bilmem ne yapacak ama bu kadar gümrük vergisi onun planlarına çok uygun değil. Bu arada bayağı da batırdığını da görüyoruz, değil mi? Yani ne güzel, güzel kurdu, bak gerçekten elleriyle kurdu o şirket. Yani sıfırdan o kurmadı, ama sonra büyüten o, gerçekten bir yere getirdi Tesla'yı. Bütün imajını bitirdi. İşte %70 falan düşmesi, ne demek ya Ciro'nun? Ne yapıyorsun abi? %70 bakkal düşse batar yani. O gün zar zor tutuyorlar bir şekilde ayakta ama hisseler gitmiş bir yerlere, adamın imajı zaten yerlerde, işte Twitter'ın geldiği hal ortada.
Özetle, tek bir kişiye bu kadar bağlı sistemler, hani tek kişiyle büyüdüğü gibi tek kişiyle çökebiliyor. Bizim mevzuya geri dönecek olursak, şimdi bu kadar büyük bir şeyin başında tek bir adam var. O adamın da hali ortada. Aklı geliyor gidiyor, siyaseten oraya buraya falan filan. Doğal olarak savruk bir ilişkisi var.
Şimdi, ne oldu bu "connecting the world" ve "don't be evil" falan laflarımızın pek manası kalmadı. Son derece kapitalist sistem içerisinde ticari ilişkiler, çıkarlar, şunlar bunlar. Dünyada da liberal küresel dünya düzeni ya bitti ya da bir parantez açıldı Trump dönemiyle birlikte. Artık bilemiyoruz. Bunu göreceğiz hep birlikte. E dünyada da bu iş, çok liberal, özgürlükçü, barışçıl falan şeylerden bahsedilmezken, bu şirketler de ona göre bir evrim geçirdi ve hani devran döndü. Biz de bu yeni dünyada yerimizi alırız dediler. Türkiye'de yaşanan da biraz bu. Yani ABD'de, Donald Trump'ın hesapları kapatıldı. Bu ifade zürriyetine aykırıdır. İşte şu adamınki kapatıldı. Bunun kapatılan bir kısmı gereksiz, bence ama bir kısmı da dümdüz Nadi. Mesela, adam "Bütün siyahları öldürelim," demiş. Hani o da kapatılmayacakmış. Mutlak bir ifade hürriyeti olacakmış. Şuymuş, buymuş.
First Amendment, birinci işte ek maddedeki ifade hürriyeti hakkı diyen adam geldi. Türkiye'de birçoklarınınca yani toplumun ekseriyetinin nazarında, haksız yere siyaseten içeri atılmış olan muhalefetin liderinin Twitter hesabını zart diye de kapattılar. Sonra dediler ki, "Ama işte bilmem neymiş kanunen falan." Ha bizde gelince kanunen oldu öyle mi? Yani bunu...
Türkiye'de toplumun ekseriyetinin nazarında haksız yere, siyaseten içeri atılmış olan muhalefetin liderinin Twitter hesabını zart diye de kapattılar. Sonra dediler ki ama işte bilmem neymiş, kanunen falan. Ha, bize gelince kanunen oldu öyle mi? Yani bunun hiç artık konuşulacak bir tarafı yok. Alenen senin söylediklerin tam tersine yapıyor olmam ve keyfiyet. Umrunda da değiliz zaten açıkçası. Ben de o sebepten Twitter'daki mavi tikimi kaldırdım. Çok yani gene kullanmıyorum diyemem. Şimdi orada, Allah için, 19 senelik bir birikim var ama bizim işimizin de bir parçası. Bir de hocam, bizim işimizin bir parçası ya, bu da var yani sonuçta.
Şimdi sen biraz önce ne dedin? Oradan mesela, Zelenski tet atıyor. Başka da, şu an Twitter mesela önemli, ama önemli bazen yanlış yerden okuyoruz. Şimdi şöyle, ben bu son olayda Ekrem İmamoğlu ve muhalefet için bir hayır da olduğunu düşünüyorum. Şöyle ki, Twitter'ı gerçekten halka ulaşmak ya da halkı anlamak için kullanırsan battın, bittin, yok oldun. Kemal Bey dönemi olur. Halk Twitter'da değil. Böyle deyince bana kazananlar oldu ama değil arkadaşlar. Orada şu deniliyor: “Ben halk değil miyim?” Oğlum, halksın. Tamam, ben de halkım. O manada demiyorum. Ben de metroya biniyorum ama onu demiyorum.
Yani çok okumuş, etmiş, akademisyen, politik bilmem ne olmayan, bakkal, terzi, şu, bu. Bakkalın da çok okuyup da politika olanı yine Twitter'dadır. Siyasetle şöyle bir örnek vereyim. Bakın bunu 3 aydır bu arada notlarımda var, her programda unutuyorum. Şimdi aklıma geldi. Bu bence senin de işine yarayabilir. Çok siyasetle uğraşıyorsanız ya da akademisyenseniz, gazeteciyseniz, siyasetçiyseniz, bazen şöyle oluyor ya: “Efendim halk onu bilmez” deniyor mesela. Nasıl bilmez canım? Onu da mı bilmez abi? Bilmez. Neden biliyor musunuz?
Abi, sen bütün gün bunun içerisinde şöyle düşün, mesela senin en az ilgili olduğun konu ne, sevgili Nevşim? Futbol diyebilir miyiz? Deri abi, açık. Değil mi? Tamam. Hiçbir fikrim yok şimdi. Tamam. Geçen sene kim şampiyon oldu abi? İnan bilmiyorum ama Fenerbahçe değil, onu biliyorum. Tamam. Şimdi tam bundan bahsediyorum. Tamam mı? Hiç ilgilenmiyor. Futbolda taraftarları inanamıyordur. Bunu bilmiyor.
Çok siyasetle uğraşıyorsanız ya da akademisyenseniz, gazeteciyseniz, siyasetçiyseniz, bazen şu diyalogları duyarsınız: "Halk bunu bilmez." Nasıl bilmez? Onu da mı bilmez, abi? Bilmez. Neden biliyor musunuz? Çünkü, sizin en az ilgilendiğiniz konulardan biri ne, sevgili Nevşim? Futbol diyebilir miyiz? Kesinlikle. Tamam, benim de futbol hakkında hiçbir fikrim yok. Geçen sene kim şampiyon oldu, abi? İnan bilmiyorum, ama Fenerbahçe değil, onu biliyorum.
Şimdi tam olarak bundan bahsediyorum. Hiç ilgilenmiyorsun ama futbol taraftarları, "Bunu bilmiyor olamazsın," der. Tam olarak bunu anlatmaya çalışıyorum. Adamın hayatındaki en önemli şey, "Bunu nasıl bilmez?" diyerek sorgulanıyor.
Şimdi o futbol taraftarlarına bir soru soracağım. Çoğunuz erkek olduğunuzu düşünerek, en az ilgilendiğiniz konulardan biri de makyaj dünyasındaki son gelişmeler ya da estetik uygulamalar. Arada sırada böyle şeyleri duyuyorsunuz etrafınızda ama hiçbir fikriniz yok, değil mi? Mesela Instagram'daki beş tane ünlü kadın influencer’ın ismini söylesem, hiçbirini sayamazsınız. Normal insan için de siyaset biraz böyle bir şey. Varlığını biliyor; şöyle bir yerde bir lig var, bir yerde maçlar dönüyor. Fener var, Galatasaray var; Galatasaray iyiymiş galiba, Fener kötüymüş. Bilmiyorum, bunlar kulağa gelmiyor.
Aynı durum, ortalama bakkal, çakkal ya da siyasetle ilgilenmeyen insanlar için de geçerli. Onlar da “Ne olmuş? İmam oğlu içeri mi girmiş?” diyor; o kadar para çalındı mı? Gelirse, “Para çalmış” oluyor. Haksızlık yapılmışsa, haksızlık var.
Bu nedenle, siyaset bir yandan belli bir eğitim almış kesime argüman sunmak ve bir şeyler anlatmak üzerine kurulu; ama asıl kitlelere akılda kalacak bir veya iki laf vermek ve akılda kalacak birkaç imge sunmaktır. Uzun uzun laflarla olmaz; tek tek, tekrar tekrar aynı şeyi söyleyeceksin, imgeyle destekleyeceksin.
Bunun yeri de Twitter değil. Bunun yeri TikTok, Instagram, Facebook. Halkla burada buluşursun. Twitter’ın önemi ne? Twitter, şu anda resmi hesapların, önemli insanların, gazetecilerin, akademisyenlerin kendilerini ifade etmek için kullandığı bir platform. Sanki onların her birinin bir web sitesi varmış ve oraya toplamışız gibi. Halk yok orada. Eskiden olduğu gibi; mesela, elektronik muhtıra olayını hatırlıyor musun? Kaç senesiydi o? 2003 müydü, neyse işte.
Bunun yeri de Twitter değil. Bunun yeri TikTok, Instagram, Facebook. Halkla burada buluşursun. Twitter'da ne için önemli? Twitter, şu anda resmi hesapların, önemli insanların, gazetecilerin, akademisyenlerin kendilerini ifade etmek için kullandığı bir platform. Yani sanki bunların her birinin bir web sitesi varmış da bir yere toplamışız gibi. Halk falan yok orada. Ne için var?
Eskiden biliyorsun, mesela elektronik muhtıra vardı. Kaç senesiydi o? 2003, neyse işte olabilir. TSTK sitesinde bir şey yayınlandı. 'Ayer' bir şey demişti. İlk kez elektronik muhtıra denmişti. O zaman çok beğenilmişti. O laf falan filan. O zaman sitesine girip bakıyordun. Onda nasıl oluyor? Ben de o zamanlar şunu merak ediyorum. Oğlum, birisi var, bütün gün siteye mi bakıyor? Hayır, tabii ki de o oraya yakın birisi, işte arıyor, "Bizim siteye bak" diyor. Evet, orduya da yakın gazeteciler vardı değil mi? İşte kule tab savunma muhabiri olur ya. Savunma muhabiri olur. Eskiden her şeyin özel muhabiri var. Aynen.
Siz bir sorma muhabiri der ki, "Efendim biri der ki, arar, sen der, 'Bizim siteye bak, saat akşam 10'da' der, o da bakar" öyle olmuştur. Aynen öyle. E bugün bunların hepsi Twitter'da bu bakımdan önemli. Yani biz bunların hepsini bir RSS feed'e toplayabilsek aslında o kadar şeysi yok. Çünkü Twitter bunlara erişmek için çok önemli. Benim takip ettiğim Derek The Guy falan gibi çok güzel hesaplar var. Onları bırakmak da istemem. Çok faydalı şeyler de var.
Ama Twitter'ın algoritmasının bir. İkincisi de kültürün getirdiği bir nokta var. Abi, Twitter'a girip mutsuz olmak imkansız ya. Giriyorsun, açıyorum, sinirleniyorum. Ya inanılmaz bir şey. Ve algoritması da öyle iyi ki, en tepede açtığım anda, en tepede ilk gördüğüm şey beni çok sinirlendiren bir şey olabiliyor. Bunu 1000 yıl uğraşsan yapamazsın. Resmen böyle ilikle damıtılmış gibi, seni en sinir edecek içeriği koyuyor yukarı. Evet, çok acayip değil mi ya? Çok acayip biliyor musun?
Bunun gerçekten deneyini yapsınlar bak. Taksınlar EKG cihazı, basınç falan. Böyle duruyorum mesela, iyiyim ya da Instagram'a giriyorum, gene iyiyim. Twitter'a giriyorum, bütün değerler şey yapıyor falan. Acayip ya. O yüzden Ekrem Başkan’ın mesela bak şu kötü oldu değil mi son zamanlarda? Ekrem Başkan’a içeriden bir şey geliyor. "D tane A4 gibi uzun uzun, Ekrem İmamoğlu bu mu ya?" Yanlış. Evet, çok yanlış. İşte böyle, "Hacı, gel ben seninle bir oturayım, çay ısmarlayayım, sana ellerini düşürmüş öpeyim" diyen adam.
Evet, çok acayip değil mi? Çok acayip, biliyor musun? Bunun gerçekten deneyini yapsınlar bak! Baksınlar. EKG cihazı işte; basınç, bir şey falan. Böyle duruyorum mesela, iyiyim ya da Instagram'a giriyorum, gene iyiyim. Twitter'a giriyorum, bütün değerler şey yapıyor falan. Acayip ya.
O yüzden, Ekrem Başkan'ın da mesela bak şu kötü oldu, değil mi? Son zamanlarda? Ekrem Başkan'ın içeriden bir şey geliyor. Dört tane A4 gibi uzun uzun "Ekrem İmamoğlu bu mu?" ya? Yanlış. Evet, çok yanlış. İşte böyle, "Hacı gel, ben seninle bir oturayım, çay ısmarlayayım sana. Ellerini düşürmüş, öpeyim" diyen adam bana Ahmet Davutoğlu gibi uzun metin yazdırıyorlar. Sürekli böyle, bir de yazı zaten ya; birine kızmanın en iyi yolu yazı değil. Yazıda böyle bir garip duruyor ya. Hani, şey gibi oluyor. Kemal Kılıçdaroğlu'nun sinirlenmesi vardı ya; hiç kimse inanmıyor onun sinirlenmesine falan. "Sizin dişlerinizi sökeceğim" diyor. Herkes, "Sökmeyecek aslında," diyor, değil mi? Çünkü inandırıcı değil ya.
Hani bazı insanlar vardır, bak, zaten sokak raconundan falan da bilirler. "Reacher" diye bir dizi var ya, böyle çok iri bir adam falan. Onun böyle bir tane sahnesi vardır. Karısına sanırım kötü davranan bir adam var. Adama 3 metreden, sadece 5 saniye boyunca dik bakıyor. Hiçbir şey demiyor. Adam, "Özür dilerim abi," diyor falan. Karısından özür diliyor falan. Yani biraz bu budur. Sessiz, böyle bir Amerikalıların şeyi vardır ya, "Talk softly and carry a big stick." Yumuşak konuş ama büyük bir sopa taşı. Hani eski Teddy Roosevelt'in lafı bu. Biraz böyledir. Çok yüksek bağıranlardan korkmana gerek yok yani. Zaten sokak kavgasında da genelde seni dövecek olan adam konuşmaz bile, açıkçası.
Doğru, vallahi gece yapıştırır! Aynen öyle. E şimdi de buradaki durumda da Ekrem Başkan öyle birisi değil zaten. Adam enerjisiyle, şöyle bir müstesna sırıtışla, onların da bilmem ne yapıyormuşlar. Gün böyle zorlarına gider ve o lafı çıkaramazlar. Öyle bir adam. Yazıda bunu vermek zor. O yüzden, bu Twitter'dan uzaklaşıp TikTok vesaire gibi yerlerde imgeyle, sesle bir şeyler yapılması ya da böyle onun bir fotoğrafı, bir slogan falan daha etkili bence olacaktır diye düşünüyorum.
Bu Twitter bataklığı çünkü çok muhalif yaktı. Hani Cumhurbaşkanı diyor ya, "Daha kaçır telf olacak?" Yani orasını geçiyorum da, Twitter yüzünden telef olan, öyle de demeyelim, telefondan helak olan çok muhalif oldu ya, gerçekten. Twitter'a inanırsan bittin! Twitter'daki şey gerçek değil. Twitter'da konuşulanlar doğru ya da yanlışını geçiyorum. Önemli değil ya da relevant değil. Halk için, toplum için, ortalama insan için o konuları...
Bu Twitter bataklığı, çünkü çok muhalif yaktı. Hani Cumhurbaşkanı diyor ya, "daha kaçır telf olacak"? Yani, orasını geçiyorum da Twitter yüzünden telef olan, öyle de demeyelim, telefondan helak olan çok muhalif oldu ya, gerçekten. Twitter'a inanırsan bittin. Twitter'daki şey gerçek değil. Twitter'da konuşulanların doğruluğunu ya da yanlışlığını geçiyorum. Önemli değil ya da relevant değil. Halk için, toplum için, ortalama insan için o konuların bir önemi yok.
Evet. Önemli isimlere gidip oradan böyle bir şey edinmek için bence de faydalı ama gerçekliği Twitter'da ararsan orada değil. Gerçeklik TikTok'ta, halk, hukuk, adalet diye. Tamam mı? Mizansenli dans eden mesela genç kızlar ya da öbür tarafta Facebook'ta birbiriyle Yeni Çapa'dan gelen, işte ne bileyim, Ekrem'le bilmem neleri çalmış olan bir adam. Gerçeklik, bunun böyle bir karışımı Twitter değil. Doğru.
Onun için bu ay ben de onun üstüne Nefes'te bir yazı yazmıştım. Eee, 10. Anadolu Medyası Ödülleri verildi ya. Yeni Akit'i, yeni ak… Bunu özellikle koydum. Akit koymaya için el vermedi. Bari yeni bir şey yapabilin. Ay, yeni Akit çok. Kadın düşmanı. Hadi, homofobikliği geçtim. Hadi, kadın düşmanı. Her şey düşmanı. İnsan düşmanı adamlar ya. İnsan düşmanı adamlar. Ve buna böyle külliyede ödüller falan, ne gerek var abi ya? Yani tamam, şunu anladık. Tamam, siz okey. Yani kendi mahallemizi koruyacağız. Bizim çocuklar falan, abi tamam da, yeni Akit'e vermek zorunda değilsiniz kardeşim.
Ne bileyim, sizin mahallede de normal habercilik yapan insanlar, bari doğru haber yapan, tamam mı? Kendisine göre, yani işte double check eden bir şey, kendisine göre bir görüşü olsa da ona göre bir şey yazan falan. Abi, onlara yeni Şafa ödül verilir mi ya? Şaka gibi ya. Ya saçma yani, gerçekten. Gerek yok bu. Nedir bu? Hani sen diyorsun ya, "Twitter'ı açınca sinir oluyorum" diye. Ha ha ha, oğlum öyle bir şey yapalım ki yine bu muhalifler sinir kudursun yani. Kudursun, bu herhalde, yine Akit kendisi de bir karikatüre dönüşmekte.
Nefes'teki yazımda bunların yaptığı dezenformasyon haberleri ve haklarında açılan davaları falan sıraladım. Bir parçası yani. Her yaptıkları haber yalan, ya. Acayip bir yer yani. Bu çok büyük bir sıkıntı.
Şimdi bunu koymamın sebebi şu: Yeni Çapa'nın iki gün önceki bir sayfası, bakın yukarıda "Susanlar kat, Filistin" değil mi? Aşağıda "Hindistan Pakistan", 10 altında "Gazne" şeysi, sağda. Ya, bu gazete Türkiye'de çıkmıyor mu? Bu kadar dış, ha…
Her yaptıkları haber yalan ya. Acayip bir yer, yani bu çok büyük bir sıkıntı. Şimdi bunu koymamın sebebi şu: Yeni Şafak'ın iki gün önceki bir sayfasına bakın. Yukarıda "Susanlar kat Filistin" değil mi? Aşağıda Hindistan-Pakistan, altında Gazne, sağda. Bu gazete Türkiye'de çıkmıyor mu? Bu kadar dış haberlerle ilgili değil herhalde, değil mi? Yani normalde siyasal İslamcılar niye işte gene zalim olarak bir şeyler yapıyor? Hani, "Bu cümle tutmadı" deniyordu arkadaşlar; kavram bu işte, akademik yerlerde söylersiniz, sonuçta bir şey anlatıyor, değil mi?
Yani, neden bahsedecek? Biz bugün de şunu tutukladık, bugün de şuna şöyle eziyet ettik diyemeyeceği için de burada, "Müslümanlara şöyle bir eziyet edildi" haberleri yapılıyor. Ama doğru ama yanlış. Ekseriyette doğru oluyor zaten de, abi, dünyadaki bütün Müslümanların çektiği eziyetleri ben sana artı olarak yazamam ya. İnsanlar çekiyor, sen burada prim mi yapacaksın?
Yani Hindistan ve Pakistan'da bile taraf tutmaları inanılmaz oldu. Gözünü seveyim, bir o kadar bildiğinizi sanmıyorum. İkincisi çok karışık ve öyle içinden çıkılmayacak mevzuda zaten. Yani Keşmir'e turistler gitmiş, o turistler öldürülmüş de işte, o turistlerin, bla bla, falan. Bu son olay böyle. Neyse, Türkiye tarihi olarak tabii ki Pakistan’ı destekler her zaman, falan da. Dediğin gibi, yani, tamam, bunu da haber olarak görüyorsun, dediğin gibi, Türkiye’de hiç mi bir şey olmuyor ya? Hiçbir şey olmasa Mehmet Şimşek kavgası var ya.
Hiçbir şey olmasa, yani, millet illallah, "Faiz yükseltti de anamızı aldı, üretemiyoruz" falan. Hadi muhalefeti görmek istemedik kardeşim. Yani inanılmaz. Aynen öyle. Bir de bu Akit tarafında da şunu söyleyeceğim. Sarayın, yani hem en tepe ama genel olarak kadro, falan, zihin ve ruh dünyasıyla, mesela şu fotoğrafa şimdi bakıyoruz, değil mi? O ödül töreni bu. Zihin ve ruh dünyasıyla.
Ha bu arada, bu fotoğrafta dört kadın var. Bakalım bulabilecek misiniz? Arkada başak var bizim. En arkada ben bunu önce bu fotoğrafta üç kadın var, "Bulabilecek misiniz?" diye paylaştım. Sonra biri "Hocam, 4" dedi. Dördüncüyü ben de yarım saat aradım, buldum ama var. Eee, kalp ve ruh dünyaları toplumla çok açıldı ya. Ortalama bir insan sokakta muhalif zaten de, onu da geçiyorum ama AKP ve Erdoğan destekçisi de olabilir biri. Ne düşünün? Ekonomi değil mi?
Bir de bu Akit tarafında da şunu söyleyeceğim. Sarayın, yani hem en tepe ama genel olarak kadro falan zihin ve ruh dünyasıyla mesela şu fotoğrafa şimdi bakıyoruz değil mi? O ödül töreni bu. Zihin ve ruh dünyasıyla. Ha bu arada bu fotoğrafta dört kadın var. Bakalım bulabilecek misiniz? Arkada başak var bizim. En arkada, ben bunu önce bu fotoğrafta "üç kadın var, bulabilecek misiniz?" diye paylaştım. Sonra biri "hocam, dört" dedi. Dördüncüyü ben de yarım saat aradım, buldum ama var. Eee, kalp ve ruh dünyaları toplumla çok açıldı ya.
Ortalama bir insan sokakta muhalif zaten, onu da geçiyorum ama AKP ve Erdoğan destekçisi de olabilir birisi. Ne düşünün? Ekonomi değil mi? Biraz da huzur muzur falan. Yani, sürekli Sayın Cumhurbaşkanının aklındaki gibi böyle insanlar komplem. Ne yani, iktidara yakın kanallara bakıyorum. Konuşulan şeyler, dert ettikleri şeyler falan. Ama bu hangi dünya, ben anlamıyorum ya. Gerçekten ayrı bir dünyada yaşıyorsunuz şu an. Doğrusunu yanlışını geçiyorum. Gündeminiz farklı. Gündeminiz ne? İşte, Suriye'nin Dışişleri Bakanını biz atadık. Pakistan'da bilmem ne yapacağız. Somali'de de askerlerini.
Ne güzel, uçan kaçan şeylerle uğraşıyorsunuz ya. Tamam, uçan kaçanlarla siz uğraşın abi ama şurada da mesela simit fiyatı, okullar kaç para olmuş, ne bileyim, trafikte insanlar katlediliyor, sokakta çocuklar öldürülüyor. Öbür tarafta işte, kadınlar katledilmiş falan. Bu yok mu mesela hiç gündeminizde? Hani şeyi geçiyorum, muhalefetin adayı içeri kıldılar falanı geçiyorum da en azından vadettiğiniz bazı şeyleri hiç yapmayacak mısınız? Sürekli uçan kaçan yani.
Evet ya, ne bileyim, haspel kadar bir uydu muydu gitse bir yerlere, şimdi u 8.000 sene anlatırlar yani. Lütfen, ya bu eee şey şovenist militaristimsi böyle şovlarla Sovyetler bunun alasını yapıyordu ki onların gerçekten bir gücü vardı ama halka pek bir şey kalmadı mesela. O rejimi içten içe sürdü. E şimdi sizin burada yaptığınız daha da komik. Sen Sovyetler de değilsin çünkü. Allah için güçlü bir ordu evet, bölgesinde önemi, bunların hepsi böyledir ama sadece sabah akşam bunu anlatarak da olmaz ya gerçekten.
Ben, evet, ideolojik bir merkez. Akşam yatağına yatarken Sayın Cumhurbaşkanının dert ettiği şeylerle ortalama Ayşe teyze, Mehmet amca yatağa yatarken aklındaki dertlerin hiç alakası yok. Ve bu uzaklık, bu mesafe büyük bir sorun. Ama mesela Özgür Özel yatağa yatarken aklındaki sorunlarla ortalama bir CHP tabanındaki insanın aklındaki sorunlar çok benziyor. Bu da bu iki kesimin en büyük farkı şu anda.
Abi, çok güzel söyledin. Artık bu yeni popaya bir gelelim. Gelelim. Benim aşırı sıkı, aman nasıl sıkıldım? Ben, bizim mesleğe dış haberde başladığım için, o zaman ben eee şeydeyken bir şey…
Evet, ideolojik bir merkez. Akşam yatağına yatarken Sayın Cumhurbaşkanı'nın dert ettiği şeylerle, ortalama Ayşe teyze ve Mehmet amca yatağa yatarken aklındaki dertlerin hiç alakası yok ve bu uzaklık, bu mesafe büyük bir sorun. Ama mesela, Özgür Özel yatarken aklındaki sorunlarla, ortalama bir CHP tabanındaki insanın aklındaki sorunlar çok benziyor. Bu da, bu iki kesimin en büyük farkı şu anda.
Abi, çok güzel söyledin. Artık bu yeni papa'ya bir gelelim. Gelelim. Ben aşırı sıkıldım. Ben, bizim mesleğe dış haberde başladığım için o zaman, ben şeydeyken, papa öldüydü. Polonyalı papa vefat etti. Jean Paul öldüydü. Sonra o zaman da vay anam, günler sürdüydü. Ben o Rock'ın önünde oturuyordum, Allah beyaz mı çıktı, duman siyah mı çıktı, Ratzinger seçildi falan. Ben orada bunlara doydum ya.
Zaten şu dünyada, sene 2025, bu ne ya? Papa o mu, papa bu mu, bize ne ya? Gerçekten abiciğim, sonuçta Avrupa'da Hristiyan kalmamış. Gittiğin zaman, baktığın zaman soruyorsun, Kuzey Avrupa zaten %70 falan. Yani, ne bileyim ben, ben bir dine bağlı değilim falan diyordum. Abi, ya İtalya'da bile düşmüş. Hani, kültürel bir şeye dönmüş falan.
Neyse, ama böyle bana neyi hatırlattı biliyor musun? Pop! Sosyal medyada falan ya da böyle yabancı basındaki yorumlara falan bakıyorum. Abi, Eurovision gibi ya. Eurovision hatırlattı. Eurovision'da kim, kaç puan aldı? Heyo fans kim? Bak, çok güzel benzetmiş. Oley falan. O mu oldu? Neyse, bu Amerikalı adamcağız olmuş. E hayırlı uğurlu olsun.
14 Leo, senin hoşuna gidecek bir görüntü göstereyim. 13. Leo, 1870'lerde hayatı ilk görüntüsü çekilen insanlardan biriymiş. Abiciğim, görüntüsü, görüntü videosu var. Bak, videosunu göster. Böyle videodan kutsama olayına girmiş kendisi. İşçi haklarını falan savunan, yani onu böyle hani Katolik Kilisesi işçi haklarını da kurumsal olarak savunsun falan diyen birisi olması itibarıyla önemli.
Diyorlar ki, bu Leo da acaba ona referansla mı seçti adını diye. Çünkü kendisi Chicagolu. Son bir şey söyleyip sana atacağım pası, biri Twitter'da yazmış. Çok güldüm ya. Chicago'daki tek beyaz adamı bulmuşlar ve onu papa yapmışlar. Arkadaş falan yap, çok Barack Obama'da Chicagolu ve çok solcu bir şehir. Çok renkli bir şehir falan. Beyazların azınlıkta olduğu bir şehir ya. Ona binaen esprili geldi yani. Doğru demişler.
E bu konuyla ilgili isim, bu arada şey, önde yani öne çıkan dört isim dediklerimden, hiçbirisi olmayıp, plasa gösterdiğimde olmayı bu oldu. Yani işte zor açıkçası. Orada şunu söyleyeyim, genele dair bazı bilgiler olmuş olsun. Hani papa seçiminde..."
Son bir şey söyleyip sana atacağım pası; biri Twitter'da yazmış, çok güldüm ya. Chicago'daki tek beyaz adamı bulmuşlar ve onu papa yapmışlar. Arkadaş, çok doğru! Barack Obama da Chicagolu ve çok solcu bir şehir. Çok renkli bir şehir falan; beyazların azınlıkta olduğu bir şehir ya. Ona binaen esprili geldi yani. Doğru demişler.
Bununla ilgili, isim konusunda, öne çıkan dört isim dediklerimden hiçbirisi olmayıp, plasa gösterdiğimde hâlâ bu oldu. Yani işte zor, açıkçası. Orada şunu söyleyeyim, genele dair bazı bilgiler olmuş olsun. Hani papa seçiminde böyle bir trik gibi. Çok uzun süre görev yapan bir Papa'dan sonra genellikle seçim zor oluyor. Neden? Çünkü işte Jean Paul, Jean Paul 35-40 sene yönetti ve çok ciddi bir yön verdi kiliseye. Şimdi bundan sonra gelecek isim, ya onu dengeleyecek kadar uzun süre olacak biri olması lazım ya da genelde tercih ettikleri bir ara geçiş. O yüzden de biraz yaşlı seçiyorlar; dönemi kısa sürsün, vefat eder ve onu yumuşak geçiririz diye.
İşte Ratzinger, yani Benediktus, Alman Papa oydu. Ondan sonra gelen Francis, bunun zaten kendisiyle gördü; ben hani geçiş dönemi vesaire, bundan sonra biraz daha, o filmde güzel anlatıyor aslında, "Two Popes" hani, biraz daha dünyanın gidişatına uygun birisi olması lazım diye Francisco'yu göstermişti. O seçilmişti.
Şimdi burada şu konuşuluyordu; iki tane orta ya da kısa süreli dönemden sonra nasıl birisi seçilecek? Hiç anlaşamazlarsa yaşlı birini seçiyorlar ki, "Bir sonraki de hallederiz," diyorlar. "Bundan 35 sene sonra ölür," diye. Ay, ne fena gibi yani.
Hatta şu var, onu da isim kısmında anlatırım. Bu Papa için öne çıkan isimler biraz fazla öne çıkmıştı. Mesela Filipin aday falan. Orada da hep şey denir; yani, "Conclave," yani seçiciler, işte meclisine papa olarak girer, kardinal olarak çıkar. Yani, istiyormuş gibi ama hiç istemiyormuş gibi girmen lazım oraya. O yüzden böyle bir şey oldu.
Şimdi bunun için şunu söyleyebilirim; isim seçimi. Neye göre isim seçiyorlar? Normalde papalar, işte Petrus'tan itibaren kendi isimlerini kullanıyorlar. Tabii ki bunların ilki 533 senesinde, Papa kendi ismini kullanmıyor. Neden? Çünkü kendi ismi de biliyor musunuz? Merkürius. Yani, Merkür'den geliyor; Roma'nın pagan tanrılarından birisi. 533 senesine geldiğimizde, artık Hristiyanlık resmi din ama kültürel olarak hâlâ paganlığın etkileri var.
Çocukken doğduğunda ona Merkürius koymuşlar. E şimdi Papa da kalkıp, "Ulan, ben papayım pagan tanrısının adıyla olmaz!" Kendisi eski papalardan birinin ismini alıyor. Ondan önce de ikinciler, üçüncüler var ama şöyle adamın adı gene Latin...
İsim seçimi ile ilgili şunu söyleyebilirim: Neye göre isim seçiyorlar? Normalde papalar Petrus'tan itibaren kendi isimlerini kullanıyorlar. Fakat bunların ilk kez 533 yılında Papa kendi ismini kullanmıyor. Neden? Çünkü kendi ismi Merkürius, yani Merkür'ten geliyor; Roma'nın pagan tanrılarından birisi. 533 yılına geldiğimizde artık Hristiyanlık resmi din ancak kültürel olarak hâlâ paganlığın etkileri var. Çocukken doğduğunda ona Merkürius koymuşlar. Şimdi Papa da kalkıp, "Ulan ben papayım, pagan tanrısının adıyla olmaz" diyor. Kendisi eski papalardan birinin ismini alıyor. Ondan önce de ikinci ve üçüncü papalar var ama adamın adı yine Latince, aynı isim denk gelmiş. "İki" olmuş ama kendinden öncekine göre isim değiştirmiyor. İlk değiştiren 533'tü. 1000'e kadar böyle gidiyor. Sonra sanırım 1000 yılları civarından sonra hiç kimse kendi adını artık almıyor. Geleneğe bir atıf olarak hep ilk papaların isimlerini alıyorlar. Teamülen, hangi papanın ismini aldıysan iki yere bakacaksın: Bir Leo 14, yani 13'e, bir de ilk Leo'ya bakacaksın; ikisine dair bir gönderme olacak.
Mesela şunu söyleyeyim: Bu çok enteresan. Papa John Paul II, yani İkinci John Paul. Bunun birincisi kim? Hiç bilinmez. Hemen kendinden önce seçilmiştir ama bir ay bile sürmedi, vefat etti. Adam çok zor seçildi. Dya Savaşı'ndan sonraki dönemde gelen Papa çok zor seçiliyor. Seçiyorlar, 30 gün sonra vefat edince tekrar dönüyorlar. 130 tane adam, bütün heyetler dünyanın her yerinden. Şöyle bir moda girmişler. Bunu da bu arada bir Katolik rahibinin yaptığı bir espri olarak veriyorum. O yüzden ondan alıyorum; yoksa saksız ol ama şey diyor: "Abi bu kadar uğraştık, bir daha çekilmez almışken uzun ömürlü olsun, genç birini seçin diye." 50 yaşında olanı seçiyorlar; orada çok uzun yaşıyor falan.
John Paul’un ilginç bir yanı da şudur: Yeni bir isim yaratıyor. Kendinden önceki papanın adı Paul, ondan öncekinin adı John. İkisini birleştiriyor; John Paul I oluyor. İlk kez o. Öbürü de 30 günlük yerine geldiği için hemen John Paul II olmuş oluyor. Şimdi bizim yeni Papa da Francesco’ydu ya, o da Fransız Katolikliğinin kurucusu S. Francis’e bir atıf yapıyor, yani "fakir fukara dostuyum" diye. İlk kez Francis I olmuştu. Leo da, Leo XIII dediğin gibi, fakir fukara dostu. Leo I de, doktrine sadık, yani öyle çok fazla teolojide değişiklik istemeyen birisi olarak biliniyor. O yüzden böyle bir şey bekleyebiliriz.
Burada "magacı" falan dediler. Magacı papa falan pek olacak bir şey değil açıkçası. Hatta 2024'te hep tweet atmış adam. Hep JD Vens ile kavga etmiş. Çünkü tabii ki Katolicizmin ana değerlerinden bir tanesi, yani göçmen yanlısı bir tutum. Hani bizdeki Ensar ve Muhacir ilişkisi gibi...
Şimdi bizimkisi de Francesco'ydu ya. O da Fransız Katolikliğinin kurucusu Saint Francis'e bir atıf; yani "fakir fukara dostuyum" diye ilk kez Francis the First olmuştu. Leo da Leo XIII dediğin gibi, fakir fukara dostu. Leo I de doktrine sadık; yani öyle çok fazla teolojide değişiklik istemeyen birisiymiş. O yüzden böyle bir şey bekleyebiliriz.
Burada "macağı" falan dediler. Macacı papa falan pek olacak bir şey değil açıkçası. Hatta 2024'te hep tweet atmış adam. Hep JD Vens'le kavga etmiş. Çünkü tabii ki Katolicizmin ana değerlerinden bir tanesi göçmen yanlısı. Hani bizdeki Ensar, Muhacir gibi; Katolik inancında da göçmen ayaklarını mayaklarını yıkıyorlar falan. Öyle olayları var. Sen daha iyi bilirsin teolojik olarak.
Aynen öyle. Yani göçmen yanlısı bir yan var. Dur, sen dedin ya bu Francis, Fransiskan tarikatı şeyin yanında 2008 krizi olmuştu. Hatırlıyor musun? Aslında tam o zamanlar. Şimdi de yine dünya bir resesyonda neredeyse, aslında.
Hı hı. Çok şey düşünmek gerekirse, çünkü insanlar parasız kaldığında, işte yapay zekanın hayatımıza girmesiyle insanların geliri azalacak. Böyle bunalımlı zamanlarda mecburen tabii ki fakirin fukaranın yanında olacaksın. Yani şey dönemlerinde değiliz 90'lar gibi uçuyor kaçıyoruz dönemleri değil. Evet.
Marksist zaviyeden genellikle dinler, organize dinler hep burjuva sınıfıyla ilişkili olmuştur. Belirli dönemlerde böyle olmuştur ama hep böyle olmak zorunda değil. Hristiyanlığın çıkışı doğrudan ezilen sınıflarla çıkıyor zaten. İkincisi, İslam da ona bakarsan, gene kendi coğrafyasında ezilen insanlardan çıkıyor.
Pakistan denen şeyin mesela kurulup, o kadar Pakistan diyorlar; biliyorlar mı acaba? Pakistan dediğimiz, yani Hindistan'daki Müslümanlar niye var? Niye bu kadar çok Müslüman var? Çünkü adamların kast sisteminin içerisinde "untouchables" denen, dokunulamayacak insanların gölgesine dokunursan abdest alman gereken şekilde görünen dışlanmış insanlar var. Çünkü onlar daha reenkarnasyonun çok gerisindeler.
Bu insanlara ilk kez Müslüman Fatihler geldiğinde "Bizim dinimizde sen de halifeyle en önde oturabilirsin" dediklerinde milyonlarca insan bir anda Müslüman olur. Hikâye bu. Yani biraz çıktığı yere de bakmak lazım. Katoliklikte de bu var. Sonrasında başka şeyler olmuştur ama, Dünya Savaşı'nda mesela suçlanırdı. Ama adamlar Hitler’e açıktan destek vermiyorlar hiçbir zaman; karşısına da direkt alamıyorlar ya.
Totaliter, tekçi, çok güçlü sağ iktidarlardan aslında kilise biraz çekiniyor. Neden? Yani şu açıdan araçsallaştırabiliriz. LGBT vesaire meselelerinde.
Yani biraz çıktığı yere de bakmak lazım. Katolikizmde de bu var. Sonrasında başka şeyler olmuştur ama Dünya Savaşı'nda mesela suçlanırdı. Ama adamlar, Hitler'e açıktan destek vermiyorlar hiçbir zaman. Hani karşısına da direkt alamıyorlar ya. Totaliter, tekçi, çok güçlü sağ iktidarlardan aslında kilise biraz da çekiniyor. Neden? Yani şu açıdan, araçsallaştırabiliriz. LGBT vesaire meselelerinde, mesela hani kilisenin çok uzağına düşmez toplum; bunlar sayesinde diyorlar.
Ama bir yandan şunun da farkındalar, özellikle Hitler tecrübesi. Yani tarihi çok okumak siyaset için çok iyi olmayabilir çünkü artık o eskide kaldı falan ama kilise biraz tarihiyle yaşayan ve tarihini bilen bir kurum. Ve adamlar, Hitler'in bunlara yaptıklarının da farkında. Katolik kilisesi o kadar tepesine çıktılar ki, hani Mussolini, Hitler falan, öyle şeyleri çok seveceklerini zannetmiyorum. Trumpçı olmaları zor Katolik Kilisesi'nin. Kesinle konuşmayayım ama yani tarihsel çizgisine çok uygun değil. O yüzden süper bir ikilik olacağını zannetmiyorum ama orada bir "abi vergiyi indirdin kaldırdın" demek bana ne der geçer, o taraflarına bakmaz zaten.
Yani isim teolojik tarafı, hani göreceğiz. Biraz da şu var; çünkü eğer seni seçene kadar adam bir şey, ama seçtikten sonra bir kere kendi zihninde şöyle bir şey oluyor: Bir kırılma oluyor. "Ben artık bu eski adam değilim. Ben papayım, abi. Doğrudan Tanrı'dan bana, ben yani kutsal ruh geldi ve beni seçti. İsmim değişti," vesaire. O yüzden, kendisinin buraya kadar olan yaptıkları bir şey gösterir ama bundan sonra ne olacağını da kendisi hep beraber yazacaktır.
Bu isim meselesi de o bakımdan enteresan. Yani yeni dönem, yeni şey. Bence bir de şeye de bakmak lazım; teknolojiyi nasıl kullanacak? İletişim araçlarını nasıl kullanacak? Bak, ilk görüntüsü olan insanlardan birisi Papa. İlk fotoğrafı olan insanlardan birisi Papa. İlk kez işte radyo yayınının kullanılmasıyla beraber kitlere ulaşan Vatikan mesela. İşte Instagram'da mesela Papa'nın ne kadar çok takipçisi var falan. Hani bu sosyal medyasından tut da, biraz önce ekran başkanı için dedik ya, "mesela halkla bütünleşmek istiyorsan bu araçları kullanacaksın." İletişim araçları, kitlesel hareketler, kitle olmak isteyenler için en önemli araçlar.
Buradan da böyle bağlayabiliriz. Bakın, sen bir yasağı getiriyorsun. Ben bu şeyi sevmem. Suyun akaryolunu, yani yasaklar etkili olur bir yandan. Ama bu son Twitter yasağı...
Bence bir de şeye de bakmak lazım: Teknolojiyi nasıl kullanacak? İletişim araçlarını nasıl kullanacak? Bak, ilk görüntüsü olan insanlardan birisi Papa. İlk fotoğrafı olan insanlardan biri de Papa. İlk kez radyo yayının kullanılmasıyla beraber kitlere ulaşan Vatikan mesela. İşte, Instagram’da Papa'nın ne kadar çok takipçisi var falan. Hani bu sosyal medyasından tut da, biraz önce ekran başkanı için dedik ya, mesela halkla bütünleşmek istiyorsan bu araçları kullanacaksın. İletişim araçları, kitlesel hareketler için en önemli araçlar. Buradan da böyle bağlayabiliriz.
Bakın, sen bir yasağı getiriyorsun. Ben bu şeyi sevmem, su akaryolunu buru yani yasaklar etkili olur bir yandan. Ama bu son Twitter yasağı, şu açıdan bir garip oldu. Zaten açıkçası bence çok da faydası olan bir yer değildi. Ha, böyle bir yasak gelince ne olmuş oldu? Biraz gözden ırak, işte kalpten de ırak olur. Şeyiyle, benim de sakıncalı bulduğum Ekrem İmamoğlu'nun imgesi biraz toplumsal kamusal alandan uzaklaşmıştı. Bir anda her yanımız Ekrem İmamoğlu oldu. İnsanlar, işte sahte hesap şikayeti yapılmasın diye çeşit çeşit farklı Ekrem İmamoğluları oldular. Benim de şu an Twitter'a girdim, baktım kimin kim olduğunu anlayamıyorum. Herkes bir Ekrem İmamoğlu. Bir sürü böyle değişik değişik Ekrem İmamoğluları var. Nereye gidecek, hep birlikte göreceğiz. Göreceğiz.
Hocam, vallahi ağzına sağlık ya. Teşekkür ederim. Ben teşekkür ediyorum. İçinde yaşadığımız sıkıntılı meseleleri teorik bir çerçeveye oturtarak en azından bir perspektiften anlamamızı sağladım. Çok teşekkür ediyorum. Ağzına sağlık. Çünkü safta içi böyle hep, günlük gelişmeler, anlık gelişmeler, havada huda da 10 dedi, 10 dedi, 10 oldu, o ne oldu falan diyorsun. Böyle içte kayboluyorsun ya. Hı hı. Burada böyle bir adım geri çekilip, büyük resimden bakınca her şey daha bir böyle, tepenin üstünden bakıyormuş gibi oluyor. Sağ olasın. İnşallah öyle oluyordur.
Küçük tavsiyemi vereyim: Two Pop filmini izlerseniz, arkadaşlar, Two Pops tam bu dönemlere dair bir fikir verir. Bir de yeni Papa'nın kardeşiyle mülakat yapmışlar. Onu izledim, çok güzel. Allah'ım, inan kardeşi dindar bir tip mi? Kardeşi dindar mı? Yok, normal birisi, öyle bir dindarlığın bir şeyini görmedi. Ama ne yaptınız? Ne konuştunuz diyor. Şey dedi, önce bir şey konuşmadık, Wordle oynadık dedi. Hep Wordle oynarlarmış. H Papa Wordle oynuyor falan filan. Bu, New York Times'ın aldığı o kelime oyunu. İkincisi de şey demiş, abisine, Conclave'i izledin miydi? Bak, gidip orada yanlış yapmayasın ha demiş. O da, izlemedim, lan izleyeyim demiş. Çok iyiymiş. Orada bir danışman manışman oluyordur herhalde buna ya. Ya vardır herhalde de, yani şey, annen der ya, aman oğlum bak oraya gidince el...
Küçük tavsiyemi vereyim. "Two Pop" filmini izlerseniz, arkadaşlar, "Two Pop" tam bu dönemlere dair bir fikir verir. Bir de, Yeni Papa'nın kardeşiyle mülakat yapmışlar. Onu izledim ya, çok güzel. Allah'ım, inan kardeşi dindar bir tip mi? Kardeşi dindar mı? Yok, normal birisi; öyle bir dindarlığın bir şeyini görmedim ama ne yaptınız, ne konuştunuz diyor.
Şey dedi, önce bir şey konuşmadık. "Wordle" oynadık dedi. Hep "Wordle" oynarlarmış. "H papa Wordle oynuyor" falan filan. Bu, New York Times'ın aldığı o kelime oyunu. İkincisi de şey demiş abisine: "Conclave'i izledin mi? Bak, gidip orada yanlış yapmayasın ha," demiş. O da, "İzlemedim, lan izleyeyim," demiş.
Çok iyiymiş. Orada bir danışman, manışman oluyordur herhalde buna ya. Ya vardır herhalde de, yani şey; annen der ya, "Aman oğlum, bak oraya gidince elin ayağını nereye koyacaksın?" Ben bu "Conclave"yi bir izle de, yanlış bir şey yapma. Amerikalı olunca bunu bilmez falan diye mi düşündüler, bilmiyorum ama enteresan.
Hakikaten ilginç bir papalık süreci bizi bekliyor. Takibindeyiz, papa sendeyiz, bak. Takibindeyiz, takibindeyiz. Ona göre teşekkür ettik. Sponsorumuz kripto para platformu BLO'ya da teşekkür ettik. İyi pazarlar diledik.
İyi pazarlar. Anneler Günü kutlu olsun. Evet, Anneler Günü kutlu olsun. Bitlo kripto para platformu sundu. [Müzik]