Hoş bulduk. Merhaba Melis Hanım. Nasılsınız?
Sağ olun hocam, iyiyim, teşekkür ederim.
Ayşe Hoca ile beraber, ilk önce Almanya'daki en son konuştuğumuzdan itibaren geniş bir değerlendirme yapacağız. Son gelişmeleri de elbette konuşacağız. Daha sonrasında da dış politika analisti Aydın Sezar Hoca ile beraber Ukrayna’yı ele alacağız. İzleyicilerimizden de, hazır yayının başındayken, yayını beğenip paylaşmalarını rica edeyim. Hatta hemen başlayalım hocam.
Şimdi, en son biz Şubat ayında zaten konuşmuştuk. Erken seçimde Hristiyan Demokratlar birinci parti olmuştu. Şansölyi adayı Frederik Merz'di. Ama tabii ki bir koalisyon ihtiyacı vardı. Biz de tabii sizinle ihtimalleri değerlendiriyorduk, hangisi olur diye. Ancak büyük koalisyon, ya da Almanca "Groka" adı verilen, Hristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratların koalisyonu oldu.
Dün çok ilginç bir şey oldu. Biz de Ayşe Hoca ile konuştuk, bir yayın yapalım diye. Şansölye için meclis oylamasında daha önce hiç olmamış bir şey gerçekleşti. Merz oy çoğunluğunu tutturamadı; 316 oy gerekirken, 310 oy aldı. 6 oyluk bir fark ile kaybetti. Hemen aynı gün, yani dünyada tekrar bir oylama daha yapıldı ve bu sefer seçilebildi.
Şimdi hocam burada merak ettiğim neden böyle bir şey oldu? Oylar tabii ki gizli ama Merz'in partisinden bir görüş ayrılığı mı var? Bir de hemen ilk günden böyle bir kayıp, Merz'in şansölyik macerası için bize ne anlatıyor? Sizce nasıl değerlendirirsiniz?
Merhabalar tekrardan herkese ve bütün izleyenlere, dinleyenlere de. Evet, Almanya’da aslında daha önce örneği olmamış, ilk defa böyle bir olay gerçekleşti. Eski senelerde ucu ucuna geçilen durumlarla beraber, birinci turda Şansölye’nin güven oyu alamadığı böyle bir vaka ilk defa vuku bulmuş oldu. Bir nevi siyasi bir deprem denebilir.
Gerçi hemen aynı gün içerisinde hızlı bir formülasyonla, hatta Yeşiller ve sol grupların desteğini alarak çok hızlı bir biçimde ikinci bir tur yapılması ve o turda geçilmiş olması sonucunda Friedrich Merz, günün sonunda Almanya'nın 10. Şansölyesi olarak ilan edildi. Belgü Sarayı'na çıktı, kabinesiyle birlikte yeminin ardından mazbatasını aldı ve resmi olarak da görevine başladı.
Yani şu an Birlik Partileri, CDU, CSU ve SPD sosyal demokratlardan oluşan yeni büyük koalisyon, 6 Mayıs 2025 tarihi itibariyle görevine başlamış oldu. Aslında bu bile başlı başına bir başarı. Çünkü biliyorsunuz, trafik ışığı koalisyonu denen bir önceki koalisyon, biraz da tatsız bir şekilde kendi kendisini imha etmişti.
Ve o günden bugüne kadar 6 ay gibi bir zaman zarfında Almanya gibi çok büyük bir ülke, hızla aslında 23 Şubat'taki bu erken seçimleri gerçekleştirdi. Yine rekor denebilecek bir zaman içinde siyasi partiler...
Yani şu an Birlik Partileri CDU, CSU ve SPD, sosyal demokratlardan oluşan yeni büyük koalisyon, 6 Mayıs 2025 tarihi itibariyle görevine başladı. Aslında bu bile başlı başına bir başarı, çünkü biliyorsunuz, "trafik ışığı koalisyonu" denen bir önceki koalisyon, biraz da tatsız bir şekilde kendi kendisini imha etmişti. O günden bugüne kadar altı ay gibi bir zaman zarfında Almanya gibi çok büyük bir ülke hızla aslında 23 Şubat'taki bu erken seçimleri gerçekleştirdi.
Yine rekor denebilecek bir zaman içerisinde siyasi partiler yeni bir koalisyon oluşturmayı ve yeni bir koalisyon sözleşmesi oluşturmayı başardılar. Bunları kendi partilerine kabul ettirdiler. Pazartesi günü de bu koalisyon sözleşmesi resmi olarak törende imzalanmıştı.
Şimdi tabii güven oyunda, ilk oylamada böyle bir beklenmedik gelişmenin olması aslında mevcut koalisyonun, Mert önderliğindeki bu koalisyonun, göründüğünden daha kırılgan olduğunu ve iki parti arasında, yani Birlik Partileri ile Hristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokrat SPD arasında belki de göründüğü kadar bir harmoni olmadığını ele verdi daha ilk günden.
Ben dün mesela burada Brüksel'de APP’ye yakın bazı isimlerle bir aradaydım ve gelişmeleri canlı olarak birlikte takip ettik. Onlar sosyal demokratları suçluyorlardı. Dediğiniz gibi, gizli oylamayla yapılmış bir oylamaydı. Kimlerin oy vermediği ilk turda belli değil. Ama büyük ihtimalle SPD tarafından fire verildiği konusunda bir fikir birliği var gibi. Tabii bu hoş bir durum olmadı. Daha başlar başlamaz, prematüre bir şekilde hem de çok iddialı ve büyük şeyler yapmak istediği iddiasıyla kendini ortaya koyan bir koalisyon için böyle tehlikeli, tatsız, kırılgan bir başlangıç oldu.
Ama yine de günün sonunda, dediğim gibi, altı ay gibi kısa bir sürede Almanya gibi büyük bir ülkenin bütün bu süreci tamamlamış ve dünden itibaren tekrardan güven oyu da almış, zor da olsa bir hükümeti ortaya koymuş olması önemli. Bugün hemen ayağının tozuyla Paris’e gitti. Mesela Fredrich Mert, akşam saatlerinde PRA’ya geçti. Almanya için bu tipik bir şeydir aslında; yeni şansölyenin ilk önce bu en büyük iki komşusuna gitmesi. Çok olumlu mesajlar verdi. 9 Mayıs'ta Avrupa Günü’nde Brüksel’de olacak, hem Avrupa Birliği yetkilileriyle üst yönetimiyle bir araya gelecek hem de...
Ama yine de günün sonunda, dediğim gibi, altı ay gibi kısa bir sürede Almanya gibi büyük bir ülkenin bütün bu süreci tamamlamış ve dünden itibaren tekrardan güven oyu da almış, zor da olsa bir hükümeti ortaya koymuş olması önemli. Bugün, hemen ayağının tozuyla Paris'e gitti. Mesela Fredrich Mert, akşam saatlerinde PRA'ya geçti. Almanya için bu tipik bir şeydir aslında; hani yeni şan söyleyenin ilk önce en büyük iki komşusuna gitmesi. Çok olumlu mesajlar verdi. 9 Mayıs'ta Avrupa Günü'nde Brüksel'de olacak kendisi. Hem Avrupa Birliği yetkilileriyle üst yönetimiyle bir araya gelecek hem de NATO Genel Sekreteri Makrut ile bir araya gelecek. Bunlar tabii önemli gelişmeler. Yani, ayağının tozuyla veya güven oyunu zar zor da alır almaz hemen hızla ve güçlü bir şekilde görevine başladı Fredrich Mert.
Hocam, bir de direkt aslında şeyi Mersin Hükümet kabinesinden de gün önce, sanırım yanılmıyorsam, açıklamıştı. Şimdi göze çarpanlardan tabii ki Boris Pistorius var. Savunma Bakanlığı'na devam ediyor; ki biz sizinle konuşuyorduk. Popüler bir isimdi. Hatta şansölye adayı olmasını isteyenler bile vardı sosyal demokratlardan. Tabii sonrasında olmadı, kendisi: "Benim öyle bir isteğim yok," demişti. Bir de genel gelenek olarak aslında Dışişleri Bakanlığı sanırım koalisyonun küçük ortağına veriliyordu. Ancak bu sefer Hristiyan Demokratlardan Johan Wadeful atandı. Ki Hristiyan Demokratlar, sanırım çok uzun zamandır ilk defa Dışişleri Bakanlığı'nı aldı.
Hocam, siz yeni kabineyi nasıl buldunuz? Onu merak ediyorum. Nasıl bir güç dağılımı var? Hem Almanya için hem de dış ilişkiler açısından nasıl bir kabine sizce? Neler beklemeliyiz ilerleyen zamanlarda?
Evet. Çok önemli isimlerden bahsettik ya. Öncelikli olarak şunu söylemek isterim. Önce biraz Fredrik Mert hakkında birkaç satır bir şey söylemek isterim. Çünkü bence Türkiye'de özellikle Türk izleyici açısından pek çok tanıdık bir isim olmayabilir diye düşünüyorum. Kendisi Fredrich Mert, 1955 doğumlu bir isim. Aslında çok genç değil ve oldukça muhafazakar; Hristiyan Demokrat Parti'nin de muhafazakar kanadından bir isim. Üç çocuğu ve yedi torunu olan bir hukukçu kendisi. Aynı zamanda enteresan bir karakter. 2020'de tekrar aktif siyasete geri dönünceye kadar, özellikle kendi partisinin lideri Merkel arasındaki çekişmelerden, siyasi çekişmelerden ötürü uzunca bir süre hem hukukçuluk hem de özel sektörle alakalı, özellikle finansla alakalı işlerde çalışmış ve bunlardan büyük bir servet elde etmiştir.
Kendisi, Fredrich Mert, 1955 doğumlu bir isim. Aslında çok genç değil ve oldukça muhafazakar; Hristiyan Demokrat Parti'nin de muhafazakar kanadından bir isim. Üç çocuğu ve yedi torunu olan bir hukukçu kendisi. Aynı zamanda ilginç bir karakter. 2020'de tekrar aktif siyasete geri dönünceye kadar, özellikle kendi partisinin lideri Merkel arasındaki çekişmelerden ötürü uzunca bir süre hem hukukçuluk hem de özel sektörle alakalı, özellikle finansla alakalı işlerde çalışan ve bunlardan büyük bir servet elde etmiş bir isimden söz ediyoruz.
Kendisi aynı zamanda Almanya'nın uzun adamı; neredeyse 2 metre boyunda. Böylece size biraz magazin bilgileri de vereyim. Renkli bir kişilik. Kendi oluşturduğu kabine de biraz kendi renkliliğini yansıttığını düşünüyorum. Özellikle eee, Bundeskanzler, yani başbakanlık dairesinde kendisine en yakın noktada çalışacak ve ilk defa Ulusal Güvenlik Konseyi oluşturuyor Almanya. Bu hükümetle onu da yönetecek, mesela dairenin başına Mert'in çok yakını olan Thorsten Fry geldi. O da bence çok enteresan bir isim. Zaman içerisinde eee dikkat çekecek, öne çıkabilecek isimlerden birisi.
Şimdi Birlik Partileri ve sosyal demokratlardan oluşuyor hükümet. Toplamda 17 tane eee bakanlık var. Bunlardan yedisi Hristiyan Demokrat CDU'nun, yedisi sosyal demokrat SPD'nin, bir tanesi de Bavyera'da sadece olan diğer küçük birlik partisi CSU'nun elinde. Almanya'da tipik olarak böyle güçlü bakanlıklar, kabul edilen bakanlıklar tabii ki; dış işleri, iç işleri muhakkak ki, çalışma ve ekonomi bakanlığı da enteresan bir şekilde güçlü bir bakanlık kabul edilir. Keza, bütçe görevi dolayısıyla Maliye Bakanlığı çok ön plandadır.
Ama son yıllarda, özellikle Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı sonrasında Avrupa'nın değişen güvenlik algısı ve yenilenmeye çalışılan güvenlik mimarisi, hele de Trump'ın ikinci dönemiyle birlikte Avrupa'nın kendini iyice güvenlik ile ilgili konularda yalnız hissetmesi ve kendi çarelerini geliştirmeye çalıştığı dönemde, Savunma Bakanlığı çok özel bir yer kazandı. Daha önce de bahsettiğimiz Borus Pistorius, aslında dağılan koalisyondan görevde kalan tek bakan. Önemli bir isim. Sosyal demokratların çevrelerinde 65 yaşında oldukça kıdemli bir isimden söz ediyoruz. Özellikle bu son dönemde eee Rusya’ya...
Eee ama son yıllarda, özellikle Rusya'nın Ukrayna'ya saldırısı sonrasında tabii Avrupa'nın bu değişen eee güvenlik algısı ve yenilenmeye çalışılan güvenlik mimarisi, hele de Trump'ın ikinci dönemiyle birlikte, eee Avrupa'nın kendini güvenlik ile ilgili konularda yalnız hissetmesi ve kendi çarelerini geliştirmeye çalıştığı dönemde eee Savunma Bakanlığı çok özel bir yer kazandı.
E daha önce de bahsine geçtiğimiz soruda geçen Boris Pistorius, eee aslında dağılan koalisyondan görevde kalan tek bakan. Eee Önemli bir isim. Sosyal demokratların eee çevrelerinde 65 yaşında, oldukça kıdemli bir isimden söz ediyoruz. Eee özellikle bu son dönemde eee Rusya'ya karşı ve Almanya'nın güvenliğiyle ilgili, askeri güvenliğiyle ilgili eee her türlü konuda çok başarılı bir isim olarak ve halkın da çok takdirini kazanmış ve güvenini kazanmış bir isim olarak öne çıktı.
Aynen söylemiş olduğunuz gibi, "keşke şansölye adayı o olsaydı, belki SPD daha fazla oy alırdı" gibi geriye dönük tevatürler de sık sık yapılıyor. Ama yani şu an yine bu çok önemli görevinde devam edecek. Eee Türklerin, Türkiye'nin iyi tanıdığı bir isim. Nils Schmit, eee hatta eşi de Türk bir siyasetçi. Türkiye'de sık gidip gelen sosyal demokrat çevrelerin iyi tanıdığı bir isim. Eee Nils Schmit de Boris Pistorius'la birlikte onun Savunma Bakanlığı'nın içerisinde eee parlamenter müsteşar olarak o da bugün yemin etti. Eee O da önemli.
Yine Türkiye ile savunma konularında olan eee işbirliği, iletişim vesaire eee konularında tabii ki bu isimler çok öne çıkacaktır ve bir köprü vazifesi de görecektir. Eee Ama Dışişleri Bakanlığı'nın çok çok uzun yıllar sonra tekrar küçük ortak yerine eee Hristiyan demokratlarda kalması, tabii eee özellikle bir önceki Dışişleri Bakanı Anna-Lena Baerbock'un Yeşiller partisi daha çok progresif feminist dış politika gibi şeyler konuşuluyorken, eee şimdi tabii daha eee klasik bir eee hani yaşlı, beyaz, erkek dış politikasına eee geri dönüş eee şeklinde de okunabilir. Fakat belki şu anki konjonktür ve eee gereklilikler, zorunluluklar belki böyle olmasını daha da eee öne çıkarıyor.
Bu noktada eee belki eee yani diğer bakanlıklardan söz etmekte de fayda var. Mesela, Maliye Bakanlığı, dediğim gibi bütçe konusu itibarıyla çok kıymetli. Çünkü bir önceki hükümet de zaten bütçe üzerindeki temel bazı anlaşmazlıklarla patlamıştı. Eee Lastiği yarı yolda kalmıştı. Eee SPD'nin elinde aynı zamanda şansölye yardımcısı da olan eee Lars Klingbeil, eee genç bir siyasetçi. Daha 47 yaşında siyaset için genç sayılabilecek bir isim. 2009'dan beri Bundestag'ta parlamentoda tecrübeli bir isim. Eee Kendisi bu Maliye Bakanlığı görevini eee üstleniyor. Eee Türkiye ile de arası oldukça iyi.
Bu noktada, diğer bakanlıklardan söz etmekte de fayda var. Mesela, Maliye Bakanlığı, bütçe konusu itibarıyla çok kıymetli. Çünkü bir önceki hükümet de zaten bütçe üzerindeki temel bazı anlaşmazlıklarla patlamıştı ve lastiği yarı yolda kalmıştı. SPD'nin elinde, aynı zamanda şansölye yardımcısı olan Lars Klingbeil, genç bir siyasetçi. Daha 47 yaşında, siyaset için genç sayılabilecek bir isim. 2009'dan beri Bundestag'ta parlamentoda tecrübeli bir isim. Kendisi bu Maliye Bakanlığı görevini üstleniyor. Türkiye ile de ilişkileri oldukça iyi. Özellikle Özgür Özelle, Cumhuriyet Halk Partisi ile arası oldukça iyi bir isimden söz ediyoruz burada.
Son iki senede en az birkaç kez, medyada benim takip edebildiğim kadarıyla, Türkiye'ye geldi veya Özgür Özelle bir şekilde bir araya geldi. Hatta iki parti arasında bir işbirliği mutabakatı tarzı bir şey de imzalandı. Türkiye ile ilişkileri kuvvetli, ilgisi yüksek, bilgisi yüksek. Buradaki muhataplarla yine köprü olabilecek iyi bir isim.
İçişleri Bakanlığı ise CSU'nun elinde, yani Küçük Birlik Partisi'nin elinde, oldukça muhafazakar bir isim yönetmektedir. Daha önce Ulaştırma Bakanlığı yapmış olan Dobrindt'in elinde, bu çok muhafazakar. Özellikle İçişleri Bakanlığı, vatandaşlıkla ve kamu güvenliğiyle ilgili, illegal göçle, düzensiz göçle alakalı konularda ve sınır güvenliği ile ilgili alanlarda ön plana çıkıyor. Bu konularda, zaten koalisyon sözleşmesinin de öngördüğünü uygulayacak nitelikte oldukça muhafazakar, sert köşeli bir isim seçilmiş durumda.
Savunma Bakanlığı da yine çok kıymetli bir pozisyon. Bütçesi yüksek bir bakanlık olması itibarıyla önemli. Bu mevcut koalisyon kurulmadan önce, bu süreçler devam ederken, eski Bundestag henüz kapanmamışken son anda bir yasa geçirmeyi başardılar. Diğer partilerin, özellikle Yeşiller'in desteğini alarak, biliyorsunuz, böylelikle bu önceki hükümetin bir yerde kopmasına sebep olan borç frenine ilişkin konularda, gayri safi milli hasılanın %1'ini aşan askeri harcamalarla alakalı bir istisna geliştirildi. Aynı zamanda çok büyük bir altyapı fonu oluşturuldu. Bu fonla da hem savunmayla alakalı bazı yenileşmeler ve iyileştirmeler yapılması öngörülüyor, hem de genel olarak altyapıyla ilgili yatırımlar yapılması planlanıyor. Bu anlamda bütçe meseleleri…
Bu mevcut koalisyon kurulmadan önce, ama bu süreçler devam ediyorken, eski destak henüz kapanmamışken son anda aslında bir yasa geçirmeyi başardılar. Diğer partilerin, yeşillerin de desteğini alarak, biliyorsunuz, böylelikle bu daha önceki hükümetin bir yerde kopmasına sebep olan bu borç freniyile alakalı konularda, gayri safi milli hasıanın %1'ini aşan askeri harcamalarla alakalı bir istisna geliştirildi. Aynı zamanda çok büyük bir altyapı fonu oluşturuldu. Bu fonla da hem savunmayla alakalı, başta bazı yenileşmeler ve iyileştirmeler yapılması öngörülüyor, hem de genel olarak altyapıyla alakalı yatırımlar yapılması planlanıyor.
Bu anlamda bütçe meseleleri tabii çok kıymetli. Şu an mevcut bütçenin yapılması, zamanlama olarak, bu eski hükümetin erken seçime gitmek zorunda kalması gibi sebeplerle biraz gecikti. Almanya'da Lars Cling Bile'ın çok ciddi ve hızlı bir şekilde işine koyulması ve bütçe konularında öncelikli olarak açıklık getirmesi icap edecek.
Yeni hükümette enteresan dengeler var. Mesela, yabancı kökenli isim olarak çok az, sadece tek bir kadın bakandan söz ediyoruz. Genel olarak kadın-erkek dengesi gün sonunda konulsa da, bunu daha çok SPD (Sosyal Demokrat Parti) gözetmiş gibi gözüküyor. CDU (Hristiyan Demokrat Birlik) tarafında özellikle hukukçularda büyük bir yoğunluk olduğunu görüyoruz. Ayrıca, Kuzey Ren-Vestfalya ve Mersin'den, memleketi olan ve Güney Saksonya'dan çok yoğun bir şekilde bakan tercih edildiğini görüyoruz. Kapsayıcılık açısından ve Almanya'nın bütünlüğünü yansıtma açısından, biraz zayıf bir kabine kompozisyonu.
Ama mevcut, şu an üzerinde hızla uzlaşılan koalisyon sözleşmesi, muğlak olmakla çok eleştirilen 144 sayfalık uzun koalisyon sözleşmesi çerçevesinde, eldeki insan kaynaklarıyla zannediyorum bunun üzerinde uzlaşılabildi. Krizli de olsa, sonuçta görevi de almayı başardılar. Yeminlerini ettiler. Şu an çünkü ne Almanya'nın ne de Avrupa'nın, Almanya'nın daha fazla istikrarsız ve hükümetsiz kalmasına zaten tahammülü yoktu. O yüzden tabii ki başarılar diliyoruz görevlerinde.
Evet hocam, şimdi konuşmadan olmayacağımız bir şey var. AfD (Almanya için Alternatif) onu bir konuşalım. Onsuz olmuyor. Şimdi geçtiğimiz hafta, Almanya Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından aşırı sağcı radikal olarak sınıflandırdılar. Daha önce de bu aslında araştırma devam ediyordu. Radikal oldukları şüphesi olduğu söyleniyordu. Karardan sonra da AfD eş başkanı Alice Weidel, demokrasiye vurulan bir darbe dedi.
Şimdi, konuşmadan olmazsa olmaz bir konu var: AfD, yani Almanya için Alternatif. Geçtiğimiz hafta, Almanya Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından aşırı sağcı radikal olarak sınıflandırıldı. Bu araştırmalar daha önce de sürüyordu; radikal oldukları şüphesi olduğu söyleniyordu. Karardan sonra, AfD eş başkanı Alice Weidel, bu durumu "demokrasiye vurulan bir darbe" olarak tanımladı ve siyasi bir karar olduğunu belirtti. Hatta JD Vens, kararı Twitter'dan eleştirerek, "AfD en popüler parti. Bürokratlar bu partiyi yok etmeye çalışıyor" diye yazdı. Şimdi anketlere bakacak olursak, son üç haftadır çoğu ankette AfD zirvede görünüyor. Burada merak ettiğim, bu karar AfD için ne anlama geliyor? Oyları azalır mı, yoksa artışı devam mı eder? Seçmen nasıl bir tepki verecek sizce?
AfD seçimlerde %20 aldı ve bu Alman parlamentosuna 152 sandalye olarak yansıdı. Yani ana muhalefet partisi konumunda. Bu da AfD'ye çok ciddi bir görünürlük sağlıyor. Halkın geniş kesimleri üzerinde artık daha önce olduğundan çok daha fazla bir etkisi var. Parlamentoda, Bundestag'ta her alt birimde, her komisyonda sayıca misliyle görev alacak veya bazı konularda yönetimsel görevlerde bulunacaklar. Bu durum, Almanya için denklemi değiştiren bir unsur oldu.
Anayasa Koruma Teşkilatı, AfD'yi resmi olarak ekstremist, aşırı sağcı olarak kategorize etti. Ancak sonuçta Mert’in, özellikle Frederik Mert’in, AfD ile alakalı öncelikli tavrı, onlarla hiçbir şekilde işbirliği yapmamak ve benzer düşünmediklerini net bir şekilde ifade etmektir. Ama bu, yasaklayıcı bir tavırdan ziyade, AfD'yi zayıflatmayı hedefleyen bir strateji olarak ortaya çıkıyor. Bunun ne kadar başarılı olacağı ise, aslında AfD'nin başarısının devamı, yeni göreve gelen Mert hükümetinin AfD’ye karşı icraatlarıyla ne kadar güçlü durabileceği ile ilişkili.
AfD'nin bu kategorizasyonla birlikte, aşırı sağcı olarak netleşmesi tüm parti için önemli bir durum.
Tabii bunda ne kadar başarılı olacak? AFD'nin başarısının devamı, biraz da şu an yeni göreve gelen Mert hükümetinin AfD'ye karşı icraatlarıyla ne kadar güçlü durabileceği, hem icraatlarıyla hem söylemiyle aslında ne kadar güçlü durabileceği ile ilişkili. AFD'nin de bir yanıyla, tabii ki bu kategorizasyonla birlikte, aşırı sağcı olarak netleştiği andan itibaren bir yasak, parti yasaklama tartışması da alevlendi Almanya'da. Yani AfD'nin yasaklanması yönünde. Hatta Yeşiller bile, daha önce buna sıcak bakmadıkları halde, "yasakçılık iyi bir şey değil ama AfD, demokrasi düşmanıdır" diyerek bu konuyu gözden geçirmemiz gerektiğini belirttiler. "Bu alternatif de düşünülmeli, bunu konuşmalıyız" dediler. Demokratik partiler kendi aramızda gibi bir açılımı oldu mesela.
Mert'in önceliği, en azından yasakçılıktan ziyade, icraatlarıyla bu konuya karşı durabilmek. AFD, son haftalarda, son 3-4 haftadır seçim anketleri yapılıyor Almanya’da. Her hafta “bu pazar seçim olsa, kime oy verirsiniz?” tarzı standart anketler yapılıyor. Hani seçimden hemen sonra da yapılmaya devam ediyor. Hep bu seçim anketlerinde birinci parti çıkıyor şu an ve AfD, daha da güçlenmiş durumda. Ancak şimdi tabii ki Mert hükümeti göreve başladı ve bir an önce hızlı bir şekilde halkın sorularına ve sorunlarına cevap vermesi gerekiyor.
AFD'nin yalnızca Almanya içinde ve ona oy verenler tarafından değil, bahsettiğiniz üzere, özellikle Trump yönetimi tarafından da ciddi bir şekilde desteklendiği ve kayrıldığı artık gizlenemez bir hal aldı. Seçim öncesinde de, açıkçası neredeyse Elon Musk'ın bile AfD'ye oy verilmesi yönünde bir propaganda çabasına girdiğini biliyoruz. Ama şu anda, mesela benim de çok dikkatimi çeken bir şey oldu. Siz dediniz ama ABD Dışişleri Bakanı Rubio’nun tweet’i gerçekten dikkat çekiciydi. İçlerine müdahale denebilecek seviyede AfD partisinin desteklenmesi ve "Aman Almanya'da ne oluyor? Almanya'da demokrasi mi bitiyor? AfD'yi yasaklamak mı istiyorsunuz?” dercesine bir panikle AfD'ye sarılma ve destekleme durumu var.
Bunlar tabii hoş gelişmeler değil. Ama ben AF D'nin bu gidişatının, pan zehiri olduğunu düşünüyorum.
Mert döneminde, Türkiye ile ilişkilerin nasıl seyredeceği konusunda belirsizlikler var. Ancak, genel olarak Almanya'nın Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne entegrasyon sürecinde ne ölçüde destek vereceği, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceği üzerinde büyük etki yapacaktır.
Özellikle Almanya'nın Türkiye'ye yönelik politikalarının, mülteci meselesi ve ekonomik işbirliği gibi konularda belirleyici olacağını düşünüyorum. Eğer Almanya, Türkiye ile ilişkilerinde yapıcı bir tutum sergilerse, bu durum Türkiye'nin Avrupa ile olan bağlarını güçlendirebilir. Fakat, Almanya'nın iç politikası ve özellikle de AfD gibi partilerin yükselişi, bu ilişkilerin seyri üzerinde olumsuz bir etki yaratabilir.
Sonuç olarak, Almanya'nın Türkiye ile olan ilişkilerinde atılacak her adım, sadece ekonomik ve siyasi değil, aynı zamanda toplumsal etkileşimleri de etkileyebilir. İki ülke arasında sürdürülebilir bir diyalog ve işbirliği için, Almanya'nın tutumunu izleyeceğiz. Bu bağlamda, Avrupa Birliği'nin genel politikalarını da dikkate almak gerekiyor.
Umuyorum ki, bu yeni dönemde Türkiye, Almanya ve Avrupa Birliği ile olan ilişkilerini daha olumlu yönde geliştirebilir.
Evet. Evet. Biliyorum, zamanımız çok az kaldı. O yüzden hani hızlı olmaya çalışacağım bu konuyla alakalı. Şimdi, benim bu konuyla alakalı İstanbul'da yayınladığım bir yazım da var. Belki onun linkini yorumlarda paylaşabiliriz. İlgilenenler için belki ilginç olabilir.
Evet, ilginç olabilir diye düşünüyorum. Özellikle Avrupa Birliği ile alakalı kontekste de nasıl etkileyebilir diye. Günün sonunda Almanya, Avrupa Birliği'nin başat gücü ve Almanya'yla ilişkilerde kaydedilecek her türlü ilerleme veya Almanya'nın Türkiye'nin AB yolculuğuna dair verdiği veya vermediği her türlü destek aslında Türkiye'nin AB'ye ya da Avrupa'ya genel olarak yakınlaşması konusunda oldukça belirleyici. Yani, Almanya'nın desteklemediği hiçbir dönemde Türkiye'nin AB ile olan ilişkisi açısından ciddi bir ilerleme kaydedilememiş şu ana kadar.
Ve belki AB ülkeleri arasında Türkiye'nin en çok boyutlu, en kapsamlı ilişkiye sahip olduğu ülke de Almanya. Şimdi Türkiye ile ilişkilerde kilit bir tarih var. Yakın olduğu için söylemek istiyorum; 15-16 Mayıs'ta Arnavutluk'ta bu EPC Avrupa Siyasi Topluluğu’nun, hani Fransa'nın başı çektiği, daha çok güvenlik konularının konuşulduğu, bu Avrupa Siyasi Topluluğu’nun Arnavutluk toplantısı var. Bu toplantı, Arnavutluk'ta olması sebebiyle zaten davetli ama gidip gitmeyeceği kesin olmamakla birlikte Sayın Erdoğan'ın da gitmesi tahmin ediliyor. Gidebileceği düşünülüyor.
O toplantıya Friedrich Mert de gidecek. Mert’le orada bir, hani görevleri itibariyle yeni görevi itibariyle, şans söyleyip olduktan sonra ilk bir araya gelişleri birebir yüz yüze olabilir. Bu önemli. Bir başka dikkat çekici nokta bir isim aslında; Serap Güler, CDU Hristiyan Demokrat Partili bir isim. Serap Hanım, Türk bir işçi kızı aslında, işçi çocuğu ama savunma ve dış politika alanlarında uzman bir isim. Uzun zamandır Türkiye'ye çok da gidip gelen, iyi tanıyan bir isim. Dışişleri Bakanlığı'nda devlet bakanı pozisyonuyla görev yapacak.
Ama kendisinin de hem Türkçe bilmesi, hem Türkiye'yi iyi bilmesi, hem de zaten oturmuş bir network'ü olması itibariyle iki ülke arasındaki ilişkilerde köprü niteliği oluşturabilecek kilit önemli bir isim olacağını düşünüyoruz. Genel olarak bütün gözlemciler bu fikri paylaşıyor. Koalisyon sözleşmesinde Türkiye ile ilgili olan maddeler tipik, çok iç açmayan maddeler; ama NATO'daki ortaklığımızdan, Türkiye'nin Ortadoğu'daki elbette önemli rolünden, Avrupa için önemli bir komşu olması gibi bu noktaların ön plana çıkarıldığını görüyoruz.
Ancak konu Avrupa Birliği olduğu zaman orada sınır, benchmark… Koalisyon sözleşmesinde de demokratikleşme, insan hakları, hukuk devleti bu konularda geri adımlar olduğunu görüyoruz.
Genel olarak bütün gözlemciler bu fikri paylaşıyor. Koalisyon sözleşmesinde Türkiye ile ilgili olan maddeler tipik olarak pek iç açıcı değil. Hani NATO’daki ortaklığımızdan söz edilmekte. Türkiye'nin Ortadoğu'daki kıymetli ve önemli rolünden, Avrupa için önemli bir komşu olması gibi noktalar öne çıkarılıyor. Ancak konu Avrupa Birliği olduğu zaman orada sınırlar ve benchmark'lar devreye giriyor. Koalisyon sözleşmesinde de eğer demokratikleşme, insan hakları ve hukuk devleti konularında ikna edici bir değişim gerçekleşmezse, Almanya’nın Türkiye’nin Avrupa Birliği yolculuğuyla ilgili bir destek sunmayacağı açıkça belirtilmiş bulunuyor.
Mert dönemi ile alakalı beklentiler, kendisinin siyasi pozisyonu itibariyle daha transactional (işlemsel) bir insan olması. Güvenlik, jeopolitik açıdan olsun, ekonomik konularda işbirliği konusunda olsun, özellikle göç konusunda AfD'yi (Almanya için Alternatif) frenlemek için bazı konjonktürel zorunlulukları göz önüne alarak pragmatizmi öne çıkaran ve daha pazarlıkçı bir mantıkla yürüyecek bir Türkiye-Almanya ilişkisi beklenebilir.
Belki önemli Türk izleyiciler açısından enteresan olabilecek bir durum. Şu ana kadar birçok Avrupalı lider, az çok bir şeyler söyledi. Mesela 19 Mart'tan beri olan gelişmelerle Sayın İmamoğlu'nun durumu hakkında Fredrich Mert'in söylediği hiçbir şey yok. Bu konuda çok ciddi bir şekilde suskunluğunu koruyor. Genel olarak Türkiye konusunda da çok fazla bir açılım ve açıklama yapmamış durumda. Türkiye ile ilgili alacağı pozisyonu hep birlikte gözlemleyeceğiz.
Zor bir dönem olacak demek lazım. Ama Türkiye'nin merkezi önemde bir ülke olduğunu teyit ediyorlar. Bunun farkında olan bir koalisyondan söz ediyoruz. Türkiye ile ilgili olabildiğince dengeli ama aynı zamanda pragmatik bir yaklaşımla ilerleyeceklerini tahmin ediyorum. Ancak Türkiye'nin demokratikleşme ile alakalı, benim her zaman vurguladığım gibi, bu konuyu bugün bitirmeden geçmeyeceğim. Çünkü biliyorsunuz, Aydın hocamdan özür dileyerek, belki başka bir program yapma imkanı da olur ama Avrupa Parlamentosu’nda 2023-24 Türkiye raporu kabul edildi bugün. Bu demokratikleşme hususunda Türkiye, doyurucu, gerçekçi ve somut adımlar atmadığı takdirde, gerçekten bizim Almanya ile olan ilişkilerimizde ne olacağını sorgulamaya başlayacağız.
Ancak Türkiye'nin demokratikleşmesi ile alakalı, her zaman belirttiğim gibi, bu konuyu bugün kapatmadan geçmeyeceğim. Aynı zamanda Aydın hocamdan özür dileyerek belirtmek isterim ki, belki başka bir program yapma imkanı olur. Bugün Avrupa Parlamentosu'nda 2023-2024 Türkiye raporu kabul edildi. Bu demokratikleşme hususunda Türkiye, doyurucu, gerçekçi ve somut adımlar atmadığı takdirde, bizim ne Almanya ile olan ilişkilerimizde, ne genel olarak Avrupa ülkeleri veya Avrupa Birliği ile ve Batı ile olan ilişkilerimizde çok ciddi bir atılım yapmamız, ilerleme kaydetmemiz mümkün gözükmüyor.
Ayşe hocam, çok teşekkür ederim. Bizi kırmayıp geldiğiniz için, daha çok yayın yapacağız gibi duruyor bu son gelişmelerden sonra. Evet, Türkiye güncelliğini korumaya devam ediyor, kendi bölgesinde Ukrayna'da da. Bugün Ukrayna ile ilgili de çok şeyler konuşuldu, Paris'te Mert ve Macron arasında. Eminim ki Aydın Hoca onlara da değinecektir. Tekrar özür diliyorum hocam, vaktim biraz geçti.
Estağfurullah, çok teşekkür ederiz. Görüşmek üzere ilerleyen programlarda hocam. Çok sağ olun. Evet, şimdi Aydın Hoca da bizimle beraber sanırım. Aydın hocam, hoş geldiniz. Dış politika analisti Aydın Sezer Hoca ile beraberiz. Hoş geldiniz hocam.
Merhabalar, iyi yayınlar. Hoş bulduk, teşekkür ederim. Sağ olun hocam. Direkt başlayalım isterseniz. Bu kritik mineraller anlaşmasından başlamak istiyorum. Hatırlarsak Zelenski, Trump ve JDV Beyaz Saray'da bu anlaşmayı kameraların önünde tartışmışlardı. O gün aslında kritik mineraller anlaşması imzalanacaktı ama bu olaydan dolayı sanırım imzalanamadı. Geçtiğimiz hafta bu anlaşma, Ukrayna ve Amerika arasında imzalandı. Haberlerden de takip ediyoruz ki, minerallerin sahibi ve nelerin çıkarılacağına karar verecek olan Ukrayna. Amerika'da yatırımcı konusunda ve teknoloji konusunda yardımcı olacak. Ayrıca önemli bir alan olarak, Amerika askeri yardım da yapacak. Bu nedenle size genel olarak sormak istiyorum, bu yapılan yeni anlaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Trump bu sefer Putin'den vazgeçip Zelenski'ye mi yaklaşıyor? Ne dersiniz?
Bu anlaşma, Trump'ın göreve başlamasıyla birlikte gündeme düşmüştü. Çeşitli sorunlar çıktı. Sizin de belirttiğiniz üzere, Zelenski'nin Beyaz Saray'daki o meşhur toplantı sonucu bir anlamda kovulmasıyla, bu durum şekillendi.
Şimdi geçtiğimiz hafta bu anlaşma, kritik mineraller anlaşması, Ukrayna ve Amerika arasında imzalandı. Haberlerden de takip ediyoruz ki, minerallerin sahibi ve nelerin çıkarılacağına karar verecek olan Ukrayna'ymış. Amerika da yatırımcı konusunda, teknoloji konusunda yardımcı olacakmış. Bir de tabii ki önemli bir alan, Amerika askeri yardım yapacakmış.
Burası da önemli. Bu yüzden size genel olarak sormak istiyorum: Siz bu yapılan yeni anlaşmayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Trump bu sefer Putin'den vazgeçip Zelenski'ye mi yaklaşıyor sizce? Ne dersiniz?
Şimdi bu anlaşma Trump'ın göreve başlamasıyla birlikte gündeme düşmüştü. Çeşitli sorunlar çıktı. Sizin de belirttiğiniz üzere Zelenski'nin Beyaz Saray'daki o meşhur toplantı sonucu bir anlamda kovulmasıyla ki bu ona eşdeğer. Acaba bu anlaşma imzalanmayacak mı sorusu belirmişti ama nihayet 30 Nisan'da bu anlaşma imzalandı.
Melis Hanım, bu anlaşmanın içeriği elbette nadir elementlerle minerallerin çıkartılmasıyla ABD'ye veya oluşturulan ortak fona birtakım imtiyazlar sağlayan bir anlaşma. İktisadi anlamda ABD açısından son derece önemli. Zira bu nadir elementlerdeki Çin egemenliğini ya da Çin'le ilgili tekelci konumu kıracak mahiyette bir anlaşma. Bunun Avrupa Birliği mevzuatı ya da Ukrayna'nın Avrupa Birliği'ne üyelik süreciyle ilgili sorunlar yaratıp yaratmayacağı ayrı bir konu. Böyle bir tartışmanın da ortaya çıkması olası.
Ama bu anlaşma henüz Ukrayna'da parlamento, Rada tarafından onaylanıp yürürlüğe girmedi. İnternette açık kaynaklarda anlaşmaya yönelik metinler var. Anlaşmanın maddeleri yer alıyor. Ama son birkaç günden beri Ukrayna parlamentosundaki milletvekillerinden gelen açıklamalara bakılırsa, anlaşmanın tamamı bu onaylanacak metinden ibaret değilmiş gibi bir hava yayılıyor sanki. Gizli bazı maddeler ya da başka eklerin de olduğu konusunda birtakım söylentiler, dedikodular var.
Burada oluşturulacak fonun yani bu madenlerin çıkarılması, kullanılması, lisanslanması ve satışı gibi konularda yetkili olacak fonun, 3 Ukraynalı ve 3 ABD'liden oluşan bir komite tarafından ortaklaşa kararla yürütüleceği söyleniyor. Madenlerin satın alımında ABD'nin öncelikle hak sahibi olacağı da belirtiliyor. Ukrayna'dan çıkarılan bu değerli maden ve minerallerin satışının %50'sinin bu fona aktarılacağını, bu fonun da aslında bir anlamda Ukrayna'nın savaş sonrası yeniden inşasıyla ilgili çalışmalarda finansman olarak kullanılacağı, bir bölümünün de özellikle ABD'den yatırımcı çekme ile alakalı olarak değerlendirileceği söyleniyor.
Yani son derece kapsamlı. Dediğim gibi, ABD açısından imtiyazlar da doğuran bir anlaşma. Trump dün de, bugün de bu konuda yaptığı açıklamalarda...
Ukrayna'dan çıkartılan bu değerli maden ve minerallerin satışının %50'sinin bu fona aktarılacağı, bu fonun da aslında bir anlamda Ukrayna'nın savaş sonrası yeniden inşasıyla ilgili çalışmalarda finansman olarak kullanılacağı ve bir bölümünün de özellikle ABD'den yatırımcı çekme ile alakalı olarak değerlendirileceği söyleniyor. Yani son derece kapsamlı. Dediğim gibi, ABD açısından imtiyazlar da doğuran bir anlaşma.
Trump, dün ve bugün yaptığı açıklamalarda genellikle maddi anlamda hatalı ve yanlış bilgiler temelinde değerlendirmeler yapıyor. ABD'nin bugüne kadar 350 milyar dolarlık bir harcama yaptığından bahsediyor ve bunun bir şekilde karşılığının alınması gerektiğini açıkça dile getiriyor. Avrupa'nın bu kadar yardım yapmadığını, yalnızca bunun üçte bir oranında bir yardımda bulunduğunu ve bunu da geri alacağını söylüyor. Yani verdiği bilgilerin çoğu hem çelişkili hem de maddi anlamda hatalı.
Fakat ben, müsaadenizle, bu anlaşmanın içeriğinden ya da iktisadi açıdan doğuracağı sonuçlardan çok daha önemli olan siyasi boyutu üzerine durmak istiyorum. Bu da Trump'ın göreve geldikten sonra, belki 24 saatte, belki bir haftada sona erdireceğini taahhüt ettiği Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili aradan 100 günlük bir süre geçmesine rağmen henüz somut bir adım atılamadığını gösteriyor. Böyle bir anlaşmanın, ki bu siyasi yönü ve stratejik boyutu da olan son derece önemli bir anlaşma, imzalanması ve yakın bir zamanda yürürlüğe girmesi durumunda, danışılan sahaların bir bölümü Rusya'nın kontrolü altındaki bölgeler ya da savaşın devam ettiği bölgelerde olacak. Bunun, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın gidişatına ve barış sürecine olan siyasi etkisi açısından çok daha önemli sonuçlar doğuracağını düşünüyorum.
Bunun için de öncelikle uygun görürseniz, barış süreci ile ilgili kısa bir kronolojik bilgi vermem gerekiyor. Çünkü bugün geldiğimiz noktada, yani ikinci yüz günün başladığı noktada, ABD Başkan Yardımcısı GD Mens’in bugün yaptığı bu konuyla ilgili açıklamaları değerlendirirken bu arka plan bilgisine ihtiyacımız olacak. Şimdi, Trump göreve başladığında Ukrayna-Rusya Savaşı’ndan önce, Rusya-Ukrayna barış anlaşması öncesinde ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda çok hızlı adımlar attı. Suudi Arabistan’da atılan bu adımlar sonucu ciddi bir mesafe alındı. Büyükelçi atamasını gerçekleştirdi Rusya Federasyonu Washington’a.
Şimdi, Trump göreve başladığında, Ukrayna-Rusya Savaşı'ndan önce, Rusya-Ukrayna barış anlaşması öncesinde ABD ile Rusya arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi konusunda çok hızlı adımlar atıldı. Suudi Arabistan'da atılıyor bu adımlar ve ciddi de bir mesafe alındı. Büyükelçi atamasını gerçekleştirdi Rusya Federasyonu Washington'a ve elçiliklerde çalışacak personel sayıları konusunda İstanbul'da yaptıkları müzakerelerle İstanbul'daki ABD ve Rus konsolosluklarında yaptıkları müzakerelerde hızlı sonuç alma yolunda gidiyorlar. Dolayısıyla, Rusya'nın ABD ile ilişkilerini geliştirmesi süreci, Batı'yı, Avrupa'yı zaten rahatsız eden Ukrayna savaşı konusunda Rusya'yı bir anlamda ötekileştirme ya da dışlama konumundaki Avrupa'yı endişelendiren bir gelişme.
Bir defa, ABD-Rusya ilişkilerinin normalleştirilmesi sürecini bir tarafa koymamız gerekiyor ve bu süreç devam ediyor. Göründüğü kadar da devam edecek. Zaten özellikle bu konuda Putin ve Trump iki kez çok uzun telefon görüşmeleri yaptılar. Dışişleri bakanları görüştüler. Özel temsilci Witkov'un Moskova ziyaretleri oldu. Dolayısıyla bu konu farklı bir konu ama onun ötesinde Ukrayna ile ilgili barış sürecinde özellikle Rusya'nın pozisyonu, ABD'nin pozisyonu ki bunlar üzerinde duracağım, ama bunun yanında bir de Zelenski ve Avrupa'nın Zelenski'ye olan desteği ile ilgili bir başka pozisyon var.
Öncelikle şunu söyleyeyim; Putin, kısa süreli bir ateşkes fikrine hiçbir zaman sıcak yaklaşmıyor. Örneğin, Amerika'nın önerdiği bir aylık ateşkes süresi zarfında, Ukrayna ordusu yeniden Batı silahlarına kavuşacak. İşte, silah sevkiyatı devam edecek. Ukrayna, bir anlamda savaşa hazırlanma açısından bir fırsat yaratmış olacak şeklinde düşündüğü için doğrudan barış görüşmelerinin yapılmasını istiyor. Artı, uzun bir süreden beri de Zelenski'nin bu barış anlaşmasını imzalaması konusundaki meşruiyetini sorguluyordu. Zelenski'nin görev süresinin sona erdiğini, bu müzakere sürecinde taraf olamayacağını iddia ediyordu.
Son birkaç günden beri ya da son bir haftadır, Rusya bu konuda esneme de bulunmuş gözüküyor. Ancak, dediğim gibi, kısa vadeli, kısa dönemli bir aylık ya da birkaç aylık ateşkese yaklaşmıyor. ABD ise, bir süresiz ateşkes peşinde.
Ayrıca, uzun bir süreden beri de Zelenski'nin barış anlaşmasını imzalaması konusundaki meşruiyetini sorguluyordu. Zelenski'nin görev süresinin sona erdiğini ve bu müzakere sürecinde taraf olamayacağını iddia ediyordu. Son birkaç günden beri veya son bir haftadır Rusya bu konuda esneme de bulunmuş gözüküyor. Ancak dediğim gibi, kısa vadeli, yani bir aylık ya da birkaç aylık ateşkese yaklaşmıyor. ABD ise süresiz bir ateşkes peşinde. Bu ateşkes kararından sonra Ukrayna'da seçimlerin yapılmasını öneriyordu ilk başta. Avrupa Birliği de tabii Zelenski'nin meşruiyeti konusunda bir soru işareti yok. Onlar, direkt ateşkes görüşmelerinin belli bir takvime dayalı olarak yapılabileceğini, bir ayda bunu öne sürdüklerini ifade ettiler.
Bu konuda ayrı ayrı toplantılar yapıldı. Zaman zaman ABD'li yetkililer Paris'te Avrupalı yetkililerle bir araya geldiler ama bir ortak zemin bulunamadı. Şimdi Amerika'nın bu Ukrayna-Rusya müzakerelerinde uyguladığı strateji aslında çok enteresan bir strateji. Bir tarafta Ortadoğu özel temsilcisi Vitkov'u Putin'in özel temsilcisi yapmış gibi, durum Trump ve sık sık Moskova'ya gidiyor. Witkov ve Putin'le oldukça yakın ilişkiler tesis etti. Üç aşağı beş yukarı aynı dili konuşuyorlar ve Rusya'nın ile Putin'in taleplerini cesaretle Trump'ın önünde seslendirebiliyorlar.
Diğer taraftan, Ukrayna tarafında daha çok Ukrayna perspektifinden konuya yaklaşan bir eski general Kellock görevli. O, Ukrayna ile Rusya arasındaki mücadele sürecinde barış sürecinde Ukrayna adına hareket eden kişidir. O, Rusya'ya biraz daha mesafeli. Bir de tabii başkan yardımcısı Vens var, biraz daha Rusya'ya yakın gözüken. Dışişleri Bakanı Rubio da ortada ya da Ukrayna'ya biraz daha yakın durduğu iddia edilen bazı açıklamalar yapıyor. Dolayısıyla, Trump'ın genel olarak Rusya-Ukrayna barış süreci ile ilişkili görüşleri, perspektifleri ve planları arasında bir uyum yok. Batıyla zaten bir ortaklık, ortak bir perspektif yok.
Kendi yardımcıları arasında da bir görüş farklılığı var. Mesela, Witkov, Kırım'ın ve diğer dört bölgenin Rusya toprağı olarak anılması gerektiğini başından beri söylüyordu. Hatta Kırım'ın devri olarak yani kesin olarak Rus toprağı olarak tanınmasını, diğer dört bölgenin de de facto tanınmasının iyi olacağını belirtiyordu. Ancak Trump'ın huzurunda...
Dolayısıyla Trump'ın genel olarak Rusya-Ukrayna barış süreci ile ilişkili görüşleri, perspektifleri ve planları arasında bir uyum yok. Batı ile zaten ortak bir bakış açısı yok. Kendi yardımcıları arasında da bir görüş farklılığı var. Mesela Witkov, Kırım'ın ve diğer dört bölgenin Rusya toprağı olarak anılması gerektiğini söylüyordu başından beri. Hatta Kırım'ın devri olarak yani kesin olarak Rus toprağı olarak tanınmasını, diğer dört bölgenin de de facto tanınmasının iyi olacağını belirtiyordu. Ancak Trump'ın huzurunda Dışişleri Bakanı Rubio ve Kellock buna şiddetle karşı çıktılar.
Başka bir konu ise Trump yönetiminin dış politikada sadece Rusya-Ukrayna boyutuyla değil, Suriye'de, İran müzakerelerinde, Gazze Savaşı'nda ve Filistin sorunu genelinde, Körfez ülkeleri ile ilişkiler ve Abraham anlaşmalarının genişletilmesi sürecinde, Çin ile ilişkilerde de hızlı bir başlangıç yapmış olmasına rağmen bu konularda henüz somut bir başarı elde edememiş olmaları. Aradan 100 günlük bir süre geçti. Bu 100 günlük iddialı süreyi Trump ve Trump yönetimi en başta koymuştu. Dolayısıyla, bir odaklanamama veya bu kadar farklı sorunla aynı anda baş edememe durumu söz konusu.
ABD dış politikasının ve Başkan Trump'ın, olumlu sonuca ulaştıramama gibi bir sıkıntısı var. Genel anlamda bir başarısızlıktan bahsedebiliriz bu bağlamda.
Rusya-Ukrayna boyutuna gelindiğinde ise bazı enteresan durumlar var. Bu az önce bahsettiğimiz nadir elementler anlaşmasıyla 30 Nisan'dan itibaren ABD dış politikasında Ukrayna'nın özel bir konuma, stratejik ve iktisadi açıdan önemli bir konuma geldiğini görüyoruz. Dolayısıyla, bugüne kadar Trump'ın ve Witkov'un Putin ve Rusya yanlısı perspektifinde bundan sonra bir dengeleme ve Ukrayna lehine bir ağırlık koyup koymayacakları konusunda soru işaretleri var.
Bugün GDS'in yaptığı açıklamalarda, "Barış görüşmelerimiz devam ediyor. Bunda herhangi bir sorun veya kesinti yok; ancak Rusya'nın ateşkes istemediğini kesin olarak bildiğimiz için biz artık mecburen doğrudan bir barış anlaşmasına odaklanmamız gerekiyor," dediler. Ayrıca, bu süreçte şunu da fark ettiklerini açıkladılar: "Rusya aslında çok fazla şey istiyor." Yani, bir anlamda Rusya'nın istek ve taleplerinin biraz aşırıya kaçtığının vurgusu yapıldı.
Şimdi bugün GDS'in yaptığı açıklamalarda, "Bizim barış görüşmelerimiz devam ediyor. Bunda herhangi bir sorun, kesinti sıkıntı yok. Ancak Rusya'nın ateşkes istemediğini kesin kes bildiğimiz için biz artık mecburen doğrudan bir barış anlaşmasına odaklanmamız gerekiyor," diyorlar. Şunu da fark ettik bu süreçte, "Rusya aslında çok fazla şey istiyor," diyorlar. Bu, bugün gelen bir açıklama. Yani bir anlamda Rusya'nın istek ve taleplerinin biraz aşırıya kaçtığı konusunda Trump yönetiminde de, tabii Trump'ın sağı solu belli olmuyor; açıklamalarını ihtiyatla karşılamak gerekiyor. Değerlendirmelerine ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor. Trump, bu yarın ne olur, ne olmaz pek bilinmez ama Washington'daki rüzgarın 30 Nisan'dan beri biraz daha Ukrayna lehine esmeye başladığını söyleyebiliriz. Ama hala bu anlaşma Ukrayna parlamentosundan geçmedi. Bunu da bir kayıt olarak düşünelim, belirtelim.
Bu sırada Rusya'da, Kremlin'e yakın analistler ya da köşe yazarları yorumculardan edinilen takip ettiğimiz kadarıyla izlenim şu: "Biden, Amerika ya da Trump, sonuç değişmiyor. Biz kendi göbeğimizi kendimiz kesmeliyiz. Biz kendi işimize bakalım. Bugüne kadar ambargolarla ilgili süreçte Batı önemli bir başarı kaydedemedi. Bundan sonra daha fazla yaptırımın gelmesi söz konusu olsa bile, daha fazla ne olabilir?" Yani bir anlamda meydan okuma ya da bunu göğüsleyebileceklerine yönelik bir açıklama var. O nedenle biz durduğumuz noktada artık durmalıyız.
Zaten kurs da bir şekilde özgürleştirildi. Kuzey Kore askerlerinin katkısıyla özgürleştirildi. Kuzey Kore askerlerinin bu süreçteki payları da ilk kez resmi ağızlardan takdir edildi. Bunu da not düşmek gerekiyor. Burada bir dip not: Batılı analistlerden farklı olarak, Kuzey Kore askerleri Ukrayna'da savaşmadılar. Kur'la savaştılar. Yani Rusya, anlaşmaya göre topraklarını savunmak amacıyla bu sürece dahil oldular. Bunun ayırdında, yani bu hususu özellikle Rusya dış Kremlin'de her zaman vurguluyor. Batı genellikle Kuzey Kore askerlerinin Ukrayna Savaşı'na müdahil oldukları yönünde bir yaklaşım sergiliyor. Burada böyle bir durum var. Yani bir fark olduğunu vurguluyor Rusya tarafı. Dolayısıyla, bu gelinen süreçte bir başarının sağlanamamış olması ve geçici ateşkesin ilan edilememiş olmasına rağmen,
Burada bir dip not: Batılı analistlerden farklı olarak, Kuzey Kore askerleri Ukrayna'da savaşmadılar; kurla savaştılar. Yani Rusya, anlaşmaya göre topraklarını savunmak amacıyla bu sürece dahil oldu. Bunun ayırdında olmak gerekiyor; bu hususu özellikle Rusya tarafı, Kremlin'de her zaman vurguluyor. Batı genellikle Kuzey Kore askerlerinin Ukrayna Savaşı'na müdahil oldukları yönünde bir yaklaşım sergiliyor. Burada böyle bir durum, sanki çok önemliymiş gibi demeyeceğim; yani burada bir fark olduğunu vurguluyor Rusya tarafı.
Dolayısıyla, bu gelinen süreçte bir başarının sağlanamamış olması ve geçici ateşkesin de ilan edilememiş olmasına rağmen, mineral anlaşması ile birlikte Ukrayna'da yeni bir sayfa, Ukrayna-Rusya cephesinde yeni bir sayfa açıldığını ya da açılmakta olduğunu belirtelim. Burada bir dip not: Putin, zaman zaman geçici ateşkesler ilan ediyor. Mesela, bu 9 Mayıs'taki Büyük Zafer Günü ile ilgili olarak da yine 3 günlük bir ateşkes ilan etti. Ama Zelenski bunu kabul etmiyor. Yani Putin'in ilan ettiği bu geçici ateşkesi, ABD'nin öngördüğü bir aylık toplam bir aylık kesin ateşkesle birbirinden ayırmak lazım.
Bu arada, tabii taraflar özellikle enerji altyapılarına saldırmama konusunda bir mutabakata da varmışlardı. Ama Rusya'nın iddialarına göre, Ukrayna bu ateşkesi ihlal etti. Tabii burada belki son cümle, sorunuzdan önce Sayın Cumhurbaşkanımız da Putin'in ateşkesini takdirle karşıladı. Sanırım, kronolojisi ile ilgili yeterince bilgi verilmemiş kendisine. O ateşkes, bizim konuştuğumuz, bahsettiğimiz ateşkes değil. Dolayısıyla Erdoğan'ın bu çıkışı da acaba Türkiye tekrar Rusya'ya mı yaslanıyor gibi bir yorumlara neden oldu.
Hocam, çok teşekkürler. Çok geniş, güzel anlattınız. Çoğu insan için daha berraklaşmıştır diye düşünüyorum. Şimdi Kuzey Koreli askerlerden bahsettiniz. Onun ek olarak bir soru sormak istiyorum aslında. Çünkü Çinli askerlerin de Ukrayna cephesinde Rusya ordusuyla savaştığı haberleri düşmüştü. Çin'de bu kişilerin kendi kararlarıyla, imkanlarıyla savaşa katıldıklarını söylemişti. Buradan yola çıkarak ülkelerin arasındaki ilişkileri sormak istiyorum. Rusya'nın, özellikle Çin ve Kuzey Kore ile, kimi yorumcular savaş yüzünden Rusya'nın Çin'e bağımlı hale geldiğini söylüyor. Katılır mısınız? Nasıl değerlendirirsiniz? Orada neler görüyorsunuz acaba?
Şimdi, Melis Hanım, Rusya ile Kuzey Kore arasındaki stratejik anlaşmada ülkelerin bir savaş tehdidi ya da savaş içinde bulunması durumunda birbirlerine yardımcı olacaklarına dair çok açık ve seçik maddeler var. Bu nedenle, Kuzey Kore askerlerinin Rusya...
Şimdi, Kuzey Koreli askerlerden bahsettiniz. Onun ek olarak bir soru sormak istiyorum aslında. Çünkü Çinli askerlerin de Ukrayna cephesinde Rusya ordusuyla savaştığına dair haberler düşmüştü. Çin'de bu kişilerin kendi kararlarıyla, imkanlarıyla savaşa katıldıklarını söylemişti. Buradan yola çıkarak, ülkeler arasındaki ilişkileri sormak istiyorum.
Rusya'nın, Çin ve Kuzey Kore ile özellikle kimi yorumcular, savaş yüzünden Rusya'nın Çin'e bağımlı hale geldiğini söylüyor. Katılır mısınız? Nasıl değerlendirirsiniz? Orada neler görüyorsunuz acaba?
Melis Hanım, Rusya ile Kuzey Kore arasındaki stratejik anlaşmada, ülkelerin bir savaş tehdidi ya da savaş içinde bulunması durumunda birbirlerine yardımcı olacaklarına dair çok açık ve seçik maddeler var. Yani dolayısıyla, Kuzey Kore askerlerinin Rusya topraklarında Rusya'yı savunmak üzere bulunuyor olmalarının temelinde bir anlaşma söz konusu. Bunun ahlaki ya da hukuki açıdan geçerliliğini tartışmaksızın söylüyorum. Kursa zaten bu askerler görev yaptılar. Bu, hükümetler arası bir anlaşma sonucu ortaya çıkan bir durum ve konumdu.
Şimdi, Çinlilerin dışında birçok ülkeden her iki tarafta da, mesela Türklerin de hem Ukrayna tarafında hem Rusya tarafında savaşa dahil olduklarının paralı asker ideolojik nedenlerle çeşitli farklı boyutlarla orada oturma izinleri olan, oradaki hanımlarla evli olan insanların da savaşa katıldıklarını biliyoruz. Dolayısıyla, Çinlilerin iştiraki ile ilgili çok sayıda bağlamda net bir bilgim yok. Ama bu münferit midir? Daha organize ve örgütlü bir şey midir? Aralı bir asker boyutu mudur? Bu konularda bir şey söyleyecek durumda değilim. Ancak, Çin ile Rusya arasında, Kuzey Kore ile Rusya arasındaki gibi bir anlaşma yok. Bunu net olarak ifade edelim. Eğer Çinli askerler savaşa iştirak ediyorlarsa, böyle bir anlaşmaya istinaden orada bulunmuyorlar.
Şimdi, Çin ile Rusya arasındaki ilişkiler, özellikle Ukrayna savaşı ile birlikte daha da gelişti. Malum, Rusya ile Çin ekonomileri aslında birbirlerine rakip ekonomiler değil. Tam tersine, karşılıklı bağımlılık temelinde birisi enerjiye, hammaddeye, minerallere, madenlere ihtiyaç duyuyor. Diğeri ise nihai ürünlere ve tüketici ürünlerine ihtiyaç duyuyor. Dolayısıyla, bu karşılıklı bağımlılık bağlamında çok önemli bir potansiyel var. Ortak sınırları da var. Yani o sınır boyunca, "sınır ticareti" tabir ettiğimiz ticaret de devrede.
Dolayısıyla, ideolojik olarak da zaten Rusya'nın Batı ile savaşı, Ukrayna değil, Batı ile savaşı ve Batı'nın Rusya'yı kuşatma ve ötekileştirme boyutunda. Komünist Partisi de tabii ki çok açık bir şekilde Batı karşısında çoğu kez Rusya'nın yanında yer almakta ve konum almaktadır. Başkan, Çin Komünist Partisi ve Çin...
Dolayısıyla, ideolojik olarak da zaten Rusya'nın Batı ile savaşı, Ukrayna ile değil, Batı ile savaşı şeklinde belirginleşiyor. Batı'nın Rusya'yı kuşatma ve dışlama boyutu da bu bağlamda önemli. Şimdi, Komünist Parti de tabii ki çok açık bir şekilde, Batı karşısında çoğu kez Rusya'nın yanında yer alarak bir konum aldı. Çin Komünist Partisi ve Çin Başkanı, hatta bugün Moskova'ya gitti. O, 9'undaki zafer gösterilerine katılmak üzere gitti. Dolayısıyla, stratejik öneme haiz anlaşmalar var ve son derece güvenilir ortak olma konumundalar.
Bu soru, geçenlerde Lavrov'a bir basın toplantısında soruldu. Amerika'nın Rusya ile yakınlaşma sürecinin, Rusya-Amerika işbirliğinin, Çin'e yönelik bir sürece evrilip evrilmeyeceği şeklinde bir soru soruldu. Lavrov, çok sert bir şekilde böyle bir şeyin söz konusu olamayacağını belirtti. Burada zaten Çin ile Rusya arasındaki işbirliği, dostluk ilişkilerinin ötesinde, hem Batı karşıtlığı temelinde bir zemine oturuyor hem de, dediğim gibi, olağanüstü bir iktisadi bağımlılık da doğurdu bu Ukrayna savaşı. Çünkü bakan vargarı nedeniyle Rusya, Çin'e, Çin teknolojisine, Çin yatırımlarına, bu tür stratejik eşyalarından otomotive, silah sanayine, her şeye kadar geniş bir alana yayılmış durumda.
Dolayısıyla, burada ABD'nin Çin ile bundan sonraki süreçte sadece tarife müzakerelerinin başlaması değil, güvenlik politikaları ya da güvenlik konsepti bağlamında, Çin'in konumlandıracağı yer konusunda da Rusya ile konuşması ya da görüşmesi gerekecek bir süreç var. Bu arada, benzer bir ülke olarak İran'ı da koyabiliriz. İran ABD müzakerelerinde, bu hafta sonu tekrar devam edecek anlaşıldığı kadarıyla. Hem Vitkov, İran Dışişleri Bakanı ile görüşmeden önce son iki defa Moskova'daydı, bir gün önce. Hem de İran Dışişleri Bakanı Moskova'ya gitti, bu görüş bir önceki görüşmeden önce oldu. Dolayısıyla, ABD Çin nükleer müzakerelerinde de, savunma füzesi müzakerelerinde de, ben Rusya'nın da devrede olduğunu düşünüyorum açıkçası.
Hocam, bir de Türkiye-Rusya ilişkilerine bakalım. Aslında siz az önceki soruda biraz değinmiştiniz ateşkes teklifi üzerinden ama biraz daha derinleşelim istiyorum. Türkiye'nin Rusya ile ilişkileri nasıl seyrediyor?
Bu arada benzer bir ülke olarak İran'ı koyabiliriz. İran, ABD müzakerelerinde bu hafta sonu tekrar devam edecek anlaşıldığı kadarıyla. Hem Vitaly Naumkin, İran Dışişleri Bakanıyla görüşmeden önce son iki defa Moskova'daydı bir gün önce. Hem de İran Dışişleri Bakanı Moskova'ya gitti, bu görüş bir önceki görüşmeden önce. Dolayısıyla, ABD-Çin nükleer müzakerelerinde, savunma füzesi müzakerelerinde de ben Rusya'nın da devrede olduğunu düşünüyorum açıkçası.
Hocam, bir de Türkiye-Rusya ilişkilerine bakalım. Aslında siz az önceki soruda biraz değinmiştiniz ateşkes teklifi üstünden ama biraz daha derinleşmek istiyorum. Türkiye'nin Rusya ile ilişkileri nasıl seyrediyor, hocam, sizce? Ve gelecekte ilişkilerin nasıl şekillenmesini bekliyorsunuz?
Melis Hanım, şimdi sizle son konuştuğumuzdan sonra da aslında somut bir değişiklik olmadı. Türkiye-Rusya ilişkileri sıkıntılı bir süreçten geçiyor. Açık söylemek gerekirse, bunlardan temel olarak ortaya çıkan sorunlardan bir tanesi, özellikle son cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra Türkiye'nin Ukrayna sahasında daha Batı yanlısı, daha NATO yanlısı bir politika izlemesi ve Sayın Mehmet Şimşek'in de Rusya'ya yönelik ambargolara büyük ölçüde hukuki bir temel olmasa bile Türkiye'nin bir şekilde uyuyor olması ya da Türkiye'nin de bu ambargolara iştirak ediyor olması ile ilgili süreçler Rusya'yı çok gücendirdi, endişelendirdi.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce Türkiye seçimlerinde Erdoğan'ı destekleyerek çok açık bir tavır almıştı Putin. Burada, bu tavrı sadece manevi anlamda bir destek olarak değil, maddi anlamda, finansal olarak da bir destek olarak somut bir şekilde değerlendirmemiz gerekiyor. Sadece Akkuyu değil, Türkiye'nin doğalgaz borçlarının ertelenmesinden tutun da Türkiye'ye gelen doğrudan yabancı sermaye boyutuyla bir yatırım yapıldı Erdoğan'ın yeni dönemine. Ama büyük bir sürpriz eseri, Erdoğan seçilmekle birlikte Mehmet Şimşek gibi batıyla ve batılı finans kuruluşlarıyla belli bir programı yürütmek üzere göreve geldiği için Rusya burada açıkta kaldı ve bunu not ettiler. Endişeyle izliyorlar.
Birincisi, bunu söylememiz gerekiyor. İkincisi, Suriye sahasında Astana süreci ile ilgili atılan imzalar, verilen sözlere rağmen Suriye'deki rejim değişikliği sonucu ilk birkaç ayda Türkiye'nin attığı adımları hem Rusya hem İran eleştirdi. Rusya özellikle üstlerin geleceği konusunda da endişeliydi. Ama bu yaklaşık 5 aylık süreç sonunda Rusya artık Suriye sahasında bir aktör olarak Türkiye'ye rağmen Türkiye'nin yanındadır.
Birincisi, bunu söylememiz gerekiyor. İkincisi, Suriye sahasında Astana süreci ile ilgili atılan imzalar ve verilen sözlere rağmen, Suriye'deki rejim değişikliği sonucu ilk birkaç ayda Türkiye'nin attığı adımları hem Rusya hem İran eleştirdi. Rusya, özellikle üstlerin geleceği konusunda da endişeliydi; ama bu yaklaşık 5 aylık süreç sonunda Rusya artık Suriye sahasında bir aktör olarak Türkiye'ye rağmen ve Türkiye'nin yardımı olmaksızın kalmayı başardı.
Suriye ile olan ilişkilerini Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri üzerinden yürütüyor. Jolani ile ve Heteşe yönetimi ile ilişkilerini bir şekilde düzeltiyor. Aralarına hala Moskova'da Rusya'da basıp gönderiyorlar. Üsler devam ediyor. Hatta son İsrail saldırılarının olduğu birkaç gün önce Amim üstündeki Rus uçakları da havalandı; bu, son 5 ayda ilk kez oldu. Bir eylem için değil ama bölge üzerinde uçuşlar gerçekleştirdiler. Rusya'nın Suriye sahasında İsrail ile daha yakın ilişkileri olmaya başladı.
Tabii, bizim Suriye'de izlediğimiz politikanın sonuçları Türkiye açısından olmasa bile SDG Kürtler açısından, İsrail açısından, Dürziler açısından son derece olumlu sonuçlar doğurdu. O gruplar açısından bir anlamda başarılı sonuçlar doğurdu. Dolayısıyla o aktörlerin neredeyse tamamının da Rusya ile olan ilişkilerine, bu arada Alevileri de dahil etmek gerekiyor. Ali Akdeniz kıyısındaki Alevi köylerinde, Rusya Jolani göreve geldikten sonra iki üssün dışında geçici üsler de kurmaya başladı. Yani ana üslerin dışında Rus güvenlik noktaları, kontrol noktaları da oluşmaya başladı.
Ukrayna'dan sonra Suriye'de ciddi bir yara açtı ikili ilişkilerde Rusya'yla. Tabii mali konular ayrı devam ediyor. Borçlar devam ediyor. Bunun ödenip ödenmemesiyle ilgili, gecikme ile ilgili Rusya tarafından yapılan enteresan açıklamalar var. Örneğin, S400 borçlarının ödenememesi nedeniyle Putin'in faiz borçlarını affettiğine dair bir kararname çıkartması söz konusuydu geçtiğimiz yıl. Dolayısıyla Rusya genel olarak, seçimlerde desteklediği Erdoğan'ın bugün batı yanlısı, NATO yanlısı izlediği politikayı açıkçası yadırgıyor. Hele bir de Ukrayna'ya asker gönderme konusunda bizimkilerin sanki ortada somut bir gelişme varmış gibi, "Türk askeri de gidebilir" falan gibi açıklamalarını da oldukça endişeyle izliyor. Bu konuda son derece sert analizlere de rastlıyoruz. Kremlin'e yakın...
Dolayısıyla Rusya genel olarak, seçimlerde desteklediği Erdoğan'ın bugün Batı yanlısı ve NATO yanlısı izlediği politikayı açıkçası yadırgıyor. Hele bir de Ukrayna'ya asker gönderme konusunda bizimkilerin sanki ortada somut bir gelişme varmış gibi, "Türk askeri de gidebilir" falan gibi açıklamalarını da oldukça endişeyle izliyor. Bu konuda son derece sert analizlere de rastlıyoruz, Kremlin'e yakın analistlerce. Hatta büyükelçimiz de sık sık davet ediliyor. Daha geçen hafta İstanbul'da Dışişleri Bakan Yardımcıları düzeyinde bir görüşme vardı. Lavrov, Antalya forumundaydı. Dolayısıyla Rusya ile ilişkilerde bir odaklanamama ya da önceliklendirememe boyutunun olduğunu söyleyebiliriz.
Bu da tabii ki ekonomik krizi aşmak için Türkiye'nin Batı dünyasıyla attığı, sonuç üretmeyen ama bir ümittir diye bir umuda bağlı olarak attığı adımlarla takip ediyoruz.
Hocam, hazır Türkiye ile olan ilişkilere de girmişken, aslında chat'te dikkat çekmiş. Rusya Türkiye'deki iç gelişmeleri nasıl takip ediyor? Özellikle İmamoğlu'nun tutuklanması konusunda konuşulan bir konu mu Rusya'da? Bu konuda bilginiz var mı? Onu da merak ediyoruz.
Şimdi Melis Hanım, Rusya normal olarak, bir Sovyet diplomasisinden ve Sovyet geleneğinden miras bir konuyla ülkelerdeki muhaliflerle pek ilişki kurulmuyor. Muhalifler derken iktidar alternatiflerinden bahsediyorum, Avrupa'daki bazı aşırı sağcı akımları destekliyor olmasından bahsetmiyorum. Orada zaten görünür bir ilişki biçimi yok, daha örtülü yapıyorlar bunu. Dolayısıyla İmamoğlu ile ilgili gelişmelere de bazı ihtiyatlarla yaklaşıyorlar. Gelişmeleri hep tırnak içinde Batı'nın bir renkli devrim denemesi midir, değil midir anlamında yorumluyor ve değerlendiriyorlar.
İktidar, hükümet olarak, Beşişleri olsun, Kremlin olsun bu konuda net bir şekilde topa girmiyorlar ve bu gelişmeler Türkiye'nin bir iç meselesi gibi gelen genel geçer bir geçiştirme boyutuyla değerlendiriyorlar. Ama tabii şunlar çok endişeliler. Yani Türkiye'de olası bir iktidar değişikliğinde, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi'nin öncülüğünde bir iktidarın ortaya çıkmasını da çok açık söylemek gerekirse Türkiye-Rusya ilişkilerinde bir risk olarak görüyorlar ve değerlendiriyorlar. Bunu da çok açık bir şekilde söylüyorlar. Örneğin Sayın Kı...
İktidar, hükümet olarak Beşişleri olsun, Kremlin olsun, bu konuda net bir şekilde topa girmiyorlar ve bu gelişmeleri "Türkiye'nin bir iç meselesidir" gibi genel geçer bir geçiştirme boyutuyla değerlendiriyorlar. Ama tabii ki şunlar çok endişeliler. Yani Türkiye'de olası bir iktidar değişikliğinde, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi'nin önderliğinde veya öncülüğünde bir iktidarın ortaya çıkmasını, çok açık söylemek gerekirse, Türkiye-Rusya ilişkilerinde bir risk olarak görüyorlar ve değerlendiriyorlar. Bunu da çok açık bir şekilde ifade ediyorlar.
Örneğin, Sayın Kılıçdaroğlu'nun seçimden önce attığı bir tweet bağlamında bunu somut şekilde gördük. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi'nin gerek Akkuyu, gerek doğalgaz, gerekse Türk-Rus işbirliği ile ilgili konularda bazen takındığı tavırların, direkt Rusya'yı eleştiren ya da suçlayıcı mahiyette olması onları endişelendiriyor. Halbuki Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerde son seçim dönemine kadar mükemmel düzeyde bir Erdoğan-Putin ortaklığı söz konusuydu. Kurumsal ilişkilerden ziyade, kişiler arasında tesis edilmiş bir anlayış birliği, bir işbirliği, hatta bir iş ortaklığı diyebileceğimiz bir model deniyordu.
Dolayısıyla Rusya, bu süreçte bu ilişkilerin meyvelerini bolca topladı. Yani S-400'den tutun da Türk Akım'ın kısa sürede onaylanıp inşa edilmesine, Suriye'de birçok harekâtı Amerika veya Kürtlere yönelik olarak gerçekleştirmemizde Rusya ile uyumlu çalışmamıza, Ermenistan-Azerbaycan Savaşı'nda yine bir anlayış birliği sergilenmesine bakarak Erdoğan iktidarından ve AKP iktidarından son derece memnundu. O nedenle de zaten son seçimlerden önce maddi manevi topyekûn bir destek sağladılar. Ancak bu son bir buçuk yıllık gelişmeler endişelendiriyor.
Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının Türkiye-Rusya ilişkileri ya da Türkiye'nin NATO ve ABD ile ilişkilerinde nasıl bir yörüngeye oturtacağını bilmedikleri için ihtiyatla yaklaşıyorlar. Ama Rusya şunu çok iyi yapıyor: AKP'den önce de bu böyleydi. Son güne kadar iktidarın yanındaydılar ve iktidar değiştikten sonra da yeni iktidarla ilişki tesis etmek için ne gerekiyorsa onu yapabilecek doneleri, araçları, politikaları da her zaman yedek olarak elinde tutar. Yani ilgiyle izlediklerini söyleyemem. Fakat hükümet, endişeyle de izlemiyor artık. Çünkü Erdoğan'ın Batı ile uzlaştığına inandıkları için o eski heyecanları yok açıkçası.
Sadece dediğim gibi, yine bir renkli devrim denemesi midir, değil midir?
Ama Rusya şunu çok iyi yapıyor. AKP'den önce de bu böyleydi. Son güne kadar iktidarın yanındaydı ve iktidar değiştikten sonra da yeni iktidarla ilişki tesis etmek için ne gerekiyorsa onu yapabilecek doneleri, araçları, politikaları da her zaman yedek olarak elinde tutar. Yani ilgiyle izlediklerini söyleyemeyeceğim, ama hükümet endişeyle de izlemiyorlar artık. Çünkü Erdoğan'ın da batıyla uzlaştığına inandıkları için o eski heyecanları yok açıkçası. Yine de bir renkli devrim denemesi midir, değil midir bağlamında, o konuda ihtiyatlar.
Hocam, bir de Avrupa Birliği'ne bakmak istiyorum aslında. Şimdi Avrupa Birliği, Rusya'ya karşı yeni yaptırımlar hazırlığı içinde. Avrupa Komisyonu dün hatta 17. yaptırım paketini önerdi. Bu konu üstünden aslında yaptırımları sormak istiyorum size. Sizce işe yarıyor mu? Çünkü yaptırımların ilk döneminde birçok batılı marka Rusya'yı terk etti. Ama Rusların hayatını ne derece etkiliyor? Nasıl bir caydırıcılığı var? Onu da sizin gözünüzden görmek istiyoruz. Nasıl yorumlarsınız?
Şimdi batı yaptırımları elbette Rusya'yı olumsuz anlamda etkiledi, etkiliyor. Bunda herhangi bir tartışma yok, bir soru işareti yok. Böyle bir mecburiyet karşısında Rusya, başta savunma sanayi olmak üzere birçok sektörde kendi imkânlarıyla veya Çin’le, üçüncü ülkelerle iş birliği yapma yoluna gitti. Bu bazen Türkiye olduğu bir dönem, İran olduğu bir dönem, özellikle savaş araç ve gereçleri konusunda İran çok önemli katkılarda bulundu. Kendi başının çaresine bakmaya başladı. Dolayısıyla ekonominin, IMF verilerine göre de büyümekte olduğunu söyleyebiliriz.
Trump'ın göreve gelmesiyle birlikte problem müthiş değer kazanmaya başladı. Tekrar bir bakıma Rusya kendi yağıyla kavruluyor. Bu sadece bu döneme özgü bir özellik değil Rusya açısından. Bu, Sovyet döneminde de soğuk savaş döneminde de Rus halkının kendi yağıyla kavrulması, batı ve emperyalist ülkelere ya da güçlere karşı başlarını dik tutma alışkanlığının ya da deneyiminin sonucu olarak pek fazla dışarıya renk vermeksizin bir şekilde ayakta duruyorlar. Çok önemli madenleri, mineralleri var. Doğalgazları, petrolleri var. İşte Avrupa Birliği bu ambargoları uyguladığı zaman bunun Avrupa'yı nasıl vurduğuna da şahit olmaya başladık. Örneğin otomotiv sanayi, Avrupa'daki enflasyon, ekonomik durum, enerji fiyatlarının artması, Avrupa'da birçok sektörün ve sanayinin rekabet gücünü kaybetmesi, ciddi bir iktisadi anlamda rahatsızlık söz konusu.
Rusya’nın çok önemli madenleri, mineralleri, doğalgazları ve petrolleri var. İşte Avrupa Birliği bu ambargoları uyguladığı zaman, bunun Avrupa’yı nasıl vurduğuna da şahit olmaya başladık. Örneğin otomotiv sanayi, Avrupa'daki enflasyon, ekonomik durum, enerji fiyatlarının artması, Avrupa'da birçok sektörün ve sanayinin rekabet gücünü kaybediyor olması ciddi bir iktisadi rahatsızlık söz konusu.
Fakat hala Avrupa, siyasi bağlamda Rus tehdidi ya da Rus yayılmacılığı boyutuyla bir şekilde ortak bir politika yürütme çabasında. Bu da zaman zaman dilinmeye başlandı. Macaristan ve Slovakya örnekleri var. Şimdi burada, bundan sonraki süreçte yeni getirilecek ya da getirilmesi muhtemel yaptırımların Rusya açısından katlanılamaz bir boyutta olabileceğine artık hiç kimse ihtimal vermiyor. Yani Batı, bugüne kadar neredeyse bu konudaki bütün silahlarını kullanmış durumda.
Kaldı ki, ABD'nin Rusya ile ilişkileri geliştirme çabası, Ukrayna barışının ötesinde ABD firmalarının özellikle Trump tarafından belirtilen, Rusya'da iş imkanı ya da iş olanağı kovalamaya başlayacağına dair bir potansiyel de söz konusu. Trump'ın daha neredeyse 3,5-4 yıllık bir görev süresi var.
Avrupa bu açıdan da endişeli. Ben, kaçıncı paket olursa olsun Avrupa Birliği'nin bundan sonraki yaptırımlarla Rusya üzerinde daha fazla etkili sonuçlar doğuracak bir adım atabileceğine ihtimal vermiyorum. Böyle bir kapasitesi yok zaten; artık kalmadı da. Trump'ın ne yapacağına bakmak lazım.
Şimdi Trump'ın tekrar Ukrayna'ya yardım yapacak mı, yapmayacak mı tartışması var. Son nadir elementler anlaşması imzalandıktan sonra Trump, 50 milyon dolarlık ticari bir satışın önünü açtı. O ayrı bir konu. F-16 parçası sevkiyatı konuları da devam ediyor. Ama bu, Trump’ın son tahlilde bir gecede ne yapacağı bilinmez.
Şimdi 9’undaki Moskova'daki zafer günü yürüyüşlerine ABD'den de bir katılım olacağı yönünde dedikodular var. Bugünkü Rus medyasında bu konuda kesin bir bilgi olmamakla birlikte Witkov'un ya da Dışişleri Bakanlığı'nın katılması da olası. Ayrıca bir Putin-Trump görüşmesi de söz konusu olabilir. Bu, belki de önümüzdeki günlerde Suudi Arabistan ziyareti sırasında gündeme gelebilir.
Şimdi 9'undaki Moskova'daki zafer günü yürüyüşlerine ABD'den de bir katılım olacağı yönünde eee dedikodular var. Bugünkü Rus medyasında bu konuda kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Witkov'un ya da Dışişleri Bakanlığı'nın katılması da olası. Ayrıca bir Putin-Trump görüşmesi de eee söz konusu olabilir. Bu belki de önümüzdeki günlerde eee Suudi Arabistan ziyareti sırasında gündeme gelebilir. Ama iki lider arasında bir kanal açık, Melis Hanım, yani saatlerce konuşabiliyorlar. Böyle bir eee yol açıldı zaten. Bakanlar temas ediyor, özel temsilci devrede.
Dolayısıyla bundan sonraki süreçte, ambargolar bağlamında söylüyorum, ABD'nin Avrupa'yla elele, kol kola ambargolar konusunda ortak adım atabileceklerini ben düşünmüyorum. Yine eskiden olduğu gibi münferit bazı adımlar gelir ama bunların da etkisi eee artık sınırlı olacak, çünkü istihati doldurmuş. Anlaşma.
Hocam, çok teşekkürler. Eee, davetimizi kabul ettiğiniz için. Eklemek istediğiniz bir şey var mı? Onları da alalım. Eee, son olarak, yani Suriye ile ilgili de eee, konuşabiliriz. Şimdi için söylemiyorum; eee, Colani'nin bir Fransa gezisi var. Bizi de yakından ilgilendiren, eee, bir konu bu. Bunun bir arka planına bakmak lazım. Colani'nin ya da yeni HTŞ yönetiminin ya da benim tanımımla IŞİD artıklarının yönettiği Suriye'nin bundan sonraki süreçte Türkiye ile ilişkilerinin eee nasıl olacağı konusuna da eee bir ara değinirsek iyi olur diye düşünüyorum.
Tabii hocam, değiniriz. Eee, çok teşekkür ederiz tekrar davetimizi kabul ettiğiniz için. Çok sağ olun. İzleyicilerimize de çok teşekkür ediyorum. Eee, bu saate kadar bizimle yayında kaldıkları için birkaç özel teşekkürüm var: Lale Özkahya Kahya ve Sezgin Muratoğlu katılıyerimiz olmuşlar. Teşekkür ederiz. Eee, yayınımızı beğenip paylaşmayı unutmamanızı rica ediyorum. Herkese iyi geceler. Görüşmek üzere. [Müzik] Ah.
İzleyicilerimize de çok teşekkür ediyorum. E, bu saate kadar bizimle yayında kaldıkları için birkaç özel teşekkürüm var; Lale Özkahya Kahya ve Sezgin Muratoğlu katılımlarını göstermişler. Teşekkür ederiz.
E, yayınımızı beğenip paylaşmayı unutmamanızı rica ediyorum.
Herkese iyi geceler. Görüşmek üzere. [Müzik] Ah.