Şimdi geldiğimiz son noktada, her iki tarafın da çok fazla dezenformasyon yaydığını hatırlatalım. Her iki tarafın da bilgi akışını kontrol etmeye çalıştığını belirtmekte fayda var. Hem sahadan aldığımız bilgiler hem de açık kaynaklardan aldığımız bilgiler doğrultusunda Tahran'dan gelen görüntüler çok üzücü. Öncelikle bunu söyleyelim. Burası İran'ın başkenti, 10 milyonluk bir şehir. Tahran. Dünkü Tahran'dan gelen görüntüler böyleydi.
Şimdi Wall Street Journal'da konuyla ilgili uzun bir yazı var. Nedir, ne değildir diye. Eğer bu bir Blitzkrieg gibi olursa, yani beklenmedik bir anda İran rejimi başlayan bir savaş ile karşılaşırsa; İran, İsrail'i vuracak, ummadık bir anda bir saldırı gerçekleştirecekse, bu senaryo başka. Ancak, karşılıklı olarak "War of Attrition" denilen birbirini tüketme savaşına girilirse, bu başka bir durum.
Wall Street Journal diyor ki, şunu unutmamak lazım: İran'ın bir füze deposu var ve elinde belli ölçüde hipersonik ve balistik füzeler bulunduğunu biliyoruz. Ancak, İsrail'in bu füzeleri durdurabilecek sistemleri var. İşte dün de üzerine konuştuğumuz ARO 2, ARO 3 gibi sistemler var. Fakat bunlar da pahalı sistemler. Bunu Rusya-Ukrayna savaşında da gördük; hatırlarsanız, Batı savunma sistemleri Ukrayna'ya gitti ama Rusya sürekli drone attack'leri yapıyordu. Bu drone'ları durdurmak için de pahalı sistemler kullanılıyordu. Aynı hikaye burada da geçerli. İsrail de çok pahalı bir sistem kullanıyor. Dolayısıyla Wall Street Journal'a göre, İsrail'in de eli rahat değil.
Ancak, burada herkes kendi propagandasını yapmaya çalışıyor. İsrail ordusu yayınladığı şeyde, İran'ın füze sistemlerini yani füzelerini atamasını sağlamaya çalıştığını belirtiyor. Çünkü, en az 2000 tane hipersonik balistik füzesi bulunduğunu biliyoruz İran'ın. Fakat, dün ancak iki ya da üç tanesini ateşleyebildiler ve bunlardan biri İsrail dışına düştü. Nasıl oluyor böyle diye sorabilirsiniz. Çünkü şu anda hava sahasına hakim olamadıkları için, İran maalesef hava sahasına hakim olamıyor ve İsrail F-35'leri istediği gibi İran'ın üzerinde uçabiliyor. Anlaşılan, içeriden alabildikleri istihbarat sayesinde, yanlış anlaşılmasın, bunu olumlu bir anlamda söylemiyorum; bir durum tespiti olarak ifade ediyorum.
Bakın, gerçekçi olmak savaşları kazandırır, hayal içinde uçmak savaş kazandırmaz. Tabii ki siyasiler propaganda yapacaklar; herkes kendi gücünü göstermek isteyecektir. O başka bir şey. Yani, Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkıp bir şeyler söyleyecek. Bu ayrıdır; siyasiler, demesi gerekenleri söyleyecekler. Ancak, bizim işimiz kimsenin propagandasını yapmak değil açıkçası.
Bakın, gerçekçi olmak savaşları kazandırır. Hayal etmek savaş kazandırmaz. Hani olabilir, tabii ki siyasetçiler propaganda yapacaklar. Herkes kendisinin ne kadar güçlü olduğunu anlatacak, o başka bir şey. Yani, tabii ki Cumhurbaşkanı Erdoğan çıkıp öyle böyle diyecek. O ayrı; yani siyasetçi demesi gerekeni söyleyecek. Ama hani bizim işimiz kimsenin propagandasını yapmak değil açıkçası. Bir savaşın tam ortasında duruyoruz, yine ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Dolayısıyla anladığımız şu: İsrail istihbaratı, içeriden de alabildiği yani içeriden bir ağa hakim belli ki, e İsrail alabildiği bilgiyle acayip stratejik, yani nokta atışları yapıyor.
Mesela, Tebriz'de ne kadar askeri üs varsa, tak, bunlar vuruldu. Askeri üslerin içerisinde özellikle füze fırlatma sistemleri, mühimmat nereler varsa nokta atış buraları vuruyorlar. Yani İran, elindeki bu hipersonikleri, onu atabileceği sistemleri etkisiz hale getiriyor İran'ın. Anlatabiliyor muyum? Onun için de hani İran şu anda eli kol bağlı bir durumda. Ne olacak bunun siyasi sonucu, onu göreceğiz.
Az önce Haman bir açıklama yaptı. İran rehber, işte lideri ne diyecek diye bekleniyordu. Ya, işte beklenti içeriden. Bu beklenti gitgide artıyor. Yani içeriden bir şey bu. E yarın da hakikaten Nefes gazetesi bununla ilgili önemli bir yazı yazdım. Yani her şeyin dönüm noktası neden? 2009 nasıl bir fırsatı kaçırdı aslında İran bir devlet olarak diye. Çok alınacak ders var. Yani buradan bir içeriden bir şey, bir geçiş hükümeti gibi bir şey kurulabilir aslında.
Eee şu İsrail bile bak ne yaptılar. 7 Ekim Savaşı'na girdi. 7 Ekim'den sonra savaşa girdikten sonra hemen bir savaş hükümeti, bir birlik hükümeti kurdu. Mesela öyle bir şey, bir geçiş hükümeti bir şey ama hiç, ama ne hiç, öyle demiyor. İran halkı diz çökmeyecektir. Amerika savaş tatsız gelir, tırs gider falan gibi bir konuşma yaptı. Eee bilemiyorum, ne olacak. Üzücü, hakikaten.
Hani bir de eee Tahran'ın bu hale gelmiş olması, insanların bu hale gelmiş olması üzücü maalesef. İsrail, tabii ki bu noktada şunu unutmamak lazım, diyorum ya. Herkes kendi propagandasını yapıyor diye. Koca İran'da, her ne kadar ne olursa olsun, bir noktadan sonra bu iş nereye gidecek? Bir noktadan sonra bu, İranlılarda bayrak etrafında toparlanma etkisi de yaratır. Bakın, yani şöyle bir şey olmuyor. Hani en başta böyle aa işte İsrail vursun da rejim değişir mi falan diye bir baktı millet. E ama...
Bilemiyorum, ne olacak. Üzücü, hakikaten. Hani bir de Tahran'ın bu hale gelmiş olması, insanların bu hale gelmiş olması üzücü maalesef. İsrail tabii ki bu noktada şunu unutmamak lazım; diyorum ya, herkes kendi propagandasını yapıyor diye. Koca İran'da, her ne olursa olsun, bir noktadan sonra bu iş nereye gidecek? Bir noktadan sonra bu, İranlılarda bayrak etrafında toparlanma etkisi de yaratır. Bakın, yani şöyle bir şey olmuyor; hani en başta böyle, "Aa işte İsrail vursun, da rejim değişir mi?" falan diye bir baktı millet. E ama insanların evi başına yıkılıyor.
"Başlarım," diyor insanlar tabii ki. Dolayısıyla bu, aslında mevcut rejimi kuvvetlendirebilir bile. Bakın, bunlar İran'dan insanların paylaştıkları fotoğraflar. Normale dönecek olursak, işte bunlar. Geriye bak, ojesini sürüyormuş kadın. Bak, herhalde aceleyle belli ki olur ya; oje koymuş koltuğun kenarına, o kalmış geriye. Bu havalandırma sistemi olur. Her bütün İran evlerinde geriye bu kalmış. Bir de Tahran'da evlerin çok pahalı, kiraların çok yüksek olduğu bir kent. Bir ev almak falan, bayağı bir iş yani; Tahran'da çok pahalı bir şey. İnsanlar alamıyor, edemiyor.
Hakikaten insanlar, hayat boyu birikimlerini, hayat boyu edindikleri birikimlerini yatırıyorlar bu apartman dairelerine. O da gidiyor bir anda. Yani bu geriye kalanlar, şu fotoğraf çok vurucu. Geri dönmüş kadın, evini işte yarısı yıkılmış, yarısı kalmış. Kadın evini toparlayacak. Şimdi diyorum ya, hani rejim için böyle bayrak etrafında toplanma etkisi yaratabilir. O zaman elde ne kalacak? Elde hiçbir şey kalmayacak. İsrail de belli ki bu operasyonla yapabildiği bu. Şimdi İran rejimi de şunu biliyor; yani İsrail'in de kendi mühimmatı sınırlı. Ben de şimdi sıkarsam bunun başka bir siyasi sonucu olur diye düşünüyor.
İsrail de Amerika Birleşik Devletleri'ni dahil etmek istiyor bu meseleye. Yani stratejik bir şey yapsın, Trump gelsin, Fordo'yu vursun, bir şey olsun falan istiyor. Orada da Amerikan siyasetinde çok ciddi bir iç çekişme var. Nasıl bir iç çekişme var? Şimdi bir kısım klasik cumhuriyetçiler, Amerika Birleşik Devletleri burada İsrail'in yanında yer almalı. İran'ın nükleer bir güç olmasına kesinlikle izin verilmemeli ve İran rejimine güvenilmemeli diye düşünüyorlar. Biz burada İsrail'e destek verelim; askeri, maskeri ne lazımsa diyorlar.
Fakat bu yeni tip cumhuriyetçiler, MAGA'cılar, "America Great Again"ciler, zaten bunların içinde hakikaten çok ciddi antisemitler, anti-Israilciler var. Onlar çok karşılar. "Bize ne?" diyorlar yani. "Bize ne? Biz niye giriyoruz bu savaşa?"
Hani şunu da söylüyorlar ya, habire fotoğraflar paylaşılır ya sosyal medyada. İşte 1979 öncesi İran, kadınlar mini etekle geziyor falan. Hani bunu söyleyen çok; “Kardeşim, kadınlar mini etekle gezecek diye biz niye savaşa giriyoruz? Herkes kendi savaşını kendi versin.” diyenler de var. Böyle bir anlaşmazlık var.
Dün gece İsrail Kanal 12, “Amerika Birleşik Devletleri savaşa dahil olacak,” diye böyle bir son dakika haberi geçti. Ama Amerika Birleşik Devletleri'nden böyle bir şey çıkmadı. İsrail de kendisi biraz dezenformasyonla Amerika'da bu işe dahil olacak intibası yaratmaya çalışıyor. İran'ın içerisinden gelen çeşitli tepkiler var. Bakın, bu bir İranlı yazar; Seher Delicani. “Ben diyor kendim bir İran hapishanesinde doğdum. Çünkü diyor annem babam cezaevinde tutuluyordu. Amcam diyor toplu mezarlardan bir tanesinde yatıyor. 79 devrimi sonrası hatırlayın, İslamcılar yönetimi devraldıktan sonra, yani yönetimde baskın çıktıktan sonra, bütün solcuları, komünistleri neredeyse yargılamadan toplu asmışlardı. İşte amcası, adamı katletmişler, böyle bir mezarda yatıyor” diyor.
Dolayısıyla, bana bu İran rejiminin işlemiş olduğu suçları anlatmanıza gerek yok. “Ben kanımla kemiğimle yaşadım” diyor. Ama bu, şu anlama gelmez. Yani ben kendi insanımın bombalanması, kendi insanımın öldürülmesi, bundan hoşnut olacak değilim diyor. “Bana bunu anlatamazsın,” diyor. “Eğer özgürlük dediğiniz, böyle masum insanların ölmesiyle gelecekse, sizin peşinde olduğunuz şey, kusura bakmayın, özgürlük değildir,” diyor.
Bakın, size ölmüş bunlar; bu insanlar öyle düz Tahranlılar. Yani bir yerden geçerken İsrail bombalıyor ve üzerlerine şarapnel düşüp ölüyorlar. Bu Tahranlı bir doktor. Önü bir kulak burun boğaz doktoruymuş. Tejriş, Tahran'ın çok merkezi meydanlarından bir tanesi. Orada bir askeri üssü bombalıyor, işte bir devrim muhafızlarının bilmem nesini bombalıyor İsrail. E bu adamın devrim muhafızlarıyla bir alakası yok. Yani oradan geçerken ölüyor gidiyor.
Bu kadınca bir anne, çoluğu çocuğu var. Geçerken yoldan şarapnel düşüyor, aynı şekilde üstüne ölüyor gidiyor. E diyorlar ki “Kardeş, böyle özgürlük mü olur?” Dolayısıyla şimdi İsrail, bir an önce Amerika Birleşik Devletleri'nin dahil olmasını istiyor.
Bakın, bunlar ölmüş insanlar. Öyle düz Tahranlılar yani bir yerden geçerken İsrail bombalıyor ve üzerlerine şarapnel düşüp ölüyorlar. Bu Tahranlı bir doktor. Önü bir kulak burun boğaz doktoruymuş yani adam. Tejriş'te, Tahran'ın çok merkezi meydanlarından bir tanesi. Orada bir askeri üssü bombalıyor, işte bir devrim muhafızlarının bilmem nesini bombalıyor İsrail. E bu adamın devrim muhafızları bilmem nesiyle bir alakası yok. Yani oradan geçerken ölüyor gidiyor.
Bu kadınca, bir anne, çoluğu çocuğu var. Geçerken yoldan şarapnel düşüyor. Aynı şekilde üstüne ölüyor. E diyorlar ki, "Kardeş, böyle özgürlük mü olur?" Dolayısıyla şimdi İsrail, bir an önce Amerika Birleşik Devletleri dahil olsun, hani bu iş bitsin. Peşinde Amerika Birleşik Devletleri dahil olsun diye Cumhuriyetçiler arasında böyle bir evet, yani olmak istemiyorlar. Yani Trump, belli ki bir oraya sürükleniyor. Dışişleri Bakanı sessiz, işte başkan yardımcımız JD Vens bir şeyler yazdı falan. Bakalım, önümüzdeki günlerde ne olacak.
Önümüzdeki günlerde ne olacağını göreceğiz ama işin ucu dönüp dolaşıp Türkiye’ye gelir mi? Benim anladığım kadarıyla, Türkiye'de iktidar aslında devleti de biraz böyle görüyor bu meseleyi. Ya iktidar şöyle görüyor; burada bir rejim değişikliğine gidilmek isteniyor İran'da. Nasıl bir rejim geleceği belirsiz. Bu işin ucu döner, dolaşır, Türkiye'ye gelir diye düşünüyorlar.
Bugün, hani hem Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tabii konuşmasından bu işareti gördük. Bir de Türkiye'de sosyal medyada çok yayıldı. İsrailli bir gazeteci, ya tam gazeteci değil de bu nasıl diyeyim? Bizdeki Hakan Ural gibi bir tip. Hakan Ural gibi bir tip, işte diyor "Gazze ile başladık, Lübnan diyor bir şey diyor. Sonra diyor Türkiye diyor, şöyle göstereyim." Bunu işte Arapçaya çevirmişler. Diyor ki; "İşte Gazze'de bilmem futbol terimleri diyor. Sıra Türkiye'de diyor." Yani böyle bir açıklama tabii çok yayıldı Türkiye'de.
Ha, bu dikkate alınacak birisi mi? Aslında değil. Dediğim gibi Hakan Ural gibi bir tip, öyle bir televizyon kanalı ama birilerinin kafasının arkasında var mıdır? İsrail yönetiminde sonuçta çok uç unsurlar var. Olabilir. Bununla ilgili MHP'li doktor İzzetul Büyönter Bahçeli demişti: "Bakın, çember daralıyor, hesaplaşmaya yaklaşıyor," yazmış. İsrail'e karşı böyle yapmamız lazım diye.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da bugün grup toplantısında bu meseleye değindi. Sert mesajlar verdi. Tıpkı son 23 yılda karşı karşıya kaldığımız diğer çatışmalarda olduğu gibi, İsrail’in İran’a yönelik terör saldırılarını da çok yakından takip ediyoruz. Bu saldırıların Türkiye’ye olası etkileri konusunda, bütün kurumlarımız, ilgili bütün arkadaşlarımız...
Bununla ilgili MHP'li eee doktor İzzetul Büyönter Bahçeli demişti. "Bakın, çember daralıyor; hesaplaşmaya yaklaşıyor," yazmış. "İsrail'e karşı böyle yapmamız lazım," diye. Eee, Cumhurbaşkanı Erdoğan da bugün grup toplantısında bu meseleye değindi. Sert mesajlar verdi. Tıpkı son 23 yılda karşı karşıya kaldığımız diğer çatışmalarda olduğu gibi, İsrail'in İran'a yönelik terör saldırılarını da çok yakından takip ediyoruz. Bu saldırıların Türkiye’ye olası etkileri konusunda, bütün kurumlarımız, ilgili bütün arkadaşlarımız teyakkuz halinde. Her türlü olumsuzluğa, her türlü senaryoya karşı hazırlıklarımızı yaptık ve yapıyoruz.
Bir defa şunu herkesin bilmesi lazım: Biz bakkal işletmiyoruz. Dünyanın en büyük ülkelerinden birini, Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetiyoruz. Devlet tecrübemiz, tarihi derinliğimiz, millet olarak yüzyıllara sari birikimimiz bu sürecin idaresinde bizim en büyük referans kaynağımızdır. İktidar sorumluluğu, içi boş söylemleri, hamaseti, polemiği kaldırmaz. Sırtında yumurta küfesi olmayanların söylemleriyle hareket edemeyiz. Daha düne kadar İsrail'in gönüllü avukatlığına soyunup, utanmadan, sıkılmadan 'Hamas, terör örgütü' diyenlerin kışkırtmalarını zaten muhatap almıyoruz. Meclis açılış hitabımda İsrail'in artan saldırganlığına dikkat çektiğimiz için bizi acımasızca eleştirenlere, bugün bize akıl vermek, bizim hassasiyetimizi sorgulamak düşmez. Şayet zerre miskal öz saygıları kaldıysa, hatalarını kabul edip bizden özür dilemek düşer.
Biz İsrail'le işbirliği yapmıyoruz. Ne diyorsunuz siz, diyor. İşte, hazırlıklı olduğunu söylüyor Türkiye'nin. Bir de tabii grup toplantısında şunu da söyledi: "Yani İsrail'in bu saldırıları tamamıyla hukuk dışıdır. İran'ın da her türlü kendini savunma hakkı vardır." Dünyada sessizdir diye, Cumhurbaşkanı Erdoğan sert bir şekilde eleştirdi. Türkiye belli ki bunu kendisine bir tehdit olarak görüyor. Bir rejim değişikliği olması durumunda, yeni rejim nasıl şekillenecek? Türkiye ile pozisyon ne olacak? Türkiye'nin bu konuda soru işaretleri var. Dolayısıyla Türkiye tedirgin. Yani İran'da yaşananlara böyle bakıyor.
İşte burada, diyorlar ya, "iç cepheyi kuvvetlendirmek lazım," diye. Katılıyorum. Katılıyorum da şimdi birkaç bir şey göstereceğim size İran’dan. Eee, İran ders olsun diye. Yani çünkü her savaş bir ders. İşte, Ukrayna savaşıda başka şeyler gördük değil mi? Ne gördük mesela? "Aa, dedik ki, geleceğin savaşları drone mu olacak?" mesela? Onu konuştuk haftalarca. E ne oldu şimdi? Bak burada drone, mondu. Şimdi büyük büyük silahlar çıkıyor...
Dolayısıyla, işte burada diyorlar ya, yani iç cepheyi kuvvetlendirmek lazım diye; katılıyorum. Katılıyorum ama şimdi birkaç şey göstereceğim size İran'dan, ders olsun diye. Çünkü her savaş bir ders. İşte Ukrayna savaşında da başka şeyler gördük, değil mi? Ne gördük mesela? "Aa dedik ki geleceğin savaşları drone mu olacak?" Onu konuştuk haftalarca. E ne oldu şimdi? Bak, burada drone falan yok. Şimdi büyük büyük silahlar çıkınca, koşullar değişince de bu işte dronun olmadığını gördük, değil mi? Her savaş insana, bizlere bir şey öğretiyor.
Sen Günal, İran olunca çok detaya giriyorsun. Bizim acıları biz halledemiyoruz. "Ne olur daha fazla yükleme, sivil halklarla dayanışma" dedin, "tamam, artık depresyondan çıkamıyoruz" demişsiniz. Haklısınız. Haklısınız ama bir iki örnek vereceğim. Bir tanesi, dün İran rejimi akşam Tahran'da İnkılap Meydanı'na insanları çağırdı; "Gelin, toplayalım, hep beraber toplanalım, bir gövde gösterisi yapalım" dedi. Vallahi pek kimse yoktu. Şimdi insanlar tabii ki İsrail bombardımanına karşı duyarlılar ama rejim çağırınca da öyle millet toplanmıyor.
Ay heyler heyler hey heyler heyler heyler heyler. Allahu ekber. Allahu ekber. Allahu ekber. Allahu ekber. Allahu ekber. Yani koskoca Tahran'da şimdi burada bir avuç insan. Şimdi bu aslında kötü bir görüntü İran rejimi için. Neden? Çünkü arkadaşlar, gene hani işte başörtüsü açık kadınlara mesaj gidiyordu ya, hani kameralardan tespit ediyorlar; "Şu kadar ceza ödemeniz lazım" falan diye. Köpek gezdirmek de yasaklandı. Yani, köpeğinizle görüldünüz, bu yüzden şu kadar ceza ödeyeceksiniz diye savaşın ortasında millete hala köpek cezası mesajı gidiyor. Yani durum bu. Bunu da İran'dan paylaşmışlar.
Yani, arkadaş döne döne aynı şeyi söylemek istemiyorum ama kuşkusuz askeri teknoloji çok önemli ama bunların hepsi birbirine bağlı. Tüm bunlar birbirine bağlı. TUSAŞ, Paris'teki savunma fuarına gitti. İşte orada da Kaun uçağı söz konusu oldu. Biliyorsunuz, TUSAŞ fuarına giden gazeteci arkadaşlar da eleştirilmişler. Sinan Burhan'la Zafer Şahin, görmüşsünüzdür sosyal medyada, risk altında kaldılar. TUSAŞ, bu gazetecileri götürmüş. Nasıl kalıyorlar risk altında diye. Elbette TUSAŞ orada Airbus'la falan bir anlaşma imzalamış. Yani, biraz işte göstermek istiyorlar. Varlık göstermek istiyor. O kadar Paris'e gidilmiş, stand açılmış falan. Bu standta varlık...
Yani arkadaş, dönüp dolaşıp aynı şeyi söylemek istemiyorum ama kuşkusuz askeri teknoloji çok önemli, ama bunların hepsi birbirine bağlı. Hepsi birbirine bağlı. TUSAŞ, Paris'teki savunma fuarına gitti. Orada da Kaan uçağı söz konusu oldu. Biliyorsunuz, TUSAŞ fuarına giden gazeteci arkadaşlar da eleştirildi. Sinan Burhan ve Zafer Şahin, görmüşsünüzdür sosyal medyada, risk altında kaldılar. TUSAŞ bu gazetecileri götürdü. Nasıl kalıyorlar risk altında, diye. TUSAŞ bir grup gazeteci götürmüş, hakikaten.
E tabii, TUSAŞ orada Airbus'la falan bir anlaşma imzalamış. Yani biraz işte göstermek istiyorlar. Varlık göstermek istiyorlar. O kadar Paris'e gidilmiş, stand açılmış falan. Bu standta varlık göstermek istiyorlar. Orada enteresan mesela, İsrail'e stand vermemişler. Fransa da Türkiye gibi düşünüyor bu arada. Şimdi Almanya, diyor ki; "İsrail'in sonuna kadar hakkıdır." Fransa ise, "İsrail'in bu yaptığı hukuksuzdur. Rejim değişikliği bu şekilde olmaz," diye düşünüyor. Türkiye ile Fransa mesela burada şu anda aynı çizgide.
Neyse, bu Paris savunma fuarında İsrail'in standını da açtırmamışlar. İsrailliler de standa daha önceden kiraladıkları için, "Bizim silahlarımız o kadar iyi ki, Fransa görmenizi istemiyor," falan diye yazı asmışlar. Neyse, o başka bir detay.
Velhasıl, bu gazetecileri götürmüşler. TUSAŞ yanında risk altında kaldıklarıyla ilgili bir sosyal medya paylaşımından yola çıkıp yorum yapılmıştı. Ya bakın, burada neyse o. Bunu anlatmaya çalışıyorum her seferinde. Bazen bu tarafı kızdırıyorum, bazen şu tarafı kızdırıyorum ama işin aslı şuymuş: Risk altında kalınmamış. Zafer Şahin ile Sinan Burhan, yolda yürürken oradaki bir gurbetçi, yani orada çalışan birisi, fanıymış bu gazeteci arkadaşların. Onlara demiş ki, "Abi gelin şurada bir çay, kahve ısmarlayayım, sohbet edelim," demiş. Risk altına çağırmış. Selfie orada çekilmiş. Risk altında kalmamışlar.
TUSAŞ, işte kendi ekibiyle beraber ağırladığı gazetecileri de böyle Paris'in 202-2 dakika dışında normal dört yıldızlı bir otelde konaklatmış. Yani, neyse o hani demenin, yani işte dezenformasyon kendini kandırmak oluyor arkadaşlar. Kimseye bir faydası olmuyor. Onun için hep böyle kurcalamak ve gerçeğin peşinden gitmekte fayda var.
Velhasıl, şimdi bu İsrail'in İran'ı operasyonuyla beraber biz güçlü müyüz, değil miyiz, birlik miyiz, değil miyiz tartışması var ya. Oradan tabii Kaan Uçağı gündeme geldi. Şu video çok paylaşıldı. Nerede bakayım, 30'ş videosu? Ha, şurada. Mehmet Bey, samimi bir soru sorabilir miyim? F-35 dediğiniz için şu anda biz fuardayız. Biraz ileride Amerika Birleşik Devletleri'nin hava araçlarını sergilediği bir alan var. Orada bir tane...
Onun için hep böyle kurcalamak ve gerçeğin peşinden gitmekte fayda var. Velhasıl, şimdi bu İsrail'in İran'ı operasyonuyla beraber, biz güçlü müyüz, değil miyiz, birlik miyiz, değil miyiz tartışması var ya, oradan tabii ki Kaan Uçağı gündeme geldi. Şu video çok paylaşıldı. Nerede bakayım, 30’ş videosu? Ha, şurada.
Mehmet Bey, samimi bir soru sorabilir miyim? F-35 dediğiniz için şu anda biz fuardayız. Biraz ileride Amerika Birleşik Devletleri'nin hava araçlarını sergilediği bir alan var. Orada bir tane F-35A var. Şimdi samimi olarak şu soruyu sormak istiyorum: Eğer bir F-35 ile Kaan, seri üretimden sonraki Kaan, karşılaşsaydı ne olurdu? İnşallah öyle bir şey olmaz. Ama şunu söyleyebilirim, F-35 güzel bir uçak, onu söyleyeyim. Yani gerçekten beşinci nesil ama Kaan ondan bir tık daha önde olacağını söyleyebilirim. Çünkü her şeyden önce Kaan, bizim istediğimiz zaman, istediğimiz yerde, istediğimiz hedefe kendimizi korumak amaçlı olmak şartıyla kullanabiliriz. F-35'te de bunu yapma ihtimaliniz bu kadar yok.
Şimdi dolayısıyla, sizin istediğiniz yerde kullanacağınız bir platform, bir numarada olmasa bile sizin için gayet önemli bir platform ve eşinizi göreceğiniz bir platform. Halbuki bizim Kaan'daki özellikler F-35'ten daha ilerleyecek. Mesela F-35'te tek motor var, bizde iki tane. Dolayısıyla daha hızlı ve aynı veya çok benzer görünmezlik özelliklerine sahip. Tabii net olarak F-35’in bir rakamını söylemek zor ama Kaan ya orada ya da ondan bir tık önde diyebileceğimiz yerdeyiz.
Üçüncüsü de radar. AS radarı şu anda Aselsan'ın geliştirdiği radar, 180 ila 200 kilometrelik mesafeyi görebilecek kabiliyette. Bu arada hemen arkada da Aselsan standını görmüş olduk. Ben inanılmaz gurur duyuyorum birlikte çalışmanızdan dolayı. Savunma, hayır umuyorum. Bir tık nedir tabii bilmiyorum. Bizimki bir tık daha iyi diyor. F-35'ten bir tık nedir bilmiyorum ama umuyorum öyledir.
Bak, kendimizi kandırıyorsak, bak İran rejimi, o çık bir sene önce, açalım bunların askeri geçit törenlerini. Ne anlatıyor, ne anlatıyor? Amerika'yı öyle vururuz, İsrail'i böyle estiririz falan. Şimdi güzel, kendi kendine propaganda yaparsın. Bu böyledir, demiyorum Kaan. Bilmiyorum yani. Onu uzmanlar anlatsınlar, konuşsunlar ama biz kendi kendimizi kandırıyorsak yine pembe hayaller içerisinde, bak bunun kimseye bir faydası olmuyor. Bunu anlamışızdır umarım. Etrafımızda olan her şey bize bir ders. Kendi kendini gaza getiriyorsun. Tamam, millet A Haber izler. Ertuğrul dizisi izler. Evinde kılıç kuşanır. Dıkşın dıkışın birbirine şey yapar da, işte...
Bak, kendimizi kandırıyorsak... Bak İran rejimi o çık, bir sene önce açalım bunların askeri geçit törenlerini. Ne anlatıyor? Ne anlatıyor? Amerika'yı öyle vururuz, İsrail'i böyle estiririz falan. Şimdi güzel, kendi kendine propaganda yaparsın. Bu böyledir demiyorum Kaan. Bilmiyorum yani. Onu uzmanlar anlatsın, konuşsunlar ama biz kendi kendimizi kandırıyorsak yine pembe hayaller içinde olmanın kimseye bir faydası olmuyor. Bunu anlamışızdır umarım.
Etrafımızda olan her şey bize bir ders. Kendi kendini gaza getiriyorsun. Tamam, millet A Haber izler, Ertuğrul dizisi izler. Evinde kılıç kuşanır. Dıkşın dıkışın birbirine şey yapar, ama işte birbirine şey yapmayla olmuyor yani. Şimdi bak, bir sene önce çağırsaydın şuraya bir İranlı uzman. H. Seyid Marandi var mesela; bunların propagandist gazetecisi. Öyle bir anlatıyor ki, sanırsın ki bunlar aya gitmiş, Mars’a koloni kurmuş. Yani bütün dünyayı işgal eder falan. Şimdi, öyle olmuyor demek ki.
Bir iki, Tahran'da köpek gezdirdi. SMS’i yolluyorlar hâlâ. Adamların kafasına bak. Yani bu kafayla diyor ki ben yazık. Ülkeyi bir felakete sürüklüyorlar. Şimdi her şeyin ötesinde, kendi içinde işler bir sistem ve kendi vatandaşını cezalandırma üzerine kurulu bir sistem olmayacaksın kardeşim. Şimdi birlik, birlik falan, iç cephe falan diyorlar da al, buyur bak, daha yeni haber geldi. Yazık günah ya.
Gezi davası yükümlüsü Tayfun Kahraman MS hastası biliyorsunuz. Silivri Cezaevi'nden Özgür Çelik bildiriyor. İstanbul CHP İl Başkanı Tayfun Kahraman, Silivri’den MS hastalığı nedeniyle İstanbul Üniversitesi Cerahpaşa Hastanesi nöroloji polikliniğine sevk edilmiş. 18 yıl hapse mahkûm edildi adama. 18 yıl. Suçu ne? Suçu şehir plancılığı arkadaşlar bu adamın. MS hastası adam. Şimdi yani ne denecek bir şey var mı?
Öte yandan, Beylikdüz Belediye Başkanı kendisi de lösemi tedavisi görüyormuş. O da İBB operasyonlarında alındı kendisi. Onun durumuyla ilgili Yılmaz Tunç’a soruldu. Efendim, tutuklu bulunan Beylikdüz Belediye Başkanının tahliyesine ilişkin avukatlarının bir talebi var. Sağlık sorunları yaşadığını, sağlık sorunuyla ilgili talebi, elbette ki değerlendirilir. Bu noktada adli tıp kurumu yetkilidir. Öncelikle hastane raporları, tüm bunları değerlendirecek olan tabii infaz kanunumuz çerçevesinde ilgili kurumlarımız değerlendiriyor.
Ekrem İmamoğlu’nun davasının duruşmasını takip eden gazeteci arkadaşlar oradan video ve fotoğraf paylaşmışlardı. Mahkemeden video, fotoğraf paylaşmak yasak olduğu için bu arkadaşlara da bir soruşturma açılmış. Onun haberi de geldi. Yani soruşturmalar deryası, inanın gerçekten. Kime ne...
Öte yandan, Beylikdüz Belediye Başkanı kendisi de lösemi tedavisi görüyormuş. Bu IBB operasyonlarında alındı kendisi. Eee, onun durumu ile ilgili Yılmaz Tunç'a soruldu. Efendim, tutuklu bulunan Beylikdüz Belediye Başkanının tahliyesine ilişkin avukatlarının bir talebi var. Sağlık sorunları yaşadığını, sağlık sorunuyla ilgili eee talebi elbette ki değerlendirilir. Bu noktada adli tıp kurumu yetkilidir. Öncelikle eee hastane raporları, tüm bunları değerlendirecek olan tabii infaz kanunumuz çerçevesi içerisinde ilgili kurumlarımız değerlendiriyor.
Ekrem İmamoğlu'nun eee davasının duruşmasını takip eden gazeteci arkadaşlar oradan video ve fotoğraf paylaşmışlardı. Mahkemeden video fotoğraf paylaşmak yasak olduğu için bu arkadaşlara da bir soruşturma açılmış. Onun haberi de geldi. Yani, soruşturmalar deryası inanın gerçekten. Kime ne faydası var, hakikaten bilmiyorum. Yani bu kadar. Elimizde sopa var, he öbür tarafı dövek. Niye anketlerde aşağı çıkıyoruz? Bunun kime ne faydası olduğunu ben hiç anlayamıyorum.
Yani, bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan bu İBB operasyonları üzerinden muhalefete yüklenmeyi sürdürdü. Bu dedi, nasıl muhalefet pembe diziye dönmüş, bunlar işte diyor ki entrikalar, entrikalar falan. Özgür Özel de dedi, gelsin etkin pişmanlıktan yararlansın gibi böyle bir çıkışta bulundu. Çıkış arpalığa çevirdikleri belediyelerin kaynaklarıyla semirenler ana muhalefeti yolsuzluklarına canlı kalkan yaparak Türk siyasetini de enfekte ediyor.
Türkiye'nin kronikleşmiş muhalefet açığı giderek derinleşiyor. Siyasi rakibimiz de olsa biz bu tabloyu doğru bulmuyoruz. Sayın Özel ve CHP yönetiminin yanlışta ısrar etmekten bir an önce vazgeçip etkin pişmanlıktan faydalanması gerektiğine inanıyorum. Evet, böyle böyle bir çıkış yaptı Erdoğan.
Peki, Özgür Özel aslında buna dün cevap verdi grup toplantısında. Bir kere, Özgür Özel bu hani art arda soruşturması, artık CHP soruşturma manyağı oldu yani, resmen tabiri caizse. Hem İstanbul Başsavcısı işte Akın Gürlek'le ilgili yeni iddialar gündeme getirdi. Geri adım atmayacağını söylüyor Özgür Özel. CHP'nin il il gezerek yaptığı mitingler sürecek. O CHP'nin önemli kalesi. Son anketlerde CHP, Ankara'da, İstanbul'da AK Parti ile farkı açıyor görünüyor.
Ve Özgür Özel aslında dün şeye de söyledi. Kendi tabanına ve örgüte de il, ilçeye de söyledi. İl ve ilçe yorgun biliyorum. Evet, Anadolu'da şehirlere git, orada miting yap. Herkes diken üstünde. Kimin ne gün gözaltına alınacağı belli değil. Şaka değil bu arkadaşlar. Ciddi baskı altında muhalefet.
Bir yandan kurultay davası duruşması var ki ona ilişkin de, onun nasıl sonuçlanacağı ile ilgili Özgür Özel dedi ki, "eğer kayyum atanırsa mutlak butlan denirse ben boşaltmayacağım, otururum burada, boşaltmayız biz CHP Genel Merkezine." Olamaz öyle bir şey. Dün onu Barışçı arkadaş anlattı televizyonda. Eğer öyle olursa Kemal Bey…
Son anketlerde CHP'nin Ankara'da ve İstanbul'da AK Parti ile farkı açtığı görülüyor. Özgür Özel, dün kendi tabanına ve örgüte de il, ilçeye de konuştu. "İl ve ilçe yorgun, biliyorum. Evet, Anadolu'da şehirlere git, orada miting yap," dedi. Herkes diken üstünde; kimin ne gün gözaltına alınacağı belli değil. Bu ciddiye alınması gereken bir durum. Muhalefet ciddi bir baskı altında.
Bir yandan kurultay davası duruşması var; onun nasıl sonuçlanacağı ile ilgili de Özgür Özel şöyle dedi: "Eğer kayyum atanırsa, mutlak butlan denirse, ben boşaltmayacağım. Otururum burada; boşaltmayız biz CHP genel merkezine, olamaz öyle bir şey." Dün bunu Barışçı arkadaş televizyonda anlattı. Eğer öyle olursa Kemal Bey'in bir planı varmış. İnanılmaz bir durum. Kemal Bey, kendisi ofisinden çalışmaya başlayacakmış; arkadaşlara da, "Siz de evlerinizden çalışmaya başlayın," diyecekmiş. Yani genel merkez böyle olsun, alternatif genel merkez kuracaklarmış. Öz CHP gibi. Oradan çalışmalarını sürdürecekler.
Demek ki iki başlı bir CHP hazırlığı var. Barış arkadaş bu ifadeleri kullanmadı ama ne yapmaya çalıştıklarını anlattı. Özgür Özel, aslında dün şöyle bir çıkış yaptı: "Zor günlerden geçtik, geçmeye devam edeceğiz. Çok acılar çektik, çekmeye devam edeceğiz." 23 yıllık, suça, fireye, kötü ilişkilere alışmış bir iktidarla karşı karşıyayız. Elbette bu iktidar, çiçeği yaptırıp da devretmeyecek. Bu kadar hukuksuzluğu, bu kadar haksızlığı, bu kadar vicdansızlığı beklemiyorduk. Ancak kimse iktidara yürüyüşün bir gül bahçesinden geçeceğini beklemesin. İktidar yürüyüşü, kurtuluş mücadelesi bedel ödenerek, gerekirse ölerek, gerekirse o günü hapiste bekleyerek ama asla teslim olmayarak yürünecek bir yoldur.
"Teslim olmayanlara selam olsun. Teslim olmamızı bekleyenlere dert olsun. Bu irade bizim gücümüzdür. Korkunuz, sizin çaresizliğinizdir. Biz kazanacağız. Millet kazanacak, halk kazanacak. Hepimizin yolu açık olsun," dedi Özgür Özel. Bu çıkışı CHP'lilere de söylüyor. Uzun bir yol ve zor bir yol diyor. Gül bahçesi değil bu, dikenli bir bahçe. "Devam" diyor, yani direnişe devam. Gerçekten burada Özgür Özel kesesini koydu.
Cumhur demişsiniz ki, "Ekonomi bizi kuş avlıyor. Tuz yok, yemek yok, aş, ne yapacak bu millet?" Ay, neden böyle diyorsunuz? Hiç öyle demiyor Cumhurbaşkanı Erdoğan. Cumhurbaşkanı Erdoğan, hani Özgür Özel dün grup toplantısında bir mazot hesabı yaptı, işte 50...
Şimdi Özgür Özel'in bu çıkışı, dediğim gibi CHP'lilere de söylüyor bunu. Evet diyor; uzun bir yol ve zor bir yol. Gülbahçesi değil bu, dikenli bir bahçe. "Devam," diyor; yani direnişe devam. Hakikaten burada Özgür Özel, kellesini koydu. Onu söylemek lazım.
Şimdi Cumhur demişsiniz ki ekonomi bizi kuş avlıyor. Tuz yok, yemek yok, aş; ne yapacak bu millet? Ay, niye öyle diyorsunuz? Hiç öyle demiyor Cumhurbaşkanı Erdoğan. Cumhurbaşkanı Erdoğan, hani Özgür Özel dün grup toplantısında bir mazot hesabı yaptı ya, işte 50 liralık mazota bir şişe alınıyor diye. Şimdi dedi ki Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Özgür Özel hesap bilmiyor” dedi. Hepimizin durumu çok iyiymiş arkadaşlar. Haberiniz yoksa Erdoğan anlatsın.
Dün Sayın Özel çıkmış, mazot şişesi üzerinden çeşitli hesaplar yapıyor. Doğrusu ben petrol istasyonu yönettiğini bilmiyordum. Eczacı olduğunu biliyordum. Aslında selefi hesap uzmanı olması dolayısıyla bu konularda biraz daha maharetliydi. Hoş, onun da sesi soluğu artık çıkmaz oldu. Ancak Sayın Özel'in temel matematik bilgisinin, tıpkı siyasetçiliği gibi pek iç açıcı olmadığı anlaşılıyor. Madem hesap makinesi yerine mazot bidonuyla gezmeye başladı, biz de buradan Sayın Özel'e kısa bir mazot hesabı yapalım.
Şimdi bakınız değerli kardeşlerim; göreve geldiğimizde asgari ücret 184 liraydı. Bununla sadece 170 lira mazot alınabiliyordu. Yani asgari ücretle çalışan bir kardeşimiz, eğer bir arabası varsa, bir aylık geliriyle deposunu dört kez fulleyebiliyordu. Biz bunu 2015 yılında 290 litreye çıkardık. Bugün ise asgari ücretle tam 445 lira mazot alınabiliyor. E, diyor yanlış hesap. Bu kadar alınabilir. İyiymiş arkadaşlar, durumunuz işte. Neye ağlıyorsunuz ya? Cumhurbaşkanı öyle diyor da, bunu Türkş de söylesin. Türkş kendilerine yakın sendika ama Türkş diyor ki, "Böyle olmaz. Genel greve gideceğiz," diyor. Yani Türkş, Cumhurbaşkanı’na bunu da anlatsın. Olur mu?
Durumunuz iyi. Hayırdır siz, desin. Hayırdır siz? Bilmiyorum arkadaşlar, durum iyiymiş. İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan öyle söylüyor.
Şimdi büyük resimli bir konuya gireceğim. Büyük resimli konu şu: Hafta sonu New York Times'ın podcastinde bayağı önemli bir konuyu ele almışlar. Bu, stratejik madenler konusunu. Bu, Amerika Birleşik Devletleri ile Çin arasında ciddi bir çekişme noktası.
Ya bu nedir hikaye? İşte bu ticaret savaşında Çin dedi ki, “Şu anda bu stratejik madenlerin %90'ını çıkarıyor.” %90'ını; bütün bu yeni teknolojiler, savaş teknolojileri de bu stratejik madenlere bağlı ve Çin şimdi bunları bir silah olarak kullanıyor.
Şimdi büyük resimli bir konuya gireceğim. Hafta sonu New York Times'ın podcastinde bayağı önemli bir konuyu ele almışlar. Bu stratejik madenler konusu, Amerika Birleşik Devletleri ile Çin arasında ciddi bir çekişme noktası. Bu nedir hikaye? İşte bu ticaret savaşı. Çin dedi ki, "Şu anda bu stratejik madenlerin %90'ını çıkarıyorum." %90'ı, bütün bu yeni teknolojiler ve savaş teknolojileri de bu stratejik madenlere bağlı ve Çin şimdi bunları bir silah olarak kullanıyor.
Şimdi Trump işte gümrük uygularım, uygulamam hikayesi. Çin'de dedi ki, "Ha sen bana gümrük uygularsan ben de bu stratejik madenlerin ihracatını kapatıyorum." Sınırlıyorum. Ciddi bir kart olarak kullandı. New York Times bu stratejik madenler konusunu ele almış ve örneğini vermişler. Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Mountain Pass bölgesi.
Bu Mountain Pass bölgesinde bu stratejik madenler çıkarılıyor. 1998 yılında bir dava açılıyor. Açılan davada deniyor ki, "Bu çıkarılan bölgeden madenler çıkarılırken oluşan kirlilik, çölün bilmem neresine döküldüğü için çevreciler dava açıyorlar." Daha sonra çevrecileri haklı buluyor mahkeme ve bu madeni kapatıyor. Dolayısıyla bu söz konusu stratejik madenlerin hangisiyse spesifik çıkarılması durduruluyor.
Tabii teknoloji değişiyor. Bu tip stratejik madenlere bağımlılık artıyor aslında. O sırada, Amerika Birleşik Devletleri'nde böyle bir karar alınmışken, Çin orada mahkeme falan yok. Allah ne verdiyse çıkarıyorlar bu stratejik madenlerden. Sonra Amerika işe uyanıyor, "Ya bunlar lazım," diye Mountain Pass'ı yeniden açtırmak istiyorlar. Fakat orayı açacak şirket o sırada, Çin bu madenlerden o kadar çok çıkarıyor ki fiyat düşmüş, fiyatlar aşağı gelmiş, arz talep. Bu sefer Mountain Pass'ı yeniden açmak feasible olmaktan çıkmış. Çünkü yeniden açmak, başka bir maliyet.
New York Times bu konuyu ele alırken tarafsız bir şekilde bakmış diyor ki, "Çin takmadı. Şimdi adamlar bütün bu stratejik maden meselesini elinde tutuyor." Bu durum üzerine, pazartesi şu haberi gördüm. Bu Cumhurbaşkanlığı kararnamesi. Aslında pazartesi günü ele almak istiyordum ama işte savaş, mavaş falan, ancak bugüne kaldı. Yeni bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıktı, zeytinlikler odaklı işleniyor bu. Şimdi bu stratejik madenler ile ilgili ş...
Orada bayağı bir haber yapıldı. New York Times, biliyorsunuz, hani muhalif bir organ ve özellikle bu çevre hareketlerine çok önem veren basın yayın kuruluşlarından bir tanesi. Ama bunu tarafsız bir şekilde ele almışlar. Şimdi adamlar, bütün bu stratejik maden meselesini elinde tutuyor diye.
Ya onun üzerine, sonra pazartesi şu haberi gördüm ben: Bu cumhurbaşkanlığı kararnamesi. Aslında pazartesi günü ele almak istiyordum ama işte savaş, mavaş falan. Ancak bugüne kaldı. Yeni bir cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıktı ve zeytinlikler odaklı işleniyor bu.
Şimdi bu stratejik madenlerle ilgili, onu hocalara bağlanacağım; hocalar daha doğru anlatır. Ancak bununla ilgili çevresel etki değerlendirme raporlarının beklenmemesi kararı söz konusu. Bir yerde stratejik maden tespit edildi, bu çıkarılacak. Buraya maden açılacak. O zaman hani normalde çevresel etki değerlendirme raporu bekleniyor; işte rapor geliyor, itiraz ve süreç uzuyor. Bu süreci kısaltmaya yönelik bir cumhurbaşkanlığı kararnamesi aslında çok önemli bir konu.
İşin iki tarafı var. Yani hem çevre tarafı var, zeytinlikler tarafı var. Özellikle bu madenlerde, hani zeytincilik yapılan bölgelerde, çok fazla var. Şimdi bir o tarafı var, bir de stratejik tarafı var. Ben bunu iki taraflı da ele almak istiyorum; yani önemli olduğunu düşünüyorum. Biraz böyle yukarıdan bakmaya çalışacağım meseleye.
Önce İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Dekanı Profesör Doktor Mustafa Kumral'a soracağım. Hocam, merhaba. Ben kendimce bir girizgah yaptım ama sesiniz kapalı. Öncelikle bir sesinizi açabilirsek... Mustafa hocanın... Evet. Heh, şimdi duyuyorum hocam. Evet, şimdi hocam bir şey soracağım: Bu stratejik maden konusunda Türkiye zengin bir yer mi?
Öncelikle sizin yaptığınız tanım çok hoşuma gitti, onu söyleyeyim. Yani bir jeolog kadar, bir madenci kadar güzel bir tanımla dersimi çalıştım; çok iyiydi. Dersinizde iyi çalışmışsınız. Şimdi bakın, öncelikle stratejik maden nedir, onun tanımını ben yapayım, müsaade ederseniz. Bir ülkenin ihtiyacı olan her şey stratejik madendir; öncelikle bunu ortaya koymak lazım.
Fakat bazı özel durumlarda, demin de sizin bahsettiğiniz gibi, savaş zamanında ya da teknolojinin çok ileri gitmesi gerektiği, ya da ülkenin dünya ülkelerinden geri kalmaması gerektiği noktalarda üretilen madenler daha stratejik madenlerdir. Mesela son zamanlarda sizin bahsettiğiniz, Çin'in gündeme getirdiği madenler, nadir toprak elementleri, malumunuz. Gerçi halk buna nadir toprak elementi diyor ama biz buna nadir yer elementleri tabirini daha çok kullanmayı seviyoruz.
Şimdi bakın, öncelikle stratejik maden nedir? Onun tanımını ben yapayım, müsaade ederseniz. Bir ülkenin ihtiyacı olan her şey stratejik madendir. Öncelikle bunu ortaya koymak lazım. Fakat bazı özel durumlarda, demin de sizin bahsettiğiniz gibi, savaş zamanında ya da teknolojinin çok ileri gitmesi gerektiği veya ülkenin dünya ülkelerinden geri kalmaması gerektiği noktalarda üretilen madenler daha stratejik madenlerdir. Mesela, son zamanlarda sizin bahsettiğiniz Çin'in gündeme getirdiği madenler, nadir toprak elementleri malumunuz. Gerçi halk buna nadir toprak elementi diyor ama biz buna nadir yer elementleri tabirini daha çok kullanmayı seviyoruz. Bununla beraber de, işte Ukrayna'daki nadir yer elementlerine veya nadir toprak diyelim biz de, herkesin bildiği şekliyle, nadir toprak elementlerine Amerika'nın bir saldırması oldu. “Bunu bana vereceksin” şeklinde dağıtmaları oldu.
Tabii ülkemizde de bu nadir toprak elementlerinin keşfedilmesi, ortaya konması, ülkemizi de bu anlamda stratejik bir noktaya getirdi. Şimdi ne işe yarar bu nadir toprak elementleri ya da ne işe yarar bu stratejik madenler? Bir kere, günümüzde artık teknolojinin son derece hızlı değiştiği bir dönemdeyiz. Eskiden biliyorsunuz, Taş Devri işte binlerce sene alırdı değişmesi. Ondan sonra çağların kapanması birkaç yüz seneye düştü. Ama günümüzde bakıyorsunuz, 2 senede 3 senede her şey bir anda değişebiliyor. Yani bundan 20 sene evvel günümüz teknolojisinde cep telefonu diye bir şey var mıydı? Yoktu. Ama bir anda artık uçan arabalara konuşmaya başladık; şöyle, uzaya gönderdiğimiz bir sürü uydularla konuşmaya başladık. Derken, gündem son derece hızlı bir şekilde gidiyor.
Yani bizim bilgisayar mühendisliği bölümünde ya da elektronik mühendisliği bölümünde öğrencilere 1. sınıfta öğrettiğimiz son teknoloji, mezun olduklarında eski teknoloji haline gelmiş oluyor. İşte bunların hepsinin temelinde bu madenler var. Bu madenler olmazsa, herhangi bir şekilde siz teknolojiyi ileri götürmeniz mümkün değil. Nadir toprak elementleri bunlardan bir grubudur; radyoaktif hammaddeler, enerji hammaddeleri bunlardan bir grubudur. Ama bunun yanında yakıtlar; yani kömür olsun, petrol olsun, doğalgaz olsun bunlar da stratejik madenlere girer. Ya da ne bileyim, seramik hammaddeleri bu konuya girer.
Yani sizin kullanabileceğiniz, ülkenizin stratejik olarak gerek savaş ortamında olsun, gerek barış ortamında olsun, hangi teknoloji, hangi madenlerle dünya ile rekabet edebilecekseniz işte bu stratejik madenlerdir. Öncelikle bunu bir altını çizmemiz gerekir. Şimdi Amerika Birleşik Devletleri'nin yıllardır bir politikası var..."
Yani, sizin, kullanabileceğiniz ülkenizin stratejik olarak, gerek savaş ortamında olsun, gerek barış ortamında olsun, hangi teknoloji ve hangi madenlerle dünya ile rekabet edebileceğiniz işte bu stratejik madenlerdir. Öncelikle bunu bir altını çizmemiz gerekir. Şimdi, Amerika Birleşik Devletleri'nin yıllardır bir politikası var. Kendi ülkesindeki ürünlere dokunmaz ama dünyanın her yerindeki madenleri almaya çalışır. Bu bir devlet politikasıdır. Ben bunu normal karşılıyorum. Ancak son zamanlarda, bütün dünya ülkelerinin uyanmasıyla, diyeyim ben size; baktılar ki kimse onların eee artık pek esamesini okumamaya başladı, kafa tutmaya başladı. Dediler ki, "Biz de artık bu dışarıdan aldıklarımızı kendimizle üretelim," diye kendi ülkelerine ya da zayıf gördükleri ülkelere yavaş yavaş yönelmeye başladılar.
Şimdi, ülkemizde bakın; periyodik cetvelde 100 küsur tane element var. Bu 100 küsur elementin 90 tanesi yaklaşık olarak ekonomik olarak işletilebilir. Eğer bir yerde zenginleştiyse, ülkemizde bunun 60-70 tanesi var. Yani Türkiye yeraltı madenciliği ve yerüstü madenciliği açısından oldukça güçlü ve zengin bir ülkedir. Ve bizim de bunun kıymetini bilmemiz, bu ürünlerimizin değerini bilmemiz gerekir. Bizim olaya bu şekilde yaklaşmamız gerekir.
Son zamanlar, bu Eskişehir'de galiba bir hoca var, falan diye okudum ben. Eskişehir'de, bu tabelikova, biliyorsunuz Belikar, Beylikova, oralarda o bölgelerde eee nadir toprak elementleri var ama orayla sınırlı kalan bir şey değil bu. Özellikle Sivas bölgesinde, Yozgat bölgesinde, eee Toros kuşağında da bizim yaptığımız bazı araştırmalarımız var. Yani ülkemizde, biz bunların araştırılıp ortaya konmasını sağlamaya çalışıyoruz. Var; birçok yerde stratejik madenlerimiz var. Yani tory madenimizden hepinizin bildiği gibi, dünyada ikinci büyük rezerv bizde. Nadir toprak elementleri de dünyada ikinci büyük rezervde. Ama bunun yanında birçok metalik hammadde, metalik maden, endüstriyel hammadde gibi önemli konularda da bizim madenlerimiz yer alıyor şu anda.
Yani o bakımdan, bizim ülkemizin maden yataklarını işletirken ya da bunların ortaya konmasında biraz zihniyetimizin değişmesi gerekiyor. Şimdi, siz çevre soracak, biz bunu… Evet. Şimdi, ben de çevre hassasiyeti olan birisiyim, açıkçası. Şimdi, peki, işte burada bir ikilem var ya; bu ikilemle benim kendim de etik olarak kafamı karıştırıyor.
Yani, o bakımdan bizim ülkemizin maden yataklarını işletirken ya da bunların ortaya konmasında biraz zihniyetimizin değişmesi gerekiyor. Şimdi, çevre hassasiyeti olan birisiyim açıkçası. Peki, burada bir ikilem var ya. Bu ikilemle benim de kendim de etik olarak kafamı kurcalıyor açıkçası. Yani, bunlar çıkartılacak, yapacak bir şey. Eğer Türkiye bunları çıkarıp Apple'a satacaksa, bu hem ayrı bir iş kolu olur; buna diyecek bir şey yok. Ayrı bir teknoloji, ayrı bir gelir Türkiye'ye gelir falan, bu başka bir şey.
Fakat şimdi, terazide hangisi? Yani, illa o zaman Türkiye delik deşik Kaz Dağları gibi mi olacak? Şimdi, bu tür şeyler gündeme geldiği zaman nedense aklına ilk Kaz Dağları geliyor. Evet, malumunuz, bakın Türkiye yüz ölçümünün sadece ve sadece binde birinin madencilikle ilgili kapatıldığını biliyor musunuz? Binde biri; yani 999'u dokunulmamış, hiçbir şekilde ama hep de en güzel yerlerde çıkıyor hocam bunlar. Ya, değil aslında öyle değil yani. Olaya o açıdan baktığınız zaman görmek istediğiniz açıdan olaya yaklaşılır ama değil. Madenlerimiz, bakın, dediniz ya; ikilem değil aslında. Bu ikilem diye bir şey yok. İkilem bizim kafamızda olan bir şey. Her madenci çevreci olmak zorundadır. Her araştırmacı çevreci olmak zorundadır. herkesten daha çok çevreci bizleriz. Bizler olmak zorundayız.
Neden bizler olmak zorundayız? Çünkü Türkiye'de herkes gelişi güzel maden işletemez. Böyle bir şey yok. Demin ÇED raporlarından bahsettiniz. Bu ÇED raporlarının alınması o kadar ağır bir süreçtir ki aslında bazen zaman ben de açık konuşayım, bunun ağırlığından şikayet eden bir insanım. Neden? Bakın, benim 40 sene evvel bir hocamın bir sözü vardı. Ben bunu 40 seneden beri, 35 senelik hocalık yapıyorum. Her derse ilk girdiğimde bunları öğrencilerime söylüyorum. O hocama da yaşıyorsa Allah selamet versin, öldüyse Allah rahmet eylesin. Ama bir cümlesi benim her zaman hafızama kazınmıştır: "Bir ülke gelişmişliğin ölçüsü enerjidir." Yani, kişi başına kullandığınız enerji sizin gelişmişlik biriminizi aktarır. Bir mühendis, iki şeye karşı çıkmaz derdi. Birincisi enerji.
Demin chat raporlarından bahsettiniz. Bu chat raporlarının alınması o kadar ağır bir süreçtir ki aslında bazen zaman ben de açık konuşayım. Bunun bu ağırlığından şikayet eden bir insanım. Neden? Bakın, benim 40 sene evvel bir hocamın bir sözü vardı. Ben bunu 40 seneden beri, 35 senelik hocalık yapıyorum. Her derse ilk girdiğimde bunları öğrencilerime söylüyorum. O hocama da yaşıyorsa Allah selamet versin. Öldüyse Allah rahmet eylesin. Ama bir cümlesi benim her zaman hafızama kazınmıştır: "Bir ülkenin gelişmişliğinin ölçüsü enerjidir." Yani kişi başına kullandığınız enerji, sizin gelişmişlik biriminizi aktarır. Bir mühendis iki şeye karşı çıkmaz derdi: Birincisi enerjiye, ikincisi yola. Neden? Çünkü gidemediğiniz yer sizin değildir. Yollar sizi oraya ulaştırır. Ama oraya gitmek için enerji lazım ve siz üretebildiğiniz enerji kadar zenginsinizdir.
Bugün Amerika Birleşik Devletleri'nin kullandığı enerjiden, sadece Las Vegas'taki o küçük yerin kullandığı enerjiyi düşünün. Orası, İstanbul'un belki iki katı kadar enerji kullanıyor. Yani gelişmişlik, bununla ölçülen bir şey. Şimdi biz madenlerimizi işletmezsek buraya gelemeyiz.
Ben geçenlerde bir televizyon kanalında şu ifadeyi kullandım; vatandaşlara, özellikle çevreci dostlarımıza. Şimdi çevreci dostlarımız bizim dostlarımız. Bir defa bizler de çevreciyiz. Bizim çocuklarımız var. Benim üç tane çocuğum var. Bu çocukların geleceğini düşünmek zorundayım. Değil mi? Bu çocukların yarın nasıl bir havada yaşayacağını, ne yiyeceklerini düşünmek zorundayım. Ama dedim ki, herkese, "Ya, ben de dahil, gelin bir haftacık sadece hiçbir madeni kullanmadan yaşayalım. Yaşayabilir miyiz? Yaşayamayız. Yaşayamazsınız. Hiçbir şey kullanamazsınız." Çünkü neden? "Benim şu taktığım gözlükten tutun da kullandığınız arabaya kadar, bırakın oraya kadar, içtiğiniz bardağın camına kadar her şey maden. Yediğiniz yemeğin piştiği kaplar maden. Kullandığınız gaz maden. Her şey maden. Yani siz madensiz bir hayatla yaşayamazsınız."
Ama ne yapmamız gerekir? Bizim madenciliğe karşı çıkmak yerine, kötü madenciliğe, çevreye tahrip eden madenciliğe karşı çıkmamız gerekir. Bizim madencileri ortak olarak "Kardeşim, sen burada madeni üret ama ben de seni takip edeceğim. Bak, sonrasında bana burayı aldığından daha güzel bırakacaksın." dememiz gerekir. Bizim bunun peşine düşmemiz gerekir. Buna hep beraber varız. Ama illa "Kesinlikle madencilik yapılmasın, bu madenler çevreyi kirletiyor, bırakalım." dememeliyiz.
Ben size onlarca örnek gönderebilirim aslında. Keşke sizin telefonunuz bende olsaydı da, size birkaç tane madenin öncesi ve sonrası videoları gönderseydim. Bugün Japonya, dünyan...
Ama ne yapmamız gerekir? Bizim madenciliğe karşı çıkmak yerine, kötü madenciliğe, çevreye tahrip eden madenciliğe karşı çıkmamız gerekir. Bizim madencileri ortak olarak uyarmamız lazım; "Kardeşim, sen burada madeni üret ama ben de seni takip edeceğim. Bak, sonrasında burayı aldığından daha güzel bırakman gerekiyor," dememiz gerekir. Bizim bunun peşine düşmemiz gerekir. Buna hep beraber varız.
Ama illa, "Kesinlikle madencilik yapılmasın. Bu madenler çevreyi kirletiyor. Bırakalım," demek yetmez. Ben size onlarca örnek gönderebilirim. Keşke sizin telefonunuz bende olsaydı da size birkaç tane madenin öncesi ve sonrası videosu gönderebilseydim. Bugün Japonya, dünyanın gelişmiş ülkelerinden biri değil mi? Japonya'da kaç tane nükleer santral var? Herkes nükleer santrale karşı. Tamam, karşıyız. Ama Japonya'da nükleer santralin yanında plaj var. İnsanlar orada gayet güzel bir şekilde plajlarında denize giriyorlar, eğleniyorlar; ama hiçbir şey de olmuyor. Açın Google'da baksınlar. Söylediklerimizin ispatı açıktır. Baksınlar Google'da var mı, yok mu? Kendileri teyit etsinler.
Yani, öncelikle neye karşı çıktığımızı ortaya koymamız gerekiyor. Mesela şimdi bir ormanda maden çıkarıyorlar, ormanı kesiyorlar. Bunun prosedürü nedir? Çıkarıyorsun o madeni, sonra kapatıyorsun; tekrar orman mı oluyor? Hayır, öyle olmuyor. Bir maden planlaması yapılır. Eskiden böyleydi, belki. Bunu kabul ederim. Çünkü dünya geliştikçe, ülkemizin de eğitim seviyesi geliştikçe, bizim gençlerimizin de, halkımızın da olaya bakış açısı değişiyor. Eskiden kimse kimseden habersizdi. Bir yere kapı açıyorlardı, taş ocağı işletiyorlardı; öyle bırakıp gidiyorlardı ama şimdi buna izin verilmiyor. Hiçbir şekilde izin verilmiyor.
Sizin Orman Kanunu'na göre, kestiğiniz ağacın bilmem kaç katını dikmeniz gerekiyor. Bugün bir örnek vereyim size. Benim bizzat takip ettiğim bir örnek var. Hani hep konuşulan bu Yeniköy, Kemerköy santralinin bulunduğu bölgede; orada taş çatlasın, 50.000 tane ağaç kesilmiştir. Ama bugün oranın yöneticileri 5 milyon tane ağaç dikti. Bunun 250.000 tanesini de biz diktik. Bizzat diktik.
Bakın, 50.000'e karşı 5 milyon ağaç dikiliyor. 250.000 tanesinin şahidi benim. Bizim orada ormanımız var. Anlatabiliyor muyum? Sonuçta bunu takip etmemiz gerekiyor. Ama o kömüre ihtiyacımız var mı? Var tabii. Enerjiyi neyle sağlayacağız biz? Nükleer santrallerimiz yapılıyor, daha bitmedi. Oradan gelmiyor. Doğal gazımız yeni yeni çıkmaya başlıyor. E bizim ülkemizin bol miktarda enerjiye ihtiyacı var. Bizim dünyayla rekabet etmemiz lazım.
Hep konuşulan bu Yeniköy ve Kemerköy santralinin bulunduğu bölgede, yani orada taş çatlasın 50.000 tane ağaç kesilmiştir ama bugün oranın yöneticileri 5 milyon tane ağaç diktiler. Bunun 250.000 tanesini de biz diktik. Bizzat diktik. Bakın, 50.000’e karşı 5 milyon ağaç dikiliyor. 250.000 tanesinin şahidi benim. Bizim orada ormanımız var. Anlatabiliyor muyum? Yani sonuçta bunu takip etmemiz gerekiyor. Ama o kömüre ihtiyacımız var mı? Var tabii. Enerjiyi neyle sağlayacağız biz? Nükleer santrallerimiz yapılıyor. Daha bitmedi. Oradan gelmiyor. Doğal gazımız yeni yeni çıkmaya başlıyor, oradan yeni geliyor.
E bizim ülkemizin bol miktarda enerjiye ihtiyacı var. Dünyayla rekabet etmek için buna ihtiyacımız var. Yapmamız gereken ne? Bazıları buna karşı çıkıyor. "Efendim, işte 600-700 kalorilik enerji için yapılır mı bu?" Ya orada 600-700 kalorilik kömür yok. Onun adına biz zaten turbo diyoruz. O yakılmıyor. 2000 kaloriler, 3000 kaloriler de var orada. 3000, 2000, 3000 kalorik şeyde yerin altına yatacağına zaten evlerde kullanamıyorsunuz, fabrikada da kullanamıyorsunuz. Hiç olmazsa bize ele olarak geri dönsün, değil mi? Neden orada yatsın ki? Milyonlarca dolarlık bir kaynaktan bahsediyoruz. Bu bize gelecek, Nevş Hanım. Yani bu benim çocuğuma gelecek, sizin çocuğunuza gelecek. Bunlar refah içinde yaşayacaklar. Biz buna karşı çıkmamamız gerekir.
O bakımdan da, şimdi ben çevreci dostlarımla her zaman şunu söylüyorum: Lütfen gerçekten bir şeye baktığınız zaman arkasını, önünü, sağını, solunu iyice düşünerek yapın. Yani “Biz bunu istemeyiz” mantığıyla ülkemizin bir yere gideceğine pek inanmıyorum açıkçası. Peki hocam, sağ olun. Çok teşekkürler.
Ben teşekkür ederim. Son bir şey söylemek istiyorum. Tabi, buyurun. Bakın, ülkemizde madencilik olmazsa olmaz en önemli kaynağımızdır. Bizim Mustafa Kemal Atatürk'ün yurt dışına gönderdiği rahmetli Saadettin Alpan hocamız vardı. MTA’nın genel müdürüydü. Ülkeye çok büyük katkıları olmuştu. Geçenlerde kendisini kaybettik. Onun sözü şudur: "Maden hayattır." Biz madenin hayat olduğunu bütün halkımıza, bunu çocuğundan yaşlısına kadar anlatmamız gerekiyor. Onlarla beraber ortak hareket etmemiz gerekiyor. Madensiz bir hayatı dünyada hiçbir devlet yürütemez. Hiçbir devlet ayakta kalamaz. Ülkemizin de son günlerde, stratejik olarak baktığınız zaman, çevresel olarak yani etrafına baktığınızda bir ateş çemberinin içinde, mümkün olduğu kadar stratejik de olsa olmasa da madenlerimizi mutlaka ve mutlaka halkımızın refahına sunmamız gerekir. Ben teşekkür ediyorum davet için.
Peki hocam, sağ olun. Çok teşekkürler. Sağ olun efendim. Hoşça kalın. Şimdi işin tarım boyutu var. Bu zeytin...
Bakın, ülkemizde madencilik, olmazsa olmaz en önemli kaynağımızdır. Mustafa Kemal Atatürk'ün yurt dışına gönderdiği rahmetli Saadettin Alpan hocamız vardı. MTA'nın genel müdürüydü ve ülkeye çok büyük katkıları olmuştu. Geçenlerde kendisini kaybettik. Onun sözü şudur: "Maden hayattır." Biz maden hayattır, bunu bütün halkımıza, çocuğundan yaşlısına kadar anlatmamız gerekiyor. Onlarla beraber, bizim ortak hareket etmemiz gerekiyor. Madensiz bir hayatı dünyada hiçbir devlet yürütemez; hiçbir devlet ayakta kalamaz.
Ülkemizin de son günlerde stratejik olarak baktığınız zaman, çevresel olarak yani etrafına baktığınız zaman, bir ateş çemberinin içinde. Bizim mümkün olduğu kadar, stratejik de olsa, olmasa da madenlerimizi mutlaka ve mutlaka, bizim halkımızın refahına sunmamız gerekir. Ben teşekkür ediyorum davet için.
Peki hocam, sağ olun. Çok teşekkürler. Sağ olun efendim. Hoşça kalın.
Şimdi işin tarım boyutu var. Bu zeytinlik boyutuna geleceğim. Çünkü özellikle zeytinlikler üzerinden çok konuşuldu. "Zeytinliklerini Türkiye feda mı edecek?" diye. Dün Özgür Özel grup toplantısında da girdi. Yani zeytinlikler, insanlar buradan hayatını kazanıyor. Türkiye için önemli, hayattır zeytinlikler diye. Zeytinlikleri feda mı etmemiz lazım? Onu da Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi'nden Profesör Doktor Mücahit Taş Özkaya'ya soracağım.
Pardon, şöyle alayım. Hocam merhaba. Merhabalar.
Şimdi ben Celal Çengör'ün videosuna denk geldim. Sosyal medyada diyor ki Celal Hoca, jeolog kendisi, "Zeytinlikler taşınır" diyor, "Niye taşınmasın?" Yani biraz diyor, "Zeytinlik fetişizmi var" falan diyor mesela. O da öyle bir çıkış yapmış. Bilmiyorum, böyle mi bu iş? Taşınır mı zeytinlik?
Yani ya maden ya zeytin mi? Bu iş böyle mi?
Yo, taşınır. 10 yaşındaki zeytin ağacı da taşınır, 3.000 yaşındaki zeytin ağacı da taşınır. Nasıl taşınır? Koca zeytinlik ya. Koca bir zeytinliği taşıyabilir misiniz? Tabii ki. Ağaçlar taşınıyor. Bahçe kuracaksınız. Bahçenizi yenilemek istiyorsunuz. Söküp yeni bahçe kuracaksınız. Daha yoğun dikeceksiniz.
Aralarındaki mesafe, babadan dededen kaldığı için 25 metre ise, diyor ki adam, İspanya'da bunu söylüyor; "Ben bunu 1,5 metre aralığa düşüreceğim" diyor. 1,5 metre aralığa düşürmek için eskileri sökmesi lazım. Söküyor, peyzaj firmasına satıyor. Yani fidancının birine satıyor. Fidancı da alıyor onu, pulluyor ve yüksek fiyata büyük şirketlerin yanında veya AVM'lerin ortasında, saksının içinde zeytin oluyor.
Nasıl oluyor bunlar? Yani zeytin her yerde olur ve taşınır. Zeytin taşınabileceğini ben biliyorum. Biz bakabilirseniz, her yerde olur. Onun teknik detayını ben biliyorum zeytin taşındığını. Hocam, bizim ailem muhacir. Biz Akhisar'lıyız, zeytin zeytinciliğimiz var yani. Atadan dededen kalmış. Biliyorum ben zeytin taşındığını ama ben size detayını soruyorum. Herkes zeytinci değil sonuçta.
Nasıl oluyor bunlar? Yani zeytin her yerde olur ve taşınır. Zeytin taşımayı ben biliyorum. Bizim ailemiz muhacir. Biz Akhisar'danız; Akhisar'da zeytin zeytinciliğimiz var yani, atadan dededen kalmış. Biliyorum ben zeytin taşındığını ama ben size detayını soruyorum. Herkes zeytinci değil sonuçta.
Evet. "Ölmez ağacı" denir. Keser, keser, taşısın. Her yerde taşınır, hiçbir şey de olmaz. Hatırlarsanız, Suriye iç savaşı çıktığı zaman da Halep'ten zeytinlikleri kamyonetlerle buraya taşımışlardı. Taşınıyor ama herkes bilmiyor. Herkes zengin değil, zeytinci değil. Onun için soruyorum size detayını. Evet, yani zeytin ağacı çok rahat bir şekilde taşınır. Yalnız, ne olur? Biraz gecikme olur. Çünkü budamak zorundasınız. Tıpkı eskimiş bahçeler ya da hiç bakım yapılmamış; 10 yıl boyunca bakım yapılmamış bir eski bahçeyi, büyük bahçeyi sert budama yapıp gençleştirmeniz gerekir. Tıpkı onun gibi gençleştirme uygulaması yapılıp taşınabilir.
Anladım. Peki hocam, çok teşekkür ederim. Sağ olasın. Ağzına sağlık. Teşekkürler ediyorum. Kolay gelsin.
Bu konular aslında çok yönlü, çetrefilli konular. Benim de açıkçası vicdanen insanın kafasını karıştıran konular oluyor. Ben de böyle konuları farklı boyutlarıyla kurcalamayı seviyorum. Yani farklı perspektiflerden bakmayı, kendimi challenge etmeyi seviyorum. Dolayısıyla iki uzman isme sormaya çalıştım.
Şimdi tabii ki, noktalamadan önce yayında bir diğer önemli gelişme. Dün Ümit Özdağ biliyorsunuz tahliye edilmişti. Ümit Özdağ tahliye edildikten sonra şimdi gözler Ümit Özdağ'da; ne yapacak diye. Öncelikle Hacı Bayram Veli Cami'nde bir şükür namazı kıldı kendisi. Anıt kabire gitti kurmaylarıyla beraber. Gazeteciler de soruyor: "Ne yapacaksınız bundan sonra? Hani geri adım atacak mısınız?" Kesinlikle hayır diyor Ümit Özdağ. Ümit Özdağ, hani vermiş olduğu ilk röportajlardan bir tanesinde de hemen IBB'ye yapılan operasyonu iyileştirdi.
Günaydın, çok rahatladık. O da gelin, bir şey olmazsa diye çok yorgundu. Gittiğimizde gece de geç vakitte ama şükürler olsun, gördüğün foto, şükürler olsun. Evet, röportajına gelemedik bir türlü. Neyse, yani Ümit Özdağ böyle bir…
Şimdi tabii ki noktalamadan önce yayına bir diğer önemli gelişme, dün Ümit Özdağ'ın tahliye edilmiş olması. Ümit Özdağ tahliye edildikten sonra gözler şimdi ne yapacak üzerine. Öncelikle Hacı Bayram Veli Camii'nde bir şükür namazı kıldı. Anıtkabir'e gitti, kurmaylarıyla beraber. Gazeteciler de soruyor, "Ne yapacaksınız bundan sonra? Geri adım atacak mısınız?" diye. Kesinlikle hayır diyor Ümit Özdağ. İlk röportajlarından birinde hemen İBB'ye yapılan operasyonu iyileştirdi.
"İyi, iyi, iyi. Çok rahatladık," demiş. O da, "Gelin bir şey olmazsa," diye çok yorgundu; gece geç vakitte gittiğimizde ama "Şükürler olsun," dedi.
Ümit Özdağ, böyle bir ülkede insanların cezaevinde tutulduğu bir ortamda bir demokrasiden bahsedemeyeceğimizi söyledi. Tahliye olur olmaz bunu söylemiş olması da bir cesaret. Özellikle bunun altını çizmek istiyorum.
Ankara'dan bir başka önemli gelişme var. Heh, verelim abi. Röportaj salıyor diye. O yaşlarda bir genç 76 gün hücrede kalıyorsa, o ülkede bir tane hukuk var demek mümkün değil. Bu hukuk herkesi kapsıyor diyemezsiniz. Bizim en önemli meselemiz, bakın, şimdi İran'daki gelişmeler de gösterdi. İran çok yarılmış bir toplum ve rejime düşman olan İranlılar, İsrail'in kazanmasını arzu ediyorlar. Böyle bir yarılmışlık Türkiye’de hiçbir zaman oluşturulmamalı. Biz içeride kendi meselelerimiz konusunda kavga etmeliyiz, tartışmalıyız. Ancak dışarıda bir düşmana karşı tek yumruk halinde olabilmeliyiz.
Evet, Özgür Özer bunu söyledi. Bir diğer önemli gelişme, Muharrem İnce'nin CHP'ye katılması. Salı günü anladığım kadarıyla CHP'ye katılacak kendisi. Bugün Özgür Özel, Muharrem İnce ile görüştü. Rozeti takılacak Muharrem İnce'nin.
Şimdi, bir yandan 30 Haziran'da çıkacak olan Özgür Özel de kendi iç cephesini konsolide ediyor. Aslında öyle bakmak lazım. Şimdi bu koşullar altında, özellikle yanı başımızda da savaş varken, muhalefet yapmak kolay olmayacak. Erdoğan bunun sinyallerini verdi. Muhtemelen işte demokrasiye yönelik hak savunuculuğu, bunların hepsini kriminalize edecekler. Yani kriminal hale getirecekler. Bak, Türkiye tehdit altında. İsrail'in bir sonraki hedefi Türkiye. "Siz ne yapıyorsunuz?" diyecekler.
Bundan sonra muhalefet yapmak daha da zor olacak. Özgür Özel'in işi zor. Onun için Özgür Özel de kendi iç cephesini tahkim ediyor. "Ben diyor, mutlak bir karar çıkarsa CHP genel merkezini terk etmem," diyor ve bunu özellikle vurguluyor. Muharrem İnce'yi yeniden parti saflarına döndürüyor. Parti içerisindeki küslükleri bitirecek, partiyi bir arada tutmaya çalışacak.
İlerleyen günlerde neler olacağını göreceğiz. Takipte olacağız diyorum ve noktalıyorum. Görüşmek üzere.
Bak, Türkiye tehdit altında. İsrail'in bir sonraki hedefi Türkiye. "Siz ne yapıyorsunuz?" diyecekler. Bundan sonra muhalefet yapmak daha da zor hale gelecek. Özgür Özel'in işi zor. Onun için Özgür Özel de kendi iç cephesini tahkim ediyor. "Ben diyorum, mutlak karar çıkarsa CHP genel merkezini terk etmem." Bunu özellikle altını çiziyor.
Muharrem İnce'yi yeniden parti saflarına döndürüyor. Yani parti içerisindeki küslükleri bitirecek. Partiyi bir arada tutmaya çalışacak. İlerleyen günlerde neler olacağını göreceğiz. Takibinde olacağız diyorum ve noktalıyorum. Görüşmek üzere.