Sabah bir kalktık ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin ikinci dalga operasyonu olmuş. Şimdi bu ikinci dalga operasyonu. Neden ikinci dalga diyorum? İlk dalgada Ekrem İmamoğlu ve en yakın çevresi gözaltına alındı biliyorsunuz, yine sabaha karşı. Ekrem İmamoğlu'nun o çekmiş olduğu video, giyinme odasında gömleğini giyiyor, polislerin kendisini almaya geldiğini söylüyor. Sonra ara ara bazı isimlerin gözaltına alındığını, adli kontrolle serbest bırakıldıklarını gördük. Örneğin, İmamoğlu'nun avukatı, Murat Ongun'un avukatı alındı falan. Fakat bu, ikinci dalga dediğimiz... Benim anladığım kadarıyla daha fazla isim var. Bu operasyon dalga dalga devam edecek.
Bunu ikinci dalga diyoruz; çünkü yine toplu olarak 50'nin üzerinde isim gözaltına alındı. Gözaltına alınanların listesi de var. Her yerde görmüşsünüzdür. Yine bir toplu gözaltı olduğu dikkat çekiyor. Burada çok tabii dikkat çekici isimler var. Dilek İmamoğlu'nun abisi Cevdet Kaya var. Murat Ongun'un eşi Gözdem Ongun var. Ekrem İmamoğlu'nun özel kalem müdürü Kadriye Kasaboğlu var. İBB Genel Sekreter Yardımcısı Arif Gürkan Alpay var. Ve İSKİ Genel Müdürü Şafak Başa var. Burada eski genel müdürü özellikle dikkat çekiyor.
Bugün Sözcü Gazetesi'nin manşeti "İSKİ kanal şantiyesi yıkım tebligatı gönderdi" diye. Bu, Sazlıdere civarındaki bir İstanbul'a su sağlayan barajlardan bir tanesi. Geçtiğimiz günlerde öğrendik ki, buradaki barajı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, İBB'ye de haber vermeden tahliye etmiş ve buraya bir konut projesi yapılıyor. Bakanlık onayıyla. Fakat İSKİ bununla ilgili mahkemeye başvuruyor ve diyor ki, bu projeyi durdurun. Çünkü burası İstanbul'a su sağlayan havzalardan bir tanesi. Buraya inşaat yapılamaz diyor ve bir yıkım tebligatı gönderilmiş. Meğerse, dün itibarıyla söz konusu Sazlıdere projesine.
Şimdi burasıyla ilgili aslında Ekrem İmamoğlu cezaevinden bir tweet de atmıştı. "İçeride olduğumuzu fırsat biliyorlar ve Kanal İstanbul projesini hayata geçirmeye çalışıyorlar," demişti. "Buraya lüks konutlar yapacaklar." Sonra Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum açıklama yaptı ve dedi ki, "Hayır, buraya lüks konut yapılmayacak. Buranın Kanal İstanbul'la da bir alakası yok. İstanbul'un bu depremde gündemimizde bir konut stoğu eksiği var. Dolayısıyla buraya sosyal konutlar yapılacak."
Böylece karşılıklı bir durum var. Değil mi? Bu gelişmeler olunca, bu bir İSKİ'ye operasyon diye düşünüldü. Fakat bu sadece İSKİ'ye operasyon değil.
Şimdi burasıyla ilgili aslında Ekrem İmamoğlu, cezaevinden bir tweet de atmıştı. “İçeride olduğumuzu fırsat biliyorlar ve Kanal İstanbul projesini hayata geçirmeye çalışıyorlar. Buraya lüks konutlar yapacaklar,” diye. Sonra Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum açıklama yaptı. Dedi ki, “Hayır, buraya lüks konut yapılmayacak. Buranın Kanal İstanbul'la da bir alakası yok. İstanbul'un, işte bu depremde, gündemimizde bir konut stoğu eksiği var. Dolayısıyla buraya sosyal konutlar yapılacak,” diye karşılıklı böyle bir şey var.
Değil mi? Bu gelişmeler olunca bu bir İSKİ'ye operasyon diye düşünüldü. Fakat sadece İSKİ'ye operasyon değil. Belli ki burada Kültür AŞ'den bazı isimler var. Kültür AŞ'den isimler benim dikkatimi şundan çekti. Biliyorsunuz, Kültür AŞ müdürü Murat Abbas, eski bir görevli olarak gözaltına alınmıştı. O da ilk operasyonda gözaltına alınanlar arasındaydı ve bir Türk itirafçı olduğu söylendi. Yani işbirliği yapmış, adli makamlarla ifade vermiş, bazı şeyler söylemiş. Bunun karşılığında da kendisi adli kontrolle tahliye edildi.
Özellikle burada Kültür AŞ'de, Murat Abbas'ın altında çalışan isimlerin gözaltına alındığını öğrendik. Yani anladığım kadarıyla dalga dalga devam edecek operasyon diyorum. Hani gözlerimi söylüyorum; içerideki adli makamlarla işbirliği yapanların ifadeleri üzerinden bu operasyonlar genişletilecek diye anlıyorum ben. Şimdi Hüseyin Ersöz daha doğrusunu anlatır ama Murat Abbas'ın ifadesinde şunu biliyorduk. Şunu söylediğini, kendi altında çalışan müdür aslında kendi getirdiği müdür; ya nasıl olduysa diyor, e-modada kiraladığı evi satın aldı bu dönemde diye. Hani kesin burada bir yolsuzluk var. Bu yolsuzluğa da benim altımda çalışan dahil olmuş, da bu evi satın almış diye bir iması vardı ifadesinde. Dolayısıyla bu isimlerin gözaltına alınmış olması burada önemli.
Şimdi hafta içi Yeni Şafak yayınladı. Sonra iktidara yakın gazetelerde, kanallarda gördük. Biliyorsunuz o meşhur Meridyen Otel'deki toplantı, Ekrem İmamoğlu ekibiyle beraber Meridyen Otel'de bir toplantıya giriyor. Meridyen Otel, Makyol grubunun. Makyol grubu devletle de çalışan bir grup ama İBB'den de ihaleler almış. Yani aslında iktidara yakın olarak bilinen bir grup ama İBB'den de ihale almış. Meridyen Otel'de bir toplantıya gidiyor.
Otelin de hakikaten giriş katında, alt katında böyle çok büyük konferans salonundan ziyade küçük toplantı odaları var. Yani iş dünyasının siyasetçilerin toplantı yaptığı merkezlerden bir tanesi Meridyen Otel. Ekrem İmamoğlu buraya giriyor ve burada işte bir toplantı gerçekleştirecek. O sırada Ekrem İmamoğlu'nun koruma ekibindekilerden bir tanesinin...
Şimdi hafta içi Yeni Şafak yayınladı, sonra iktidara yakın gazetelerde, kanallarda gördük. Biliyorsunuz o meşhur Meridyen Otel'deki toplantı. Ekrem İmamoğlu ekibiyle beraber Meridyen Otel'de bir toplantıya giriyor. Meridyen Otel, Makyol grubunun. Makyol grubu, devletle de çalışan bir grup ama İBB'den de ihaleler almış. Yani aslında iktidara yakın olarak bilinen bir grup. Meridyen Otel'de bir toplantıya gidiyor.
Otelin giriş katında, alt katında çok büyük konferans salonundan ziyade küçük toplantı odaları var. Yani iş dünyasının ve siyasetçilerin toplantı yaptığı merkezlerden bir tanesi Meridyen Otel. Ekrem İmamoğlu buraya giriyor ve burada bir toplantı gerçekleştirecek. O sırada Ekrem İmamoğlu'nun koruma ekibindekilerden bir tanesinin o salondaki kameralardan bir tanesini bantladığını görmüştük. Hatta buna iktidara yakın kanallar, "Bu da suçun kanıtı, ne karıştırıyorlar ki, kamusal alandaki bir kamerayı bantlıyorlar," diye yayın yapmışlardı. İşte o kamerayı bantlayan kişinin de gözaltına alındığını gördük.
Direkt İmamoğlu'nun yardımcısı Cevat Kaya, anladığım kadarıyla, ihaleye fesat suç örgütüne yardım iddiasıyla gözaltında. İBB Boğaziçi İmar Müdürü Elçin Karaoğlu gözaltına alınmış durumda. Üsküdar sahilindeki kaçak kafeleri yıkarken onun başında duran, hatta saldırıya da uğramışsa onun görüntüleri de vardır. Yani kamuoyunun aşina olduğu bir isim. Diğer gözaltına alınan isimler arasında İBB Zabıta Müdürü Nazam Başelli ve İBB İmar Daire Başkanı Ramazan Gülten de var.
Fakat iş gitgide ilginçleşiyor. Hüseyin Bey, tabii detaylar sizde ama şöyle bir tweeti var Serkan Güner'in. Şimdi İmamoğlu'nun avukatı ve Murat Ongu'nun avukatının avukatı değil mi? En son gözaltına alınmıştı. Daha önce gözaltına alınan bu isimler, bu dalgada, bu dosyada avukatlık yapılmasına da izin verilmemiş. Yani bilmiyorum, çok ilginç detaylar var. Nereden başlayalım?
İsterseniz buradan başlayalım. Öncelikle bunu ifade edeyim. Meslektaşlarım Yiğit Akalım ve Serkan Günel, birkaç gün önce bir gözaltı işlemine maruz kaldılar ve sonrasında gördük ki kendilerine yöneltilen suçlama, adil yargılama etkilemeye teşebbüs ve soruşturmanın gizliliğini ihlal ile ilişkilidir. Öncelikle, tabii ki şunu ifade etmek lazım. Avukatlar müvekillerinin menfaatlerini korumak ve onlarla ilgili hukuki süreçleri takip etmek için birçok kişiyle görüşebilirler. Bunlar, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun çizmiş olduğu sınırlar içerisinde gerçekleştiği müddetçe, herhangi bir şekilde bir suça vücut verecek bir durum değildir. Hele hele tabii ki siyasi yargılama süreçlerinde, ister istemez, savcılığa sunmuş olduğunuz evraklar ya da dosyanın içeriği...
Öncelikle, ben birinci olarak şunu ifade edeyim. Meslektaşlarım Yiğit Akalım ve Serkan Günel, birkaç gün önce bir gözaltı işlemine maruz bırakıldı. Sonrasında gördük ki, kendilerine yöneltilen suçlama, adil yargılama etkilemeye teşebbüs ve soruşturmanın gizliliğini ihlal ile ilişkilidir. Öncelikle, tabii ki şunu ifade etmek lazım. Avukatlar, müvekkillerinin menfaatlerini korumak, onlarla ilgili hukuki süreçleri takip etmek için birçok kişiyle görüşebilirler. Bunlar, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun belirlediği sınırlar içerisinde gerçekleştiği müddetçe, herhangi bir şekilde bir suça vücut verecek bir durum değildir. Hele hele, siyasi yargılama süreçlerinde ister istemez, savcılığa sunduğunuz belgeler ya da dosyanın içerisindeki bazı bilgi ve belgeler kamuoyunun ilgisini çeken, gazetecilerin ilgisini çeken bilgiler niteliğine sahiptir.
Bu çerçevede, bu tür yargılama süreçlerinde aslında avukatların kamuoyunu bilgilendirme, aynı zamanda süreçler hakkında da kamuoyunu aydınlatma noktasında bir görev ifa etmeleri gerekir. Zira sizler de biliyorsunuz Nevşin Hanım, bu tip yargılama süreçlerinde özellikle birçok bilginin bazı kişilere sızdırıldığını, bunların olumsuz haber ve algı yaratmak amacıyla haberleştirildiğini, zaman zaman savcılık makamı tarafından basın açıklamaları gerçekleştirildiğini görüyorsunuz.
Bunlarla ilgili olarak bir avukatın kendi müvekkilinin menfaatlerini korumak noktasında birtakım açıklamalarda bulunması gayet olağandır. Tabii bunun ötesinde, ben bunu çok garip buluyorum, karşılıyorum, ve açıkçası biraz da gülünç buluyorum. Yani bir avukata adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs gibi bir suç isnadının yöneltilmesi de çok ilginçtir. Zira biz avukatlar, temel itibariyle adil bir yargılama yaptığına inandığımız adli makamları etkilemek için aslında bu görevi ifa ederiz. Onları etkileyelim ki gözaltı sürecini sonlandırsın, tutuklama kararları neticelendirilsin, bitirilsin gibi bir amacımız var. Bu mesleki faaliyetin aslında bir parçasıdır.
Son aşamada, tabii ki Serkan Günel, Yiğit Akalım ve diğer meslektaşımla ilgili olarak böyle bir tedbirin öngörülmesi, Ceza Muhakemesi Kanunu'na karşılığı olan bir düzenlemedir. Yani, aynı soruşturma kapsamında eğer hakkınıza da işlem yapıldıysa veya bir menfaat çatışması olduğu düşünülüyorsa, böyle bir durumda bu tür tedbirler alınabiliyor. Ama tabii ki iki meslektaşıma yönelik olarak soruşturmanın gizliliğini ihlal ya da adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçlaması yöneltildiğinden, yöneltilen suçlamalar arasında temel itibariyle bir bağlantı bulunmamaktadır.
Son aşamada, Serkan Günel, Yiitalım ve diğer meslektaşımla ilgili olarak böyle bir tedbirin öngörülmesi, Ceza Muhakemesi Kanunu’na tabii ki karşılığı olan bir düzenleme. Yani aynı soruşturma kapsamında, eğer sizin hakkınıza da işlem yapıldıysa ya da bir menfaat çatışması olduğu düşünülüyorsa, böyle bir durumda bu tür tedbirler alınabiliyor. Ama iki meslektaşıma yönelik olarak soruşturmanın gizliliğini ihlal ya da adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçlaması yöneltildiğinden, yöneltilen suçlamalar arasında da temel itibariyle bir bağlantı bulunmadığından dolayı, böyle bir tedbiri çok daha gerekli görmediğimi söyleyebilirim. En azından, daha önce böyle bir uygulama hatırlamıyorum.
Tabii ki, Ergenekon davasında duruşmalardan yasaklama gibi uygulamalar vardı. Burada şeyi merak ediyorum; sonuç itibariyle savcılık makamı bu konuda bir karar verici mercii değil. Yani savcılık makamı, bir avukatın dosyaya girip girmeyeceği konusundaki kararı veremez. Böyle bir yasaklama kararı varsa, bunun mutlak suretle bir hakimlik kararına dayanması lazım.
Yani böyle bir hakimlik kararı var mı, yok mu? Tabii ki, buna eminim ki haklarında yasaklama kararı veren avukatlar inceleyeceklerdir, değerlendireceklerdir. Ama geçmişte, mesela Ergenekon davasında olduğu gibi yine menfaat çatışmasının bulunduğu dosyalarda benzer uygulamalar başka soruşturma süreçlerinde de yaşanabiliyor.
"Ergenekon" dendiğinde, dalga dalga birinci dalga, ikinci dalga denince, bu hepimizi o dönemi yaşayanlar açısından hatırlatıyor. Eğer burada böyle dalga dalga gidecekse, iddianamenin yazılması da öyle olacak. İddianame yazılır, İmamoğlu tahliye edilir deniyordu, yani iyi niyetli düşünenler için. Ancak, anladığım kadarıyla bu öyle olmayacak. Dalga dalga genişleyecek ve herkesten alınan bilgilerle büyük ihtimalle kapsamlı bir iddianameyle karşı karşıya olacağız.
Bir manipülasyona sebebiyet vermek istemem ama temel itibariyle bu soruşturmanın çok genişleyeceği ve bu dosyanın içerisinde daha birçok kişinin olabileceği yönünde bilgiler mevcut. Yani bundan 20 gün öncesine kadar biliyorsunuz...
Yani, şöyle tabii, bir manipülasyona sebebiyet vermek istemem. Ama temel itibariyle bu soruşturmanın çok genişleyeceği ve bu soruşturma dosyasının içerisinde daha birçok kişinin olabileceği yönünde birtakım bilgiler de yer alıyor. Yani, bundan 20 gün öncesine kadar, biliyorsunuz, yani biraz önce bahsetmiş olduğumuz avukat meslektaşlarımızla alakalı olarak bu tür bilgiler sızdırılmıştı. Akabinde operasyon geldi. Yine aynı şekilde Kültür AŞ ile ilgili olarak birtakım bilgiler, yine bazı basın yayın organlarında yer almıştı ve onlarla ilgili operasyon gerçekleşti. Yine bu bugün gerçekleştirilen operasyonla ilgili olarak da, yakın bir zamanda yapılmış olan haberler var. Bunu dillendiren insanlar var. Bunun devamı geleceğini söyleyen bazı gazeteciler var. Bu çerçevede, yani bu da aslında beklenen bir operasyon olarak karşımıza çıkıyordu.
Bu operasyonların temel itibariyle daha da genişleyebileceği, başka İBB bürokratlarını da yine etkileyebileceği şeklinde birtakım söylentiler var. Nesnel, somut bir veriye dayanmayan birtakım söylentilerin olduğunu da biz şahit oluyoruz. Ama hiçbir hukuk devletinde bu tür söylentilere temel itibariyle itibar edilmemesi gerektiğini de tabii ki ifade etmek lazım. Zira bu tür söylentiler ya da bu operasyonların işte büyüyeceği, genişleyeceği şeklindeki birtakım değerlendirmeler, şu anda iş yapan bürokratların ya da İstanbul Büyükşehir Belediyesi içerisinde çalışan memurların iş yapamaz hale getirilmesine hizmet eder.
Zaten şu anda anladığım kadarıyla gözaltı listesine baktığımız zaman, herhalde bayağı bir şeyle karşı karşıyayız. Yani, bütün kilit noktada pek çok isim gözaltına alınmış. Herhalde İBB'nin işleyişinin de önüne geçilmiş olacak anladığım kadarıyla.
Yani, benim dikkatimi çeken zaten iki tane gruplanma, gruplaşma var burada. Bunlardan birincisi, işte en önemli isimlerden bir tanesi Şafak Başa, eski genel müdürü. Hatta ben de bununla ilgili olarak bir paylaşım yaptım. Benim de yine kendisini yakından tanıyorum. Eşine, Şişli Belediye Başkan Yardımcısıydı Meltten Başa. Sağlık raporlarını paylaşmıştı.
Zaten şu anda anladığım kadarıyla, bu gözaltı listesine baktığımızda herhalde bayağı bir sorunla karşı karşıyayız. Yani, bütün kilit noktalarda pek çok isim gözaltına alınmış. Herhalde İBB'nin biraz da işleyişinin önüne geçilmiş olacak, anladığım kadarıyla. Yani benim dikkatimi çeken iki tane gruplanma, gruplaşma var burada. Bunlardan birincisi, en önemli isimlerden bir tanesi Şafak Başa, eski genel müdür. Hatta ben bununla ilgili olarak bir paylaşım yaptım. Kendisi ile yakından tanışıyorum; eşinin de Şişli Belediye Başkan Yardımcısı olduğunu biliyorum.
Sağlık raporlarını paylaşmıştı benimle. O sağlık raporlarına baktığınızda, kendisinin çok ciddi anlamda bir kalp rahatsızlığının olduğunu görüyorsunuz. Bir de bugün Süzcü Gazetesi'nde yayınlanan bir haber vardı. O haber, aslında bu operasyonla Şafak Başa'nın gözaltına alınmasıyla üst üste bindi. İşte, sizin de şimdi tam olarak gösterdiğiniz aslında Kanal İstanbul projesi ile ilgili olarak yapılmış olan birtakım yıkım tebligatlarının gönderilmesi, bahsettiğim şey. Yani, bu sebepten dolayı mı bu operasyonlar gerçekleşti diye, bugün kamuoyunda sabah saatlerinden itibaren ciddi anlamda tartışılıyor.
Ama şunu ifade etmek lazım: Özellikle Şafak Bey bağlamında şunu belirtmek istiyorum. Ben de raporlarını gördüm. Sağlık raporlarını gördüm. Gerçekten de çağrılsa gelecek, ifade verebilecek bir durumda. Daha önce İSKİ'ye savcılık tarafından birçok yazı gönderilmiş. Bu ihale dosyaları ile ilgili birtakım bilgiler istenmiş. Onları gönderen İSKİ genel müdürü hâlâ görevinde ve bunlarla ilgili olarak hesap verebilecek bir pozisyonda. Gidip çağrıldığında ifade verebilecek bir durumdayken, böylesine ciddi sağlık sorunları varken, şu an siz de görüyorsunuz; yani stent takılmasının dahi yüksek riskli olduğu ve muhtemelen bypass olma durumunun, açık kalp ameliyatı olma ihtimalinin söz konusu olduğu bir durumda, şu anda gözaltı işlemi uygulanıyor. Mali şube nezarethanesinde tutuluyor.
Yani bunun ölçülü ve orantılı bir müdahale oluşturmadığı kanaatindeyim. Tabii ki raporlar şu anda savcılık makamının elinde değildir ama avukatları tarafından dosyaya sunulduğunda savcılık makamının, hem gözaltı işleminin sonlandırılması hem de hızlı bir şekilde ifadesinin alınarak serbest bırakılması gibi bir yolu tercih etmesi, ileride telafi edilemeyecek zararların doğmasına neden olabilir. Yani belki gözaltındayken kalacak.
Raportlar şu anda Savcılık makamının elinde değildir, ancak avukatları tarafından dosyaya sunulduğunda savcılık makamının, gözaltı işleminin sonlandırılması veya hızlı bir şekilde ifadesinin alınarak serbest bırakılması gibi bir yolu tercih etmesi, ileride telafi edilemeyecek zararların doğmasını engelleyebilir. Belki gözaltındayken kalp krizi geçirmesini veya daha başka sağlık problemleriyle karşılaşmasını önleyebilir. Bu birinci grubu oluşturuyor aslında, Nevş Hanım; İSKİ meselesi birinci grup.
Bir de bunun yanı sıra, genel müdürün son attığı tweet var. Onu da göstereyim; su isale hatlarının depremde etkilenmemesi için yeni bir sistemle yenilendiği ile ilgili bir tweet paylaşmış. O tweetsi de yeniden gündeme geldi. Yani özellikle son dönemde ciddi yatırımlar da yapılıyordu, altyapı yatırımları da oldukça fazlaydı. Özellikle, ülkemizde yaşanan ve dünya ölçeğinde yaşanan kuraklığın önlenmesi noktasında İstanbul'un su ihtiyacının karşılanmasına yönelik yeni yatırım projeleri de vardı. Ben de zaman zaman Şafak Bey'i takip ediyordum. Tabii umarım bu projeler, bu operasyonlar sebebiyle sekteye uğramaz.
Dikkat çeken bir diğer isim, bu yayının başında da söylediğiniz gibi, Ramazan Gülten. İmar boyutu açısından, ilk operasyonu göz önüne aldığınızda Gürkan Akgül'ün gözaltına alındığını görüyorsunuz. Yine Şişli Belediye Başkanı Resul Emrah Şahhan gözaltına alınmıştı. Burada Ramazan Gülten ile birlikte, özellikle imar dairesinde görevli olan bürokratların, şehir plancılarının ve Boğaziçi İmar Müdürü’nün gözaltına alındığını görüyoruz.
Bu isimlerin büyük bir kısmı, özellikle 2019-2024 döneminde Kanal İstanbul projesinin hayata geçirilmesi için çokça konuşulan süreçte, bu projenin İstanbul'a yarardan çok zarar getireceğini dile getiren, bunlarla ilgili yargı süreçlerini kamuoyuyla paylaşan ve yargıya taşıyan şehir plancıları. Öyle ki, Ramazan Gülten, Tayfun Kahraman, Emrah Şahan ve Gürkan Alpay gibi isimler de bu süreçte yer alıyorlar.
Bu isimlerin büyük bir kısmı, özellikle 2019-2024 döneminde Kanal İstanbul projesinin hayata geçirilmesi için çalışılan, çokça konuşulduğu dönemde, bu projenin temel itibariyle İstanbul'a yarardan çok zarar getireceğini dile getiren, bunlarla ilgili yargı süreçlerini kamuoyuyla paylaşan ve bunları yargıya taşıyan şehir plancılarıdır. Ramazan Gülten, Tayfun Kahraman, Emrah Şahan ve Gürkan Alpay gibi isimlerin tamamı aslında aynı ekolden gelen şehir plancıları olarak karşımıza çıkıyor.
Diğer boyutuyla da burada, sanki imar dairesine yönelik ya da şehir plancıları merkezini alan bir çatı soruşturma çerçevesinde inşa edilmeye çalışılmış gibi görünüyor. Tabii şu anda istenen suçlamalarla ilgili olarak herhangi bir şey bilmiyoruz. Sadece bazı tahminler yürütülüyor. Bununla ilgili de İBB tarafından açıklamalar yapılıyor. Ancak, zannediyorum ki yarın ya da ondan sonraki gün, yani pazar ya da pazartesi günü, ifade alma işlemlerine başlanacak. Gözaltı süresinin uzatılması mümkün olup, en geç salı günü hakim karşısına çıkarılmaları ya da serbest bırakılmaları gerekiyor. Bu çerçevede, ifade işlemleri başladıktan sonra istenen suçlamaların tam içeriğini öğrenme şansımız olacak.
Daha ilk dalgada hemen hemen hiç kimseye tahliye kararı çıkmadı. Tutuklama kararı çıktı. Arada bir tek Murat Abbas tahliye edildi. İlk dalgada gözaltına alındıktan sonra, suç ceza kimliklerine sevk edilirken, birkaç kişi aslında kontrol şartıyla serbest bırakılmıştı. Hatta orada 4. Suç Ceza Hakimliğine sevk edilen, içlerinde İBB Genel Sekreteri Can Çağlar'ın da bulunduğu bir grup, tamamen serbest bırakılmıştı. Daha sonra bu karara itiraz edilmişti ve 4. Suç Ceza Hakimi hakkında da soruşturma başlatılarak görevden alınmıştı. Bu kişilerin bir kısmı, savcılığın yaptığı itiraz üzerine yeniden tutuklanmıştı.
Buradaki önemli bir ayrıntı, zikrettiğiniz Murat Abbas ismi. Çünkü hem bu yayının başında avukatlara yönelik gerçekleştirilen gözaltı işlemleri hem de bu operasyon kapsamındaki ayrıntıları öğrenme fırsatı bulacağız.
Burada önemli bir ayrıntı var. Dikkatinizi çektiğiniz isim, zikrettiğiniz isim de önemli; Murat Abbas ismi. Çünkü hem bu yayının başında avukatlara yönelik gerçekleştirilen gözaltı işlemleri hem de belki de bu operasyon kapsamında ayrıntılarını öğreneceğimiz, bilemiyoruz ama etkin pişmanlıktan faydalanmış olan kişilerin vermiş olduğu beyanlar da önemli bir anlam taşıyabilir. Onları da söylediğim gibi, emniyet ifadelerine girdikten sonra oradaki isimler hakkında daha ayrıntılı bilgi sahibi olabileceğiz.
Peki, Hüseyin Erkadaş, teşekkür ederim. Sağ olun. Ben teşekkür ederim, sağ olun. Işıl, kolay gelsin. Şimdi, burada bir isim daha var. İkinci dalgada gözaltına alınan, ilk dalgada konuşulmuştu: Dursun Balcıoğlu. Hatırlayacak olursanız, Dursun Balcıoğlu, İBB'den ihale alan şirketlerden bir tanesinin büyük ortağıydı. İlk dalgada küçük ortağı alınmıştı; Dursun Balcıoğlu alınmamıştı. Bunu da onlara bayağı anlatmıştı.
Murat Ağ, bütün gazeteci meslektaşlarımı ve bu dosyayla ilgilenen herkese soruyorum ben. Buradaki bu ISCON adlı firmanın sahibi olarak gösterilen Furkan Remzi Ceylan, şirketin %49 hissesine sahip. Demek ki şirketin %51 ortağı var, değil mi? Yani büyük ortak var. Asıl kararı veren, asıl söz sahibi olan %51 ortağın kim olduğunu biliyor musunuz? Dursun Balcıoğlu. Şimdi ifadedeki cevaptan Dursun Balcıoğlu kimmiş öğrenelim.
2019 yılından önce Büyükşehir Belediyesi'nde raylı sistem daire başkanıymış bu kişi, AKP döneminde. AKP döneminde aynı zamanda bu kişi %51 ortağı olduğu için şirketin büyük ortağı ihalelere girebilme yetkisini de o vermiş. Neden diyor musun? Şirketin iş ve işlemleriyle Dursun Balcıoğlu ilgilenmez ama bu tip şirketlerde %51 ortağın iş bitirme belgeleri kullanılır. Yani diyor ki, onun iş bitirme belgesiyle biz aldık bunu. Kiptaş'taki ihaleyi bu isim almış.
Peki, soruşturma dosyasına baktığımızda Dursun Balcıoğlu nerede? Herhalde o Furkan olduğuna göre şüpheli olmalı, tutuklu mu, yoksa Dursun Bey de tutuklu mu? Onun çünkü aynı şirketin dosyada yok. Peki, nerede biliyor musunuz? İki tane fotoğraf var, arkadaşlar. Onu verme şansımız var mı? Dursun. Şimdi, bu ikinci dalgada Dursun Balcıoğlu da alındı.
Neden diyor musun? Şirketin iş ve işlemleriyle Dursun Balcıoğlu ilgilenmez ama bu tip şirketlerde %51 ortağın iş bitirme belgeleri kullanılır. Yani diyor ki, "Onun iş bitirme belgesiyle biz aldık bunu." Kiptaş'taki ihaleyi bu isim almış. Peki, soruşturma dosyasına baktığımızda Dursun Balcıoğlu nerede? Herhalde o şüpheli olduğuna göre tutuklu. Dursun Bey de tutuklu mu? Ya da şüpheli olması lazım? Çünkü onun aynı şirket dosyada yok.
Peki, nerede biliyor musunuz? İki tane fotoğraf var, arkadaşlar. Onu verme şansımız var mı? Dursun. Şimdi bu ikinci dalgada Dursun Balcıoğlu da alınmış. Yani iş dünyasına da uzandığını görüyoruz. Bu da önemli bir detay. Şimdi az önce dedi ya, "bir eski, iki imar çok dikkat çekici" diye.
Hüseyin Ersöz, bu seçim sürecinden sonra Erdoğan'ın, Kanal İstanbul'la ilgili yapmış olduğu bir konuşma, enteresan aslında onu yeniden hatırlatmakta fayda var. Şimdi Kanal İstanbul'a da karşı çıktılar. Çıkmış belediye başkanları diyor ki, "Kanal İstanbul buraya uymaz." Sen otur işine bak; nasıl uyduğunu göreceksin. Bütün bunların çalışmalarını biz gayet iyi yaptık. Üniversiteleri çalıştırdık. Kendi ekiplerimizi çalıştırdık ve inşallah en yakın zamanda ihalesini de yapmak suretiyle Kanal İstanbul'u da başlatacağız. Kanal İstanbul.
Evet, bu da Erdoğan'ın bu konuşmasını hatırlatmak da manidar. Türkiye'de gerçekten bizim mesleği yapmak için, yayıncılık yapmak için geniş bir arşivinin olması lazım. Hep de böyle hatırlamak ve hatırlatmak lazım. Hani biraz geçmişe gidip, biraz videoları, söylenenleri falan kurcalayınca bazı şeyler daha net görülüyor.
Şimdi bugün operasyonla başladık tabii. CHP'nin de Mersin mitingi vardı. Şimdi CHP'nin Mersin mitinginde Özgür Özel, bu operasyona da değindi. Bu operasyonu direkt Kanal İstanbul'a bağladı. Bugün yapılan işin tamamen iki hedefi vardır. Bunlardan birincisi, milletin iradesine çökmek. İkincisi, İstanbul'un rantına çökmek. Öyle ki, Ekrem Başkan hapise atıldıktan hemen sonra Kanal İstanbul ihanetini hemen raftan indirdiler.
İstanbul'un muhafızı Ekrem Başkan Silivri'deyken, Arap televizyonlarının reklamlarına Recep Tayyip Erdoğan başrolde çıktı. Kanal İstanbul manzaralı evler, İstanbul'da göl manzaralı evler, Türkiye pasaportu, Türk pasaportu garantili evler. 3,5 dakikalık reklam yayınlarında Tayyip Erdoğan Katar'dakilere, Araplara, Arap şeyhlerine güzel daireler vadediyordu ve bunu gören İSKİ buna itiraz etti. İSKİ'nin genel müdürü Şafak Paşa, buna en temelden itiraz eden kişi olarak Ekrem Başkan'a gitti, ziyarette bulundu ve bilgi notlarını sundu. Kendisi genel müdür yardımcısı...
Bugün yapılan işin tamamen iki hedefi vardır. Bunlardan birincisi, milletin iradesine çökmek; ikincisi ise İstanbul'un rantına çökmektir. Öyle ki, Ekrem Başkan hapise atıldıktan hemen sonra Kanal İstanbul ihanetini rafa kaldırdılar. İstanbul'un muhafızı Ekrem Başkan Silivri'deyken, Arap televizyonlarının reklamlarında Recep Tayyip Erdoğan başrolde çıktı. Kanal İstanbul manzaralı evler, İstanbul'da göl manzaralı evler, Türkiye pasaportu ve Türk pasaportu garantili evler...
3,5 dakikalık reklam yayınlarında Tayyip Erdoğan, Katar'dakilere, Araplara, Arap şeyhlerine güzel daireler vadediyordu. Bunu gören İSKİ, buna itiraz etti. İSKİ'nin genel müdürü Şafak Paşa, buna en temelden itiraz eden kişi olarak Ekrem Başkan'a gitti. Ziyarette bulundu; bilgi notlarını sundu. Kendisi, genel müdür yardımcısı ve imar daire başkanı. Kanal İstanbul için yapılan inşaatlar, öyle yoksulun yoksulları için yapılan konut falan değil. Kanal İstanbul inşaatı için yapılan tüm işleri gördü ve bunların kaçak olduğu için TOKİ'ye yıkım kararı verdiğini bildirdi. Yazıyı dün yolladı.
Bugün gazetelerde, muhalif gazetelerde bu haber var. Bu sabah, 40 gün önceki operasyonda adı olmayan, hakkında hiçbir iddia bulunmayan İSKİ'nin genel müdürü, genel müdür yardımcısı ve imar daire başkanı, Şafak baskınıyla gözaltına alındılar. Hepimiz biliyoruz ki mesele yolsuzluk değil, mesele Kanal İstanbulsuzluk. Kanal İstanbul yoksa Tayyip Erdoğan yok. Onun için arkadaşlarımıza saldırıyorlar. Özgür Özel, böyle bir noktaya bağladı. Çok önemli bir şey dedi. Ekrem İmamoğlu bu durumu yaptırmayacaktı; böyle yorumladı Özgür Özel.
Bir çağrısı daha oldu; onu da ilerleyen dakikalarda yine değiniriz. Diyor ki, "Hodri meydan! Bu, bütün Ekrem İmamoğlu duruşmaları TRT'den canlı yayınlansın. Sonra da o anketlere bakalım. Bütün millet izlesin canlı." Ne diyor? "Sonra da anket yapalım. Kim önde? Hodri meydan var mısın? Sana da %25 avans veriyorum."
Fakat, benim anladığım kadarıyla bu durum, CHP çevrelerinde çok beklenmiyordu. Bu ikinci operasyonun bu şekilde olması, operasyonun genişlemesiyle ilgili. Baksanıza, İBB'de tüm kritik noktalardaki insanlar alınmış durumda. Benim anladığım kadarıyla, bir yerden sonra İBB'deki karar alıcı mekanizmalardaki belli başlı isimler alınınca, İBB işlemez ve çalışamaz hale getirilecek. Bu durumda, iktidarın bir süreliğine rafa kaldırdığı kayyum meselesi tekrar gündeme gelebilir diye düşünüyorum.
Enes hocam, biz seninle depremin ekonomisini konuşacaktık; tabii oraya da bağlayacağım. Ama bu konuya biraz değinmemiz gerek. İlk operasyondan sonra hemen İBB'ye kayyum atanması planlanıyordu, özellikle piyasalardaki gelişmeler... Yani, işte doların birdenbire yükselmesi...
Fakat benim anladığım kadarıyla, bu da çok beklenmiyordu CHP çevrelerinde. Bu ikinci operasyonun şimdi bu şekilde olması, eee, operasyon genişledi. Baksanıza İBB'deki bütün kritik noktalardaki insanlar alınmış durumda. Benim anladığım kadarıyla, bir yerden sonra bütün İBB'deki karar alıcı mekanizmalardaki belli başlı isimler alınınca, NBBB işlemez, çalışamaz hale getirilecek ve iktidarın bir süreliğine rafa kaldırdığı kayyum meselesi tekrar gündeme gelebilecek diye düşünüyorum.
Enes hocam, biz seninle depremin ekonomisini konuşacaktık. Tabii oraya da bağlayacağım. Eee, ama ya bu ilk şeydendi; Kanal İstanbul'a da geleceğiz de, hani ilk operasyondan sonra hemen eee İBB'ye kayyum atanması planlanıyordu. Özellikle hem piyasalardaki gelişmeler, yani işte doların birdenbire yükselmesi, bütün rezervleri Merkez Bankası'nın tüketmesi, işte fonların zarar eder hale gelmesi falan, böyle bir ekonomide deprem olunca, hani o biraz Erdoğan eee frene bastı. Araya da, hani böyle daha rasyonel insanlar girdi. "Etmeyin, tutmayın, bu doğru değil," dediler. Bir kayyum kararı rafa kaldırıldı dendi.
Ama bence, Erdoğan zamana da oynayıp, anladığım kadarıyla biraz da bu işi normalleştirip, işte dalga dalga normalleştirip, eee herhalde kayyum matematik seçeneğini raftan indirecek gibi anlıyorum ben. Bunun bir piyasaya etkisi olur mu? Yoksa piyasa, hani beklentiyi satın alır hikayesi var ya, artık piyasa bunda normal karşılar mı? Yok. Piyasaya bence etkisi olur, ama tabii ilk anda kayyum atamasıyla kayyum atandığındaki etkisiyle çok da karşılaştırılamaz. Çünkü gerçekten normalleştiriliyor.
Ne yapabilirsin normalleştirmeyip de? Bu şeye benziyor biraz. Hani eee depremde işte eee Nacililer, işte Şenerciler diye ayrıldık ya. Şimdi hocalarımıza da şey yapmak istemem ama eee yani şenerci olmaya benziyor bu biraz, çünkü git gide git gide sen, yani e insanoğlu ne yapacak yani? Bir şeylere alışması lazım. Unutkanlık olması lazım insanoğlunda. Bu bizim için hem bir nimet hem bir lanet.
E şimdi sen yavaş yavaş yani her gününü de bu kredilere eee müthiş bir şekilde adapte olarak vesaire geçiremezsin. Hayatın devam ediyor. Eee ve maalesef zaman da eee hepimizin aleyhine işliyor böyle bir iktidar altında. Çünkü eee iktidarın maalesef menfaatine olan şeyler bizim zararımıza. Eee gördüğünüz gibi ve zaman hakikaten hepimizin aleyhine işliyor.
Eee burada işte bahsettiğim unutmak da olabilir, şu da olabilir, bu da olabilir. Yani bunlar çok reflekse yönelik şeyler. Refleks, yani ilk anda verdiğimiz tepkiler çok yaşamsal, evrimsel tepkiler, böyle acıdan kaçmak gibi. Yani bunu değiştirebilmek için insanın çok çabalaması, üzerine çok çalışması lazım ve bu müthiş bir enerji gerektiriyor. Müthiş bir odaklanma gerektiriyor. Acayip dedike bir insan olmanız gerekiyor.
Evet, haklısınız! İnsanlar, günlük yaşamın yükleri altında ezilmeye başladıklarında, derinlemesine düşünmekten kaçınabiliyor. Daha iyi bir yaşam için elimizden geleni yapmak durumundayız. Ancak bu süreç içerisinde insan olmanın getirdiği doğal tepkileri de unutmamalıyız.
Unutkanlık, insanoğlunun bir parçası. Aynı zamanda bu, bizim için hem bir nimet hem de bir lanet. Ancak hayatın akışında, bu unutkanlık hoş karşılanamaz; çünkü burası bizim evimiz ve geleceğimizle ilgili kaygılarımız var. Bu kaygıları göz ardı ederek hareket edemeyiz.
Kimse kendine kızmasın. Tepki göstermeyenlere de fazla yüklenmemek lazım. Herkes, içinde bulunduğu durumla başa çıkmaya çalışıyor. Ve bu gerçekten insana dair bir durum. Ama bunu aşmamız, daha medeni bir toplum için çaba sarf etmemiz lazım.
Ülkede ciddi bir miktar ekonomik sıkışıklık var. Bunu hepimiz biliyoruz. Kötü yönetim nedeniyle bu, Kanal İstanbul gibi projelere yönlendiriliyor. İnsanlar, bunun ekonomiye bir can suyu olabileceğini düşünüyor. Ama daha derin sorunlarımız var; kısa vadeli çözümler yeterli değil.
Eğer oradaki araziler gerçekten satılacaksa ve inşaatlar yapılacaksa, bu kısa vadede para girişi sağlayabilir. Ama Türkiye'nin sorunları uzun vadeli. İktidarın menfaatine olan çözümler, kısa vadede fayda sağlasa da, kalıcı bir çözüm sunmuyor.
Bir sonraki seçime kadar gerekli olan finansman bulunabilir; ama Türkiye'nin sürdürülebilirliği için gereken enerjiyi sağlamak çok daha büyük bir mesele. Bu yapısal sorunlarla başa çıkmadan, yarının bize neler getireceği belirsiz olacak.
Kısmen olur. Çünkü sonuçta eğer orada hakikaten araziler satılacaksa, inşaatlar yapılacaksa kısa vadede para girişi olacak. Evet, bu kısa vadede rahatlatabilir ama Türkiye'nin sorunları kısa vadeli değil ki. İşte onun için diyorum, zaman bizim aleyhimize işliyor. İktidarın menfaatine olanlar bizim zararımızda. Onlar bir sonraki seçime kadar gerekli olan, işte 10 milyar dolar, 20 milyar dolar, 30 milyar dolar, neyse bunlar bulunabilir.
Ama Türkiye'nin bu dinamizmini koruyabilmesi için gerekli olan enerjiyi ve finansmanı nasıl bulacağız? Bunu böyle bir Kanal İstanbul, "Hadi yaptık, bir tane İstanbul var, ona da kanalı yaptık." Oradan da bir 40-50 neyse doğrulttuk diyelim. Beş sene sonra ne yapacağız? Bir Kanal İstanbul daha mı yapacağız? Ne yapacağız? İzmir'in ortasından mı bir şey geçireceğiz? Bunun sonu yok yani. Bizim gerçekten kendi doğal sınırlarımızı bilip ona göre politika geliştirmemiz lazım.
E tabii bunu artık bekleyemiyoruz yani şu anki iktidardan. Ve öyle bir şey ki, bak konuştuğumuz şeylerin aslında çoğu bu finans sistemiyle vesaire falan filan ilgisi bile olmuyor. Çok insani temel duyguları falan konuşuyoruz ya. O kadar hakikaten sıkışmış hissediyoruz ki. Bak, deprem oldu. İkimiz İstanbul'da yaşıyoruz. Ufuk, Allah'a şükürdür, Ankara'da yaşıyor. Yani bak bu sıkışmışlığı deprem nedeniyle kendi zaten canımızla hissediyoruz. İkimiz bir şekilde kamuoyunda görünür insanlarız. Ya dilimizi tutalım, aman hareketlerimize sahip olalım. Yani nereden, ne geleceği belli değil. Kim nereye operasyon çekiyor, belli değil. Bu hedeflerden kaçınalım.
Oradan sıkıntı çekiyoruz. Ekonomik olarak sıkıntı çekiyoruz. Bunların hepsi, yani insanı hakikaten boğacak hale geliyor. Ufuk, senden iki tane görsel atmıştım. Onları bir yansıtabilirsen çok sevinirim. Biraz önce Can, sonra Canan dedik ya, bak burası bizim mahallenin Suadiye mahallesinin toplanma alanı. Diğer fotoğrafı bir gösterebilir misin?
Ufuk, koca mahallede bir avuç yer diyorsun. Şu bak parkın adına bir bakar mısınız, arkadaşlar? Parkın adı "Minik Park". Yani 20, 30.000'e yakın neredeyse bu mahallenin nüfusu var. Ve mahallenin toplanma alanı burası. Minik park, arkadaşlar. Yani bu artık dallı geçmenin de ötesinde. Kendi mahallenizi falan da kontrol edin. Böyle hani "AVM'ler yapıldı, şu bunlar zaten yapıldı." Üstüne kala kala bize bunlar kaldı.
Ya burada, depremden sonra Allah korusun, yani burada bırak depreme ilişkin hizmetler vermeyi, hijyen, mijyen, yemek...
Ufuk, sana iki tane görsel atmıştım. Onları bir yansıtabilirsen, çok sevinirim. Biraz önce önce Can, sonra Canan dedik ya, bak burası bizim mahallenin, Suadiye Mahallesi'nin toplanma alanı. Diğer fotoğrafı bir gösterebilir misin? Ufuk, koca mahallede bir avuç yer diyorsun. Şu bak, parkın adına bir bakar mısınız, arkadaşlar? Parkın adı Minik Park. Ya, 20, ya 20-30.000'e yakın neredeyse bu mahallenin nüfusu var. Ve mahallenin toplanma alanı, burası; Minik Park, arkadaşlar.
Yani bu artık dallı geçmenin de ötesinde ve yani kendi mahallenizi falan da kontrol edin. Böyle, hani şeyi diyoruz ya, AVM'ler yapıldı, şu bu, zaten yapıldı. Üstüne kala kala bize bunlar kaldı. Ya, burada depremden sonra, Allah esirgesin, yani burada bırak depremle ilgili hizmetler vermeyi, hijyen, yemek, çadır kurma, bunları geçtim. Mahalleli burada toplansa, ayakta duramaz. Duramaz.
Buranın aşağısı sahil. Burada şişe de, işte herkes sahilde. Şiş'te de millet sokağa çıktı. Sokağa çıksana, daracık sokakta duruyorsun. Sokağa çıkmak kafana, zaten bina yıkılırsa kafana düşecek. Öyle bir durum var. Millet öyle sokakta duruyor. Rezalet ya.
Tabii tabii, Kırklareli Üniversitesi'nden Caner Gerek var; ekonomist meslektaşım. O şöyle bir şey yazmış: "Bir başka binadan bir başka binaya yakınlaşmadan, kendi binandan uzaklaşamadığın şehir, İstanbul." Gerçekten öyle. Yani burada ucu bucağı yok bu binaların, vesaire.
Öyle ki Kahramanmaraş depremlerinden sonra özellikle seninle şeyi konuşmuştuk; deprem finansmanı ne olur, ne biter? Onun öncesinde benim bir projem vardı, deprem bankası diye. Türkiye için önemsemek gerektiğini düşünmüştüm. Onu da konuşmuştuk. Her şeye geç kalıyoruz. Bak, bunlara da yine geç kalıyoruz. Bir türlü derlenip toparlanmıyor.
Maraş depremlerinin ekonomik maliyeti, 100 milyar dolar civarında olacak gibi bir hesap çıkmıştı. Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı gibi bir şey var; oradaki kurullardan biri, o hesabıyla neredeyse 1.3-1.5 katına falan, yani 130-150 milyar dolara yakın bir maliyet olduğu ortaya çıkıyor.
Şimdi İstanbul'da, geçen senin programda Ankara'nın direktörü Mert Zunoy söylemişti. Öyle bir kent ki; ya İstanbul'da yaşıyoruz, ya İstanbul'da bir tanıdığımız var, ya da İstanbul'da bir şirketle iş yapıyoruz. İstanbul ile Türkiye'nin ilgisi, Türkiye'deki insanların İstanbul'la hiçbir ilgisinin olmadığı çok az insan var. Yani belki üçte ikisi, demiştim Mert Bey.
Ama bu iş ilişkilerini falan da eklersem, belki 1/10 kadar insan, yani aşağı yukarı 60 milyon insan, belki de İstanbul'la bir şekilde ilişkili. Yani burada olacak bir ekonomik yıkım, deprem falan öyle 100 milyar dolarla falan ölçülemez. Ben İstanbul Finans Merkezi projesinde çalışırken, o zaman...
Şimdi, İstanbul’da geçen sene programda, Ankara'nın direktörü Mert Zunoy söylemişti. Öyle bir kent ki, ya İstanbul'da yaşıyoruz, ya İstanbul'da bir tanıdığımız var, ya da İstanbul'da bir şirketle iş yapıyoruz. Türkiye'deki insanların İstanbul ile ilgisi olmayan çok az insan var. Belki üçte ikisiyle ilgili olduğuna inanmıştım. Ama bu iş ilişkilerini eklersem, belki de 1/3 kadar insan, yani aşağı yukarı 60 milyon insan, İstanbul ile bir şekilde ilişkili.
Yani burada olacak bir ekonomik yıkım, deprem falan öyle 100 milyar dolarla ölçülemez. Ben İstanbul Finans Merkezi projesinde çalışırken, o zaman iki yedek finans merkezi önermiştik; biri Mersin, sadece sunucuların ve onların altyapısının bakımının yapılacağı bir alan, diğeri de Ankara'da, İstanbul'da deprem olduğunda bazı işlemlerin devam edebileceği, elemanların da bulunduğu küçük bir finans merkezi. Bak, onlar bile daha yeni yeni yapılıyor biliyor musun? Özel bankalar falan, daha yeni yeni gidiyor. Biz Ankara'daki bankaları da İstanbul'a taşıdık. Normalde pıtır pıtır bu bankaları dağıtmamız lazımdı.
Yani artık uzaktan çalışma imkanları çoğaldı. İyi bir internet altyapısı döşediğimiz zaman, memlekete birkaç da böyle uyduyla destek verdiğimizde, bunlar hiç yapılmayacak şeyler değil. Gerçekten büyük maliyetler falan da olmuyor. Yani 40 milyar dolara yakın deprem vergisi toplanmış. O deprem vergileri, böyle saçma sapan harcanmasaydı, doğru değerlenseydi, benim dediğim gibi bir deprem bankası gibi bir şey kullanılsaydı, 25 yıl boyunca onun kümülatif değerlendirme karı falan düşün, 556 milyar dolar civarında şu an depreme ilişkin kullanacağımız finansman olurdu.
Yani bu, 55-60 milyar dolarlık bir kaynak demek. Bunun çarpanını düşündüğümüzde, bunun 5 katı, 6 katı kadar parasal büyüklüğe denk gelir. Bunu piyasada kredi olarak dolaştırdığında, birçok sorunun halledilebilmesi bile mümkündü. 1999'dan sonraki deprem vergileri düzgün bir yöntemle, hakikaten uygar bir şekilde işlerseydi, o bile yeterdi.
Aslında burada bütçe yönetimi meselesi var. Mesela, vergi toplanıyor ama onun ayrı bir yasası olması lazım. Deprem parası olarak toplanan şey, illa ki depreme gitmiyor. Mehmet Şimşek'in de meşhur bir konuşması var; "Biz onu yola harcadık, biz onu şuna harcadık, biz onu buna harcadık" diye. Hakeza Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da, işte Suriyelilerle ilgili...
Bir de vergi toplanıyor, ama bu vergilerin nasıl harcandığı da ayrı bir mesele. Mehmet Şimşek'in yaptığı konuşmalarda belirttiği gibi, "Biz onu yola harcadık, biz onu şuna harcadık," şeklinde yaklaşımlar var. Aynı şekilde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriyeliler ile ilgili harcamalarıyla ilgili de benzer söylemleri mevcut. Burada önemli olan, bütçenin şeffaf bir biçimde nasıl yönetileceğidir.
Amerika Birleşik Devletleri'nde Trump'ın başında olduğu bir yapı var, Dodge diye bir şey kurdular ve bütçeler üzerinden kısma yapmaya çalıştılar. Ama yasalar gereği, bütçe kalem kalem geçiyor. Kongre'nin onayı olmadan, belirli bir kalem üzerinden harcama yapamıyorsun. O yüzden o vergiler o şekilde toplanıyor, ancak harcama yapılırken çok daha dikkatli davranılması gerekiyor.
Bizdeki yapı ise ne yazık ki bu kadar düzenli değil. Hükümetin kararlarıyla yürüyen bir sistem söz konusu. Tek bütçe mantığı olmalı, çünkü çok fazla farklı bütçenin olması, kamu maliyesinin yönetimini imkansız hale getirebiliyor. Ancak bazı özel koşullar için fonlar oluşturmak mümkündür; örneğin, işsizlik fonu.
İşsizlik fonunu nasıl kullandığımızı düşünelim. İşsiz kalanların yaşam standartlarını koruyabilmeleri için bu fonun doğru bir şekilde yönetilmesi önemli. Ancak çoğu zaman bu fonlar, kredi garanti fonu gibi başka alanlara ayrılabiliyor ve böylece gereken yerde kullanılmıyor. Eğer bu tür sorunlar yaşanmasaydı, kamu maliyesi yönetimi çok daha sağlıklı bir yapıya kavuşabilirdi.
Şimdi işsizlik fonu var. Tamam. İşsizlik fonunu biz nasıl kullandık? Yani, işsizlik fonunu, işsiz kalanların yaşam standardını bir şekilde koruyabilmelerini sağlamak için kullandık. İşte çeşitli kredi garanti fonu için ayırdık. Bir kısmını bilmem ne için, bir kısmını bilmem ne kredisi için ayırdık. Böyle rezillikler yaşandı. Ama eğer bu rezillikler yaşanmasaydı, bu deprem vergileri vesaire, bir şekilde bir fon altında toplansaydı ve bunlar iyi değerlendirilseydi, o zaman biz neyin ne olduğunu görürdük. Bütçe tabii ki meclisin elinde, meclisin yetkisinde. Normalde meclisler ne için var? Aslında en temelde, uluslararası hukuk, savaş, barış durumları ve bütçe konuları için var.
Şimdi bu bütçe konusunu, maalesef şu an mecliste konuşabiliyor muyuz? Yani meclisten geçmeme gibi bir durumu var mı? Yok. Yani normalde bunun, işte, salt çoğunlukla değil, belki %51'le değil, belki daha yüksek bir oranla onaylanması gerekmesi lazımdı. Maalesef bu kanunda böyle düzenlenmemiş. O zaman bizim elimizde ne kalıyor? Hakikaten bu işi nasıl yaparız? Bakın, bu sadece deprem vergisi de değil. Bizim mesela şimdi neyimiz var? Varlık fonumuz var değil mi? Varlık fonunda ne var? Bir sürü şirket var, Çaykur'dan, Türk Hava Yolları'na falan. Bunlar ne işe yarıyor? Sürekli aslında dışarıdan görece daha ucuza borçlanmak için çalışıyorlar. Yani hazine ile beraber, sanki ikinci bir hazine gibi çalışıyor.
Varlık fonunu biz en son nerede etkin gördük? 19 Mart olaylarından sonra... Borsa düşünce, borsa düşmesin diye varlık fonunun kaynaklarını kullandılar ve borsayı bir şekilde tutmaya çalıştılar. Şimdi yani siz kaynaklarınızı böyle kullanırsanız, yani bırakın depremi, en ufak bir felaketi bile doğru dürüst yönetemiyorsunuz. Ormanınız yanıyor, durduramıyorsunuz.
Şimdi tabii ki balık baştan kokuyor, ama en azından bizim de bir şeyler önermemiz lazım. Benim mesela deprem bankası dediğim şey ne aslında? O, kalkınma bankası; işte, kalkınma fonunun, kalkınma bankasının Türkiye'deki tüm bankaların, bir şekilde büyüklüklerine göre ortak olacağı bir yapı… Deprem vergilerini belki bir vergi olarak değil de, başka bir yöntemle alıp bir fon oluşturabileceği bir sistem tutarsak, burada da hem yerli hem yabancı yöneticilerle birlikte bir yapı oluşturmuş oluruz. Biz, kurumların hep bağımsızlığından falan konuşuyoruz ya, orada bir nefse bağ...
Şimdi, eğer siz kaynaklarınızı böyle kullanırsanız, bırakın depremi, en ufak bir tel felaketini bile doğru dürüst yönetemiyorsunuz. Ormanınız yanıyor, durduramıyorsunuz. Elbette, balık baştan kokuyor ama en azından bizim de bir şeyler önermemiz lazım.
Benim mesela "deprem bankası" dediğim şey ne aslında? Yani, kalkınma bankası. Kalkınma fonunun, kalkınma bankasının Türkiye'deki tüm bankaların bir şekilde büyüklüklerine göre ortak olacağı bir deprem fonu oluşturması mümkün. Bunu belki bir vergi olarak değil de başka bir yöntemle yaparak bir fon oluşturabiliriz. Bu fonu, yerli ve yabancı yöneticilerle bir arada tutarsak, kurumların bağımsızlığını da sağlarız. Orada etkin bir kredi mekanizması yaratabiliriz.
Mesela sigorta primlerinizi nasıl ödediğinizi biliyor musunuz? Ev sahibi olan arkadaşlar, evinizin metrekaresine göre ödüyorsunuz. Evin metrekaresi ile bunun ne alakası var? Bu sigorta dediğiniz şey, aktüaryal bir işlemdir. Yani, riskle alakalıdır. Riskin ne olduğunu anlarsınız. O riskin gerçekleşme ihtimalini hesaplarsınız. Ona göre bir sigorta primi oluşur.
Tamam mı? Dandik, dandik sistemler kurmuşuz. Yani, DASK'ın etkin bir şekilde çalışması mümkün değil. Ucuz, çok ucuz. Bu parayla hiçbir şey yapamazsınız. Zaten Maraş depremlerinde de gördük, yapamadık. Bu, artık bir sigorta sistemi dışından çıkmış, bir vergiye dönmüş. Normalde evin fiyatı, yeri, konumu, büyüklüğü, deprem olma sıklığı gibi birçok şey hesaplanmalı ki ona göre para alalım. Doğru dürüst bir aktüaryal hesap bile yok.
Bunu normal düz vergi gibi salmışlar piyasaya. Yani, bunu adam gibi bir sigorta sisteminde kullansak, sigortadaki primleri modern bankacılık faaliyetleri çerçevesinde değerlendirsek, inanın o kadar fazla kaynak çıkacak ki. Ben bunun projesini de yaptığım için biliyorum. Bu kaynaklar çıkacak. Hepsi hesaplanabilir, kitaplanabilir şeyler.
Mesela biz hala beton üzerine çok yoğunlaşıyoruz. Beton elbette önemli bir yapı malzemesi ama çelik üzerine yoğunlaşamıyoruz. Halbuki Türkiye'nin çelik üretimi konusunda iyi bir potansiyeli ve büyük bir deneyimi var. Yeşil çelik üretimi dediğimiz bu, çevreye çok zarar vermeyen çelik üretiminde dünya lideri olma potansiyeline sahip.
Neden? Bu ülkede aslında buna çok ihtiyaç var. Önce iş talebi yaratırsınız, ondan sonra bunu dünyaya satarsınız. Anadolu'nun her yerine inşaat sektörümüz iyi değil mi? İstanbullular siteleri diye, böyle kodlayabileceğim bir şey var.
Mesela biz hala işte beton üzerine çok yoğunlaşıyoruz. Beton tabii ki önemli bir yapı malzemesi ama çelik üzerine yoğunlaşamıyoruz. Halbuki Türkiye'nin çelik üretimi konusunda iyi bir potansiyeli ve büyük bir deneyimi var. Yeşil çelik üretimi dediğimiz, çevreye de çok zarar vermeyen çelik üretiminin de dünya lideri olma potansiyeli var. Neden? Bu ülkede aslında buna çok ihtiyaç var. Yani önce iş talebi yaratırsın, ondan sonra bunu dünyaya cayır cayır satarsın. Anadolu'nun her yerine, inşaat sektörümüz iyi değil mi? Yani belli şekillerde, İstanbul'dan göçenlere özel teşvikler sağlayabileceğin, yerleştirebileceğin yerler yapabilirsin. Çeşitli küçük şehirlere veya büyük şehirlerin çeperlerine, eski binalara daha yüksek bedelli sigorta primleri, sigorta ücretleri uygularsın. İnsanları ona göre teşvik edersin.
Teşvik, sadece insanlara para vermek demek değildir; onları bir hareketi yapmaya yönlendirmektir. Bunların hepsi yapılabilecek şeyler. Bak burada, çıt diye 56 tane şey saydım ve gerçekten Türkiye'nin bunu yapacak kaynağı yok demek bu ülkeye bir şekilde ihanet veya işte deprem vergilerimizi böyle kullandık demek büyük bir saçmalık. Yani bunu başka bir yöntemle toplayabilirdin ve kullanabilirdin. O kadar şey var ki, o kadar sıkışmış hissediyoruz ki kendi ailemizle bu konuları konuşamıyoruz. Konuşamıyoruz, korkuyoruz. Çünkü öyle bir şey ki, bu korku, sanki böyle konuşunca gerçekleşecekmiş gibi bir his uyandırıyor. Ben bunu anlayamıyorum.
Mesela bu ruh halini, sen diyorsun ya, "AKP'liler artık elit siyaseti yapıyor" diye. Yani gerçekten dün, vatandaşın ruh halini anlayacak bir insan evladı kalmadı mı burada? Bizi rahatlatacak, gerçekten bize bir plan sunacak bir şey yapacak kimse yok. Yani sürekli, "Yok, ben vatandaşın da ciddiye alınmadığını düşünüyorum artık." Vatandaş ciddi alan bir siyaset yapılmıyor.
Sen konuşuyorsun ya, "Şunu istemiyoruz" diyor. Ne bileyim, üniversiteliler, "Bu rektörü istemiyoruz" diyor. "Sana ne" diyorlar. Bu kadar basit. İnsanlar bir şey istemiyorlar, değil mi? Protesto gösterisi yapıyorlar. Bir şey söylemeye çalışıyorlar. Artık vatandaşın dikkate alındığı bir siyaset değil bu.
Şimdi popülist sağ diyoruz, hani popülist siyasette ne yapar? Hep böyle memleketin faydasına olmayacak olsa bile, çoğunun hoşuna gidecek şeyler söyler. Onun üzerinden bir siyaset yürütür ya. Bu zamana kadar böyleydi AK Parti. Bundan sonra böyle değil.
Sen konuşuyorsun ya, işte şunu istemiyoruz diyor. Ne bileyim, üniversiteliler, abi, bu rektörü istemiyoruz diyor. Sana ne ya diyor. Bu kadar, yani bu kadar basit. İnsanlar bir şey istemiyoruz diyorlar değil mi? Protesto gösterisi yapıyorlar. Bir şey söylemeye çalışıyorlar. Artık vatandaşın dikkate alındığı bir siyaset değil bu.
Eee, şimdi popülist sağ diyoruz da, hani popülist siyasette ne yapar? Hep böyle işte, eee, memleketin faydasına olmayacak olsa bile, çoğunun hoşuna gidecek şeyler söyler. Onun üzerinden bir siyaset yürütür ya. Bu zamana kadar böyleydi AK Parti. Bundan sonra böyle değil. Yeni bir merhaleye geçtiğimizi düşünüyorum. Yani, çoğunluğun ne söylediğinin de çok bir önemi yok bence. Zaten seçimler de göstermelik hale gelirse, o zaman popülist siyaset yürütmesine de gerek yok aslında. Yani bunu da unutmamak lazım. Kesinlikle.
Bak, biraz önce bahsettik ya, mesela bunların hepsi bak yeni riskler. Tamam mı? Yani bu, biraz önce bahsettim ya, sigorta sistemi o kadar önemli bir sistemdir ki aslında. Elde veri olacak, öngörü kabiliyetin olacak, bilmem ne, öngörülebilir bir yerde olacaksın, ülkede olacaksın, şudur budur derken bir sürü mevzu var burada. Şimdi, eee, bu da mesela yeni riskler yaratıyor. Tamam mı?
Mesela, sen bana bir haber atmıştın. İşte Mehmet Şimşek başka bir şey söylüyor. ABD işte hazinesi başka bir şey söylüyor. Toplantıda şunu konuştuk, bunu konuştuk diye. Ya, iç yani sürekli adamlar bizim üzerimize şeyden geliyor. İşte sizin ülkenizde bilmem ne yapamazsınız çünkü kara para var. Sizin ülkenizde bilmem ne yapamazsınız çünkü şu var. Siz işte burada bize destek olmalısınız şu savaşımızda. Çünkü sizi ekonomik olarak şöyle yerle bir ederiz, böyle yerle bir ederiz falan. Yani, bu yeniliği falan bile öldüren bir şey.
Mesela bu işte finansal teknolojiler falan var ya. Normalde Türkiye acayipti. Acayipti ya. Nasıl gidiyordu biliyor musun? Bu kredi kartı işte mobil uygulamalar, app'ler falan filan her şey böyle dünyanın çok önündeydi. Şimdi böyle artık yeni finansal teknolojik ürünler Türkiye'de, normalde çok hızlı adapte olup, hatta geliştirilirken, çok geriden geliyor Türkiye.
Mesela biz hala, ödemelerde işte, telefon, QR kod kullanma, şu bu, çok gerideyiz. Bunun en büyük sebeplerinden biri ne biliyor musun? Bizim bu alandaki teknoloji geliştirmemiz, bu işte kara para, şu bu falan filan olaylarından dolayı hep geri plana atılıyor. Daha sıkı regülasyonlar uygulamak zorundayız ki, dışarıdan kredi alırken kendimize inandıralım. Tamam mı? Halbuki çok daha serbest olabilirdik.
Bak, böyle böyle bu ufak şeyler var ya, o kadar ayağımıza sıkıyoruz ki, ondan sonra ağlıyoruz.
Mesela, biz hala ödemelerde, işte telefon, QR kod kullanma gibi konularda çok geriyiz. Bunun en büyük sebeplerinden biri ne biliyor musun? Bizim bu alandaki teknoloji geliştirmemiz, kara para falan gibi olaylar yüzünden hep geri plana atılıyor. Daha sıkı regülasyonlar uygulamak zorundayız ki dışarıdan kredi alırken kendimize inandıralım, tamam mı? Halbuki çok daha serbest olabilirdik. Böyle ufak şeyler var ya, o kadar ayağımıza sıkıyoruz ki, ondan sonra ağlıyoruz. Yani finansman yok, finansman yok.
Ya, finansman tabii ki olmaz kardeşim. Bu ülkenin potansiyelini hiçbir şekilde ortaya koymasına izin vermemişsin. Finansman yok. Ondan sonra biz de geliyoruz burada ekonomi anlatacağız, işte 40 milyar dolar, 100 milyar dolar, faiz, şu, bilmem ne, bu. Normalde biraz daha veri alışverişi yapacağımız yerde, yemin ederim kendimi bazen burada bir şaka gibi hissediyorum. Çıkıyorum burada, böyle sizlere karşı yorumlara bakıyorum. Ağlıyoruz birbirimize falan.
Bir sonuç olmuyor nihayetinde ama yine de çabalıyoruz. İşte ne bileyim, bu projeler var, depremle ilgili şunla ilgili, bununla ilgili umarım bir netice verir en azından önümüzdeki yıllarda, diyeyim. Evet.
Evet hocam, sağ olasın. Teşekkür ederim. Ben teşekkür ettim, iyi yayınlar. Proje var. Yani uygulamak isteyene, bedava var canım. Bedava isteyene veririz, var. Eyvallah.
Şimdi, hoppa deprem meselesine devam edeceğim. Siz de demişsiniz zaten yorumlarınızda. Ben de jeologla jeofiliyi karıştırıyorum, kusura bakmayın. Daha doğrusunu şimdi Özgün Hoca söyler. Alpin diyor ki: "Nevşin hocam, bir yer bilimci konuk da alsanız, objektif biri anlatsın diye." Evet ya.
Arkadaşlar, bir rezillik var. İnanılmaz bir şey. Tamam hani hangi bir rezillik diyeceksin? Ya, şaka değil bak, 7 şiddetli deprem olursa, nerede nasıl öleceğiz, tövbe estağfurullah diye konuşuyoruz. Bu işi de, bak, yine hükümete yakın medya tamamen maskaralığa, şaklabanlığa çevirdi. Bir yandan sürekli yeni haberleri tarıyorum, arkadaşlar. Beyaz TV'ye Oytun Erbaşı çıkarmışlar, depremi yorumlasın diye. Allah aşkına şuna bakın ya.
Bütün her yer fay. Evet. Evet. Şöyle, şimdi bir kere İstanbul'da 1509'da bir deprem olmuş, küçük kıyamet. Küçük kıyamet. Osmanlı tarihinde geçmiş. Çok insan ölmüş. Bazıları 5.000 diyor, bazıları 10.000 kişi var. Kayıplar çok fazla. Ahşap evler var. Sonra ikinci deprem 176'da olmuş. Bunların 7.2 olduğu düşünülüyor. Gerçekten büyük bir yıkım olmuş.
Arkadaşlar, bir rezillik var. İnanılmaz bir şey. Tamam, hani hangi bir rezillik diyeceksin, ya şaka değil, bak; 7 şiddetli deprem olursa nerede, nasıl öleceğiz? Tövbe estağfurullah diye konuşuyoruz. Bu işi de bak, yine hükümete yakın medya masal haline getirdi. Maskaralığa, şaklabanlığa çevirdi.
Bir yandan sürekli yeni haberleri tarıyorum; Beyaz TV’ye Oytun Erbaşı çıkarmışlar, depremi yorumlasın diye. Allah aşkına, şuna bakın ya. Bütün her yeri fay. Evet. Şöyle, şimdi bir kere İstanbul'da 1509'da deprem olmuş. Küçük kıyamet. Osmanlı tarihe geçmiş. Çok insan ölmüş. Bazıları 5.000, bazıları 10.000 diyor. Kişiler var, kpiçenler yok. Ahşap evler var. Sonra ikinci deprem 176'da olmuş. Bunların 7.2 olduğu düşünülüyor, ya bayağı yıkım olmuş.
Bir kere bu büyük İstanbul depremi değil. Ben size söyleyeyim, ya bu şu andaki deprem büyük İstanbul depremi değil de olacak mı, diyorsun? Evet. Yani bugün olmayacak, yarın olacak. Yarın olmayacak, 2030'da olacak, 2028'de olacak, 2040'ta olacak. Çünkü bazıları buna 250 yıllık simetri demiş ama fay hattı. 250 yılda bir harekete geçmiş demiş. Eğer çarparsanız, bölerseniz yani toplarsanız, 2023’lere ama bu 2030’a da denk gelebilir. O kadar fayatları 3 sene, 5 sene tutmayabilir, 10 sene tutmayabilir. Ama ben şuna, ya bir 30-40 yıl daha zaten tutmazsa sıkıntı yok bizim. Biz yok olacağız.
Ama şöyle söyleyecek İstanbul'da, küçük... Artık ne diyeceğimi şaşırıyorum yani. Şaka programı desen de ayıp ya. Ayıp yani. "Lan öleceğiz mi, kalacağız mı?" diyoruz. Adamlar Oytun Erbaşı çıkarmış, dalga geçiyor. O da diyor ki, "30-40 yıl sonra olsa da bize ne, biz öleceğiz," diyor. Yani manyak mısınız? Salak mısınız? Tövbe ya Rabbi ya.
Eee, Özgün hocam merhabalar. Nasılsınız?
Merhaba. Teşekkürler. Duyuyorsunuz herhalde, değil mi?
Duyuyorum, duyuyorum. Şimdi, siz bir önce kendinizi tanıtır mısınız? Nerede çalışıyorsunuz? Ne iş yapıyorsunuz? Sizi neden yayına aldık? Oytun Erbaşı’ndan farkınız ne? Bir anlayalım.
Eee, merhaba. Adım Ali Özgün Konca. Boğaziçi Üniversitesi Kandil Hastanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü'nde jeofizik Anabilim Dalında doçent olarak görev yapıyorum. Jeofizik doktoram var, fizik lisansım var. Uzmanlık alanım, deprem fiziği ve tektonik. Eyvallah. Daha ne olsun?
Şimdi hocam, aslında Orhan hocayla da biz senin kulaklarını çınlattık. Eee, hemen depremden sonra hani biz seni almak istedik. Sen de dedin ki, "Ya kardeşim, ben ne deyim? Ölçümlere bakmam lazım, şeye bakmam lazım, veriye bakmam lazım. Onun üzerine biz falcılık yapmıyoruz ki," diye. Ama maşallah, millet falcılık yapar gibi.
Şimdi, ya entan ne oluyor? Biz öleceğiz mi, kalacağız mı? Ne olacak Allah aşkına? Şimdi, yani benim kanaatim bir takım figürler de yollamıştım. Onların üzerinden de gidebiliriz, istiyorsanız.
Merhaba. Adım Ali Özgün Konca. Boğaziçi Üniversitesi Kandil Hastanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü'nde jeofizik Anabilim Dalında doçent olarak görev yapıyorum. Jeofizik doktoram var. Fizik lisansım var. Uzmanlık alanım ise deprem fiziği ve tektonik sistemler.
Eyvallah, daha ne olsun? Şimdi hocam, aslında Orhan hocayla da biz senin kulaklarını çınlattık. Hemen depremden sonra, biz seni almak istedik. Sen de dedin ki, "Ya kardeşim, ben ne deyim? Ölçümlere bakmam lazım, veriye bakmam lazım. Biz falcılık yapmıyoruz ki." Ama maşallah, millet falcılık yapar gibi.
Şimdi, entan ne oluyor? Biz öleceğiz mi, kalacağız mı? Ne olacak, Allah aşkına? Yani benim kanaatim bir takım figürler de yollamıştım ya, onların üzerinden de gidebiliriz istiyorsanız. Ya da hani şey yapalım, şimdi gidelim. Açıkçası Orhan'a da söylemiştim, hani hastaydım, çok şey yapamadım, böyle günlük tartışmaları çok takip edemedim. Bir de gündemin maşallahı var. Hani deprem bir yandan, diğer gündemler bir yandan. Hani gidip böyle çok da böyle şeyleri zamanında takip edemiyoruz.
Şimdi bu şekli şunun için koydum. Bu, şunu gösteriyor: Buradaki her bir noktada bir tane GPS istasyonu var. Yerin hareketini ölçüyor. Bir yılda burası, Avrasya. Yani yukarı tarafı, Karadeniz ve üstünü, bütün Avrupa kıtasını sabit kabul edersek, nasıl hareket ediyor diye bakıyoruz. Şimdi burada hiçbir şey görmesek zaten büyük faylar, depremler olmayacak. Bu, özellikle Kuzey Anadolu Fayına net göstermek için bir referans.
Şimdi buradaki vektör, bu oklar var ya, bu hareketi gösteriyor. Onun skalası da tabii siz şeyi görmüyorsunuz, zannetsiz değil mi? Benim cursorüm görünmüyordur. O sağ altta görünen 24 mm/yıl diyor ya. Burada görüyorsunuz hareketli, böyle bir işte saatin tersi yönde derler. Doğu-batı derler. Hakikaten saatin tersi yönde gibi büyük ölçüde doğu-batı. Sonra Ege'ye girdikçe de güneye doğru kayan bir hareket var ve bu hareket aynı zamanda büyüyor Ege'ye doğru gittikçe. Çünkü orada eski bir şey var. Batan bir var.
Bu işte, Arap Yarımadasının bizi ittirmesi hikayesi değil mi? Şimdi sadece ittirme değil, Ege'den de bir çekme var. Şimdi bu bağıl hareket var. Bu bağıl hareketin bir şekilde, bu böyle sadece 5 km falan değil; bu bayağı bir 100 km, 100-150 kilometrelik bir plaka dediğimiz, yani litosfer dediğimiz, komple giden bir şey var. Bunun alt kısmı daha sıcak ve yüksek basınçta olduğu için yavaş yavaş zaten gidiyor.
Bunun üst kısmı kilitli oluyor bazen, ki çoğunlukla. Çünkü orası daha soğuk. Ve burada sürtünmeden dolayı elastik bir enerji birikiyor, birikiyor. Bunun bir şekilde kayması lazım. Ama her yerde aynı derinliğe kadar olmayabiliyor. Bazen böyle birden fazla fay olabiliyor. Ve...
Şimdi bunun alt kısmı daha sıcak ve yüksek basınçta olduğu için yavaş yavaş zaten gidiyor. Bunun üst kısmı, çoğunlukla, kilitli oluyor. Çünkü orası daha soğuk. Ve burada sürtünmeden dolayı elastik bir enerji birikiyor. Bunun bir şekilde kayması lazım. Ama her yerde aynı derinliğe kadar olmayabiliyor. Bazen birden fazla fay olabiliyor. Ve bunun bir döngüsü var tabii. Yani mesela fayın bir dayanımı var. Çünkü yılda 2-2,5 santimetrelik bir hareketten söz edersek, bu genelde 20 metre kayarak olmuyor. Daha erken oluyor ama belli bir stres yüklemesi gerekiyor. Ama bu döngü çok stabil değil. Deprem başladığı zaman nereye, nasıl gideceğini tahmin etmek de çok zor bir konu.
Bir dahakine geçelim. Şimdi bir de bir atladık bir tane. Marmara'dan şimdi bu böyle bir iç yapısını gösteriyor. Çok detaya girmeyeyim ama şu maviler, sediman yani. Bunlar, deniz olduğu için ve içinde basenler bulunduğu için buralara çok fazla malzeme akıyor. Normal, işte bunlar daha yumuşak. Bu da etkili oluyor olabilir. Marmara'nın içi hem Marmara'nın batısında biraz karışık. Çünkü fay biraz çatallanıyor. Burada fayları da aslında gösteriyor. Bir kuzeyden giden var, bir güneyden giden var. Ama bunları biz GPS'lerle modellediğimizde, İstanbul’a yakın geçen, Kumburgaz'dan giden kısımda hareketin çoğunun burada olduğunu biliyoruz. Yani hareket, yerine göre değişiyor; 15 ile 23 milimetre arası diyelim yılda ya da işte 2,5 cm yakın bir hareket kuzeye doğru, yani 2 cm diyelim bir hareket kuzey tarafından gidiyor.
Şimdi burada, diyelim ki bir 6.1'lik deprem oldu. Bu ne demek? 6.1'lik, yani bir ölçek olarak söylüyorum. Modellemedim daha ama modelleyeceğiz. Ama şöyle düşünelim; o skalada işte 15 kilometre uzunluğunda bir fay, aşağı yukarı derinlikte, düşündüğüm gibi 6-7 kilometre derinliğinde, böyle bir dikdörtgen düşünün. Burası ortalama 70 cm kaymış. Az bir şey değil ama mesela en son 1766 dedi ya Orkun. Bildiğimiz gibi orada iki büyük deprem var. O zamandan beri her şey sıfırlanmış bile olsa, o zamandan beri biriken 45 metre varken, 70 cm kaydığı zaman artık daha deprem olmaması demek için, o zaman bu hareket nerede? Yani bu hareketin bir yerde sağlanması lazım.
Şimdi bu kesin. Diyelim ki şimdi bir 6.1'lik deprem oldu. Bu ne demek? 6.1'lik, yani bir skalada söylüyorum. Modellemedim daha ama modelleyeceğiz. Şöyle düşünelim; o skalada işte 15 km uzunluğunda bir fay, aşağı yukarı, işte derinliği 67 km diyelim. Böyle bir dikdörtgen düşünün. Burası işte ortalama 70 cm kaymış. Az bir şey değil ama mesela en son işte 1766 dedi ya Orkun, diyoruz, hani orada iki büyük deprem var. Diyelim ki orada her şey sıfırlanmış bile olsa, o zamandan beri biriken daha 45 metrelerdi. 70 cm kaydığı zaman artık daha deprem olm demek için, o zaman bu hareket nerede? O hareketin bir yerde sağlanması lazım. Tamam, başka kollar var.
Bir kısmı orada. Bir dakika, bir dakika, şimdi şu konuşuluyor; kaç gündür eskiden deniliyordu, "bu büyük ana fay var Marmara'nın dibinde." Şimdi bu kırılacak mı, kırılmayacak mı hikayesi? Fakat sonradan yapılan araştırmalarda biz anladık ki çoklu fay var. Dört fay var dendi. Dolayısıyla bütün senaryo değişiyor dendi. Değil mi? Naci hoca bunu diyor, evet. Cenk Yprak bunu diyor. Cenk hoca bunu diyor. Kaç, şimdi? Evet, orada bir anlaşmazlık var. Çok kesin.
Bu daha çok 2000'lerin başında yapılan denizaltı çalışmalarında bir faylar çıkarıldı. Tabii bu zor bir yöntem, denizin altında olduğu için. Şimdi, bun kaydığı zaman netleşecek aslında işin özü o. Ama şu anda öyle mi? Biz tam olarak bilmiyoruz. Tek mi? Ha şöyle; yani fay çok fazla var çünkü. Hani burada direkt hep oluyor diyemiyorlar galiba ama bir ana fay konusunda MTA'nın da kabul ettiği işte, evet. Löpion ve Celal hocaların yaptığı ve diğer insanların yaptığı bir şey var. Çoğu orada diyor.
Şimdi bunu, bu diyor ki bunun bağlantısı oradan değil diyen var, yok bunlar aslında birleşmiyor diyen var. Yani İzmit'ten gelip devam eden bir parça var, bir de yukarıda var diyenler var. Bunlar parça parça aslında birleşik değil diyenler var ki, birleşik olmaması çok zor. Eee, şimdi orada bir karmaşık durum var ama genel kabul gören işte o Celal hocaların şey yaptığı, hani kabul ettiği tamam.
Yani diyorsunuz ki genel kabul gören hala bir tane ana fay var. Zaten bu fay işi böyledir. Şey de olsa, bunlar öbür faylar; öbür faylar yok değil, onlar da var muhtemelen. Ama mesela elimizdeki şu verilere, mesela şu GPS verilerine, o daha iyi uyuyor zaten. Yani ben hani deniz jeolojici değilim, gidip onları değerlendiremem. Ama mesela biz modelliyoruz bu şeyleri; hani nereye, ne kadar hareket verelim diye baktığımızda, bir adalar kısmında benim biraz kafam karışık ama onun dışındaki kısımlarda...
Şimdi orada birtakım karmaşık iddialar var ama genel kabul gören, işte o Celal hocaların kabul ettiği; tamam, yani diyorsunuz ki, genel kabul gören hala bir tane ana fay var. Zaten bu fay işi böyledir. Şey de olsa, bunlar öbür fleğil. Öbür faylar yok değil, onlar da var muhtemelen ama mesela elimizdeki şu verilere, mesela şu GPS verilerine, o daha iyi uyuyor zaten. Yani ben hani deniz jeologu değilim. Gidip onları değerlendiremem. Ama mesela biz modelliyoruz bu şeyleri. Hani nereye, ne kadar hareket verelim diye baktığımızda, adalar kısmında benim biraz kafam karışık. Ama onun dışındaki kısımlarda, ya Kumburgaz'dan geçen, işte normal bu orta havzadan geçen ve Tekirdağ'a doğru giden bir fay, eldeki bu GPS verileriyle falan gayet daha açıklamaya, daha yatkın.
Hani başka yer alanları bizim anlayacağımız gibi anlat hocam. Fay ortadan mı kırıldı? Diğer iki tarafa gerilip mi birikti? O zaman biraz ilerleyelim. Şimdi bir bakalım.
Şimdi bu fayın sanki yüzeyini incelemiş gibi düşünüyoruz. Bu benim, eee Zeynep Yılmaz diye bir doktor öğrencim vardı. Onunla yaptığımız bir çalışmaydı. Şimdi burada faya sanki böyle yandan bakıyoruz. Fay çünkü iki boyutlu bir şey değil; derinliği de var. Şimdi böyle bakıyoruz. Marmara'yı kestik. Böyle ortasından bakıyoruz gibi düşünün.
Burada baktığınızda, Marmara için iyi olabilecek şeyler görüyoruz. Mesela Marmara'nın batısında, dedik ya, hani bu bir bağıl hareket var. Bu hareket büyük ölçüde bu fayda gibi görünüyor. Hani tam bağlantıları konusunda tartışmalar devam etse de aşağı yukarı böyle bir şey çıkıyor.
Bunun mesela İzmit'e bakalım. Bu siyah olan yerler tamamen kilitli olduğunu düşündüğümüz yerler. Yani İzmit kilitli; orada hareket olmaz mı diyor? Yok, yani kilitli orada elastik enerji birikiyor ve büyük deprem potansiyeli daha yüksek. Mesela orada, bizim turuncuyla gösterdiğimiz yerde, biraz daha sanki kilitli değil, o kadar fay gibi değil.
Sonra bir tane daha gidelim. Şimdi bizim daha sonra yine Kandil'den, eee şey, eee Semi hocalar daha detaylı, bu sefer diğer kolu da ekleyerek, o dediniz ya, güneyde de var falan yaptılar. Bu da ne kadar kayma eksiği oluştuğunu gösteriyor. Yani insanlar için bunları anlamak çok kolay değil ama yine de göstermek istiyorum.
Ne kadar kırmızı olursa, o kadar az kayıyor gibi düşünün. Şimdi Marmara mavi de; o mor gibi olanlar, yani bunda biriken yıllık kayma hareketi daha yüksek. Mesela İzmit'e bakın. Sonra işte Saros Körfezi'ne bakın, hep mavi. Oralarda mesela daha sık büyük depremler oluyor zaten Marmara'ya göre. Yani Marmara'nın biraz özellikleri var hakikaten.
Şimdi bir tane daha gidelim. Daha sonra Kandil'den Semi hocalar, detaylı olarak bu sefer diğer kolu da ekleyerek, "o dediniz ya güneyde de var," falan dediler. Bu da, ne kadar kayma eksiği oluştuğunu gösteriyor. Yani insanlar için bunları anlamak çok kolay değil ama yine de göstermek istiyorum. Ne kadar kırmızı olursa, o kadar az kayıyor gibi düşünün.
Şimdi Marmara'da mavi ve mor gibi olanlar, yani bunlar yıllık kayma hareketi daha yüksek olan yerler. Mesela İzmit'e bakın, sonra Saros Körfezi'ne bakın, hep mavi. Oralarda mesela daha sık büyük depremler oluyor zaten Marmara'ya göre. Yani Marmara'nın biraz özelikleri var hakikaten. Örneğin, depremler ortalamaya baktığında aynı frekansta görmüyoruz. Biraz daha az görünüyorlar.
Şimdi bu mor yerde bir kırılma oldu. Bunun etkisi deprem oldu 1999'da. Tabii batısı da 1912'de kırılmıştı. Ortada bir boşluk var. Mevzu burada kilitleniyor. Burada bahsettiğimiz boşluk ise yeşil alan. O şu anda yeşil gibi görünen yerler. Ama burada da her yer, özellikle batı tarafının, çok fazla hareketi yok. Yani orada bir hani kilitli olmayabilir, hafif hafif kayıyor olabilir gerçekten orası. Öyle bir faktör var yani burada, batı tarafında.
O yüzden, Doğu Adalar'ın karşısındaki hepsinin bir arada kırılmasını zorlaştıran bir faktör ama şunu iddia etmekten ben çekinirim. Yani hepsi bir şekilde kırılmaz. Mesela şimdi siz, bu hani "deprem olmaz" diyen insanlara, Doğu Anadolu'daki depremden önce sorsaydınız, "Doğu Anadolu fayı üzerinde olmayan bir yerden bir deprem başlasa, Doğu Anadolu'ya girse, orayı da 350 km kırarsam olur mu?" deseniz, kesin olmaz derlerdi ama oldu.
Deprem şöyle bir şey; o zaman bilinmiyor mu bu? Yani bunu bilemiyor musunuz, hocam? Düşün, dinamik bir stres meselesi bu. O anda dalgalar oluşuyor, bir kırık meydana geliyor. O anda hazır olmayan yeri de kaydırabilir. Yani mesela bunun bir örneği var; Yeni Zelanda'da, 2019'da 7.6 büyüklüğünde, "Kaykır depremi" diye kayıtlara geçmiştir. Faydan faya atlamış. Yani baksanıza, hayatta bir arada kırılır demezsiniz.
Şimdi bu kadar birbirine yakın net bir fay var. O zaman sizin bilim, aslında olacağı tahmin etmekle alakalı değil. Siz olanları inceliyorsunuz ve diyorsunuz ki belki de bir patern vardır ya da yoktur. Paternleri de tabii, uzun dönem döngülerle inceliyorsunuz ama çok fazla bilinmeyen var. Ama Marmara’ya spesifik, çok kalın sediment olması ve işte bu, yani deprem olma döneminde, bu tamamen kilitli gibi olmayan yerlerin var olması muhtemelen, mesela İzmit gibi, işte Saros Körfezi gibi sürekli.
Şimdi bu kadar birbirine yakın, net bir fay var. Bir dakika, o zaman sizin bilim, aslında olacağı tahmin etmekle alakalı değil. Siz olanları inceliyorsunuz ve diyorsunuz ki: “Belki de bir patern vardır, ya da yoktur.” Paternleri, tabii uzun dönem döngüleri üzerinde durarak incelemek mümkün, ama çok fazla bilinmeyen var. Marmara'ya spesifik olarak, çok kalın sediman olması ve bu dönemde, yani deprem olma döneminde tamamen kilitli olmayan yerler olması muhtemel. Mesela İzmit gibi, işte Saros Körfezi gibi bölgeler sürekli böyle 7.4’e yakın ve 7 üstü depremlere maruz kalıyor, frekanslarını bir tık düşürüyor ama olmuyor diyemeyiz.
176 depreminin iki tane var; 1766 yılında olanı, mesela gayet büyük olduğunu biliyoruz çünkü her döngü aynı olmayabilir. Yani bir yer sürekli aynı şekilde kırılmayabilir. Bir yerden başlar, olmadık bir yere atlar, çok daha büyür. Mesela bu Doğu Anadolu'da olan deprem. Ha, belki böyle 1000 yılda olmayacak, ya da 5000 yılda olacak bir deprem.
Şimdi Marmara'nın bir özelliği var. Normalde depremlere baksak ana fay burada diyemezsiniz; hani morfolojisi ile ilgili bilgi sahibi olmak lazım. Mesela Kuzey Anadolu Fayı’nın morfolojisini bilmek, üzerinde atımları ölçerek incelemek gerekir. Ama Marmara'da bu iş, düşünce soy olarak geçiyor. Hocam, faylara nasıl bakılıyor? Balyozla mı gidiliyor? Normalde faylara?
Şimdi faylarla ilgili haritalar var, bunlardan da aşağı yukarı bir bilgi edinmek mümkün. Ama tabii yanına gidince örnek de alınır, atımlar ölçülür. Eski dere yataklarında ne kadar offset olmuş, yani kaymış buralar, bunlar ölçülür. Oradan malzemeler bulduk. Tarihsel kayıtlar önemli; bir de deprem sırasındaki sarsıntılardan birtakım kaymalar oluyor. Onları tarihlendirmek mümkün. Sedimanların üzerinde böyle şeyler alınıyor ve o depremlerin kendine özgü özellikleri var. Çökelleri var. O sarsıntıyı ölçen işaretlere bakarak bir tarihsel deprem kataloğu çıkarmak mümkün.
Bir de şimdi deprem, büyük depremlar pek üretmiyor. Mesela bu 6'lık deprem, 1960'lardan beri olan en büyük deprem. Aslında bayağı uzun süredir ve 6'nın üstünde bir deprem olmamıştı. Şimdi bu durumda şu sorular akla geliyor: “Peki bu alt-üstü deprem, stres boşalttı mı? Büyük depremin önüne mi geçti, yoksa büyük depremi öne mi çekti?”
Burada şöyle düşünüyorum; bence boydan boya, komple bir depremde kırılma potansiyelini düşürmüş olabiliriz. Zaten bence biraz az olasılıklı bir durum bu.
Şimdi, biraz deprem çok büyük depremler pek üretmiyor. Mesela bu 6'lık deprem, 1960'lardan beri olan yani en büyük deprem. Aslında az, bayağı süredir ve altı üstü bir deprem olmamıştı. Şimdi, bu mesela, böyle bir... Peki, bu alt üstü deprem şeyi mi oldu? Stres boşalttı mı? Büyük depremin önüne mi geçti yoksa büyük depremi öne mi çekti?
Şimdi, orada da şöyle. Yani bence, boydan boya komple tek depremde kırılma potansiyelini düşürmüş olabiliriz. Zaten bence biraz az olasılıktı. Çünkü arada bir tane, mesela bir tane 7.8-8 dense, birkaç tane 6 nokta olması, daha da azaltıyor. Çünkü pek de görülmüyor yani. Marmara'da hepsinin bir seferde kırıldığı, ben bilmiyorum. Yani en azından onu iddia eden var mı; ama bizim baktığımızda öyle diyenler var. Kardeşim, 1700'lerde sanki sit morali mi vardı? Nereden biliyorsunuz diye soranlar var.
Şimdi, onları da yani ben o konunun uzmanı değilim ama bir derleme yapmıştık. Bizim Yasemin Korkus Türkür diye bir doktor öğrencim vardı; şimdi o da hoca oldu. Hanımla böyle bir şey yapmıştık. Yani başka çalışmalardan derlediğimizde, bizde çok iyi tarihsel kayıtlar var. Hem Osmanlı kayıtları, hem Bizans kayıtları, hem kilise kayıtları. Mesela, yıkılmış, oraya para yollanmış; işte şey yapılmış, böyle her şeyin kayıtları inceleniyor.
Burada böyle bir büyüklüğünden bir tahminde bulunuluyor. Oradan bir şiddet haritası çıkılıyor. O şiddet de tahmini olarak, tabii ki bu fayda olmuştur, buraları kırmıştır diyorlar. Ama bunlarda belirsizlik çok yüksek. Yani bazıları çok iddialı. Bence, benim uzmanlık alanımda değil; ama o kadar iddialı söylememekte fayda var. Ancak şunu biliyoruz: Marmara'da hiç büyük deprem olmuyor diye bir şey yok.
Gördünüz o hareketi. Şimdi bu son depremden buna geliriz. Eee, büyük hareket oluyor yani. Büyük deprem de oluyor. Zaten sonuçta yılda 202 milimetrelik bir hareketin bir şekilde ya oluşması lazım. Bunun bir kısmı diyelim ki deformasyonla oldu, ama mutlaka depremde de olan bir kısmının olması lazım.
Şimdi burada, bu 6.2 olduğu için, ben haklı çıktım; hani neye göre haklı çıkılıyor, burayı ben bilmiyorum. Hani mesela, o çok net değil. Biz, hani eee, biliyorum; ne kadar biraz hayal kırıklığı yaratsa da, bu zaten ya başladığı yer benim için hiç sürpriz değil. Birçok kişi bekler oraya. Çünkü yan tarafta, zaten bir diyorum ya, bir creep deniyor ona. Böyle hafif hafif kayıyor. En çok stres, bu hafif hafif kayanla.
Burada hani bu 6.2 olduğu için ben haklı çıktım, hani neye göre haklı çıkılıyor, ben bilmiyorum. Mesela o çok net değil. Biz hani, biliyorum, ne kadar hayal kırıklığı yaratsa da, bu zaten ya başladığı yer benim için hiç sürpriz değil. Birçok kişi bekler oraya. Çünkü yan tarafta, zaten bir diyorum ya, bir 'creep' deniyor, yani böyle hafif hafif kayıyor. En çok stres, bu hafif hafif kayanla kaymayan yerin arasında oluşur.
2019'da aşağı yukarı burada olmuştu. Bu da onun devamı gibi. Yani stresin en yoğun olduğu yerlerden biri muhtemelen burası. Niye devam etmedin? Çünkü ona speküle edebilirim ben şu anda. Belki fikirler geliştiririz bu konuda ama işte sedim kalın olması, bizim o sismojenik kalınlık dediğimiz, yani şimdi ne kadar genişse, o kadar yayılmaya da, yani kırılan alan genişleme potansiyeli yüksekse o kadar da yayılır. Mesela bu dalma batma zonlarında öyledir. Çok düşük açılı faylar, çok geniş bir kayma şeyi var. Durduramıyorsunuz. Yani işte 1000 km kırılıyor. Düşünsene Türkiye boydan boya ki, Kaf'ta da böyle depremler var. Mesela 1939 depremi; yani bir ucu Nikar'da, öbür ucu Erzincan'da. Yani bir başladı mı durması zor olabiliyor.
Marmara'da da büyük depremler olduğunu biliyoruz. Yani tarihsel kayıtlarda, mesela 7'nin üzeri depremler olmuş. "Olamaz, olmadığı, olmayacak" demek zor. Ama işte dediğim gibi, mesela 1894'te bir deprem olmuş, adalarda ciddi yıkım varmış. Onların fotoğrafları falan da var; böyle kiliseler, şeyler falan.
Şimdi onunla ilgili yine bizden bir eser çaktı hoca ve bir ön sunumunu görmüştüm. O diyor ki, "bu adaları bir kısmını kırmıştır." Mesela yine bizim arkadaşımız var, Gülsan Uçar Kuş diye bir hoca. O da dedi, "ben orada 1894'te kırık göremedim. Yüzeyde bir şey görmedim; yüzeyde görünmüyor." Belki orada oldu. Başka bir hoca da dedi ki, "ya orada dedi Atina'dan da gelmişler." O zaman daha rasathaneyi amile de var, yani Kandilli adıyla olmasa da. Hep böyle İzmit Körfezi'nin çıkışına bakmışlar daha ziyade. Oralarda olmuştur dedi bence falan.
Yani şimdi mesela görüyorsunuz, mesela kim diyor? "Hayır, bu Çınarcık çukurunda olmuş." Yani farklı görüşler var. Bunu böyle çözmek mümkün değil. Tek bildiğimiz, adalarda büyük bir hareket yapmış. Şimdi son depremlere baktığımızda, şu yeşil mavi gibi işaretlediğim yer, o 2019'da olmuştu.
Şimdi son depremlere baktığımızda, şu yeşil mavi gibi işaretlediğim yer, o 2019'da olmuştu ya, 5.8, oranın yerini gösteriyor. Evet. Bu da zamana bağlı çizdim ki, hani dün niye böyle bir heyecan oldu, biraz da onu anlayalım. Şimdi bu başladı, ilk kırdığı yerler hep böyle o 15-20 kilometrelik zonun içindeydi. Sonra biraz yayıldı. Çünkü öyledir. Deprem olur. Sonra böyle post-hareket dediğimiz bir hareket oluyor. Yani depremden hemen sonra yan taraflarda hafif hafif kayar. O deformasyon yanlara yayılır ve artış şokları da yayılır.
Yani şimdi mesela burada dikkat ederseniz, mordan başlıyor, sarıya doğru gidiyor ya; bu, deprem olduktan sonraki zaman hani -1 saatle 4 gün, diyelim. Öyle yaptım. Tamam. Evet. Ne oldu hoca? Dondu. He, tamam. Şimdi tekrar tekrar geldiğiniz şöyle, yani o ilk başlayan yer, büyük bir yuvarlak var. O benim çizdiğim yuvarlağın yanında ilk oradan başlayıp doğuya doğru kırılmış gibi görünüyor bu deprem. İşte 10-15 kilometre civarı. Ondan sonra artçı şoklar zamanla sarılara bakarsanız, biraz doğuya kaymaya başladı. Sonra dün Avcılar açıklarında da bir tane 3.7 olunca, bir ürküttü ama şimdi mesela 3.7 orada olduğunu iyi gösteriyor. Evet, burası stres olarak oradan etkilenmiş. Stres gittikçe doğuya doğru kayıyor. Risk var bu demek.
Yani ben bu geceyi evde geçirdim. Şimdi çok fazla insan da arayınca, "Ben biraz daha çıkayım," şeyine girince, ben de bilmiyorum yani. Şimdi, insan tabii anlıyorum; aslında bizim burada, hani demin ekonomist… şimdi adını unuttum. Enes Bey miydi? Enes hoca. Evet, Enes hoca. Şimdi onu dinlerken, bizim esas bir güven sorunumuz var. Yani hani evine güvensen, ne yapabilirsin ki? Şimdi bu gece olup olmayacağını ben de, mesela diyebilirim ki, "Bugün deprem olmayacak. Büyüğü olmayacak." Çünkü neden? Bir günde olma olasılığı değil mi? Sonra yarın bildim diye de çıkarım ama bu, anlamsız. Yani bilmiyorum, anlamı olmayan bir şey söylemiş olurum.
Sadece şunu söylemek istiyorum: Tamam. Olay şu; risk var. Böyle bir risk var. Mesela şu doğu kısım, kırılmamış şekilde duruyor bence. Yani özellikle şu…
Sadece şunu söylemek istiyorum. Olay şu: Risk var. Böyle bir risk var. Mesela şu doğu kısmı, bence kırılmamış bir şekilde duruyor. Özellikle şu e, şurada boşluk görünen yer var ya, Avcılar açıkları, Boğaz'a kadar diyelim; oranın kırıldığına dair son 200-300 yılda hiçbir emare yok. Hiçbir emare yok. Orası çatır diye kırılacak ve büyük bir deprem olacak ama bu büyük deprem, küsurlardan mı olacak yoksa başka türlü mü olacak? O da şuna bağlı. Biz yine Yasemin'le, benim öğrencim, bir çalışma yapmıştık; tarihi depremleri gösteriyor, buna sonra geliriz.
Yine bir Yasemin Korkusuzat Türk ile bizim Nurcan Hoca'yla yaptığımız bir çalışmaydı. Şimdi burada iki tane segment var. Mesela görüyorsunuz; bir işte segmentle falan çok sevmiyorum ama adaların açıklarında var ya, bir de Avcılar açıkları, diyelim. Bunların ikisi birlikte mi kırılır, yoksa böyle parça parça mı devam eder, tam bilmek kolay değil. Ama mesela sadece Kumburgaz açıkları kırılırsa, zaten 30-35 kilometrelik bir fay var; hani 7 maksimum derim. Yani öyle sadece o tek başına kırılırsa bile, çünkü hocam siz diyorsunuz ya, 6 ile 7 arasında bir puan falan diyoruz ama o öyle değil; o logaritmik artıyor diyorsunuz. Onun için orada 6 oldu, kurtulduk; 7 oldu, öldük durumu var.
Tabii, yani şimdi 35 kilometrelik bir fayda belki 2 metre kayacak, çok daha uzun, çok daha büyük hareketler, çok daha büyük ivmeler, çok daha büyük yer hareketleri oluşacak. Hani "Tehlike geçti" denemez, bence. Yani onu demek, çok büyük bir sorumsuzluk olur diye düşünüyorum. Ama yani bilgimizin sınırlarını iyi bilmek lazım. Bu tamamen zor bir konu. Hani böyle zor bir konu olduğu için çalışılmış, denizin altında mesela gözlem yapmak zor. Yapmak daha zor. Evet, eyvallah. Çünkü denizi mesela göremiyorsun. Hani bu jeodezik metotlar çalışmıyor. Yoksa çok daha iyi çıkarabilirdik bunu.
E peki, şimdi bir tane şey geldi: Japon uzman geldi, tekrar yine televizyonlarda. Şimdi Japon olunca, biz de "Orada çok deprem oluyor; Japon bilir" diye düşünüyoruz. Adam da bayağı iyi Türkçe konuşuyor. Diyor ki, "İki aya kadar deprem olur." diyor. Ben de izledim sabah televizyonda. Olur mu?
Ama, bilgimizin sınırını iyi bilmek lazım. Yani bu tamamen şey bir konu. Hani, zor bir konu olduğu için de öyle, hani çalışılmış denizin altında mesela gözlem yakından yapmak zor. Yapmak daha zor. Evet. Eyvallah. Eee, çünkü denizi mesela göremiyorsun. Hani, bu jeoditetik metotlar çalışmıyor. Yoksa çok daha iyi çıkarabilirdik bunu.
Eee, peki şimdi bir tane şey geldi. Japon uzman geldi, tekrar yine televizyonlarda. Şimdi Japon olunca, biz de he, orada çok deprem oluyor ya. Japon bilir diye düşünüyoruz. Adam da bayağı iyi Türkçe konuşuyor. Diyor ki, "2 aya kadar deprem olur." diyor. Eee, ben de izledim sabah televizyonda. Eee, olur mu? Öyle mi? İki ay mı?
Yani ben açıkçası, şimdi şöyle bir şey var. Genelde bu tür böyle şeyi modelleyen sismik şeyler, daha böyle istatistiksel modelleyen şeyler var. Şimdi bu yanda büyük deprem olduğunda buranın da biraz döngüsü tamamlanmış gibi ya. Eee, şimdi bu döngüsü tamamlanmış yerde risk tabii ki yükseldi. İlk anda bir yükleme oldu. Hazırsa bir yerden kırılabilir. Ama eee, zamanla işte bu aylar içinde eski seviyenin bir tık üstünde bir yere sabitlenecek diyelim. Bu, birazcık hani oradaki sürtünme kanunuyla ilgili bir kural.
Ama hani, iki ay, niye iki ay mesela? İzmit oldu, Düzce'yi de Düzce payına girdi ve durdu. Sonra mesela Düzce depremi üç ay sonra oldu. Hani orada aktivite de vardı. Hani İzmit'ten hemen sonra da vardı ama, mesela bir de İzmit'in bittiği yerden de başlamadı. Başka bir yerinden başladı.
Hani bunları böyle çok tahmin edilebilir şeyler olarak söylemek, en azından şimdiye kadarki gözlemlerimize uygun değil. Hani, bu kırılır ne zaman? İki aya falan. Ya öyle bir yöntem ben bilmiyorum. Hani, eee, nasıl bir yani varsa, öyle bir yöntem benim haberim yok. Daha böyle 30 yıllık tahminler, 50 yıllık tahminler bunlar yapılır. İşte oluyor ya, mesela 50 yıl içinde yedi üstlü bir deprem olsa da, işte %50'ye yakın çıkıyor, hani Marmara'da falan, hani bu tür böyle eee tahminler var.
Peki, bu 6.2 büyük İstanbul depremini yakınlaştırdı. O stres bindiği için diyorsunuz, değil mi? Orada küçük bir kırılma oldu. Stres senaryoları biraz sanki daraltmış olabilir belki. Hani, o bile %100 söylenemez ama, en azından doğusuyla batısının bir arada kırılacağı falan dev bir deprem olma olasılığını bence düşürdü. Sıfırlamaz tabii de, hani çünkü zaten olması zordu.
Çünkü arada bir creep var, dediğim gibi, creep eden bir zon var. Orayı atlaması lazım, kolay değil. Bir de genel olarak, dediğim gibi, bu sediman kalınlığı nedeniyle sanki Marmara'da bu kilitlenme hareketinin olması biraz zaman alıyor ve tam olmuyor da olabilir. O da Marmara'yı biraz ayrıştırıyor sanki.
Peki bu 6.2, büyük İstanbul depremini yakınlaştırdı. O stres bindiği için diyorsunuz değil mi? Orada küçük bir kırılma oldu. Stres senaryoları biraz sanki daraltmış olabilir belki. Hani o bile %100 söylenemez ama en azından doğusuyla batısının bir arada kırılacağı falan dev bir deprem olma olasılığını bence düşürdü. Sıfırlamaz tabii de hani, çünkü zaten olması zordu. Çünkü arada bir creep var, dediğim gibi. Creep eden bir zon var. Orayı atlaması lazım; kolay değil.
Bir de genel olarak, dediğim gibi bu sediman kalınlığı nedeniyle sanki Marmara'da bu kilitlenme hareketinin olması biraz zaman alıyor ve tam olmuyor da olabilir. O da Marmara'yı biraz ayrıştırıyor sanki. Mesela İzmit gibi, Kuzey Anadolu Fayı çünkü çok büyük deprem üretebiliyor. Eee, yani 8 büyüklüğünde depremler ürettiği var. Hani böyle 500 km falan kırık olan. Ya bu depremler büyüdü mü, durdurması zor yani. Bu, Doğu Anadolu'da gördüğümüz gibi.
Ve mesela Marmara'da öyle olmadı, şimdiye kadar diyorsunuz. Evet, Marmara'da öyle olmadı. Yani yinnin üzeri oluyor ama o kadar büyüğü yok. Hiç olmadı yani. Eee, o da olumlu tarafı ve bu olan da öyle bir şeyin olma olasılığının az olduğunu gösteren bir faktör ve biraz daha parçalı bir şey olma olasılığını da arttırıyor diyebiliriz.
En azından ilk görüş, faya ne kadar yakınsan, o kadar risk altında mısın? Yoksa bu da nasıl kırıldığına göre değişiyor mu? Ya şimdi genel olarak o doğru ama işte bu yönlerim mesela, diyelim ki ne tarafa doğru kırıldığı da fark edebiliyor. İşte mesela, enerji böyle fay boyunca çok şey gider. Yani mesela işte atıyorum adalarda olsa, İstanbul'un Avrupa sahiline çok şey gidiyor. Oradan mesela çok fazla hareket gidiyor ama tabii ki faya bir dik çizgi çizsek, ona ne kadar uzaksan o kadar iyi. Ama ilk 5-10 kilometrede yine de hep büyük kalıyor genelde hareket. Hani öyle mi? 5-10 kilometre onun için.
Onun için kıyılar deniyor. Risk, kıyılar tabii bir de yani gerçekten bazı yerlerde de zemin kötü. Yani Büyükçekmece'de falan bazen böyle sismik kayıtlara bakıyoruz; hani olması gerekenin 10 katı falan büyük çıkıyor. Eee, hani o gölün oralarda işte Büyükçekmece Gölü, Küçükçekmece Gölü, Avcılar; buralarda gerçekten çok kötü zeminler var.
Ya Avrupa yakası zemin olarak yerine göre çok değişir tabii ama özellikle güney için söyleyeyim, Anadolu yakasına göre biraz daha sıkıntılı. Bol olduğu bir yer. Eee, bir de biraz tarihi yarımadada da tabii orası artık höyük gibi olmuş. Yani o da öyle; hani zemin değil de üst üste şehirler gibi. Hani odasında da sanki hareketler biraz büyük çıkıyor. Genelde benim gördüğüm, oradaki kayıtlara baktığımda da mesela görüyorum bunu. Eee, Fatih mesela falan.
Yani Büyükçekmece'de falan bazen böyle sismik kayıtlara bakıyoruz. Hani olması gerekenin 10 katı falan büyük çıkıyor. Eee, hani o gölün oralarda, işte Büyükçekmece Gölü, Küçükçekmece Gölü, Avcılar buralarda gerçekten çok kötü zeminler var.
Ya Avrupa yakası zemin olarak yerine göre çok değişir tabii ama özellikle güney için söyleyeyim. Anadolu yakasına göre biraz daha sıkıntılı. Bol olduğu bir yer. Eee, bir de biraz tarihi yarımadada da tabii orası artık höyük gibi olmuş yani. O da öyle, hani zemin değil de üst üste şehirler gibi biraz. Hani burada da sanki hareketler biraz büyük çıkıyor. Genelde benim gördüğüm oradaki kayıtlara baktığımda, mesela görüyorum bunu. Eee, Fatih mesela falan.
Peki, "Tsunami olur mu?" diye bir soru var. Tsunami üretir mi? Şimdi, yani öyle bir hani tabii ki olabilir. Hani olamaz diye bir şey söylenemez. Mesela bir deprem sırasında tsunami, daha düşey harekete bağlı olan bir şey. Düşey fay da var Çınarcık çukurunda ama bunlar, mesela diyelim ki 6,5'luk depremi yönetebilecek şeyler. Hani devasa bir tsunami olması kolay değil ama yerel olarak şöyle şey olabilir. Mesela çok dik yamaçlar var. Bir deprem sırasında orada büyük bir toprak kayması olursa, belli yerlerde bunun olma riskleri var.
Ama mesela en büyük tsunami, Girit'te olan bir depremde olmuş. Bu çok dehşet bir şey. İşte oradaki uygarlıkları falan yıkan, şu an tam yanlış olmasın, milattan sonra 365 diye kaldı aklımda ama o zamanki Yunan uygarlığını, o Girit'te olan eee yıkan bir tsunami var orada. Deprem ve tsunami. Hani o tsunami mesela, tabii çünkü denizle de daha derin. Marmara sığ bir deniz.
Burada da yine bizim eee yaptığımız bir çalışmaydı. Yani bunları böyle bir derlemiştik. Tarihsel depremleri ve aşağı doğru yılları görüyoruz ve olan depremleri göre patinaya bakıyorsun. "Ha, şimdi bu nereleri kırmış olabilir?" diye biraz böyle o insanların yazdığı makalelerden toparladık. Biz kendimiz yapmadık da, hani sadece böyle derledik.
Mesela 176'yı görüyorsunuz. Yani biri doğuda, biri batıda arda iki tane deprem oluyor. Genelde hep iki oluyor zaten bir şekilde en az. Hani hiç böyle bir seferde hepsinin kırıldığını ben çok eee hatırlamıyorum. Öyle bir şey görmedim. Anladım. İşte 1912 depremi var. O bayağı bir zaten Marmara Denizi'nin ortasına kadar kırmış görünüyor ama o zamandan beri de birikti tabii. Hani bir 120 sene, 115 sene geçti aradan ve orada da tekrar bir sonuçta, hala biriken bir şey var.
Hani o da oldu bitti diyemeyiz. Hani 100 sene geçmiş, işte 99'da İzmit oldu. Bu arası mesele; yani mesele, bu arada ne olduğunu anlamak. Şimdi, hiç deprem olmaz, burada hep 6 olur diyorsak, ya sürekli 6 deprem olması lazım ya da bizim bilmediğimiz çok anormal deformasyonlar oluşuyor.
Mesela, 176'yı görüyorsunuz. Yani biri doğuda, biri batıda, arda arda iki tane deprem olmuş. Genelde zaten hep iki oluyor bir şekilde, en az. Hani, hiç böyle bir seferde hepsinin kırıldığını ben çok hatırlamıyorum. Öyle bir şey görmedim.
Anladım. İşte 1912 depremi var. O, bayağı bir şekilde Barma Deniz’in ortasına kadar kırmış görünüyor; ama o zamandan beri de birikti tabii. Hani, bir 120 sene, 115 sene geçti aradan ve orada da hâlâ biriken bir şey var. Hani, bu oldu bitti diyemeyiz.
Hani, 100 sene geçmiş... İşte, 99'da İzmit oldu. Bu arası mesele; yani mesele, bu arada ne olduğunu anlamak. Şimdi, hiç deprem olmaz. Burada hep 6 olur diyorsak, ya sürekli 6 deprem olması lazım, ya da bizim bilmediğimiz çok anormal deformasyonlar oluyor olması lazım. Hani, bu kadar hareketi karşılayacak ya bir sürü altı olması lazım. Öyle bir şey de olmuyor. Yani, 50’lerden beri, 60’lardan beri bu ilk altı bükümde deprem.
Şimdi, demek ki hani deprem olmaz falan gibi iddialarda bulunmak mümkün değil ama Marmara’nın özel bir durumu olduğu; mesela İzmit gibi falan olmadığı, Kafkas ve Kuzey Anadolu'nun devamı olmadığı, biraz daha az kilitli olduğu, bu Sedibank kalınlıklarının deprem senaryolarını etkilediği ve hepsinin bir seferde pek kırılmadığı gibi bir takım olumlu şeyler de söylenebilir. Yani, aşağı yukarı tablo bu. Öyle diyeyim.
Bu da, sadece periyotla ilgili son bir şey söyleyeyim. Bu büyük depremlerin Batı ve Doğu Marmara’da aralıkları kaç yıl? Hani, bunların şimdi gördüğünüz gibi, mesela 100-150’de bir tanesinin arası 150 yıl; bir tanesinin arası 150-200 yıl arasıymış. İki tanesinin arası 200-250; bir tanesi 250-300; bir tanesi de iki tanesi 300-350. Yani çok geniş bir bant var bu batı için. Doğu için biraz daha şey; 150-200-250 ağırlıklı ama yine, 250-300'e, 300-350'ye çıkabiliyor.
Şimdi, 1166’yı milat alıyorsak, işte zaten genelde hep o yüzden alarm zili çalıyor herkese. İşte, 250 ekleyince, işte ne oluyor? 2016; şimdi 2016 oldu, işte 2025’teyiz. Ha, süresi dolmuş falan ama işte hani şeye bakın. Hadi mesela, 300-350 olduğu dolmuş; işte 100-150 olduğu yok ama mesela Doğu Marmara için diyorum, hani 250-300, 350 aralığında gidiyor bu aralıkta ya da 200-250.
Şimdi, evet, 250 senesi doldu bu bir ortalama ama zaten hep aynı kırılmıyor ki. Bir yerden başlıyor, tamamını kırıyor; bazen bir işte, şimdi öyle oldu, bir parçası biraz kırıldı, o senaryoları değiştirdi. Her döngüde aynı şekilde kırılmıyor faylar. Bir sürü döngüleri var. Küçük küçük kırılır, sonra hepsi birden kırılabilir. Bazen iki parça kırılır gibi...
Her döngüde aynı şekilde böyle bir rutin bir şey değil o. Yani, o yüzden onları da çok şey yapamıyoruz ama hani şunu biliyoruz. Aşağı yukarı ortalama 250-300 sene aralıkla, Marmara’da 7’lik depremle...
Her döngüde aynı şekilde kırılmaz faylar. Bir sürü döngüleri var. Küçük küçük kırılır, sonra hepsi birden kırılabilir. Bazen iki parça kırılır gibi. Her döngüde aynı şekilde böyle bir rutin, bir şey değil o. Yani o yüzden onları da çok şey yapamıyoruz ama hani şunu biliyoruz: Aşağı yukarı ortalama 250-300 sene aralıkla Marmara'da 7'lik depremler, 7 ve üstü depremler olmuş. Şimdi bu 7 olmadığına göre ve aşağı yukarı 250 yıldır da olmadan, 250 yılı geçti, demek ki öyle bir deprem olabilir.
Hani gerisi bence gerçekten toplumsal, sosyolojik, siyasi, işte şehir planlama, bu kısmına odaklanmak lazım. Çünkü çözüm orada, çözüm burada değil. Yani biz, tabii yapmamız gereken var. Mesela şimdi erken uyarı sistemini Kandil'de kurmak istiyoruz. Eee, hani insanlar önceden haber verebilim diye. Ama mesela ev yıkılacaksa, bu da çözüm değil. Belki adam kendini atıyor camdan falan. İşte bir sürü adam attı. Hani, eee bu gerçekten biraz böyle toplumsal ama büyük ölçüde bizim güvenebilmemiz lazım. Yani içinde oturduğun binaya güvenebilmemiz lazım.
Böyle dev projeler değil. Basit, çıkabileceğin alan, yaşayabileceğin ev, insani bir yaşam. Aslında çok basit yani, böyle çok dev şeyler değil. Hani dev köprüler, bilmem neler, şunlar bunlar, kanallan değil. Yani bize lazım olan şey aslında insani yaşam. Hani ona odaklanmamız lazım. Bunu toplumsal olarak, hani toplumda da problem var. Siyasette de var, görüyorum ama hani talep bu olmalı.
Yani doğru, burada bu işin şehircilik ve işte inşaat, şehir planlama ile ilgili bir mevzu var. Eee, bunu çözmeye odaklanmamız gereken bizim. Yani ben yıkılmayacağını bilirsem, zaten evde dururum. Çünkü ne zaman olacağını bilmediğim bir şey. Sonuçta birçok böyle bölge var. Hani biz tek değiliz. Yani gelir seviyemiz o kadar da düşük de değil. Hani süper değil ama, şu ev fiyatlarıyla, hani bu sağlanabilir bence İstanbul'daki ev fiyatlarıyla. Yani bir şey olması lazım ve bir, hani bunun böyle bir standardını çok yüksek tutarsanız, çok yıkım olmayacaktır. Yani çok düşük olabilir yıkımlar. Ama yine de çok da felaket senaryolarına da hani illa olur demiyorum. Yani mesela, hani boydan boya yarar işte mesela bu Doğu Anadolu'daki, tabii hepimizi şok etti. Yani Sultan Ağzı yanan...
Bunu çözmeye odaklanmamız gereken bir durum. Yani ben yıkılmayacağını bilirsem, evde dururum. Çünkü ne zaman olacağını bilmediğim bir şey. Sonuçta birçok bölge var; biz tek değiliz. Gelir seviyemiz o kadar da düşük de değil. Süper değil ama şu ev fiyatlarıyla bu sağlanabilir bence. İstanbul'daki ev fiyatlarıyla. Yani bir şey olması lazım ve eğer bunun standardını çok yüksek tutarsanız, çok yıkım olmayacaktır. Yani yıkımlar çok düşük olabilir.
Ama yine de felaket senaryolarına da illa olur demiyorum. Mesela, boydan boya yarar, işte Doğu Anadolu'daki deprem hepimizi şok etti. "Sultan ağzı yanar" gibi şeyler hiç öyle büyük deprem olmaz falan dememek lazım. Yani birçok yerde zeminin kötü olmadığı bir şehirden söz ediyorum. Tarihi bir şehir; fayın dibinde değil yani.
Ben İzmit'te büyüdüm. Orayı biliyorum. Şehrin ortasından geçiyor ama burada öyle bir durum yok. Deniz, o denizin içinde fay var; biz birçok avantajı kullanmamız lazım. Umarım zamanımız ve niyetimiz vardır diyeyim.
Peki hocam, sağ olasın. Çok teşekkürler.
Ben teşekkür ederim. İyi günler. Vallahi Özgün Bey bunu güzel söyledi aslında. "Basit, insanca bir yaşam." Böyle çılgınlıklar peşinde değiliz. Ne bileyim, siyaset biraz çok seviyor bunu; siyasal istem kullanmayı. "Dünyaya nizam vereceğiz" falan. Dünyaya nizam falan değil de, sabah kalkıyoruz; "Gözaltına mı alınacağım, göçük altında mı kalacağım?" diye bir hayat olmasa mesela.
Basit bir şey. İki tane seçenek var. Gözaltı birdenbire. Daha önceki davalarda gördük, "İltisak ve irtibat" diyor mesela, birisini aramış. O kişi, bilmem ne terörden veya bilmem ne İmamoğlu örgütünden içeri alınıyor. E, aradıklar arasında sen de oluyorsun. Çat, piyango sana da vuruyor mesela.
Şimdi böyle bir hayat. Güney böyle de başlayabiliyorsun; operasyonun alınıyor ya da deprem oluyor, evin uydurukmuş, göçük altında kalıyorsun.
Büyük şeylerle ilgiliyiz. Evet, basit. Biz de bu ülkenin vatandaşları olarak normal bir hayat istiyoruz. Sabaha kalkıp böyle garip endişelere kapılmayacağımız bir hayat; "Acaba batıyor mu, çıkıyor mu? Bugün mü batıyor ekonomi? Yarın mı?" şeklinde bir endişe değil. İnsanların huzur içerisinde işine gittiği, evine geldiği; ailesiyle vakit geçirdiği, her gün kafasına bir şey takılmadığı bir hayat.
"Üç mü doğurdun, beş mi doğurdun, sezaryenle mi doğurdun? Çocuğun var mı yok mu? Yoksa adam değilsin." gibi soruların olmadığı bir hayat istiyoruz.
Şimdi böyle bir hayat. Güney böyle de başlayabiliyorsun; operasyonunu alarak ya da ne bileyim, deprem oluyor, evin uydurukmuş, göçük altında kalıyorsun. Hani büyük şeylerden sinirleniyorsun. Evet ya, basit. Biz de bu ülkenin vatandaşları olarak şey istiyoruz ya; normal, normal bir hayat. Normal, normal bir hayat ya.
Sabah kalkıp böyle garip endişelere kapılmayacağımız, "Acaba bugün mü batıyor ekonomi? Yarın mı?" falan, ne olacak, acaba falan... Böyle endişeler değil de insanların huzur içerisinde işine gittiği, evine geldiği, neyse, ailesiyle vakit geçirdiği; her gün kafasına bir şey takılmadığı, "İşte üç mü doğurdun, beş mi doğurdun? Sezaryanlı mı doğurdun? Çocuğun var mı, yok mu? Yoksa adam değilsin." falan, böyle azarlamalarla muhatap olmadığı basit bir yaşam yani gerçekten.
Ama işte bunu söyleyince, bilmiyorum, terörist falan oluyorsun, vatan haini oluyorsun yani. Vallahi ne diyeyim arkadaşlar, ya Allah hepimize sabırlar versin diyorum ve noktalıyorum. Görüşmek üzere.