Hatta şimdi Cumartesi gününe döneceğiz. Sırrı Süreyya Önder, Cumartesi günü vefat etti, biliyorsunuz. Yakınlarına buradan başsağlığı dileyelim. Ertesi gün, Sırrı Süreyya'nın AKM'deki anmasından sonra, Özgür Özel saldırıya uğradı; yüzüne bir tokat atıldı kendisine, kameranın önünde. Sonra ortaya çıktı ki saldırgan, önceden cinayet işlediği için, hem de kendi çocuklarını öldürdüğü için hapis yatmış. Daha sonrasında şartlı tahliyeyle serbest bırakılmış. O gün Özgür Özel, muhtemelen Sırrı Süreyya Önder'in cenazesi olduğu için bu konuda çok sert bir yorum yapmadı; ama bugün grup toplantısında sert bir cevap verdi. Hatta buradan alıntılarını da okuyacağım. "O evlat katilinin elini çıplak yollayana söylüyorum, cesaretin varsa doldur da yolla," dedi. Bir de "Bu bir uyarı mektubudur. Cevabımız net," diyerek "Yarın Beyazıt'tan Saraçhane'ye yürüyoruz," dedi.
Şimdi hatırlarsak, daha önce Kılıçdaroğlu'na ve İmamoğlu'na da saldırılar olmuştu. Buradan sorayım: Burak hocam, bu konuyu merak ediyorum aslında. Böyle bir saldırının ve Özgür Özel'in açıklamalarının daha kararsız seçmenler üzerindeki etkisi ne olur, sizce? Bu tarafını merak ediyorum. Bir de Özgür Özel'in sonrasındaki açıklamalarını nasıl değerlendirirsiniz?
Özgür Bey'in başına gelen, açıkça planlı ve önceden hazırlanmış bir provokasyon. Buna karşı da çok sert tepki vermesi, hatta olabildiğince mevcut siyasi atmosferi germesi düşünüldü; öyle hesap edildi. Özgür Bey, zor olanı yaptı. Yani, sakin kalmak bu tip durumlarda çok zordur. Hele olayın hemen akabinde zor olanı yaptı. Çünkü, muhtemelen o da bizim yaklaşık bir buçuk aydır bu programda bahsettiğimiz gibi, hükümetin yekpare bir bütün olmadığını, daha doğrusu iktidar cenahının yekpare bir bütün olmadığını, kendi içinde bir iktidar savaşı verdiğini düşünüyordur. Dolayısıyla, bu eylemin iktidar içerisindeki belli bir kesim için stratejik önem taşıdığını düşünüyor. O yüzden bu tip durumlarda sakin kalmak gerçekten çok önemli. Yani çıkıp...
Özgür Bey zor olanı yaptı. Yani sakin kalmak, bu tip durumlarda çok zordur. Hele olayın hemen akabinde zor olanı yaptı. Çünkü muhtemelen o da bizim yaklaşık 1,5 aydır bu programda bahsettiğimiz gibi hükümetin yekpare bir bütün olmadığını, daha doğrusu iktidar cenahının yekpare bir bütün olmadığını; kendi içinde bir iktidar savaşı verdiğini, dolayısıyla bu eylemin iktidar içerisindeki belli bir kesim için stratejik önem taşıdığını düşünüyor. O yüzden bu tip durumlarda sakin kalmak gerçekten çok önemli. Yani çıkıp çok ateşli, çok hamasi konuşmalar yapmak kolay, ama gerçekten sakin kalıp saldırıyı hemen bir aktörle tanımlamamak, fakat saldırının planlı olduğunu söylemek ve buna göre tepki vermek bence zor olandı. Bu zor olanı da yaptığını düşünüyorum.
Şimdi toplumu iktidar-muhalefet karşıtlığı üzerinden okumak kadar, kutuplaşmacılar ile müzakereciler arasındaki karşıtlık üzerinden okumak da mümkün bence. Şimdi baktığımızda, bu kriz anlarında sokak gösterileri, boykot çağrıları, sosyal medyadaki öfke nöbetleri dönemlerinde—yani 19 Mart’tan sonraki birkaç hafta boyunca yaşadığımız atmosferi düşünelim—gerçekten bir toparlanma yaşanıyor. Yani muhalefet cenahında insanlar çok daha öfkeli, çok daha kararlı, çok daha net hale geliyorlar. Fakat araştırmalar şunu gösteriyor: Hayat normal devam ederken aslında Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) oyları o kadar da yüksek değil. Yani hayatın olağan akışı içerisinde 14 Mayıs’ta AKP’ye oy veren seçmenlerin yaklaşık yarısı, yeniden seçim olsa, AKP’ye oy vermeyeceklerini beyan ediyorlar.
Bu muhalefete oy verecekleri anlamına gelir mi? Gelmez. Ama kendilerini kararsız olarak tanımlayan bir seçmen grubu var ve bu seçmenler ağırlıklı olarak AKP-MHP seçmeni. Baktığınızda muhalefette kararsızlık durumu yok. Yani hayatın olağan akışı içerisinde de yok. Muhalefet, aslında seçmenini mobilize etme, seferber etme yeteneğine sahip. Güçlü bir medyası var. Artık 20 küsur senenin sonunda gerçekten insanların toplumun her kesiminde bu hükümet tarafından bir gadre uğramışlık duygusu var; mağdur edilmişlik duygusu var. Bu mağduriyet, insanları birleştiriyor.
Hakikaten bu kadar uzun süre iktidarda kalmak kolay değil. Baktığınızda işte Kürtlerden liberallere, milliyetçilerden sosyal demokratlara, ulusalcılardan Fethullahçılara kadar toplumun neredeyse bütün kesimleri—TÜSİADçılardan sendikacılara kadar—toplumun bütününü kapsayan bir etkilenim söz konusu.
Şimdi muhalefette kararsızlık durumu yok; yani hayatın olağan akışı içerisinde de yok. Muhalefet aslında seçmenini mobilize etme, seferber etme yeteneğine sahip. Güçlü bir medyası var. 20 küsur yılın sonunda hakikaten toplumun her kesiminde, bu hükümet tarafından bir gadre uğramışlık duygusu, mağdur edilmişlik duygusu var. Bu mağduriyetle insanları birleştiriyor.
Gerçekten, bu kadar uzun süre iktidarda kalmak kolay değil. Kürtlerden liberallere, milliyetçilerden sosyal demokratlara, ulusalcılardan Fethullahçılara kadar, toplumun bütün kesimleri mağdur oldu. Bir dönemde birisi mağdur oldu, başka bir dönemde başkası mağdur oldu. Dolayısıyla muhalefetin genel itibariyle AKP'ye oy vermeyecek seçmeni kendi etrafında toplama yeteneği, 2025 yılında yüksek.
AKP için bu durum böyle değil; hayatın normal aktığı zamanlarda. Ancak olağanüstü durumlarda toplum, daha duygusal refleksler verebildiği için muhalefet güçlendikçe, daha çok bağırdıkça ve daha fazla gövde gösterdikçe, iktidar tarafında da bir toparlanma oluyor. Kutuplaşma, ilginç bir şekilde Adalet ve Kalkınma Partisi'nin de işine yarayan bir şey haline geliyor. Son araştırmalarda bunu görüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi'nin oyu artıyor, fakat AKP ile aradaki fark açılmıyor; yani AKP'yi de yukarı doğru çekiyor.
Kutuplaşma dönemlerinde iki partinin yükseldiğini görüyoruz. Bu atmosfer sürekli devam eder mi? Etmez tabii ki. Hayat normalleşecek ve normalleştikçe AKP'nin oyundaki geri çekilmeyi de göreceğiz. Peki bu ne demek? Bu, kutuplaşmanın kendisinin her iki tarafa da seçimleri kazanma ümidi verdiği anlamına geliyor. Yani her iki partinin oylarındaki yükseliş, AKP'lilerin ve CHP'lilerin de seçimin kesinlikle kazanılacağı düşüncesini pekiştiriyor; dolayısıyla müzakereye gerek kalmadan bu meselenin sandıkla çözüleceği intibasını uyandırıyor.
Bu ilginç bir durum. İki tarafın birbirini yıprattığı, sert mücadele yaptığı ve sert söylemlerle ilerlediği bir ortamda, her iki parti de oylarını artırıyor. Taraftarları, seçimleri kazanabileceklerini, dolayısıyla müzakereye gerek olmadığını düşünüyor. Şimdi bu iyi bir şey mi? İyi bir şey...
Bu ilginç bir durum. Yani, hakikaten iki tarafın birbirini yıprattığı, sert mücadele yaptığı, sert söylemlerle ilerlediği ve dolayısıyla seçimlere kadar kitlelerini diri tuttuğu, birbirlerine karşı kitlelerini doldurduğu, onların öfkelerini desteklediği bir tablo ortaya çıktığında, her iki parti de oylarını artırıyor. Her iki partinin taraftarları da seçimleri kazanabileceklerine ve dolayısıyla müzakereye gerek olmadığını düşünüyor.
Şimdi, bu iyi bir şey mi? Bence iyi bir şey değil. Çünkü seçimlerin kazanılacağına dair inanç, genel itibarıyla az önce söylediğim gibi, bu iki gruba da kendisini ait hissetmeyen insanları temsiliyet konusunda pek tatmin etmiyor. Bununla birlikte, elit düzeyde, yani mevcut parlamento aritmetiği içerisinde düşündüğümüzde, elit düzeydeki müzakereleri gereksiz ve anlamsız kılıyor; ayrıca parti tabanları birbirleriyle kurdukları iletişimi de ihanet olarak algılıyorlar. "Ne münasebet bir AKP ile oturup pazarlık yapalım, ne münasebet bir CHP ile oturup pazarlık yapalım" gibi bir düşünceye kapılıyorlar.
Dolayısıyla, Özgür Bey'e yönelik saldırı aslında bu müzakere zeminini bir anlamda imha etmeye yönelik bir girişim. Çünkü biz şunu biliyoruz ki, hükümet içerisinde, daha doğrusu iktidar bloku içerisinde bir hareketlenme var. Nasıl bir hareketlenme? Öncelikle, Devlet Bahçeli'nin Dem Parti'yi yeniden meşru bir aktör haline getirmesi bir hareketlenme. Bununla birlikte, sistemin bir sonraki dönemde kime devredileceği, yani Erdoğan sonrası dönemde bu iktidarın kime nasip olacağı konusu çok hararetli bir şekilde tartışılıyor. Bu, aileden birisine mi devredilecek? Yani, Bilal Erdoğan'a mı devredilecek? Son zamanlarda çok ismi geçtiği için bunu konuşuyoruz. Yoksa, daha partiden, daha sistem içerisinde yani aile bağlantısı olmayan fakat AK Parti'yi daha iyi temsil edecek başka birisine mi devredilecek?
Şimdi, bu insanlar da müzakere zemini arıyorlar. Niçin müzakere zemini arıyorlar? Çünkü, eğer seçimlerin kesinlikle kazanılacağı inancı hakim olursa ve seçimlerin kaybedilme ihtimali düşünülmezse, bu iktidarın, yani mevcut güç mekanizmasının, çok da fazla kendi içlerinde de müzakere edilmeden, yani Tayyip Bey'in AKP'lilere de sormadan, MHP'lilere de sormadan hareket edeceğine dair endişeleri var. O yüzden, iktidar bloku içerisinde müzakere yanlıları var; müzakere ederek bu işi çözebiliriz diyenler var.
Yine benzer şekilde, muhalefet içerisinde de bu durumu daha önce çok konuştuk. Büyük bir toplumsal ve biraz devrimci karakter yerine Anka...
Şimdi bu insanlar da müzakere zemini arıyorlar. Niçin müzakere zemini arıyorlar? Çünkü eğer seçimlerin kesinlikle kazanılacağı inancı hakim olursa ve seçimlerin kaybedilme ihtimali düşünülmezse, bu iktidarın yani mevcut güç mekanizmasının çok da fazla kendi içlerinde müzakere edilmeden, yani Tayyip Bey'in AKP'lilere de sormadan, MHP'lilere de sormadan hareket edeceğine dair bir endişeleri var. O yüzden iktidar bloku içerisinde müzakere yanlıları var. Müzakere ederek bu işi çözebiliriz diyenler var.
Yine benzer şekilde muhalefet içerisinde de bunu daha önce çok konuştuk. Büyük bir toplumsal ve biraz devrimci karakter yerine, Ankara'da parlamenter düzeyinde bu sorunu çözmek isteyen ve daha işi sandığa bırakmadan bir güç görüşümü anlaşması yapmak isteyen siyasi parti seçkinleri var. Özellikle Ekrem Bey'in bir outsider adayı olması, yani parti genel başkanı olmadan dışarıdan sisteme girmesi, yine Mansur Bey için de aynı şey söz konusu. Bu durum, biraz parti genel merkezlerini zafiyete uğratmıştı. Parti genel merkezleri, kendilerini ispatlayabilmek için bu tip müzakerelere daha açık olabilirler.
O yüzden hani Özgür Özel'e atılan yumruk, genel itibariyle gerek CHP tabanında gerek AKP tabanında daha sert bir karşılaşmayı arzu etmekte. Bu, hem karşı tarafa karşı alınan bir tavır ama aynı zamanda muhalefetin ve iktidarın kendi içindeki meselelerini de nasıl halledeceğini, nereye evrileceğini gösteren bir şey. O yüzden Özgür Bey'in daha sakin kalması, yine AKP tarafında daha mutedil diyebileceğimiz isimlerin bu saldırıyı çok net bir şekilde kınamaları, hatta Devlet Bahçeli'nin dahi kınaması önemli. Mesela daha önce Kılıçdaroğlu'na yapılan saldırıyı bildiğim kadarıyla kınamamıştı.
Devlet Bahçeli'nin bunu kınaması, yani bir siyasi kurumun başı dediği için insanlar tepki gösteriyor, ama bu, Devlet Bey'in siyaset yapma biçimiyle alakalı. Yani birisini çok sevdiğini söyleyerek sınırlandırmaya ya da dengelemeye çalışıyor. Birisiyle de çok nefret ettiğini sinyalleyerek işbirliği yapmaya çalışıyor. Bu, Devlet Bey'in siyaset yapma tarzı.
Yani çok sempatik ifadeler kullanmadan, Devlet Bahçeli'nin son bir buçuk aylık performansına baktığımız zaman, Malazgirt belediye başkanını PKK ile işbirliği yapmaya çağırdı. İstanbul Belediyesi'ne kayyum atanmasının önüne geçti. Cumhuriyet Halk Partisi'ne asla kayyum atanmayacak mesajını çok ağır ifadelerle bir tweetinde paylaştı ve en sona Özgür Özel'e, siyasi bir kurumun başı diyerek geçmiş olsun diledi. Yani Devlet Bahçeli'nin bir buçuk aylık performansı incelendiğinde, bu adam CHP'den nefret ediyor. İkinci bir gözle okunduğunda...
Yani, çok sempatik ifadeler kullanmadan, Devlet Bahçeli'nin son bir buçuk aylık performansına baktığımız zaman, Malazgirt belediye başkanını PKK ile işbirliği yapmaya çağırdı. İstanbul Belediyesi'ne kayyum atanmasının önüne geçti. Cumhuriyet Halk Partisi'ne asla kayyum atanmayacak mesajını çok ağır ifadelerle bir tweetinde geçirdi. En sonunda Özgür Özel'e “siyasi bir kurumun başı” diyerek geçmiş olsun diledi. Yani, Devlet Bahçeli'nin bir buçuk aylık performansı, hani bir gözle okuduğunuz zaman, bu adam CHP'den nefret ediyor. İkinci bir gözle okuduğunuz zaman, bu adam CHP'yi ciddi anlamda kurtarıyor diyebileceğiniz mesajlar içeriyor.
O yüzden baktığımızda, bu tip provokasyonlar gerçekten bu kutuplaşmacıları çok heyecanlandıran, çok gaza getiren, onları daha sert karşılaşmalara iten ve teşvik eden eylemler olarak kabul edilebilir. Bunun karşısında daha müzakere zeminlerini zorlayan bir yaklaşım var. Tabii müzakere zeminini zorlayanların gittikleri yol, tehlikelerle dolu, tekinsiz bir yol. Çünkü daha önce hükümetle muhalefet arasındaki müzakerelerden genel itibariyle muhalefet "kazık yiyerek" ayrıldı. Yani bunu da söylemek lazım. Mesela 7 Haziran - 1 Kasım arası süreç çok da hoş hatırlanan bir süreç değil. O yüzden işlerin zor.
Peki, müzakerecilerin daha ellerinin güçlenmesi için ne olması gerekiyor? Seçimlerin herhangi bir taraf adına kesinlikle kazanılmayacağı düşüncesinin hakim olması gerekiyor. Yani muhalefette de iktidarda da “kesin seçimleri kazanamayabiliriz” gibi bir görüşün yerleşmesi lazım. Ve başkanlık sistemi gibi, kazananın her şeyi aldığı, kaybedenin her şeyi kaybettiği bir sistemde bu kadar riskli bir eyleme girmektense, birimizin 10 alıp diğerinin 10 kaybedeceği bir seçime girmektense ve sonucu kestirilemeyen bir seçime girmektense, iki tarafın da üçer ya da dörder aldığı ya da birinin 5, birinin 4 aldığı bir sistem üzerinden ilerlemeyi tercih edebilirler. O yüzden seçimlerin kesin olarak herhangi bir taraf adına kazanılmayacağı düşüncesinin hakim olması gerekiyor.
Hepsinden önemlisi, bu müzakereci ekolün galip gelebilmesi için Tayyip Bey'in buna ikna olması gerekiyor. Yani, “seçimleri kazanacağız” diye gidenlerin dışında, “seçimleri kaybedebiliriz” diyenleri dinlemesi gerekiyor. Bu da yetmiyor. Seçimler kaybedildiği zaman Tayyip Bey'in önünde iki tane opsiyon beliriyor. Birincisi daha da otoriterleşmek; yani seçimleri, sandığı artık tamamıyla ortadan kaldırmak. “Eğer seçimi kazanamıyorsam, seçim yapmam” demek. İkincisi de, eğer seçimi kazanamıyorsam, daha onurlu bir çıkışı, yeni bir güç bölüşümü anlaşmasını değerlendirmek.
O yüzden, seçimlerin kesin olarak herhangi bir taraf adına kazanılmayacağı düşüncesinin hakim olması gerekiyor. Hepsinden önemlisi, bu müzakereci ekolün galip gelebilmesi için Tayyip Bey'in buna ikna olması gerekiyor. Yani, seçimleri kazan-kazan kesin kazanırız diyenlerin dışında, seçimleri kaybedebiliriz diyenleri dinlemesi gerekiyor. Bu da yetmiyor. Seçimler kaybedildiği zaman, Tayyip Bey'in önünde iki tane opsiyon beliriyor.
Birincisi, daha da otoriterleşmek; yani seçimleri, sandığı artık tamamıyla ortadan kaldırmak. Eğer seçimi kazanamıyorsam, seçim yapmam demek. İkincisi ise, eğer seçimi kazanamıyorsam, daha onurlu bir çıkışa, yeni bir güç bölüşümü anlaşmasını müzakere etmeye hazırım demek. Yani, ikinci opsiyon da bu. Bilmiyorum, hangisini tercih edecek ama dediğim gibi, toplumu ben iktidar-muhalefet yerine kutuplaşmacılar ve müzakereciler üzerinden okuduğumda, böyle bir resim görüyorum.
Evet, sen nasıl değerlendiriyorsun Özgür Özel'in saldırısı sonrası tutumunu? Bir de Burak Hoca da bahsetti, Devlet Bahçeli'nin sonrasındaki açıklamasını bir izleyicimiz de sormuştu, sanırım Berfin sormuştu. Onun hakkında da düşündüklerini merak ediyoruz açıkçası.
Sanırım ne sormuştu diyorsun ama sesin gelmiyor. Ben söyleyeyim. Bahçeli'nin Özgür Özel ve CHP'yi ağzına almadan geçmiş olsun dile göndermesi hakkında ne düşünüyorsunuz diye sormuş Berfin Şenol. Evet. Çok sağ olun. Sayın Şen'in sorusuna şöyle cevap vereyim: Bilgi Han'dan daha iyi Devlet Bahçeli'yi yorumlayan ben tanımıyorum açıkçası. Yani, Devlet Bahçeli'yi yorumlamak da çok daha büyük bir sanat. Benim ilmimi, ufkumu aşıyor.
Bilmiyorum, yani Devlet Bahçeli'yi hakikaten de ne diyor, ben de anlamaya çalışıyorum. Doğru, yani. Devlet Bahçeli konusunda benim de kanaatlerim var. Ben de yıllardır takip ediyorum ama bazı şeyleri ben de anlamıyorum; yani hakikaten anlamıyorum.
Öte yandan, Bilgian'ın dediği de doğru. Kılıçdaroğlu'na çubuk saldırısı olduğu zaman, Devlet Bahçeli hiçbir şekilde Kılıçdaroğlu'nu koruyamamıştı. Hatta Kılıçdaroğlu'nun orada şehit cenazesi ne işi var diye bir açıklaması vardı; çok net hatırlıyorum bunu. Hatta o zamanlarda bunlar nasıl sınıf arkadaşı diye de kendi adıma da hayıflandığımı söylediğimi hatırlıyorum. Yani, Kemal Bey, Devlet Bahçeli'yi çok eski tanır; Gazi Üniversitesi'nden sınıf arkadaşıdırlar.
Ona rağmen, bu kaba tavırını açıkçası üzülerek karşılamıştım o zamanlarda. Öte yandan, dediklerine dönersek, Özgür Bey'e yapılan saldırı korkunç bir saldırı. Bence kesinlikle karanlık odaklarla, tırnak içerisinde, ilişkisi olduğunu düşünü...
Devlet Bahçeli konusunda benim de kanaatlerim var. Ben de yıllardır takip ediyorum ama bazı şeyleri ben de anlamıyorum. Yani hakikaten anlamıyorum. Öte yandan Bilgian'ın dediği de doğru. Ya Kılıçdaroğlu'na çubuk saldırısı olduğu zaman, Devlet Bahçeli hiçbir şekilde Kılıçdaroğlu'nu o saldırıdan koruyamamıştı. Hatta Kılıçdaroğlu'nun orada "Şehit cenazesinde ne işi var?" diye bir açıklaması vardı. Çok net hatırlıyorum bunu.
Hatta o zamanlar bunlar nasıl sınıf arkadaşı diye de, kendi adıma da hayıflandığımı söylediğimi hatırlıyorum. Yani Kemal Bey, Devlet Bahçeli'yi çok eski tanır. Gazi Üniversitesi'nden sınıf arkadaşıdır onlar. Buna rağmen, bu kaba tavrını hakikaten, açıkçası üzülerek karşılamıştım o zamanlarda.
Öte yandan, dediklerine dönersek, bir Özgür Bey'e yapılan saldırı korkunç bir saldırı. Bence kesinlikle "karanlık odaklarla" tırnak içerisinde ilişkisi olan bir saldırı. Arkasındaki tüm güçlerin net olarak ortaya çıkacağını tahmin etmiyorum ama bir ucu devlete de dayanan, bir ucu iktidar içerisindeki kimi uluslara dayanan bir saldırı olduğunu düşünüyorum. Ancak, tam anlamıyla da planlı programlı bir saldırıda, yani hani şöyle söyleyeyim, iktidarın tüm unsurlarının arkasında olduğu bir saldırı olduğunu zannetmiyorum.
Zaten Özgür Özel'in ilk başlardaki nispeten mesafeli, sakin tavrının da hem cenazeye saygısından hem de açıkçası birazcık da olayın ne olduğunu görmek ve anlamak için biraz sessiz kalma tercihinden olduğunu şu an için gördüm. İlk başta eleştiriyordum ben de Özgür Bey'i açıkçası. Çünkü şunu söylemek lazım: Yani şu şartlar altında, yüzlerce öğrencinin gözaltına alındığı, tutuklandığı, hapiste yattığı bir ortamda insanların joplandığı, biber gazı yediği bir durumda muhalefet liderinin sessiz kalmasını kabul edemem ben açıkçası. O kadar da, hani siyaset diye her şeyi kabul edebilecek noktada değilim.
Birazcık orada, hani ben de heyecanlıyım ama şu da açık: Eğer Özgür Bey'in yaptığının bir amacı varsa, o amaca ikna olursam da, o kadar da sürekli eleştirecek kadar fanatik değilim. Şu an için ikna oldum. Yani ilk andaki tepkisiyle olayın tüm boyutlarını anlamamış olduğunu tahmin ediyorum. Anlamak için birazcık sessiz kaldığını görüyorum. Arkasından anladığını, hedefi gördüğünü ve hedefe doğru hareket ettiğini şu anki grup konuşmasında da ben kendi adıma hissettim.
Hatta hedeflediği yapılar da, aslında birazcık daha netleşti bence grup konuşmasında. Bu son hadiseler dışındaki konu aldığı şeye baktığımız zaman da, hedeflediği yapıların ne olduğu da çok açık bence. Olay çok açık şu anda, aslında gördüğüm kadarıyla. Birçok yayında biz o konuya çok girmiyoruz. Arada bahsediyoruz açıkçası. Hatırlarsınız, bir ara işte "Merak eden Kıbrıs'taki olayları araştırsın" falan demiştim ben. Bir ara laf arasında. Genelde öyle bir noktaya girmiş durumdayım.
Eee, bu son hadiseler dışındaki konuyu aldığına baktığımız zaman da hedeflediği yapıların ne olduğu da çok açık bence. Eee, olay çok açık şu anda aslında gördüğüm kadarıyla. Eee birçok yayında biz çok girmiyoruz o konuya. Eee, arada eee bahsediyoruz açıkçası. Eee, hatırlarsınız eee bir ara işte, hani merak eden Kıbrıs'taki olayları araştırsın falan demiştim ben, eee bir ara laf arasında. Genelde öyle bir noktaya gidiyor konular.
Eee, bunun dışında tabii Türkiye'de iktidar bloğunun içerisinde Bilgenin anlattığı şekilde ayrışmalar olduğunu ben de görebiliyorum. Ancak bu ayrışmaların gerçek bir güç ayrışması olup olmadığı konusunda inanılmaz şüphelerim var. Eee, bir güç ayrışması dönüşebileceği konusunda inanılmaz şüphelerim var. Çünkü iktidar bloğunun içerisindeki yapılara güvenmiyorum kendi adıma. Eee, Bilger'in anlattığı kaygıların tamamına sahibim.
Eee, öte yandan Türkiye'de evet ciddi bir kitlenin, eee, Ankara'da güçlü, sağduyulu, belli ölçüde tecrübeli insanların parlamenter sisteme dönüşü tercih ettiklerini, parlamenter sistemimsi bir yapıya dönmeyi tercih ettiklerini görebiliyorum. Ancak bu tercihin eee, açıkçası Erdoğan tarafından onaylanmadıktan sonra çok anlamı olmadığını ve Erdoğan tarafından gelmedikten sonra çok işlevli olacağını düşünmüyorum. Eee, Erdoğan'ın onaylamadığı herhangi bir parlamenter sistem tartışmasının sadece Erdoğan'ın eee pozisyonunu güçlendirmeye yarayacağı kanaatindeyim.
O yüzden de açıkçası çok da eee Erdoğan'a parlamenter sistem dayatılamadıktan sonra bir parlamenter sisteme geçişin fiiliyatta mümkün olduğunu düşünmüyorum. Erdoğan'ın eee şimdiye kadarki tercihlerini biliyoruz. Eee Gezi Parkı sürecinde, 17-25 Aralık'ta. Ondan sonra 2015 seçimlerini kaybettiği zaman, eee bunun arkasından eee devam edersek cumhurbaşkanlığı sistemine geçişte eee 2023 seçimlerinde Erdoğan'ın tavrı genellikle cesaret almak, sorunun üzerine gitmek, eee haliseyi küçültmek değil, büyütmek olmuştur şimdiye kadar.
Yani Erdoğan'ın iktidarının ilk yıllarında hadiseleri zamana eğen, konuyu uzatan, eee, sorunu erteleyen bir tavrı vardı. Özellikle başörtüsü meselesinde Erdoğan, başörtüsü sorununu erteledi Türkiye'de. Eee, ancak eee başörtüsü sorununu ertelemesinin dışındaki birçok sorunda da Erdoğan, sorunları büyüterek, daha büyük bir sorun çıkartarak onları çözmeye çalıştı. Yani eee Gezi Parkı'nda şöyle söyleyelim, bir sokak eylemi meselesi vardı Erdoğan'ın önünde.
Yani, Erdoğan'ın iktidarının ilk yıllarında hadiseleri zamana yayma, konuyu uzatma ve sorunları erteleme tavrı vardı. Özellikle başörtüsü meselesinde, Erdoğan başörtüsü sorununu Türkiye’de erteledi. Ancak başörtüsü sorununu ertelemesinin yanı sıra birçok başka sorunda da Erdoğan, sorunları büyüterek çözmeye çalıştı. Gezi Parkı'nda, örneğin, bir sokak eylemi meselesi vardı Erdoğan'ın önünde. Erdoğan bunu bir darbe teşebbüsü haline getirerek aşmaya çalıştı. Yani baktığımızda, Erdoğan'ın meseleleri çözme biçimi daha mutedil bir noktada değil. Fethullah Gülen ile ilgili meselesi nerelere kadar çıktı? Neticede Erdoğan, kavgadan, dövüşten, şiddetten ve kutuplaşmadan beslenen bir siyasi lider ve tercihleri genelde bu yönde.
Mesela, 2015 seçimlerini Adalet ve Kalkınma Partisi kaybettiği zaman, Davutoğlu'nun liderliğinde Erdoğan cumhurbaşkanı olarak koalisyon görüşmelerini baltaladı ve Türkiye’yi bir şekilde erken seçime itti. Yani düşündüğüm zaman, Erdoğan birçok anda şansını zorlayan, elindeki kartların sonuna kadar giden, bazen blöf yapan ve daha büyük çatışmalara neden olarak sorunları aşan bir liderlik tarzı sergiliyor. Evet, bugün Erdoğan zor durumda. Oy oranları açısından çok ciddi bir zaaf içerisinde olduğu açık. Ancak ben, karşımızdaki Erdoğan'ın yumuşayacağını düşünmüyorum.
Ve, karşımızdaki Erdoğan’ın yumuşamasını sağlayacak bir baskıyı Erdoğan’a karşı göstermek gerektiğini düşünüyorum. Eğer gerçek baskıyı Erdoğan hissederse, evet, Erdoğan'ın bir rasyonel tarafı var. Katılıyorum, bu belki Erdoğan'ı parlamenter sisteme ikna edebilir.
Bu noktada parlamenter sisteme, kendi adıma toplumumuzun birçok unsuru ikna olmuşken, çok da gönülden olmasa da, ben de ikna olmuş durumda değilim. Ancak, artık bir yerden sonra çıkmış olacağı kanaatindeyim. Fakat hala ortada ciddi bir sorun var. Türkiye'nin demokrasisi, bundan bir ay öncesinin çok gerisinde kalmıştır. Türkiye çok zor durumdadır ve demokratik olarak bir geriye gidiş söz konusudur. Biz bunu zaten fiilen yaşıyoruz; hayatımızın içerisinde şu anda bu durumdayız. Yarın bir gün Cumhuriyet Halk Partisi'nin başına bir şey daha gelirse ne olur, bilmiyoruz. Türkiye'nin ciddi bir...
Evet, ancak hala ortada ciddi bir sorun var. Türkiye'nin demokrasisi, bundan bir ay öncesinin çok gerisinde kalmıştır. Türkiye çok zor durumdadır. Türkiye'de demokratik olarak geriye gidiş vardır. Biz bunu zaten fiilen yaşıyoruz. Hayatımızın içinde, bu şu anda. Yarın bir gün Cumhuriyet Halk Partisi'nin başına bir şey daha gelirse, ne olur bilmiyoruz. Türkiye'nin ciddi bir döviz rezervi kaybı var. İşte birazdan onu konuşacağız belki. Türkiye'nin ciddi bir demokrasi kaybı var ortada. Türkiye tam anlamıyla bir güvenlik devleti olarak kendini dünyayla ilişkilerini tanımlamış durumda. Ama bütün bunların sonunda biz, muhalefetin cumhurbaşkanı adayının cezaevinde olduğunu, muhalefetin genel başkanına Taksim'in ortasında saldırıya uğradığı, fiziki saldırıya uğradığı bir ülkeyiz. Hiç hoş günler yaşamıyoruz. En basit özeti budur yaşadıklarımızın.
Evet. Şimdi İlkan aslında sen konuyu açtın gibi oldu biraz. O yüzden oradan devam edelim. Biz zaten geçen hafta Özgür Özel'in açıklamaları üstünden parlamenter sistem ihtimalini de konuşmuştuk. Burak hocam, bu hafta biraz daha devam edelim istiyorum bu konuya. Hem İlkan da hazır açmışken bu konuyu. Şimdi, AKP ekonomi işlerinden sorumlu genel başkan yardımcısı ve eski ekonomi bakanı Nihat Zeybekci, geçen günlerde TÜSİAD başkanını ziyaret etmişti. Yurt dışı çıkış yasağı ve ifadeye götürülme şeklini desteklemediğini söylemişti. Şimdi bir de Burak hocam, sizin de Twitter'da dikkat çektiğiniz üzere, İmamoğlu soruşturması iş dünyasına da yansıyabilir mi acaba diye tartışılıyor. Ki İlkan da aslında bunun üstüne bahsetmişti, bizim geçtiğimiz Çavuşesku yayınlarında.
Şimdi Burak hocam, bu süreç nasıl ilerleyecek sizce? İktidar daha da sertleşerek iş dünyasına da baskısını mı artıracak, yoksa böyle bir durum olursa ne kadar sürdürülebilir olur? Yoksa, zaman zaman tartışıldığı gibi, çoğu yerde biz de aslında tartışıyoruz. Parlamenter sisteme geçişi mi istiyor sizce iktidar içindeki kimi gruplar? Ne dersiniz? Bütün gruplar istemiyor tabii ki. Şimdi şöyle bir şey yapmak lazım: 2015'e kadar, yani 2015 seçimleri de dahil, Türkiye parlamenter sistemle yönetildi. Orada bir formül vardı. Adalet ve Kalkınma Partisi, yekpare bir şekilde, çok coşkulu bir destek ile parlamentodaki çoğunluğu alıyordu. Ne var ki muhalefet bölünmüştü. Yani Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi...
Şimdi, Burak hocam, bu süreç nasıl ilerleyecek sizce? İktidar daha da sertleşerek iş dünyasına da baskısını mı artıracak? Veya böyle bir durum olursa ne kadar sürdürülebilir olur? Yoksa, zaman zaman tartışıldığı gibi, çoğu yerde biz de aslında tartışıyoruz; parlamenter sistemine geçişi mi istiyor sizce iktidar içindeki kimi gruplar? Ne dersiniz? Bütün gruplar istemiyor tabii ki.
Şimdi şöyle bir şey yapmak lazım. 2015'e kadar, yani 2015 seçimleri de dahil, Türkiye parlamentar sistemle yönetildi. Orada bir formül vardı. Yani Adalet ve Kalkınma Partisi, yekpare bir şekilde çok coşkulu bir destek ile parlamento'daki çoğunluğu alıyordu. Ne var ki muhalefet bölünmüştü. Yani Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi birlikte hareket etse de, Kürt siyasal hareketi bu muhalefet grubunun parçası değildi. Muhalefet blokuna eklemlenmesi çok daha sonraları oldu Kürtlerin.
Ha, bu iktidarın yanında oldukları anlamına gelir mi? Gelmez. Fakat Kürtlerin bağımsız kalmaları ve AKP'den daha çok muhalefete mesafeli olma kazanma stratejisiydi. Yani bunu böyle söyleyelim. Sesim geldi değil mi?
Hı hı. Geliyor mesela. Daha önceki belediye seçimlerinde mesela HDP, eğer Cumhuriyet Halk Partisi adayını destekleseydi, İstanbul'da muhalefetin kazandığı bir belediye olabilirdi. Ya da 2010'daki referandumda, mesela Kürtler orada seçime katılmama boykot kararı aldılar. Muhalefetle beraber hareket etselerdi durum değişebilirdi.
Fakat genel itibariyle, Cumhuriyetle de hesaplaşan, aslında geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz Sırrı Süreyya Önder'in temsil ettiği, yani kendisinin kişiliğinde temsil ettiği, sadece AKP'ye karşı olmayan, aynı zamanda genel itibariyle muhalefete de mesafeli olan bir yaklaşımı temsil ediyordu. Dolayısıyla, AKP seçim kazandı. Yani meclisteki çoğunluğu da kazandı.
Çok kabaca söylüyorum. Çözüm sürecinin başlamasıyla beraber ve hani yıllardır muhalefetten uzak durduğu için, hükümetin ses etmemesinden de kaynaklı olarak, biz HDP'nin normalleştiğini gördük. Yani o normalleşme durumu, insanların gönül rahatlığıyla gidip HDP'ye oy vermesini beraberinde getirdi. 7 Haziran'da %13 oy aldı HDP. Bu muazzam bir oy. Yani gönül rahatlığıyla insanlar başlarına bir iş gelmeyeceğini bilerek HDP propagandası yaptılar. HDP'ye oy vereceklerini söylediler. HDP'ye oy istediler. HDP için seçim gözetmeni oldular ve 7 Haziran'da %15 oy aldı.
Şimdi bundan sonraki süreci başka türlü ele almak lazım. Çünkü başkanlık rejiminin mekaniği orada devreye girdi ve ben başkanlık sistemi demek yerine, biraz cüretkar davranıp Türkiye'nin 2015'ten sonra OHAL rejimiyle, yani bir ara rejimle idare edildiğini söyleyeceğim.
7 Haziran'da HDP %13 oy aldı. Bu muazzam bir oy. Gönül rahatlığıyla insanlar, başlarına bir iş gelmeyeceğini bilerek HDP propagandası yaptılar. HDP'ye oy vereceklerini söylediler. HDP'ye oy istediler. HDP için seçim gözetmeni oldular ve 7 Haziran'da %15 oy aldı. Şimdi bundan sonraki süreci başka türlü ele almak lazım. Çünkü başkanlık rejiminin mekaniği orada devreye girdi. Ben başkanlık sistemi demek yerine, biraz cürretkar davranıp Türkiye'nin 2015'ten sonra OHAL rejimiyle yani bir ara rejimle idare edildiğini söyleyeceğim.
15 Temmuz'dan sonra ilan edilen olağanüstü hal rejimi 2018 senesinde kağıt üstünde bitti. Ama baktığınız zaman başkanlık sisteminin Türkiye'ye tavsiye edilmesi, önerilmesi aslında bir OHAL rejiminin, yani tehditlerle mücadele ederken rutin dışına çıkan bir devlet anlayışının ve hukuki mekanizmalar veya özel kurumlar yerine terörle mücadele iradesine sahip olan bir cumhurbaşkanının gerekliliği argümanı üzerine kuruluydu.
Yani biz bir cumhurbaşkanlığı sistemi ya da bir başkanlık sisteminden ziyade, mevcut güvenlik tehditleriyle uğraşmak için bu güvenlik tehditlerini kendisine yönelik bir kişisel meseleymiş gibi alan Tayyip Erdoğan'ın iradesini bir anlamda yasal bir çerçeveye aldık. Öyle değil mi? Anayasa dediğimiz mesele, eylemlere bulunan hukuki kılıflar değildir. Anayasa dediğimiz mesele, yürütme erkinin nasıl sınırlandırılabileceğini ve temel hak ve hürriyetler açısından yürütme erkinin teşkil edebileceği sorunların nasıl önlenebileceğini kendisine dert edinir.
Ama bizdeki anayasa anlayışı genel itibariyle her istediğini yapana, istediğini yaparken kanuni bir meşruluk krizi yaşamamak için çerçeve çizme endişesinden neşet eder. Başkanlık sistemi de biraz öyleydi. Aslında baktığınız zaman, istisnaya karar veren bir cumhurbaşkanı gördük. Yani neyin suç olduğuna, neyin kabahat olduğuna, neyin masumiyete işaret ettiğine, kimin yargılanması gerektiğine, kimin dışarıda olması gerektiğine, güvenlik tehditleriyle baş ederken hangi yöntemin hangi derecede uygulanması gerektiğine karar veren bir cumhurbaşkanı gördük.
Ve partili bir sistem olduğu için, mesela Adalet ve Kalkınma Partisi'nden çıkan metinler ile hükümetin metinleri arasında, hükümetin metinleri ile de Milli Güvenlik Kurulu metinleri arasında hiçbir fark yoktu. Kısa bir anekdot anlatalım. Bu Nebati döneminde faizlerin hızlı bir şekilde düşmesi, Milli Güvenlik Kurulu belgelerine girdi mesela. Bu çok saçma bir şeydi. Yani MGK, Çin benzeri bir kalkınma modeli ülke güvenliği için...
Partili bir sistem olduğu için, mesela Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çıktığı metinler ile hükümetin metinleri arasında; hükümetin metinleri ile de Milli Güvenlik Kurulu metinleri arasında hiçbir fark yoktu. Kısa bir anekdot anlatalım. Nebati döneminde, faizlerin hızlı bir şekilde düşmesi, Milli Güvenlik Kurulu belgelerine girdi mesela. Çok saçma bir şeydi bu. Yani, MGK "Çin benzeri bir kalkınma modeli ülke güvenliği için çok zaruridir ve bu ekonomi programında üretim yapacağız, işte ihracatçı model falan" diye öyle şeyler yazmışlardı; hatırlıyorum, o meselenin MGK'nın meselesiydi.
Şimdi dolayısıyla, şu anda yaşadığımız başkanlık sistemini şöyle değerlendirmek lazım: Güvenlik tehditleriyle baş edebilmek için, işte Fethullahçılık, PKK gibi güvenlik tehditleriyle baş edebilmek için mevcut kurumlar, mevcut kanunlar ya da hukuk devleti prensibi bize yardım etmeyecek. Bunun dışına çıkmak, ötesine geçmek ve irade göstermek gerekiyor. Bu iradeyi göstermeye hevesli, niyetli, muktedir bir Erdoğan var. Dolayısıyla, Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olduğu ve güvenlik tehditleriyle mücadele ettiği bir sistem kurmalıyız gibi bir anlayış ortaya çıktı.
Devlet Bahçeli'nin konuşmalarına baktığınızda, Meclis aritmetiği içerisinde HDP'nin kilit aktörü olmasından son derece rahatsızlık duyduğunu ve bunun için başkanlık sisteminin elzem olduğunu söylüyor. Evet, bu doğru bir durum. Türkiye, güvenlik tehditleriyle baş etmeye çalıştı. Fethullahçılık tehlikesi büyük oranda azaldı; yani sistem açısından, gerek bürokratik sistem açısından gerekse askeri sistem açısından artık Fethullahçılar bir tehdit değil. Bunu çözerken de çok büyük bedeller ödendi.
Mesela, Fethullahçılık meselesini hallederken aslında yargının olabildiğince yozlaşmasının da yolunu açtık. FETÖ borsaları falan ortaya çıktı, öyle değil mi? Ya da bürokrasinin olabildiğince sadık kullardan oluştuğu, dolayısıyla teknik uzmanlığı zayıf fakat sistemi koruma refleksleri kuvvetli insanların bürokratik postları işgal ettiği bir dönem yaşadık. Yani, kurumsal kalitemizden taviz verdik. Bürokrasi yozlaştı. Yargı bağımsızlığı, kaybolan bir kurum olarak Türkiye'nin yaşadığı sosyal, siyasal ve ekonomik problemlerin temelini oluşturdu.
PKK ile mücadele de yine aynı şekilde çok sert ve kararlı bir mücadele yaşandı. Fakat PKK ile mücadelenin kendisinden ziyade bu mücadele süreci, siyasal olarak birçok aktörü gayrimeşru, siyasi aktörü growl'ye itti.
Eee, bürokrasi yozlaştı. Yargı bağımsızlığı, kaybolan bir kurum olarak, Türkiye'nin yaşadığı sosyal, siyasal ve ekonomik problemlerin temelini oluşturdu. İşte PKK ile mücadelenin de aynı şekilde çok sert ve kararlı bir mücadele yaşandı. Fakat PKK ile mücadelenin kendisinden ziyade, bu mücadele süreci siyasal olarak birçok aktörü gayrimeşru, siyasi aktörü gayrimeşru ilan etmeyi beraberinde getirdi. Bu durum toplumsal kutuplaşmayı artırdı. Bugün Cumhuriyet Halk Partisi, İyi Parti, 2023 seçimleri öncesi sürekli olarak neyle itham edildiler? Terörist olmakla itham edildiler, değil mi? Yani, sürekli bu ülkenin yarısı, neredeyse diğer yarısının gözüne terörist olarak görüldü. Bu toplumsal kutuplaşmayı artırdı ve toplumsal bütünlüğü, ulus olma bilincini çok aşındırdı.
Şimdi günün sonunda şöyle insanlara rastladık; bütün Türk Ceza Kanununa göre suç olan eylemleri işleyen fakat Türk bayraklı bir video çekip ya da vatan millet sevdalısı gibi kendisini lanse edip, hükümetin ortaya koyduğu milli güvenlik çerçevesine sadık olduğunu beyan edip ortada dolaşan birçok suç örgütü gördük. Yani suçun kendisi sadece ve sadece milli güvenlik ile eşleştirildiği için milli güvenlik çerçevesinde sadık olan insanlar, her türlü suçu işleme hakkını kendinde gördüler. Yani, bu Peker ifşaları olduğunda, işte el konulan oteller, el konulan yat limanları falan konuşulduğunda, ne diyorlardı? "E biz buraya el koymasaydık PKK gelip çökecekti."
Yani, bu söylem üzerinden Türkiye'de milli güvenlikçilik kendi mafyasını, kriminal örgütlerini falan yarattı. E şimdi bu günün sonunda baktığınızda, güvenlik tehditleriyle baş ederken kanuni çerçeveyi askıya almak, evet bu tehditleri PKK gibi, Fethullahçılar gibi ortadan kaldırdı doğrusu. Yani Türkiye, PKK'nın birçok kampını imha etti. Yurt içerisinde terör aktivitesi pek olmuyor. Eee, Şam'da hükümet değişti. Yani, YPG'nin de artık o kadar fazla siyasi desteği yok.
Yani baktığınız zaman, bütün güvenlik tehditlerini aşağı yukarı çözmüş bir Türkiye var. Fakat bunları çözerken ortaya çıkan yapı birçok sorunu da beraberinde getirdi. Türkiye ekonomisi çöktü. Türkiye'nin bürokrasisi yozlaştı, kurumları yıprandı. Türkiye'de toplumsal bir kriz var şu anda. Yani, camide online kumar oynayan çocuk videosunu görmüşsünüzdür. Ya da her hafta birkaç tane polisin online kumar yüzünden...
Şimdi, günün sonunda baktığınızda güvenlik tehditleriyle baş ederken kanuni çerçeveyi askıya almak, evet, bu tehditleri -PKK gibi, Fethullahçılar gibi- ortadan kaldırdı. Doğrusu, Türkiye PKK'nın birçok kampını imha etti ve yurt içerisinde terör aktivitesi pek olmuyor. Şam'da hükümet değişti; YPG'nin de artık o kadar fazla siyasi desteği yok. Baktığınızda, bütün güvenlik tehditlerini aşağı yukarı çözmüş bir Türkiye var.
Fakat bunları çözerken ortaya çıkan yapı birçok sorunu da beraberinde getirdi. Türkiye ekonomisi çöktü, Türkiye'nin bürokrasisi yozlaştı, kurumları yıprandı. Türkiye'de toplumsal bir kriz var şu anda. Yani, camide online kumar oynayan çocuk videosunu görmüşsünüzdür. Ya da her hafta birkaç tane polisin online kumar yüzünden, borsa yüzünden, kripto para borsasında kaybettiği için intihar ettiğine dair haberleri biliyorsunuzdur. Bunların hepsi aslında aynı bütünün parçası.
İstanbul'da, bu sokak çeteleri tarafından katledilen Ahmet Minguzi galiba, değil mi? Yani, o da aynı bütünün parçası. İşte, piyasasının, OnlyFans piyasasının, uyuşturucu piyasasının bir şekilde hayatın kılcal damarlarına kadar yayılması. Bunların hepsi aslında aynı sorunun -yani terörle mücadele ederken benimsenen yaklaşımın, kanunu ilga etmenin, askıya almanın getirdiği sonuçlar- bir parçası.
Böyle olunca, geldiğimiz noktada sorunlarını çözmüş ama ekonomisini berbat etmiş bir ülke görüyoruz. Toplumunu, kurumlarını berbat etmiş bir ülke görüyoruz. Üstelik bu da yetmezmiş gibi seçim kazanmak için popülist bir yol izlenmiş; seçimden sonra da ortodoks politikalara geri dönülmüş. Bence son derece kötü uygulanan bir politika devreye sokulmuş. Fakat buna da bir türlü onun kurallarına uyulmamış.
19 Mart günü İstanbul Belediye Reisi son derece gayri insani, son derece sansasyonel bir şekilde tutuklanmış ve Türkiye 55 milyar dolarlık rezervini yakmış. Böyle, yani hikaye bu. Şimdi baktığımız noktada, güvenlik tehditleri olmadığı için artık meşruluğu sorgulanan bir başkanlık sistemi var. Güvenlik tehditleri olmadığı için İstanbul Belediye Başkanını güvenlik tehdidi olarak gören bir sistem var.
Buna kimi inandırabilirsiniz, Allah aşkına? Son TV, güya savcılıkla alakası olduğu düşünülen yayın organı, yani devlet ve güvenlik tehdidi söylemi üzerinden ilerliyor. Ama devlet dediği hükümet; hükümetin hatta bir kısmı güvenlik tehdidi dediği de Ekrem İmamoğlu. Çünkü bu sistem, bu başkanlık sistemi, bu ara rejim sadece güvenlik tehdidi varken bir anlam ifade ediyor. Meşruluğunu oradan alıyor.
Ve bu yüzden şimdi biz yavaş yavaş anlıyoruz ki Devlet Bahçeli'nin başlattığı çözüm sürecinin aslında yeni bir dönüşüm yaratmak için kullanıldığı...
E şimdi baktığımız noktada, yani güvenlik tehditleri olmadığı için artık meşruluğu sorgulanan bir başkanlık sistemi var. Güvenlik tehditleri olmadığı için İstanbul Belediye Başkanını güvenlik tehdidi olarak gören bir sistem mevcut. Buna kimi inandırabilirsiniz, Allah aşkına? Yani bu son TV, işte güya savcılıkla alakası olduğu düşünülen bir yayın organı; devlet ve güvenlik tehdidi söylemi üzerinden ilerliyor. Ama devlet dediği hükümet, yani hükümetin hatta bir kısmı güvenlik tehdidi olarak Ekrem İmamoğlu'nu görüyor. Çünkü bu sistem, bu başkanlık sistemi, bu ara rejim, yalnızca güvenlik tehdidi varken bir anlam ifade ediyor. Meşruluğunu oradan alıyor.
Bu yüzden şimdi yavaş yavaş anlıyoruz ki, Devlet Bahçeli'nin başlattığı çözüm süreci aslında yeni bir dönüşümü temsil ediyor. Yani başkanlık sistemini getiren Bahçeli'nin çözüm sürecini başlatarak başka bir amacı, başka bir muradı da vardı galiba. Biz bu işin iç politikayla alakalı olduğunu, bir anayasa düzenlemesi hedeflediğini burada belirtmiştik. İlk hafta söyledik. Fakat yani HDP'yi yeniden meşru bir aktör haline getirmek, işte başkanlık sisteminin artık kendisini meşrulaştırdığı, güvenlik tehditlerinin olmadığının ilanından başka bir şey olmayabilir.
Şimdi günün sonunda bunlara bakıyoruz. Güvenlik tehditleri yok. Ekonomi berbat durumda. Toplumsal kutuplaşma iyice derinleşti. Artık toplumun aynı hakikate inanmadığını görüyoruz. Yani toplumun yarısı başka bir şeye inanıyor, yarısı başka bir şeye inanıyor ve uzlaşamıyorlar. Bugün AKP'liler de bunun tadına vardı. Adamların konuşmalarından bir cümle cımbızlanıyor ve muhalefet medyasında servis ediliyor. Adamlar, kendilerini izah etmeye çalışıyorlar. Hayır, öyle demek istemedi, aslında konuşmanın tamamını ama işte 10 sene boyunca aynısını siz yaptığınız için, insanların konuşmalarını cımbızladığınız için, ticari medyayı da ortadan kaldırdığınız için işte böyle dert anlatma derdine düşersiniz. Muhalefet de bunu oynamayı öğrendi.
Artık böyle bir tablo var önümüzde. Aklı başında olan herkes, yani bugün Ankara'da alaylı olan, siyasetin tozunu yutmuş, birkaç sene sonra bu işin nereye gidebileceğini gören herkes ya da okullu olan, biraz ekonomik göstergeleri okuyabilen, yapılan siyasi hamlelerin ekonomi üzerindeki etkilerini tahlil edebilen insanların neredeyse tamamı, ya da siyaset bilimi okumuş ve siyasi ittifakların doğasına dair düşüncelere sahip olan insanların neredeyse hepsi, bu işin nereye gideceğini aşağı yukarı görüyor. Aşağı yukarı görüyor. Yani bu 2023 öncesi gibi bir durum yok ortada.
O yüzden müzakerenin gerekliliği aslında Ankara'da birçok aktör tarafından kabul ediliyor.
Aklı başında olan herkes, yani bugün Ankara'da alaylı olan, siyasetin tozunu yutmuş, birkaç sene sonra bu işin nereye gidebileceğini gören herkes ya da okullu olan, biraz ekonomik göstergeleri okuyabilen, yapılan siyasi hamlelerin ekonomi üzerindeki etkilerini tahlil edebilen insanların neredeyse tamamı —veya siyaset bilimi okumuş, siyasi ittifakların doğasına dair düşüncelere sahip ya da siyasi aktörlerin eylemlerinin motivasyonlarına dair fikirlere sahip insanların neredeyse hepsi— bu işin nereye gideceğini aşağı yukarı görüyor. Aşağı yukarı görüyor. Yani bu, 2023 öncesi gibi bir durum yok ortada. O yüzden müzakerenin gerekliliği aslında Ankara'da birçok aktör tarafından dile getiriliyor.
Bu müzakereye direnen, yani halen daha mevcut başkanlık sistemi üzerinden gidelim diyenler var. Fakat giderken de işte muhalif siyasetçileri tutuklayalım, muhalif belediyelere kayyum atayalım, hatta muhalefet partisini kapatalım. Hatta muhalefet kanallarını RTÜK’e çağırıp onlara direktif verelim diyen bir insan grubunun da var olduğunu biliyoruz. Bu sayede iktidarı Erdoğan sonrası umut eden, böyle bir iktidarın kendisine nasip olmasını isteyen insanlar da var. Şimdi bu olabilir, İlkan; ben bir şey demiyorum ya. Bunu da yapabilirler. Yani ben "ha kesinlikle olmaz" demiyorum. Çünkü rasyonalite vardır. Biz aktörlerin rasyonel davranmasını varsayarız ama aktörler rasyonel davranmayabilir.
Peki, o zaman ne olur? Şimdi daha önce de söyledik. Eğer iktidar sahibi olmak, oy almakla, halkın desteğini, halkın teveccühünü kazanmakla değil de rakipleri tutuklatarak olacaksa; eğer oy almak, ekonomiyi düzgün yönetmek yerine kağıdın üzerine mürekkebi koyup para basarak insanları kısa süreli mutluluklara sevk etmek ve ülke ekonomisini orta ve uzun vadede mahvetmek gerekliyse, bu kadar kolay iktidara gelme yöntemini hiç kimse es geçmez. Yani bugün Tayyip Bey'i koruyan, Tayyip Bey'i kendi ittifakından ve ittifakın dışındaki aktörlerden koruyan en önemli şey onun aldığı demokratik meşruluktur. Ve bu demokratik meşruluk ortadan kalktığı zaman, hakikaten girilen yolun sonu birbirimizle tepişerek sonlanır. Her taraftan cunta fışkırır.
Daha net söyleyeyim, eğer iktidar kurma işi bu kadar kolay, bu kadar basit bir yöntemle becerilmeye çalışılırsa; bu kadar basit ve kaba, hoyrat bir yöntemle iktidar kurulursa, her taraftan cunta fışkırır. Yani illa müzakere yolu, illa kurumsal düzenleme yolu tercih edilecektir demiyorum. Rasyonel olan budur. Ama rasyonel olan tercih edilmezse, rasyonel olmayan aktör başka tehlikelerle karşı karşıya kalır. Bunu da söylemek gerekiyor. O yüzden parlamenter sistemin kendisi aslında şu anda iktidar açısından daha rasyonel. Muhalefet...
Bu demokratik meşruluk ortadan kalktığında, gerçekten girilen yolun sonu, birbirimizle tepişerek sonlanır. Her taraftan cunta fışkırır. Daha net söyleyeyim: Eğer iktidar kurma işi bu kadar kolay ve basit bir yöntemle becerilmeye çalışılırsa, bu kadar basit, kaba ve hoyrat bir yöntemle iktidar kurulursa, her taraftan cunta fışkırır. Yani illa müzakere yolu ya da kurumsal düzenleme yolu tercih edilecektir demiyorum. Rasyonel olan budur.
Ancak rasyonel olan tercih edilmezse, rasyonel olmayan aktör başka tehlikelerle karşı karşıya kalır. Bunu da belirtmek gerekiyor. O yüzden, parlamenter sistemin kendisi aslında iktidar açısından daha rasyonel. Muhalefet açısından da, parlamenter sistemin tercih edilmemesi durumundaki diğer seçenekler; biraz önce bahsettiğim tutuklamalar, polis gücüyle parti kapatmak, medyayı susturmak veya ekonomiyi yeniden para basarak canlandırmak olacaktır. Bu nedenle muhalefet açısından en maliyetsiz, en meşru yol, parlamenter sisteme geçiş önerisi üzerinde müzakere etmek gibi görünüyor.
Muhalefetin başka bir yolu da var; o da kitlesel gösterilerle devrim yapmaktır. Yani, daha devrimci, kurumsal siyasetin dışında toplum hareketleriyle değişimi gerçekleştirmek. O konuda ne olacağına dair kesin bir tahminde bulunmak zor. Açıkçası bu çok riskli ve nasıl sonlanacağı bilinmeyen bir mesele. Bu nedenle, kurumsal siyaset düzleminde parlamenter demokrasi müzakeresi, bana en rasyonel yol gibi geliyor ve Türkiye'yi en maliyetsiz şekilde düzlüğe çıkartacak bir yol olarak düşünüyorum.
Çok uzun konuştum, kusura bakmayın.
Şimdi, eğilim güçleniyor mu onu bilmiyorum. Bu konu hakkında çok fazla bir şey söyleyemem. İktidar grubu kavramını dikkatli seçmek gerektiğini düşünüyorum. Ben, Erdoğan'ın birkaç çeşit destekçisi olduğunu düşünüyorum. Birincisi, Erdoğan'ın kendisi, ailesi ve çok yakın kişiler etrafında sarayda oluşmuş yapılar. Bunlar, doğrudan Erdoğan'la ilişkili ve çok ciddi bir paraya hükmeden, etkili bir alanı olan, kontrol ettikleri vakıflar üzerinden ciddi bir ağın içerisinde bulunan insanlardır. Bu vakıflardan insanlar, devlete yerleşerek Türkiye'de önemli bir kadrolaşma aracı olarak kullanılmakta.
Bu vakıflarla birçok öğrenciye burs veren örnekler var. Mesela, Teknofest diye bir etkinlik yapıldı daha yeni Kıbrıs'ta, biliyorsunuz. Çok sayıda öğrenci ve genç bu etkinliğe katılıyor.
Şimdi, eğilim güçleniyor mu, onu bilmiyorum. O konu hakkında çok fazla bir şey söyleyemem. İktidar grubu kavramını dikkatli seçmek gerektiğini düşünüyorum. Ben Erdoğan'ın birkaç çeşit destekçisi olduğunu düşünüyorum. Birincisi, Erdoğan'ın kendisi, ailesi ve çok yakın kişiler etrafında sarayda oluşmuş yapılar. Bunlar doğrudan Erdoğan'la ilişkili ve çok ciddi bir paraya hükmeden, ciddi bir etki alanı olan kontrol ettikleri vakıflar üzerinden, ciddi bir network’ün içerisinde bulunan yapılar. Bu vakıflardan insanların devlete yerleştirildiği, Türkiye'de önemli bir kadrolaşma aracı olarak kullanılan vakıflar, birçok öğrenciye burs veren örneğin Teknofest gibi etkinlikler düzenliyorlar.
Kıbrıs'ta gerçekleştirilen bu etkinliklere çok sayıda öğrenci ve genç katılıyor. Türkiye'nin birçok şehrinde tekrar bu festivaller yapılıyor. Hepsine on binlerce, yüz binlerce kişi gidiyor. Erdoğan'ın çocuklarının vakıflarında öğrencilere verilen burslar, yurt imkanları vesaire; bu yurtlardaki öğrencilerin de sonrasında devlete çok kolay yollarla girebildikleri biliniyor. Bu öğrenciler önemli burslar alabiliyorlar. Böyle bir network'ü Erdoğan kendi etrafında kuruyor.
Yani, Erdoğan çok enteresan bir şekilde Fethullahçılarla mücadele hikayesini yaparken, bir yandan da alternatifinde kendi yapısını kurmaya çalıştı. Çok başarılı olamadı ama bir şeyler de kurdu. Şimdi şöyle söyleyelim: Erdoğan'ın şu an bir oy sorunu var. Az önce Bilgi Han çok güzel anlattı. Kutuplaşma evet, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin oylarını net olarak arttırıyor. Hatta ben bir ara şöyle söylemiştim: "Adalet ve Kalkınma Partisi'nin oyları tarihi dipte." İnsanlar bana gülmüşlerdi. O noktadan yukarıda, mesela şu anda Adalet ve Kalkınma Partisi'ni destekleyen bir kitle var, ondan eminim. Ancak bu yukarı çıkış anormal mi? Değil. Milliyetçi Hareket Partisi'nden, Yeniler Refah Partisi'nden ve Bilgi Hanım'ın az önce anlattığı gibi kararsızlardan Adalet ve Kalkınma Partisi'ne bir kayış var şu anda. Ancak bu kayışın da sürekli olacağı kanaatinde değilim.
Burada Erdoğan tarafında bir oy sorunu var. Kılıçdaroğlu karşısında Erdoğan sağlayabildiği rahat üstünlüğü şu an sağlayabilir mi? Kılıçdaroğlu karşısında bile açıkçası, Türkiye'de aylarca doğalgaz bedava, EYT asgari ücret zamları varken ancak bu oy oranına ulaşabilmişti Erdoğan. Bugün, ekonomik olarak imkanları çok daha kısıtlanmış bir Türkiye'de, karşısında Kılıçdaroğlu gibi bir aday olmayan bir durumda, Erdoğan'ın %50'yi geçmesi ne kadar garanti pek emin değilim.
Bunun dışında birkaç seçenek var önümüzde Erdoğan için. Birincisi, Erdoğan'ın şansını zorlaması, yani kaybedebilme ihtimali olan bir seçime girmesi. Bu, çok rasyonel değil ama...
Burada şöyle soyleyeyim; bunun dışında birkaç seçenek var önümüzde Erdoğan için. Birincisi, Erdoğan'ın sansını zorlaması. Yani, kaybedebilme ihtimali olan bir seçime girmesi. Bu, cok rasyonel değil ama cok başarılı liderler bazi zamanlar kariyerlerinin sonunda irrasyonel tercihler yaparlar. Bu da yaşanmamış bir şey değil. Rasyonel olan Bilgan'ın anlattığı iki seçenek açıkçası iki seçenek de soyleyeyim: Yani Erdoğan'ın güçlerinin bir kısmını devretmesi ve parlamenter sisteme, yarı başkanlığa, bir başka bir sisteme geçiş yapılması, bir anayasa değişikliği yapılması, Erdoğan'a onurlu bir çıkış, tırnak içerisinde, sunulması, diğeri de otoriterleşmenin arttırılması. Otoriterleşmenin arttırılmasının da Erdoğan'a gayet büyük riskler yansıtacağı açık.
Burada da sürün gözüküyor ki; Erdoğan'ın güvenebileceği aktör sayısının ne kadar az olduğunu aslında bu soruşturmalar kendisi de gösteriyor. Yani Erdoğan kendisine cok yakından gördüğü insanlara dair soruşturmalarda tartışmalar var. Bugün şunu söyleyelim: Bu soruşturma bağlamında mesela iktidar medyasını okursanız, yani Erdoğan'ın yakınlarına yönelik hakaretler iktidar medyasında var şu anda aslında. Yani öyle açıp baktığınızda, cok korkunç şeyler var. O malum sitedeki dil zaten sürdürülebilir bir dil değil. Yani daha önce de ifade ettim, siteyi okuyorsunuz. Sitede, mesela bazen Galatasaray yerine cimbom denir ya, bazen hani yazı dili açısından, arada, aynı ifade için mesela Burak Bilgian, Profesör Özbek falan filan, aynı farklı farklı şekilde kavramlaştırı, eee, liberal akademisyen falan diye anlatılır.
Şimdi burada da Tayyip Erdoğan, işte Sayın Erdoğan, bazen de devlet diyorlar Erdoğan yerine sitede. Yani böyle devlet, devlet, devleti kızdırdı falan. Orada Erdoğan'ı kızdırdı. Aslında siteyi okuduğunuz zaman onu görüyorsunuz. Bu da gerçekte değil, yani böyle bir devlet yok ortada. Bunu da soylemek lazım. Yani ben zannetmiyorum ki herhangi bir devlet kurumunda Erdoğan için bu derece kendini ortaya atacak insanlar olsun ki evet, son bir ayda bir kutuplaşma oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi etrafında insanlar bir ölçüde daha fazla toplandı.
Şimdi burada da Tayyip Erdoğan, işte Sayın Erdoğan; bazen de devlet diyorlar, Erdoğan yerine sitede. Yani böyle "devlet devleti kızdırdı" falan. Orada Erdoğan'ı kızdırdı, aslında siteyi okuduğunuz zaman onu görüyorsunuz. Eee, bu da gerçekçi değil, yani gerçek değil. Öyle bir devlet yok yani ortada. Eee, bunu da söylemek lazım. Yani, ben zannetmiyorum ki herhangi bir devlet kurumunda eee, Erdoğan için eee, bu derece kendini ortaya atacak insanlar olsun. Ki, eee, evet son bir ayda bir kutuplaşma oldu. Adalet ve Kalkınma Partisi etrafında insanlar bir ölçüde daha fazla toplandılar. Uzun yıllardan sonra, taktilun mesela o, eee, dinleyici yorumlarında Adalet ve Kalkınma Partisi'ni görmeye başladık. Buralara gelip bizi trollemeye çalışanlar olmaya başladı.
Daha önce de ifade ettim. Cemalettin Taşçı'ya bile gidip yani şey yazanlar olmuştu. Adalet ve Kalkınma Partili eee, böyle ak rollerden yorum yazanlar olmuş, onu eleştirenler de olmuştu. Yani o kadar dinamizme bir anda tekrar e kapıldılar. Ama işin gerçeği şu; az çok hepimiz biliyoruz. Etrafımızdaki insanları tanıyoruz, Türkiye'yi biliyoruz. Bugünün Türkiye'sinde bir kısım eee çok aşırı zenginleşmiş muhafazakar elit, bir kısım eee gurbetçi ve çok daha küçük bir kısım memur hariç, o kadar Erdoğancı insanları Adalet ve Kalkınma Partisi teşkilatında bile göremiyoruz. Yani bu çok açık.
Daha önce ifade ettim ya, bakın son seçimde eee bazı sandıklarda Adalet ve Kalkınma Partisi temsilci bulunduramadı. Türkiye'de ilk en ilk defa bu yaşandı. 2024 yerel seçimlerinde sandıklarda temsilci bulundurma sorunu yaşadı Adalet ve Kalkınma Partisi; ilk defa. Yani, Cumhuriyet Halk Partisi'nin yaşadığı sorunu Adalet ve Kalkınma Partisi de yaşamaya başladı. Yani, Yeniden Refah Partisi'nin oy oranındaki etkisinden daha büyük etkisi Adalet ve Kalkınma Partisi teşkilatlarına dair bir etkidir.
Yani herkes oy oranına bakıyor. Yani, sandıklara sahip çıkacak insanı kaybetmeye başladı Adalet ve Kalkınma Partisi ve Anadolu Ajansı, devlet kurumlarını falan sahaya sürmek zorunda kaldı. Yani, eee o yüzden ben Erdoğan'ın e böyle çok kolay bir şekilde dikta rejimine geçeceğini falan asla öngöremiyorum. Bu iş öyle hiç kolay değil.
E ya Bilgian eee, siyaset bilimi profesörü. Benden çok daha iyi biliyor bu işleri. Eee, bugün otoriter rejimler nasıl eee ayakta kalırlar? Bir rıza üretmeleri gerekiyor. Otoriter rejimlerin de o rızayı üretecekleri, o küçük bir çekirdek kitlenin olması gerekiyor. Yani eee, Ukrayna'da siz diktatörlük kuracaksanız mesela, Suriye'ye göre dezavantajlısınız. Çünkü Ukrayna'daki aileniz 10 kişi. Mesela Suriye...
Bu yüzden ben Erdoğan'ın çok kolay bir şekilde dikta rejimine geçeceğini asla öngöremiyorum. Bu iş öyle hiç kolay değil. Bilim insanı olan Bilgian, siyaset bilimi profesörü. Bu konuları benden çok daha iyi biliyor. Bugün otoriter rejimler nasıl ayakta kalıyorlar? Bir rıza üretmeleri gerekiyor. Otoriter rejimlerin, o rızayı üretecek küçük bir çekirdek kitleye ihtiyaçları var.
Eğer Ukrayna'da siz diktatörlük kuracaksanız, mesela Suriye'ye göre dezavantajlısınız. Çünkü Ukrayna'daki aileniz 10 kişiyken, Suriye'deki aileniz 30.000 kişi olabiliyor. 30.000 kişilik bir aile, sizi Suriye'de oldukça güçlü kılabilir. Saddam'ın arkasında da büyük bir aşiret bağı vardı. Diktatörlük için aile bağları bile önemli. Sizin kaç çocuğunuzun olacağı ile diktatör olmanız arasında ciddi bir ilişki var; kaç kardeşiniz olduğunu, ailenizin ne kadar büyük olduğunu da hesaba katmalısınız.
Azerbaycan'da bir otoriter rejim var, değil mi? İlham Aliyev'in eşi, Azerbaycan'ın en önemli ailelerinden birinin bir üyesidir. Oradaki ilişkileri de kurmanız gerekiyor. Bu diktatörlük, tek başına oluşan bir şey değil. Sizin, ailenizin, o rıza oluşturduğunuz zeminlerin ve bağlantılarınızın hepsi olması gerek. Türkiye'de demokratik olarak gelişmiş bir sistemde, bir anda diktaya geçtiğinizde birçok şey yıkılıyor. Bu, sanıldığı kadar da kolay değil.
Ben burada risk yok demiyorum; risk var. Riski ifade eden biziz; ama bu şu demek değil: Tayyip Erdoğan'ın elinde bir anahtar var, prizi çekti veya fişe taktı ve ülke diğer sisteme geçti. Bu hiç kolay değil. En fazla da Erdoğan ve çevresinin bir risk olarak yansıdığını söylemek lazım.
Bunun dışında, iktidar içerisinde birçok insan çıkış arayışında, katılıyorum; ancak bu kişilerin biraz daha cesur olmaları gerektiği kanaatindeyim. Türkiye'de Cumhuriyet Halk Partisi'nin cumhurbaşkanı adayı cezaevinde, Zafer Partisi'nin cumhurbaşkanı adayı cezaevinde, Den Parti'nin cumhurbaşkanı adayı da cezaevinde. Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanına sokakta fiziksel olarak saldırıyorlar. Türkiye'de demokratik bir sistem umuyorsak, insanların biraz daha sesli konuşması gerekiyor.
Hala ana motivasyonumuz, olan bitenden Erdoğan zarar görmek olduğunda, ben bu insanlara pek güvenmiyorum. Bunu açık bir şekilde ifade edebilirim.
Bunun dışında şu açık: İktidar içerisinde birçok insan evet çıkış arıyor, katılıyorum ama bu arkadaşların biraz daha cesur olmaları gerektiğinin kanaatindeyim. Yani Türkiye'de Cumhuriyet Halk Partisi'nin cumhurbaşkanı adayı cezaevinde, Zafer Partisi'nin cumhurbaşkanı adayı cezaevinde, Den Parti'nin cumhurbaşkanı adayı cezaevinde. İşte Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanına sokakta saldırılıyor fiziksel olarak. Türkiye'de demokratik bir sistem umuyorsak, biraz daha sesli konuşması gerekiyor insanların. Yani hâlâ ana olan motivasyonumuz, bu olan bitenden Erdoğan zarar görür olursa, ben çok güvenmiyorum bu insanlara. Onu söyleyebilirim. Çünkü bakıyorum, Adalet ve Kalkınma Partisi'ndeki en demokrat, en modern, medeni ilişkileri olan, dünyayı tanıyan insanlar; olan bitene dair ne diyorlar? Bu şekilde olması Erdoğan'a zarar verdi. Ana kaygınız buysa zaten bence yanlış bir yerden başlıyoruz, diye düşünüyorum.
Açıkçası çok zor bir durumdayız. Dediğim gibi, her şey için bir rıza üretilmesi lazım muhalefet konusunda. Şöyle söyleyeyim; muhalefet bir noktada kendi mobilizasyonunu sonuna kadar sürdürürse ve oradaki inatlarını sürdürürse, bunun önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü Erdoğan'ın zaman oynadığı da açık. Zamanla muhalefetin bu olan biteni normalleştireceğini de düşünüyor. Olan normalleşeceğini de düşünüyor. Bugün Türkiye'de birçok şeyi normalleştirdik aslında. Yani neler neler yaşadık, alıştık. Muhalefetin de bunlara alışacağını düşünüyorum.
Erdoğan belki şunu düşünüyor: Kendisi cezaevine girdi; Ekrem Bey de girebilir diye düşünüyor. "Erdoğan işte Fazilet Partisi kapatıldı; CHP de kapatılabilir," diye düşünüyor belki de. Yani bu açıdan Erdoğan'ın zihninden bakmamak, biraz oradan bakmak lazım ama oradan her şeyin yapılabileceği kanaatinde diye düşünüyorum.
Şu açık ama iktidarın içerisinde çok fazla çelişki var. Bu davadan, davanın seyrinden, tutuklamalardan, sürekli tanıklara, sanıklara yapılan baskılardan, kimi kanıtların olduğu ama aslında mahkemeye sunulamadığına dair, o malum sitedeki öfkeden; bütün bunları alt alta koyduğumuzda gözüküyor. İktidar içerisinde kimi iş adamlarının içeri alınmasında kimilerinin alınamamasından, ya bu soruşturmanın, yani belediyenin en parayla pulla ilişkili olan inşaat konularından değil de aslında öncelikle medya konusundan başlamasından, birçok yerden çıkabilir aslında. Yani bunu net görüyoruz zaten başından beri, biz bunları gördük. Şu an aslında genişletmek istiyorlar ama açıkçası çok da başarılı bir sonuç alabileceklerini sanmıyorum.
İktidar içinde çok fazla çelişki olduğu açık. Davanın seyri, tutuklamalar, tanıklara ve sanıklara yapılan baskılar, bazı kanıtların mahkemeye sunulamaması gibi durumlar bir araya geldiğinde, bu çatışmalar gözlemleniyor. İktidar içerisinde asıl endişe yaratan olaylardan biri, bazı iş adamlarının içeri alınırken, kimilerinin alınmaması. Bu soruşturma, belediyenin medya konularından başlamasının yanı sıra pek çok yerden de gelişebilir.
Bunları başından beri gözlemliyoruz. Şu an aslında genişletmeye çalışıyorlar, fakat çok da başarılı bir soruşturma yürütüldüğü söylenemez. Muhalefetin ciddiyetini ve dirayetini sürdürmesi adına iktidarın daha fazla hata yapacağına inanıyorum.
Şu aşamada durum kolay değil. Bugün öğrencilerin tutuklandığı ve cezaevine atıldığı bir ortamda ciddi bir mücadele var. İnsanlar burslarını kaybediyor. Burada, bursunu kaybeden öğrenciler var mesela, yurtlarda kalırken protestolara katılanlar. Bu durumda ne yapmamız gerektiğini, nasıl yardımcı olabileceğimizi düşünüyoruz. İktidar tarafından bile kolay bir cevap bulamıyoruz. Yardım için bir fon oluştursak, bu paraya el koyacak olan iktidar var. Evet, böyle bir zorluk içerisindeyiz.
Sağduyulu kalmaya çalışıyorum ama içimde bir huzursuzluk var. İnsanlara "sakin olun" derken kendime de "ben ne diyorum" diye sormadan edemiyorum. Muhalefetin bu durumu görerek bilerek konuşması gerektiği kesin. Hani Özgür Özel'in dediği gibi, A, B, C, D, E planlarına gerçekten ihtiyaç var. Belirsizlikler ve şaşkınlıklar karşımızda.
İktidar içerisinde sadece seçim sonrası parlamenter sistemin gelmesini ve ortamın yumuşamasını isteyen aktörler yok. Daha sertleşelim diyen, ana merkezin dışındaki aktörler de mevcut. Zaten yapılan saldırının arkasında da o tarz aktörler olduğunu düşünüyorum. İktidarın yamacında, daha önce dışlanmış aktörlerin de sertliği taşıyıcı olarak rol alıp yükselmeye çalıştığı gözlemleniyor.
Bu noktada İlkan'ın “Erdoğan eşittir AK Parti, AK Parti eşittir devlet” formülü devreye giriyor. Bu, çok konforlu bir alandı. Milli güvenlik tehditleriyle sadece Erdoğan savaşabilir ve dolayısıyla AK Parti'de herhangi bir meydan okumayla karşılaşmadan partiyi temsil etmesi gereken kişi odur. Devlet, AK Parti'nin içerisinde olanla burada sarsılmaz bir ilişki içindedir.
İşte orada “İlkan, Erdoğan eşittir AK Parti, AK Parti eşittir devlet” formülü devreye giriyor. O çok konforlu bir alandı. Yani milli güvenlik tehditleriyle sadece Erdoğan savaşabilir. Eee, dolayısıyla Erdoğan, AKP’de herhangi bir meydan okumayla karşılaşmadan partiyi temsil etmesi gereken kişidir. Devlet de Erdoğan'a, eğer devlete karşıdır, AK Parti'nin içerisinde olanlar da partiye karşıdır gibi bir anlayış vardı. Bu, şöyle bir şey; Stalin eşittir Sovyetler Birliği, Komünist Parti eşittir Rusya Sovyetler Birliği. Yani öyle bir denklemdi. Daha önceki programlarda da söyledik. İşte bu, Frankel'in İkili Devlet kitabı. Onu görüyorum. Bu programda biz uzun zamandır bahsediyoruz bu kitaptan. Son zamanlarda birçok insan referans veriyor, iyi oldu.
Eee, hep söylüyoruz; Nazi Almanya'sının bir anayasası yoktu. 1933 Şubatında komünizmle mücadele kanunu geçirdiler ve bu yasa, Nazi Almanya'sının anayasası oldu. Çünkü komünistlerle mücadele eden bir hükümeti yıpratmak, o hükümete muhalefet etmek, komünizmle mücadeleyi sekteye uğratma amacı taşıdığı için, eee hükümeti eleştirenler komünistler ile aynı safta değerlendirilip aynı şekilde cezalandırıldılar.
Şimdi, siz kendinizi devlet olarak gördüğünüzde ve milli güvenlik tehditleriyle mücadele eden, daha olağanüstü koşullarda göreve gelmiş bir hükümet olarak gördüğünüzde, size karşı herhangi bir olumsuz eleştiride bulunan, muhalefet eden, sizin icraatlarınızı beğenmeyen, sizin yolsuzluklarınızı ortaya çıkaran her aktöre eee bir milli güvenlik tehdidi muamelesi yaparsınız. Yani, bugün işte o malum sitedeki tom bu: Ekrem İmamoğlu kimdir? Bir milli güvenlik tehdididir. Çünkü olağanüstü koşullar altında, ülkenin bekası için, ülkenin selameti için çalışan bir hükümeti tehdit etmeye cürret etmiştir. Onu değiştirmeye, değiştirme düşüncesinin zihninde belirmesine izin vermiş.
Anlatabiliyor muyum? Yani müteahhitler AKP ile çalışıyormuş. Şimdi galiba Ekrem İmamoğlu geliyor iktidara deyip Ekrem İmamoğlu ile çalışıyorlar. Bu, yani son derece, arkadaşlar size söyleyeyim, eee vakayı adiyeden bir şeydir Türkiye siyasetinde. Yani müteahhit kurnazlığı diye bir şey vardır. Bürokrat kurnazlığı diye bir şey vardır. İktidarın değişimini sezerler. Fakat hikaye nasıl anlatılıyor? Devlet sayesinde büyüyen, serpilen iş adamlarının devlete ihanet etmesi şeklinde anlatılıyor. Niç?
Fakat hikaye nasıl anlatılıyor? Devlet sayesinde büyüyen, serpilen iş adamlarının devlete ihanet etmesi şeklinde anlatılıyor. Niçin? Çünkü orada Erdoğan'la özdeşleşmiş bir devlet var ve devlet sadece Erdoğan sayesinde ayakta kalabilir anlayışı düşüncesi var. Yani, bizim sorunlu noktamız bu. Bu da ne zaman oldu? İşte, bu Fethullahçılar ve PKK ile mücadelede başkanlık sistemini benimsememiz ile oldu. Şimdi sorun ne olduğunu anlamıyor bence bu arkadaşlar. Yani buradaki sorun artık bu tehditler yok ve siz iktidarda kalmak için yeni tehditler icat etmek zorundasınız. Yeni milli güvenlik tehdidi icat ederken de insanların yarısının oy verdiği gayet meşru, makbul, sivil insanları hedef alamazsınız.
Bu nerede oldu? Biliyor musun? İKAN, 2018 Aralık’ında, sen hatırlarsın, yerel seçimlerden önce Türkiye Suriye’ye bir sınır ötesi operasyon yapacaktı ve yine muhtemelen Suriye üzerinden içeriye bir milliyetçilik pompalanacaktı. Aniden bir haber geldi; dediler ki işte Trump bölgeden askerlerini çekiyor. Şimdi Trump’ın bölgeden askerlerini çekeceğini Türkiye beklemiyordu ve operasyonu hemen durdurdular. Çünkü başka Rusya’yla başka komplikasyonlara sebep olabilirdi. Ben kronolojiye bakmıştım. Operasyonun yapılmayacağı anlaşılıyor ve Bahçeli ile Soylu’nun beka söylemi devreye giriyor. Yani dışarıda bir güvenlik tehdidi bulamayınca güvenlik odağını içeriye çeviriyorsunuz. Ne diyorsunuz? İşte bunlar terörist diyorsunuz, değil mi?
Şimdi bu 2019 seçimini hepimiz hatırlıyoruz. Ekrem Bey’in çıkışı, hiç kimsenin bu adamı ciddiye almayışı, herkesin çok mutsuz olması, insanların oy vermeye gitmekte çok isteksiz olmaları. Hatta arkadaşlarımızı arıyoruz; "Abi git oy ver, falan filan" diye. Ne oldu biliyor musun İlkan? Güvenlik tehdidi söylemini dışarıdan içeriye transfer edince insanlar tepki duydu. Daha fazla sahip çıktı. Yani bu arkadaşların siyasetten anlamıyor oluşlarının sebebi bu. Yani Fethullahçılarla PKK ile mücadele et. Suriye’ye sınır ötesi operasyon yap. Pençekili topu bu ulus buna sahip çıkar. Yani dolaylı olarak, dolaylı olarak bu otoriterliği kurabilirsin. Mahalle maçlarında sektirerek gol atmak diye bir şey vardır.
Şimdi bu 2019 seçimlerini hepimiz hatırlıyoruz. Ekrem Bey'in çıkışı, hiç kimsenin bu adamı ciddiye almayışı, herkesin çok mutsuz olduğu bir dönemdi. İnsanlar oy vermeye gitmekte isteksizdi. Hatta arkadaşlarımızı arıyoruz, "Abi git oy ver" falan filan diye. Ne oldu biliyor musun, İlkan? Güvenlik tehdidi söylemini dışarıdan içeriye transfer edince insanlar tepki duydu ve daha fazla sahip çıktılar. Yani bu arkadaşların siyasetten anlamıyor olmasının sebebi bu. Yani Fethullahçılarla PKK'yla mücadele et, Suriye'ye sınır ötesi operasyon yap; Pençekili topu bu ulus buna sahip çıkar. Yani dolaylı olarak, bu otoriterliği kurabilirsin. Mahalle maçlarında "sektirerek gol atmak" diye bir şey vardı. Duvara vururdun, arkasından. Biliyor musun onu? Sektirerek, duvarı da bir adam gibi düşünüp öyle bir atarsın golü ama tehditlerin olmadığı bir ortamda, belediye reisine sen milli güvenlik tehdidi muamelesi yaparsan bu olmaz. Bu tepki çeker. Şimdi o kadar siyasetten bir haber ki. O yüzden, hani bu, bir siyasi hamle değil; siyasetçilerin siyaseti şekillendirmek için uzun vadeli stratejiler geliştirerek kurdukları bir oyun olduğunu düşünmüyorum, açıkçası.
Evet, son konumuza geçelim mi o zaman? İlkan, ekleyecek bir şeyin yoksa, tabii ki sanırım yok. Tamam. Şimdi o zaman bir de Mehmet Şimşek ve ekonomi politikasına bakalım. Nisan sonunda Mehmet Şimşek, IMF bahar toplantılarına katılmıştı. Orada Türkiye'nin ekonomi programının yakından takip edildiğini yazmıştı, hatta Twitter'da. Şimdi, Özgür Özel'in bugünkü grup toplantısına tekrar döneceğim. Orada Mehmet Şimşek hakkında da konuştu; darbenin mali ayağı, darbenin finansörü dedi. İstifa etse de peşini bırakmayacağını söyledi. Bir de Mehmet Şimşek’i dünyaya rezil edeceğini söyleyerek bitirdi.
Şimdi, İlkan, sen Mehmet Şimşek'in biraz değerlendirmesini istiyorum. Bu ekonomi politikasını, özellikle de İmamoğlu'nun tutuklanmasından sonraki sürecini nasıl görüyorsun? Sence neler olacak? Çünkü artık, ilk başlarda aslında ekonomi politikasını muhalefet de çok eleştirmiyordu ama tabii ki son İmamoğlu'nun tutuklanmasından sonra muhalefet de eleştirmeye başladı. Hatta iktidar içinden de birkaç ses eleştiriyor gibi. Sen nasıl değerlendiriyorsun tüm bunları?
Şimdi Melis, bir defa ekonomi çok önemli ve Mehmet Şimşek konusunda muhalefet bence gaflet içerisinde. Yani muhalif akademisyenler, birçok siyasetçi. Biz bu yayınlarda çok eleştirdik. Mehmet Şimşek geldiği andan itibaren eleştirdik açıkçası. Çünkü çok basit bir şey var; ekonomi o rasyonel politikalar denen rakamlardan ibaret değildir. Sonuçta yaptığınız hamle...
Şimdi, Melis, bir defa ekonomi çok önemli ve Mehmet Şimşek konusunda muhalefet bence gaflet içerisinde zaten. Yani muhalif akademisyenler, birçok hatta siyasetçiler. Biz bu yayınlarda çok eleştirdik. Mehmet Şimşek geldiği andan itibaren eleştirdik açıkçası. Çünkü çok basit bir şey var. Ekonomi, o rasyonel politikalar denen rakamlardan ibaret değildir. Sonuçta yaptığınız hamlelerin kendilerinin de ötesinde "Neden yaptığınız?" sorusu vardır. Yani, biz bu işi niye yapıyoruz? Ekonominin hani yaptığınız ekonomi politikasının amacı nedir? Hani aynı şeyleri yaparsınız belki teknik olarak ama amacınız başkadır.
Şimdi, bir defa şunu gördük. Mehmet Şimşek'in ekonomi politikalarının amacı, demek ki Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanmasından sonraki piyasa hareketliliklerine cevap verebilmekmiş. Yani Türkiye'nin ekonomisini düzeltmek amacı değilmiş bugüne kadar. Bir defa bunu görmüş olduk. Çünkü öyle olsaydı, bugün bu kadar döviz harcanmazdı. Türkiye'nin 2 yılda açlık çekerek, fakirlik çekerek biriktirebildiği rezervleri açıkçası iki haftada Türkiye harcadı.
Burada şunu söylemek lazım. Özgür Özel'in eleştirisini çok doğru buluyorum. Zaten Ekrem Bey'e karşı gerçekleştirilen soruşturmanın içerisinde o MASAK raporları, o raporların labollikleri, düzensizlikleri, oradaki hatalar, eksikler Mehmet Şimşek'i işin içerisine sokuyor ve Mehmet Şimşek sanki işin içerisinde değilmiş gibi yapmaya çalışıyor. Türkiye'de olan biten rezaletin içerisinde bir aktör değilmişçesine kendini konumlamaya çalışıyor. Bunların hepsi komedidir. Bir işin o tarafı var.
Bunun dışında da, bütün bunların dışında Mehmet Şimşek kendi sorumluluğunu hissetmiyor, hissettirmiyor kamuoyuna ve yaptığı ekonomik politikalar sonucunda insanlarımız fakirleşmiş durumda. Türkiye, 2 yıl sonra, Mehmet Şimşek'in başladığı yerde, Türkiye'de enflasyon 2 yıl öncesine göre düşmedi. Bugün Türkiye'de rezervler 2 yıl öncesine göre artmadı ve Türkiye 2 yıl boyunca fakirlik çekti. Mehmet Şimşek'in şu anda gayet sonuna kadar sorgulanması gerekmektedir.
Sonuçta demokrat bir kimliği olmadığını, bence son soruşturmalardaki tutumuyla gayet kendisi de göstermiştir. Bunun dışında, bugünlerde tekrar dünyaya gitmeye çalışması da şudur; Türkiye'nin batıyla kurabileceği bir güvenlik ilişkisinin finansallaştırmaya çalışmaktadır. Görebildiğim...
Türkiye, 2 yıl sonra, Mehmet Şimşek'in başladığı yerde, enflasyon 2 yıl öncesine göre düşmedi. Bugün Türkiye'de rezervler 2 yıl öncesine göre artmadı ve Türkiye 2 yıl boyunca fakirlik çekti. Mehmet Şimşek'in şu anda sonuna kadar sorgulanması gerekmektedir. Sonuçta, demokrat bir kimliği olmadığını bence son soruşturmalarındaki tutumuyla kendisi de göstermiştir. Bunun dışında, bugünlerde tekrar dünyaya gitmeye çalışması da şudur: Türkiye'nin batıyla kurabileceği bir güvenlik ilişkisini finansallaştırmaya çalışmaktadır. Görebildiğim bu. Onu da finansallaştırabilir mi? Ondan da emin değilim.
Sonuçta, ekonomi, sizin aldığınız borç, faiz oranlarınız, dolar kurunuz değildir. Bütün bunları neden yapıyorsunuz sorusuna verdiğiniz cevaptır. Şimdi, Amerikalısınız veya bir borç verensiniz; donörsünüz. Orada o tabiri kullanıyorlar. Mesela siz şimdi bir donörsünüz. Türkiye'ye niye borç verirsiniz? Bu parayı ne yapacakları sorusunu sorarsınız. Banka bana borç verirken bana soruyor, bu parayla ne yapacağımı soruyor.
Ben bankaya desem ki, "Bana borç verin, ben de bahis oynayacağım. Kıbrıs’taki kumarhanelere gideceğim. Arkasından da sizden aldığım borcu kumaradan elde ettiğim gelirlerle size geri ödeyeceğim," deseler banka bana kredi verir mi? Banka bana kredi vermez. Ben mesela bu borcumu, diyelim ki bir iş yeri açacağım desem, iş planımı bankaya anlatsam, banka bana borç verebilir. Normal şartlar altında, normal bir ülkede, normal bir ekonomide bunlar böyle gerçekleşir.
Şimdi, Mehmet Şimşek'in karşısındaki bir donör olarak kendinizi gösterdiğinizde, orada şunu biliyorsunuz: Mehmet Şimşek'e verdiğiniz para, mesela yarın bir gün Mansur Yavaş'ın tutuklanmasına sebep olabilir veya Cumhuriyet Halk Partisi'nin kapatılmasına sebep olabilir. Hani Mehmet Şimşek’e verdiğiniz paranın Türkiye ekonomisinin iyileşmesine sebep olma ihtimali olduğu gibi Mansur Yavaş'ın tutuklanmasına sebep olma ihtimali de var.
Eğer Mehmet Şimşek'e biraz daha para verirseniz, ne diyeyim yani, belki de Vahap seçer falan da tutuklanır. Yani birazcık öne çıkan herkes tutuklanıyor bu hükümet tarafından. Şimdi bu gidişte, biraz daha para veren Adalet ve Kalkınma Partisi, her siyasetçiyi tutuklar bu gidişle. Bugün bir ara Türkiye'de siyasete girmek dokunulmazlık sebebiydi. Şu an hakikaten tam tersi, siyaset, cezalandırılma sebebi. Yani Türkiye Cumhurbaşkanı adaylarının çoğu içeride böyle bir ülke. Yani Mehmet Şimşek'e niye borç...
Yani şimdi bu gidişte, biraz daha para veren Adalet ve Kalkınma Partisi her siyasetçiyi tutuklar bu gidişle. Yani, bugün bir ara Türkiye'de siyasete girmek dokunulmazlık sebebiydi. Şu an hakikaten tam tersi, siyaset cezalandırılma sebebi. Yani Türkiye Cumhurbaşkanı adaylarının çoğu içeride; böyle bir ülke.
Yani Mehmet Şimşek'e niye borç vereceksiniz? Bunu görmek lazım. Yani bu açıdan Mehmet Şimşek'in kendi hikayesini anlatması gerekiyor. Mehmet Şimşek borç alırken bir hikaye anlatacak; "Ben şunu şunu şunu yapacağım. İki yıl boyunca Türkiye'nin ekonomisi şu kadar güzel olacak. Bunun sonucunda da size çok daha rahat borçlarımı ödeyeceğim. Zaten sizden aldığımı daha da fazla size ihale edeceğim."
Şimdi Mehmet Şimşek'e siz borç verebilirsiniz ve Mehmet Şimşek, o aldığı borçla Türkiye'yi daha berbat hale getirebilir. Son iki yıl bunu gösterdi. Son iki yılda Mehmet Şimşek, aldığı borçlarla ekonomiyi daha kötü hale getirdi. Ve sonuçta Türkiye'de ne oldu? Alınan borçlar sonucunda Türkiye daha antidemokratikleşti. Türkiye'de demokratik gerileme yaşandı. Demokratik backlash, tam tabiriyle Türkiye'de yaşandı.
Ya Türkiye'de şu anda özgür seçim, otoriter bir yönetim altında, baskı altında özgür seçimler vardı. Bugün onlar yok. Yani bugün Mehmet Şimşek'e verilecek kredi, Türkiye'de özgür seçimler olmasını sağlar mı? Tam tersine, şu an daha da büyük engel çıkarır diyor. Yani yarın bir gün muhalefetten biri bir başka belediye başkanı daha başarılı olsa, o da tutuklanacak demek ki. Yani şimdi bu gözüküyor. Burada da açıkçası çok ciddi sınırlar var.
Yani ekonomide şunu söylemek lazım: Faiz oranları, enflasyon oranları, döviz rezervleri, hepimiz asgari ücretler, bu rakamların hepsi birer tercihtir. Ama bütün bunları nasıl bir hikayenin içerisinde anlattığınız, ne için bunları yaptığınızı anlatmanız gerekir. Mehmet Şimşek şu an onu anlatma kabiliyetini kaybetmiştir. Çünkü mesele sadece o rakamlardan ibaret değil. Yani, rasyonel politikalarla beraber faizleri yükselttik, doları baskıladık. Tamam, enflasyonu düşüreceğiz. Okey, bravo. Bu zaten çok büyük bir deha içermiyor. Yani bunu dünya 40-50 yıldır biliyor; açıkçası.
Yani bunu, örneğin Reagan dönemine falan baktığınız zaman, petrol fiyatları arttıktan sonra biraz az çok onlar gözüktü ve uygulanıyor. Birçok yerde bunlar uygulandı. Hatta en iyi uygulandığı yerlerden biri de...
E burada da, açıkçası çok ciddi sınırlar var. Yani ekonomide şunu söylemek lazım: Faiz oranları, enflasyon oranları, döviz rezervleri; hepimiz asgari ücretler, bu rakamların hepsi birer tercihtir. Ama bütün bunları nasıl bir hikayenin içerisinde anlattığınız, ne için bunları yaptığınızı anlatmanız gerekir. Mehmet Şimşek, şu an onu anlatma kabiliyetini kaybetmiştir. Çünkü mesele sadece o rakamlardan ibaret değil. Yani rasyonel politikalarla beraber faizleri yükselttik, doları baskıladık. Tamam, enflasyonu düşüreceğiz. Okey, bravo. Ya bu zaten çok büyük bir deha içermiyor. Yani bunu dünya 40-50 yıldır biliyor.
Bunu, yani Reagan dönemine falan baktığınız zaman, petrol fiyatları arttıktan sonra biraz az çok onlar gözüktü ve uygulanıyor. Birçok yerde bunlar uygulandı. Hatta en iyi uygulayan Türkiye'ydi belki 2002 sonrasında, 2001 krizi sonrasında. Ama bunu niçin uyguluyorsunuz sorusu var. Şu an siz bunu, ülkeyi daha antidemokratik yapmak için uyguladı hükümet, bütün bunları.
Ben daha öncesinde bu yayınlarda şunu düşünüyordum: Mehmet Şimşek, bütün bunları seçim öncesinde bir seçim ekonomisi uygulamak için yapıyor diye düşünüyordum. Öyle eleştiriyordum. Eğer daha kötüymüş durum. Yani daha kötü, Türkiye'deki demokrasiyi ilga etmek için bütün bunlar yapılıyormuş demek ki. Yani daha kötü, daha korkunç bir şey yaşadık. Tahminimden, ben Mehmet Şimşek'i eleştiriyordum. Şöyle söyleyeyim: Şu son 45 günde gördüm ki az eleştiriyormuşum. Yani bu olan bitene dahil olduğu için, bu olan bitenin arkasında imzası olduğu için daha da fazla eleştirmem gerekiyormuş zamanında. O açıdan da kendimi eksik bulduğumu söyleyeyim şu an.
Evet. Burak hocam, biz az önce Nihat Zeybekçi'yi konuştuk. Yine kendisi Ekonomi gazetesine verdiği röportajda enflasyonla mücadele yöntemini eleştirmiş. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz Mehmet Şimşek'in politikalarını? Bir de AKP içinde de bir tartışma yaratıyor mu artık sizce? Ekonomi politikası ne dersiniz?
Şimdi biz hakikaten bu konuda çok vicdanı temiz insanlarız. Mehmet Şimşek bakan olduktan sonraki hafta yaptığımız yayını bir üşenmeden herkes bulsun, izlesin. Yani şunun adını koymak lazım: Ekonomi yönetiminin özerkleşmesi gerekiyor Türkiye'nin sorunlarını çözebilmesi için ve özerkleşmediği sürece ekonomi bakanının Berat Albayrak olması ile Mehmet Şimşek olması arasında hiçbir fark yok. Yani Berat Albayrak da enflasyonu düşürmek için faizlerin yükseltilmesi gerektiğini biliyordu. Yani bu konuya yabancı, bu konuya ilkesel olarak karşı, bu konunun eğitimini almamış birisi değildi.
McKinsey'yi hatırlarsın. Berat Albayrak’a linç ettiler McKinsey meselesinden. Bu arada unutuldu da. Evet, evet. Yani şimdi bir tarihe dönüp bakalım. Yani Berat Albayrak da bir şeyleri bilmediği için veya düşük faiz politikasına canı gönülden karşı olduğundan değil, durum böyleydi.
Şimdi biz hakikaten bu konuda çok vicdanı temiz insanlarız. Mehmet Şimşek bakan olduktan sonraki hafta yaptığımız yayını bir üşenmeden herkes bulsun izlesin. Yani şunun adını koymak lazım; ekonomi yönetiminin özerkleşmesi gerekiyor Türkiye'nin sorunlarını çözebilmesi için. Özerkleşmediği sürece ekonomi bakanının Berat Albayrak olması ile Mehmet Şimşek olması arasında hiçbir fark yok. Yani Berat Albayrak da enflasyonu düşürmek için faizlerin yükseltilmesi gerektiğini biliyordu. Bu konuya yabancı, bu konuya ilkesel olarak karşı veya bu konunun eğitimini almamış birisi değildi. McKinsey'yi hatırlarsın, Berat Albayrak'a linç ettiler McKinsey meselesinden. Bu arada unutuldu da.
Evet. Evet. Evet. Yani şimdi bir tarihe dönüp bakalım. Berat Albayrak da bir şeyleri bilmediği için veya düşük faiz politikasına canı gönülden inandığı için o politikayı uygulamadı, yapamadı. Siyaseten bir yol vardı, bir yöntem vardı. Benimsenen bir söylem vardı ve o söylem Berat Albayrak yönetimindeki ekonomi programını etkiledi.
Şimdi Mehmet Şimşek'e bakalım. Mehmet Şimşek'ten beklentimiz ne? Profil itibariyle ortodoks ekonomi politikasına ve ekonomi alanını özerkleştirmesi gerekiyordu. Değil mi? Şimdi 19 Mart'ta yaşadığımız ve Mehmet Bey'in ufak bir tatsızlık olarak nitelendirdiği, iç şok olarak nitelendirdiği şey tam olarak Mehmet Şimşek'in Berat Albayraklaşmasıdır. Yani Berat Albayrak nasıl doğru ekonomi politikasını siyasi baskılar ve siyasi etkiler dolayısıyla uygulamadıysa ve hedefe konduysa, Mehmet Şimşek de aynen bunu hak eder.
Yani Berat Albayrak'a söylenen ne varsa, Mehmet Şimşek'e de söylenir. Çünkü eğer Berat Albayraklı birisini eleştiriyorsanız, bir ekonomi bakanı olarak performansını değerlendiriyorsanız, şunu bileceksiniz; enflasyonu dizginlemek için elinde olsaydı, Berat Albayrak da faizleri arttırırdı. Kitapta ne yazıyorsa onu uygulardı, uluslararası kurumlarla gerekli danışmanlık ilişkilerini kurardı ve bir şekilde bu son 45 senedir yaşadığımız ekonomik facianın ortaya çıkmasını engellerdi. Niye engellemedi? Siyasi baskılardan dolayı. Yani siyaset, ekonomiyi belirledi.
Biz buna rağmen Berat Albayrak'ı eleştiriyoruz, değil mi? Peki, Mehmet Şimşek ne yapıyor? Direnebiliyor mu? Hayır. Kendi programını savunabiliyor mu? Hayır. Atılacak siyasi adımların ekonomi üzerindeki maliyetini anlatıyor mu? Hayır.
Şimdi hikaye şu; Ekrem Bey'i tutukladılar. Ertesi gün Mehmet Şimşek gitti. “Ya, haberim yoktu benim. Niye böyle bir şey yaptık? 55 milyar dolar falan yakıyoruz” dedi. Ya şimdi bir şey söyleyeceğim. Ekrem Bey'in bir soruşturma geçirdiğini ben zannediyorum, Kasım ayı başında öğrendim. Ankara'da hani çok da dışarı çıkmayan, sadece insanlar odama geldikçe sosyalleşen bir insanım. Ben aile babasıyım; işten eve, evden işe.
Peki, Mehmet Şimşek ne yapıyor? Direnebiliyor mu? Hayır. Kendi programını savunabiliyor mu? Hayır. Atılacak siyasi adımların ekonomi üzerindeki maliyetini anlatıyor mu? Hayır. Şimdi hikaye şu: Ekrem Bey'i tutukladılar. Ertesi gün Mehmet Şimşek gitti. “Ya, haberim yoktu benim. Niye böyle bir şey yaptık? 55 milyar dolar falan yakıyoruz,” dedi.
Şimdi bir şey söyleyeceğim. Ekrem Bey'in bir soruşturma geçirdiğini, ben zannediyorum Kasım ayı başında öğrendim. Ankara'da, hani çok da dışarı çıkmayan, sadece insanlar odama geldikçe sosyalleşen bir insanım. Ben aile babasıyım; işten eve, evden işe. Hiçbir sosyal hayatım yok. Hakikaten yani bu anlattıklarımın arasında da hiç kulis yoktur. Kulis de dinlemem. “Hiç bana söylemeyin falan derim.”
Ben bile, yani bu izole hayatımda, böyle bir soruşturma olduğunu, böyle bir ihtimal olduğunu biliyordum. Mehmet Şimşek de biliyordu. Televizyonlarda gazeteciler çıktılar, söylediler. Sosyal medyada bunun dedikodusu yapıldı. Yani birdenbire İmamoğlu kampanyası hızlanmaya başladı. Bu kırmızı pazartesi gibi bir şey, hani olacak ya.
Bütün bunlar olurken, kabine toplantılarında bir ekonomi bakanının, “Sakın böyle bir şey yapmayalım. Şu anda yavaş yavaş iyileşiyoruz. Borsa yükselmeye başlıyor, faizleri düşürüyoruz, enflasyonu düşürmeye çalışıyoruz. Programın başarılı olmasına çok az kaldı. Sakın böyle bir hamle yapmayalım,” demesi gerekmez miydi? Yani sanki birdenbire bir şok.
Şimdi, yani tutuklanmasını ben de beklemiyordum. Belki Ekrem Bey'in kendisi de beklemiyordu. Belki Mehmet Şimşek de beklemiyordu. Bunu bir şey, bir şey demiyorum ama bu mesele konuşuluyor, değil mi? Niye beklemiyoruz biz? Bunun bir facia olacağını düşündüğümüz için beklemiyoruz.
Şimdi ekonomi bakanı, sorumluluk sahibi olan makamdaki kişi, bunu beklemiyorum diyorsa, niçin beklememesi gerektiğini de herhalde mesai arkadaşlarına anlatmalıydı. Dışişleri bakanına anlatmalıydı, içişleri bakanına anlatmalıydı, Cumhurbaşkanı yardımcısına anlatmalıydı. Yani sanki olaylar vuku buluyor, Mehmet Bey buna maruz kalıyor gibi bir hava var. Öyle bir şey yok. Öyle bir şey yok.
Eğer böyleyse de suçlu bu arada. Eğer böyleyse de suçlu. Çıkıp anlatacaksın; “60 milyar dolar rezervimiz var. Bu işi yaparsak 55'i gider. Hiçbir hareket alanımız kalmaz. Faizleri yeniden yükseltiriz. Vergileri yeniden artırırız. 2 sene yaptığımız her şey boşa gider. Seçimleri de kazanamayız,” demesi lazımdı. Eğer bunu demediyse, burada da suçlu. Eğer dediyse, insanlar onu dinlemediyse ve halen daha görevine devam ediyorsa, işte o zaman da Berat Albayraklaştı anlamına gelir.
Yani sanki olaylar vuku buluyor, Mehmet Bey buna maruz kalıyor gibi bir hava var. Öyle bir şey yok. Eğer böyleyse de suçlu bu arada. Eğer böyleyse de suçlu. Çıkıp anlatacaksın. 60 milyar dolar rezervimiz var. Bu işi yaparsak, 55’i gider. Hiçbir hareket alanımız kalmaz. Faizleri yeniden yükseltiriz. Vergileri yeniden arttırırız. 2 yıl yaptığımız her şey boşa gider. "Seçimleri de kazanamayız" demesi lazım. Eğer bunu demediyse burada da suçlu. Eğer dediyse, insanlar onu dinlemediyse ve halen daha görevine devam ediyorsa, işte o zaman da Berat Albayrak'laştı anlamına gelir. Yine suçlu. Bunların adını koyalım.
Şimdi aslında konumuz bitti ama Murat Yaşar Akar'ın güzel bir sorusu vardı. Onunla bitirmek istiyorum aslında. Çünkü biraz da zamanımızı açtık ama şöyle bir sorusu olmuş: "Bitirirsek diye de, yani zamandan arta kalırsa sorarsanız sevinirim" diye sormuş. Türkiye'de sağ siyasette yakın gelecekte ne gibi gelişmeler yaşanabilir diye sormuş.
İlk sen cevaplamak ister misin? İlkan cevaplasın. Ben açıkçası sağ siyasetteki gelişmelere çok vakıf değilim. Yani sağ kesimde 25 yıldır bir heyecan var. Bir parti kurma çabası var. Oradaki aktörler buluşuyorlar, toplanıyorlar, tekrar bir araya geliyorlar ama Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kurduğu hegemonya aşılamadı. Burada acaba aşılacak mı dediğimiz bir iki an oldu.
En büyük alev, İyi Parti hikayesiydi açıkçası. İyi Parti hikayesinden sonra da henüz ortada gerçek bir hareket sağ siyasette bence gözükmedi. Ben Milliyetçi Hareket Partisi'nin de bu süreçte kimliğini çok ciddi kaybettiğini düşünenlerdendim. Açıkçası, Adalet ve Kalkınma Partisi mesela son süreçte ciddi MHP'den oy geçişi sağlayabildiğini düşünüyorum ve Milliyetçi Hareket Partisi'nin de kimliğinden ciddi kayıplar olduğu kanaatindeyim.
Sağ siyasetin kendisine bir alan bulması ihtimali tabii ki Türkiye'de var. Ama açıkçası giderek kaybediyorlar. Yani Türkiye'de sağın bir yorumu Cumhuriyet Halk Partisi içerisine doğru yavaş yavaş kendini çekiyor sağın. Onun dışında radikal yorumları da çok daha radikal yorumları da açıkçası ne yazık ki popülerleşiyor.
Bugün Türkiye'de bir yeniden refah gerçeği var açıkçası. Yani sağ siyaset, biraz kompculukla, biraz yabancı düşmanlığıyla, biraz kimlikçilikle yoğrularak daha uç unsurlarla kendisini gösterebiliyor. Bu açıdan ciddi zaafları var. Aslında sağ siyasetin bazı potansiyelleri var. Arada görebiliyoruz. Mesela yerel seçimlerde ben, mesela Ege'de bazı ilçelerde mesela bakıyorum...
Onun dışında, radikal yorumları da çok daha radikal yorumları da, açıkçası ne yazık ki, popülerleşiyor. Bugün Türkiye'de bir yeniden refah gerçeği var. Sağ siyaset, biraz kompculukla, biraz yabancı düşmanlığıyla, biraz kimlikçilikle yoğrularak daha uç unsurlarla kendisini gösterebiliyor. Bu açıdan ciddi zaafları var. Sağ siyasetin aslında bazı potansiyelleri var; arada görebiliyoruz. Mesela, yerel seçimlerde ben, Ege'de bazı ilçelerde baktığınızda, Demokrat Parti adayı %25-30'a almış. Öyle yerler var. Enteresan; burada arada aslında bir nüve var.
Ama o nüvenin üzerine oturacak bir siyasi hareket şimdiye kadar görülmedi. Burada insan kapasitesi sorunu, örgütlenme sorunu, medya sorunu cidden ortada. Türkiye'de de ne yazık ki, şu anki kutuplaşmadan geriye gidişte pek öngöremiyorum. Bunu da söylemem lazım. Yani belki Erdoğan sonrasında bir alan açılır. O açılan alanda çok bir hareket imkanı ortaya çıkar diye tahmin edebilirim.
Ama Erdoğan iktidarda oldukça, siyasette şu andan sonra pek bir unsurun büyümesi ihtimali yok bence. Cumhuriyet Halk Partisi içerisinden Mansur Yavaş burada önemli bir faktör olarak ortadaydı. O da, bence Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması sonrasında şu an için çok daha etkisiz bir pozisyona düştü. Şu anda siyasette SAA'nın siyasi manevra alanı çok azaldı.
Cumhuriyet Halk Partisi ve Adalet ve Kalkınma Partisi haricindeki siyasi partilerin çok da fazla bir manevra alanı kalmadı. Yani şu anda Türkiye'de siyaset yapacak alanları çok azaldı. Bugün Den Partisi'nden bahsediyoruz mesela; Den Partisi, tabanı ile sıkışmış bir parti. Yani bir şeyin, bir partinin siyaset yapacak alanı yok. Bundan, mesela, Demirtaş baştayken Den Partisi acaba Cumhuriyet Halk Partisi alanına girecek mi tartışmaları vardı. Bugün Cumhuriyet Halk Partisi Den Partisi alanına girebiliyor.
Yani dönüşüm biraz o yönde. Yani bundan 10 yıl önce, hatta 78 yıl önce, acaba Cumhuriyet Halk Partisi alanına İyi Parti girecek mi diye konuşulurken bugün tam tersine Cumhuriyet Halk Partisi İyi Parti'nin alanına girebiliyor. Adalet ve Kalkınma Partisi'ni MHP acaba yönlendirir mi derken, Adalet ve Kalkınma Partisi MHP'den seçmenlerini istediği anda rahatlıkla çekebilecek noktaya gelmiş durumda. MHP adeta Adalet ve Kalkınma Partisi’nden besleniyor.
Bundan 10 yıl önce, daha doğrusu bundan 78 yıl önce, "acaba Cumhuriyet Halk Partisi alanına İyi Parti girecek mi" diye konuşulurken, bugün tam tersine Cumhuriyet Halk Partisi, İyi Parti'nin alanına girebiliyor. Adalet ve Kalkınma Partisi'ni MHP acaba yönlendirir mi derken, Adalet ve Kalkınma Partisi, MHP'den seçmenlerini istediği anda rahatlıkla çekebilecek noktaya gelmiş durumda. MHP adeta Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinde bir kliğe dönmüş durumda.
Burada çok fazla diğer partilere alan yok. Ne yazık ki burada bir radikal uç unsur olarak Yeniden Refah söyleminin bir potansiyeli var. Ama bu potansiyel, Adalet ve Kalkınma Partisi orada durdukça yükselmez. Daha önceki yayınlarda da ifade ettim; yerel seçimlerden sonra yeniden bir yükseliş beklemiyorum. Seküler tarafta ne yazık ki Zafer Partisi'nin, özellikle genç erkeklere yönelik, biraz daha kontrolcü ve uç söylemlerle kendisini bulan yaklaşımının bir popüler karşılığı var.
Adalet ve Kalkınma Partisi ve CHP etrafındaki iki kutup, o iki kutunun kenarında Yeniden Refah ve Zafer Partisi gibi daha radikal unsurlarla siyaseti ben böyle tanımlıyorum açıkçası. Mesela burada tabii anahtar bir parti var. Enteresan, anketlerde %1 oranında bulunuyor. Bu şaşırtıcı bir şey. Gördüğüm kadarıyla dindar kesim asla Cumhuriyet Halk Partisi'ne gitmeyecek ama Erdoğan'dan memnun olmayan bir kitle var. Kendilerini Yeniden Refah ile tanımlamak istemeyen de bir kitle mevcut.
O kitleyi yakalamaya çalışıyor Ağır Alioğlu ama orada da teşkilat sorunları çok ciddi. Yani, bunu da görmek lazım. Siyaset Türkiye'de para işi, örgütlenme işi, medya işi. Yani, başladıktan sonra devam ettirmek çok kolay değil. Siyaset çürütücü bir şey; birçok aktör içine giriyor, çürüyor. Bütün bunlar da işi zorlaştırıyor. Sağ siyasetin ayakta kalması için genelde iktidarla bir ilişkisi olması gerekiyor. Şimdi iktidardan uzak kaldıkça ayakta kalabilme konusunda solcular daha şanslı görünüyor. Muhalif olmak, muhalefette kalmak, o kıt kanaat örgütü devam ettirmek, bir şekilde o inat, hırs, öfke ile devam etmek sola daha yakışıyor. Fakat sağdaki insanlar, bütün bunlar...
Siyaset Türkiye'de para işi, örgütlenme işi, medya işi. Yani başladıktan sonra devam ettirmek kolay değil. Siyaset çürütücü bir şey. Birçok aktör içine giriyor, çürüyor. Yani bütün bunlar da işi zorlaştırıyor. Sağ siyasetin ayakta kalması için sağın genelde iktidarla bir ilişkisi olması gerekiyor. Şimdi iktidardan uzak kaldıkça, ayakta kalabilme konusunda, solcular daha "şerbetliler" diyelim. Yani muhalif olmak, muhalefette kalmak, o kıt kanaat örgütü devam ettirmek, bir şekilde o inat, hırs, öfke falan biraz uçuklukla devam etmek sola daha yakışıyor.
Ama sağdaki insanlar bütün bunlardansa, iktidar içerisinde bir rol alarak büyüyen oldular. Mesela MHP, iktidara geçmek istedi. Yani saha genetiğinde bu var açıkçası. Yeniden refah bile, o kadar çok daha uç bir noktadayken iktidarla bir şekilde temas etmek istedi. O ilişkileri kurmak istiyorlar. Mesela anahtar partide de yarın Erdoğan'dan ne kadar uzak kalabilir? Bilemiyorum. Erdoğan'dan uzak kalmaya kalktığı o kritik anda, Cumhuriyet Halk Partisi'ni kazandıracak kadar Erdoğan'dan uzak durursa, bu sefer Cumhuriyet Halk Partisi tarafına geçmiş olacak.
Şu anki sistem çok sıkıştırmış durumda açıkçası ve toplumun daha önce olmadığı kadar siyasallaştığı bir çağdayız Türkiye'de. Yani bundan 40 yıl önce, 50 yıl önce insanlar kahvede siyaseti çok bildikleri insanları dinleyerek siyasi görüşlerini oluşturabiliyorlardı. Bugün çağ başka bir çağ. Yani insanlar kutsal kitabı doğrudan kendileri okuyarak anlamaya çalışıyorlar. Siyaseti kendileri dinleyerek anlıyorlar. Kendi fikirleri var. Bu da insanları daha mutedil yapmıyor, daha radikal yapıyor. İnançlarında ve siyasi tavırlarında insanlar daha radikaller. Bu da merkez ideolojilerinin alanını daraltıyor.
Sağda da bu sorun var diye düşünüyorum. Bütün bunlar şimdiye kadar giderek daralttı. Yani Türkiye'de önce merkez saha daralmıştı. Sonrasında acaba milliyetçi sahadan bir liberal yorum falan çıkar mı? O da çıkmayacak gibi gözüküyor ne yazık ki. Uzun vadeli potansiyelde yeniden refah üzerinde görüyorum. Çok daha kötü bir durumdayız açıkçası. Bilmiyorum ama nasıl çıkarız, nasıl düzeleriz?
Dünyada da gidişatı da kötü görüyorum bu arada. Onu da söyleyeyim. Yani dünyanın başka yerlerinde "Ah ne güzel kurumsal bir iktidar var." diye düşünemiyorum. Aksine, tüm dünyada da ürpertici bir radikalleşmenin içerisindeyiz bence. Dış hatlarımız ürkütüyor beni. Yani bunu net bir şekilde söyleyebilirim. Yani bundan 10 yıl öncesinde falan en azından şöyle diyorduk...
Uzun vadeli potansiyelde yeniden refah üzerinde görüyorum. Çok daha açıkçası, kötümserim. Bilmiyorum ama nasıl çıkarız, nasıl düzeleriz? Dünyada da gidişatı kötü görüyorum, bu arada. Onu da söyleyeyim. Yani dünyanın başka yerlerinde “ne güzel” falan kurumsal bir iktidar var, diye düşünemiyorum. Aksine, tüm dünyada da ürpertici bir radikalleşmenin içerisindeyiz bence. Dış hatlarımız ürkütüyor beni. Yani bunu net bir şekilde söyleyebilirim. Bundan 10 yıl öncesinde falan en azından şöyle diyorduk: “Ya Türkiye bunları yaşıyor. Türkiye dışına kendini atsın, insanlar kurtarsın falan.”
Ama bugün mesela yurt dışına gitme kararı alacak bir gence, “Kendimi kurtardım” falan diyemem, yani açıkçası. Şu an çünkü gidilecek ülkeler de bana gayet riskler barındırıyor. Yarın mesela Melis’i dinleyeceğiz. Almanya’yı anlatacak bize. Yani gittiğiniz Almanya'da 5 yıl sonra iktidarda kim olacak ve o iktidar size karşı ne duygular besleyecek, bunu düşünmeniz lazım. Yani bugün Türkiye’yi tercih edecek duruma da gelebilir insanlar, diye düşünüyorum. Açıkçası zor. Çok iyimser değilim bu konularda.
Evet, Burak hocam, siz eklemek ister misiniz bir şeyler? Sesiniz kapalı hocam. Bir şey eklemek istemiyorum ama bu soru güzel bir soru. Bunu daha sağ siyaseti iyi bilen arkadaşlara davet ettiğimiz bir programda konuşalım. Evet, bu kadar. Evet, sesimi açamadım ben de bir an. Hocam, bugün sesle ilgili bir problemimiz oldu. Açıp kapatamıyoruz. Ama Murat hocam, teşekkür ederim. İlkan, teşekkür ederim. İkan’ın söylediği gibi yarın ikili görüş var; orada hem Almanya hem Ukrayna konuşacağız. Ayşe Yürekli hoca ve Aydın Sezer gelecek. Onu da hatırlatmasını yapayım.
İzleyicilerimize de bu saate kadar bizimle yayında kaldıkları için teşekkür ediyorum. Birkaç özel teşekkürüm var, onları yapayım. Fuat Yüzbaşı ve Mehmet, katıl üyemiz olmuş. Cihan Önen, katıl üyeliği seviyesini yükseltmiş. Teşekkür ediyoruz. Ayrıca Gürhan Çiftçi ve Kürşat Ufuk Coşkun’a süper chat destekleri için, Murat Yaşar Akar’a 10 katıl üyeliği, Atağan Ünal’a da 10 katıl üyeliği hediyeleri için teşekkür ederiz.
Dediğim gibi açıklamalarda e-Pon link’imiz var. Bizi oradan destekleyebilirsiniz. Katıl butonumuz var, oradan destekleyebilirsiniz. Ama en büyük desteğiniz yayını beğenip sevdiklerinizle paylaşmanız. Herkese çok teşekkür ediyorum. İyi geceler, görüşmek üzere. Hoşça kalın. [Müzik]
Eee izleyicilerimize de bu saate kadar bizimle yayında kaldıkları için teşekkür ediyorum. Birkaç özel teşekkürüm var; onları da yapayım. Eee Fuat Yüzbaşı ve Mehmet katıl üyemiz olmuş. Cihan Önen, katıl üyeliği seviyesini yükseltmiş; teşekkür ediyoruz. Ayrıca, Gürhan Çiftçi ve Kürşat Ufuk Coşkun'a süper chat destekleri için, Murat Yaşar Akar'a 10 katıl üyeliği ve Atağan Ünal'a da 10 katıl üyeliği hediyeleri için teşekkür ederiz.
Eee dediğim gibi, açıklamalarda Pon link'imiz var. Bizi oradan destekleyebilirsiniz. Katıl butonumuz da var; oradan destekleyebilirsiniz. Ama en büyük desteğiniz, yayını beğenip sevdiklerinizle paylaşmanız.
Herkese çok teşekkür ediyorum. İyi geceler. Görüşmek üzere. Hoşça kalın. [Müzik]